Einzelnen Beitrag anzeigen
  #2020  
Alt 07.02.2007, 23:15
Benutzerbild von roman
roman roman ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard YORUMSUZ!

ÇİÇEK
Anadolu kültürünün nasıl bir toplum yapısına tekabül ettiği meselesi, bu topraklara milliyetçiliğin girmesiyle birlikte hayli popüler oldu. Ebru mu mozaik mi tartışmasını hepimizi hatırlıyoruz… Ancak Anadolu’yu yaşamış ve iç dünyalarında yaşatmış olanlar bu toprakların ne ebruya ne de mozaiğe benzemediğini bilirler. Her şeyden önce buranın kültürü dışardan dizaynlanmış bir bütünlüğü ifade etmez. Anadolu kendiliğindenliğin dünyasıdır… Bireysel duruşların cemaatlerin sınırlarını zorladığı, onları hibridleştirdiği, dolayısıyla her türlü karmaşık kültürel ve kimliksel bileşimin mümkün ve yaşatılabilir olduğu bir dünya. Dahası Anadolu ebru ya da mozaik misali cansız da olmadı hiç… Yaşayan, kendini yeniden üreten ve çeşitlendiren bir canlılığı taşıdı. Bu canlılığı sanatına, müziğine akıttı, onu başlı başına bir değer, bir ayrıcalık haline getirdi.

Anadolu, ille de bir benzetme gerekiyorsa, bir kır çiçeği bahçesidir… İçinde her türlü adı bilinmeyen, hatta görüldüğünde yadırganan, kırılgan ama rengarenk çiçeklerin olduğu bir yamaçtır. Rüzgara, yağmura, kara, çamura dayanıklıdır bizim kır çiçeklerimiz… Ancak kolayca da kopartılıverirler. Koruyanı yoktur kadere ve insaniyete terkedilmiş, ahlaka ve namusa emanet edilmiş bu çiçeklerin. Ama kopartılsalar da köklerinden gene yeşerirler bir sonraki mevsimde, çünkü elde kalan sapların çok daha derinindedir asıl kökler ve muhteşem bir dirençle nadide kırılgan çocuklarını bizlere sunmaya devam ederler.

Her bereketli toprak parçası gibi Anadolu da sadece kır çiçeği yetiştirmez. Suyu tam bulamamış, kavrukluğunu hırçınlığa dönüştürmüş taşlık kesimler inatçı dikenlerle doludur. Sanki büyük bir hırsla alanlarını büyütmeye çalışan, kır çiçeklerinin arasına girip onları boğmaya çalışan dikenler… Anadolu tarihi ister belirli bir kimliğin içinden, ister kendi özgün bütünlüğü içinde ele alınsın, kır çiçekleriyle dikenlerin mücadelesi olmuştur her zaman. Dikenlerin temizlenmesi veya bir çeşni olarak korunması ne yazık ki bir türlü becerilememiştir. Bugün bile yamacın esas sahibinin kim olduğu sorusu kır çiçekleri ile dikenleri karşı karşıya getiriyor, çiçeklerin barınmasını mümkün kılmamak için her şey yapılıyor…

Ancak Anadolu’nun ruhu içinize işleyip parçanız olmuşsa, dikenlere çok kızmak da mümkün olmuyor. Sonuçta onlar da canlı ve bu yamacın çocukları. Bu yamaçta canlı olmak hem kalıcı olmayı hem de değişebilip kaynaşmayı ima ediyor. Onun için dikenlere öfkelenmektense onlarla kır çiçeklerini birleştiren yeni türler hayal ediyorsunuz. Anadolu umudumuzu her daim ayakta tutuyor…

Ama etrafımıza yerleştirilmiş farklı bir tür de var… Hani otel lobilerine girdiğinizde gözünüze çarpan, şaşaalı ancak sahte bitkiler vardır. Yaşamayan bitkiler… Esas zararlı olanlar bunlar. Çünkü bunlar yaşamadıkları için hayata da saygı duymuyor, kendileri sahte olduğu için bütün hayatların sahte olduğunu sanıyorlar. Kendi duyarsızlıkları o denli yoğun ve içselleşmiş ki, gerçek duygular karşısında aciz kalıp kendilerini tek bildikleri şeye, ötekini yok etme dürtüsüne teslim ediyorlar. Onlar için ‘var olma’nın anlamında ahlak, namus, sahicilik gibi özellikler değil, günlük hayatın içi boş keyifleri var sadece. Ne yapsınlar? Onlar sahteliği kendi özü kılmış süs bitkileri… Yerlerinden alınıp götürüldüklerinde, modası geçtiği için çöp tenekesini boyladıklarında kimse onlar için ağlamayacak. Arkalarından kimse ‘hepimiz Ertuğruluz’ diye pankart taşımayacak. Çünkü bu topraklarda kimse ‘Ertuğrul’ olmak istemez. Bizler hakiki duyguların, düşüncelerin, hakiki ilişkilerin ve dostlukların insanlarıyız. Bizler samimi ve sahici olanı kötü bile olsa anlamaya çalışır, onu kendi parçamız kılarız. Kır çiçeğinin hakikisi elimizdeyken, süs bitkisi kıvamındaki sahtesini ne yapalım?



4 Şubat 2007, Pazar

Etyen Maçupyan.