Einzelnen Beitrag anzeigen
  #31022  
Alt 27.12.2006, 21:36
Benutzerbild von roman
roman roman ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Şu an için bir bölümü, cevap olarak.

sorduğun sorularının, eğer ki konu derinleşirse bir kısmı yeniden şekillenir.

Halil Merhaba!!!

Fevkalade güzel yorumlar ve sorular. En azından bu konular üzerine kafa yoran, nedenlerini araştıran ve gördükleri, duydukları üzerine üzülebilen, duyarlılıklar gösteren, düşünen bir insansın. Keşki bunu her kes ilk önce kendisinin toplum içinde bulunduğu yerini anlayabilmek için sosyal ve psikolojik olarak merak edip irdeleyebilse. Türkiye solunun da, sağınında Almanya toplumu içinde bir birey olabilme, onun saygın ve kabul görür bir katılımcısı ve ferdi olarak neden kabul göremediğinin dürüstçe sorusunu sorabilse. Kırk yılın üzerinde bir zaman boyutunda bu ülkeye köklü olarak Ana dolunun kırsal kesiminden gelerek yerleşmeye başlayan birinci kuşakta Faşizan eğilimler yoktu ama eğitim, görgü, girişkenlik ve medeni cesaret ve en önemlisi dil sorunu bulunmaktaydı. Anadolu’dan birlikte getirdikleri otoriter bir ebeveyn karakteri, sığındıkları din, onları dışarıdan koruyan ve onları dışarıdan soyutlayan Heim lar (ilkel işçi yurtları) ve bu ilişki ile oluşan Gettoların ilk nüveleri ortaya çıkmaya başladı. O dönemler Türkiye ile ilişkiyi kurabildikleri üç seçenekleri bulunuyordu. Birincisi telefon ve bu telefonlar kumbaralı aranınca numarayı düşürebilmek için dakikalarca mücadele verilen, çoğu zaman bir kaç arkadaş aynı numarayı yan yana olan kabinlerde arayarak düşürme şansını yükseltebilmek için bir nevi karşılıklı dayanışmalar yapılırdı. Numara düşünce çoğu zaman araya Macaristan, Sofya falan karışır doğru, dürüst konuşma yapılamadan karşılıklı bağırışma çağırışma içinde konuşma birden kesilirdi. İkinci ilişki klasik olan mektup ilişkisiydi genellikle fazla kelime kullanılmayan (alışkanlık ve bilgi sıkıntısı ve deneyim eksikliğinden tüm aileye ve sülaleye selamlar, sağlıklar vs) mektuplardır. En çok sevilen ZDF tv, yayın organının hafta sonu iki saatlik sunduğu Türkiye yayını olurdu ve günü birlik WDR Köln radyo yayının genellikle akşam saatinde bir saatlik Türkçe yaptığı yayındır. Birinci kuşağın hem Türkiye’den, hem Almanya’dan sıkıştırılıp bir köşeye yerleştirdiği insanların bunalımlarını aşabilme çabaları genellikle uzun yıllar böyle sürdü. Ve bu insanların Almanlar ile olan ilişkileri genellikle birlikte alışveriş mağazalarına topluca giderek (örnek) birisi bir çatal alırken diğerleri de aynı mamulden topluca almalarıyla sorun ve ilişki çözülürdü. Heim lar da genellikle aynı müzikler aynı yemekler dinlenir ve pişirilir ve o dönemin şartlarında sanıyorum Türkçe gazetelerde hep aynı olurdu. Hürriyet, Milliyet ve Tercüman. Hafta sonları bıçkın olanları bir kaç kişi ile yakın yerlerde bulunan Alman işçi Kneipe lerine sorun çıkasıya kadar takılırlar çıkmaması da mümkün değildir. Daha gelişmiş olanları topluca dans Lokallerine giderdi belki bir şans diye. En büyük final elbet yıllık iznin Türkiye gidişi olurdu, hasır yada keten şapkalar eğer güneyde oturuluyorsa tüylü olanları ve pilli radyolar ile memlekete hem hasretlik, hem de hava atma ve onları aşağılamadır.

Ve bu nesil buraya ilk önce hanımlarını, sonra çocuklarını getirdi ve mescitlerini, dükkanlarını tek tük te olsa açmaya huzurlu ve güvenli olduklarını düşündükleri, ne dil sorunu olan, ne hır, gür olan kendi ortamlarını kısa vadeli olarak çözüverdiler. Elbet buna Türk basını hem para kazanmak için, hem bu insanları kaybetmemek için desteklediler. Gelen aile bireyleri ile birlikte meraklar, özlemler ve ihtiraslarda büyüdü, her şeyin para ile satın alınabileceğini düşünerek eğitimi, zorunluluğun dışında çocuklarının ve eşlerin eğitimini ( kendileri zaten bu konuda kıdemliler ve Anadolu’dan gelince yitirdikleri ortamı da eşleri ve çocukları, dinsel ibadetleri ve oluşturdukları saksılarında ki Anadolu sebzeleri vs ile rahatladılar.) bir kenara iterek onları çalışmaya zorladılar o dönemler mutlaka bir meslek edinmek zorunluluğu da yoktu, bobinler iş sorunlarını çözmekteydi. Bu konu Almanları hiçte rahatsız etmemekte tam tersi büyük bir yük hiç bir yatırım yapılmadan çözülmekteydi. Oluşan büyük Gettoların merkezleşmesi ne ciddiye alınmakta nede fark edilebilmekteydi. Ve bu Gettolar en kötü semtler ve evler olarak hem Türklerin, hem Almanların işine yaramaktaydı, ne büyük kira sorunu, nede evlerin tamirat sorunu vardı artık. İşçi aldığı basit aylık ile mutlu, iş veren daha mutlu. Çünkü bu para ile yaşam burada sürebiliyor Türkiye’ye tatile gidince hem hava basabiliyor, hem de yatırım yapabiliyordu. Zaman ile ebeveyn ile çocuklar arasında sorunlar oluşmaya başladı kırsal ailenin (ataerkil) temel reisi babaydı ailenin tüm bireylerinin kazandığı para babanın elinde toplanıyor baba ne isterse o oluyor, karşı çıkılınca Anadolu otoritesi ve şiddeti ortaya çıkıyor ve bu durum ailenin dışına çıkmıyordu, elbet çocuklar yalnızca erkek değil, kız çocukları da bulunuyordu. Onlarda Anadolu geleneği ile baş göz ediliyordu. Gerçi benim çalışma alanlarımın içinde pek çok kız çocukları ile karşılaştım bunların içlerinde hocaların çocukları da bulunmaktaydı ve hastahanelerde belsoğukluğundan yatanların sorunları ile bile ilgilendiğim anılarım vardır. Yetmişli yıllar birinci nesillin kendi çapında değişime başladığı yıllardır bu yıllar Türkiye’nin içinde yaşadığı politik alt üst oluş yıllarıdır. Bunun yansıması ama buraya her iki kesimden, ama Türkiye’nin resmi dairelerinin yurt dışı temsilcilerinin bir oyana, bir buyana sürekli değişim gösterdiği bir çalkantılı dönemi, ve tanınan bildik meydanında yavaş, yavaş taraflı olmaya başladığı dönemler. Ve burada ki birinci neslin iyice şaşalamaya ve her şeyin para ile ölçülmemesi gerektiğinin ilişkisinin oluşmaya başladığı dönem. Maraş, Çorum vs katliamlarının içinde yakınlarının bulunmasının isyan edilme dönemleridir. Bir de Köln Ford Fabrikasında oluşan kanlı ve ölümlü işçi eylemleri buralarda da yaşamın o kadar basit olmadığını anlatan dönemler. 68 kuşağından gelişen Alman solcuları da çok tuhaf gibide gözükse Türklerin, yada Türkiyelilerin oluşturduğu gettolarda oturmaya ve onlar ile dostane ve saygın birer ilişkiler kurmaya başlaması dönemin en ilginç dönüşümünü oluşturur. O sakin, sessiz, utangaç ve otoriter ataerkil yapının bu insanlar ile kucak kucağa oturmaya başladığı ve dostluklar kurduğu yeni bir dönemdir. İlk defa insan gibi insan olarak saygı ve sevgi gördükleri dönemdir alman yada Türk olmayanlardan. 12 eylül 80 e yaklaşılırken genel olarak soldan küçük gurupların yurt dışına çıkması ile dil sorunu olmasına rağmen Almanlar katında eğitimli, bilgili ve görgülü Türklerin ilk defa Almanya’da karşılaşmaları dönemi başlar. Benim de Almanya ya gelme dönemimdir bu dönem. Pek çok işçi, gençlik, kadın dernekleri kurulur tuhaftır bu derneklerde canla, başla koşturan, çalışanların büyük bir kısmıda birinci nesildir. Mutlu, gururlu ve onurludurlar. Artık bir kişilikleri vardır.

Elbet Türk federasyonu denilen, ocakçı, köpekçi, it takımının da bütün büyük illerinde Almanya’nın yapıları bulunmaktadır. Pek çok katili içinde saklayan, eroin kaçakçılığı ve ticareti yapan ve bu ülkede bile cinayet işleyen karanlık, Faşist bir teşkilat bulunmaktadır ilk cinayetleri Berlinde öldürülen Neşet Danıştır. Bu teşkilat kurnaz bir teşkilattır her yerde devletin arasına gizlenebilen bir köstebektir. örnek Almanya da hemen hepsi CDU ya üyedir ama asıl yerleri NPD dir veya daha uç kesimdir. Bu teşkilatın ne olduğunu kavrayabilmek için Jürgen Rot ve Kamil Taylanın araştırma kitaplarını okunmasını sağlık veririm.

12 eylülün belirli bir döneminden sonra derneklerin bir işlev sağlamadığı düşünülerek sol bir güç tarafından hepsi lav edilmiştir, bu karar Almanya yada Avrupa için doğru bir karardı da , çünkü tüm dernekler de kara kafalılardan oluşmakta ve oralarda birer Gettodan başka bir işlevi bulunmamakta gibi bir görüntüyü oluşturmaktaydı. Ki bu değerli yapılanma hem o dönemin yeşillerinin oluşumunun genişlemesinde büyük katkıları olmuş hem de hiç bir Türkiyeli ama resmi, ama resmi olmayan oluşumunu Almanya genelinde yaratabilmiş olmasına rağmen, görüntü istenilen görüntü değildi.

Senin sıkıntın sevgili Halil günlük yaşamın görünen yüzünde Türk Faşistlerinin birer yaptırımının ve çokluğunun bakışı olması hayır, değil: o gördüklerin her zaman var olanlar ve bilerek yada bilmeyerek CDU tarafından desteklenen küçük ama yaygarası büyük olan araştırılınca büyük bir kısmının kriminal olduğunun ortaya çıkabileceği bir kesimdir.

Üçüncü kuşak ne Türk faşistlerinin değdi gibi her ne anlama geliyorsa idealist aydındır, ne Faşisttir, ne Milliyetçidir, nede Irkçıdır henüz toplum içinde dört dörtlük mesleki olarak yer alamamış ama almasının önünde ki engelleri yıkabilendir. Meslek, bu toplum da diliyle, eğitimi ile bilgisi ile, bireyliği ile, cinsiyet sorununu yok etmesi ile ve milliyet, cibilyet, din vs sorunlarını yok edebilerek evrensel insan olabilme kişiliği ile başarabilenler... İnsanlar yaşadıkları yaşam deneyleri ile ne olabileceklerini öğrenirler.

Faşizmin asla geleceği olmaz hep geçmişi olur...

Selamlar...