Einzelnen Beitrag anzeigen
  #28528  
Alt 20.07.2006, 20:42
Benutzerbild von roman
roman roman ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Sakin Ol Babur!!!

Merhaba Babur efendi,

Ben Türklüğün oluşumu üzerine hiç bir şey yazmadım, Osmanlı Siyasi Devlet sisteminde Türk tebaası diye bir şey geçmez, hiç bir etnik toplululuğun etnik kökenin ismi ile siyasi devlet yapılanmasında adı geçmez diye yazdım. Eğer geçiyor ise buyur yaz. Yazılanlar üzerinde düşünceler üretmek samimiyeti doğurur. Kısaca biz Türklüğü tartışmadık senin ile, Osmanlının ümmetçi, cemaatçi, basitçe deyim yerinde ise yönetim sisteminin Devlet ve Din olduğudur. Bunun da tartışılma nedeni senin ortaya attığın genel düşünce sistemin ile bire bir uyum sağlamasıdır. Bazen çok uzun, uzun yazmak konuları karıştırmaktan başka bir işe yaramaz, bazı konular kısa ve öz olarak çok daha doyurucu açıklamaları yaratır. Osmanlılı Anadolu Müslümanları kendilerini, Şafi, Alevi ve Sünni olarak tanımlarlar, kendi aralarında bile Şafi Kürdü, Alevi Türkü, Sünni Türkü diye hitap şekilleri yoktur. Tebaalar Müslimler ve Gayri Müslimler olarak ikiye ayrılır. Başka bir topluluk yalnızca saraylı Sultanın topluluğudur, sarayın dili bile kendisinin ve onun ile birlikte çalışanların anlayabildiği özel bir dildir, buna da Osmanlıca denir genellikle yazılım ve Osmanlı sanat dilidir. Anadolu toplumlarının bu dil ile uzaktan, yakından bir alakası yoktur, olsa idi Anadolu ozanlarından bir kaç tane Osmanlıca eserler çıkardı, ben olduğunu hiç duymadım, yanılıyor da olabilirim, ama ne bir Dadal oğlundan, ne bir Kör oğlundan, ne bir Yunustan, ne Karaca oğlandan, nede onların uzantıları olan cumhuriyet dönemine ait ozanlarda rastlamadım Osmanlıca’ya. En kıymetli bir örnek, Aşık Veysel...

Türk deyimine çok kısaca değineyim, ilk defa bu cümleyi Çinliler kullanmışlardırlar, Orhun kitabelerinin keşfi de 80, 90 yıllık bir meseledir. Anadolu Müslümanlarının etnik kökenliliğine doğru dönüşümü genç Türkler ile başlamıştır, tuhaftır Sultanın Avrupa yeniliklerini öğrenmeleri için gönderdiği genç Türkler Sultanın başına öyle bir sorun açmışlardır ki, bu birinci, Meşrutiyet, ikinci Meşrutiyet, İtti haki, Terakkilerin oluşumlarını da beraberinde getirmiştir. Türkçülüğün en keskin savunulduğu dönem İtti haki, Terakkiler dönemidir. Belki sana bir yardımı olur bu konuda diye bir mahkeme örneği sunuyorum. Çok yakından ilgilendiğin bir isim olduğunu düşündüğüm için aktarmaktayım bu araştırma yazısını.



(..Alt Kimlik / Üst Kimlik Sorunu
-Ziya Gökalp"in sorgusu-


Mütareke döneminde,Damat Ferit Hükûmeti tarafından ilân edilen ve bunun bir gereği olarak kurulan Divan-ı Harbi Örfî (Sıkıyönetim Mahkemesi),İttihatçıları ve bu arada Türkçü fikirleri nedeniyle Ziya Gökâlp’i suçlamıştır. Aşağıdaki metin bu suçlamanın “sorgusu”dur. Celâl Bayar’ın kitabından (Bende Yazdım. Cilt 2. S. 75-76. –Sabah Kitapları.) aynen alınmıştır. Sadeleştirmeler yazara aittir. O da, kitapta bildirdiğine göre (Notlar B5.-10. S.245), metni , “Divan-ı Harbi Örfi Muhakematı Zabıt Ceridesi. Beşinci Muhakeme 14.Mayıs.1335 (27 Mayıs1919” dan aynen kitabına nakletmiştir. Metin; önce “fikir suçu” uygulamalarımızın,geleneğimizin de denilebilir, kökeni ve geçmişi konusunda bir fikir vermektedir. Ciddi bir fikir tartışması şeklinde gelişen sorgunun seviyesi ise,hele 70 li 80 li yıllardaki örnekler hatırlanır ve karşılaştırma yapılırsa,bir hayli üst düzeydedir. Alt kimlik-üst kimlik tartışmaları günümüzün de önemli sorunu ve tartışmasıdır,metin bu yönüyle de tartışmalara aydınlatıcı katkılarda bulunacak niteliktedir. Bir diğer önemli nokta da Celâl Bayır’ın belki de öne çıkan politik kimliğinin etkisiyle gözden kaçan entelektüel kimliğidir. Böyle bir metni mahkeme tutanakları ceridelerinden çıkarıp, değerlendirmek,şüphesiz, geniş bir bilgi birikimi kapsamlı bir bakış ve görüş derinliği gerektirir.
Cengiz İlhan
* * *
“Reis Mustafa Nazım Paşa,
- Ziya Bey! Sizin Yeni Mecmua namında bir mecmuanız var mı?
Ziya Bey,
- Yeni Mecmua bir mecmuadır. Bendeniz oraya yazı yazarım.
Reis:
- Orada Turancılık gibi bir makaleniz varmış. Bu makale Osmanlılık sıfatına Turancılığın tercihi hakkında imiş. Bu baptaki içtihadınızı izah eder misiniz ?
Ziya Bey:
- “ Turan nedir?” diye bir makalem var. Orada gösteriyordum ki,bu gün tasavvur edilebilecek Turan,harsî (kültürel) Turan’dır. Yani Osmanlı Türkleri bir hars (kültür) yapacaktır. Sonra bunu diğer Türkler kabul ederse......İşte, harsî turan budur. Ve bu da Osmanlı Devleti için faydalıdır. Çünkü ,bir kere memleketimizde Osmanlılığın esası olan Türklük ilerleyecek,tabii devlet de kuvvetlenecek ;sonra da bütün Türkler Osmanlı Türkçesi’ni kabul edecekler . Harsî Turan’dan maksat Azerbaycan Türkleri zaten başlamışlardır. Osmanlı Türkçesi’nin taammümü (yayılışı) Osmanlı Edebiyatının milli edebiyat olarak kabul edilmesi....tabii Türkleri kalben buraya merbut bırakacak (bağlayacak) . Buradaki eserler bütün Türk aleminde okunacak, gazetelerimizin ,kitapla- rımızın okuyucuları çoğaldığı gibi tabii muharrirler de,edipler de eserlerinden daha çok fayda görürler. Makale bu suretle baştan nihayete kadar bunun Osmanlılığa faydalı olacağına delalet ediyor ve sarahaten ifade ediyor.
Reis :
- Bu anâsırı gayr-i müslimeyi (Müslüman olmayan unsurları) bazı gûna (çeşitli) hissiyata düşürmez mi?
Ziya Bey:
- Hayır efendim. Bütün anâsır-ı Osmaniye (Osmanlı unsurları) kendi harslarında muhtardır. Yani her unsur kendi milli harsında muhtardır. Kendi edebiyatını,kendi harsını,kendi lisanını neşredebilir. Binaenaleyh bu usul onları gücendireceğine,bilâkis memnun eder. Çünkü aksi fikirde bulunanların ,yani “Türk milleti yoktur,Türk harsı yoktur,yalnız Osmanlı lisanı vardır,Osmanlı harsı vardır,” diyenlerin fikri, anâsırı gücendirir. Çünkü tabii diğer milliyetleri tanımaz.Yalnız Osmanlı milliyeti vardır. Halbuki bendenizin itikadına göre,Osmanlı tabiri devletindir. Devlet-i Osmaniye’ye tâbiyiz. Fakat Devlet-i Osmaniye içinde Arap Milleti,Türk Milleti,Ermeni Milleti var. Bir çok millet var. Bu,bilâkis her milletin milliyetini tasdik ediyor. Çünkü Osmanlı Devleti ancak mütekabil hizmet esasına müstenit bir ittihâd-ı anâsıra istinat edebilir. Yoksa ,hepimiz Osmanlı’yız,milliyetimiz yoktur demekle ittihâd-ı anâsır olamaz, bunu unsurlar reddederler.
Reis :
- Milliyet iddiası başka. Fakat Osmanlılık birçok milletlerden teşekkül ettiği için onların beynindeki rabıtayı takviye etmek icap eder. Yalnız içlerinden bir kısmını intihap edip de (seçip de) onların milliyetini meydana koymaya sâyetmek (çalışmak) tabîidir ki diğer anâsırın hatta belki müslüman olan diğer unsurların da inkisar-ı kalbini mucip olmaz mı? (kalbini kırmaya sebep olmaz mı?)
Ziya Bey:
- Hayır efendim. Her unsur...
Reis:
- Osmanlılık namı altında içtima etmişler. Hatta bunlardan bazıları,pek çok Hıristiyan,zatı aliniz daha iyi bilirsiniz ki,Türkçe’den başka lisan bilmezler. Kendi lisanlarını bile tekellüm etmiyorlar (konuşmuyorlar). Osmanlılık nam-ı celili altında toplanmış olan kavimlerin yekdiğerini olan rabıtası teşyid edilecek (bağları kuvvetlendirilecek,şiddetlendirilecek) yerde ,onların bazı hususatta bazı gûna inkisarını (gücenmesini) mucip olacak bu gibi makalelerden ne fayda bekliyordunuz?
Ziya Bey:
- Eskiden Türkçe’den başka lisan bilmeyen Rumlar bilâhare çocuklarını Atina’ya gönderdiler.Rumca’yı öğrettiler. Ermeniler de öyle. Ermenilerde yine lisanlarını ihya ettiler. Bu asır milliyet asrıdır. Bahusus Wilson prensipleri de bunu büsbütün meydana çıkardı. Her millet,milliyete doğru gitmek mecburiyetindedir. Fakat bu milliyet Osmanlı tabiiyetine halel getirmez. Osmanlı kelimesi bir siyasi cümledir,bir devlettir. Bir devlet dahilinde müteaddit milletler olabilir. Fakat o milletlerin ahengine ,ittihadına belki mani olacak şey,milliyet prensibinin inkar edilmesidir.
Milliyet yoktur demekle, tabii unsurların imtizacına (kaynaşmalarına) mümanaat edilmiş (mani olunmuş) olur. Halbuki bendenizce Türk Milleti ne kadar muhterem ise diğer milletler de o derece muhteremdir. Her milletin harsı vardır. Her milletin harsı birbirine lâzımdır. Adeta milletler arasında bir taksim-i amâl (iş bölümü) vücuda gelmiştir. Her millet hususi bir hars meydana getirmekle,bir sanayi-i nefîse (güzel sanatlar) meydana getirmekle tabii yalnız kendisi mütelezziz olmuyor (zevk almıyor). Başka milletlerde bütün milletlerin musukisinden,resminden,şiirinden,
edebiyatından,her türlü sanayi-i nefîsesinden mütelezziz oluyor. Milliyetlerde milli bir zevk olduğu gibi bir de “exotique” zevk vardır. Yani harici zevk,sanayi-i nefiseden zevk almak. Meselâ Pierre Loti Türk sanatından,mimarisinden zevk alıyor. Tabii bu ekzotik zevkten dolayı Türk harsını seviyor. Bunun gibi Türklerde ,Fransız,İngiliz,Alman her türlü milletin harsından mütelezziz olduğu gibi memleketimizde bir unsurun harsı olsa bundan da herkes ,bütün unsurlar müstefit olurlar (faydalanırlar). Çünkü insaniyette bu kadar müteaddit harslar vücuda gelir. İnsaniyette tealî eder (yükselir).”…)
Osmanlı İslam Millet sistemi İslam Hukuku esaslarına göre oluşturulmuştur Babur efendi. Osmanlı Millet Sisteminin ana hatlarına kısaca değinirsek.

İslam hukukunda halk iki ana guruba ayrılır. Vatandaşlık hak ve ödevi olan Müslümanlar ile siyasal hakları ve tabi oldukları hukuk kuralları açısından onlardan farklı olan Zimmiler. Zimmiler, İslam devleti tarafından zimmet adı verilen bir sözleşmeye dayanarak korunan toplulukları oluştururlar. Zimmilik üç şekilde ortaya çıkabilir.

1, Sulhla anlaşması ile, yani, Darülharb de yaşarken, kendilerine, (cihat), açılacak topluluklar, cihat öncesi haraç ve cizye ödeyerek İslam egemenliğini kabule yanaşırsa Zimmi olurlar.

2, Harpte mağlup olup, Müslüman idaresini kabul ile.

3, Müslüman devletin kuruluşunda idaresi altında bulunmak ve vatandaşlığını kabul etmek ile.

( alıntılar Prof. Dr. Servet Armağan. İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, Diyanet işleri Başkanlığı.)

İslam devleti ile bu kimseler arasında yapılan sözleşmeye Zimmet adı verilir ve bu sözleşmeye göre, Zimmilerin can, mal dokunulmazlıkları, vicdan ve ibadet hürriyetleri İslam devletinin teminatı altına alınır. Bu teminata karşı Zimmiler Müslüman idareye karşı bağlılık, sadakat göstermek ve cizye adında fazladan bir vergi ödemek zorundaydılar. Bunlar Müslüman olmadıkları için, kendilerine İslam hukukunun Şeriatının hükümleri uygulanmaz. Bu nedenle Müslümanlardan farklı olarak yönetilirler ve farklı hukuka tabidirler. Bu toplumların kendi sosyal ve dini yaşamlarını düzenlemelerine belli sınırlar içinde izin verilir. Kendi dini inançlarını sürdürmekte serbest oldukları gibi, hukuk açısından da kendi toplukları için geçerli hukuk kurallarına bağlıdırlar. Sadece ceza hukuku bakımından. İslam ceza hukukuna bağlıdırlar.

Fakat tüm bu özgürlükler Zimmilerin Müslümanlar ile eşit oldukları anlamına gelmiyor. Tam tersine; siyasi ve hukuki bir dizi sınırlama vardır ve bunlar Müslümanlar ile eşit sayılmazlar, ikinci sınıf vatandaşlardırlar. Dini ırkçılık bulunmaktadır. Genel vatandaşlık hakkı bir tek Müslümanlara tanınmıştır. Zimmiler ise tahammül edilenlerdirler. İslamın Otoritesini kabul etmeleri koşuluyla varlıklarına ses çıkarılmaz. Zimmiler özel hukuk alanında bazı haklardan da yoksundurlar, Müslüman kadınlar ile evlenemezler, Müslümanlara karşı şahitlikleri kabul edilmez, ceza hukuku bakımından da eşit değildirler, bir Müslüman’ı öldürürse genellikle ölüm cezası verilir, Zimmi yi öldüren Müslüman’a genellikle ölüm cezası verilmez. Kesir olan kısas cezasının, Harbiler konusunda uygulanmadığıdır. ayrıca ibadetlerini Müslümanları rahatsız etmeyecek şekilde yapmak zorundadırlar, Hıristiyanların kilise çanı çalması ve yeni kilise yapmaları yasaktır. Kilise tamiri içinde devletten izin almak zorundadırlar. Ata binmeleri, silah taşımaları, kaldırımda yürümeleri yasaktı. Elbiselerinin ve ayakkabılarının rengi, kumaşlarının kalitesi değişik olmak zorunda idi. Yakalı kaftan, kıymetli kumaştan, ipekten elbise, ince tülbent, kürk ve sarık taşımaları yasaktı, örneğin Ermenilerin şapka ve ayakkabıları kırmızı, Rumların siyah, Yahudilerin mavi idi. Evlerini de değişik renge boyamak zorunda idiler. Hamamlarda takunya giymeleri yasaktı, peştamallarına çıngırak takmak zorunda idiler. Zimmiler o kadar uç noktada aşağılanmaktaydılar ki, örneğin onların Müslümanların evlerinden daha yüksek ev yapmaları yasaktı, evlerinin Müslüman mahallerine bakan taraflarına pencereler yapmaları yasaktı. Siyasal toplumsal hayat sınıflandırılmasında önce Müslümanlar gelir, bunlar en üstün, en geniş haklara sahip gurupları oluştururlar, sonra Zimmiler ve Harbiler gelirler., Kısaca İslam diğerlerine kendi üstünlüğünü ve egemenliğini kabul ettikleri ölçüde yaşam hakkı tanır.

Osmanlı egemenliği altında bulunan Zimmiler, mezhep yada dinlerine göre Osmanlı yönetimi tarafından guruplandırılmış ve bu guruplara millet adı verilmiştir. Millet Osmanlı toplumlarındaki dini toplumların adıdır.

Görüyorsun Babur efendi olaylar ve tarih onur ve şeref ve vatan hainliği gibi ilkel ve çok, çok erkeksi sert cümleler ile çözülmüyor. Ben şereften, onurdan çok daha farklı şeyleri anlıyorum. Ama, kızmıyorum da sana çünkü sen kendi kendine kızıyorsun, kızınca da destanlar dökülüyor, her neyse kızmak, hiddet, öfke iyi bir şey değildir.

Sen salt Müslümanlığı savunuyorsun ben tüm dünya insanlarının mutluluğunu ve özgürlüğünü savunuyorum, bunu savunabilmek için önce insan dünyalı olabilmeli, dünyalı düşünebilmeli Babur efendi.

Her şey gönlünce olsun, buralarda sık, sık güzel yaz olmuyor, şu anlar çok güzel havalar, biraz evrenin sunduğu güzellikler ile birlikte olmak istiyorum.

( İslam’da kendisinden farklı olanlara ait şiddet içeren ayetleri ve hadisleri buraya şu an için aktarmıyorum Babur, zamanı gelince onları da aktaracağım, senin bu kadar hırçın ve şiddet eğilimli olmanın temelleri de oralardan gelmekte. Yoksa nasıl olurda Hizbullah gibi katilleri savunabilirsin. Kim koydu o belediye otobüslerine o intihar bombacıları ile o çocukları öldüren bombaları sanmaktasın İsrail de. PKK ne ise Hizbullah ta aynı düşünceden oluşmakta.)