Einzelnen Beitrag anzeigen
  #2135  
Alt 20.02.2007, 03:33
Benutzerbild von roman
roman roman ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard YORUMSUZ!

(yukarıda ilk aktardığım makale Ahmet Altanındır.)



Suç üreten ortam (1)

Bugün de Dink olayına ‘ne, nerede, ne zaman’ sorularını sorarak nesnel yaklaşalım.

İşlenen suç ne? İnsanlık tarihinin cezası ve günahı en ağır ve eski suçu: İnsan öldürme.

Peki, siz hukuk hocaları, din ve ahlak kültürü öğretmeleri, bütün hakların önkoşulunun ‘yaşam hakkı’; ‘yaratıkların en onurlusu’ ve Tanrı’nın yeryüzündeki ‘halifesi/vekili’ olan insanı ‘öldürmenin bütün insanları/insanlığı öldürmek’ olduğunu (Kur’an, 2/30, 5/32, 17/70) onlara neden öğret(e)mediniz? Edebiyat, müzik, resim hocaları, insanın yarattığı güzelliklerle duyguları, duyarlıkları neden yeterince işlemediniz de kabalık, çirkinlik egemen oldu yaşamlarımıza?

Peki nerede işleniyor, suç? Çarpık kentleşme, göç ve işsizliğin aşırı boyutlara ulaştığı; gelirin hakça paylaşılamadığı; sağlığa, eğitime, yargıya bütçeden çok az payın ayrıldığı; bir spor kulübünün sitesinde ‘McDonalds bombacısını transfer ettik’ diye duyuru yaptığı; emniyet müdürlerinin banka soyguncularını arkadan vuran ‘özel güvenlik görevlisinin alnından öpeceğim’ dedikleri, TAYAD’lılara linç girişimini ‘halkın duyarlılığı’ diye övdükleri; tarihinde 6-7 Eylül, Çorum, Kahramanmaraş, Sivas olaylarının yaşandığı, ama unutması belleğinden kıvrak bir ülkede.

Peki siz onlarca yıl ülkeyi yönetenler, ‘dengesiz sosyo-ekonomik gelişmenin suçları artıracağını’ vurgulayan beş yıllık planları okuduğunuz, bizden sonra yola çıkan birçok ülkede bu sorunların büyük ölçüde çözüldüklerini gördüğünüz halde bunların üstesinden niçin gel(e)mediniz? Ya siz güvenlikten sorumlu olanlar, yersiz ve hukuka aykırı iletilerinizin neye mal olduklarını, suçbilim ve kriminalistik kitaplarını yeniden okumak gereğini hiç düşündünüz mü?

Suç ne zaman işleniyor? Gerçek ulusalcılık yerine şovinizmin, gerçek din yerine köktendincilik ve bağnazlığın, toplumu geriletmeye davranan faşizmin kışkırtıldığı bir dönemde.

Peki siz profesörler, akıl berisi, tekilci, tekelci, özsüz savsözlerin ve dogmatik kalıpların yinelenip durmamasını, ‘yurt, ulus, bayrak’ gibi değerlerin özlerini, Sokrates’i, Descartes’ı çıkaramamış, ‘Aydınlanma’yı ve ‘akıl çağı’nı yaşamamış bir toplumda Aydınlanmanın anlamını, insanları ‘herkes Türk’ün düşmanı’ önyargısıyla koşullandırmanın yanlışlığını, hukukun üstünlüğüne yaslanan demokrasilerde ‘devlet gibi düşünmeme özgürlüğü’nün, görüşler ve davranışlar çoğulculuğunun bulunduğunu, bunlara hoşgörü göstermenin de ötesinde ötekilerin hakları ve özgürlükleri tehlikeye düşünce tehlikeyi yaratanlara karşı çıkmanın demokraside bir ödev olduğunu öğrettiniz mi?

Hayır. Öğret(e)mediniz ve beyin yıkayıcılara yol verdiniz. Bu yüzden bu ülkede en güzel denizlerin en güzel kumlarında bile rahatça dolaşan ‘kuduz köpeklerden çok düşünürler kovalandı’ (Cemil Meriç). Oysa sizler, ‘büyük birader’lerin hükmettiği, ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ köylerinde değil, adı bile özgürlüğü/özerkliği zorlayan ‘evrenkent’te/üniversitede yaşamaktaydınız. Yılanlar çoğalınca da kıyameti koparıyorsunuz. Beynin bile kendini durmadan hücresel ve dolayısıyla düşünsel açıdan yenilediğini insanlara niye anlat(a)madınız? Kalıp sözlerle övgüler düzdüğünüz Mevlana’nın ‘Dün, dünle birlikte gitti cancağızım/Bugün yeni şeyler söylemek lazım’, Nazım’ın ‘Yaşamak, bir ağaç gibi tek ve hür/Ve bir orman gibi kardeşçesine’, Veysel’in ‘Karnın yardım kazmayınan belinen/Yüzün yırttım tırnağınan elinen/Yine beni karşıladı gülinen/Benim sadık yarim kara topraktır’ sözlerini niçin bir yaşam biçimine dönüştür(e)mediniz? Dönüştür(e)mediğiniz için de ‘geleceğin doğrularına karşı bugünün yerleşik kalıplarını savunan softalar’ (A. France) yetişmesine katkılarda bulundunuz. Ve yine sizler, demokrasilerde devletin bir ‘değer’ olduğunu, ancak kutsal olmadığını, kutsallaştırılan ve dokunulmaz kılınan devletin faşizme yol açacağını, bireyin ‘devlet gibi düşünmeme özgürlüğü’ bulunduğunu öğrencilerinize neden öğretmediniz? Siz tarihçiler, Atatürk’ün işgalci Yunan bayrağına bile saygı duyduğunu, onu ayağının altına serenleri azarladığını, ulusalcılığın başka uluslara saygıdan geçtiğini neden insalara anlatmayı beceremediniz? Duydum ki, sanıklara Fatih’in Hıristiyanlara hoşgörü sözü verdiği Fermanını okumuşsunuz. Geç ve gülünç. Çünkü, ağzına dek dolmuş bardağa bir katre su, ‘hepimiz Ogün’üz’ yabancı soy ve din düşmanlığı ile tıka basa doldurulmuş beyinlere hiçbir şey sokulamaz ki!

Bekleyin. Diyeceklerim daha bitmedi.



xxxxxxxx



Suç üreten ortam (2)



Yine sizlere dönüp sesleniyorum ahlak ve din kültürü öğretmenleri. Biliyorsunuz, özünde hiçbir büyük din baskıyı öngörmez. Dini afyon ilan eden Marx bile ‘din bize öykündüğü varlığın, insanlığın iyiliği uğruna kendini kurban ettiğini öğretir’ der. Kur’an, ‘dinde zorlama yoktur’, ‘herkesin dini kendine’, ‘Her birinize (ayrı) bir yol gösterdik. Allah isteseydi sizleri tek bir ümmet yapardı. Öyleyse iyiliklerde yarışın’ buyurur (2/148, 256, 5/48, 18/54, 22/32, 68); mutlak bilginin sadece Tanrı’ya özgü olduğunu, bireylerin mutlak bilgi sahibi olma iddiasının en büyük günah bulunan Tanrı’ya ortak koşma sayıldığını, bireysel bilgilerin göreli, geçici olduğunu öğütler. O halde ‘Kur’an’ın, görüşlerde mutlaklığı değil, göreliliği; insanlarda birörnekliği değil, farklılıkları öne çıkardığını ve dolayısıyla çoğulcu demokrasiyi esas aldığını; buna karşılık, uygitsinciliği, durağanlığı, katı gelenekçiliği/tutuculuğu/geçmişe bağımlılığı, bağnazlığı, dogmacılığı, uzlaşmazcılığı, çatışmacılığı benimseyen köktenciliği (intégrisme) reddettiğini neden öğretmediniz? İslam’ı, Mevlána’nın ‘Birleşin/Ben bölmeye değil, birleştirmeye geldim/Gel, ne olursan ol gel/Káfir, puta tapan, ateşe tapan, Mecusi olsan da yine gel/Yüz kez tövbeni bozsan da yine gel/Bizim dergáhımız umut kapısıdır/Nasılsan öyle gel’ felsefî derinliğiyle beyinlere kazıyacak yerde, neden onu biçimsel bir sığlığa mahkum ettiniz?

Siz sanatçılar, yüzlerce cinayet, yüzlerce yaralama, yüzlerce saldırı vb.’nin işlendiği dizi filmlerinin vurguladıkları asıl yanlışı gösterecek yerde sakat tiplemelerle soğukkanlı olumsuz katil örneklerini taçlandırdınız ve çocuklarımızı özendirdiniz? Siz anneler, babalar, evlerinizin hırsızlarca soyulduğunun bile ayırdında olmayacak denli TV görüntülerine mıhlanıp bu tür dizileri izlerken aslında insanı çürüten bilinç altınızda kümeleşmiş özentileri seyrettiğinizi ve çocuklarınıza kötü örnekler sergilediğinizi, okullarda çocuklarınızın filmdekiler gibi oturmaya, konuşmaya, sigaralarını bile onlar gibi içmeye başladıklarını hiç düşündünüz mü?

Ya sizler, ‘Ey insanlar! Sizin en yetkininiz (mükemmeliniz) olmadığım halde size başkan seçildim. Eğer bu işi iyi yaparsam bana yardım ediniz. Kötü yaparsam bana karşı çıkınız. Aranızdaki zayıflar, Allah’ın izniyle hakları kendilerine verilinceye dek benim gözümde güçlüdürler. Aranızdaki güçlüler, Allah’ın izniyle ben, kendilerinden hakkı geriye alıncaya dek benim gözümde zayıftırlar’ diyen Hz. Ebubekir’in gerçekçi alçakgönüllüğü ile adaletseverliğini örnek alacak yerde, ülkede derin devlet kuralsızlığını (anomi) geçerli kılan; tartışırken bilgece davranışlar sergileyecek yerde, ağır sözlerle birbirine kitaplar fırlatarak kötü örnekler sunan ey yöneticiler? Tetiklediğiniz tetikler çekilince inanıyorum ki vicdanlarınızın görünmez kamçıları sizleri de yaralamıştır.

Bunları eken bir toplumun suç biçmesine neden şaşırıyoruz ki(?!).

Evet, hep birden dünyayı, Türkiye’yi eksilttik. Sürgit kalemize gol attık, ayağımıza ateş ettik.

İşte ‘bebekten katil üretmeye’ yatkın karanlık, bu.

Kendi yanlışlarımızla yüzleşme yürekliliğini göstermeliyiz.



19.02.2007


Sami Selçuk ( eski yargıtay başkanlarından.)