o.T.
Ýslam’ýn ‘terakkiye mani olduðu’, Ýslam’da Ýçtihad Kapýsý’nýn kapandýðý iddiasý ile iliþkilendirilir. Ýslam’da Ýçtihad Kapýsý gerçekten kapanmýþ mýdýr? Yoksa, ehil olsun ya da olmasýn, herkesin içtihad etmesi zorlaþtýrýlmýþ mýdýr?
Öyle görünüyor ki, Dr. Ahmet Akgündüz’ün, ‘Mukayeseli Ýslam ve Osmanlý Hukuku Külliyatý’ndaki deyiþiyle, ‘Ýslam hukukçularý, ilme ve hukuka dayanmayan bazý hakikatsýz fetvalarla insanlar aldatýlýr diye korkmuþlar[...]’ ve dolayýsýyla, ‘özellikle yeni bir mezhebin tesisi için yeni bir içtihad usulünün vaz’ýna karþý çýkmýþlardýr’. Buysa, içtihad kapýsýnýn kapanmýþ olduðu anlamýna gelmez...
Aslýnda, Ýslam Hukukunda yapýlan deðiþiklikleri, (i) Þeriat içinde kalýnarak gerçekleþtirilen deðiþiklikler [ben buna ‘içtihadi deðiþiklikler’ diyorum] ve (ii) Þeriat dýþýnda yeni bir hukuk kodifiye ederek getirilen yenilikler [bunlara da ‘içtihadi olmayan deðiþiklikler’ demeyi tercih ediyorum] olarak iki düzlemde ele almak gerekir.
Ýþe ikinciden baþlayalým: Ýslam Hukuku söz konusu olduðunda siyasal toplum ya da Devletin, Þer’i Hukuk’un yaný sýra bir Örfi Hukuk vaz’etmiþ olduðu da biliniyor,-Ýlk Müslüman-Türk devletlerinin kuruluþu ile birlikte, Örf’ün de yürürlüðe girdiði de! Dolayýsýyla, Hýristiyanlýkta geçerli olduðu söylenen ‘Sezar’ýn hakký Sezar’a, Allah’ýn (ya da Papa’nýn) hakký Allah’a (ya da Papa’ya)!’ ilkesinin, Ýslam’da da yürürlükte olduðunu öne sürmek, birçoklarýna þaþýrtýcý gelebilir. Barthold’ün, Ravendi’nin 13. yy’ýn baþýnda yazýlmýþ olan ‘Rahat’üs-Sudur’undan alýntýladýðý, ‘Ýmamýn vazifesi hutbe ve dua ile meþgul olmak, padiþahlýðý (hakimiyeti) sultanlara havale etmek ve dünyevi saltanatý onlarýn eline býrakmak’ biçimindeki ifadesi, hem tastamam bu durumu, hem de böyle bir meþruiyet zemini üzerine inþa edilmiþ bir Örf’ün bulunduðunu gösterir. Fatih Kanunnamesi, ‘nizam-ý alem için’ koyduðu Örfi hukuk kurallarýyla Þer’i Hukukla baðdaþmasý mümkün olmayan bir hukuk düzenini kodifiye etmiþtir;- ‘karýndaþlarýn katletme’ hakkýnýn tanýnmasý, Þeriat’ýn öldürme yasaðý ile çeliþiyor olmasýna raðmen, ‘ekser ulemanýn tecviz[i]’ ile yürürlüðe girmiþtir. Dahasý, Fatih’in, þer’an ‘dokunulmaz’ olan vakýf arazisine el koyarak (ve elbette, yine ‘nizam-ý alem için’) timara dönüþtürdüðü de biliniyor. Anlaþýlan o ki, Osmanlý, ‘Fatih Kanunnamesi’ ile Þer’i Hukuk ve Örfi Hukuk’un öznelerini birbirinden ayýrmýþ, ve Þeriat, Prof. Halil Ýnalcýk’ýn deyiþiyle, ‘hususi hukukta hakim kalmýþtýr.’ Bu durum, Osmanlý’da ‘ekser ulemanýn tecviz ettiði’ Þeriat dýþý bir hukuk alanýndan söz etmenin mümkün olduðunu gösterir.
Dahasý, Hýristiyanlýkta olduðu gibi Ýslam’da da Örfi ve Þer’i hukuk’un birbirinden ayrýlmasýnýn felsefi bir arkaplaný da vardýr. Ýbn Rüþd, ‘Fasl’ül Makal’ ve Kitabü’l-Keþf’de, Þeriat ile Felsefenin birbiriyle çeliþmediðini, çeliþki gibi görünen farklýlýklarýn te’vilden kaynaklandýðýný bildirir. Bu çeliþmezliðin daha sonra, özellikle Brabant’lý Siger gibi 13. yy düþünürlerince, Avrupa entelektüel tarihinde ‘Çifte Hakikat’ doktrini diye bilinen bir temelkoyucu yaklaþýma yol açmýþ olmasý da söz konusudur: ‘Çifte Hakikat’ doktrini, Felsefe bakýmýndan doðru olan’ýn ilahiyat bakýmýndan yanlýþ olabileceði; felsefe ile ilahiyatýn ayrý ayrý alanlar olduklarý için, felsefenin doðru bulduðu bir hakikatin, dindar biri tarafýndan pekala ve haklý olarak yanlýþ telakki edilebileceði’ biçiminde özetlenebilir. Hýristiyan Ortaçaðý’nda Siger’in bu doðrultudaki Ýbn Rüþd’çü görüþlerinin itibar görmediðini, dahasý Kilise tarafýndan mahkum edildiðini biliyoruz: Von Aster’in deyiþiyle ‘[b]u mahkumiyet, Ýbn Rüþdçülüðün felsefe tarihi sahnesinden yeniden çekilmesi’ demektir.
Özetle þu: Ýslam’da Þeriat dýþýnda bir Örfi Hukuk’un tedvininin, kamu hukuku alanýnda seküler bir söylemi imkanlý hale getirmiþtir. Bu seküler imkan, kamusal alanda Moderniteyi hayata geçirebilmeye iliþkin meþru bir zeminin mevcudi olduðu anlamýna gelir.
|