Einzelnen Beitrag anzeigen
  #21930  
Alt 27.07.2005, 22:20
Benutzerbild von cagdasturk
cagdasturk cagdasturk ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard ISLAMIN KIYMETINI BILEMEZSEK..

Türkiye"nin yarı resmî El-Ahramı Hürriyet gazetesinin Pazartesi günkü gündem sayfalarından birinin manşeti "Şeriat Saldırıyor" başlığını taşıyordu.

Oysa mesele, şeriat-meriat meselesi değil. Mesele, çıkarlarının tehlikeye düşeceğini düşünen bir takım çıkarcı, çıkarperest insanların toplumu germeye çalışmalarıdır.

Bu insanlar, şu kadarcık bir akla bile sahip değiller: İslâm"ı bu toplumun hayatından çekip aldığımızda, bu toplum yok olur.

Şunu ise hiç düşünemiyor bu kişiler: İslâm"ı reforme etmeye, yani laikleştirmeye kalkışmak demek, İslâm"ı bitirmek demektir. İslâm"ın bitmesi ise bu toplumun bitmesi, bu ülkenin dünyaya söyleyebileceği özgün hiçbir şeyin kalmaması demektir.

Şimdi şöyle bir soru sorulabilir: İslâm olmadan, İslâm"a dayanmadan, biz bu dünyaya özgün şeyler söyleyemez veya veremez miyiz? Hayır; veremeyiz. Aslâ! Biz, dün, Selçuklu medeniyet tecrübesini üretebilmişsek, Mevlânâ ve Yunus gibi çağları aşıp gelen büyük insanlar yetiştirebilmişsek, bunu sadece İslâm"a borçluyuz.

Yine, Osmanlı tecrübesi, bizim tarihimiz boyunca ürettiğimiz, en sofistike, en mükemmel, en zirve tecrübedir. Böyle bir tecrübeyi, İslâm"dan beslenmemiş, İslâm"ın verdiği ruh, coşku, vicdan, merhamet, feraset, basiret, özgüven ve ufuk"la donanmamış olsak, aslâ üretemezdik.

Oysa biz, Batılılar gibi, dünyayı sömürgeleştirmeye kalkışmadık. Toplumların dinlerini değiştirmeye zorlamadık. Kültürlerini tahrip etmedik. Doğal zenginliklerini yağmalamadık. Kimseyi asimile etmeye kalkışmadık. Dünyanın, Osmanlı medeniyet tecrübesinden öğreneceği çok esaslı şeyler var. Bunu bilelim artık.

O yüzden bu medeniyet birikimini yeniden hayata geçirmek zorundayız: Bunu, tarihi inkâr ederek değil, tarihi seferber etmek gerçekleştirebiliriz ancak.

Ortaya koyduğumuz bu medeniyet ve tarih birikimi, İslâm"la yoğrulmuş, İslâm"ın ürünü olan ruh, heyecan, akıl, bilim ve sanat coşkusuyla geliştirilebilmiş bir birikimdir. Bu tarihi yok saymak, geleceğin tarihine veda etmemiz demektir. Tarihte varlık gösteremeyenler, geleceğin tarihinde de varlık gösteremezler.

Türkiye"de İslâm"ı devre dışı bırakan modern tecrübemiz, bizim yeni Yunuslar, yeni Mevlânâlar, yeni Sinan"lar yetiştirmemizi mümkün kılabilecek köklü dinamiklerden, ruhtan, heyecan"dan, coşkudan ve ufuktan yoksundur.

Kendi kültürlerini ve bu kültürü üreten tarihlerini terk eden toplumları, tarih sırtında kambur olarak görür ve er ya da geç sırtından atar; terk eder; taşıyamaz bu kişiliksiz, kimliksiz, ruhsuz, heyecansız toplumları. Böylesi toplumlar, tarihe özne olarak müdahale edemezler, başkalarının yaptıkları tarihte nesne olarak kalır ve tarih dışına itilir ve atılırlar: Tarihin yapılmasında hiçbir yaratıcı ve kurucu roller oynayamazlar. Figüran olarak rol alırlar ve belli bir zaman sonra da tarihe veda etmek zorunda kalırlar: Çünkü tarihe kalacak, tarihin yapılmasında tarihî roller üstlenecek büyük sözleri, iddiaları ve rüyaları yoktur, yok olmuştur.

Bütün bunları şunun için yazdım: İslâm, kamusal ve kurumsal hayattan uzaklaştırılmasına rağmen, hâlâ bu toplumun ayakta durmasını ve hayatta kalmasını sağlayan köklü ruhî ve sosyal kaynakları sunan yegâne tutkal vazifesi görmeye devam ediyor. Eğer böyle olmamış olsaydı, büyük ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel krizlerin eşiğinden geçtiğimiz şu modern tarihimiz süresince bu toplum çoktan birbirine girmiş, çökmenin, yok olmanın eşiğine gelmişti.

Laiklik, hiç bir topluma yaratıcı bir ruh, heyecan ve dinamizm veremez. Laikliğin böyle bir işlevi de, bu tür dinamikleri ve imkânları da yoktur.

Laiklik, insana ruh vermez, ruhunu yok eder; Batıdaki bütün laiklik teorisyenlerinin altını çizerek vurguladıkları gibi, insanın ruhunda büyük boşluklar oluşturur, gedikler açar, insanı ruhsuzlaştırır ve vicdansızlaştırır. Batı"da yaklaşık çeyrek asırdan bu yana akademide laiklik üzerinde yoğun çalışmalar yapılmaya ve laikliğin zaaflarının tartışılmaya başlanması, elbette ki tesadüfi değildir.

Laiklik, iyi vatandaş yetiştirir: Ruhsuz, bencil, kendi çıkarları tehlikeye girdiği zaman azgınlaşan, acımasızlaşan, vicdansızlaşan; ülkesinde yaşayamadığını gördüğü an ülkesini terk etmekte sakınca görmeyen çıkarcı bir insan tipidir bu. O yüzden, dünya tarihinin en kanlı cinayetlerini, en korkunç savaşlarını, en büyük sömürgeci ve emperyalist yıkımlarını Batılıların Rönesans ve Reformasyon"la birlikte bütün kurumlarını ve kavramlarını laikleştirmelerinden sonra gerçekleştirdiklerini kalın harflerle zihnimizin bir köşesine kazıyalım, diyorum.

İslâm ise, herkese güven veren, herkesin kendisine güvenmesini sağlayacak bir ahlâk düzeyine ulaşan iyi bir insan, güçlü bir şahsiyet tipi önerir. Bu insan tipi, kriz zamanlarında ortalıktan kaybolmaz, Marmara Depremi"nde de gördüğümüz ve Batılıları fena halde ürküten o yüksek ahlâkla donanarak Devlet"ten önce deprem bölgesine ulaşma azmi ve kişiliği gösterir; ülkesi ve milleti için her türlü zorluğu üstlenir; gerektiği zaman canını ve malını bu uğurda vermekte bir ân bile tereddüt etmez.

O yüzden alakasız şeyler üzerinden İslâm"a saldırmak yerine İslâm"ın bu toplum için ne denli büyük bir nimet olduğunu ve bu toplumun hem ayakta durmasında, hem de dün olduğu gibi yarın da tarihin yapılmasında ne denli büyük bir kıymeti hâiz olduğunu bilelim ve İslâm"a saldırma ve İslâm"ı laikleştirme aymazlığının bu toplumu çürüteceğini, bitireceğini, leş kargalarına malzeme yapacağını aslâ unutmayalım.

Biz İslâm"ı yok sayarak, "yok ederek" değil, aksine İslâm"la varolabiliriz ve dün olduğu gibi yarın da yeniden asîl bir tarihî yürüyüşü İslâm"la varolarak başlatabiliriz ancak.