Ciplak Müfsit Sapigi....Diyorki.....
Yâ-şer Nari diline dolamış Türkçe Namaz meselesini ama, başka dillerde ibadet mevzuunda maçası yemiyor.
Öyle ya! Kolay mı askerlerin kucağında sabah şekerlemesi yapıp, onların istediklyeri fetvaların referanslarını aramak için kutsal kitabı karıştırmak. Hadi madem ana dilde ibadet olur, Kürtler de ana dillerinde ibadet edebilirler diye açıklama yapsana. Bakalım iktidarın ülkücü kadanı ve silahlı kuvvetler seni nereye oturtuyor? Yapamazsın değil mi? Maçan yemez.
Ancak saf Anadolu insanının aklını karıştırmayı marifet sayarsın? Bir de neden hep bu mevzuları Ramazan?da günhdeme getiriyorsun Çıplak müfsit? Geçen sene de içki ile yapılan yemekler haram değildir? buyurmuştun tam ramazanda!
Buyrun Çıplak Müfsit?in hezeyanlarını Din Düşmanı gazetesindeki satırlarından okuyalım:
Anadilde ibadet veya Kur?an?ın çevirisi ile ibadet dediğimizde pratikte bununla ifade edilmek istenen, namaz sırasında Kur?an ayetlerinin çevirisinin okunup okunamayacağıdır.
TEMEL DAYANAKLAR
1. Farsça?dan alarak kullandığımız namaz kelimesini Kur?an?da karşılayan sözcük, saláttır. Salát, kelime anlamıyla dua demektir. Kur?an bu kelimeyi, insan dışındaki varlıklarını dua faaliyetlerini anlatırken tespih kelimesiyle yanyana kullanmaktadır. (Nur Suresi, 41)
O halde, ?Kur?an?ın çevirisi ile dua edilebilir ama ibadet edilemez, mesela namaz kılınamaz? şeklinde bir iddia, bilimdışıdır; Kur?an?dan ve din literatüründen de onay alamaz. Bizzat Peygamberimizin ifadesiyle, ?Dua, ibadetin özü, iliğidir.? Kur?an?ın tercümesi dua ve ibadet maksadıyla okunamaz tezini savunmak mümkündür, bir görüştür; tartışılır. ?Kur?an?ın çevirisiyle dua edilir, fakat namaz kılınamaz? demek ise bilimsel dayanağı olmayan bir tutarsızlıktır; kavramların gerçek anlamını bilmeyen halkı aldatmaktır.
2. Kur?an, ?namaz sırasında okunması gereken metinler? (dua, tespih, tehlil vs.) diye bir şeyi, değil ayrıntılarıyla, ana hatlarıyla bile göstermemiştir. İlahi kitapta, salát sırasında Kur?an?dan bir bölümün okunacağına ilişkin bir beyan da yoktur. Kur?an okumaya veya Kur?an?dan kolaya geleni okumaya ilişkin emirlerin hiçbirinde ?namaz sırasında okuma? kaydı mevcut değildir. Müzzemmil Suresi 20. ayetteki ?Kur?an?dan kolayınıza geleni okuyun? emri, namaz kaydına bağlanmamıştır; mutlak bir emirdir. Bu mutlak emir, surenin başında verilmiş, 20. ayette ise yerine getiriliş şekli gösterilmiştir. Kısacası, Kur?an okumak da Kur?an?ın emirlerinden biridir. Tıpkı namaz kılmak, tıpkı oruç tutmak gibi... Galiba kabul edilmek istenmeyen de budur. Kur?an okuma emri namaza hapsedilip o da ?bir ayet de okusan olur?a bağlanarak Kur?an rafa kaldırılmıştır.
İlerde de göreceğimiz gibi, Şáfiî fıkhının büyük otoriteleri, işte bu gerçekten hareketle, Fátiha?yı doğru-düzgün okuyamayanların onun yerine başka dualar, zikirler okuyabileceklerini hükme bağlayan fetvalar vermişlerdir. Çünkü Kur?an, namazda kendisinden bir parçanın okunması gerektiğini gösterir açık bir emir taşımamaktadır.
Kur?an bünyesinde kaldığımızda bunun anlamı şudur: Kur?an, mesaj ve emirlerinin evrensel-genel oluşuna uygun bir biçimde, salát sırasında nelerin okunacağını, salát emriyle yükümlü müminlerin tercihine bırakmıştır. Tüm insanlığa hitap eden mesaj, yüzlerce renk-desen, meşrep ve karakter arz eden insanlık camiasının, Yaratıcı?ya, yakarışta esas olan bir faaliyette gönüllerinden geldiği gibi yakarmalarına imkán vermektedir. Kur?an?dan bir parçanın okunması gerektiğini işaret yoluyla bile söylemiş olsaydı Şáfiî ekolün büyük imamları (başta İmam Şáfiî) biraz önce değindiğimiz fetvayı asla vermezlerdi.
3. Namaz sırasında Kur?an?dan okunması gereken asgari miktar olan Fátiha Suresi?nin gerekliliğini gösteren delil, sünnet kaynaklıdır. Evrensel mesajın, mensupları için bir serbestlik alanı olarak açık bıraktığı bir konuda, Hz. Peygamber, ümmetine yardımcı olmuş, salát sırasında en ideal duanın yine Kur?an içinden çıkarılabileceğini, bunun asgari miktarının da Fátiha olduğunu sözü ve uygulamasıyla göstermiştir.
Fıkıh dilinde kıraatin (namazda Kur?an?dan okunması gereken kısmın) ?farz? olarak gösterilmesi bir fıkıh terimi olarak kaçınılmazlık ifade eder; aksini yapmak ?haram? anlamında bir farzı değil. Böyle bir farzdan söz etmek için Kur?an kaynaklı açık ve kesin (zannî delil olmaz) bir delilin bulunması gerektiği, tartışmasızdır.
Bir kez daha tekrarlayalım ki, böyle bir delil olmadığı için, Şáfiî fakihler, doğru-düzgün okuyamama durumunda, Fátiha?nın yerine başka dua ve niyaz metinlerinin okunabileceğini kabul etmişlerdir.
DİNDE TEMEL KAVRAMLAR
İslam düşüncesi temel kabullerinden birini şu şekilde formüle eder: Tamlık ve mükemmellik duygusu veren ibadetten, noksanlık ve boyun büküklük getiren günah yeğdir.
Bu prensibin esası şudur: Allah?ın yarattıklarıyla (álemlerle) ilişkisi kahır ve celal ilişkisi değil, lütuf, rahmet ve cemal ilişkisidir. Böyle olunca Allah?ın bu faal yanı rahmet, merhamet, bağış ve affı işletme biçiminde ortaya çıkar.
Bu haliyle ilahî rahmet ve bağış kendiliğinden işler. Kulun niyaz ve yalvarışıyla yani Allah?ın lütuf kapısı önünde çökerek boyun bükmesiyle ortaya çıkacak af ve merhamet tablosu ise bu söylediğimizin binlerce kat fazlasıdır.
Kur?an-ı Kerim adına şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: İnsan kaynaklı davranışların Allah?ı en çok sevindireni, kulun Allah?tan af ve rahmet dilemesidir. En büyük ibadet budur. Bunu ortadan kaldıran tutum ve davranış, dış patenti ne olursa olsun, esasta bir kayıp ve talihsizliktir.
Bilmekteyiz ki, varlık, hayat ve oluş Zat-ı Mutlak?ın isim ve sıfatlarının bir zuhûru, açılıp saçılmasıdır. Hayat bir anlamda ilahî isimlerin (Esmáûl Hüsna) bir tecellisi, bir resmigeçididir.
Ve biliyoruz ki, Esmáûl Hüsna?nın 15 tanesi doğrudan, buna yakın bir kısmı da dolaylı olarak Allah?ın af, merhamet, bağış ve rahmetini ifade etmektedir. İşte ulûhiyetin esas vasfının bağış ve rahmet oluşunun Kur?ansal delillerinden biri de budur.
Tövbe, bu sınırsız ve sonsuz rahmet okyanusundan yararlanmanın insan tarafından kullanılacak en kestirme, en rahat ve en güvenli yoludur. Tövbe, günah diye andığımız sürçme, sapma ve düşüşlerin de en erdirici telafi yolu ve Allah?ın garantisini taşıyan bir kurtuluş kapısıdır.
Beden su ile temizlenir, gönül gözyaşıyla. Ruhumuzu yıkamak için de bir ?su? lázım bize. O su, tövbedir işte...
Bütün ruhsal makamların, manevî yükselişlerin temeli olan bir kavram üzerindeyiz: Tövbe. Bina için toprak, yaşamak için gıda neyse, melekût alemine yükselmek için tövbe odur.
Káinat her an ölüp yeniden doğuyor. Ben şu satırları yazmaya başlayalı, bilmem kaç defa yok olup tekrar var edildim. Şu andaki ben az önceki ben değilim, şu andaki evren de biraz önceki evren değil.
?O her an yeni bir iş ve oluştadır.? (Rahman, 29) Bu oluş, çok süratli cereyan ettiğinden biz varlığı sürekli görüyor, hep var sanıyoruz. Yani Cenáb-ı Hakk?ın Mümît (öldüren) sıfatından çok Muhyî (dirilten) sıfatının belirtilerini seyrediyoruz.
Ölüm, daha yüce bir doğum için atılmış adımdır. Her doğum, daha öncesine göre bir yükseliştir. Tövbe, káinattaki bu yükselme ve gelişmenin şuuruna varmak, ona iştirak etmektir. Evet, tövbe bir iştiraktir; ilahî oluşa bir katılmadır. Bu yüzden herkesin tövbe etmesi istenmiştir. Hiç günahı olmayanların da günahsızlıktan tövbe etmeleri istenmiştir. Kur?an: ?İstisnasız hepiniz Allah?a tövbe edin, ey mü?minler? diyor. (Nur, 31)
Her an bir öncekine nispetle ileri bir aşama olduğuna göre, her önceki an için tövbe etmek lazımdır. Şems-i Tebrizî (645/1247) bu inceliği şöyle ifade etmiştir. ?İşe her an baştan başlamak lázımdır.? Hz. Peygamber bunu şöyle dile getiriyor:
?Ben her gün yetmiş defadan çok istiğfar ederim.?
Ebu Ali Dekkak (412/1021) bu hadisi izah ederken diyor ki: ?Allah?ın Elçisi her an yükseliyordu. Bir önceki anı, bir sonrakine göre noksan gördüğünden devamlı istiğfar halindeydi.? ?Bir günü ötekine eş geçen mümin değildir? hadisini bu nüktenin aydınlığında değerlendirmeliyiz.
TÖVBE
?Rabbimin lütfundandır bu. Şükür mü edeceğim, nankörlük mü diye beni denemek istiyor. Esasında şükreden, kendisi lehine şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse bilsin ki, Rabbim Ganî?dir, cömerttir!?
(Neml Suresi, 40)
n ?Rabbim, öz benliğime zulmettim, beni affet!?
?Rabbim, bana lütfettiğin nimete andolsun ki, suçlulara asla arka çıkmayacağım!?
(Kasas Suresi, 16-17)
SEBE? SURESİ (58/34. sure)
Rahman ve Rahîm Allah?ın adıyla...
1. Hamd, göklerde ve yerde bulunanlar kendisine ait olan Allah?adır! Ölüm ötesi álemde de hamd O?nadır. Hakîm?dir O, Habîr?dir.
2. Yerin içine gireni, oradan çıkanı, gökten ineni, oraya yükseleni O bilir. Rahîm?dir O, Gafûr?dur.
3. Küfre sapanlar şöyle dediler: ?Kıyamet saati bize gelmez!? De ki: ?Hayır, öyle değil. Gaybı bilen Rabbime andolsun ki, o size mutlaka ve mutlaka gelecektir! Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile Rabbimden gizli kalmaz. Zerreden daha küçük veya daha büyük hiçbir şey istisna olmamak üzere, her şey apaçık bir Kitap?ta belirlenmiştir;
4. Ki Allah, iman edip hayra ve barışa yönelik işler sergileyenleri ödüllendirsin. İşte bunlar için bir bağışlanma ve kutlu-bereketli bir rızık vardır.?
5. Ayetlerimizi hükümsüz kılmak uğruna koşuşup duranlar var ya, onlar için pislikten, inletici bir azap vardır.
6. Kendilerine ilim verilenler, Rabbinden sana indirilenin, hakkın ta kendisi olduğunu, Hamîd ve Azîz olan Allah?ın yoluna kılavuzladığını görürler.
7. Küfre batanlar şöyle dedi: ?Dağılıp parçalandığınızda, kesinlikle yepyeni bir yaratılış içinde olacağınız yolunda, peygamberce haberler veren bir adamı size gösterelim mi??
8. ?Yalan düzüp Allah?a iftira mı ediyor, yoksa çıldırmış mı bu?? Hayır, söyledikleri gibi değil! Gerçek şu ki, áhirete inanmayanlar, dönüşü olmayan bir sapıklık ve bir azap içindedirler.
9. Onlar, önlerinde ve arkalarında, gökten ve yerden neler var, görmediler mi? Dilesek onları yere batırırız, ya da üzerlerine gökten parçalar düşürürüz. Hiç kuşkusuz, bütün bunlarda Allah?a yönelen her kul için mutlak bir ibret vardır.
10. Yemin olsun, biz, Dávud?a katımızdan bir lütufta bulunduk. ?Ey dağlar, onunla birlikte tespih edin ve ey kuşlar siz de? dedik. Ve onun için demiri yumuşattık.
11. Geniş ve uzun zırhlar yap! Dokumasında titiz davran! Siz de hayra ve barışa yönelik iş yapın. Kuşkusuz, ben, yaptıklarınızı görüyorum.
|