Einzelnen Beitrag anzeigen
  #30957  
Alt 22.12.2006, 01:19
Benutzerbild von roman
roman roman ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Töre cinayetleri üzerine bir makale!

AYŞE BÖHÜRLER

Töre cinayetleri kimin sorunu? Veya adalet kapılarını kadınlara kapatan toplumlar, veya katil kim?
Aile kararı ve işbirliği ile ölüm bu sefer Danimarka’da Pakistanlı bir Müslüman ailedeki genç bir kız ile buluştu. Şimdiye kadar Avrupa’da yerel hukuku koruyan yasal yapı uyarınca çoğu zaman ceza almayan işbirlikçi aile üyelerinden 6 kişi cezalandırıldı. Bu hem doğu hem de batı ülkeleri içinde bir ilki temsil ediyor. İlk defa cinayete teşvik eden, göz yuman,onay veren aile üyeleri de cezalandırıldı.

Bu cinayetlerin şerefli bir iş sayıldığı toplumların Müslüman olmalarının yanı sıra en önemli ortak özellikleri feodal gelenekleri korumakta ayak diretiyor olmaları. Törelerin bedelini canlarıyla ödeyen kadınların dramı göçlerle feodal değerleri ortaçağda bırakmış bugünün Avrupa toplumlarına taşınıyor. Her konuda değişime kolayca geçit verenler kadınla ilgili konular söz konusu olduğunda nedense tutuculuklarını zirveye çıkartıyorlar.

Avrupa ülkeleri “honour killings” tanımı ile bu cinayetleri engellemenin yolarını aramak üzere bolca konuşuyor, çareler geliştiriyor. Bu cinayetlerin cinayet olarak bile tanımlanmadığı,kayıtlara bile geçmediği doğu toplumlarında ise bu konu çok zor konuşuluyor. Konu üzerine araştırmalar yapan sivil kuruluşlar batı işbirlikçisi ve ülkelerinin değerlerini bozmaya çalışmakla suçlanıyor. Ancak bu kuruluşlar iktidarın veya sarayın himayesine dış dengelerin gereği olarak girdiğinde ise konu üst tabakada konuşulur olsa da bu alt tabakaya yansımıyor. Toplum suskun onay pozisyonunu sürdürüyor.

Avrupa toplumları diaspora nedeniyle kendi sorunu haline gelen töre cinayetlerini anlamak ve çözmek adına pek çok araştırma yaptırıyor. Geçtiğimiz yıl bu konu ile ilgili olarak Lahey’de “kültürel tartışmalar” başlıklı toplantıda konuşan Hollandalı töre cinayetleri araştırmacısı Clementine van Eck konuyu araştırırken Türkçe bile öğrenmişti. Clementine Van Eck’in “Namus, ailenin dişi üyelerinin iffetine, hatta gerçekteki iffetine değil, çevre tarafından iffetli olarak algılanmasına bağlanmıştır. Bu algı da bölgeden bölgeye değişiklik göstermektedir. Namus-iffet kavramı bir kere pislendiğinde ancak ölümle temizlenebilecek bir şeydir, bunda öldürülenin suçlu olup olmaması önemli değildir” sözleri ile aktardığı araştırmasında bu cinayetlerin altında yatan “dedikodu ve elalem ne der” kaygısından detaylıca bahsedecek kadar da Türk toplumu ile empati kurmuştu.

Yine aynı toplantıda konuşan İsveç’in eski Türkiye büyükelçisi Anne Dissmorr ,İsveç devleti tarafından korunan Fadime’nin devlet koruması altında öldürülmesine dikkat çekerek, Fadime’nin İsveç parlamentosunda söylediği “bu sorunda sizin de payınız var, çünkü siz onları değiştirmek için hiçbir şey yapmadınız” sözlerinin etkisinden bahsediyordu. Nitekim bu cinayetin ardından İsveç hükümeti yeni bir çare arayışı içinde öldürülme tehdidi altındaki kızlara bire body gard türü bir sivil koruma mekanizması oluşturma kararı almıştı. Gece gündüz tehdit altındaki kızları ailelerine karşı koruyan bu sistemin sonuçlarını ise henüz bilmiyoruz.

Bu cinayetlerin o kadar çok işbirlikçisi var ki. Belki de bu nedenle konuşmuyor doğulu toplumlar bunu. Çünkü konuştuklarında aslında kendilerini ihbar edecekler. Kararı etkileyen toplumsal çevre,aile,mahalle eşrafı,din adamları gizli açık teşvik eden ,sessiz kalan herkes bir tür bu cinayetlerin ortağı sayılır. Gazeteci Ayşe Önal’ın Türkiye’de ki töre nedeniyle cinayet işleyenlerle yaptığı araştırmada annesini öldüren Adanalı bir katilin” nişanlım her gün soruyordu ne zaman öldüreceksin diye,kahvede,sokakta mahallede hep bakışlarda bir baskı hissediyordum, kız arkadaşıma dedim ki evet öldüreceğim artık ve gidip öldürdüm” sözleri katilleri teşvik eden toplumsal çevreyi de çok iyi özetliyor. Ayşe Önal’ın araştırması mağdurun sadece öldürülen değil katil de olduğunu ortaya koyuyor. “Neden öldürüyorlar” sorusuna aranan cevap konunun çözümünün farklı dinamikleri göz önüne almak gerektirdiğini de ortaya koyuyor.

Kadına karşı törelerin ve feodal yapının siyasi denge unsuru olarak iç ve dış güçler tarafından halen korunduğu Pakistan’da ise namus veya başka gerekçelerle kadın cinayetleri çok alışıldık ve sıradan bir durum. Pakistan’ın kriket şampiyonu bugünlerde ise tek muhalif siyasetçisi Imran Khan bu durumu “toplumun hukuksuzluk nedeniyle güçlü olanın hakimiyetini kabullenmesinin sonucu” olarak izah ediyor:

“Pakistan’da namus cinayeti de bir çeşit “ihtiras” cinayetidir. Koca karısını başka bir adamla bulur ve öldürür. Fransada da bunu yaparsanız daha az, hüküm giyersiniz. Yani bu Pakistan’a özgü bir şey değil. Bu kültürde olan bir şey, bunun dinle bir alakası yok, gelenekle ilgili. Burada önceden ayarlanmış evlilikler oluyor, eğer bir ailede birisi, bir kadın yakalanırsa veya, eşini aldatmakla suçlanırsa o aileden insanların evlenecek birisini bulma şansı baya bi düşer. Aile kötü bir üne sahip olur, diğer çocuklar evlenemez duruma gelir. Burada ailenin ismi çok önemli bu yüzden bazı insanlar çizgiyi aşıp bunu yapıyor. Ama yine de bu Fransa’da işlenen “ihtiras suçları” ile aynı düzeydedir.”

Bu törelerin Avrupa’ya Danimarka’ya, İngiltere’ye taşınmasını ise sosyo- kültürel-dini farklı dinamiklerin anlaşılarak çözümlenebileceğini söylüyor. “Pakistan’ın kırsal yerlerinden gelen insanlar işçi olarak İngiltere’ye gidiyor, çocukları batı kültüründe yetişiyor, batı okullarına gidiyor. Bu kültürel bir çatışma yaratıyor, bununla nasıl başa çıkacaklarını bilemiyorlar, çözümleyemiyorlar, şiddete yöneliyorlar. Ayrıca böyle bir konuda tüm aile mağdur olur. Kimse onlara mal satmaz, kız vermez, kız almaz, ailenin bütün toplumsal statüsü değişir. Bu kültürel bir mesele, bu bir ülkenin ya da dinin meselesi değil. Ayrıca zengin ailelerde bu nedenle öldürülen kimse olmaz. İngiltere’de İslam’ı da işin içerisine karıştırıyorlar ki bununla hiçbir alakası yok. İslam düşünüş tarzı ilerleme üzerine kurulu aslında, bunun böyle olması gerekirken İslam dünyasında batılılaşmış elit tabaka İslam’ı anlamıyor, geleneksel din adamı kesimi de Batı felsefi düşünme tarzını anlamıyor. Bir kesim ultra-muhafazakâr ve gerici, modern düşünme tarzını anlamıyor, diğeri modern düşünce tarzını anlıyor ama İslam’ı anlamıyor, o yüzden İslam dünyasında orijinal bir düşünüş tarzının geliştiğini göremiyoruz.”

Pakistan’da çoğu zaman bu ölümler yasal şemsiye altında da korunuyor. Ziya-ül Hak’ın getirdiği hudud kanunlar hala Pakistanlı kadınların kabusu durumda. Tecavüze uğradıklarını ispat edemeyen pek çok kadın eğer aileleri tarafından öldürülmedilerse zina iddiası ile cezaevlerine giriyorlar. Değişmesi için hükümetten ve sivil örgütlerden gelen talebi ise ne yazık ki Cemaat-i İslami Partisi engelliyor.

Pakistan’da sadece töre veya namus nedeniyle kadın öldürmek değil başka gerekçelerle de kadın öldürmek gelenekler tarafından yadsınan bir durum değil. Hindistan ile ortak pek çok kadın karşıtı töre hala yaşatılıyor. Daha anne karnında ultrasonla kız olduğu öğrenilen bebeğin aldırılması sıradan ve doğal karşılanan bir durum. Bu nedenle Avrupa ülkeleri anne karnında kız bebek ölümlerini önlemek için artık Müslüman toplumlardan gelen ailelere anne karnında bebeğin cinsiyetini söylemeyi yasaklamış. İşin en acı tarafı ise kız çocukların öldürülmesine karşı savaş açmış bir dinin mensupları tarafından bu geleneğin hala yaşatılıyor olması.

Çeyizi ile birlikte gelini yakma adeti ise yaygın olmasa da hala bazı bölgelerde sürüyor. Hindistan ile ortak taşıdıkları beğenilmeyen çeyiz söz konusu olduğunda uygulanan bu geleneğin yöntemleri değişmiş hata moderniz edilmiş! Mutfakta tüp patlatma, fırın patlatma,ocak yakma gibi yeni yöntemlerde çeyiz nedeniyle gelin cinayetleri de sessizce örtbas ediliyor, toplumca.

Pakistan’ın ünlü insan hakları avukatı Asma Cihangir ise “hala namus cinayetleriyle savaşıyoruz. Bu savaşta fazla bir ilerleme kaydedemedik çünkü hukuk halen daha mahkemenin kadını öldüreni affedebileceğini söylüyor- ve genelde kadını öldüren zaten aile üyelerinden biri ve birbirlerini affediyorlar, yani sonuçta hiçbir şey olmamış gibi oluyor- ve kadını namus adına öldürmek sanki bir temizlikmiş gibi algılanıyor.Kadınlar için bir sığınma evimiz var, bu eve gelen pek çok kadın tehdit alıyor, ufak tefek sebeplerden dolayı yakılan bir çok kadınla çalışıyoruz. Bizim problemimiz adalet kapılarının kadınlara kapalı olması, dert anlatma kapıları kapalı burada.

Kadınlara adalet kapılarını açmaya çalışan sivil toplum kuruluşlarının çabaları ise her feodal toplumda olduğu gibi burada da önyargılı bir bakışın kurbanı oluyor. “Ne yapıyor bu kadınlar, toplumumuzu yozlaştırmak mı istiyorlar” suçlaması kadın sivil kuruluşlarına sıkça yöneltiliyor. Pakistan’ın zengin ve güçlü ailelerin kızlarına ve orta sınıfın kadınlarına General Müşerref iktidarı ile birlikte çok sayıda parlamentoda meclislerde yerel yönetimlerde yer verilmiş. Parlamentoda kadınların katılım orana % 11 ama mevcut % 30 luk kadın kotası var. Özgürce konuşan ,yurtdışında okumuş kadınların varlığı sessiz ve ezilmiş kadın çoğunluğu karşısında insanlık ve dışı ve din dışı bu geleneklerin kaldırılması için her kesimin birlikte çalışmasını zorunlu hale getiriyor. Feodal geleneklerin Avrupa’nın en güçlü demokrasilerinde hala yaşatılıyor olması da töre cinayetlerinin bir kadın meselesi olarak algılanmanın ötesinde konuşulmasını gerektiriyor. Bu cinayetler bir insanlık sorunu olarak doğu-batı,kadın –erkek herkesimin gündeminde olmalı. Baskıcı geleneklerin direnci toplumdan gördüğü sessiz onay göz önüne alındığında sosyolojik-psikolojik-hukuki-siyasi çok faktörlü çareler üretilmeli.



10 Temmuz 2006, Pazartesi