F -E -M -I -N -E - L !!.....
Feminizim, kadının kurtuluşunu ve özgürleşmesini amaçlayan bir hareketi olarak açıklanıyor. Bu noktada ya da bu açıklama etrafında çeşitli soruların sorulması kaçınılmaz. Gerçekten kadın kurtulması gereken bir durumda mıdır ya da kadın özgür değil midir? Kadının özgürlüklerini kim ve (ve ya ) ne kısıtlar? Bu soruların cevabını tarih verebilir kanısındayım. İngiliz feministlerinin yaptıkları sözcük oyunu; "erkeklerin tarihi" ("History is his story") aslında cevap niteliğindedir, büsbütün.
Çok eskilerde kadın ve erkek arasındaki biyolojik fark çok önemliydi, çünkü kadın hayatının çoğunluğunu ya hamile ya da çocuk emzirerek geçiriyordu. (Doğum kontrolu ve ana sütünün dışında başka gıdalar yoktu.) Bu yüzden kadınların çalışma alanları, evleri ve eve çok yakın arazilerle kısıtlanıyordu. Çabukluk ve kas gücüne dayanan işler ise erkekler tarafından yapılıyordu. "İlk işbölümü", kadın ve erkek arasında böyle gelişti.
Tarım toplumuna geçildiğinde, kadının üretimdeki rolü oldukça önem kazandı. Erkek avcılıkla uğraşırken, kadın tarlada çalışyor, tarım aletleri icat edebiliyordu. Bu çagda kadın, erkek hegamanyasında değildi büsbütün.Ama erkeklerin, avcılıktan hayvancılığa geçmesiyle, çoğaltabilecekleri "ilk mülkiyet" oluştu. Bu oluşumda ataerkil kavramını ve baskıcı, kısıtlayıcı erkek hegamonyasını ortaya çıkardı.
Orta çağda , insanlar bağımsız üretim birimleri içinde yaşıyorlardı. Yani bu oluşumda toplum, tüm ihtiyaçlarını kendi içinde karşılamaya çalışıyordu. Bir bakıma işbölümün genişlediği bir birlitelik; baziları yalnızca dericilik, bazıları yalnızca demircilik, vb yapıyorlardı. Bu çağda, ev kadını sözcüğü bugünkü anlamıyla pek örtüşmüyordu. Kadın pazarda takas edeceği ürünlerin yapımı ve ya üretimi için çalışırdı .Bu aile geçiminde önemli bir yer tutuyordu. Ayrıca, kadın işi, erkek işi ayrımı pek olmadığı için, kadının toplum ihtiyaçlarının karşılanmasında önemli bir yere sahipti. Kadın toprakta erkekler kadar ağır işlerde çalışıyor, ev-atölyesinde kocasıyla çalışıyordu. Bu nedenler dolayı da kadınlar söz hakkına, pazarlık gücüne sahiptiler.
Buna karşın burjuva ve soylu kadınlar erkek egemenliğine daha fazla boyun eymek zorundaydı. Bu zorunluluk, bu sınıftaki kadınların üretim gücü ve değeri olmamasına ve bundan dolayıda erkeklere bağımlı kalmalarına bağlanabilir. Burjuva kadınlarının toprak sahibi olmalarıda, mülkiyetin bölüneceği düşüncesinden ötürü pek mümkün değildi.
Eskiden atölyede ve toprakta yan yana çalışan kadın ve erkek arasındaki ilişkiler, ev-atölyelerinin seri üretim yapan manüfaktörlerin karşında durumamasıyla büyük değişimlere uğradı. (Buharlı makinelerin bulunmasıyla manüfaktörler yerlerini fabrikalara bırakacaktı.) Artık erkeklerin işyerleri manüfaktörler ve daha sonra da fabrikalar oldu. Bu sürecin doğal bir sonucu olarakta, kadınlar bazı mesleklerden dışlandılar. (Ev-atölyelerinin kapanmasından dolayı.) Maddi durumu iyi olan kadınlar evde oturmaya, üretimden uzaklaştıkları içinde bağımsızlıklarını, özgürlüklerini yitirmeye başladılar. Maddi durumu iyi olmayan kadınlar ise, toplumda küçük görülen ve aşağılanan yeni meslekler ürettiler: hizmetçilik, sekreterlik, fahişelik (hayat kadını) vb. Fakat resmi tarih bunları meslek olarak kabul etmemiştir. (Tabi bunu yaparken, oluşumunu da görmemezlikten gelmiştir.) Bunun yanında, evişlerini gören, çocuğunu yetiştiren ve kocasının bakımını üstlenen "ev kadını" tipini idealize etmiştir. Yani kadının bağımlılığı övülmüştür.
Kapitalizmin, insanların kendi yaşamlarını sürdürecek kadardan fazlasının üretilmesiyle ortaya çıkşmıştır demek çokda yanlış olmaz. Kapitalizm öncesi insanlar kendi ihtiyaçları kadar üretiyorlardı. Özel mülkiyet kavramı henüz olumamıştı. O zaman kulnanılan her alet herkes tarafından yapılabilinecek kadar basitti. Toprağı işlemeyi öğrenen insan, rastlantısal beslenmeden düzenli üretime geçti. İhtiyaç üzerinde ne kadar üretim yapılırsa o kadar çok değiş-tokuş imkanı ortaya çıkıyordu. Bu gelişmiş bir işbölümünü ortaya çıkarıyordu ama herkes aynı zamanda herşeyi üretebilecek konumdaydı. Paranın ortaya çıkışı ile birlikte, değiş-tokuş yerini ticarete bıraktı. Ticaret yapan birşey üretmeden, üretildiği yerde alıp, ihtiyaç olan yere ürünleri taşıyıp satarak kar elde etmeye başladı. Bu karda daha fazla mülkiyet edinebilmenin yolunu açtı. Tüccar ticaretten elde edilen bu karla başka insanları kendi için çalıştırmaya başladı. Makinelerin bulunmasından önce, en ilkel anlamıyla kapitalizm tarihteki yerini böyle aldı.Daha sonra kendini manüfaktörlerde gösterdi. Mülkiyet iyice belirginleşiyordu. Buharlı makinelerin bulunması ve bunun üretim alanına girmesi bu dengeleri büsbütün bozdu. Küçük işletmeler, rekabete dayanamayıp ya iflas ettiler ya da şubeleşip "ücretli" çalışan oldular. Bu dengesizlik farklı ve uzlaşmaz çıkarlara sahip iki sınıf oluşturdu: makinalara sahip olanlar (kapitalistler) ve ücret karşılığı çalışmak zorunda kalan insanlar (proleterya). Bir tarafta daha çok kar elde etmek isteyen kapitalistler, diğer yanda ise rahat ve en önemlisi kendi yaşamını kendi belirlemek isteyen ücretliler. Kapitalizmde en büyük haksızlık, üretenlerin neyin ve nasıl üretileceği konusunda söz sahibi olamayışlarıdır.
Kapitalizm başlangıçta, daha çok kazanmak daha çok çalıştırıyor ve bunun sonucu olarakda işgücündeki çabuk yıpranmalara yol açiyordu: işçiler ya hastalanıyor ya sakatlanıyor ya da erken ölüyorlardı. Bu kötü koşulları değiştirmek isteyen işçiler ve oluşturdukları hareketler şiddetle karşılaşıyorlar ve bu yolla baskı altında tutulmaya çalışılıyordu. Deneyimli işçilerin üretimi artırdığı farkedilince, bu politakalarda değiştirilmeye başladı. İşverenler, işçilerin emekli oluncaya kadar sağlıklı tutmanın daha çok çıkarlarına yaradığını farkettiler. Kadının sorumlulukları arasına kapitalizmin vazgeçilemez kar unsuru olan işgücüne bakma sorumluluğunu yerleştirerek bu politikayı hayat geçiriyordu. Yani kapitalizm, en değerli kar (ya da kazanç) sağlayan işgücü realitesini korumanın en ucuz yolunu; aile mekanizması içinde erkek ve kadının konumlarını belirleyerek çözüyordu. Bunu sadece bedensel ihtiyaçların karşılanması için yemek yaparak, evi temizleyerek vb değil aynı zamanda kocasının ruhsal durumunu dengeleyerek, işne teşvik ederek, çalışma sırasında karşılaştığı sorunları gidermeye çalışarakda yapar. Kadın bu " görevini" yaparsa erkek işe dinçleşmiş olarak gidecek ve üretim gücü daha yüksek olacaktır. Ancak kadının bu emeği hiçbir toplu sözleşmede göz önünde bulundurulmaz, bir bakıma bu emek çok değerli ve bedavadır. Eğer kadının yaptığı işler için kamu sektörünce sağlanmaya çalışılsa; yemek için lokantaya, kirlileri için temizlikçiye,ev işleri için hizmetçiye, başvurulsa, bu çok pahalıya gelecektir.
Ev kadını her zaman yedek işgücü, "gönüllü işgücü", demektir. Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde eğitim,sağlık ve kamu hizmetlerinde yapılan kısıntılardan doğan aksaklıkların giderilmesi, boşlukların doldurulması kadınlardan beklenir. Savaş zamanlarında ise yedek güç artık asıl güç olur. Savaştan önce kadının yapamıyacağı öne sürülen işler artık kadınlar tarafından yapılır.
Çalışma hayatında ise kadınlar aşağılanmaya çalışılır, genelde tek başlarına yetecek kadar ücret alamazlar. Çok uzun yıllar (ve belki biryerlerde halen) eşit işe farklı ücret politikası uygulanmıştır. Böylece kadınlara evlilik "yaşam sigortası" olarak sunulmuş ve benimsetilmeye çalışılmıştır. Bu politika aynı zamanda evine bağlı, "bağımlı " kadın imajını öven ve "dinçleşmiş iş gücü politikasının" devamlılığını koruyan bir içeriğe sahiptir. Yaşamını işine göre değilde, evliliğe göre kuran kadın doğal olarak bir gelecek olarak görmediği işyeri problemlerine de uzaktır. Çalışan evli kadınlar aynı zamanda evin bütün sorumluluklarınıda üstlenmek zorundadır. Ev işleri, varsa çocuk (ve ya çocukların ) bakımı, kocalarının bakımı hep kadının sorumluluğudur. Çocukları hastalandığında işe gitmemesi beklenen yine kadındır. Tabi kendine de bakmak ve bakımlı olmakda zorundadır. Zaten iş hayatında kadına uygun görülen işler genelde ev içindeki "görevlerinin" devamı niteligindedir. Özellikle hizmet sektöründe kadının yapabileceği iş genellikle garsonluk ve hizmetçiliktir. Bürolarda daktilo yazan, magazalarda satış elemanı olan, çocuk ve hasta bakıcılığı yapan hep kadındır. Bunları yaparken "güzel bir görünüş ve iyi bir yürek" beklenen kadından, aslında onun kadınsı çekiciliğini sunması beklenir. Kadınlardan becerileri yanında, evde "doğal görevi" olarak yaptığı işlerde beklenir: çay ve kahve yapmak, çiçekleri sulamak, çalıştığı yeri temizlemek gibi. Kadınlar sanayide ise paketleme, bantta küçük parçaların montajı ya da atölyede hep aynı parçanın dikilmesi gibi tekdüze işlerde çalıştırılır.
Kapitalist sistem ve (ve ya sınıflı toplum) içinde yetişmiş erkekte, kendine biçilmiş misyon gereği kadınların ezilmesinde ya da bu tarihsel sürecin oluşumunda yadsınamayacak kadar önemli bir role sahiptir. Erkeğin gözünde evi, ihtiyaçlarının karşılandığı bakımının yapıldığı yer, bunları gerçekleştiren ise evdeki kadındır. Bu anlayış çok "doğal " kabul edilmiş ve yeni nesillerde bu anlayışla yetiştirilmiştir. (Belki bütün kız çocukları "sen erkek misin!" sözleriyle yaptığı işten dolayı azarlanmıştır.) Genellikle sistem içinde ezilen erkek, kendi hakimiyetinde gördüğü evinde, evde yaşayan karısını ve (ve ya) çocuklarını ezerek psikolojide "yansıtma " denilen savunma mekanizmasını kullanılırlar. (Bu bir defa da kadın uygularsa çocuklarının üzerinde, gelecek sağlıklı nesillerden söz etmemiz mümkün olamıyacaktır.) Böylece kadın hem sistem hem de erkek tarafından ezilmiş olur. (Çocular için kadınıda eklersek baskı mekanizma sayısı üç olacaktır)
Kapitalizm kadın gücüne ihtiyaç duyduğunda ise "ücretilerin" isteklerinin hiçte yapılamaz şeyler olmadığını görürüz. 1960"lı yılarda kadın gücüyle ayakta duran tekstil sanayinde çalışanlara birçok sosyal haklar verilmişti:işyeri servisi, okul saatlerine uyacak şekilde çalışma saatleri, özel tatil günleri, alış-veriş yapılabilecekleri seyyar mağazaların fabrika bahçesine getirtilmesi gibi. Ama bunlar işgücü fazlalığı, sanayi krizleri nedenleri ortaya atılarak bu haklar geri alınmıştır.
Kapitalizm doğası gereği genelde insana, özelde kadına değer vermez. Hatta bu tarihsel süreç göstermiştir ki kadını olabildiğince ezmeye, onu metalaştırmaya çalışmıştır. Kapitalizmin eleştirisi olarak
|