![]() |
kennt hier keiner :))))
die meisten sind saublöd :DDDD
|
niye bu din düsmanligi????????
inanana inanmayandan ve inanmayandan inanana ne???
sizlere ne bu inanan insanlardan???? niye bu kadar düsmanlik yapiyorsunuz????????? birakin bu serefsizlikleri!!!!! herkez istedigi gibi yasasin ve istedigi dine inansin!!!!!!!!! insanlarin inancina hakaret etmekle ne kadar serefsiz oldugunuzu göstermeyin lütfen. |
Ganz sicher nicht,
weil sie überflüssig sind und andere Sachen wichtiger (Schulen, Essen, Frieden, Gleichberechtigung von Mann und Frau, Freiheit (auch für die Narren, die eine Moschee oder Kirche dafürbrauchen)) sind als irgendwelcher Nonsens über Nichts.
8-) |
pawlowsche köter sieht im fernsehen
ne moschee.
was passiert der köter fängt an zu bellen. erwartet das andere zurückbellen um so noch lauter zu bellen :)))))) DummeKuh sag doch einfach das du die moslems beleidigen willst. und beleidige sie ruhig!!!! also dummkopf sag was du loswerden willst und warte nicht darauf das hier jemand reinschreibt das er/sie für ne moschee spendet. ihr seid so dumm und untolerant das ich "AssiToni" euch zum ficken gerne habe :))))) ich glaub dich sollte ich auch mal kräftig durchnehmen bis deine lappen glühen :))))) Seid nett zueinander so wie ich zu euch!!!!!! Sevgi ve Saygi en önce gelir!!!!!! |
Yarasalarin aydinliga tahammülleri yok
Gercek ilahi Din,sapikliklari tehdit ettigi icin,sömürüyü, adaletsizligin kökünü kazimayi amacladigi icin,birileri tenekelere vurarak cirkin sesler cikarmakla, günü kurtarmayi yegliyor.
Günesi balcikla sivama yarsina giriyorlar... "Meyvesiz agac taslanmz" |
o.T.
körlerin günes yoktur demesiyle günes yok olmuyor
|
Was bissn
du wie eine armselige Kreatur das du dein Lebenssinn darin siehst hier rumzuprollen? Haben dir das deine Eltern beigebracht? Man sagt ja nicht umsonst, der Apfel fällt nicht weit vom Stamm! Assifamilie!
|
dummkopf
deine mutter kommt von ner Assifamilie.
hier fühlen sich ne menge auf dieser assisprache angesprochen :))))) meistens sinds kemalisten oder ungläubige.... aber wie ich in der schule gelernt habe soll man immer so sprechen das sich die leute angesprochen fühlen. also wenn man eine reaktion von nem penner will sollte man auch wie ein penner sprechen. :DDDDDDDDDDDDDD |
ohhh du arme :)))))
ich beschäftige dich ja mehr als alles andere :DDD
hast du auch schon alpträume wo assitoni dich wegknallt???? :)))))) |
o.T.
Dann besteht ja sogar die Chance, dass du deine eigenen Worte verstehst, ich empfinde sie doch sehr hohl, weil ohne Inhalt. Als der liebe Allah Hirn verteilte warst du wohl zu spät gekommen. Aber siehe da, hohle Sprüche sind auch im hohlsten Koppe drin.
8-) |
dummkopf
mir ist doch wichtiger das du und deine mutter meine worte verstehen :))))))
also bei deiner mutter weiß ich es ja schon, aber versuch du auch meine worte zu verstehen :DDDD |
bu dinin yüzünden
kendimi kullandiramadim yillardir.
18imden beri dinsizim ve müslümanlari düsman gözüyle bakiyorum. Ne güzel oldu hayatim. bakin yasim 37. Gelen gidenle, belki benimle evlenir diye, düsüp kalkiyorum. Hala birini bulamadim. Ama umutluyum. Illaki biri beni isteyecektir, cünkü seksde cok tecrübeliyim. Her türlü pislikleri yapmisimdir. Mutsuzum ama mutlu gibi gözüküyorum. Bu dindar kizlar hepsi erkek bulabiliyor. onlara cok kiziyorum. Hele basörtülülere daha cok kiziyorum. cünkü orasini burasini göstermeden koca buluyorlar. Ben hem etimi gösteriyorum hemde etimi kullandirdigim halde bu yasa kadar erkek bulamadim. Hepsi kullaniyor isi bittikten sonra beni köseye atip gidiyor. Tek carem bunlarida dinsiz yapip kendi sansimi yükseltebilmem. Yoksa yas olacak 40 ve 40imdan sonra kim alir beni. Kullanilmis pislenmis ve yaslanmis et parcasini isteyen var mi? EVET MUTSUZUM AMA MUTLUYMUS GIBI YASAMAYA DEVAM EDECEGIM. Mutlu ve Dindarlara ömrüm boyunca düsmanlik edecegim. Cünkü onlar bu erkeklerle evlenmeseler en az birtanesi gelip beni alacakti. |
assi
Meine Güte assi, musst du dich in mich verliebt haben, dass du dir soviel Mühe mit mir gibst! Eifersüchtig bist du auch noch! Ich lache die ganze Zeit über dich :-))))))
|
hattest du auch was mit Assi?
ich auch.
Du wurdest bestimmt auch benutzt von ihm. |
Sonra ?..
Mutlu mu olacaktin ?..
Yoksa rol yapmaya devam mi ?.. Ne ?.. |
Önce Ruhunu temizle
Etin bir kiymet-i harbiyesi yok..
Bir gün hepimiz Cürüyüp kokacagiz.. |
İNANÇ VE BİLGİNİN DERECELERİ, BİLİM -
!İNANÇ VE BİLGİNİN DERECELERİ, BİLİM - DİN İLİŞKİSİ
Sevgideğer Okurlarla, 19. ve 20. yüzyıllarda revaçta olan akıl-bilim ve sadece bunu rehber edinerek İlahi dinleri göz ardı eden, inanmayan düşünce ile din arasındaki ilişkileri ve Kainattaki Gerçeği en güzel şekilde Yaratıcı’nın lütfuyla açıklamaya çalışacağız. Son ilahi din İslam’ı ele alarak konuyu inceleyeceğiz. İNANMANIN 4 DERECESİ VARDIR ! İnanmanın 4 derecesi vardır: 4. Derece İnanış; Bir haberci veya beğenip güvendiğiniz bir arkadaşınız, bir dağın ardında ateş olduğunu söylese, siz kalpten duygunuza, altıncı hissinize göre ona inanabilirsiniz. Bu tür inanışta şüphe yoktur ve kanıt istenmez. Görünmeyen, gizli aleme ve kolaylıkla algılanmayan varlıklara inanma böyledir. 3. Derece İnanış; Dağın ardında ateş vardır; fakat uzaktan bu ateşin dumanı görünür. Bu bir işaret ve kanıttır. İnsan buna bakarak orada ateşin varlığına inanır. İşte Yaratıcı’nın varlığını bu dünyadaki delillere bakarak hissediyor ve inanıyoruz. Mesela Asya’da yaşayan ve Avustralya’ya hiç gitmemiş bir kimse, fotoğraflara, kitaplardaki bilgilere, gidenlerin anlattıkları veya rivayetlerin çokluğuna göre Avustralya’nın varlığına inanır. Evrendeki çoğu şeye inanma bu şekildedir. 2. Derece İnanış; Kişi bizzat dağın ardına gider ve orada ateşi görür. Yakından algılar. Bu ikinci derece inanmadır. Yine de kesinlik olmayabilir. Göz, algı yanılabilir. 1. Derece İnanış; İnsan bizzat ateşin içine girer, yanar, yakıcılığını hisseder. Bütün duyu organlarıyla bunu hisseder ve şahit olur. Bu gerçek bilgi ve inanıştır. Şimdi de aynı bilgi ve inanç derecelerini, ilahi dinleri tebliğ eden peygamberlere ve kutsal kitaplara inanmanın değerlendirilmesinde inceleyeceğiz: Peygamberler yaşadıkları toplumda dürüst, seçkin ve güvenilir insanlar olduklarından onlardan kanıt, insan gücünün üstünde mucizeler istemeden de kendilerine ve bildirdiklerine inananlar olmuştur. Bu 4. derecedir. Tarih boyunca peygamberlerin ve kutsal kitapların haber verdiği Bir Yaratıcı’nın varlığı, Kıyamet Günü, Öldükten Sonra Diriliş, Gelecek Dünya’nın varlığı, Kader gibi Gerçeklere dair kanıtlar, işaretler, bilimsel keşiflere inanış, 3.derece inanca girmektedir. Bu konularda çeşitli ve geniş tespitlere müracaat edilebilir. Peygamberlerin, dürüst, güzel ahlak sahibi, güvenilir ve bilginlik gibi değerli ahlaki meziyetlerinin yanında Tek Yaratıcı’nın elçisi olduklarını ispatlayan, üstün bir Gücün ve Sistemin varlığını gösteren mucizelere inanmak ise onların karşılarındaki şahit olanlar için 2. derece inançtır. İnsanlar öldükten sonra Gelecek Dünya, Diriliş, Cennet, Cehennem, Melek gibi varlık ve olayları gördükten sonra kesin bilgi ve inanca sahip olacaklar ama Öbür Dünya’daki bu inanma fayda vermeyecek. Çünkü imtihan için yaşanan hayat bitmiş, insanoğlu bunca ipuçları ve kanıtları gördüğü halde Gerçeği anlayamadığı ve inanamadığı için sınavı kaybetmiş olacak! |
o.T.
Aslında inanmak kalple ilgili bir duygudur. Beş duyunun ötesinde “Altıncı His” tir. Düşünür Robert Braun’un şu vecizesinde de önemli bir ipucu vardır: “Bir insanın anlayışı sınırların ötesinde olmalıdır. Yoksa Cennet niye var olsun ki !”
Dikkat edin, insanların hayatta sahip olduğu çoğu bilgi veya inancı bir veya iki kaynağa dayanmaktadır:Bir Tv yayını,bir-iki kitap,sevdiğiniz ve güvendiğiniz arkadaşlarınızın verdiği haberler! Aileyi düşünelim: İnsan bir ailede doğar, büyür. Anne-babası ona bakıp sevdiği için herkes onlara inanır, güvenir, hemen hemen bütün insanlar anne-babasının dinine taklitçilik duygusuyla tabi olur. Anne-baba ile çocuklar arasında benzerlik olur, kalpten bir duyguyla, altıncı hisle onların gerçek anne-babası olduklarına inanır, hastaneye gidip tıbbi testler yapmazlar. Şüpheleri varsa tıbbi incelemeler yapıp kanıt bulurlar. Dünya ve Evren de başıboş değildir, sahibi vardır. Büyük bir aileye benzer: Evren’de karşılıksız bir çok nimet bize veriliyor, hem de bizim gücümüz ve kontrolümüzün dışında! Bütün Evren’in insanlığa hizmet için ölçüyle yaratıldığını hissediyorsunuz. Bize hava, su, yiyecek, ışık, ısı, giysi malzemesi, akıl, ruh veren, Kainatı Yaratan bir Yaratıcı’nın işaretleri çevremizi sarmış. O, Evren’i yönetmektedir, O’nun elçileri hayatın anlamını ve hayat tarzını bize açıklamışlardır Biz O’na doğrudan altıncı hisle de inanabiliriz, delillere ve işaretlere dayanarak ta inanabiliriz. Bir de şu hayret verici örneği düşünün! “Objektif bulgulara göre 35 bin yıllık dünya tarihinde insanoğlu, farz edelim ki 1 milyon ürün ve eşya üretmiş olsun. Dünyada hiç kimse 1 tane bile eşyanın, makinenin kendi kendine oluştuğuna herhalde inanmaz. O halde Evren’deki milyonlarca mükemmel varlıklar, peygamberlerin ilahi, edebi mesajı, onların insanlığa sundukları ve mucizeler, bir Sanatkarın olduğunu ve tüm bunların Gerçekliğini gösterir, değil mi? Yaşadığımız hayatta akıl ve bilim Gerçeğe ulaşmada, Evren’in Yaratıcısını bulmada sadece araçtır, yol gösterir fakat az sonra da bilim felsefecisi Karl R. Popper’in de ayrıntılı açıklayacağı gibi mutlak ve yanılmaz bir yol gösterici değildir. “Büyük şeyler küçük ipuçlarıyla bilinir.” Atasözünde açıklandığı gibi Kainattaki önemli gerçekleri keşfetmede bilim ipuçlarını topluyor. İnsan aklı ve onun sonucu bilim, insanın hedefi ve taparcasına sevdiği varlık olamaz! İnananlar için İlk insan Hz. Adem bütün isimleri, bilgileri ve rehberliği Yüce Allah’tan almış ve O’nun açıklayıcı elçisi olarak insanlığa bildirmiştir. Ormanda, ıssız bir dağda doğup bırakılan bir insan anne-baba, öğretmen gibi eğitici ve bakıcılar olmadan kendi aklıyla ne derece hayatını devam ettirir ve hayatın gerekli bütün bilgilerini öğrenebilir! Ayrıca herkesin şahit olduğu gibi bilimsel bulgular ve ölçümler devamlı değişebiliyor. Bugün veya bu yüzyılda ‘doğru’ bildiğin bir şey yarın yanlış olabiliyor. Eskiden Samanyolu’nda 100 milyar yıldız ve Evren’de 100 milyar galaksi hesaplandı, deniyordu, son araştırmalar her birinde 200 milyar olduğunu söylüyor. Hem de iki katı! Eskiden ve hala bazı fen bilimi kitaplarında ışığın,ağırlığı olmadığı ve boşlukta yer kaplamadığı için madde olmadığı bildirilirken, Einstein daha 20. yüzyılın ilk yarısında ışığın bir kütlesinin olduğu ve çekim alanının etkisinde kaldığını dolayısıyla madde sınıfına girdiğini ispatlamıştır. Kısacası araştırma ve bilim her zaman insanlığa faydalı olacak ama yanılmaz yol gösterici olamayacak. |
o.T.
İslam’ın doğuşundan bugüne 1400 küsur yıllık tarihinde İslam‘ın öğretileriyle, ittifakla ve çoğunluk tarafından kabul edilen ve tespit edilmiş bilimsel sonuçlar çakışmamıştır. Keşifler ve buluşlar İslam ‘ın haberlerini doğrulamıştır. Bu da onun Hak Din olduğunu gösterir. Bakınız! İlk emri “Oku!” olan ve 275 ayette “Düşünmüyor musunuz?” diyen ve 200 ayette de “Düşünmeyi emreden” bir din ve kitaptan daha fazla insanı araştırmaya,bilime ve ilerlemeye teşvik eden kaç sistem vardır?
Gayba yani görünmeyen, bilinmeyen aleme inanan insanlar zaten kanıtlar istemezler çünkü inanmak kalple ilgili bir iştir. Fakat kanıt isteyerek inanmak isteyene de kanıtlar her taraftan aksetmektedir! 19. ve 20. Yüzyılda büyük merak konusu olan “Kainatın Bir Başlangıcı Olduğu veya Olmadığının hangisinin doğru olduğu bilimsel olarak ispatlandı!!! Yani Big Bang (Büyük Patlama)! Max Planc’n açıklamasını hatırlayalım : “Bugün ne yazık ki, bazı insanlar doğa bilimlerinin artık din ile hiçbir ilgisi kalmadığını zannederler. Halbuki bu, çok yanlıştır. Bilakis doğa bilimleri dini inanç ve düşünceleri takviye ederler.” Ateist bilim adamı Anthoy Flew tespit edilen bu gerçeği itiraf etmiştir: “*Big Bang modeli, bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklar tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmiştir. Kainatın bir başlangıcı olduğu iddiasını...” Kainatın yaratılışı Kur’an’da Enbiya Süresi 30. ayette şöyle bildirilmişti: “İnkar edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?” Bu ayette 4 ÖNEMLİ NOKTA DİKKAT ÇEKİYOR! İslam’ ın temel kaynakları Kur’an ayetleri ve Peygamber hadislerinden bazıları bilimsel mucizedir, uygarlık, bilim ve teknoloji geliştikçe şüphesiz inananlar değil de kanıt isteyenler ispatlandığına ikna olacaklardır. Birincisi; Göklerle yerin tek bir noktadan yaratıldığına işaret var. Bütün Evren tek noktadan patlayarak çıkmıştır. Sonra gaz kütlesi halindeyken zamanla, bu gaz kütlesinden küreler halinde parçalar kopmuş ve uzay boşluğuna fırlamıştır. İkincisi; Her canlının sudan yaratıldığını bildirir. Bugün de tespitler böyledir. Dünya’da denizler ve okyanuslar meydana geldiğinde, suda yosunlaşma ile başlayan canlılar ilahi kanunlara göre gelişmiştir. Allah en mükemmel canlı türü olarak da yine içinde suyun bulunduğu özel bir çamurdan insanı yaratmıştır. Üçüncüsü; Yüce Allah, inkar edenlere seslenerek bu iki bilimsel olaya işaret ediyor ve “düşünmediler mi?” diye bu olayları düşünmelerini istiyor. Yani burada bilimsel keşifler Yaratıcı ve gerçeği bulmada araç ve yol gösterici oluyor! Dördüncüsü; Bir olgu ve gerçeğe dair kanıtlar sunulduktan sonra bile yine de inanmayabileceklerine işaret var! 20. Yüzyılın fizikçi bilim adamı Albert Einstein dahi her zaman din-bilim ilişkisini ve birbirini desteklediğini önemle belirtmiştir: * ”Tabiatı araştıran herkes, bir çeşit dini saygıyı, Allah’ın kudretini keşfeden kaşiftir.” Louis Pasteur ise, bütün buluş ve keşiflerin insanı Yüce Sanatkar’a götürdüğüne hayran olur: “Bilim insanı Allaha götürür.” Şimdi de ünlü bilim felsefecisi Karl R. Popper’in bilim hakkındaki açıklamalarını inceleyelim: |
o.T.
*Bilimsel teoriler hep varsayım olarak kalacaktır. Çok iyi oluşturulmuş bir teori bile daha iyi bir teoriyle yer değiştirebilir. Teoriler doğrulanamaz ancak pekiştirilebilir. Bir teori sınamalara karşı durduğu sürece pekiştirilmiş olur. Bir teorinin doğruluğundan değil de pekiştirilebileceğinden söz edileceği için, kesin bilgi, eski bilimsel ideal olan episteme bir puttur. Bilimsel objektiflik, bilimsel önermelerin hep deneme niteliğinde olmasını gerektirir. Bilimsel bir teori, asla, kesinlikle kabul edilmiş veya kanıtlanmış diye görülmemelidir. Bütün teoriler varsayımdır, tümü yıkılabilir. Bilim varsayımlardan oluşur. Her şey kestirimseldir, hiçbir bilgi kesin değildir. Ne subjektif ne de objektif bilginin kesin olduğundan söz edilebilir.
Bilim, rasyonel bir “mutlak doğru” yu temsil etmez. Aksine, ancak yanlışlanabilir, yani deney veya sınama yoluyla kontrol edilebilir olması halinde bilim sayılır. (Karl R. Popper) *Bilim, rehber değildir. Hele yanılmaz ve sınırsız bir yol gösterici hiç değildir. Ahlaki ve siyasi tercihlerimiz bilim kadar, belki daha fazla önemlidir. Bilimin insana hükmetmesi, bilim adına baskı rejimleri kurulması çağına girilmesi yanlıştır. (Karl R. Popper: Avusturyalı Bilim Felsefecisi) *Gerek din, gerek doğa bilimleri, bir muazzam Yaratıcı olmadan bu dünyanın kurulamayacağını kabul ederler. Doğa bilimlerin bulduğu bütün yenilikler, bu muazzam Yaratıcının varlığı ve büyüklüğü hakkında birer belgedir. (Max Planc) Gayb, yâni görünmeyen, normal duyu organlarıyla algılanmayan âlem ve varlıklara inanma konusunda hayattan şu ipucu veren ve açıklayıcı örneği verebiliriz: Bundan 500 yıl önce 1500 yılında, çeşitli aletlerle mikroplar ve virüslerin tespit edilmediği zamanda, bunların varlığından bahsedilseydi, bu “varsayım” sayılacak “gerçek” kabul edilmeyecekti. Halbuki onlar vardı ve gerçekti. İspat edilince yaygın bir gerçek oldular. Nitekim 15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmed’in hocası Akşemseddin, “İnsanlarda hastalıklara çok küçük görülmeyen canlıların neden olduğundan” bahsetmişti. O, normal duyu ötesi algıyla, kalp gözüyle, ruhen yücelerek bunu keşfetmiş olmalıydı. Ayrıca 200 yıl önce 1800’de bazı insanların günümüzden daha erken imkanları olsaydı ve dünya insanlarına görülmeyen kozmik ışınlardan, insanın ses ve görüntüsünü ortaya çıkaran radyo ve televizyon sinyallerinden, bandların üzerinde çeşitli seslerin saklı olduğundan bahsetseydi, dünyanın çoğu bunu “hayal, varsayım” olarak kabul edecekti. Ama onlar vardı. İnsanlık o bilgi ve teknolojiye sahip olmadığı için onları yok sayardı. Bundan başka, astronomlar evrendeki yıldızların varlığından ancak o yıldızın ışığı Dünya’ya ulaştığı zaman, hatta milyarlarca ışık yılı sonra varlığından haberdar oluyorlar. O yıldızlar, çok uzaklarda vardı, ondan bir işaret te yoldaydı, ancak Dünya’ya ulaştığı zaman herkes tarafından bilindi. Eğer ışık hızından hızlı bir varlık Evreni dolaşsa daha önce bazı şeyleri algılamış ve bilmiş olur. Duyu ötesi algı böyle bir şey! Işık hızından hızlı varlıklar, ayrı bir inceleme konusudur. Kâinattaki binlerce gizli ya da keşfedilmeyi bekleyen gerçekleri bulup inanmak için, insanlığın binlerce yıl geçmesini beklemesi veya öldükten sonra görmesi mi gerekiyor !? İşte, dünyadaki imtihan hayatının sebebi budur! Öldükten sonra bir tehlike veya kurtuluşun geleceğinin veya bazı haberlerin doğruluğuna inanmak için ipuçları, kanıtlara dayanarak veya kıyas yaparak inanmak yetmiyor mu? Halbuki, hayattaki doğruluğuna inandığınız çoğu şeye, bir-iki kanıt, ipuçları veya çoğunluğun rivayetine göre inanıyorsunuz, geniş görüşlü ve önyargısız olarak gerçekler üzerinde düşünmemiz gerekir! Öte yandan, her zaman materyalist ve dinsiz insanlar bile dünyada doğa üstü, normal ötesi, açıklanamayan olayların ve varlıkların olduğuna şahit olmuşlar, “sadece maddeye inanıyoruz” dedikleri halde akıl, ruh, rüya gibi soyut varlıkların, somut olarak tespit edilmemiş varlıkların varlığına inanmışlardır. Hiç rüya görmeyen birine göre de “rüya” : bir hayal, sadece bazı insanların algıladığı için var dediği maddi olmayan bir şeydir! Göz olmadan görmeye en güzel örneklerden biridir. Demek ki tüm uygarlığın üstünde daima bir Üst Sistem var. İnsanlık doğuşundan beri, evrenin hatta evrenlerin sahibi olan Yüce Varlığa ve Yüce Âleme erişme çabası içindedir. İnanç ve bilginin eşliğinde Gerçeğe ulaşılması dileğiyle. Memduh Özcan Zaman ayirip okuyanlara bir demet sevgiler __ _@@ @ ____________@@@__@_@@@@ ____________@@__@@_____@ ___________@@@_@__@_____@ __________@@@@_____@@___@@@@@@ _________@@@@@______@@_@______@@ ________@@@@@_______@@________@_@@ ________@@@@@_______@_______@ ________@@@@@@_____@_______@ _________@@@@@@____@______@ __________@@@@@@@@_______@ __@@@_________@@@@@@@@@ @@@@@@@__________@@ _@@@@@@@_________@ __@@@@@@_________@@ ___@@@___@_______@@ ___________@_____@__@ _______@@@@_@___@ _____@@@@@@__@@ ____@@@@@@@__@@ ____@@@@@_____@ ____@@_________@ _____@_________@ _____________@_@ ______________@@ ______________@ ______________@ |
aufbau?
ich würde für den abriss spenden - am besten ein warmer abriss.
|
Evlere Şenlik Tesettür Defilesi
Evlere Şenlik Tesettür Defilesi
Mehmet Şevket Eygi 25.04.2008 BİRTAKIM İslâmcılar ve modern/asrî Müslümanlar işi iyice azıttılar. Ben görmedim, sözde İslâmî bir tesettür defilesi yapılmış. Bizzat görmedim, anlattılar defilenin başlıca özellikleri şunlarmış: Bir başka zaman, bikini mayo giyip arz-ı endam eden birtakım malum ve mahut manken kadınlar, bu sefer o biçim tesettürlü kıyafetler sergilemişler, podyumlarda salına salına, kırıta kırıta tak tak çat çat yürümüşler. Birtakım hacılar, “çok dindar” Müslüman erkekler bunları zevkle ve ilgiyle seyretmişler. Aracıkta namaz kılanları bile görülmüş... Böyle dindarlığa can kurban... Bu esnada ilahîler okunmuş, dua etme numaraları yapılmış. Renkler, ışıklar, sesler, tak tak tak tok tok tok manken yürüyüşleri. Ağızlar kulaklarda... Oh ne güzel, oh ne moderin, oh ne çağdaş... İslâm tarihi 1400 küsur yıl boyunca böyle rezalet görmedi!... Moda defilesi olur, manken olur, bunlar bazen mayo, bazen elbise teşhir edebilir ama böyle şeyler İslâm adına, Müslümanlık adına yapılamaz. İslâm dini ve şeriatı, genç, güzel, cazibedar, seksî, fıkırdak genç kadınların erkeklere elbise teşhir etmesine izin vermez. Böyle defileler, böyle teşhirler fısktır, fücurdur, günahtır, ayıptır. Diyanet ve büyük İslâm cemaatleri, turuk-i aliye-i islâmiyye, ulema, meşayih bu konuda bildiriler yayınlamalı ve yapılan günahı takbih etmelidir (kötülemelidir). Kutsal tesettür kurumu ve değeri böyle âdi ticaretlere, bezirganlıklara alet edilmemelidir. İlahî tokatlardan ve şamarlardan korksunlar. Bendeniz vaktiyle gaflet edip bir kere böyle bir tesettür defilesine gitmiştim. Bu sonuncusu büsbütün rezalet olmuş. Böyle şeyleri Batılılar, mürtedler, dinden uzaklaşmışlar, çağdaşlar yapabilir ama dinibütün Müslümanlar yapamaz. Yapacaklarsa bari sırf kadınlar için yapsınlar, erkekleri sokmasınlar. Kimseyi üzmemek için tenkitlerimi son derece yumuşak yapıyorum. İslâm’da böyle şeyler olur, Müslüman böyle şeyler yapabilir diyorlarsa, buyursunlar yirmi kadar Müslüman ülkenin fetva makamlarına, büyük ulemasına, meşayihına soralım. Hiçbiri evet demeyecektir, fetva ve ruhsat vermeyecektir. İslâm dininde Allah’tan korkmak vardır. Lütfen Allah’tan korkalım, tevbe istiğfar edelim ve bir daha böyle fuhşiyyat, azgınlık, münker şeyler teşhir etmeyelim. Kıtlığa, Yokluğa, Pahalılığa Hazırlanınız BENİM şahsî görüşüm değil, dünya çapında uzmanlar söylüyor, “ABD bir şirket olsaydı çoktan iflasını ilan ederdi...” Kim mi söylüyor? ABD’nin dört başkanına (Reagan, Ford, Baba Bush ve Clinton) danışmanlık yapmış Stephen M. Studdert. Dünya dehşetli bir krize gidiyor. Afrika ve Asya ülkelerinde açlık isyanları yayılacaktır. Bizdeki temel gıda maddeleri; ekmek, pirinç, bulgur, yemeklik yağ kısa zamanda ne kadar pahalandı... Pahalı ama şu anda piyasada mevcut... Yarın birçok gıda maddesi bulunmayacaktır. Yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır. Şu meşhur Karaoğlan Ecevit zamanında birçok ihtiyaç maddesi yoktu, halk kuyruklarda çile çekiyordu. Türkiye’nin bir yılda çöpe attığı ekmek, Somali’nin bir yıllık ekmek tüketimi kadarmış. İnsanlık çıldırmış... Zengin Müslümanların bir kısmı umursamazlık ve gaflet içinde. Bir tarafta sefalet, açlık, perişanlık; öbür tarafta lüks, israf, aşırı tüketim, azgınlık... Bu gidişin sonu çok kötüdür. Herkese laf anlatmak mümkün değildir. Şuurlu ve vicdanlı Müslüman kardeşlerime bazı tavsiyelerim olacak: 1. Lüks ve israfı bırakalım ve zühde, kanaate, tevazua, iktisada (tutumluluk) yönelelim. 2. Pirinç aşırı şekilde pahalandıysa bulgura, makarnaya yönelelim. 3. Mercimek, patates, nohut gibi ucuz, fakat doyurucu, besleyici, dengeli yiyeceklere iltifat edelim. 4. Asla israf etmeyelim. Kurudu, bayatladı diye bir ekmeği çöpe atmak Allah’ın aziz bir nimetine küfranda bulunmak demektir. Böyle yapanlar, günün birinde bir lokma kuru ekmeğe muhtaç kalabilirler. 5. İslâm’ın emrettiği paylaşma, yardımlaşma ahlâkı ile ahlâklanalım. 6. Komşumuz aç gecelerken, biz tok sabahlamayalım. 7. Kötü günler için şimdiden tedbir alalım. 8. Stok yapmamak şartıyla, bir kenara az miktarda yiyecek koyalım. 9. Merhametli olalım, fakirlere yardım edelim. Ta ki, Allah da bize rahmet eylesin. 10. Nemrud, Firavun ahlâkını bırakalım, Peygamber’in ahlâk ve sünnetine yapışalım. Bazı beyinsizleri duyar gibiyim: “Ekmek bulamazsak, pasta yeriz.” Ya pasta da bulamazsanız? O zaman ne (...) yersiniz? Liselerde Ahlâk ve Karakter Terbiyesi BİR öğretmen dostum anlattı: Almanya’dan gurbetçi bir aile yurda kesin dönüş yapmış. Lise öğrencisi oğulları burada tahsiline devam edecek. Müracaat ettiği okulda, hangi sınıfa alalım diye bir imtihan yapmışlar. Coğrafya sorusu olarak Türkiye’nin beş ilini say demişler. Sınav yazılı oluyor, çocuk üç il yazabilmiş. Alman okullarında Türkiye coğrafyası okutulmuyor... Oradaki öğretmenlerden biri acımış, çocuğun kulağına iki il daha fısıldamış... Lakin o bunları kağıdına yazmamış. Sonra sormuşlar, “Yavrum biz sana yardımcı olmak istedik, niçin yazmadın?” Şu cevabı vermiş: “Onlar benim kendi bilgilerim değildi, yazmam dürüst bir hareket olmazdı...” Okullarda bilgi ve kültürün yanında mutlaka ahlâk ve karakter terbiyesi de verilmelidir. Medenî Avrupa ülkelerinde bu var, bizde maalesef yok. Yıl 1952, liseden mezun oluyorum. O yıla ait mezuniyet albümü için son sınıf öğrencilerinden para toplandı, meşhur Çituris Biraderler matbaasında kuşe kağıda, ciltli güzel bir kitap bastırılacak. Fotoğraflar çektirildi, okula bir karikatürist getirildi ve öğrencilerin karikatürleri çizdirildi ve sonunda kitap matbaada basıldı. Basıldı ama biz öğrenciler birer nüsha alamadık. Çünkü, toplanan para Çituris’lere verilmemiş, bu işi üzerine alan bir arkadaşımız zimmetine geçirmiş... Arkadaşlarının albüm paralarını zimmetine geçiren tazecik genç ileride ne olur? Hortumcu olur, düzenbaz olur, haram yiyici olur, hırsız olur... Ahlâklı, faziletli, terbiyeli, karakterli, şerefli, namuslu, haysiyetli bir öğrenci kopya çeker mi? Kesinlikle çekmez. Çünkü böyle bir şey hırsızlıktır. 20 Nisan’da İzmit’te bir sohbet konuşması yaptım. Dinleyicilerimin içinde temiz liseli gençler vardı. Okullarda kopya çekiliyor mu diye sordum. Bol bol çekiliyormuş... Okullarda, aile ocağında, toplumda gençlere ve çocuklara ahlâk ve karakter terbiyesi veremeyen bir toplum ileride dizlerini çok döver. Oldukça bilgili ve kültürlü, lakin ahlâk ve karakter boyutu yok... Böyle bir kişi canavardır, kurttur. Cumhuriyetçiyim diyor ama faziletsiz, böyle cumhuriyetçi olmaz. Cumhuriyet fazilet rejimidir. Fazilet yoksa gerçek cumhuriyet de yoktur. Dindar geçiniyor, namaz kılıyor ama ahlâkı düzgün değil. O da gerçek dindar değil, dindar kılıklı bir sahtekârdır. Türkiye’deki ahlâksızlık, faziletsizlik, karaktersizlik beni çok korkutuyor. Ahlâklı ve faziletli vatandaş hiç yok değil ama bugünkü sayıları ve ağırlıkları yetmez. Ahlâk iledir nizam-ı âlem... |
Evlere Şenlik Tesettür Defilesi
Evlere Şenlik Tesettür Defilesi
Mehmet Şevket Eygi 25.04.2008 BİRTAKIM İslâmcılar ve modern/asrî Müslümanlar işi iyice azıttılar. Ben görmedim, sözde İslâmî bir tesettür defilesi yapılmış. Bizzat görmedim, anlattılar defilenin başlıca özellikleri şunlarmış: Bir başka zaman, bikini mayo giyip arz-ı endam eden birtakım malum ve mahut manken kadınlar, bu sefer o biçim tesettürlü kıyafetler sergilemişler, podyumlarda salına salına, kırıta kırıta tak tak çat çat yürümüşler. Birtakım hacılar, “çok dindar” Müslüman erkekler bunları zevkle ve ilgiyle seyretmişler. Aracıkta namaz kılanları bile görülmüş... Böyle dindarlığa can kurban... Bu esnada ilahîler okunmuş, dua etme numaraları yapılmış. Renkler, ışıklar, sesler, tak tak tak tok tok tok manken yürüyüşleri. Ağızlar kulaklarda... Oh ne güzel, oh ne moderin, oh ne çağdaş... İslâm tarihi 1400 küsur yıl boyunca böyle rezalet görmedi!... Moda defilesi olur, manken olur, bunlar bazen mayo, bazen elbise teşhir edebilir ama böyle şeyler İslâm adına, Müslümanlık adına yapılamaz. İslâm dini ve şeriatı, genç, güzel, cazibedar, seksî, fıkırdak genç kadınların erkeklere elbise teşhir etmesine izin vermez. Böyle defileler, böyle teşhirler fısktır, fücurdur, günahtır, ayıptır. Diyanet ve büyük İslâm cemaatleri, turuk-i aliye-i islâmiyye, ulema, meşayih bu konuda bildiriler yayınlamalı ve yapılan günahı takbih etmelidir (kötülemelidir). Kutsal tesettür kurumu ve değeri böyle âdi ticaretlere, bezirganlıklara alet edilmemelidir. İlahî tokatlardan ve şamarlardan korksunlar. Bendeniz vaktiyle gaflet edip bir kere böyle bir tesettür defilesine gitmiştim. Bu sonuncusu büsbütün rezalet olmuş. Böyle şeyleri Batılılar, mürtedler, dinden uzaklaşmışlar, çağdaşlar yapabilir ama dinibütün Müslümanlar yapamaz. Yapacaklarsa bari sırf kadınlar için yapsınlar, erkekleri sokmasınlar. Kimseyi üzmemek için tenkitlerimi son derece yumuşak yapıyorum. İslâm’da böyle şeyler olur, Müslüman böyle şeyler yapabilir diyorlarsa, buyursunlar yirmi kadar Müslüman ülkenin fetva makamlarına, büyük ulemasına, meşayihına soralım. Hiçbiri evet demeyecektir, fetva ve ruhsat vermeyecektir. İslâm dininde Allah’tan korkmak vardır. Lütfen Allah’tan korkalım, tevbe istiğfar edelim ve bir daha böyle fuhşiyyat, azgınlık, münker şeyler teşhir etmeyelim. Kıtlığa, Yokluğa, Pahalılığa Hazırlanınız BENİM şahsî görüşüm değil, dünya çapında uzmanlar söylüyor, “ABD bir şirket olsaydı çoktan iflasını ilan ederdi...” Kim mi söylüyor? ABD’nin dört başkanına (Reagan, Ford, Baba Bush ve Clinton) danışmanlık yapmış Stephen M. Studdert. Dünya dehşetli bir krize gidiyor. Afrika ve Asya ülkelerinde açlık isyanları yayılacaktır. Bizdeki temel gıda maddeleri; ekmek, pirinç, bulgur, yemeklik yağ kısa zamanda ne kadar pahalandı... Pahalı ama şu anda piyasada mevcut... Yarın birçok gıda maddesi bulunmayacaktır. Yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır. Şu meşhur Karaoğlan Ecevit zamanında birçok ihtiyaç maddesi yoktu, halk kuyruklarda çile çekiyordu. Türkiye’nin bir yılda çöpe attığı ekmek, Somali’nin bir yıllık ekmek tüketimi kadarmış. İnsanlık çıldırmış... Zengin Müslümanların bir kısmı umursamazlık ve gaflet içinde. Bir tarafta sefalet, açlık, perişanlık; öbür tarafta lüks, israf, aşırı tüketim, azgınlık... Bu gidişin sonu çok kötüdür. Herkese laf anlatmak mümkün değildir. Şuurlu ve vicdanlı Müslüman kardeşlerime bazı tavsiyelerim olacak: 1. Lüks ve israfı bırakalım ve zühde, kanaate, tevazua, iktisada (tutumluluk) yönelelim. 2. Pirinç aşırı şekilde pahalandıysa bulgura, makarnaya yönelelim. 3. Mercimek, patates, nohut gibi ucuz, fakat doyurucu, besleyici, dengeli yiyeceklere iltifat edelim. 4. Asla israf etmeyelim. Kurudu, bayatladı diye bir ekmeği çöpe atmak Allah’ın aziz bir nimetine küfranda bulunmak demektir. Böyle yapanlar, günün birinde bir lokma kuru ekmeğe muhtaç kalabilirler. 5. İslâm’ın emrettiği paylaşma, yardımlaşma ahlâkı ile ahlâklanalım. 6. Komşumuz aç gecelerken, biz tok sabahlamayalım. 7. Kötü günler için şimdiden tedbir alalım. 8. Stok yapmamak şartıyla, bir kenara az miktarda yiyecek koyalım. 9. Merhametli olalım, fakirlere yardım edelim. Ta ki, Allah da bize rahmet eylesin. 10. Nemrud, Firavun ahlâkını bırakalım, Peygamber’in ahlâk ve sünnetine yapışalım. Bazı beyinsizleri duyar gibiyim: “Ekmek bulamazsak, pasta yeriz.” Ya pasta da bulamazsanız? O zaman ne (...) yersiniz? Liselerde Ahlâk ve Karakter Terbiyesi BİR öğretmen dostum anlattı: Almanya’dan gurbetçi bir aile yurda kesin dönüş yapmış. Lise öğrencisi oğulları burada tahsiline devam edecek. Müracaat ettiği okulda, hangi sınıfa alalım diye bir imtihan yapmışlar. Coğrafya sorusu olarak Türkiye’nin beş ilini say demişler. Sınav yazılı oluyor, çocuk üç il yazabilmiş. Alman okullarında Türkiye coğrafyası okutulmuyor... Oradaki öğretmenlerden biri acımış, çocuğun kulağına iki il daha fısıldamış... Lakin o bunları kağıdına yazmamış. Sonra sormuşlar, “Yavrum biz sana yardımcı olmak istedik, niçin yazmadın?” Şu cevabı vermiş: “Onlar benim kendi bilgilerim değildi, yazmam dürüst bir hareket olmazdı...” Okullarda bilgi ve kültürün yanında mutlaka ahlâk ve karakter terbiyesi de verilmelidir. Medenî Avrupa ülkelerinde bu var, bizde maalesef yok. Yıl 1952, liseden mezun oluyorum. O yıla ait mezuniyet albümü için son sınıf öğrencilerinden para toplandı, meşhur Çituris Biraderler matbaasında kuşe kağıda, ciltli güzel bir kitap bastırılacak. Fotoğraflar çektirildi, okula bir karikatürist getirildi ve öğrencilerin karikatürleri çizdirildi ve sonunda kitap matbaada basıldı. Basıldı ama biz öğrenciler birer nüsha alamadık. Çünkü, toplanan para Çituris’lere verilmemiş, bu işi üzerine alan bir arkadaşımız zimmetine geçirmiş... Arkadaşlarının albüm paralarını zimmetine geçiren tazecik genç ileride ne olur? Hortumcu olur, düzenbaz olur, haram yiyici olur, hırsız olur... Ahlâklı, faziletli, terbiyeli, karakterli, şerefli, namuslu, haysiyetli bir öğrenci kopya çeker mi? Kesinlikle çekmez. Çünkü böyle bir şey hırsızlıktır. 20 Nisan’da İzmit’te bir sohbet konuşması yaptım. Dinleyicilerimin içinde temiz liseli gençler vardı. Okullarda kopya çekiliyor mu diye sordum. Bol bol çekiliyormuş... Okullarda, aile ocağında, toplumda gençlere ve çocuklara ahlâk ve karakter terbiyesi veremeyen bir toplum ileride dizlerini çok döver. Oldukça bilgili ve kültürlü, lakin ahlâk ve karakter boyutu yok... Böyle bir kişi canavardır, kurttur. Cumhuriyetçiyim diyor ama faziletsiz, böyle cumhuriyetçi olmaz. Cumhuriyet fazilet rejimidir. Fazilet yoksa gerçek cumhuriyet de yoktur. Dindar geçiniyor, namaz kılıyor ama ahlâkı düzgün değil. O da gerçek dindar değil, dindar kılıklı bir sahtekârdır. Türkiye’deki ahlâksızlık, faziletsizlik, karaktersizlik beni çok korkutuyor. Ahlâklı ve faziletli vatandaş hiç yok değil ama bugünkü sayıları ve ağırlıkları yetmez. Ahlâk iledir nizam-ı âlem... |
Davet !
<a href="redirect.jsp?url=http://www.ateizmecevap.com
Ateizmin" target="_blank">http://www.ateizmecevap.com Ateizmin</a> ibretli cöküsünü dile getiren bilgi ve müzakere platformuna,saygi deger arkadaslari davet ediyorum !. Saygilarimla Ey Laboartuarlarda hava atmaya kalkan akil ! söyle bana yoktan birseymi buldun! Bahcemdeki bir avuc topragi; senden daha vefakar gördüm! En büyük gelisim; batildan arinip Hakki bulmaktir, zerrelerden hisse kapip, maddeye tapmamaktir; göz kendini aynasiz göremezken, görmüyorum demek,sacmalaktir. 1insanol(Avci) |
http://www.ateizmecevap.com/ateizm.html
ohne Text
|
Tuhaf insanlar.
Vakit yazarı küçük kıza tecavüzden tutuklandı.
14 yaşındaki L.Ç."ye tecavüz suçlamasıyla dün akşam gözaltına alınan VAKİT Gazetesi yazarı 78 yaşındaki Hüseyin Üzmez tutuklandı Fuat KARS- Bülent CİVANOĞLU- Erdoğan PAÇİN/MUDANYA (Bursa), (DHA) -------------------------------------------------------------------------------- Mudanya Adliyesi"nde yaklaşık 5 saat savcıya ve ardından nöbetçi mahkemede hakime ifade veren zanlılardan Hüseyin Üzmez `cihnsel istismar", ilişki kurduğu B.Ç."nin annesi Livaze Ç. de kızını bu ilişkiye zorlamak suçundan tutuklandı. B.Ç."nin babası Bekir Ç. ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.Adliyeden yoğun güvenlik önlemleri altında çıkarılan Hüseyin Üzmez ile Livaze Ç., Bursa E Tipi Cezaevi"ne götürüldü. OLAYIN GEÇMİŞİ Bursa"da 9 Ocak 2003 tarihinde Nilüfer Evlendirme Dairesi"nde, kendisinden 50 yaş küçük hafız Ayşe Yılmaz"la nikah masasına oturan ve uzun süredir aşırı dinci Vakit Gazetesi"nde köşe yazarlığı yapan Hüseyin Üzmez, küçük yaştaki kıza tecavüz ettiği ihbarı üzerine dün 23.30 sıralarında Mudanya"da gözaltına alındı. İnegöl İlçesi"nde oturan 14 yaşındaki L.Ç."ye tecavüz ettiği iddia edilen Hüseyin Üzmez"le birlikte küçük kızın annesi ve babasının da Mudanya Emniyet Müdürlüğü"ne götürüldü. Katıldığı televizyon programlarında kavgacı uslubuyla tanınan Hüseyin Üzmez"in sorgusu devam ederken, bugün Mudanya Adliyesi"nde hakim karşısına çıkarılması bekleniyor. İLK SİLAHLI SAĞ EYLEMCİ Malatyalı olan Hüseyin Üzmez, 1952 yılında henüz lise öğrencisiyle gazeteci Ahmet Emin Yalman"a suikast girişiminde bulundu. `İlk sağ eylemci" olarak bilinen Hüseyin Üzmez, Ahmet Emin Yalman"ı öldürmeye teşebbüs suçundan mahkum oldu ve 10 yıl hapis yattı. Cezaevinden çıktıktan sonra yarıda bıraktığı liseyi, ardından da Hukuk Fakültesi"ni bitiren Hüseyin Üzmez, bir dönem Turgut Özal Hükümeti"nde Sağlık Bakanı Mehmet Aydın"ın özel danışmanı olarak görev yaptı. Hüseyin Üzmez, bazı sağ partilerde görev almış ve MÇP"de genel başkan adayı olmuştu. KAYINPEDER KARŞI ÇIKMIŞTI Hüseyin Üzmez"in 5 yıl önce Bursa"da nikah kıydığı kendinden 50 yaş küçük Ayşe Yılmaz"ın ailesi bu evliliğe karşı çıkmış ve nikaha gitmemişti. Bursa"nın Arabayatağı Mahallesi"nde kuruyemişçilik yapan kayınpeder Mustafa Yılmaz sonradan bu evliliği onayladıklarını, "Peygamber Efendimiz de Ayşe anamız 9 yaşındayken evlenmişti. Kızımın evlenmesine ilk zamanlar karşıydım ama sonradan normal karşıladım" demişti. ÜZMEZ KİMDİR? Hüseyin Üzmez, ilk silahlı sağ eylemcisi. 22 Kasım 1952 tarihinde, lise son sınıf öğrencisiyken, ‘‘Allah düşmanı’’ dediği Vatan gazetesi sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman"a 6 el ateş etti, ‘öldü" diye bıraktı. ‘‘Öldürmeye teşebbüs’’ suçundan 10 yıl tutuklu kaldı. Cezaevinden çıktıktan sonra lise ve hukuk fakültesini bitirdi. Özal hükümetinde Sağlık Bakanı Mehmet Aydın"ın özel müşaviri oldu. Milliyetçi Çalışma Partisi"nin genel başkan adayı oldu. Can Pazarı adlı aşk romanının aynı zamanda kahramanı olan Hüseyin Üzmez, üniversite öğrencisi ile yaşadığı aşkı romanlaştırdı. ÜZMEZ, ADLİYEDE Bursa"nın Mudanya İlçesi"nde dün gece 14 yaşındaki L.Ç."ye tecavüz ettiği iddiasıyla gözaltına alınan Vakit Gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez, Emniyet Müdürlüğü"nde sorgusunun tamamlanmasından sonra adliye sevk edildi. Mudanya Adliyesi"ne yoğun güvenlik önlemi altında saat 13.50"da getirilen Hüseyin Üzmez"in bitkin olduğu ve koluna giren polislerin desteğiyle yürüdüğü dikkati çekti. Güvenlik güçleri gazetecilerin fotoğraf çekmesini önlemeye çalıştı. Hüseyin Üzmez"in savcılıkta ifadesinin alınmasından sonra nöbetçi mahkemede hakim önüne çıkarılması bekleniyor. TUTUKLANMASI İSTENDİ Hüseyin Üzmez, öğleden sonra sevk edildiği Mudanya Adliyesi"nde savcıya yaklaşık 2 saat süreyle ifade verdikten sonra, `cinsel istismar" suçundan tutuklanması istemiyle nöbetçi mahkemeye sevkedildi. Vakit Gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez"in dün akşam Mudanya"daki yazlığında gözaltına alındığı ortaya çıktı. Üzmez"in, bir süre önce tanıştığı İnegöllü Ç. ailesini, işlerinde yardımcı olmaları için 14 yaşındaki kızları L.Ç. ile birlikte yazlığına getirdiği, daha sonra anne ve babanın bilgisi dahilinde kızlarıyla ilişkiye girdiği iddia edildi. Dedesi yaşındaki Hüseyin Üzmez"le ailesinin baskısıyla ilişkiye giren L.Ç."nin daha sonra şikayetçi olduğu, bunun üzerine hem Üzmez"in hem de anne ve babasının gözaltına alındığı belirtildi. L.Ç. koruma altına alınırken, Mudanya Emniyet Müdürlüğü"nde ifade veren anne ve babası da Hüseyin Üzmez"den sonra adliyeye sevk edildi. DOKTOR GÖZETİMİNDE İFADE Hüseyin Üzmez ifade verirken fenalaşması üzerine, adliyeye doktor çağrıldı. Uzun süredir tedavi gören ve sürekli ilaç kullanan Üzmez"in ifadesi doktor kontrolunda alındı. Bu arada Hüseyin Üzmez"den şikayetçi olan 14 yaşındaki kızın daha önce L.Ç. diye belirtilen adının B.Ç. olduğu anlaşıldı. B.Ç."nin annesi L.Ç. ile babası B.Ç. de adliyede kızlarını Hüseyin Üzmez"le birlikte olmaya zorladıkları ididasıyla ifade veriyor. |
Hüseyin Üzmez’e çirkin komplo
Hüseyin Üzmez’e çirkin komplo
Gazetemizin 78 yaşındaki yazarı Hüseyin Üzmez, maruz kaldığı çirkin komplo sonucu dün tutuklandı. Ailece görüşüp yardım ettiği bir ailenin kızının kandırılarak yazarımız aleyhine iftira ettirilmesi sonucu gözaltına alınan Üzmez, daha sonra çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. <a href="redirect.jsp?url=http://www.vakit.com.tr/" target="_blank">http://www.vakit.com.tr/</a> |
Kılavuzu karga olanın,
burnu boktan kurtulmazmış.
|
Vakit boşuna yasaklanmadı Almanyada.
Emniyette şok ifadeler
MUDANYA"da tecavüz suçlamasıyla gözaltına alınan ve çıkarıldığı mahkemede 14 yaşındaki B.Ç."ye ‘cinsel istismar’ suçundan tutuklanan Vakit gazetesi yazarı 78 yaşındaki Hüseyin Üzmez, cezaevinde can güvenliği nedeniyle tek kişilik koğuşa konuldu DHA - AA -------------------------------------------------------------------------------- İlköğretim okulu öğrencisi B.Ç."nin tutuklanan annesi Livaze Ç. de ifadesinde Hüseyin Üzmez"in kendisiyle de ilişkiye girdiğini öne sürdü. Vakit gazetesi yazarı ve televizyon programlarındaki konuşmalarında ‘şeriat’ yanlısı tavrıyla tanınan Hüseyin Üzmez, cumartesi gecesi Bursa"nın Mudanya İlçesi"nde, İnegöllü Ç. Ailesi"nin ilköğretim okulu öğrencisi 14 yaşındaki kızları B.Ç."ye tecavüz ettiği iddiasıyla gözaltına alındı. Mudanya Emniyet Müdürlüğü"ndeki sorgusundan sonra dün adliyeye sevkedilen Hüseyin Üzmez, savcılıkta ve nöbetçi mahkemede 5 saat ifade verdikten sonra, B.Ç."ye ‘cinsel istismarda bulunduğu’ iddiasıyla akşam saatlerinde tutuklandı. Bursa"nın İnegöl İlçesi"ndeki Şükrü Nail Paşa İlköğretim Okulu 8-A sınıfı öğrencisi B.Ç.’nin annesi Livaze ve babası Bekir Ç. de, ‘Çocuklarını fuhuşa teşvik etmek’ suçundan gözaltına alınıp, adliyeye çıkartıldı. Anne Livaze Ç. tutuklanırken, baba Bekir Ç. tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. İFADELERDE NELER VAR Cumartesi gecesi yazlık olarak kullandığı Mudanya"daki evinde gözaltına alınıp Emniyet Müdürlüğü"nde sorgulanan Hüseyin Üzmez"le birlikte, şikayetçi olduğu belirtilen Bekir Ç. ve eşi Livaze Ç. ve kızı B.Ç."nin de ifadeleri alındı. Bu ifadelerde Hüseyin Üzmez’in, B.Ç.’nin annesi Livaze Ç. ile de ilişkisinin olduğu ortaya çıktı. Telefonda Livaze Ç. ile seks konuları konuşan Üzmez’in, daha sonra annesinden telefonu kızı B.Ç.’ye vermesini isteyip, aynı görüşmeleri kızıyla da yaptığı anlaşıldı. Hüseyin Üzmez’in Bursa’ya gelip Mudanya’da ve İnegöl’de olduğu süre içersinde Livaze Ç. ve kızı B.Ç. ile gezip, yemek yediği ortaya çıktı. B.Ç.: EDEP YERLERİMİ ÖPÜYORDU İlköğretim okulu öğrencisi B.Ç. emniyette ve adliyedeki ifadelerinde, Hüseyin Üzmez"in kendisiyle kurduğu ilişkiyi detaylarıyla anlattı. Hüseyin Üzmez"in kendisini Mudanya"daki yazlık evinde yanına oturup okşayıp sevdiğini söyleyen B.Ç., “Edep yerlerimi defalarca öpüyordu” dedi. Üzmez’in daha ileri gidemeyip kısa sürede tatmin olduğunu öne süren B.Ç., bu ilişkilerden sonra sürekli ağladığını anlattı. Annesi Livaze Ç."nin tutuklanması, babası Bekir Ç."nin de tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmasından sonra devlet korumasına alınan B.Ç."ye psikolojik destek verilmeye başlandı. Adı gizli tutulan bir kız yetiştirme yurduna yerleştirilen ve yaşadığı çöküntüden kurtulması için özel seanslar uygulanacak olan B.Ç.’nin gerekirse kısa süre eğitimine ara verileceği, daha sonra okula gönderileceği kaydedildi. TEK KİŞİLİK KOĞUŞTA Tutuklanıp Bursa E Tipi Kapalı Cezaevi’ne konulan Hüseyin Üzmez, küçük yaştaki kıza yaptıkları nedeniyle diğer mahkumlar tarafından saldırıya uğrayabileceği indişesiyle, tek kişilik koğuşa konuldu. Geceyi uyumadan geçiren Hüseyin Üzmez’in uzun süre bu koğuşta kalacağı belirtildi. Yetkililer, lise yıllarında Gazeteci Ahmet Emin Yalman’a düzenlediği suikast nedeniyle 10 yıl cezaevinde yatan Üzmez’in, Bursa E Tipi Kapalı Cezaevi’ndeki ilk gecesinin, kendisi için 10 yıldan çok daha ağır olduğunu söylediğini öne sürdü. ANNE, YAZARIN BANKA HESABINDAN 350 YTL ÇEKTİĞİ BİLDİRİLDİ Bursa"nın Mudanya ilçesinde dün düzenlenen operasyonda tutuklanan Vakit Gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez"in "cinsel istismarda" bulunduğu iddia edilen 14 yaşındaki kız çocuğunun annesinin, yazarın banka hesabından 350 YTL çektiği bildirildi. Bursa Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü ekiplerince düzenlenen operasyonda, yazar Üzmez ile tutuklanarak Bursa E Tipi Kapalı Cezaevine konulan 14 yaşındaki B.Ç"nin annesi Livaze Ç"nin dün Mudanya ilçesi Hasanbey Mahallesi"nde Vakit Gazetesi Yazarı Hüseyin Üzmez"e ait evden ayrılmasının ardından bir banka şubesinin ATM"sinden para çektikten sonra gözaltına alındığı öğrenildi. Yapılan incelemede, Livaze Ç"nin ATM"den Hüseyin Üzmez"in kartıyla 350 YTL çektiği belirlendi. Bu arada, Üzmez"in kız ve annesiyle ilçede kendi evine yakın yerde ev kiralamak üzere buluştukları öne sürüldü. Öte yandan, B.Ç"nin "Hüseyin Üzmez"i uzun süredir tanıyordum. Annem daha önce onun yanında çalışmıştı. Bana yakın davranıyordu. Bu sırada bana defalarca cinsel yaklaşımda bulundu. Uyarması için anneme söyledim. Annem de "uyarırım" dedi. Ama değişen bir şey olmadı" dediği öğrenildi. Anne Livaze Ç"nin de "Zarar veremeyeceğini bildiğim için yalnız bırakmakta sakınca görmedim" yönünde söz sarfettiği kaydedildi. 14 yaşındaki kızın İnegöl"de oturan babası Bekir Ç"nin de polise, olayla ilgili hiçbir bilgisi olmadığını ancak yazar Hüseyin Üzmez"i uzun süredir tanıdığını söylediği bildirildi. Yazar Hüseyin Üzmez"in ise "Susma hakkımı kullanacağım" diyerek ifade vermediği kaydedildi. |
Hakikaten tuhaf insanlar bunlar.
27 Nisan 2008
Ahmet HAKAN ahmethakan@hurriyet.com.tr Kirli zihinli adam BİR "kıtır" attım ortaya... Dedim ki... "İkide bir İslam’da tesettür falan gibi mevzularda fikir beyan eden şu tesettür tüccarına bir sorun bakalım, kaç eşi varmış." Meslektaşlarım sordular... "Kaç karın var?" diye... Adam gayet pişkin... "Üç karım var, kime ne?" deyiverdi... Ardından da nasıl da kirli mi kirli bir zihne sahip olduğunu kanıtlayan laflar etmeye başladı... "Ne yani? Metres mi tutsaydım? Kerhaneye mi gitseydim?" demeye getirerek... Çirkin, bayağı, kusturucu ve pespaye mazeretler üretmeye kalktı... * * * Bu adama buradan "Kudurdun mu be adam?" diye seslenmek isterim... Ne yani? "Metres tutmak" ya da "kerhaneye gitmek" ile "üç karıyla evlenmek" arasında bir tercih yapmak zorunda mı erkekler? Sanki ömürlerini birbirlerine adamış erkek ve kadınlar hiç yaşamamış gibi, "Erkek çokeşlidir" falan diye genelleme yapıyor... Sanki bütün erkekler, üç-dört ev açıp oradan oraya zıplamaya fena halde temayüllü imiş gibi, "Ne var bunda?" diye şaşabiliyor... Sanki "metreslik", bu ülkede meşru, hoş görülen, geçerli ve hiç yadırganmayan bir kurummuş gibi, "Ama onların da metresi var... Biz ona bir şey diyor muyuz?" diye çıkışabiliyor... Yaptığı kıyaslamanın nasıl bir sonuca gittiğinin farkında bile değil! Tutmuş, "Çocuklarımın anaları" dediği kadınlarla metresleri kıyaslıyor... "Çocuklarımın anaları" dediği kadınların karşısına kerhaneyi çıkarıyor... Yuh olsun bu mantığa! Yuh olsun bu kirli zihne! * * * Aslında olay gayet basittir: Adam parayı bulmuş, üç karı almış, fantezi yapıyor... Ancak... İkide bir ekranlara çıkıp fetva verdiğinden... Ayet, hadis okuyarak tesettür ticaretine dini alet ettiğinden... Ve bütün parasını İslami kesimden kazandığından... "Fantezi yapıyorum... Kime ne?" diyemediği için... Tutmuş, durumuna dinden imandan meşruiyet sağlamaya çalışıyor... Bu toplumda "tekeşlilik" bir norm haline gelmiş, umurunda bile değil... Dinin verdiği cevaz, bin tane şarta bağlanmış, umurunda bile değil... "Babamızın üç karısı var" demek durumunda kalan, sayılarını bile açıklayamadığı çocukları ne düşünür, ne hisseder, umurunda bile değil... Hangi kadının böyle bir durum içine siner, umurunda bile değil... "Ben Müslüman’ım... Benim inançlarım var" falan diye şişinip duruyor ama dinin en önemli prensibi olan "kendine hákim olmak" düsturundan zerre kadar nasip almamış... Ruhu üç karıyı, üç evi, oradan oraya zıplamayı kaldırabiliyor! * * * Ben aslında bu adama kızmıyorum... Benim asıl kızdığım, bu tür adamları yeşerten atmosferi sağlayanlardır... Şundan eminim: Her konuda din adına ahkám kesen kalemler, bu kirli zihinli adam karşısında "gık" bile demeyeceklerdir... Ne adam gibi kalkıp, "İslam’da çokeşlilik vardır... Hacı Mustafa Efendi dine, kitaba uygun bir yaşama sahiptir" diyeceklerdir... Ne de Hacı Mustafa’nın "din" diye takdim ettiği kirli muhayyilesinin ürettiği tezlere küçük bir itirazda bulunacaklardır... Susacaklardır... Onlar sustukça da Mustafa Efendi, elindeki dini kılıfla, hem tesettür üzerinden para kazanmaya devam edecek, hem de dördüncü evliliğini yaparak fantezi dünyasını çeşitlendirecektir... Ne diyelim... Ortam müsait, istifade et Mustafa... |
Buda tuhaf olmayanlardan, lakin,
bu sayfalar da henüz hiç karşılaşmadım.
İslam masaya vurarak sevdirilmez Diyanet Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı Nihat Hatipoğlu, Türkiye’nin en iyi hatiplerinden biri olarak gösteriliyor. İnsanlar üzerinde etkisi ise tartışılmıyor bile... Konferansları ayakta kalmak pahasına dinleniyor, ona dokunmaya çalışan hayranları yüzünden izdihamlar yaşanıyor. Bir günde ortalama bin 250 mail alıyor. Hayatında babası gibi o da kendisine Hz. Peygamberi model alıyor ve programında da onu anlatıyor. İslamın sade ve gösterişten uzak yaşanmasından yana olduğunu söyleyen Hatipoğlu, tesettürün defilelerde moda olarak sunulmasını doğru bulmadığını anlatıyor. Hadis bilimiyle ilgilenmeniz ve ilahiyatçılığı seçmeniz nasıl oldu? Babam din adamıydı, müftülük yapıyordu. Ayrıca, iki dedem de müftüydü. Ailenin büyükleri yukarıya doğru hep ilahiyatla meşgul olmuşlar. Osmanlı döneminde de böyle yetiştirilmişler. Babamın ahlaki yapısı, anneme ve bize karşı güzel tavırları, insanlara olan merhameti ve iyilikseverliği beni çok etkiledi. Onu kendime bir model olarak gördüm. Büyüdükçe onun da kendine peygamberi model aldığını anladım. Bu da beni ilahiyata yönlendirdi. Babanızın size verdiği en önemli öğüt neydi? Samimiyet. Bizim “ihlas” diye ifade ettiğimiz, bir şeyi Allah için yapmak. İnsanlara karşı merhametli ve toleranslı olmak. Babamın en etkilendiğim ve bana yansıyan özelliği “tevazu”ydu. Babam yıllarca İzmir İl Müftülüğü yaptı. Bir gün bile çay isterken bacak bacak üstüne atıp da “Oğlum bana çay getir” demedi. En fazla, “Evladım, bana çay getirebilir misin” derdi. Ankara’daki evimin kapısı herkese açık. Hatip özelliğinizi ilk kim keş- fetti? İlk dönemlerde camilerde de vaaz verilir. Yavaş yavaş Ankara’da tanınmaya başladım. 1-2 radyo programına konuk çağrıldım. Daha sonra da program yaptım. 15 yılı aşan bir yerel radyoculuğum var. Nasıl bir üslup oluşturdunuz? Direkt dini mesajlar vermek yerine, program içerisinde peygamberin ve dostlarının yaşantılarını ön plana çıkardım. İnsanlara onları kırmadan, güzel yolla bir şeyler vermeye karar verdim. Hz. Peygamber’in metodu da odur. “Güzel örneklerle insanları çağrınız. Kaba ve haşin olmayın” diyor. Ben etiyle, kemiğiyle oraya gelip “Allah’ın Peygamberi böyle merhametliydi, siz de böyle olmaya çalışın” diye hitap ediyorum. Bana yönelik aşırı sevgi tezahürlerini de şöyle yönlendiriyorum: “Sizin buraya gelmenizin sebebi Nihat Hoca değil, siz peygamberi seviyorsunuz.” Ailenize vakit ayırabiliyor musunuz? Ben Ankara’da yaşıyorum. Ama Ramazan ayında 1 ay İstanbul’da kalıyorum. 3 erkek çocuk babasıyım. Cumaları TV programı için İstanbul’a geliyorum. Büyük oğlum tıpta okuyor. Ortancamız liseyi yeni bitirdi. En küçüğümüz ise 10 yaşında. Geçenlerde gece geç saatte bir yerden dönünce kapıyı çaldım. Osman, beni görünce eskiden “Hoşgeldin” diye sarılırdı. Bu kez annesine dedi ki, “Anne, kapıda bir amca var, sık sık eve gelmiyor.” Bana sitem ettiğini ifade etmek için yaptı bunu. Bir din adamının sizin kadar ilgi görmesi alışıldık bir durum değil... Doğru. Son 1 hafta içerisinde Akyazı, Bolu, Adana gibi yerlerdeydik. İstanbul’da dahil olmak üzere gelenler kapasitelerinin çok üzerinde. Oradaki idarecilerin ifadelerine göre, gittiğimiz her yerde, bugüne kadar oranın en büyük kalabalıkları oluşmuş. Beni sevindiren tarafı, o kalabalıkta herkesin olması. Açığı, kapalısı, Sünnisi, Alevisi, halk var orada. Ben aralarında çok sayıda genç olmasına seviniyorum. Demek ki insanların dinleri ile kavgaları yok. Yanlış din anlayışı ile kavgaları var. Nedir “yanlış din” inancı? Hurafeye bulanmış, “sertlik” diye ifade edilebilecek olan ve sürekli tek pencereden bakan din anlayışı. İnsanları cennette değil de, cehennemde görmeyi isteyen bir anlayış. Tabii hoca arkadaşlarımı tenzi ediyorum. Ama sonuçta bu yılların birikimi. Böyle gelmiş. Sert bir üslupla, masaya vurmak suretiyle çok hitaplar yapıldı bu ülkede. Bütün İslam aleminde bunların hiçbir faydası yok. İnsanlar sizi izlediklerinde “Peygamber zamanına gitmiş” gibi oluyoruz diyorlar... Bütünleşiyorsunuz onunla. Çünkü peygamberi hissetmeden anlatamazsınız. Ben hiçbir zaman ekranda, “Beni Türkiye izliyor, onlara bir şeyler anlatayım, onları yönlendireyim” diye bir şey anlatmam. Kendi kendime konuşurum, kendime anlatırım. Ekranda kendime bakarım, kameralara bakmam. Karşınızda, diri diri kızları toprağa gömülmekten kurtaran bir insan var. Siz onunla ilgili bir sahneyi anlattığınızda etkileniyorsanız, “Gerçekten böyle yaşamış, temiz bir insanmış” diyebiliyorsanız, TV’deki kitlenin de içi kıpırdıyordur. İlahiyatçılar siyasete girmeli mi? Tam tersine uzak durmalıyız. Biz politize olursak, çok insana ulaşabilme şansını yitiririz. Bence buna hakkımız yok. Çünkü sizi, peygambere giden bir kapı gibi görüyorlar. Sizi severken politik tavrınızdan dolayı değil, anlattığınız İslam’dan dolayı sizi seviyorlar. Benim dün gece okuyamadığım mail sayısı 125 bindi. Son 1 ay içerisinde 4-5 şehit ailesi ile görüştüm. Akyazı’da 65-70 yaşında bir şehit ailesi, yanıma geldi, beni kucakladı. Beni öptükten sonra ağlamaya başladı. Dedi ki, “5-6 sene önce benim oğlum şehit oldu. Televizyonda seni görünce oğlumun acısı hafifliyor.” Politikaya girmek için teklif aldınız mı? Milletvekili adayı olmam için teklif aldım. Belediye Başkanlığı’na adaylığımı açıklamam için ısrar da edildi. Ama “Ben ilahiyatçı hocayım. İslamı anlatıyorum ve anlatmaya da devam edeceğim” diyerek teklifleri reddettim. Bir dönem Mısır’da da ilahiyat araştırmalarında bulundunuz. Diğer Müslüman ülkelerle kıyaslandığında, Türkiye bugün İslam’ı doğru yaşayabiliyor mu? Mısır’a Diyanet İşleri Başkanlığı görevi ile gönderildim. Dünyada Müslüman ülkeler “aşiret” mantığıyla yönetiliyor. Samimi olarak Türkiye’de İslam’ı yaşayan insanlar, dünyada İslam’ı en doğru ve temiz yaşayanlardır. Hacı amcanın veya delikanlının yaşadığı tertemiz İslam’ı çoğu kez Arap aleminde göremiyorsunuz. İslam’ın Türkiye’de Anadolu’ya has ama doğru yorumlandığına inanıyorum. Bu yüzden de gurur duyuyorum. Giyim olarak dikkat çekecek kadar “fazlaca açık” bir hanımefendi, iki dakika sonra ben Hz. Peygamber’den bahsederken gözyaşı döküyorsa, o sağlam bir inancının olduğunu gösteriyor. Kimse boşuna gözyaşı dökmez. Birgün bana asansörde bir bayan şöyle dedi: “Hocam, siz ne yaptığınızın farkında mısınız?” “Nasıl?” dedim. “Bizim dinle ilgili korkularımızı yendiniz. Eskiden dinden korkardık, şimdi seviyoruz” dedi. Halkımız samimi. Katışıksız bir din istiyorlar. Neye bindiğine değil nasıl kazandığına bakmak lazım Son zamanlarda “İslami Burjuvazi” adı verilen, İslami geleneklere bağlı ama gösterişe düşkün bir kesim ortaya çıktı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? İslam ve burjuvazi biraraya gelmez zaten. İslam, çok farklı bir şeydir. Hayata bakış tarzıdır. Fakat Türkiye’de halkın yüzde 99’u Müslüman’dır. Onlar da lüks araba kullanabilirler. Ben İslam’ın sade ve temiz yaşanmasının taraftarıyım. Ama “helal” kazanıyorlarsa, vergilerini veriyorlarsa, yardım da ediyorlarsa, kimsenin de emeğini sömürmüyorlarsa, güzel bir şekilde yaşamalarına karşı değilim. Herkes eşitlensin demem. Ama herkes onurlu bir hayat tarzında eşitlensin isterim. O yüzden Müslüman’ın veya gayrimüslimin neye bindiğine değil, nasıl kazandığına bakarım. Temiz kazanıyorsa binsin, yeter ki başkasını küçük görmesin. Daha önce mayolu defilelere çıkan mankenlerin podyumda peçe giyip dua etmesi ritüeline ne diyeceksiniz? Eğer bu bir gösteri ve sanatsa, bu tür ritüellere yer verilmesi normaldir. Bir tiyatroda, şiir sunumunda, değişik animasyonlar kullanılabilir. Mesela, dua eden, secde eden ya da ağlayan bir insanın silüetinin gösterilmesi son derece normaldir. Ama buraya uygun mudur, değil midir, orası başka. Fakat dua tabii ki bu fotoğraftaki gibi değildir. Dua, kişinin kendi iç aleminde Allah’a ellerini açıp yalvarmasıdır. Kitle içerisinde bu tür hareketler dua olmaz, sadece gösteri olur. Dua olması için, kimse olmayacak. Birileri olsa bile sizle ilgilenmeyecek. “Kimse görsün” diye yapmayacaksın. Ama bunları da kötü niyetle yaptıklarını düşünmüyorum. Peki defileyi izlemeye gelen erkeklerin namaz kılmasını doğru buluyor musunuz? Burada hata organizasyonun. Tabii ki defileye gelenlerin namaz ihtiyaçları var. Onlar için uygun bir zemin bulunabilirdi. Bu durum onları da rahatsız etmiştir. Namaz kılmak isteyene saygı duyulmalıdır. Tabii ki görüntüde ben de hoş karşılamam. Ben öyle bir yerde de namaz kılmam. Uygun bir yer ararım. Namazı orada kılarım. Hep iyimsersiniz. Etrafınızda hiç eleştirdiğiniz bir şey yok mu? Mutlaka var. Dünya barışı için gelinlik giymiş bir İtalyan kızının bir yerde boğulması olayını izah etmek mümkün değil. Ben ekranda “Acaba bu cinayeti işleyenle aynı dini mi paylaşıyorum” diye sordum. Ya da 85 yaşında bir kadına tecavüz için evine giren adamı gördüğümde, “Ben bunla aynı ülkede mi yaşıyorum” diye düşünmüşümdür. Ama bunlarda da eğitim açısından bizim rolümüz var. Allah sevgisinin ve Peygamber sevgisinin ve ahiret inancının bu insanlara verilmediğini düşünüyorum. Tesettüre aykırı giysiler var “Tekbir Giyim” firmasının düzenlediği defileyi izlemeye gelenlerden bazılarının file çorapları ve giysileri dikkat çekti. Ve çok eleştiri aldı. Siz defileyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Ben haberi ilk kez görüyorum. Bunu bir “moda gibi” görürüm. Diğer defileler oluyor, bu da onlardan birisi. Bunun tesettürle bağlantılandırılması doğru değildir. Çünkü bizim Anadolu’daki tesettür biliniyor. Anadolu’daki örtü, bizim İslam’daki “başörtü” ya da “tesettür” dediğimiz örtüdür. Bence tesettür odur. “Türban” politize olmuş bir kavram. “Tesettür” diye ifade ediyorum ben. Ama tesettürün de bu şekilde bir moda olarak sunulmasına taraf değilim. Daha mütevazi, daha hoş ve kadının kendi tercih edebileceği bir giyim tarzı olmalı. Bu moda, çok farklı bir şey. Bunların vitrine edilmemesi gerektiği fikrindeyim. Tabii burada sade olmayan, “İslami tesettür” dediğimiz şeye aykırı giysiler de var. Ama mahkum etmek istemiyorum birilerini. Tesettür ve başörtü, kişinin iç aleminde kendi tercihleri ile yaşayacağı bir mesele. “Ben örtünüyorum ama temiz ve güzel örtünmek istiyorum ve renklerde de biraz daha uyum istiyorum” denilse, İslam’ın genel kurallarına aykırı değilse benim bir sözüm olmaz. Ama yine bu fotoğraflara baktığımda, ben de “tesettürden çıkma bir moda” olduğu izlenimi uyandırdı. Moda şov gösterisi gibi yani... Ben “Şov” kelimesini kullanmıyorum. Böyle bir şey gündeme gelmeden önce, bana sorsalar, bunun vitrine edilmemesi gerektiğini söylerim. Onlara da derdim ki, “Bunu tesettür adı altında ifade etmeyin, başka bir isim koyun.” Şu kişiye ait moda kıyafetleri derseniz, olur biter. “Kimse bunu tesettürle bir araya getirmesin, siz de bu eleştirileri almayın” derdim. Defileyi düzenleyen Alman modacı da türbanlı birisinin seksi gözükebileceğini söylemiş... Yanlış söylemişler. İslam’da tesettürün gayesi bu değil. Tesettürün gayesi, Allah’ın emirlerini yerine getirmektir. Kadın bir değerdir. Kadının da erkeğin de karşı cinsi etkilemek adına o tarz bir görüntü içerisine girmesi hoş değildir. 27.04.2008 Haber: TUĞRUL TUNALIGİL |
İşte tipik bir ahlaksızlık örneği,
sanki zavallı kızcağızı ben rencide etmişim gibi yazının içeriünden korktuğu için hemen kırmızıya boyamışi mutlaka gizli tecavüzcülük duygularını destekleyen bir cinsi sapıktır.
Gerçi kim olduğunu hemen yazabilirim ama değmez bu tür kişilikleri önemsemeye. İnsan bir utanır, sıkılır, kendisine veya bir yakınına bunlar yapılsa nasıl hissedecek acaba.??? |
Bir tuhaflık örneği daha.
‘Peygamberimiz 1915’te Çanakkale’de savaşmıştı’
Burdur Müftüsü Halil Arık eleştiriler üzerine bu sözleri sarf etmediğini iddia etti BURDUR’da düzenlenen Kutlu Doğum Haftası etkinliklerine katılan Burdur Müftüsü Halil Arık, Hz. Muhammed’in Çanakkale Savaşı’nda Türk ordusunun yanında savaştığını, askere zafere ulaşmada yardımcı olduğunu söyledi. Büyük ekranlardan da vatandaşların konuşmasını dinlediği Müftü Arık, ağlayarak şöyle konuştu: “1915’te kabrini ziyaret eden bir Hindistanlı hacı, Peygamberimizi makamında göremiyor. Olayı yanındakilere anlatıyor. Hindistanlı’ya inanmayan bir görevli o gece rüyasında Peygamberizi görüyor. Hz. Muhammed rüyada, ‘Gördüğü doğrudur, ben makamımda değildim, ben kabrimde değildim. Ben Çanakkale’de var olma, yok olma savaşı veren, yedi düvele aslanlar gibi karşı koyan Türk evlatlarımın yanındaydım, onlara yardım ettim’ diyor.” Ancak daha sonra Mütfü Arık, önce “Bunlar hiçbir şekilde doğru değil” dedi. Arık, konuşmalarının kaydedildiğinin hatırlatılması üzerine ise, “Uzun bir konuşmadan birkaç cümleyi böyle cımbızla çekmişler. Lütfen böyle şeylerle uğraşmayın” diye konuştu. Diriliş’te Özakman şöyle demişti Tarihçi ve yazar Turgut Özakman, Çanakkale Şavaşı’nı anlattığı Diriliş adlı kitabının önsözünde, Çanakkale Zaferi’nde Atatürk’ün başarısını küçültmeye çalışanların Allah, Hz. Muhammet ve erenleri alet etmeye çalıştıklarını yazmıştı. Önsözün bir bölümü şöyle: “Hurafecilik Allah’la yetinmiyor, Çanakkale Savaşı’na Hz. Peygamber’i de katıyor. Hz. Peygamber 1915 yılında, Çanakkale savaşı sırasında türbedarının rüyasına girerek demiş ki ‘Ben şimdi Medine’mde değilim. Çanakkale’deyim. Çok zor durumda olan asker evlatlarımı yalnız bırakmaya gönlüm razı olmadı. İnsanın sorası geliyor: Yüce Allah, Hz. Peygamber, erenler ve veliler, iki yüzyıldan beri yenilip duran Osmanlı Devleti’ne ve ordularına neden böyle yardım etmediler?” |
Be Sapik Roman bozuntusu
Mahkemece sucu sabit görünüp cezasi kesinleene kadar kisiler masumdur diye bir kural var evrensel hukukta bundan haberin yoksa susmayi bilin capulcu suruleri sizi...
Sayet böyle bir alcaklik yaptiysa kim olursa olsun öyle sapiklarin gönüllü cellati olurum Fakat senin gibi beyinsizler karetel medyasi canlarina minnet yargisiz infaz yapmissiniz bile..Cünkü kuyruk aciniz var, gayeniz üzüm yemek degil bagciya salya akitmak Aziz nesin vakfinda olup biten alcakliklari örtbas eden medya hic olsun mahkemenin sonucunu bekleseydi tarafsizligii koruyabilirdi. bu cigirtkanlik komlo kuskularini güclendirmektedir bekleyel görelim hemen agzinizin ps suyunu akitmayin kudus köpekler |
Tuhaf bilgiler.
Küçük kızın annesiyle de birlikte olmuş
TOLGA ŞARDAN Ankara - BURSA DHA ‘Cinsel istismar’ iddiasıyla tutuklanan Vakit gazetesi yazarı Üzmez’in, 14 yaşındaki mağdure B.Ç.’nin annesiyle de birlikte olduğu öne sürüldü Habere yorum yaz Arkadaşına gönder Sitene ekle Sayfayı yazdır Vakit gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez’in (78) “cinsel istismar” iddiasıyla tutuklanmasına neden olan 14 yaşındaki mağdure B.Ç. ile annesi Livaze Ç.’nin ifadelerinde ilginç ayrıntılar ortaya çıktı. Bursa Asayiş Şube Müdürlüğü’nde ifade veren Livaze Ç., bir dönem babasının patronu olan Üzmez’i Ankara’da müteahhitlik yaptığı yıllardan tanıdığını belirterek şunları söyledi: “Ne kadar önce olduğunu hatırlamıyorum. Bizi yaşadığımız İnegöl’de buldu. Sık sık ziyarete başladı. Durumumuzun kötü olduğunu öğrenince gerek benim, gerek eşim adına yardım maksatlı para yollamaya başladı. Eşim ve kızımla kendisini İstanbul’da ziyaret ettik. Üzmez ile bir kez cinsellik yaşadık. Ancak yaşından dolayı herhangi bir birleşme olmadı.” Önce sarkıntılık yapmış “Üzmez kendi kartı ve şifresini verip para çekmem için yolluyordu. Ancak kızımın benimle birlikte gelmesine müsaade etmiyordu. Bir keresinde kızım, Üzmez’in sarkıntılık yaptığını söyledi. Üzmez’e sorduğumda, kesinlikle böyle bir şeyin olmadığını söylemesi üzerine fazla üstelemedim. Bugün (cuma) Üzmez beni sabah ve öğleden sonra telefonumdan arayarak görüşmek istediğini söyleyince, ben, eşim ve kızım B.Ç. ile birlikte gittik. Beraber yemek yedikten sonra Mudanya’ya gitmek için otogara geldik.” ‘Vicdanen rahatsızım’ “Ben, kızım ve Üzmez otobüse bindik. Ancak eşim yetişemediği için binemedi. Mudanya’ya gelerek Üzmez’in evine gittik. Bir süre oturduktan sonra Üzmez para çekmem için kartını verdi. Ben de kızımı Üzmez ile evde yalnız bırakıp dışarı çıktım. İlk seferinde 300 YTL çektim makbuz almadım, ikinci seferinde 50 YTL çekerek makbuzu aldım.” “Maddi durumum kötü olduğundan, İnegöl’de başka erkeklerle para karşılığı birlikte oldum. Üzmez ile cinsel birliktelik yaşadığımda erkekliğinin uyanmadığını, kızıma bir zarar veremeyeceğini bildiğimden Üzmez’in kızım ile birlikte kalıp kendini tatmin etmesine bir nevi göz yumdum. Bunun sebebi paraya ihtiyacımız olması ve Üzmez’in bize maddi destekte bulunmasıdır. Bu konudan vicdanen rahatsızlık duyuyorum.” Annesi tutuklanan ilköğretim öğrencisi B.Ç. ise ifadesinde özetle şunları anlattı: “Bu kış İstanbul’a gittiğimizde Üzmez para çekmesi için annemi bankaya gönderdi. Annemle gitmek istediğimde Üzmez kalmamı isteyince annem razı oldu. Üzmez nasihatte bulunacağını söyleyip daha önceden de yaşı küçük bir kızla bazı cinsel konular yaşadığını, onu sapıklığın elinden kurtardığını söyledi. (Üzmez’in kendisini fiziksel olarak taciz ettiğini anlatıyor)... Kendimi geri çektim. Annem geldiğinde konuyu anlattım. İstanbul’a daha sonra birkaç kez gittik. Annemi bazen markete yollamak, bazen de para çekmek bahanesiyle bankaya gönderdi. Ben her seferinde annemle gitmek istedim. Ancak Üzmez beni bir şekilde ikna edip kalmamı sağladı. Evde kaldığımızda sarkıntılık etmeye devam etti. Yine karşı koydum. Anneme söylediğimde ‘Sabretmemi, Üzmez’in bize Mudanya’da ev tutacağını, rahata kavuşacağımızı söyleyerek’ ikna etmeye çalıştı. Üzmez’in zaten hasta olduğunu, bana yaptığı cinsel eylemlerine dayanmamı söylüyordu.” “En son bugün (cuma) Üzmez’le birlikte Mudanya’ya geldik. Oturduğumuz esnada annem Üzmez’in kartından para çekmek için bankaya gitti. Benim başım ağrıdığından yatmak için gitmedim. Üzmez beni yatak odasına çağırdı. Ben yanına gidince benim önce alt tarafımı tamamen çıkardı. Kendisi de tamamen alt tarafını çıkardı” diye konuşan B.Ç, Üzmez’in kendisine oral seks yaptığını söyledi. Üzmez’in bir süre sonra tatmin olduğunu kaydeden B.Ç, şunları söyledi: “Banyoya giderek, abdest alıp yattı. Ben de elimi yüzümü yıkadım. Bana ‘Sen evlendikten sonra bu tür cinsel şeyler görmeyeceksin, başkaları çağırdığı zaman gitme, sana kötü bir şey yapmasınlar. Benim yaptıklarım sana örnek olsun, ders olsun’ diyordu. Üzmez ile olan cinsel olaylarımızdan annemin haberi vardı, babamın haberi yoktu.” Basılan evin sahibiydi. Bu arada, Star TV Ana Haber Bülteni’nde yer alan haberde 1996 yılında Aczmendi tarikatı lideri Müslüm Gündüz’ün 24 yaşındaki Fadime Şahin’le birlikte basıldığı evin sahibinin Vakit yazarı Hüseyin Üzmez olduğu belirtildi. Üzmez özel koğuşa konuldu Devlet korumasına alınan B.Ç.’ye psikolojik destek verilmeye başlandı. Kız yetiştirme yurduna yerleştirilen B.Ç.’nin, eğitimine gerekirse bir süre ara verileceği kaydedildi. Önceki gün Bursa E Tipi Kapalı Cezaevi’ne konulan Üzmez, diğer tutukluların saldırısına uğrayabileceği endişesiyle tek kişilik koğuşa yerleştirildi. |
Onlar adına utananlar da var.
28 Nisan 2008
Ahmet HAKAN ahmethakan@hurriyet.com.tr Müstahaksınız DÜN büyük bir merak duygusuyla... Zaman’ı, Vakit’i, Bugün’ü, Star’ı, Milli Gazete’yi, Yeni Şafak’ı aldım elime... Merak ettiğim husus şuydu: Bakalım bu gazeteler, "Vakit yazarı Hüseyin Üzmez’in 14 yaşındaki bir kıza tecavüz ettiği iddiasıyla tutuklanması" olayına nasıl yaklaşmışlar? Başladım incelemeye... Yeni Şafak, bulmakta zorluk çekilen gizlenmiş, minik bir haberle geçiştirmiş... Milli Gazete görmezlikten gelmiş... Zaman ve Star iç sayfalarda küçücük haberlerle "Vakit yazarı" bile demeden vermiş. Bugün’de "tık" yok. Vakit Gazetesi ise "aslanlar gibi" olmasa da biraz mahcup bir edayla yazarını savunmuş... "Hüseyin Bey’e komplo kurdular" diyor Vakit... Ardından da "kartel medyası"nı suçluyor... * * * Kendisini "İslam’ın ve Müslümanların gür sesi / Káfirlerin korkulu rüyası" olarak takdim eden bir gazetenin önemli bir yazarı, 14 yaşındaki bir kıza tecavüz ettiği iddiasıyla gözaltına alınacak, üstelik çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklanacak... Ve bu olay memleketin bazı gazetelerinde "haber" bile olmayacak... Olacak şey mi bu? Böyle bir "haber" nasıl olur da görmezlikten gelinir? Zaman, Vakit, Yeni Şafak, Bugün ve Star gazetelerindeki arkadaşlar! Söyleyin lütfen... Böyle bir olayın binde biri "kartel medyası"ndan herhangi birinin başına gelseydi... Ne yapacaktınız? "Mahkeme kararını vermedi... Adam belki de masumdur" falan diyerek susup edebinizle oturacak mıydınız? Karşı tarafın her türlü zaafının üzerine amansızca giden sizler, sizin tarafın korkunç bir zaafına adam gibi tepki göstermeyi ne zaman öğreneceksiniz? Ne zaman kurtulacaksınız bu "İslami getto" yaklaşımından? Ne zaman terk edeceksiniz bu "İslami aşiret" mantığını? Nereye kadar gidecek bu ikiyüzlülük? * * * Peki ya kendisini "Müslümanların gür sesi" olarak konumlandıran Vakit’in yaptığına ne demeli? Yazarları Hüseyin Üzmez çok masum bir hayırsevermiş... Kendisine "komplo" kurulmuş... Kim kurmuş bu komployu? Polisler mi? Belli değil... Peki neden kurmuşlar? Belli değil... Nasıl bir komplo imiş bu? Belli değil... Savcı da mı işin içinde? Tutuklama kararı veren mahkeme de mi komplocu? Belli değil... "14 yaşındaki kıza tecavüz" gibi çok korkunç bir iddianın ağırlığından sıyırtmak için bulmuşlar "komplo" diye bir sihirli sözcük, abanıyorlar... "İslam’a hizmet etsin" diye köşe verdikleri adam, yüz kızartan çok korkunç bir iddiayla karşı karşıya... İstiyorsunuz ki... Hafiften de olsa yüzleri kızarsın, biraz utanç duysunlar, bir küçük özeleştiri gayretine girişsinler, biraz mahcubiyet yaşasınlar... Ne gezer! Değil mi ki memlekette her derde deva "Laik/İslamcı" gerilimi var... O halde taktik hazır: Her şeye inanmaya yatkın taraftar kitlene dönüp, "Ey cemaat! Savaş var! Düşman iş başında! Ergenekon komplo kurdu" falan dersin... Ve böylece yeryüzünün en aşağılık işini yaptığı iddia edilen "aşiret mensubu"nu koruyup kollarsın... * * * Oysa... "Herkes yaptığından sorumludur" cümlesi, "Medeniyet dersine giriş"in ilk cümlesidir... "Çifte standart dünyanın en aşağılık işidir" cümlesi, aynı dersin ikinci cümlesidir... Ve tabii "Başkalarına layık gördüğün muameleyi, kendi aşiretinin üyelerine yapmazsan sana kimse güvenmez" ilkesi ise aynı dersin üçüncü cümlesidir... Eğer bu dersler hakkıyla bellenmezse... İslami kesim dediğimiz bu kesim, "sapık hafız", "tecavüzcü yazar", "üç karılı tüccar" haberleriyle daha çok darbe yiyecektir... |
İnsan mutlak hüsrandadır.
1- Asra andolsun ki.
2- İnsan mutlak hüsrandadır. 3- Ancak iman edenler, iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı öğütleyenler bunun dışındadır./K.K-103 Demek ki yegane kurtuluş yolu imandır. İyi iş yapmaktır, birbirine hakkı tavsiye etmek, sabrı tavsiye etmektir. İMAN NEDİR? Öyle ise iman nedir? Biz burada imam fıkhı tanımı ile tanıtacak değiliz. Sadece imanın karakterinden ve hayattaki değerinden söz edeceğiz. İman, geçici, küçük ve sınırlı olan insan denen bu varlığın ezeli ve ebedi sınırsız temele bağlanmasıdır. Bu kaynağa bağlandığından dolayı yine aynı kaynaktan gelen evrenle ve bu evrene hükmeden temel yasalarla, bu evrende gizli olan güç ve enerji kaynakları ile sağlam bir bağ kurmasıdır. Böylece kendi kişisel, küçük sınırları dışına çıkarak koca evrenin genişliği içine dalması; basit, değersiz gücünün sınırlarını taşarak evrenin bilinmeyen büyük enerji kaynaklarına açılmasıdır. Kısacık ömrünün sınırlarını aşarak Allah"tan başka kimsenin bilmediği uzaklıklara doğru kanatlanmasıdır. |
o.T.
Bu bağlılık, insan denen varlığa bir güç, bir süreklilik ve özgürlük vermesinin yanında, evet bütün bunların yanında, ona kainattan, orada bulunan güzelliklerden ve ruhları kendi ruhuyla karşılıklı sevgi bağları kuran yaratıklardan en güzel şekilde yararlanmasını sağlar. Bu durumda hayat her yerde ve her zaman insanlık için kurulmuş bulunan ilahi bir bayram töreninde dolaşmaya dönüşür. Bu ise, büyük bir mutluluk, eşsiz bir sevinçtir. Bu durumda insan, bir dostuna açıldığı şekilde hayata ve kainata açılır. Onlarla dostluk kurar. Bu gerçekten eşi ve dengi bulunmayan bir kazançtır. Onun yitirilmesi ise gerçekten korkunç bir hüsrandır.
Ayrıca imanın ilkeleri, yüce ve Şerefli insanlığın da ilkeleridir. Tek ilaha kulluk, insanı diğer varlıklara kulluğun basitliğinden kurtarır. Yüceltir onu. Gönlünde tüm kullarla beraber eşit bir seviyede olma bilincini verir ona. Bu nedenle o, kimsenin önünde eğilmez. Herşeye egemen olan tek Allah"tan başka kimseye boyun eğmez. insanın gerçek, özgürlük süreci, insanın vicdanından ve evrendeki olguların gerçekliğine ilişkin düşüncesinden kaynaklanan bir özgürlük sürecidir. Ortalıkta tek kuvvetten başka ve tek ilahtan başka bir şey yoktur. İşte özgürlük hareketi kendiliğinden bu düşünceden doğar. Çünkü bu, mantıklı olan tek çıkış yoludur. Rabbanilik, insanın düşüncelerini, değerlerini, ölçülerini, kriterlerini, yasalarını, kanunlarını ve kendisini Allah"a; evrene ve insana bağlayan, herşeyini kendisinden alacağı kaynağı belirleyen otoritedir. Bu anlayış hayattaki heva, hevesi ve çıkarı reddeder, söküp atar. Onun yerine şeriatı ve adaleti yerleştirir. Mü"minin bilincinde kendi sisteminin değerini yükseltir. Onun bütün cahili düşüncelerden, değerlerden ve kriterlerden kurtulması, yeryüzündeki mevcut bağlardan kaynaklanan değerleri aşıp geçmesi için kendisine destek olur. Onu bu değerlerin üstüne çıkarır. İsterse tek bir fert dahi olsa... Zira o fert cahil iyeye, doğrudan Allah"tan gelen düşüncelerle, değerlerle ve kriterlerle karşı koymaktadır. Dolayısıyla bunlar daha yüce, daha güçlü değerlerdir. Uyulmaya ve saygı duyulmaya daha elverişlidir. , Yaratıcı ile yaratılan arasındaki ilişkinin netlik kazanması, ilahlık makamı ile kulluk makamının bütün yalın gerçekliği ile açıklık kazanması bu fani varlığı sürekli olan gerçeğe bağlar. Hem de hiçbir karmaşıklığa yol açmadan ve yolda hiçbir vasıta kullanmadan. İnsanın kalbine bir aydınlık, ruhuna bir huzur, içine bir güven ve dostluk yerleştirir. Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamayı, temelsiz ve uydurma şeylerle, değerlerle kullara üstünlük pozuna girmeyi yok ettiği gibi korkuları, kötülükleri, bunalımları ve kararsızlığı da söküp atar. Allah"ın dilediği yolda sağlıklı bir yer ve istikamet sahibi olmakta bu imanın gereğidir. Bu durumda iyilik, gelip geçici bir arzu, köklü temeli bulunmayan bir duygu ve kopuk bir hadise durumuna düşmez. iyilik bu durumda birtakım etkenlerden kaynaklanır. Bir hedefe doğru yönelir. Allah için birbirine bağlayan bireyler iyilik üzerinde yarışırlar. Böylece Müslüman topluluk, apaçık ve tek hedefi olan ve ayırıcı tek sancağı bulunan bir cemaat halinde ortaya çıkar. Ayrıca peşpeşe gelen ve bu sağlam bağla birbirine bağlanan nesillerde birbirleri ile dayanışma içine girerler. |
o.T.
Yüce Allah"ın insanı onurlu bir şekilde. yarattığına inanmakla insanın kendisine saygısı artar. Bu saygı; onun vicdanında Allah"ın yücelttiği mertebeden aşağılara düşmekte, haya etme duygusunu oluşturur. Bu ise insanın kendisine ilişkin en üstün, en yüce düşüncedir. Çünkü insanın Allah katındaki değerini düşünen ve onu basit bir kaynağa bağlayarak onunla yüceler alemi arasındaki bağı koparan her düşünce, her ekol insanı alçaklığa ve adiliğe çağıran bir düşünce bir ekoldür. isterse bunu olarak ifade etmesin, farketmez.
Bu nedenle dar beyincilik, Freud"çuluk ve Marxçılık beşer fıtratına ve insan yönlendirme mekanizmasına musallat olmuş en çirkin, en adi telkinlerdir. Bunlar insanlığa her türlü sefaletin, pisliğin ve aşağılanmanın beklenen doğal bir şey olduğunu, Hayret edilecek bir şey olmadığını bu nedenle bunların utanmayı gerektirecek bir şey olmadığını açıklamaya çalışmaktadır. Bu anlayış ise insanlığa karşı işlenen bir cinayettir. Bu anlayışı silip süpürmek ve kökünü kazımak gerekmektedir. |
o.T.
Tertemiz duygular; insanın Allah katında onurlu bir yaratık olduğu bilincinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkar. Sonra bu duygular, Allah"ın gönüllerde de vicdanlardaki herşeyi gözetlediği ve gizli olan herşeyden haberi olduğu bilincindedir. Freud, Karl Marx ve benzerlerinin telkinleri ile kimliğini kaybetmemişse. Fıtratı bozulmamış olan dürüst bir insan, kendisi gibi bir insanın vicdanının şaibelerine ve bilincinin çirkin taraflarına bakıp görmesinden utanır. Mümin insan yüce Allah"ın kendisinin gözetmesinin ağırlığını vicdanının bütün derinliğinde hisseder. Ona karşı ürperir ve tir tir titrer. Bu da onun duygularını temizleyip arıtır.
Ahlak duygusu; adaletli, merhametli, bağışlayıcı, onurlarını öğretecek, sevimli, yumuşak huylu, kötülükten tiksinen iyiliği seven, göz ucuyla yapılan bakışları ve gönüllerin gizlediklerini dahi bilen bir ilaha inanmanın doğal bir hali ve sonucudur. Bir de irade özgürlüğü ve kapsamlı gözetime dayalı olarak gerçekleşen sorumluluk bilinci de vardır. Bu da müminin vicdanında uyanıklık ve hassasiyetini sağlar. Ağırbaşlılık ve düşünerek iş yapma duyarlılığını kazandırır. Bu sadece bireysel bir sorumluluk değildir. Aynı zamanda sosyal bir sorumluluktur. Bizzat iyiliğin kendisine karşı bir sorumluluk, insanlığın tümüne karşı bir sorumluluktur. Allah"ın huzurunda bir sorumluluk. Mümin, bir hareket yaparken tüm bunları hesaba katar, hisseder. Kendi kendine büyük önem verir. Ayağını atmadan atacağı adımın sonucunu her yönden düşünüp değerlendirir. Çünkü o bu varlık dünyasında değerli olan bir varlıktır ve bu varlık dünyasının düzeninde sorumluluğu olan bir varlıktır. |
Alle Zeitangaben in WEZ +2. Es ist jetzt 11:18 Uhr. |