MILLI MÜCADELENIN ASLI
ANADOLU KADINI, MILLI MÜCADELENIN ASLI
UNSURLARINDANDI!..
Osmanli Imparatorluguna ait topraklarin
paylasilmasina yönelik olarak, emperyalist ülkelerce
Anadolu"nun çesitli bölgelerinin isgal edilmesine
karsi verilen mücadelede, Anadolu Kadinin bu
mücadelede oynadigi rolü göz ardi etmek, bu
mücadelenin anlasilmamasi ya da eksik anlasilmasi
anlamina gelir. Bilindigi gibi bu ülke, bu yüz yilin
baslarindan itibaren Ingilizler, Fransizlar,
Italyanlar, Yunanlar ve Ermeniler tarafindan isgal
edilmisti. Hilafetin bulundugu merkez Istanbul da
isgal altindaydi. Ancak bütün bu olumsuzluklara ragmen
kadiniyla, erkegiyle, genciyle, ihtiyariyla ve hatta
çocuguyla organizeli, birbirinden haberli olmasa da,
-Mustafa Kemal henüz Padisah tarafindan
görevlendirilmemisti bile- bu isgali sona erdirmek
için, Anadolu bütünüyle adeta ayaga kalkmisti.
Kadinlar yaptiklari mitinglerle -özellikle de
Sultanahmet Meydani"nda H. Edip Adivar"in konustugu
miting- bir taraftan kendileri fiilen mücadeleye
katiliyorlardi, bir taraftan da top yekun bütün bir
halk, bu mücadelenin saflarina katilmaya davet
ediliyordu. Iste bu amaçla kadinlar mücadelelerini
daha organizeli yapmak için, ülkenin çesitli
bölgelerinde çesitli isimler altinda kurduklari
cemiyetler halinde örgütleniyorlardi; bunlarin
arasinda yaygin olarak örgütlenen ve birçok ilde
subelerini de açan Anadolu Kadinlari Müdafaa-i Vatan
Cemiyeti de vardi. Böylesine kutsal bir mücadelede
Anadolu kadini, sadece ordunun yardimci hizmetlerine
katkida bulunmakla yetinmemis, mücadelenin her
safhasinda yer alarak, baska ülke-lerde benzeri
olmayan kahramanliklar sergilemistir.
Anadolu kadini, yerine göre, cephe gerisinde
cephaneyi, yaralanan milisi/askeri, hastalanan hastayi
ve ikmal maddelerini sirtinda ya da kagnilarda
tasirken, yerine göre de elinde silahi ile gönüllü
olarak cepheden cepheye kosarak milis kuvvetleri ile
birlikte savasa katilmistir. Hilafetin ve ülkenin
kurtarilmasi için bu savaslarda, isimleri bilinenlerin
haricinde, çok sayida isimsiz kahraman Anadolu kadini
gençligin baharinda iken sehit olmustur. Çünkü, basta
Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi"nin fetvasi olmak
üzere bir çok fetva onlar için vazgeçilemez olan bir
kutsal hedefi gösteriyordu ki o da; ya sehit olmak ya
da gazi olmakti. Denizli Müftüsü fetvasinda söyle
diyordu; "...Bizler simdiye kadar esir yasamadik ve
yasamayiz. Silahimiz yoksa sapan tasiyla düsmana karsi
çikmak ve onu tepelemek her Türk ve Müslümana farz-i
ayndir. Fetva veriyorum..." Iste bu fetvalar
dogrultusunda Anadolu insani; kadini ile erkegiyle,
müstevli devletlere karsi adeta ayaga kalkmisti.
Nitekim bu kadinlardan, "Gördesli Makbule Hanim
1921"de, evlendikten hemen sonra kocasiyla birlikte
bir çete örgütlemisti. Bu çete, birkaç ay boyunca
düsmani hayli hirpaladi. Gördesli Makbule Hanim savas
alaninda sehit düstü." Yine, Tayyar Rahmiye Hanim
Güney cephesinde 9. Tümene bagli bir gönüllüler
müfrezesine komuta ediyordu. Bu müfreze, 1 Temmuz
1920"de Osmaniye"deki Fransiz müstahkem mevki
karargahina saldirma buyrugunu aldi. Tayyar Rahmiye
Hanim, buranin ele geçirilmesinden az bir süre önce
can verdi." Yine, "Anlatildigina göre, bir Türk kadini
sirtinda çocuguyla cepheye, bir araba dolusu mühimmat
ve cephane götürmektedir. Yagmur yagmaya baslayinca,
cephaneler islanmasin diye çocugunu sardigi örtüyü
hemen çikarip cephanelerin üzerine örter. Iki öküzün
çektigi arabada, siperlere erzak tasimakla görevli bir
kadinin öyküsü de, sik sik dile getirilir; Öküzlerden
biri düsman kursunlariyla agir yaralanir. Kadin ve
yanindaki iki çocugu öküzün yerine kosularak arabayi
çekmeye devam ederler. Sirtlarinda süt bebekleriyle,
cepheye yiyecek-içecek tasiyan kadinlarin öyküleri de
anlatilan ilginç olaylardandir. Gene, Sakarya
savaslari sirasinda, 23 Agustos 1922"de cepheye
cephane tasiyan konvoydaki hamile bir kadin, dogum
yapar. Hemen cephe gerisine göndermek isterler; fakat
o reddeder: "Ben bunlari nasil birakirim? Ordu cephane
bekliyor." Iste, Anadolu kadini; gerektigi zaman
çocuguna analik, kocasina eslik, gerektigi zaman da
savasta en ön saflarda savasarak sehit düsmenin ne
kadar kutsal oldugunu bilecek kadar inanç sahibi idi.
Mustafa Kemal de 21 Mart 1923"te Konya"da Kizilay"in
kadin kollarina hitap ederken, Anadolu kadinini söyle
degerlendirmektedir; "...Çift süren, tarlayi eken,
ormandan odun, kereste getiren, mahsülati (ürünleri)
pazara götürerek paraya kalbeden (çeviren), aile
ocaklarinin dumanini tüttüren, bütün bunlarla beraber
sirtiyla, kagnisiyla, kucagindaki yavrusu ile, yagmur
demeyip, sicak-soguk demeyip, cephenin mühimmatini
(savas gereçlerini) tasiyan hep onlar, hep o ulvi
(yüce), o fedakâr, o ilahi Anadolu kadinlari
olmustur..." Dolayisiyla, Anadolu"nun bu rolünü
-kadini ile erkegiyle- göz ardi ederek Milli
Mücadelenin kazanilmasini "tek kisi"nin kahramanligina
ya da dehasina baglayarak anlatanlar, Milli Mücadeleyi
kazanan ruhu anlayamayanlardir.
Anadolu insani; kadini ile erkegi ile, genci ile
ihtiyari ile, bütün olumsuzluklara ragmen, "cihad"
askiyla; "ya sehid, ya da gazi" olma suuruyla dis
düsmani ülkeden kovmak için can siperane
savasmislardi. Bu bitmez tükenmez savaslar dolayisiyla
Anadolu insani, yorgun düsmenin yaninda gün be gün
yoksullasmisti da. Ama onlar için yoksullasmak önemli
degildi; önemli olan ülkenin ve istila edilen Islam
topraklarinin "gavur"dan kurtarilarak,
temizlenmesiydi. Nitekim, Izmir"in Yunanlilar
tarafindan isgaline mukavemet edilmemesini isteyen
Izmir Valisi Ahmed Izzet Bey"e karsi "Vali bey! Bu,
kanimla kirmiziya boyanabilir. Fakat alnimda Yunan
alçagini sükunet ve tevekülle karsilamis olmanin
karasi oldugu halde huzuru ilahiye çikamam" diyen
Izmir Müftüsü Rahmetullah Efendi1 ile "Kalesinde
bayragi dalgalanmayan esir bir ülkede Cuma namazi
kilinmaz"2 diyen bir baska Hocaefendi"nin konusmasinda
belirttigi sözler, bu temizlik harekatinda atilan ilk
kursunlardi!.. Çünkü, onlar için ilk ve son hedef; "ya
istiklal, ya ölümdü." Bu nedenle, Anadolu"nun inançli
insani, cani dahil, varini yogunu düsmani bu ülkeden
kovmak için ortaya koydugundan, yiyecegi ekmegi
giyecegi elbisesi bile kalmamisti. Ve, Anadolu Köylüsü
fakirlestikçe fakirlesmisti! Bu durumu Zekeriya Sertel
hatiralarini yazdigi kitabinda söyle anlatiyor; "...
Önce bir kitlik basladi. Bu kitlik yildan yila artti.
Yillarca çamur gibi kara ekmek baslica gidamiz oldu.
Genis halk yiginlari yiyecek sey bulamiyordu. Çocuklar
sütsüz, hastalar ilaçsiz, insanlar ekmeksiz kaldi..."3
Kitabinin bir baska sahifede ise; "Ankara"ya gelen
köylülerin bir kismi burada açikta yasarlardi,
hayvanlari ve çoluk çocuklariyla beraber. Hayvanlari
bir kenara bagli-yor, yere yirtik pirtik bir seyler
açiyor, günü geceyi onlarin üzerinde geçiriyorlardi.
Köylülerin arabalari ve hayvanlariyla sehre girmeleri
yasak edilmisti. Üstleri baslari yamadan görünmüyor,
renkleri topraktan ve kilden anlasilmiyordu.
Yasayislari fakirce olmaktan da asagiydi. Hani
istatistiklerde asgari yasayis seviyesi diye bir deyim
vardir. Bunlar bu yasayis seviyesinin altindaydilar.
Eger buna yasamak demek dogruysa... Arada sirada
yanlarina giderdim. Baska bir dünyadan gelmis bir
yaratiklar gibiydiler. Ben sefaletin bu kadar
koyusunu, bu kadar elle tutulanini görmemistim. Oysa,
bu büyük kurtulus savasini onlar yasamislardi. Su
yirtik kirli paçavralar içinde vücutlarini örtmeye
çalisan kadinlar, cepheye sirtlarinda mermi
tasimislardi. Anadolu"nun kesin gerçegi buydu."4 Iste,
yerine göre cephede en önde savasan ve yerine göre de
cephe gerisinde cep-heye cephaneyi sirtinda tasiyan
Anadolu"nun cefakar insaninin durumu böyle içler
acisiyken; Istanbul ve Izmir"de yasayan küçük bir
azinligin -ki bunlarin arasinda Mustafa Kemal"in
evlendigi Latife Hanimin ailesi (Usakizade Muammer
Beyin ailesi) de vardi- savastan ve savasin getirdigi
yoksulluktan habersiz debdebe içinde yasiyordu. Bu
küçük mutlu azinligin arasinda karaborsacilik,
yolsuzluk ve rüsvet almis yürümüstü. Ittihatçilara
bagli olan imtiyazlilar ise, sonsuz servetler
yapmislardi. Bunlar, aç kalmis halkin sefaletiyle alay
eder gibi isi safahata vurmuslardi. Apartmanlar
kurmuslar, barlarda ve eglence yerlerinde artistlerin
sigaralarini binlik banknotlarla yakip egleniyorlardi.
Sarap ve sampanyadan nehirler akitiyorlardi. Üstelik
bütün bu pisliklerini, vurdumduymazliklarini aç halkin
gözü önünde yapiyorlardi.5 Görüldügü gibi, Milli
Mücadele Anadolu insanini yorgun düsürüp
fakirlestirirken, büyük kentlerde yasayan bu, bir avuç
mutlu azinligi ise zenginlestirmisti. Bir taraftan,
Anadolu"nun inançli insani "gavur" olarak bildikleri
düsmanlari cani, kani pahasina yurdunda atmaya
çalisirken, diger taraftan da dönemin kimi tüccari,
mütegallibesi, bürokrati ve toprak agasi ise "paranin
milliyeti olmaz" sözünü dogrulatircasina, "giden agam,
gelen pasam" mantigi ile müstevli güçleri sevinçle
karsilamaktaydi. Hatta "esrafin gözünde, yabanci
ordular, anarsiyi sona erdirip sermayeye yeniden güven
saglayan kurtaricilardi. Izmir ve Ege havalisinde
terzilere, Yunan bayraklari siparis edilmekte; bazi
bölgelerde karsilama törenleri hazirlanmakta, "bizi
kurtarin" yollu çagrilar yapilmaktaydi."6 Bunlar,
Anadolu insani fakirlesirken zenginlesen insanlardi;
savas zenginleriydi. Ülkenin isgal edilmesi, ülke
zenginliklerinin tarumar edilmesi bunlarin umurunda
degildi. Bunlar için önemli olan, baskalarinin
egemenliginde bile olsa, kendi zevk ve sefalarinin
devam etmesi idi. Dolaysiyla, ülkenin Ingiliz ya da
Amerikan veyahut Fransiz tarafindan isgal edilmesi
bunlari hiç üzmezdi. Zaten, mandaciligi ya da büyük
bir devletin himayesine girerek kurtulmak isteyenler
de yine bu küçük mutlu azinlik idi. Nitekim; "...
Ingiliz Ticaret Odasi da, Times gazetesine gönderdigi
bir telgrafta, "Sehrin Yunanlilara verilmesinin
felaketlere yol açacagini" belirttikten sonra,
"Hristiyan ahali kadar, Türk halkinca da bir Ingiliz,
Amerikan veya Fransiz himayesinin sevinçle
karsilanacagini" ileri sürmektedir. Bu muhalefete
ragmen, Yunan isgali gerçeklesmis ve kompradorlar,
nihayet yine de Ingilizlerin egemenliginde bulunan
Yunan yönetimine intibak etmislerdir. Gerçi Yunan
isgali kanli ve yagmaci olmustur... Yunanlilarin
kulaklari çekilerek bu hareketler önlenmis ve
kompradorlar faaliyetlerini, Kurtulus Savasi"ndan
habersiz sürdürmüslerdir. Kompradorlarin bir kurtulus
savasi verildiginden haberleri, ancak Izmir"de Türk
süvarilerinin nal sesleri isitilince olacaktir. (...)
Otel Naim"in taraçasinda ay isiginda dansli aksam
yemekleri veriliyor, Sporting Clup"de bir Italyan
grubu Rigoletto ve Traviata"yi oynuyor, kahvelerde
karartma saatine kadar gitarlar çalinip sarkilar
söyleniyor, garsonlar müsterilere serbet, nargilelere
küçük kor parçaciklari tasiyip duruyorlardi." (...)
"Istanbul"da da durum farkli degildi: "Trakya"ya
gitmek üzere Istanbul"a gelen bir milliyetçi jandarma
birligi, sokaklardan geçerken alkislarla karsilandi.
Yabancilarla Löventenler gözden uzak duruyor,
milliyetçilerin bu cakasinin bir saman alevi gibi
parlayip sönecegini, sonra her seyin yine eskisi gibi
olacagini düsünerek, kendilerini avutuyorlardi."7
Anadolu Köylüsünün aç olmasi, yoksullasmasi bunlarin
umurunda degildi; hatta ülkenin tamaminin "gavur
çizmeleri" altina girerek istila edilmesi de bunlari
fazla ilgilendirmiyordu. Bunlar için önemli olan
yasadiklari o süfli, igrenç ve pespaye hayatin devam
etmesiydi. Ne yazik ki, zaferden (ne kadar zafer
denilebilir, o ayri bir tartisma konusudur.) sonra da
ülkenin itibar edilen, önlerinde dügme iliklenerek
saygi ile egilinen insanlar da yine bunlar oldu. Yani
Anadolu"nun o inançli, o cefakar insani "gavur"u kendi
ülkesinden bütün sikintilara ragmen kovmustu ama ne
yazik ki, kovulan o "gavurlarin" yerine, Anadolu
insaninin inanci ile, yasantisi ile, Anadolu insanina
bakisi ile o "gavurlari" aratmayacaklar gelmisti.
Ancak, bunlarla savasmak, o "gavur" bildikleri dis
düsmanla savasmak kadar kolay olmayacakti. Nitekim
olmamisti da!..
Cumhuriyetin Ilani ile Birlikte Anadolu Kadini da
Unutulmustu!..
Osmanli Imparatorlugu"nun geri kalan
topraklarinin da müstevli devletler tarafindan isgal
edilmesinden sonra baslatilan Milli Mücadelede
erkeklerin yaninda kadinlar da yogun bir biçimde yer
almislardi. Kadinlarin Milli Mücadeleye katilimi
baslangiçta protesto mitingleriyle baslamis,
mücadelenin ileri ki dönemlerde ise cephede ve cephe
gerisinde görev almalarla devam etmisti. Kadinlar, bu
tür faaliyetlerin yaninda, ayrica Anadolu"nun çesitli
bölgelerinde baslayan örgütlenme faaliyetlerine de
etkin olarak katilmislardir. Nitekim kadinlar
tarafindan, "5 Kasim 1919"da Sivas"ta Anadolu
Kadinlari Müdafaa-i Vatan Cemiyeti kurulur. Cemiyetin
11 maddelik kurulus tüzügü 1. Maddesinde Sivas
merkezine bagli yerel ve bagimsiz subelerin
kurulmasini öngörür. 2. Maddede "mütarekenin imza
tarihinde elimizde kalan ve çogunlugunu müslümanlarin
teskil ettigi Osmanli topraklarinin bir bütün oldugu,
parçalanamayacagi" ilkesi benimsenmektedir... 4.
Madde, dogal ve faal üyelerin kimler oldugunu
saptamaktadir. Buna göre tüm "Islam hanimlari"
dernegin dogal üyesi kabul edilmektedir... Amasya,
Kayseri, Nigde, Erzincan, Burdur, Pinar Hisar, Konya,
Denizli, Kastamonu ve Kangal"da subeler kurulur..."8
1919 yilinda kadinlarin bilfiil üyesi olduklari
derneklerin sayisi 19"u bulmustu.9 Milli Mücadelenin
ilk dönemlerinde faaliyet gösteren bu tür kadin
derneklerinin amaci ülkenin düsmandan kurtarilmasi
idi. Amaç, bütün dünyaya Halide Edip Adivar"in da
belirttigi gibi "insanlarin kardesligini ve barisini
ifade eden Islamiyetin de, Türkiye, zulme ugramis
milletin de ebedi" oldugunu göstermekti.10 Bu nedenle
de, kadinlar kendileri için siyasal hak talebini
baslangiçta gündeme getirmemislerdi.
Ancak, Cumhuriyetin ilan edilmesi ile birlikte
kadinlarin da kendilerine siyasal haklarin verilmesi
için bir takim çalismalarda bulunduklari
görülmektedir. Kadinlara seçme ve seçilme haklari
dahil bir takim siyasal haklarin verilmesi için
faaliyette bulunan örgütlenmelerin basinda ise 1924
yilinda kurulan Türk Kadinlar Birligi gelmekteydi.
Ancak, bu Birlik, bir taraftan siyasi haklari elde
etmek için çaba sarfederken, diger yandan da "zamanin
çok özel kosullari nedeniyle ve kurulusuna karsi
çikabilecek engelleri önlemek için, siyasal nitelikli
tüm maddeleri tüzügünden çikarmaya karar vermis"11
olmasi gibi bir çeliski, ülkenin yönetimini tek basina
ele geçiren Mustafa Kemal"in hiçbir muhalefete
tahammül etmemesinden kaynaklanmaktaydi. Zaten yerel
yönetimler de, merkezi hükümet de henüz zamani
gelmedigi için kadinlara siyasal haklarin verilmesini
reddediyordu. Çünkü, ülke ve ülke insanlari için neyin
uygun oldugu, neyin de uygun olmadigina en iyi karar
veren "tekçi" irade, henüz kadinlara siyasal haklarin
verilmesini uygun bulmuyordu. Ancak buna ragmen, 1927
yilinin Mart ayinda Türk Kadin Birligi"nin Istanbul"da
yaptigi "kongrede oturumlara baskanlik eden Nezihe
Muhittin Hanim çalismalar sirasinda, kadinlar için oy
hakki ve onlarin yerel seçimlere katilmalarini
istiyordu. Bunun için yapilmak istenen tüzük
degisikligine karsi çikan ve kadinlarin görevlerinin
esas olarak çocuk dogurmak ve yetistirmek oldugunu
ileri süren Istanbul Valisi ise, onlarin ne siyasal
haklara sahip olmalarini, ne de kamu görevi
yapmalarini uygun buluyordu...
Ayni yil içinde, yapilmasi beklenen seçimler
Kadinlar Birligi"nin istemlerini yogunlastirmasina
neden oldu. Dernegin baskani söyle diyordu:
"Devrimleri doguran, çabalar ve savasimdir. Biz de,
seçimden seçime her yurttas gibi haklarimizi
alacagimiz güne degin savasmayi sürdürecegiz. Yasalar,
er geç toplumsal yasamin gereklerine uymak
zorundadirlar."12 Kadinlar Birligi yetkilileri, ülke
yönetimini zorla ele geçiren bu "tekçi" iradeye meydan
okurcasina bu tür konusmalara devam ediyordu. Ancak,
belirli bir süre sonra bu tür konusmalar, "tekçi"
iradenin hosuna gitmeyecek ve Kadinlara yönelik bir
takim müeyyidelerin konmasina neden olacakti. Nitekim
bu Birlik adina yapilan bir baska konusmada, "Biz,
seçim haklarimizi elde etmeye dayali olan idealimizden
vazgeçmis degiliz. Zira bundan vazgeçersek
dernegimizin hiçbir var olus nedeni kalmaz. Davamizin
zaferi için ölünceye kadar çalisacagiz. Bizim
yasamimiz buna yetmezse hiç olmazsa bizden sonra
gelenler için ortaligi temizlemis oluruz "deniyordu.
Ancak bu konusma bardagi tasiran son konusma oldu.
Çünkü, bu tür konusmalar "tekçi" iradenin ortak kabul
etmez egemenligine saldiri anlami tasiyordu. Iste bu
"tekçi" iradenin buna tahammül etmesi mümkün degildi.
Ve, bu tür konusmalari sona erdirmek için, o "bildik"
senaryolar devreye sokuldu. Nitekim, çesitli ayak
oyunlari neticesinde, "(...) 1927 Eylül"ünde, dernek
içinde bir bölünme oldu... Polis dernek merkezinde
arama yapti, "idari usulsüzlük" gerekçesiyle de
kayitlarini mühürledi. Gerçekte, bu önlemlerin
gerisindeki gerekçe, dernegin ve dernek sorumlularinin
çok asiri bulunan istekleriydi. Türk Kadinlar
Birligi"nin seçimler sirasindaki istemlerini hiç de
olumlu karsilamayan pek çok gazete Birlik yönetim
kurulunun dagitilmasi kararindan çok se-vinç
duydular..." 13 Egemen iradenin kadinlara herhangi bir
hak vermeyecegi ta 1924"lü yillardaki uygulamalardan
anlasilmaktaydi. Çünkü, muha-liflerin tamamen
ayiklandigi ve üyelerinin tek basina Mustafa Kemal
tarafindan atanan meclis bile kadinlara istenilen
haklari vermeyi kabul etmemisti. "2. Meclisin 2.
Yilinda 13. Toplantida 1924 Anayasasi üzerine yapilan
tartismalar sirasinda 10. Madde "her Türk,
milletvekili seçimine katilmak hakkina sahiptir"
maddesi tartisilirken söz alan bazi milletvekilleri,
"Türk vatandaslarinin" kadinlari da içerdigini
savunmuslar hatta bunu açikça belirtmek üzere madde
degisikligi önermisler fakat bu öneri kabul edilmemis
ve tartismalar sonunda madde, komisyonun önerisinden
daha kati bir sekle bürünerek " "Her Erkek Türk"
seklinde degisti-rilmistir" deniyor. Tezer
Taskiran"dan aktarildigi belirtilen dipnotta ise "Bu
tartismalarda göze çarpan birkaç ilginç nokta var.
Kadinlarin seçme, seçilme haklarinin en atesli
savunucusu görünen Recep (Peker) Bey"dir. Oysa
sonradan milletvekili seçme seçilme yasasini 1934"e
kadar geciktirenler arasinda Recep Beyin de bulundugu
anlasiliyor"14 denilmektedir. Bugün kadinlara siyasal
haklarin Mustafa Kemal tarafindan verildigini övünerek
anlatan Kemalistlerin basörtülü Müslümanlara karsi
takindiklari tavrin nereden kaynaklandigi daha iyi
anlasilmiyor mu? Bu olaylar, bir taraftan kadin
haklari sampiyonlugu yapan, öbür taraftan da kendileri
disindaki kadinlari insan yerine bile koymayan
marjinallesmis (Sirin Tekeli"nin deyimiyle) tören
derneklerinin iki yüzlülüklerinin de nereye
dayandigini göstermesi bakimindan ilginç degil mi?
|