![]() |
Buda senden alıntılı çok tuhaf ve çok
mağrur bir cümle.
(Cahilce yapilmis bir Cikis ise Cikisi yapan Kisinin sorgulanmasina neden olur ki Sonuclari hepimizi Üzer.. ) Güzel kardeşim kim kimi sorgulayacak? çok ayıp bir cümle. İnsanlar düşünürken sana mı danışacaklar??? Ya sen sorgulanırsan bu tür girişimlerin ile bir gün!!!! Hiç te hoş bir yaklaşım değil. Hakikaten Enis çok haklı herkes Allahın Jandarması. Ayıp, ayıp. |
Bir ekleme daha yapayım sevgili Alpi,
Antik Yunanı, antik Mısırı incelersen sorularının büyük bir kısmını bulabilirsin.
Boşuna değildir Kuranın içinde eski Roma, eski Yunanca ve bol miktarda İbranice kelimelerin bulunması. |
YORUMSUZ!!!
Teslime Nesrin
Banglades"li yazar Teslime Nesrin, "90"li yillar boyunca adindan encok soz edilen ve asiri dinciler tarafindan ölüme mahkum edilen bir yazar.Cumhuriyet Kitap Klubu-Cumhuriyet Kitaplari dizisi icinde iki kitabi birarada yayimlanan Teslime Nesrin"le ilgili bir soylesi sunuyoruz asagida. Soylesiyi gerceklestiren New York"lu humanist bir yazar olan Warren A. Smith. Smith, bu siralar caglar boyunca tanritanimaz olarak taninan unlu adlarla ilgili bir yapit derliyor. Yazar bu yapita "Who"s Who In Hell - Cehennemde Kim Kimdir?" adini verdi. Warren A. Smith soylesiyi Isvec"te Teslime Nesrin"in gizli yasadigi bir yerde gerceklestirmis ve Ottawa"da cikan "Humanist In Canada" adli aylik dergi 1998"de yayimlamisti. WARREN A. SMITH Yazinla ilginiz ne zaman basladi? - Cocukluk yillarimda ilk kez siir ve oyku yazmaya basladim. Yerel gazetelerde ve edebiyat dergilerinde baslayan yazin seruvenim, ulusal nitelikli bir gazetedeki yazilarimla surup-gitti. 1979-1983 yillarinda tip fakultesine giderken, Senjuti-Karanliktaki Isik adli bir edebiyat dergisinin editorlugunu yapiyordum. Doktor ciktigim sira, kirsal bir yorede gorev almistim. Iste bu donemlerde, 24 yasindayken ilk siir kitabim yayimlandi. Jinekoloji doktoru olarak calisirken, bir yandan da, bir gazetede haftada 6 kez sutun yazisi yaziyordum. - Gazete yazilariniza nasil tepki gosterildi? - Hem sevilen hem de nefret uyandiran bir ugrasti o yazi seruvenim. - Neden nefret ediyorlardi? - Nefret tepkisi, dogal olarak yobazlardan geliyordu. Birkac kez basini hocalarin cektigi kalabaliklar, gazete binasina saldirdi. Yaziisleri yonetmenim kesinlikle arkamdaydi ama, bana artik dini konulara deginmeme uyarisinda bulunmak zorunda kaldi. Patlak veren gerilime karsin, beni destekleyen yogun bir okur kitlesi vardi. - Bati"da bircok kisi sizi sosyal adalete, kadin ozgurlugune adanmis bir simge yazar olarak sever. Bu direnme coskusunu nasil esinlendiniz? - Musluman bir ailenin cocuguydum. Komsumuz olan Hindu"lara, koktendinci yobazlardan gelen saldirilar, beni cok uzerdi. Daha sonra kacmak zorunda kalan Hindu komsularimizin evlerine yobazlar yerlesince, dinin karanlik bir yani olduguna inanmaya baslamistim. - Jinekolog olarak kac bebek dunyaya getirdiniz? - Belki birkac bin. O siralar yazmayi da asla ihmal etmedim. Ilk kez, Hindistan"da, "Niubachita" adli sutunda yazdigim yazilara "Ananda Odulu"nu verdiler. Yazinsal bicim ve icerik acidan benim radikal bir cizgide olusum, ozellikle kadin bir yazar olusum genis ilgi uyandirmisti. "Lajja" adli romanim cikti o donemlerde. Hindu inancinin "Krisna"dan hemen sonra gelen Tanrisi "Visnu"yu ele almistim. Bu yorede yuzlerce yil once yapilan "Babri" camiini ve birkac yil once Hindu"larin saldirisiyla yikilan bu caminin oykusunu anlatiyordum. Kitabim cikar cikmaz, varolan tum nefret firtinasinin kokeninde hep dinlerin yer aldigini belirtmem yuzunden, Habibur Rahman adli bir hoca kellemi isteyen bir fetva cikarmasin mi?.. Kisacasi o romanim gavur urunu ilan edilmisti. - Sokak mitingleri nasil basladi? - Bir ara Fransa"ya cagriliydim. Donuste beni "kafir" ilan eden Banglades"li yobaz hocanin karsisina dikilip, agir elestiriler savurmak zorunda kaldim. Binlerce yil once yazilmis, kimsenin anlamadigi dinsel buyruklarin cagdisi oldugunu soyleyince kiyamet kopuverdi. Hemen her gun hocalarin orgutledigi yobaz mitingleri baslayiverdi. Dunyanin dort bucagindan Bati medyasi, Banglades"e akin etmeye baslamisti. - Korkup, sindiniz mi? - Bu kara cahillerden hic korkmadim ve bunlara asla odun vermeme karari aldim. Hepsi beni tiksinidiren kisilerdi bu fanatiklerin. - 1994 yilinda hukumet sizi mahkemeye verdi, degil mi? - Hukumet yobazlarin cizgisini izleyerek, benim halkin dini duygularini incittigim gibi sahane bir bulusla, pesime dustu. Iste bu sira, degisik dostlarin evlerinde saklanarak yasamaya basladim. Banglades icin cok buyuk para olan 5 bin dolarlik bir odul koyuldu basima. Bir ara babamin muayenehanesini de yiktilar yobazlar. - Peki, aileniz ne yapti? - Ailem tumuyle arkamdaydi. Hemen her birey destekliyordu ailede. Tum ulkede yasam durmus, sokaklar yobaz mitingleriyle gecilmez olmustu. Bazilari 300 bin kisilik bu fanatik mitinglerinde, surekli olarak kellem istendi. Tam 60 gun gizlenerek yasamak zorunda kaldim. - 60 gun sonrasi ne oldu? - Bazi Banglades"li aydinlar buyuk yardimlar yaptilar. Avrupa Birligi, bana cagrida bulundu. Amerikan hukumetinin de yakin ilgisini belirtmeliyim. Bizim hukumet sonunda, yurttan ayrilip, Avrupa"ya gitmeme razi oldu ve ayrildim. - Disarda da sizi polisler koruyor mu? - Buyuk topluluklar karsisinda konustugum zaman, beni polis koruyor. Ornegin, Ingiltere"de Nottingham"da universitede konusma yaparken, murteci ogrenciler bana saldirdilar. Montreal"de Concordia Universitesi"nde de saldirgan bir yobaz topluluguyla karsilastim ve polisin uyarisiyla, konusmami kesip, ayrildim Kanada"dan. Michigan ve Harvard Universitelerinde, bir tepki olmadi ama polis beni korumaya almisti. Cok buyuk insanlik gordum Isvec polisinden . - Isvec"teki ilk gizli evinizi PEN orgutu bulmustu degil mi? - Bothnia Korfezi denen suskun bir yorede, ozellikle bir yazar icin cok gereksinilen bariscil bir yere kavustum. Gecirdigim ruhsal deprem, yurdumdan uzaklara zorlanisim beni cok sarsti. Zor bir yasama adim atmistim. Ama PEN"deki dostlar beni asla yalniz birakmadilar. - Simdiye kadar toplam 17 kitabiniz yayimlandi. Doktorlugu da biraktiniz. Hangi odulleri aldiniz simdiye kadar? - 1994"te Isvec"te "Kurt Tucholsky Odulu"nu verdiler. Tucholsky adli unlu aydin. Nazilerden kacarak, Isvec"e gelmisti. Ayni yil, "Sakharov Dusunce Ozgurlugu Odulu"nu aldim. Avrupa Parlamentosu Baskani Klaus Hansch, "kadina adanan ve hosgoruyu yucelten bir yazar" olarak bana bir plaket verdi. 1995"te Fransa"da Nantes adli kentte de ozguluge katkimi onurlayan bir odul verildi ve bir kitabim altin yaldizli bir cerceveyle, kent belediye binasinda sergilendi. 1995 yilinda, Paris"te, "Insan Haklari Odulu"nu, Isvec"te Uppsala Universitesi"nden "Monismainen Odulu"nu verdiler. Meksika baskentinde yapilan "Dunya Humanistler Kongresi"nden de "Onurlu Humanist Odulu" verildi bana. - Yazar dostlarinizdan mektup aliyor musunuz? - Basta Salman Rusdu, yiginla destek veren yazar var bana. Rasid Mimoni, Bernard-Henry Levy, Philippe Sollers, Nadine Gordimer, Bat Ye"or, Leila Sabar, Rada Ivekovic, Pierre Martens, Susan Sontag, Erik Loest, Elfriede Jelinek, Muhammed Sukri, Irene Frain, Amishov Gosh gibi unlu adlar beni hep gonendirmistir. - Kendi ulkeniz Banglades"te size esin gucu veren adlar kimlerdir? - Iki buyuk deneme yazari aklima geliyor. Ikisi de laik ya da tanritanimaz bireylerdi. Birinin adi Anoradasankar Roy, digeri ise Sibnarayon Roy. - Fransa"da buyuk dostluk gordunuz degil mi? - Medya buyuk bir ilgi gosterdi bana. Aydinlarin dostlugunu asla unutmayacagim. Bazi oyun yazarlarinin yapitlarina konu bile oldum. - Degisik konferanslarinizda hangi konulari ele aliyorsunuz? - Nesirim, siirim temel konular. Hemen ardindan kadinin Islam"daki cekisini dile getiriyorum. Islam"da Seriat yasalarini degistirmedikce, hicbir reform girisiminin yararli olmayacagini savunuyorum. Tepede kumelenmis dinsel odaklarin, erkek-egemen kulturun ana sorun oldugunu anlatiyorum. Kadini pacavra gozuyle goren kurallari irdeliyorum hep. Cogunlugu kara-cahil olan Banglades halkinin icinde okumus kadinlar bile, kisir donguden kurtulamaz. Bu azinlik ust duzey sosyetede bile, kadin diplomayi zengin koca bulmak dogrultusunda kullanir ve eninde sonunda, solugu mutfakta alir. Ya da cocuk makinesi olmakla gecer yasamlari. Ailenin reisi hep erkektir. - Kitapliginizda Kuran gozume ilisti. Sizin kutsal kitabi iyi bildiginizi duydum. Ne dersiniz? - Yillarca okudum kutsal kitabi. Okudukca aklim karisti. Okudukca Tanridan kuskulanmaya basladim. Genc kizlik yillarinda kitapta izledigim akil almaz celiskileri anneme gosterirken, "aman kizim sakin sorma, sadece inan" derdi. Kadin erkek iliskileri, evlilikle baglamli ilkellikler, Musluman olmayanlarin gavur diye vurgulanmasi, kafir sayilmasi, bana hep pes dedirtmistir. Ozgur inanci reddeden, yasaklayan, kisitlayan bir ogreti vardi her satirda. - Uzak ya da yakin bir gelecekte, Banglades"te mutlu bir yasama doneceginizi dusluyor musunuz? - Kellemin istendigi bir diyarda, o mutlu yasami bulacagimi sanmam. Yazma yetimi engelleyen, ozgurlugumu yok eden, yobaz egemenligi altindaki o ortama donemem artik. Ceviren: Engin Askin Bir Kadın Yazgısı "Bothnia Korfezi denen suskun bir yorede, ozellikle bir yazar icin cok gereksinilen bariscil bir yere kavustum. Gecirdigim ruhsal deprem, yurdumdan uzaklara zorlanisim beni cok sarsti. Zor bir yasama adim atmistim. Ama PEN"deki dostlar beni asla yalniz biramadilar.Nefret tepkisi, dogal olarak yobazlardan geliyordu. Birkac kez basini hocalarin cektigi kalabaliklar, gazete binasina saldirdi. Yaziisleri yonetmenim kesinlikle arkamdaydi ama, bana artik dini konulara deginmeme uyarisinda bulunmak zorunda kaldi. Patlak veren gerilime karsin, beni destekleyen yogun bir okur kitlesi vardi." (Teslime Nesrin) ONER YAGCI "Bir Kadin Yazgisi" adli bir kitap yayimlandi (*). Yazari Teslime Nesrin. "Teslime Nesrin kim?" diye sorunca, belleksizligin egemen oldugu bir toplumun insanlari oldugumuz geldi aklima. Yayinevi de bunu dusunmus olmali ki, "Yayinevinin Tanitmasi ya da Tanistirmasi" baslikli bir aciklama koymak zorunlulugunu duymus: "Teslime Nesrin, 1962 dogumlu ve Bangladesli bir tip doktoru..." Cagrisim yapmadiysa devam edelim: "Yazilari nedeniyle hakkinda fetva cikarilmis ve... ulkesinden, yakinlarindan ayrilmak zorunda birakilmis bir yazar..." Salman Rusdi"ye uygulanan olum fermani olayinda oldugu gibi cagimizin ayiplarindan; insan hakki, yasa ve hukuk tanimaz bir bagnazligin, insana ve yasama yaklasiminin gostergelerinden biri. Dusunmeyi ve sorgulamayi yasaklayan, dusunen ve sorgulayanlar icin "fetva" cikarmayi hak belleyen koktendinciligin yuzyilimizin son donemlerindeki hedeflerinden biri. O, yasama bicimiyle ilgili dusunceleri aykiri bulundugu icin olumle bulusturulmak istendi. Sakli-kacak (1994"e kadar) ve surgun (1994-1998 arasinda Isvec, Berlin ve Amerika Birlesik Devletleri"nde) yasaminda hakkindaki olum fermanina boyun egmedi, insan haklari savunuculugunu ustlendi, 1998"de ulkesine donduyse de, hakkinda surdurulen kampanyalardan ve "fetva"dan kurtulmak icin bu yilin basinda yeniden Isvec"e dondu ve yazarligini surdurdu. Bir kadin Teslime Nesrin; kendisine uygun gorulen yazgiya boyun bukmeyen, onu degistirmeye calisan bir kadin. Bu yazar Teslime Nesrin; yazdiklarinda dusunce ozgurlugunu, yasam ve insan haklarini savunan bir yazar. Elimizdeki kitapta da kadini, kadinlarin sorununu anlatiyor; boyun bukmeyen yazgilarina karsi cikan kadinlari... Teslime Nesrin"in "Bir Kadin Yazgisi" ve "Secenek" adli iki anlatisinin yer aldigi bu yapitinda, Dogu-Islam toplumlarindaki kadin yazgisini okuyoruz. Kadinlarimizin yasadiklari Bangladesli bir yazarin anlattiklarinin bizim kadinlarimizin yasadiklariyla, daha dogrusu bizim kadinlarimiza yasatilanlarla, yazgi kilinmak istenenlerle nasil da ortustugunu goruyoruz. Sanki Anadolu kadinlari var bu anlatilarda. Nazim Hikmet"in "Kuvayi Milliye Destani"nda "Kadinlarimiz" diye siirlestirdigi kadinlarimizin: "Ve kadinlar/ bizim kadinlarimiz:/ korkunc ve mubarek elleri,/ ince kucuk ceneleri kocaman gozleriyle/ anamiz, avradimiz, yarimiz/ ve sanki hic yasamamis gibi olen/ ve soframizdaki yeri/ okuzumuzden sonra gelen/ ve daglara kacirip ugrunda hapis yattigimiz/ ve ekinde, tutunde, odunda ve pazardaki/ ve karasabana kosulan/ ve agillarda/ isiltisinda yere sapli bicaklarin/ oynak agir kalcalari ve zilleriyle bizim olan kadinlar/ bizim kadinlarimiz..." "Bir Kadin Yazgisi"nda, babasinin, "iyi bir evlilik yapmasi icin hicbir fedakarliktan" kacinmadigi bir kadin anlatiliyor. Gercekten de baba, adi Hira olan kizina, "Yakisikli bir fizige, iyi ahlaka sahip olan, alkole bagimli olmayan, kiz pesinde kosmayan, iyi bir isi olan bir koca" bulmak icin hicbir fedakarliktan kacinmamistir. Hira, "beyaz bir tene, duzgun bir burna, badem gibi iri gozlere, ince dudaklara, ortanin uzerinde bir boya, belinin altina kadar uzanan gur saclara" sahip olan, liseyi yeni bitirmis, "ancak milyonda bir bulunabilecek" bir kizdir. Bir yandan okumak, bir yandansa guzelligi nedeniyle kendisini tek basina okula bile gondermeyen ailesinin baskisindan kurtulmak icin evlenmek istemektedir. Bir gun, hic gormedigi, hic konusmadigi Altaf adli biriyle sozleri kesilir. Cevresindkiler ne kadar sansli oldugunu soylemek icin birrbirleriyle yaris ederler. Bir devlet kurumunda muhendis olan Altaf, Dakka"nin en luks semtlerinden Gulsan"daki kendi gorkemli evinde oturmaktadir. "Guzel insanlara hic ilgisiz kalmayan" Hira, yakisikli Altaf"la evlendikten sonra duskirikligi yasamaya baslar, cunku Altaf iktidarsizdir ve bunu kabul etmemektedir. Hira"nin yasami evde tutsaklik gibidir. Zamanini yatak odasinda gecirmekte ve kocasi onun evin temizliginin, hizmetcilerinin, yemeklerinin denetlenmesi isini ustlenmesi icin zorlamaktadir. Annesi ona hep, "Iyi bir esin gorevlerinden biri de, kocasinin evini guzelligiyle suslemek, parlak kisiligiyle evin mutlulugunu, kocasinin ailesinin sayginligini pekistiren bir simge olmaktir." demistir ama Hira, bu evde var olma nedenini sorgulamaya baslar: "Altaf"i mutlu etmek icin vardim, hem moral hem fiziksel mutlulugunu saglamak; ailesinin de gonencini, sayginligini korumaya katkida bulunmak... Peki benim mutlulugumu kim saglayacak?.." Hira"nin savasimi Bu sorgulama sonucunda egitimini surdurme tasarisindan vazgecer ve kapatilmis bir yasam surmek zorunda kalir. Cevresindeki tum kadinlar "tum yasamlarini, titizlikle, bagli olduklari erkegi hosnut etmeye adamislardir." Ve Hira da oyle yetistirilmistir ama "birlikte yasamak zorunda birakildigi" adamin tutsagi olmayi onuru kabul edememektedir. Iktidarsiz bir kocanin koynunda gecmeye baslayan uykusuz gecelerden, kendini dine vermis bir kayinvalidenin cekilmezliginden baska bir sey olmayan yasamindan hosnut degildir. Kocasi, cinsellikle ilgili bir sorunu oldugunu kabul etmemekte ve Hira, yalnizlik icinde allak bullak olmaktadir. Anlatinin bundan sonrasi Hira"nin girdigi savasimi, doktora gidisini, cinselligin ne oldugunu anlayisini, kocasindan dayaklar yiyisini, evinden kacisini, kendi ailesinin onu ayiplayip geri gondermesini, tekrar kacip bir iste calismaya ve kurtulus icin adimlar atmaya baslayisini anlatmakta ve ozgurlugun, ozgurluk icin savasmanin en yuce deger oldugunu vurgulamaktadir. Bu savasimin sonunda, anlatinin son satirlarini olusturan ask. Hira"nin ozgurlugu yakaladiginin da habercisidir: "Kimse ona sarilmami, onu kendime cekmemi engelleyemezdi. Kimse ve hicbir yasa. Beni uzun zamandir kemiren yoksunlugun, nihayet yumusamaya, bedenimi terk etmeye basladigini duyuyordum. Susuzlugumu gidermenin cok kolay -bu kadar basit!- olacagi baska bir dunyaya giriyordum." "Secenek" Kitabin ikinci anlatisi ise "Secenek" adini tasiyor. Iki kizkardesin birbirine yazdigi mektuplarla insanligin yuzlerce yildir cozemedigi kadinlarin ezilmesi sorununun ve yasam biciminin sorgulandigi bu anlati da, Dogu toplumlarindaki kadin olayini sergiliyor. Bu anlatida karsilastigimiz gerceklik de ulkemizdeki kadin gercekligiyle ilginc bir bicimde ortusuyor. Dunyanin cesitli ulkelerini gorup de oralarda ogrendikleriyle kendi ulkesinin yasamini karsilastirip cagdas bir yasam biciminin hakki oldugunu dusunen, bu dusuncesini gerceklestirmek icin cesur adimlar atan bir kizin yasam deneylerini aktaran "Secenek", ayni zamanda dinsel bir yasam biciminin kiskaclari altinda, bosinanlarla koreltilen baska yasamlari da buyutec altina aliyor. Ornegin, "Erkekler beni hep sasirtacaklar! Evlenmeden once yiginla kizla birlikte olurlar, sonra da kadinlarinin yasantisindaki ilk erkek olmamayi katlanilmaz bulurlar. Neden Nupur, bana aciklasana! Kizlik onlar icin neden bu denli baglayici!" dusuncelerinin toplumumuzdaki "bekaret" konusuyla ayniligini kim yadsiyabilir? Ask konusundaki su dusunceler de gunumuzun gercekligi degil mi?: "Yasamimin bir bolumunde, yalnizca askin bana ozgurluk ve mutluluk getirebilecegini dusundugumu soylemeliyim. Herkes gibi ben de ask tutkunuydum. Ama anladim ki bizim toplumumuzda, ask, erkeklerin kadinlari aglarina dusurmek, iktidarlarini dayatmak, yasam boyu kendilerine hizmet etmelerini saglamak icin kurduklari bir tuzaktan baska bir sey degil." Ornegin, "Kayip kiz, erkeklerle fazlaca gorusen kizdir! Bunun tek bir anlami var, erkekler dogru yoldan cikmazlar. Ote yandan, ulke bir bastan bir basa erkeklerin bu kayip kizlarla karsilasabilmeleri icin ayrilmis yerlerle dolu... Ama yerlere giden kizlarla sik sik gorusen erkekler yoldan cikmis sayilmiyorlar..." dusuncelerinin bizim toplumumuza yabanci dusunceler oldugu soylenebilir mi? Ya bosananlarla ilgili gerceklik? Sinava girecek olan kizin basarisi icin duaya gereksinmesi vardir ve dua ufleyen Hoca ile karsilasan kizin duygulari sunlardir: Hoca ellerini basima koydu, sonra omuzlarina, sirtima indirdi, beni kendine bir an cekerek. Kuran"dan birkac ayet okuyarak uzerime ufledi. Bir yaprak gibi titriyordum, kendimi onun kollarinda hapsolmus hissetmek kotu bir duyguydu. Saclarima icine cekiyordu sanki. Soluk almaya cesaret edemedim... Yeniden elleri uzerimde gezindi, sirtimdan kollarima, kollarimdan gogsume uzandi, orada bir sure hareketsiz durdu. Soyle mirildandigini isittim: Allah"in safligi iste burada duruyor, bir gun bu saflik ucup gidecek, sen yolunu sasirtmalarina izin verme!.." Bir ticaret alani: Dinin ticaretle iliskisini belirleyen "Din, su siralarda parlayan bir ticaret alani... Dinle yakindan ilgilenen insanlarin daha bencil olduklarini dusunebilir miyiz? Belki de insanlari bencil yapan dindir" dusuncelerinin cigliga donustugu bir ulke yalnizca Banglades midir? "Bir Kadin Yazgisi" adli kitabin ikinci anlatisi olan "Secenek"in, icinde bulundugumuz yasama kosullarina denk dusen sorunlarla ic ice bir yapit olarak okunmaya deger bir anlati oldugunu vurgulayarak son satirlarindaki bir cagri ile noktayi koyalim: "Yasamda gercekten bir dosta, yaninda kendini iyi hissedecegin birine ihtiyac var... Beni ilgilendiren tek kisi sensin, sen benim gercek dostumsun, bir anneden, bir kardesten daha yakinsin..." (*) Bir Kadin Yazgisi - Secenek/ Teslime Nesrin/ Ceviren: Bulent Berkman/ Cumhuriyet Kitaplari/ Mart 1999/ 192 s. |
YORUMSUZ!!!
Sümerler, Sümer Dini ve Islamiyette Kadınların Türban / Başörtüsü Kullanmasının Kökeni
(Muazzez İlmiye Çığ ile yapılan röportaj"dan ) Vatan Gazetesi - 16-10-2006 -Siz Sümerleri çok seviyorsunuz? Ee tabii, yıllardır onları çalıştım. -Sadece çalışmaktan değil, sanki siz Sümerleri gelmiş geçmiş en uygar halk olarak görüyorsunuz? Evet, evet, öyle! Çünkü Sümerler bugünkü kültürün temelini kuran bir millet. Evveli yok. Çivi yazısını bulmuşlar ve yaptıkları her şeyi yazmışlar. Mimariyi onlar başlatmış. Kubbe, kemer ve kanallar yapmışlar. Bunlar, fevkalade hesap isteyen şeyler. Matematikte 6"lı sistemi koymuşlar. Bugün hâlâ kullandığımız saat, daire, üçgen hesaplamaları Sümerler"in 6"lı sistemiyle yapılıyor. MÖ 590"larda yaşayan Pisagor"un formülünü biz Sümer tabletlerinde bulduk, Yunanlılar onlardan almış. Astronomi çok önemli. Beş gezegeni tespit etmişler. Keplere kadar altıncıyı bulan çıkmamış. Burçların adlarında hâlâ onların tercümesini kullanıyoruz. Geniş edebiyat anlayışları var. Gılgamış Destanları ve mitolojileri var. - Yunan mitolojisinin aslında Sümerlerden alıntı olduğu söylenir? Hem de nasıl. Aynı zamanda Sümer mitolojisiyle Türk mitolojisinde de büyük benzerlikler vardır. Tam olarak bilmiyoruz, ama Türkler - Tarihte Türkler mi daha eski, Sümerler mi?daha eski görünüyor. Genel kanı Sümerler"in de Orta Asya"dan gelmiş olduğu yönünde. Bizim meslektaşların arasında yüzde 90 böyle biliniyor. - Peki bugünkü Sümerler sizce kim? Bilmiyoruz, Asya"dan Anadolu"ya devamlı bir göç olduğu için kimin ne olduğu belli değil. Şu anki haritaya göre Irak"ın güneyi ve Bağdat"ta yaşamışlar. Oradan Anadolu"ya geldiklerine dair elimizde belge yok, ama bana göre soyumuzda Sümerlilik de olabilir. Çünkü Sümer diliyle Türkçe arasında o kadar benzerlik var ki... Mesela Sümerce alım-Türkçe alımlı, bab-baba, dim-dimdik, es-esmek, gim-kim, güles-güleç, ib-ip, ir-er, kıya-kıyı, ulu-ulu, kusu-koşmak gibi... - Sümerliler neye inanıyorlarmış? Dört büyük yaratıcı tanrıları var: Yer, gök, hava ve su tanrıları. Bunların dışında bir de idareci tanrıları var. Ama tanrıçalara da büyük önem veriyorlar. Mesela sosyal-adaleti koruyan bir tanrıça, sanatı koruyan bir tanrıça, bereket ve aşkı koruyan bir tanrıça. Aynı tanrıçaya savaş tanrıçalığı da verilmiş. Aşk ve savaşı birleştiriyorlar. - Kadın-erkek ilişkisi nasılmış? Sümerler"de tek eşlilik var. Eğer kadın kendi görevini yapamayacak kadar yaşlanır veya hastalanırsa, ancak o zaman kadının izniyle kocası bir başka kadınla evlenebiliyor. Bu konuda çok güzel bir metin elime geçti. Bir kadın kocasına ikinci bir kadını alırken şöyle bir mukavele yazmış: "Ben bu kadını kocama karı, kendime kardeş olarak alıyorum. Şayet benim koca beni boşamaya kalkarsa kardeşimi de alır giderim." Bu mukavelenin altına da şahitlere imza attırıyor. - Resmi nikâh mı yapıyorlarmış? Yapıyorlar tabii. O kadar tanrıları olmalarına rağmen günlük işlerini hiç tanrılarla yürütmemişler. Son derece laik devlet. Nikâhı bir yetkilinin önünde yapıyorlar. Mukavelesi olmayan evlilik, evlilik sayılmıyor. Bizde Cumhuriyete kadar yoktu böyle bir şey. - Aşk ne kadar önemli? Çok önem veriyorlar ki aşk tanrıçaları var. Dünyanın bilinen ilk aşk şiirini onlar yazmış. Sümerli kadın, aşık olup kocasını seçebiliyor. - O zaman şimdi dava konusu da olan şu malum örtünme bölümüne gelelim: Sümerlerde kimler, neden örtünüyormuş? Her tanrının bir evi var, onlara mabet diyorlar. Bu evlerde tanrılar için çeşitli şeyler yapılıyor. Neler yapılacağını tanrılar insanlara söylemiyor, insanlar kendileri tanrıları için ne yapmaları gerektiğini anlayıp, yapıyor. - Yani "vicdan evi" gibi bir şey mi? Evet, vicdanlarıyla baş başa kaldıkları yer oluyor. Bugünkü kilise, cami ve havralardaki ibadet şekilerinden daha özgürler. Tanrıları hoş tutabilmek için orada danslar yapıyorlar, şarkılar söylüyorlar. İşte bu mabetlerde rahibeler var. Bu rahibelerin bazıları da genel kadınlık yapıyor. - "Genel kadın" tam olarak ne demek? Görevi seks yapmak olan kadınlara deniyor. Onlar fahişe değil, bunu para karşılığı yapmıyorlar. Mabetlerde aşk odaları var ve anladığım kadarıyla o odalarda gençlere cinselliği öğretiyorlar. Bunu nereden çıkartıyorum; çünkü Gılgamış Destanı"nda da ormanda, hayvanlarla büyümüş olan adamı insanlaştırmak için bir mabetten rahibe getiriliyor ve ona cinselliği, yemeyi, konuşmayı rahibe öğretiyor. O genel kadın dediğimiz rahibeler Sümerler"de her şeyi öğreten bir varlık olarak görülüyor. Bunu yaparken kendilerini tamamen tanrıya vakfetmiş sayıyorlar. Çünkü Sümerler"de aslında bekaret var. Bekarete önem verilmesine rağmen genel kadınların mabetlerde ilişkiye girebilmesi, bu hizmete verilen kutsal değeri gösteriyor. - Bekarete önem verildiğini nasıl biliyorsunuz? Tabletlere göre evlenmeden önce bakire olmadığını söylemeyen kadın boşanırken yarı tazminat alabiliyor. - Peki bu genel kadınlar başörtüsünü niye takıyorlar? Onları diğer rahibelerden ayırmak için böyle başörtüsü kuralı konmuş. Sokaktaki fahişeler de başörtüsü takamıyor. Bu sadece mabetlerdeki görevli kadınlara özel bir durum. Tarihteki ilk başörtüsü böyle çıkmış oluyor. - Sonradan bu iş nasıl tersine dönüyor? Sümerler"den uzun yılar sonra, M.Ö. 16"ncı yüzyılda, Asurlular birden bire kanun çıkarıyorlar. Diyorlar ki, bundan sonra evli ve dul kadınların da hepsi başını örtecek. Aslında burada, evli ve dul kadınların yasal bir şekilde cinsel ilişkiye girdiklerini düşünerek genel kadınlar gibi örtünmelerini ve kendilerini belli etmelerini istiyorlar. - Asurlar"da başörtüsü takan kadın, cinsel ilişkiye girmiş, bekareti olmayan kadın anlamına geliyor? Evet aynen öyle. Ama bunu bazı dinciler yanlış anlayıp "Tarihte ilk başörtüsünü fahişeler taktı" diyorum sanıyor. Oysa ne Sümerler"deki rahibeler fahişe, ne de Asurlar"daki evli ve dul kadınlar. - Yani örtünme, İslamiyet"ten binlerce yıl önce, kadının toplumdaki statüsünü belirlemek için bulunmuş bir çare? Benim anlatmak istediğim de bu! Bunu da ben söylemiyorum, tarih söylüyor. Kendimden bir şey eklemiyorum, yorum yapmıyorum, bilimsel tarihi anlatıyorum. - O zaman Asurlular"dan İslamiyet"in doğduğu döneme gelelim. Orada başörtüsü karşımıza nasıl çıkıyor? Kızım, ben İslam uzmanı değilim, ama tarih yönünden baktığımızda orada da şöyle oluyor: Hz. Muhammed peygamber olduktan sonra ailesindeki kadınlarla birlikte Mekke"de oturuyor. İnsanlar hangisi Hz. Muhammed"in karısı, hangisi kızı, hangisi cariyesi biliyorlarmış. O yüzden de orada bu kadınlara sataşma katiyen yokmuş. Ama Medine"ye hicret ettikten sonra durum değişiyor. Çünkü Medine çok kalabalık; Hıristiyan"ı, Yahudi"si her milletten insan var. İnsanlar Peygamber"in ailesini tanımıyorlar. İşte bu dönemde Peygamber"e bir vahiy geliyor. Bir ayete göre "Peygamber karıları, peygamber kızları ve mümin kadınlar sokağa çıkarken tanınmayacak şekilde örtünsünler" deniyor. Oysa bir başka yorumda da deniyor ki, "tanınacak şekilde" örtünecekler. - Bu anlattığınız mantığa göre "tanınmaları" daha doğru değil mi ? Evet, o daha doğru. Bence "mümin kadınlar" lafı da sonradan eklenmiş bir laf. Çünkü biliyorsunuz, Kuran Peygamber zamanında oluşturulmadı. Ebu Bekir döneminde tanıklardan alınan ayetlerin birleştirilmesiyle yazıldı. ..... Kimdir? Muazzez İlmiye Çığ, Birinci Dünya Savaşı sırasında doğdu (1914-Bursa), Kurtuluş Savaşı yıllarında ilkokulu okudu, İkinci Dünya Savaşı başladığında Ankara Dil-Tarih"ten mezun oldu. Aynı yıl okul arkadaşı Kemal Çığ"la evlendi. 33 yıl İstanbul Arkeoloji Müzesi"nde çalıştı. Depolardan bulup çıkardığı yaklaşık 3 bin Sümer tabletinin anlamını tarih ve arkeoloji dünyasına kazandırdı. 1972"de emekli olduktan sonra 8 kitabına 5 kitap daha ekledi. Heidelberg Üniversitesi, Roma ve Londra sergilerinde çalışmalar yaptı. İngilizce ve Almanca biliyor. Pek çok ödülü olan Çığ"ın iki kızı var. |
YORUMSUZ!!!
ISLAM VE KADIN:
Islam ulkelerinde, kadınların içlerinde bulunduğu durum, çağdaş teknolojinin yardımı ile tüm dünyanın gözleri önüne seriliyor: Iran, Suudi Arabistan, Yemen, Sudan, Cezayir, Afganistan, Irak, Kuveyt, basra Korfezi Ülkeleri, Bengladesh, Mısır vb. Islam ülkelerinde, kadınlar, istedikleri gibi giyinemiyorlar. Kısa kollu, çağdaş giysilerle sokakta dolaşmaları bile yasak, çoğu Islam ülkesinde çarşaf giymeye mecburlar. Kadınlar ile erkekler aynı yerlerdebulunamıyorlar, erkeklerle tokalaşmaları yasak, bindiklari toplum ulaşım vasıtalarınba bile ayrılık var. Kadınlar çalışamıyor, yasak.. Kadınlar, erkeklerinin izni olmadan seyahat edemiyorlar.. Yasak!.. Aksi halde kırbaçlanmaktan başlayan çeşitli cezalara çarptırıliyorlar. Suudi Arabistan"da, kadınların araba kullanması yasak.. Arabanın ön koltuğunda bile oturmaları yasak..(Diğer Islam ülkelerinde de benzer durum olabilir). Bir arkadaşım, Birleşik Arap Emirlikleri"nin Dubai Havaalanı"nın kafesinde "Burada sadece erkekler ve yabancı kadınlar oturabilir" şeklinde bir yazı olduğunu anlatmıştı. Suudi Arabistan"da yeterince bol olmayan çarşaf giyilmesi yasak, hatta bunun gibi çarşaflar dükkanlardan toplatılarak imha ediliyor. Iran"a gidenlerden duymuştuk: Uçak, Iran hava sahasına girince, kadınlar çarşaflarına giriyorlar.. Iran"dan dönerken de uçak Iran hava sahasından çıkınca, kadınlar çarşaflarını çıkarıp istedikleri kıyafete bürünüyorlar. Tabii ki bu özgürlük, tekrar Iran"a dönünceye kadar sürecektir.. Yine, bazı gazete haberleri aklımızda: "Afganistan"da ayak bileği görülen kadın, sokakta dövüldü.., kızların okula gitmesi, kadınların çalışması yasaklandı..", "Iran"da kadınlara kırbaç cezası, saçının teli görünen kadın karakola götürüldü.." Endonezya"da şeriat polisi islami kurallara uygun giyinmeyen kadınlara kırbaç cezası veriyor, erkekler de tekbir getirerek bu cezanın infazını seyrediyorlar. Pakistan"da, şeriatçılara taviz vermeye başlayan yönetim, kadınlara yönelik yeni kısıtlamalar koyuyor. Peki, bunlar neden oluyor? Neden, Islam ulkelerinin kadınları, Batı ülkelerindeki hemcinsleri gibi özgürce giyinemiyor, dolaşamıyor, yaşayamıyorlar? Bunun sebebi nedir? Bunun nedeni, o ülkelerdeki kanun koyuculara göre, Islam"dan kaynaklanmaktadır. Islam peygamberi Muhammed ve o"nun kitabı Kuran"dan kaynaklanmaktadır. Şeriattan kaynaklanmaktadır. Bakalım, Islam peygamberi Muhammed, kadınlar için ne demiş?? Muhammed"in Hadisleri: KADININ KOCA ÜZERINDEKI HAKKI 3276 - Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) anlatiyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kadinlara hayirhah olun, zira kadin bir eyegi kemiginden yaratilmistir. Eyegi kemiginin en egri yeri yukari kismidir. Onu dogrultmaya kalkarsan kirarsin. Kendi haline birakirsan egri halde kalir. Öyleyse kadinlara hayarhah olun." Buhari, Nikah 79, Enbiya 1, Edeb 31, 85, Rikak 23; Müslim, Rada 65, (1468); Tirmizi, Talak 12, (1188). 3277 - Amr Ibnu"I-Ahvas (radiyalIahu anh) anlatiyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kadinlara karsi hayirhah olun. Çünkü onlar sizin yaninizda esirler gibidirler. Onlara iyi davranmaktan baska bir hakkiniz yok, yeter ki onlar açik bir çirkinlik islemesinler. Eger islerlerse yatakta yalniz birakin ve siddetli olmayacak sekilde dövün. Size itaat ederlerse haklarinda asiri gitmeye bahane aramayin. Bilesiniz, kadinlariniz üzerinde hakkiniz var, kadinlarinizin da sizin üzerinizde hakki var. Onlar üzerindeki hakkiniz, yataginizi istemediklerinize çignetmemeleridir. Istemediklerinizi evlerinize almamalaridir. Bilesiniz onlarin sizin üzerinizdeki haklari, onlara giyecek ve yiyeceklerinde iyi davranmanizdir."" Tirmizi, Tefsir Tevbe, (3087). 3278 - Hakim Ibnu Mu"aviye babasi Mu"aviye (radiyallahu anh)"den anlatiyor: "Ey Allah"in Resülü! dedim, bizden her biri üzerinde, zevcesinin hakki nedir?"" "Kendin yiyince ona da yedirmen, giydigin zaman ona da giydirmen, yüzüne vurmaman, takbîh etmemen, evin içi hariç onu terketmemen." (Ebu Davud, Nikah 42, (2142, 2143, 2144). ERKEGIN HANIMI ÜZERINDEKI HAKLARI 3268 - Ümmü Seleme (radiyallahu anha) anlatiyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Hangi kadin, kocasi kendisinden razi olarak vefat ederse, cennete girer."" Tirmizi, Rada 10, (1161). 3269 - Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) anlatiyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Nefsim kudret elinde olan Zat-i Zülcelal"e yemin ederim, bir erkek hanimini yataga davet ettiginde kadin imtina edip gelmezse, kocasi ondan razi oluncaya kadar semada olan (melekler) ona gadab ederler."" 3270 - Bir baska rivayette söyle denmistir: "Erkek, kadinini yatagina çagirir, kadin da gelmeye yanasmaz, erkek öfkelenmis olarak sabahlarsa, melekler sabaha kadar -bir rivayette yataga gelinceye kadar- kadina lanet okurlar."" 3271 - Bir baska rivayette: "Kadin küskünlükle kocasinin yatagindan ayri olarak sabahlarsa, melekler onu lanetler" denmistir. Buhari, Nikah 85, Bed"ü"l-Halk 6; Müslim, Nikah 120 - 122 (1436); Ebu Davud, Nikah 41, (2141). 3272 - Yine Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) anlatiyor: "Ey Allah"in Resulü. dendi, hangi kadin daha hayirlidir?"" "Kocasi bakinca onu sürura garkeden, emredince itaat eden nefis ve malinda, kocasinin hosuna gitmeyen seyle ona muhalefet etmeyen kadin!" diye cevap verdi." Nesai, Nikah 14 (6,68). 3273 - Hz. Ömer (radiyallahu anh) anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Erkege, hanimini ne sebeple dövdügü sorulmaz." Ebu Davud, Nikah 43, (2147). 3274 - Ebu Sa"id (radiyallahu anh) anlatiyor: "Safvan Ibnu Muattal (radiyallahu anh)"in hanimi, yaninda Safvan da bulundugu bir anda Resulullah (aleyhissalatu vesselam)"a gelerek: "Ey Allah"in Resülü, namaz kildigim zaman kocam beni dövüyor, oruç tuttugum zaman da orucumu bozduruyor, günes doguncaya kadar da sabah namazi kilmiyor!"" dedi. Resulullah (aleyhissalatu vesselam), haniminin bu söyledikleri hakkinda Safvan"a sordu. Safvan:"Ey Allah"in Resülü! "Namaz kildigim zaman dövüyor "" sözüne gelince, o zaman (bir rekatte uzun) iki süre okuyor. Halbuki ben bunu yasakladim"" dedi. Resulullah kadina: "Insanlara tek surenin okunmasi yeterlidir "" buyurdu. Safvan devam etti: "Oruç tuttugum zaman bozduruyor "" sözüne gelince, "Hanimim oruç tutup duruyor. Ben gencim, hep sabredemiyorum." dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Bir kadin kocasinin izni olmadan (nafile) oruç tutamaz!"" buyurdular. Safvan devamla: "Günes doguncaya kadar sabah namazi kilmadigim sözüne gelince, biz (gece çalisan) bir aileyiz, bunu herkes biliyor. (Sabaha yakin yatinca) günes doguncaya kadar uyanamiyoruz"" diye açiklama yapti. Aleyhissalatu vesselam: "Ey Safvan, uyaninca namazini kil!" buyurdular." Ebu Davud, Savm 74, (2459). 3275 - Ebu"I - Verd Ibnu Sümame anlatiyor: "Hz. Ali (radiyallahu anh) Ibnu Agyed"e dedi ki: "Sana kendimden ve Resulullah (aleyhissalatu vesselam) "in kizi Fatima (radiyallahu anha)"dan -ki o, babasina, ailesinin en sevgili olani idi- bahsedeyim mi?"" "Evet, bahsedin!"" dedim. Bunun üzerine: "Fatima radiyallahu anha degirmen çevirirdi; elinde yaralar meydana gelirdi. Kirba ile su tasirdi. Bu da boynunda yaralar açti. Evi süpürüyordu. Üstü basi toz-toprak oldu. (Bu siralarda) Rasûlüllah"a bir kisim köleler getirilmisti.. Fatima "ya: "Babana kadar gidip bir köle istesen!" dedim. Gitti. Aleyhisselatu vesselam"in yaninda bazilarinin konusmakta olduklarini gördü ve geri döndü. Ertesi gün Resulullah Fatima"ya gelerek: "Kizim ihtiyacin ne idi?" diye sordu. Fatima süküt edip cevap vermedi. Ben araya girip: "Ben anlatayim Ey Allah"in Resülü!"" dedim ve açikladim: "Fatima"nin degirmen kullanmaktan elleri yara oldu, kirba ile su tasimaktan da omuzlari incindi. Köleler gelince ben kendisine, size ugramasini, sizden bir hizmetçi istemesini ve böylece biraz rahata kavusmasini söyledim. Bu açiklamam üzerine Resulullah: "Ey Fatima, Allah"tan kork, Allah"a olan farzlarini eda et, aileyin islerini yap. Yatagina girince otuzüç kere sübhanallah, otuzüç kere elhamdülillah, otuzüç kere Allahuekber de. Böylece hepsi yüz yapar. Bu senin için hizmetçiden daha hayirlidir.." buyurdular. Fatima (radiyallahu anha): "Allah"dan ve Allah"in Resulünden raziyim" dedi. Resulullah ona hizmetçi vermedi." Buhari, Fedailul Ashab 9, Humus 6, Nafakat 6, 7, Da"avat 11; Müslim, 80, (2727); Tirmizi, Da"avat 24, (3405); Ebu Davud, Harac 20, (2988, 2989), Edeb 109, (5062, 5063). KOCANIN KADIN ÜSTÜNDEKI HAKKI 6529 - Hz. Aise radiyallahu anha anlatiyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Eger bir kimsenin bir baskasina secde etmesini emretseydim, kadina, kocasina secde etmesini emrederdim ve eger bir erkek karisina kirmizi bir dagdan siyah bir daga ve siyah bir dagdan kirmizi bir daga tas tasimayi emretseydi, uygun olan, kadinin bu emri yerine getirmesidir." 6530 - Abdullah Ibnu Ebi Evfa radiyallahu anh anlatiyor: "Hz. Muaz Sam"dan dönünce Resulullah aleyhissalatu vesselam"a secde etmisti. Aleyhissalatu vesselam hayretle : "Ey Muaz! Bu da ne?" dedi. O açikladi: "Sam"a gitmistim, onlarin reislerine ve patriklerine secde ettiklerine rastladim. Içimden, ayni seyi size yapmak arzusu geçti." Aleyhissalatu vesselam, bunun üzerine: "Bunu yapmayin! Zira, sayet ben, bir kimseye, Allah"tan baskasina secde etmeyi emretseydim, kadina kocasina secde etmesini emrederdim. Muhammed"in nefsi elinde olan Zat-i Zülcelal"e yemin ederim ki, bir kadin, kocasinin hakkini eda etmedikçe Rabbinin hakkini da eda edemez. Kadin (deve sirtindaki) semere binmis iken kocasi nefsini talep edecek olsa, kadin bu istege mani olamaz." KADININ YOLCULUGU 2169 - Ebü Hüreyre (radiyallahu anh) anlatiyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allaha ve ahiret gününe inanan bir kadina, bir gece ve gündüz devam edecek bir mesafeye, yaninda bir mahremi olmadikça gitmesi helal degildir." Buharî, Taksîru"s-Salat 4; Müslim, Hacc 419, 422, (1339); Muvatta, Isti"zan 37, (2, 979); Ebü Davud, Menasik 2, (1723-1725); Tirmizî, Rada 15, (1170). Muhammed"in evli kadınlara yönelik hadisleri: "Bir adam karısını yatağına çağırsa da, kadın yanaşmasa, o sırada cinsel ilişkide bulunmazsa ve bu yüzden kocası geceyi öfkeli-sinirli olarak geçirse, melekler o kadına, sabaha değin lanet ederler." (Bkz. Buhari, e"s- Sahih, Kitabu Bed"il"halk/7; Tecrid, hadis no.1337; Müslim, e"s-Sahih, Kitabu"n-Nikah/120-122,hadis no.1436; Ebu Davud, Sünen, Kitabu"n-Nikah/42, hadis no.2141). "Bir adam karısını cinsel ihtiyacını gidermek için çağırdığı zaman, kadın hemen o çağrıya uymalıdır. Kadın, tandırda (fırında, ocakta) o anda iş görüyor olsa bile.."(Bkz: Tirmizi, Sünen, Kitabu"r-Rıda/10, hadis no.1160). Muhammed"in genel olarak kadınlar hakkındaki görüşleri: "...Dünyadan ve kadınlardan sakının, zira Beni Israil"de ilk fitne daın yüzünden çıktı" (Riyazü"s Salihin tercemesi (Diyanet İşleri başkanlığı Yayınları, Ankara, 4.baskı),1, 105. "...Benden sonra erkeklere, kadınlardan daha zararlı fitne ve fesad (âmili) olarak hiçbirşey bırakmadım" (Ibid,327, Usâme Ibn-i Zeyd"in rivayetine dayalı bu hadis için bkz. Sahih-i Buhari tecrid, II, 267, hadis no. 1795) "...Uğursuzluk üç şeyde: "at"ta, "kadın"da, "ev"de hâsıl olur" "...Eğer eşyada şeâmet farzolunursa "at"ta, "kadın"da, "ev"de ve "mesken"de aranılmalıdır" (Abdullah Ibn-i Ömer"in ve ayrıca Selh İbn-i Sa"dın rivayetlerine dayalı olarak Buhari"nin naklettiği bu hadisler için bkz. Sahih-i Buhari tecrid, VIII, 312, hadis No. 1211 ve XI, 267-8, hadis No.1795) "Tanrı elçisi namazı bozan şeyleri benim önümde tekrarladı. Bunlar: Köpek, eşek ve kadındır"(Muhammed"in karılarından Ayşe, Ibid, 82;Ayrıca bkz. Mishkat..,(1960), IX, Kesim 16, 292) "Önünde deve semerinin ard kaşı boyunda bir sütresi olmayan kimsenin namazını kadın, eşek bir de kara köpek kat"eder" (Ibid,441) "Ben kadınlarla asla tokalaşmam"(Tırmızi"nin refika kızı Ümeyye"den rivayet ettiği hadisler) Muhammed"den Bir Olay Ebu Said rivayetine dayali olarak Buhari ve Muslim gibi Islam"in en saglam ve guvenilir kaynaklarinin, kadinlarin "aklen ve dinen eksik" olduklarina dair Muhammed tarafindan soylenmis sozler konusunda bildirdikleri sudur: Bayram gunlerinden birinde Muhammed, kadinlarin yanindan gecerken onlara hitaben: "Kadinlar sadaka verin, zira bana Cehennem gosterildi, cogu sizler idiniz." diye seslenir. Kadincagizlar sasirirlar ve: "Ya Resu"llah neden?" diye sorarlar. Muhammed cevap verir: "Cunku siz otekine berikine cokca lanet eder, zevclerinize karsi kufran-i ni"met gosterirsiniz. (ne acaiptir ki kendini zapteden tam akilli ve dininde) hazimli kimsenin aklini sizin kadar eksik akilli, eksik dinli kimsenin celebildigini gormedim." Kadinlar biraz daha sasirmis olarak yine sorarlar: "Aklimizin, dinimizin eksigi nedir? Ya Resu"llah". Bu soru uzerine Muhammed onlara Kur"an"in Bakara suresinin 282inci ayetini hatirlatir: "Kadinin sahadeti, erkegin sahadetinin yarisi degil midir?" Kadinlar, "Evet" diye yanit verirler. Onlarin bu dogrulamasi uzerine Muhammed tekrarlar: "Iste bu aklinizin eksikligindendir." Bunu soyledikten sonra yine kadinlara sorar: "Kadin hayiz gordugu zaman da namaz kilmaz, oruc tutmaz, degil mi?" Kadinlar buna da "Evet" derler. Bunun uzerine Muhammed, "Iste bu da dininizin eksikligindendir" diyerek sozlerini tamamlar. (Buhari Muhtasari Tecrid-i Tercemesi, 1970-, I, 222, Hadis No 209) Goruluyor ki Muhammed"in aciklamasina gore Tanri, kadini bilhassa "eksik" yaratmistir, ve bunu kanitlamak uzere de kadinin sahadetinin erkeginkinin yarisi degerinde oldugunu anlatmis ve ayet yollamistir. Daha baska bir deyimle kadinlarin sahadet bakimindan erkeklere nazaran daha az degerde sayilmalari, duygusal ya da fevri filan olmalarindan degil ve fakat dogrudan dogruya "akillarinin eksikligindendir." Ve Tanri onlarin eksik akilli olmalarini ozelikle bu bakimdan ongormustur. Fakat Tanri, yine Muhammed"in bildirmesine gore, kadinlari sadece "eksik akilli" yaratmakla kalmamis, fakat ayni zamanda, "eksik dinli" yapmis ve bunun kaniti olmak uzere de onlari "hayizli (adet gorur) sekilde" yaratmistir. Boylece hayiz gordukleri zaman onlari namaz kilmak, oruc tutmak gibi (ve benzeri) dinsel gorevlerden yasaklamistir. Ve iste kadinlarin "aklen ve dinen dun" olduklarina dair bu inanc islami inanc olarak Muhammed"den itibaren yerlese gelmistir. Soylemeye gerek yoktur ki, bu tur bir inanci ve bu inancin dayanagi olan mantigi, "ulu ve adil Tanri" anlayisi ile uzlastirmak mumkun degildir; hatta sadece "ulu ve adil Tanri " anlayisi ile degil ve fakat "keyfi ve adaletsiz" bir Tanri anlayisi ile dahi bagdastirmak kolay degildir. Cunku bir kere, insan denilen varligi "erkek" ve "disi" olarak yaratmakla gurur duyan ve ovunen bir Tanri"nin "akillilik" ile "sahadet" arasinda baglanti kurmasi ve bu baglantiyi sadece kadinlara uygulamasi dusunulemez; "adil ve bilgi kaynagi" olarak tanimlanan bir Tanri"nin yapabilecegi bir sey degildir. Zira boyle bir baglantiyi ongormus olsaydi, bu takdirde aklen ve fikren yetersiz olabilen erkeklerin de bulundugunu goz onunde tutarak "akilli bir erkegin sahadeti, daha az akilli iki erkegin sahadetine denktir" seklinde bir seyler getirirdi. Ote yandan iki kadinin sahadetini, bir erkegin sahadetine denk kilma amacini, sirf kadinlari eksik akilli yaratmis olamk icin vesile ya da bahane kilmazdi. (Ilhan Arsel, Seriat Ve Kadin, 1991 baskisi s.48 ve devamı) Şimdi de Kuran"ın ayetlerine bir göz atalım: KURAN"DA KADINLARLA İLGİLİ BAZI AYETLER "Allah"ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah"ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür"(Nisa/4/34) " Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında onlara günah yoktur. Sulh (daima) hayırlıdır. Zaten nefisler kıskançlığa hazırdır. Eğer iyi geçinir ve Allah"tan korkarsanız şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. "Nisa/4/128 (Not:Erkegin hakkı ile kadınınkiler arasındaki farka dikkat! Erkek dövebilir, ama, kadın sulh yapmaya mecbur!) "Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinda belli hakları vardır.Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler." (Bakara/228) "Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdir de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır."(Nisa/3) "Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah"a tevbe ediniz ki kurtulu?a eresiniz" (24/Nur/31) Erkeğin kadından derece olarak üstünlüğü: Bakara Suresi, Ayet:228 : Fahruddin Razi, e"t-Tefsiru, Taberi, Camiu"l-Beyan, 2/275-276; Tefsiru İbn Kesir, 1/271; Dr. Kamil Musa, Derece, Beyrut, 1987,.15-26 kitaplarındaki yorumlara göre: Erkek kadından birçok yönden üstündür: Erkeğin akılca üstünlüğü vardır Diyette (kurtulmalıkta) üstünlüğü vardır. Miras konularında üstünlüğü vardır. Erkek, "kadı (yargıç)", "hükümdar" olur, kadın ise olamaz. Erkek tanıklığa da daha elverişlidir. Erkek, kadının üzerine evlenebilir. Dilerse karısının, karılarının üzerine cariye de alabilir. Kadın için, kocasının üstüne evlenmek gibi bir hak yoktur. Mirasta erkeğin payı daha çoktur. Erkek kadını boşayabilir. Kadın, erkeği boşayamaz. Erkek kadını boşadıktan sonra da süresi içinde dönüş yapabilir, kadının bu yönde bir hakkı yoktur. Erkeğin ganimetten payı kadınınkinden çoktur. Kadınları dövme özgürlüğü: Nisa suresi, 34.ayet, Diyanet çevirisi: "Allah"ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin, mallarından sarf etmelerinden dolayı, erkekler, kadınlar üzerine hakimdirler. İyi kadınlar, gönülden boyun eğenler ve Allah"ın korunmasını emrettiğini, kocasının bulunmadığı zaman da koruyanlardır.Serkeşlik etmelerinde endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet dövün. Size itaat ediyorlarsa onların aleyhine yol aramayın. Doğrusu Allah Yüce"dir, Büyük"tür." (Çevirideki "serkeşlik", ayetteki "nuşuz"un karşılığıdır. "Serkeşlik", Türkçe sözlükte şu anlamdadır:"kafa tutma, baş kaldırma." ) |
YORUMSUZ!!!
ISLAM UYGULAMALARINDAN ÖRNEKLER
Kadınlar yalnız seyahat edemezler: Diyanet"in yayinlarindan olan Sahih-i Buhari Muhtasari... "nin 4.cild"inin 219.sayfasinda, kadinlarin yolculuga çikarlarken kocalarinin ya da yakinlardan birinin vesayetine muhtaç bulunduklari hususu ile ilgili su satirlari: "Islam dini kadinin ...bünye ve iradesindeki fitri za"fa mebni muayyen hususta kadini, mehariminden bir erkegin vesayetine vermistir. ki, kadinin uzak bir mesafeye gidebilmesi...için zevcin veya bir mahreminin bulunmasini sart kilmasi bu cümledendir..." (Sahih-i..., Cilt IV, sh. 219) )265. Kadınlardan yönetici olamaz: Diyanet"in yukarda adi geçen yayinlarinin 10. cild"inin 449.sayfasinda yer alan 1660 sayili hadis: "Mukadderatini bir kadinin eline veren millet felah bulmaz" seklinde olup Baskanligin su açiklamasini içermektedir: "Islam hukukunda amme velayeti denilen devlet teskilati riyaseti ancak erkek bir vatandas tarafindan temsil olunur. Bu, millet otoritesini temsil edecek mevkie kadin intihap edilemez. Çünkü kadinin fitrati bir çok cihetlerden bu çok agir vazifeyi deruhte etmege müsait degildir. Bunun için Islam hukukunda... devlet riyasetine intihap olunabilmesi hususunda kadin için hiçbir hak kabul edilmemistir" (Sahih-i... , Cilt X, sh. 449 ve d.)266 (Yani, deniyor ki; kadin"in kamu yöneticiligi gibi görevlere gelmesini önleyen sey yaratilisindaki eksikliktir: yani "aklen ve dinen dun" olusudur, "iradesindeki fitri za"f" tir.) Animsatalim ki Islam"da kadin, sadece devlet baskanligina degil fakat siyasi ve idari görevlere de (örnegin kadilik, hakimlik, kaymakamlik, vs) hep bu nedenlerle layik görülmemistir. Gazali: "Yarim tanik durumunda sayilan ve erkegin hakimiyeti altina sokulan (kadin) nasil yargiç olabilir?" derken bunu anlatmak istemistir. KADIN iMAM !... İslam"da bir ilk: "Cuma"da kadın imam (Hürriyet 19.03.2005) ABD"nin New York kenti İslam dininde bir ilke imza attı. Dünyada ilk kez bir kadın imam, kadınlı, erkekli cemaata Cuma Namazı kıldırdı.Namaza yaklaşık 1000 kişi katıldı. New York"un Manhattan semtindeki St.John Katedrali"nde ilk kez kılınan Cuma Namazı, Amerikan medyasının ilgi odağı oldu. Kadınların imamlık hakkını gündeme getirdiği `Kuran ve Kadın" kitabıyla tanınan Afrikalı asıllı Prof. Dr. Amina Vadud, namaz öncesi bir basın toplantısı düzenledi. İslam dininde kadın ve erkek eşitliğinin önemini vurgulayan Vadud, `Cuma Namazı"nı bir kadın olarak ilk kez ben kıldıracağım" dedi. Vadud, `Bu benim için yeni bir şey değil, 10 yıl önce Güney Afrika"dan böyle bir teklif aldım" diye konuştu. Kadın ve erkeğin ruh olarak Allah tarafında eşit olduğunu belirten Vadud, daha sonra imam mahalline geçti. Cuma Namazı"nı organize eden `İslam Uyanış Hareketi" üyesi Asra Numani ezan okuduktan sonra, Amina Vadud 2 saat süren Cuma hutbesi okuyup, namaz kıldırdı. Haremlik selamlık olarak ayrılan 100 kişilik cemaatin çoğunluğunu kadınlar oluştururken, başı açık olan kadınlar da saf tuttu. PROTESTO EDİLDİ Cuma Namazı"nın kılındığı katedralin önünde toplanan bir grup, tekbir getirerek Vadud"u protesto etti. Ancak polisler tarafından kiliseyi çeviren tel örgülerin dışına çıkarıldılar. Eylemlerine burada da devam eden protostocular, Vadud ve cemaati için, `Bunlar feminist, bu kişiler İslam"ı temsil etmiyor, homeseksüellik, pornoya ve alkole de müsaade ediyorlar" diye tepki gösterdiler. İslam"da kadın hakları için ayaktayız NAMAZI organize eden eski Wall Street Journal yazarı Asra Q. Numani ise, `İslam"da kadın hakları için ayaktayız. Arka kapıyı ya da gölgeleri artık tercih etmeyiz" dedi. Asra Numani"nin namazı başı açık kıldığı da dikkat çekti. Amina Vadud"un iki saat süren hutbe ve imamlığından önce İslami Uyanış Hareketi üyesi Asra Numani ezan okudu. Katedralde namaz Amina Vadud namazı Manhattan"daki St. John Katedrali"nin Sinod Binası"nda kıldırdı. Bu gelişme karşısında ABD"li Müslüman liderler çekinceli kaldı. New York"ta faaliyet yürüten İslam"da Kadınlar Örgütü lideri Ayşe el Adaviye, `Bu tür bir değişim toplumun içinden gelmeli. Ama bu dışarıdan zorlanıyor" diye konuştu. Bazı çevreler de, Numani"nin yazdığı kitabın reklamını yapmak için böyle bir organizasyon planladığını iddia ediyor. Kadın imam tartışması ABD"de Prof. Amina Vadud"un dün New York"ta Cuma namazı kıldırması din adamları arasında farklı yorumlara yol açtı. Bazı din bilginleri kadınların erkeklere imamlık yapamayacağını belirtirken, kadının kadınlara imamlık yapmasında sakınca olmadığı da ifade edildi. İşte din bilgillerinin konuya ilişkin görüşleri şöyle: Caiz değil Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz: Kadınların erkeklere namaz kıldırması caiz değildir. Kadınlar kadınlara imamlık yapabilir. Uygulamada Peygamberimiz"den günümüzü kadar gelen uygulama böyledir. Eğer dinde yeri olsaydı Peygamberimiz dönemindeki çok mümtaz kadın şahsiyetler vardı. Sahibilerin kendisinden bilgi aldığı Ayşe gibi Fatma gibi. Onlara imamlık yaptırılırdı. Hümmü Varaka rivayeti var, ancak bu çok istisnai bir durumdur. Sakınca yok Eski Diyanet İşleri Başkanı Süleyman Ateş: Kadınların kadınlara imamlık yapmasında görüş ayrılığı yok. Bence bir kadın imamlık yapma şantlarına haizse, bilgi ve birikimi varsa Cuma Namazı kıldırmasında sakınca bulunmuyor. Özel amaçlı Prof. Dr. Zekeriya Beyaz: İslam"da Cuma Namazı kıldıran kadın örneği bulunmuyor. Kadınlar kadınlara imamlık yapabilir. Erkeklere yapamazlar. ABD"de ortaya çıkan bu olay, özel amaçlı bir teşebbüstür, diye düşünüyorum. Erkeğe zor Dünyanın en üst düzey İslam alemlerinden sayılan, Mısır"ın başkenti Kahire"deki El Ezher Camii şeyhi Seyid Tantavi, `Kadının vücudu özeldir. Kadınlar, kadınlara imamlık yapabilir. Ama erkeklere yaptıklarında, arkasında namaz kılanların imamlarının vücuduna bakması ve sadece ibadete odaklanması zorlaşır" dedi. Kabul olmaz Ürdün"ün eski din işleri bakanı, Abdülaziz el Hayat ise, `Din büyükleri, karışık cemaatlere imamlık yapmasına izin vermemiştir. Erkeğin yanında bile namaz kılamazlar, arkalarında kılmalılar. O namazda bulunan erkeğin duası kabul olmaz" dedi. Afganistan"da Islam Ve Kadın Afganistan"da kökten dinci hükümetin iktidara gelmesiyle birlikte Eylül 1992"de başkentin büyük parkında "İslam"a uygun davranışlarda bulunmadıkları için" toplu idamlar gerçekleştirildi. Bu tarihlerde Afganistan kadını da bütün haklarını kaybetti. Oy kullanma, devlet dairelerinde ve televizyon/radyolarda çalışma hakları ellerinden alındı. 1960"lı yıllarda mini etek giyen Afgan kadını tepeden tırnağa örtünmek zorunda bırakıldı. Hizb-i İslami örgütü militanları batılı gibi giyinen kadınların üzerine asit atıyordu. Afganistan bebek ölümlerinde birinci, kadın ölümlerinde ise ikinci sıradadır. Kadın ölümlerinin en büyük nedeni, kızların çocuk yaşta, daha hamileliğin yükünü kaldırabilecek kadar gelişmeden hamile kalmalarıdır. Regl olmaya başlayan kızlar hemen evlendirilmekte ve daha çocuk yaşta hamile kalmaktadırlar. Afgan evlerinde erkeklerin bulunacağı odalarda el işi, dantel gibi kadın varlığını anımsatacak eşyalar bulundurulmaz. Afgan erkeği karısına evden çıkarken hoşçakal demez, nereye gittiğini ve ne zaman döneceğini söylemez. Islamcı "Taleban" rejimi altındaki Afganistan"da tam anlamı ile "Islam Seriatı" uygulanıyor. Bu uygulamanın Afgan kadınları üzerindeki etkisi ise, onları toplumda "tümüyle görünmez" kılmak.. Afgan kadınlar, "burka" ile baştan aşağı örtünmeden evden dışarı adım atamıyorlar. Sokağa çıkabilmeleri için, "burka" bile yeterli değil tek başına..Yiyecek, ilaç ve diğer güncel ihtiyaçlarını bile almak üzere sokağa çıkmaları gerektiğinde yanlarında mutlaka aileden bir erkeği "refakatçi" olarak almak zorunluğu var. "Burka" da kadınları tam koruyamıyor, Islam şeriatının zulmünden.. Nitekim bir su birikintisinden geçerken ıslanmamak için eteğini hafifçe kaldıran bir kadının "bacaklarını gösterdiği" gerekçesi ile iki Taleban tarafından dövülerek öldürülmesi dünya basınında yer almıştı. Afganistan"da "Islamcılar"ın iktidarı ile tüm eğitim kurumları kadınlar için yasaklanmıştır. Uzun yıllar savaş gören bir ülke olan Afganistan"da "dul kalan" kadınların durumu bir diğer felakettir. Çalışmaları yasak olan kadınlar, hayatlarını idame ettirecek gelirden yoksundur. Taleban, yüzde 70"i kadın olan öğretmenlerin evden çıkıp çalışmalarına da izin vermediğinden, çocukların eğitimi aksamaktadır. Halbuki, Islamcılar iktidara gelmeden önce, Kabil"de 150 bin kayıtlı öğrencinin yüzde 40"ı kız öğrencilerdi. Islamcı yönetim, erkek doktorların, kadın hastalara; kadın doktorların erkek hastalara bakmasını da yasaklamıştır. Kadın sağlık elemanları da çalışırken "burka" giydiklerinden, işlerini yapmalarını çok zor olmaktadır. Islam yönetimi, müzik dinlemeyi, şarkı söylemeyi, dansı, her türden oyun ve eğlenceyi yasaklamıştır. Çocuk oyunları, onları "Kuran eğitiminden" uzak tutacağı varsayımı ile yasaklanmıştır. Erkeklere "sakal bırakmak" mecburiyeti getirilmiştir. Hırsızlık yapanların el ve ayakları kesilmiş, zina yapanlar taşlanarak öldürülmüştür. Fotoğraf çekmek de "şeytan işi" gerekçesi ile yasaklanmıştır. Diğer yasaklar da şunlardır: Oyuncaklar, terzilerdeki moda dergileri, kadınların makyaj yapması, kaş almak, saçlarını kısa kestirmek, renkli veya beyaz elbise giymek, mücevher takmak, ince çorap ve topuklu ayakkabı, ayak sesinin duyulması, yüksek sesle konuşmak ve gülmek .. Türkiye Cumhuriyeti"nde kadınlarımız, 76 yıl önce şeriattan laikliğe geçilmesi ile neler kazandıklarının bilincindedirler. Bangladeş, Cezayir, Afganistan, Sudan, Yemen, Iran ve diğer Islam şeriatı ülkelerinde hergün görülen olaylar ve yönetim tarzı, laik devletin önemini anlatmaktadır. (Prof.Dr Necla Arat"ın , Cumhuriyet"te, 25.05.99 tarihinde yayınlanan makalesinden ve Faik Bulut"un kitabından yararlanılmıştır) Banglades Bangledes"li kadinlara uygulanan baski nedeniyle, kadinlar erkeklere uygun görülen islerin haricindeki islere yöneltilir. Yerel mollalarin fetvalari ile hirsizlarin elleri kesilir, zina yapan kadinlar taslanir, kirsal kesimde erkekler dogum kontrolu yapan karilarini bosarlar. Kendi kücük isleri icin banka kredisi alan kadinlara da iyi gözle bakilmaz, cünkü, "kadinlarin ekonomik özgürlük kazanmalari, erkeklerden daha üstün bir yer saglayacagi icin" istenmez. "Tanri"nin planinda bu yoktur" denir. Medrese ögrencileri, kiz okullarini "kizlarin Batililasmasina neden olduklari icin" yakmakta; gecerli kilinmaya calisilan kurallara karsi cikmaya cesaret eden kadinlar, siddet ve ahlaki sansür ile karsilasmaktadirlar. Cezayir Bu ülkede olanlar, uluslararasi basinda "uyanikken kabus görmek" olarak tanimlaniyor. Hergün kadinlar kaciriliyor, isknce görüyor, tecavüze ugruyor, sakatlaniyor ve köktendinci silahli grup tarafindan öldürülüyor. Kadinlar salt "kadin" olduklari icin hedef aliniyor ve tipki ortacagda oldugu gibi, "kötülügü" simgeledikleri düsünülüyor.(Bilinen silahli gruplar arasinda siviller icinde en tehlikelisi "Silahli Islamci Grup". Diger gruplar ise Silahli Islamci Hareket ve Islami Kurtulus Ordusu). Cezayir"de kadinlar örtünmeye zorlaniyor. Silahli islamci Grup, örtünmeden dolasan bütün kadinlari potansiyel askeri hedef olarak tanimlamaktadir. Bu tehdidi daha etkili kilmak icin köktendinciler, 17 ve 18 yasindaki iki liseli kizi otobüs beklerken öldürmüslerdir. Tesettürlü bir kiz arkadasi ile sokakta yürüyen bir baska liseli kiz da, yerel köktendincilerce "örtünmesi" icin uyarilmis, ama örtünmeyi reddedince öldürülmüstür. Üniversitelerdeki kadin ögretim üyeleri, can güvenligi nedeniyle görevlerinden ayrilmislar, ve Cezayir disina ciktiktan sonra, Cezayir"in her yerinde duvar yazilarinda su sloganin isledigini söylemislerdir:"Cilbab (tepeden tirnaga kapali elbise) giyen kadinlar, Tanri sizi kutsasin; hicap (basörtüsü) takan kadinlar; Tanri size dogru yolu göstersin. Ve siz, kendilerini teshir eden kadinlar, kursunlar sizin icin.." Cezayir"de bu baski nedeniyle cok sayida kiz ve kadin örtünmeye baslamislardir. Bu konuda 22 yasindaki bir kiz duygularini aciklarken sunlari demistir:"Hicbirimiz örtünmeyi istemiyoruz. Ama korku, düsüncelerimizden ve özgür olma istegimizden daha güclü, korku bizi her taraftan kusatiyor. Anne-babamiz, erkek kardeslerimiz hep bir agizdan, "Yasamak istiyorsan örtün!" diyorlar." (Kaynak: Cumhuriyet, 20.05.1999, Prof.Dr.Necla Arat"in makalesi) Iran İran"da hicap-çarşaf giymek zorunludur. Örtünmemiş kadına esnafın satış yapması yasaktır. Caddelerde "Hicap giymeyen kadın fahişedir" ya da "Karısı hicap giymeyen erkek, erkek değildir" türünden ibareler yazılıdır. Hicap ya da çarşafsız gezmenin cezası 12 ay hapis veya kırbaçlanmaktır. Eğer kırbaç cezası para cezasına çevrilmek istenirse karşılığı 10.000 tümendir. Ortalama 80 kırbaç cezasının karşılığı bir çalışanın 6 aylık kazancına eşittir. Kadını cezalandırmak için birçok neden vardır. Mantodaki iri bir düğme, mantonun altın ya da gümüş renginde olması, yırtmaç boyu, çıplak ayak veya ince çorap, oje sürmek...vb. birçok nedenden ötürü kadın cezalandırılabilir. Bunlar yazıya dökülmemiş olduğu için de kadının cezalandırılmasında büyük bir keyfilik hakimdir. Kadınlar kocasından izin almadan sokağa çıkamaz, babalarının cenazesine bile gidemez. Yolda veya araba içinde bir arada görülen çiftler baba-kız, karı-koca, abla-kardeş olduklarını kanıtlayamazlarsa zina yapmaktan tutuklanırlar. Erkek ve kızlar bir parti/ev toplantısında bir arada yakalanırlarsa hemen evlendirilirler. Erkekler şort giydiği için kadınların futbol gibi spor karşılaşmalarını izlemeleri yasaktır. İran"da üst düzey hiçbir yönetim kadrosunda kadın yoktur. Kadinlarin carsaf giymek zorundalar. Bu ülkede, "muta nikahı" denilen bir imam nikahı ile erkekler ilekadınlar para karsiliginda "saatlik" surelerle "evlenebiliyorlar".. Sabah Gazetesinin 22.05.2000 tarihli nüshasında İranlı kadınlarla ilgili şu haber yayınlandı: "Hayvan kadar değerimiz yok" ABC televizyonu İranlı kadınların feryadını yayınladı: İnsan hayvanını bile kırbaçlamaz. Ama bizi kırbaçlıyorlar İranlı bir grup kadın Amerikan ABC televizyonunun programına katılarak İran"da kadının ve gençliğin durumunu anlattı. Bu program yüzünden mollalar tarafından soruşturmaya uğrayacaklarını, belki işkence görecek ve kırbaç cezasına çarptırılacaklarını bile bile ABC"ye konuşmayı kabul ettiler. Mollaların zulmünün artık onları korkutmadığını söylüyorlar. Yakında ülkede yeni bir devrim olacağına inanıyor ve "Artık susmayacağız" diyorlar. Nightline (Gecehattı) programı muhabiri Ted Koppel ile sokak röportajı yapan 4 İranlı kadın, sokakta, okulda, erkeklerle ilişkilerinde ve işte hep saklanmak zorunda kaldıklarını belirttiler. İçlerinden biri sokakta bir erkekle görüldüğünde başına gelenleri şöyle anlattı: "Bir erkekle görülürsem bana ve ona ayrı ayrı kim olduğunu sorarlar. Cevaplar birbirini tutmazsa ve kardeşim ya da kocam değilse ikimizi de alıp götürürler..." En kötüsü ise gizli ev partilerinde yakalanmak. Erkeklerin ve kadınların birlikte olabildiği bu partiler Devrim Muhafızları tarafından sık sık baskına uğruyor. Katılanlar mahkemeye sevk ediliyorlar. Partilerde yakalanmanın cezası 30 kırbaç. Ortaçağ gelenekleri: Kadınlar kırbaç cezasına büyük tepki gösteriyor. "İnsan bunu hayvanına bile yapmaz. Değerimiz hayvandan bile düşük" diyorlar. Partide yakalananlar bekaret kontrolünden geçiriliyor. Bakire olmayanlar birlikte oldukları erkekle zorla evlendiriliyor. Genç İran kadınlarına göre tüm bu uygulamalar İran"ın hâlâ Ortaçağ gelenekleriyle yönetildiğini gösteriyor. İran dışındaki hayatı gördükleri zaman oradaki kadınlar gibi yaşama heveslerini "Başka ülkelerdeki kadınların yaşamlarını konuşmalarını, giyinişlerini görüyorum. Ben de aynı şeyleri yapmayı istiyorum. Ama yapamıyorum ve utanç duyuyorum" diye dile getiriyorlar." Bir öpücüğe 74 kırbaç Hürriyet Gazeresi"nde 25.04.2003 günü yayınlanan habere göre, İran"ın önde gelen aktrislerinden Gevher Hayrandiş, bir ödül töreninde genç bir yönetmeni alnından öptüğü gerekçesiyle 74 kırbaç cezasına çarptırıldı, ancak halktan özür dilediği için cezası tecil edildi. İran Daily Gazetesi"nin haberine göre, 50"li yaşlardaki saygın film ve televizyon aktrisi Gevher Hayrandiş, geçen eylül ayında Yezd kentinde bir festivalde 20 yaşlarındaki Ali Zamani"ye en iyi yönetmen ödülünü verirken elini sıktı ve alnından öptü. Ali Zamani, ünlü aktrisin geçen yıl ölen aktör kocasının öğrencisiydi ve bir anne şefkatiyle başarısının tebrik edildiğini duyurdu. Kadın-erkek yakınlığının ve toplum içinde öpüşmenin tabu olduğu İran"da bu öpücükle yer yerinden oynadı ve Yezd kentindeki dini liderler sokaklara dökülüp aktrise lanetler yağdırdılar. Protestolarla yetinmeyenler ünlü aktrisi mahkemeye verdiler. Mahkeme, Hayrandiş"e 74 kırbaç cezası verdi. Gevher Hayrandiş, ‘‘Herhangi bir suç işlediysem özür dilerim. Ben anne şevkatiyle öptüm’’ dedi ve bu özrü sayesinde ‘‘şimdilik’’ kaydıyla kırbaç cezasından kurtuldu. Mahkeme, benzer bir suçu ikinci kez işlemesi halinde Gevher Hayrandiş"i derhal 74 kırbaç atılmasını onaylayacak. Hayrandiş mahkemenin kararını protesto edip etmeyeceğini açıklamadı. Ancak sanat çevreleri böyle bir kararın İran"ın uluslararası alandaki pozitif imajına darbe vuracağı uyarısında bulundular. Film yapımcısı Kioumars Pourahmad, ‘‘Saçma ve iğrenç. Hayrandiş hálá yas tutuyor ve ölen eşinin öğrencisi Ali Zamani oğlu gibidir. Bu tür kararlar sadece nefret yaratır’’ yorumunu getirdi. İran"da kadınlar üzerine uygulanan baskıyı, insanlıkdışı cezalaları görmek için burayı tıklayınız. Bir kadının ağzından İran"da İslam adına özgürlüklerin yokedilişini ve günlük hayatın nasıl bir işkenceye döndüğünü öğrenmek için de burayı tıklayınız. Yemen Kadinlar erkeklerle yüz yüze gelse bile el sikismalari yasak. Carsaf giyip, pece takiyorlar. Katar Kadinlar secimde aday olsalar bile, erkeklerin bulundugu ortamda bulunmalari yasak. Miting ve TV"de yüzlerini göstermeleri yasak, sadece telefonla oy isteyebiliyorlar. Suudi Arabistan Carsafsiz sokaga cikmak yasak. Nufus cuzdanlari yoktur, isimleri babalari veya kocalarinin kimliklerinde yazilidir. Peçe takmamak, sokakta tek başına yürümek, üniversiteye gitmek, koşmak, sıçramak, araba sürmek kadınlara yasak. Arabanin ön koltugunda bile oturamazlar. 1990"da kadınların araba kullanma hakkı için yaptığı gösteriler ülkede büyük yankı yaptı. Kadın göstericiler tutuklandı ve kocalarından "bir daha böyle bir gösteri yapmayacaklarına" dair teminat alındıktan sonra serbest bırakıldılar. Kadın, kocasının refakati olmadan yurt dışına çıkamaz. Halka açık yerlerde yüzemez, hiçbir toplulukta erkeklerle bir arada bulunamaz. Kadınlar bilinçli olarak cahil yetiştirilirler. Tek yaptıkları alışveriş ve evde oturmaktır. Bayan öğretim görevlilerinin sayısı çok azdır. Erkek profesörler üniversitedeki kız öğrencilere monitör aracılığıyla ders verir. Suudi Arabistan"da 15 kız öğrencinin "tesettür" uğruna diri diri yanmasına neden olundu: Hürriyet Gazetesi"nde 17 Mart 2002 tarihinde yayınlanan haberde, yanan ortaokul binasından kaçan 15 kızöğrenci, Suudi din polisi tarafından ‘Kıyafetiniz sokağa çıkmaya uygun değil’ gerekçesiyle engellendi. Pazartesi yaşanan olayda başörtüsüz olduğu için kızlar, diri diri can verdi. Suudi Arabistan"ın Mekke Kenti"nde geçen Pazartesi sabahı, bir okulda çıkan yangından kaçmaya çalışan 15 kız öğrenci ‘Namahrem Vahşeti’ne kurban gitti. Din polisi (mutavva), türbanları ve çarşafları olmayan genç kızların alevler içindeki binadan çıkışına izin vermedi. Elektrik kontağından çıktığı sanılan alevler bir anda üç katlı ortaokul binasını sardı. Öğrenciler, can havliyle kendilerini dışarı atmak istedi. Ancak genç kızlar kapıya koştuklarında din polisleriyle burun buruna geldi. Din polisleri, İslami kurallara göre giyinmedikleri, türban ve çarşafları olmadığı için kızların çıkmasına izin vermedi. Din polisleri, yangını söndürmeye çalışan itfaiye ekiplerinin binaya girmelerine de ‘‘Namahrem’’ gerekçesiyle, izin vermedi ve ‘‘Onlara yaklaşmak günahtır’’ diye uyardı. Bir görevli El-İktisadiye Gazetesi"ne yaşananları şöyle anlattı: ‘‘Kızlar dışarı çıkmak istiyor, çarşafları olmadığı için dayak yiyorlardı. Durumun çok kritik olduğunu ve bu tür davranışın yeri olmadığını söyledik. Ama bizlere bağırdılar ve kapıdan ayrılmayı reddettiler.’’ Acılı bir baba da ‘‘Bekçi kapıyı açmayı bile reddetti. Polis durdurmasaydı kızlar kurtarılabilirdi’’ diye yakındı. Netice"de Allah-varsa eğer- islamiyet dini uğruna bu vahşete müsaade etmiş oldu. Eğer Allah yoksa, bu sefer Suudi"ler Muhammed"in uydurduğu islamiyet adına bir vahşet daha yapmış oldular. Hürriyet, 07.05.02 - Suudi Arabistan"da kara çarşaf operasyonu Suudi Arabistan"da kadınların giymek zorunda olduğu, başlarından ayak parmaklarına kadar örten kara çarşaflardan 82 bini, yetkililer tarafından ‘‘çok süslü ya da vücut hatlarını fark ettirebilecek’’ şekilde bulunduğu için toplatıldı. Ticaret Bakanlığı, başkent Riyad ve Cidde"de yapılan denetimler sonucu, şeriat yasalarına tam uymadığı belirlenen, fabrika ve dükkanlardaki 82 bin kara çarşafa el koydu. El konulan kara çarşaflar istenildiği kadar sade, ışık geçirmez ve bol değildi. (Bu haberi, başlarına türban takmakla islamiyete uygun giyindiklerini sanan türbancı hanımlara ithaf ediyorum. İslamiyet en doğru şekilde Arabistan"da yaşandığına göre, Arap kadınları ve erkekleri en gerçek müslümanlardır. Çünkü, peygamberleri Arap, Kuran"ın orijinal dili Arapça olup, Kuran ayetleri ve hadisleri Arapların yanlış ve eksik yorumlaması gibi birşey söz konusu olamaz.) Birleşik Arap Emirlikleri Çok kadınla evlilik, haber vermeden kadını boşama, dışarıdan getirilen kadınları metres tutma gibi durumlar yaygındır. İslamcılar çok kadınla evliliği teşvik ediyorlar. Birden fazla kadın alan erkeğe 10.000$ kadar para yardımı yapılıyor. Erkek doktorlara ev yapmaları için 200-300 bin dolar yardım yapılırken kadın doktorlara yardım yapılmıyor. Kuveyt Kadın her bakımdan ikinci sınıf muamelesi görüyor. Fakat erkeklerle birlikte çalışabilme özgürlükleri var. İslamcı örgütler kadınları örtünmeleri için zorluyor. Kuveytli kızların %60"ı örtünüyor. Örtünmeyenler üzerinde de büyük baskı var. Tıp fakültesinin bombalanması gibi eylemler yapılıyor. Ürdün "Kadını dövmek onun onurunu incitmez, çünkü kadın doğuştan onursuzdur" kuralı benimseniyor. Örtünen her kadına ayda 22 dolar kadar para ödeniyor. Her evde 5-6 kadın olduğu için aylık gelir 130 dolara kadar çıkıyor. 1990"lı yıllarda karma eğitim kaldırıldı. Kız öğrencilerin şort giymeleri ve gösteri yapmaları yasaklandı. Görücü usulünü eleştiren bir film gösterilirken sis bombası atıldı, kadın sığınma kampı bombalandı. Ülkede bekaret çok önemlidir. Bekaret zarının tamir masrafı yaklaşık 300$. Bu durum ülke genelinde oldukça yaygındır. Mısır "Kadının cenneti, kocasının ayakları altındadır" düşüncesi hakim. Kökten dinciler kadının eve kapanması için yoğun çaba sarf ediyor. Devlet çok yoksul olduğu için Müslüman Kardeşler Örgütü büyük bir etkinliğe sahip. Evsizlere ev bulmaktan hastalara doktor temin etmeye kadar birçok yardım kampanyasıyla halkı İslam"a ve kadınları örtünmeye teşvik ediyor. Bütün sinema ve ses sanatçıları büyük rüşvetler karşılığında örtündü. Böylece "Sanatçılar İslam"a döndü" kampanyası yapıldı. Bu kadınların örtülü fotoğrafları sokaklara asılarak kadınlar örtünmeye teşvik edildi. 1950"li yıllarda üniversitelerde tek bir kız bile türbanlı/peçeli değilken bu rakam 1970"lerde %30"a çıktı ve hala yükseliyor. Örtünmeyen kızlar tecavüze uğruyor ya da tehdit ediliyor. Erkeğin kuma getirmesi durumunda kadın bu ikinci evliliğin kendisine zarar verdiğini kanıtlamak zorundadır. Kocası tarafından boşanan kadın hem evini hem de çocuklarını kaybeder. Kadına "boşama" hakkı, 2000 yılının Mart ayında tanınmıştır. Mısırlı İslamcılar kadın otobüste koltuğundan kalktığı zaman 10 dakika kadar o koltuğa oturmuyorlardı. Kadının bıraktığı sıcaklık bile şeytani olarak nitelendiriliyordu. Kadın hakları savunucusu Dr. Neval el Saadawi 1992 yılkında saldırıya uğradı. Hala korumalar eşliğinde geziyor. Nijerya Hürriyet, 08.05.02 - Nişanlısıyla birlikte olan kadına 100 kırbaç Nijerya"da nişanlısıyla girdiği ilişki sonrasında hamile kalan bir genç kadın, evlilik dışı ilişki yüzünden 100 kırbaç cezasına çarptırıldı. 4 aylık hamile Adama Yunusa"nın (19) cezası doğum yaptıktan 4 ay infaz edilecek. Nişanlısı İsa Katagüm ile birlikte olan Adama Yunusa"nın cezasını temyiz etmesi bekleniyor. Nijerya"da şeriat yasaları uygulanıyor. Safiye Hüseyni isimli 33 yaşındaki bir kadın, zina yüzünden recm cezasına çarptırılmıştı. Uluslararası baskının ardından Safiye Hüseyni idamdan kurtulmuştu. Bir recm cezası daha: AFP muhabirinin resmi makamlardan aldığı bilgiye göre, kuzeydeki Katsina eyaletinde Emine Laval adlı kadın, boşandıktan sonra çocuk dünyaya getirdiğini itiraf edince taşlanarak ölüm cezasına çarptırıldı. Recm cezası, Bakori kentindeki şer"i mahkeme tarafından geçen cuma verildi. Tüm dünya bu insanlıkdışı islami uygulamaya karşı tepkilerini dile getiriyor. (Kaynak: Gazeteler, 23.03.2002) (Osmanlı"da recm bir kez uygulanmıştı) Pakistan Pakistan, islam şeriatının ezmekte olduğu ülkelerden birisidir. Bu ülkede 15-40 yaş arasında ölen kadınların oranı %75"dir. Ölümlerin büyük kısmı doğum sırasında gerçekleşir. Çünkü Pakistanlı kadınların %97"si kansızlık hastalığına sahiptir. Pakistan"da tecavüze uğrayan kadın zina yapmış sayılır. Şikayet için karakola giderse "kötü ahlaklı kadın" damgası yer. Ayrıca polisler tarafından da tecavüze uğrama riski vardır. Dava mahkemeye giderse ya erkek haklı bulunur, ya da dava sürüncemede bırakılır. Üstelik kadının "fahişelik"suçlamasıyla cezaevine konulması da mümkündür. Pakistan"da hapishanelerdeki kadın mahkumların %75"i "zina" ile suçlanmaktadır. 1980"lerde Ziya Ül Hakk"ın şeriat yasalarını ilan etmesinden sonra tecavüz suçunda büyük bir artış meydana gelmiştir. Ziya Ül Hakk"ın danışmanı Dr İsrar Ahmet, bir televizyon konuşmasında "İslam toplumu yaratılana kadar hiç kimse tecavüz suçundan hüküm giyemez" şeklinde bir açıklama yaparak bu suçların artmasında etken oldu. Eve kapatılan Pakistanlı kadınlarda güneş yüzü görmemekten kaynaklanan "osteomalasya" adı verilen bir çeşit kemik erimesi hastalığı çok sık görülür. Bu hastalık tüm Müslüman ülkelerde görülmüştür. 1980"de bir mollanın kışkırttığı kalabalık, babası belli olmayan bir bebeği taşlayarak öldürmüştür. 1991"de Benazir Butto"nun mollalara verdiği tavizler kadının durumunu daha da kötü hale getirmiştir. Peçeli bir kadınla erkeğin karşılıklı çay içtiği bir reklam bile dine aykırı olduğu gerekçesiyle yasaklanmıştır. Aynı şekilde "İslam"da dans etmek haramdır" gerekçesiyle şekerlerin dans ettiği bir şeker reklamı yasaklanmıştır. Pakistan"da Kuran"la evlendirilen kadınlar vardır. Mülkiyetin bölünmemesi için yapılan bu uygulama ile Kuran"la evlenen kadın bir daha erkek yüzü göremez, evden bile çıkamaz. yılkında saldırıya uğradı. Hala korumalar eşliğinde geziyor. Ve, Hürriyet Gazetesinde23.05.2000 tarihinde yayınlanan bir haber : Pakistan’da kadınlara gülmek yasak, tecavüz caiz Müşerref’ten dincilere taviz Askeri yönetimin göz yumduğu aşırı dinciler, Pakistan"ı da Afganistan"a çevirme yolunda. Son olarak İslamabat polisi genç kız ve kadınların sokakta gülmesine yasak getirdi. Emniyet müdürüne göre, kadınlar böylece suça neden olmayacak. Pakistan"da tecavüze uğrayan kadınlar, ‘gönül rızasıyla birlikte oldu’ diye suçlanıp hapsediliyor. YAKIN tarihe kadar Türkiye"yi örnek alan Pakistan, her geçen gün biraz daha aşırı dincilerin hakimiyetine giriyor. Afganistan"da Taliban hareketinin doğmasını sağlayan Pakistan, şimdi aynı hareketin ülke içindeki etkisine seyirci. En son olarak başkent İslamabat"ın Emniyet Müdürü, genç kız ve kadınların evleri dışında yüksek sesle gülmesine yasak getirdi. Emniyet Müdürü Nasır Durrani, kadınların tamamen örtünmesini, yüzlerini erkeklerden saklamasını ve evlerinin dışında yüksek sesle gülmemesini istedi. Nasır Durani, böylece kadınların suçlulardan korunacağını savundu. Kadınların bu kuralların dışındaki davranışlarının tahrik nedeni olduğunu öne süren Emniyet Müdürü, kadınların özellikle market, park ya da kamuya açık yerlerde kapanmasını istedi. Kadınların giyim kuşamlarına daha dikkat etmesi gerektiğini belirten Emniyet Müdürü, kadın silüetinin tahrik ettiğini de sözlerine ekledi. Bu arada, özellikle ülkenin Afganistan"la sınır kuzey ve batı bölgelerinde Taliban felsefesinin hakim olduğu belirtiliyor. Namus Katliamı General Pervez Müşerref liderliğindeki askeri yönetimin aşırı dinci etkinliğine göz yumduğu da gelen haberler arasında. Pakistan"da tecavüz olayları da çok yaygın. İnsan hakları kuruluşları tecavüze uğrayan binlerce kadının hapiste olduğuna dikkat çekiyor. Çünkü, tecavüz sanığı erkekler, kurbanlarının kendileriyle gönül rızasıyla birlikte olduğunu savunuyor. Pakistan yasalarına göre, evlilik dışı ilişki suç kabul ediliyor ve sadece kadın hapsediliyor. Bu nedenle tecavüze uğrayıp da şikayette bulunan kadınların çoğu hapiste. Böylece binlerce tecavüz suçlusu da kadınlar şikayet edemediği için cezasız kalıyor. Yine insan hakları kuruluşlarının hazırladığı raporlara göre, her yıl ortalama bin kadın ‘namus cinayetine’ kurban gidiyor. Bırakın tecavüze uğramayı ya da evlilik dışı ilişkiye girmeyi, sokakta yabancı bir erkekle dolaşan kadınlar bile aile yakınları tarafından ‘namuslarını kirlettiği’ iddiasıyla öldürülüyor. Pakistan yasaları, cinayetin ‘namus’ nedeniyle işlenmesi halinde ceza indirimi yapıyor. Pakistan"ın durumu hakkında ilave bilgi almak için burayı tıklayınız. Endonezya Kadına kırbaç - Hürriyet - 18 Aralık 2006 2004 yılındaki tsunamiden etkilenen en büyük yerleşim birimi olan Endonezya’nın Banda Açe bölgesine gönderilen yardım paraları, felaket kurbanları yerine şeriat zabıtası kurulmasına harcandı. Şimdi kurallara göre örtünmeyen kadınlar bu birim tarafından yakalanıp sokak ortasında kırbaçlanıyor. Erkekler de tekbir getirerek infazı seyrediyor. Indonezya açıklarında 2004 yılında meydana gelen deprem sonrasında oluşan tsunamiden en çok zarar gören bölge olan Banda Açe’ye gönderilen uluslararası yardım paralarıyla kadınlar kırbaçlanıyor. Şeriatla idare edilen Banda Açe bölgesine gelen milyonlarca dolarlık yardım parasıyla kadınların iffetli giyim kuşam ve davranış içinde olup olmadığını takip eden ahlak zabıtası kuruldu. Şeriata uymayanlar halk önünde kırbaçlanıyor. "Şeriat polisi" denilen birimde normal polislerden daha fazla kişinin istihdam edildiği iddia ediliyor. Bu birimin maaşları da yerel yönetimlere gelen deprem yardımları parasından ödeniyor. Kumar veya içki içtiği saptanan, bir erkekle yakınlık kuran ya da İslami kurallara göre giyinmeyen yanlız bir kadın tespit edildiğinde, kalabalığın ortasında diz çöktürülüyor. Platformun üzerine çıkan ahlak polisi yanında taşıdığı kırbaçla kadının cezasını hemen orada infaz ediyor. Görgü tanıklarına göre çoğunluğu erkeklerden oluşan seyirciler kadının kamçılanması karşısında memnuniyetlerini naralar atıp tekbir getirerek dile getiriyorlar. Geçen yıl kumar oynattıkları ihbar edilen dört kadının kırbaçlanması sırasında birisinin bayıldığı bildirildi. Açe Ar-Raniri Üniversitesi’nden Nuryannah İsmail, "Şeriat Polisi"ni "vaktinin büyük bir zamanını erkeklerin kadınlardan üstün olduğunu mesajını vermek isteyen kişilerden oluşan bir grup" olarak tanımlıyor. Uluslararası yardım kuruluşları ve Endonezya kadın hakları kuruluşları, "Şeriat Polisi" birimini "dehşet verici" olarak niteleyerek, hükümet yetkililerini zaten kıt gelen yardım paralarını çarçur etmekle suçladılar. Bir BM yetkilisi Endonezyalı yetkilileri uyararak "Kimse bizim yardım paralarımızı bu birimi sübvanse etmek için kullanmasın" diye uyarıda bulundu. 4 Milyon nüfuslu Açe’de tsunami 170 bin kişinin ölümüne yol açmıştı. Tsunami dullarına çalışma izni yok Banda Açe’de agresif genç erkeklerden oluşan "Şeriat Polisi" tsunami sonrasında dul kalan bir çok kadının gece dışarı çıkmalarını, tezgahtarlık ya da garsonluk gibi gece işlerinde çalışmalarını fuhuşa sürüklenebilecekleri gerekçesiyle engellemek istiyor. Lhokseumawe kentinde sokağa çıkma yasağı bu birim tarafından kısmen yürürlüğe konulmuş durumda. Banda Açe’de çarşıda yalnız kadınlar bu polisler tarafından takip ediliyor. "Müminlere vaaz ve irşad’’ adlı kitaptan (Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Altunkaya) İŞYERİNDE HAREM-SELAMLIK Bir işyerinde halvet ve erkekle kadınların bir arada çalışmaları ve gayrimeşru yaşamaya vesile olacak şekilde bir arada bulunmaları kesinlikle haramdır. KADIN SEKRETERE KADIN PATRON Erkek işadamına kadın sekreter haramdır. Yabancı bir erkeğin tutması halvete ve yalnız başlarına kalmalarına vesile olacağı için caiz değildir. KADINLA TOKALAŞILMAZ İslam dini kadınla tokalaşmayı yasaklamakla kadını tezyif etmiyor (onu küçük düşürmüyor) bilakis şerefini kurtarıyor. Kötü niyetlilerin şehvetle el uzatmasına engel oluyor. KAYINVALİDENİN ELİ TUTULMAZ Bir kimse kayınvalidesinin elini tutar veya sıkarsa bu sebeple ikisinin veya birisinin şehvet hissi doğarsa Hanefi mezhebine göre zevcesi (eşi) kendisine ebediyyen haram olup nikahı gider. KOCA ZEVCESİNİN AMİRİ Kadın meşru herşeyde kocasına itaat etmekle mükellef kılınmıştır. ZEVCENİZİ İNCELEYİN Evlenecek kişi, zevcesini inceleyip almalıdır. Din edep ve ahlak bakımından zayıf karakterli kadınlardan herşey beklenir. Nitekim bu tür olanlar kayınpederleri ve kayınbiraderleri ile fuhuş yapmaktan çekinmezler. Görüldüğü gibi, İslamiyet, kadın ve erkek arasında ayırımcılık yapmakta ve kadınları ikinci sınıf insan yerine koymaktadır. |
YORUMSUZ!!!
ISLAMIYET DININDE BOSANMA
| Mısırda boşanma hakkı | Cep telefonuyla boşanma | ISLAMDA BOSANMA HAKKI Ilhan Arsel; Seriat ve Kadin adli kitabindan alinmistir (s 377 ve devami) HULLE SISTEMI NE BOSANMAYI GUCLESTIRMEYE VE NE DE KADINI KORUMAYA YARAR Akla ve muspet ahlak anlayisina ters duser olmasina ragmen, Hulle sistemi ve bu sistemin dayali bulundugu Kur"an hukmu (Bakara 229) yuzyillar boyunca din bilginleri tarafindan kutsal bilinmis ve savunulagelmistir. Hem de guya Cahilliye doneminin kotuluklerinden birini yok eden bir sistem olarak! Denmistir ki: "Cahilliye zamaninda talak bir adetle tahdid olunmamisti. Erkek karisini sayisiz bir surette bosar, sonra da donup tekrar alir dururdu. Cahilliye adetine gore erkek icin sonsuz ve sayisiz talak ve muracaat haklari vardi. Suphesiz ki, bu ittiradsiz hal ve vaziyet devamli ve mes"ud bir aile kurmaya mani idi. Ayni zamanda kadin icin de bir zulum idi. Kadini muskul vaziyette birakiyordu."(Diyanet Isleri Baskanliginin bu mantigi icin bkz Sahih-i Buhari Muhtasari cild XI s 350) Daha baska bir deyimle Hulle sistemini savunanlar col mantigina sarilarak bu sistemin bosanmalari guclestirmek ve kadini koruma gibi bir amaca dayali oldugunu iddia etmislerdir. "Eger koca, karisini bosarken hullenin bu sonuclarini hesaplayacak olursa, bosanma yoluna pek gitmez, karisini haksiz ve keyfi sekilde bosamis ise, cezasini kendi ceker." seklinde bir garip mantik yurutmuslerdir. Hemen isaret edelim ki bu soylenenler yanlistir. Cunku bir kere Cahilliye doneminde bosanma hakki erkegin tekelinde degildi. Daha once gormus oldugumuz gibi kadinin da bosanma hakki vardi. Ustelik bosanma halinde iki taraf, hicbir sarta bagli olmaksizin (yani kadin bir baska erkekle cinsi munasebet zorunlugunda kalmaksizin) tekrar bir araya gelebilirdi; "Hulle" diye bir sey yoktur. Bu itibarla bosanmayi sayi ile sinirlandirmanin ve hulle sistemine baglamanin kari koca bakimindan yararli bir yonu yoktur. Hele bosanma hakkini kocanin keyfine terketmekle evlilik birliginin korunacagini dusunmek saflik olur. Kaldi ki hulle sistemi, bosanmayi zorlastirmaktan ya da kocayi cezalandirmaktan ziyade, sucsuz durumdaki kadini iskence azabina sokmak gibi olumsuz sonuclar doguran bir uygulamadir. Olaylarin ortaya vurdugu gercek sudur ki erkek, cogu kez ofkesine yenilerek ve fevri bir davranisla, agzindan "Uc kere bossun!" sozlerini kacirabilmektedir. Bu durumda kadin, bu tur haksiz bir davranisin kurbani olmak istemedigi ve hatta bilmedigi bir adama varmak, onun koynuna girip "balcagizini tatmak" ya da eger bunlari yapmayi goze almiyorsa, eski kocasina donemeyip mutsuzluga katlanmak durumundadir. Goruluyor ki Muhammed, bu vesile ile kadini, kocasinin kaprislerine, icgudulerine, ofkelerine ve keyfiliklerine feda etmistir. BOSANMA HAKKININ SADECE KOCAYA AIT BULUNMASININ KADINI "OZGURLUGE" KAVUSTURDUGU IDDIASI! Muhammed"in getirdigi bosanma sistemi, kadini erkegin istibdadina sokar nitelikte olmasina ragmen musluman savunurlarin hayranligini cezbetmistir; bu usulun Arap yasamlarinda reform yaratan ve kari koca iliskilerinde adil sonuclar doguran bir sey oldugunu iddia etmislerdir. Aralarinda talak sisteminin kadinlara ozgurluk, bagimsizlik sagladigini ileri surenler olmustur; ornegin soyle diyenler vardir: "Eger peygamber kocaya, karisini cezalandirma hakkini tanidi ise, kadina da ozgurlugunu kolaylikla elde edebilecegi talak yolunu saglamistir." (Seyyid Amir Ali -Syed Ameer Ali), "The Caliphate and the Islamic Renaissance", The Edinburg Review, Jan 1923, vol.1, 241) Bazilari kadinin, nikah sirasinda evlenme akdine, bosanma hakkini mahfuz tuttuguna dair hukum koyabilecegini one surmuslerdir. (Abdul-Rauf M., The Islamic View of Women and Family, New York 1977, 121) Hemen belirtelim ki Islam"da evlenme akdini yapan kadin olmadigi icin (cunku bu isi baba ya da erkek veli yapar) boyle bir iddianin gecerli bir yonu yoktur. Bazilari Islam oncesi Cahilliye doneminde bosanmanin kadin aleyhine is gorecek sekilde duzenlendigini, diger butun dinlerde de durumun bu oldugunu, oysaki Muhammed"in bu sistemi islah ederek kadinlar lehine olacak sekle donusturdugunu soylerler. (S. Ali, age (1923), 24) Bu iddianin da tutarli tarafi yoktur. Her ne kadar eski Yunan ve Roma"da ya da Yahudilik"te bosama hakkinin kocaya taninmis oldugu Katoliklikte ise bosanmanin tamamen yasaklandigi dogru olmakla beraber, bir kere bu eski ornekleri kiyas olcegi yapmak, boylece talak sistemini mesru ve mazur kilmaya calismak yanlistir. Kaldi ki kiyaslanmak istenen sistemlerin Islam"in getirdigi sistemlerden daha kotu bir yonu de yoktur. Ornegin, katolik dini bosanmayi yasaklamistir, fakat hic olmazsa bu yasagi tek tarafli degil fakat hem erkek ve hem de kadin icin koymustur. Oysa ki Islam"da bosanma sadece kocanin cikarlarina is gorecek sekilde ayarlanmistir. 1. ISLAM ONCESI DONEMDE ARAP KADINI BOSAMA HAKKINA SAHIP IKEN... Cahilliye diye tanimlanan Islam oncesi donemi kotu gostermek icin Seriatcinin basvurdugu iddialardan biri de, bu donemde Arap kadininin, her alanda oldugu gibi, bosanma alaninda da her turlu haktan yoksun oldugu ve iste Muhammed"in Arap kadinini bu acinacak durumlardan kurtardigi, daha dogrusu eski gelenegi yok etmemekle beraber islah ettigidir. (Ameer, The Spirit of Islam, London 1935, 44-5) Bu iddianin da gercege uygun bir yani yoktur. Cunku bir kere bu donemde bosama hakkinin sadece kocaya ait oldugu dogru degildir. Arap kaynaklarinin kanitladigi gercek odur ki Islam oncesi donemde Arap kadininin ozgurlugunu saglayan seylerden biri kocasini kendi diledigine gore secebilmek oldugu kadar evlendikten sonra diledigi gibi onu bosayabilmektir. Evlenirken de bosanma hakkini mahfuz tuttugunu belirtir ve bu hakki ozgurlugunu soglamak uzere kullanmasini bilirdi. Bunu kanitlayan nice orneklerden biri olmak uzere Asr"in kizi Selma"nin (ki Muhammed"in buyukbabasi Abdulmuttalib"in anasi olur) davranisini belirtmek mumkundur. Ibn Ishak"in bildirdigine gore Selma, oylesine ozgur ruhlu, oylesine haysiyetine duskun bir kadindi ki, Abdimenaf oflu Hasim"in kendisine talip olmasi uzerine bu evlilige bazi sartlarla razi olacagini bildirmis ve sartlar arasina, kendi islerini ve mallarini kendi idare edecegine, diledigi an kocasini bosayabilecegine dair olanlari katmistir. (Ibn ishak, age 69; Taberi, (1966) I, 16-27) Nitekim bu evlilikten dogan cocuga Seybe adi verilmis, fakat bir sure sonra Hasim, Mekke"ye donmek istedigini bildirince Selma kendisiyle gelemeyecegini bildirerek oglu Seybe ile Medine"de kalmistir. Yine Ibn ishak"in bildirdigine gore Selma"nin kayinbiraderi Muttalib, Seybe"yi alip Mekke"ye babasinin yanina goturmek istemis fakat Selma"nin direnmesiyle karsilasmistir. Bu direnisi kirmak uzere cok yalvarmis, cok dil dokmus, hatta cocugun artik seyahat edebilecek bir yasa geldigini, Mekke"deki kendi asiretinin yanina donmesi gerektigini belirtmis fakat Selma"dan izin alamamistir. Ancak Seybe"yi araya koyarak ve onu anasindan ricakar yaparak bu izni saglayabilmistir. (Bir baska rivayete gore Muttalib, Medine"ye geldiginde kardesinin oglu olan Seybe"yi Mekke"ye goturmek istediginde etraftan kendisini "evet bu cocuk senin kardesinin ogludur, goturmek istersen anasi duymadan gotur. Cunku anasi duyarsa onu hicbir zaman sana vermez." diye ikaz edenler olmus. Bunun uzerine o cocugu yanina cagirmis, kendisini Mekke"ye, kavminin yanina goturmek istedigini soylemis, ve cocugun bu tekligi kabul etmesi uzerine devesine bindirerek Medine"den ayrilmistir. Selma durumdan geceleyin haberdar olmus ve oglunun hasretiyle bagirmaya baslamistir. Bk Taberi age II, 16) Simdi geliniz birlikte, Islami yasaklarin baslamasindan onceki donem itibariyle Selma"nin bu ozgur durumuna ve bir de kadinin Islam"in getirdigi kisitlamalara bagli tutumuna bakalim. Mumkun mudur ki Islam"dan sonraki kisitlamalar doneminde kadin, kocasi baska bir yere gitmek istesin de ona karsi direnebilsin ya da cocugunu kendisi alikoyabilsin? Yukaridaki ornekte Selma"nin ozgurlugu, hic kuskusuz bosanma hakkina sahip olmaktan dogma bir seydir. Kocasinin bencil bir davranisa yonelmesi halinde, ya da onunla artik yasamak istememesi durumlarinda, bu hakkini kullanacagini bilmektedir. Koca dahi bunu bildigi icindir ki kadinina hukmedememektedir. Islam oncesi donemde Arap kadini su ya da bu nedenle kocasindan ayrilmak istediginde: "Senden ayrilmak icin Tanri"ya siginirim" sozlerini uc kez tekrarlayarak ozgurlugune kavusabilirdi. Nitekim Muhammed"in bazi esleri, henuz talak sisteminin ihdasindan once, bu formule sarilarak Muhammed"den ayrilmislardir. Bunlar arasinda Muaviye Kindi"nin kizi Esma"yi ya da Mulayka"yi, ya da Fatima bin Adhak ya da Leyla adindaki kadinlari ornek vermek mumkundur. Bosanmak istemelerinin nedeni, Muhammed"den hoslanmamalari, onu kendilerine nazaran cok yasli bulmalari, ya da onun diger esleriyle bir arada bulunmaktan kacinmalaridir. Guzellikleriyle taninmis olan ve Muhammed"e nazaran cok genc yasta bulunan ve ustelik unlu Kabilelerden gelme bu kadinlar icin Muhammed"le birlikte yasamak cazib gorunmemis ve bu nedenle her birisi ondan ayrilma yolunu aramistir. Kisa bir fikir edinmis olmak icin Esma"nin (ki Umeyme olarak da bilinir) ayrilmak istemesini Ebu Useyd"in rivayetine dayali olarak Buhari"den ve ayrica Ibn-i Sa"d"in ve Taberi"nin agizlarindan dinleyelim. (Ibn Sa"d, 141-145): Esma"nin odaya girmesi uzerine Peygamber kapiyi kapadi ve perdeleri orttu. Kollarini Esma"ya dogru uzattiginda Esma: "Sana karsi Allah"a siginirim" diye konustu. Bunun uzerine Peygamber, basini elbisesinin kollariyla orttu ve "Diledigin sekilde korunmakta serbestsin" sozlerini uc kez tekrarladi ve (odadan cikarak) etrafindakilere (Esma"nin) kendi asiretine iade edilmesini emretti. (Ibn Sa"d, 141-145; Taberi II, 845; Sahih-i Buhari XI, 343) Esma"nin neden dolayi Muhammed"den hoslanmadigi hususu pek aciklanmaz. Bununla beraber, tahmin edilebilir ki bu "neden", herseyden once onun "kadinlik" gururuna ve haysiyet duygusuna sahip bulunmasindan dogmustur. Cunku hatirlatalim ki Esma (yahut Umeyme), Cevn ogullarindan Nu"man Ibn-i Serahil"in kizi idi. Cevn ogullari Ezd soyundan taninmis bir kabile olup Kinde umerasindan idiler. Ve iste boyle bir kabileye mensup bir kadin, Muhammed"in yanina konuldugunda: "Nefsini bana bagisla", hitabiyla karsilasinca bunu gurur ve haysiyetine yedirememisti. Kendisinden "nefis bagislamasi" isteyen bir adama karsi muhtemelen saygisini yitirmis ve hatta asabilesmisti. Bundan dolayidir ki Muhammed"e soyle cevap vermistir: "Hic melike bir kadin nefsini teb"asina bagislar mi?" (Ebu Useyd"in rivayetine gore Muhari"nin naklettigi hadis soyledir: "...Umeyme Resulullah"in yanina konuldu...Beni:-"Nefisini bana bagislayiniz" diye taltif buyurdu. Umeyme:-"Hic melike bir kadin nefsini teb"asina bagislar mi?"- diye karsiladi...Bunun uzerine (Muhammed) kadinin asabiyetini yatistirmak icin elini uzatip basina koymak istediginde Umeyme:-"Senden Allah"a siginirim"- dedi. Bunun uzerine Muhammed onu ailesine iade ettirir. Bkz Sahih-i Buhari...XI, 343, Hadis No 1833) Bilindigi gibi "melike" sozcugu kadin hukumdarlara ya da hukumdar karilarina verilen bir addir. Boylece Esma, Muhammed"in "Nefsini bana bagisla" seklindeki davranisini, kendisine karsi saygisizlik sayarak onu "teb"a" durumuna dusurmekle karsilik vermis olmaktaydi. Daha ilk andan itibaren ondan sogumus olmasinin nedeni, muhtemelen budur. Diger bir neden de Muhammed"in cok karili karemine dahil olmaktan kacinmasi olabilir. (Muhammed"in Esma tarafindan red edilmis olmasini kucumsemek maksadiyla Seriatci yazarlar yukaridaki olayi Ayse"nin bir tertiplemesi seklinde gosterirler. Ibn-i Sa"d"in, Hisam"dan rivayetine gore guya Esma"nin nikahi kesinlesince Ayse gayrete gelerek Esma"ya "Resulullahin yanina girdiginde: -"Senden Allaha siginirim" dersen Peygamber bu sozlerden memnun olur" demis ve iste bu nedenle Esma boyle konusmustur... Bk Sahih-i Buhari...XI 344. Ve nihayet baska ihtimal de Muhammed"in Esma"yi sirtinda beyaz lekeler gordugu icin bosamis olmasi ve yukaridaki hikayelerin bu davranisi ortbas etmek icin uydurulmus olmasidir. ) Hazrec"in kizi Leyla"nin da, yine buna benzer bir sekilde Muhammed"ten nasil ayrilmis oldugunu daha once gormustuk. Esleri tarafindan bu sekilde reddedilmis ve "istenmemis" olmayi Muhammed buyuk bir uzuntu ile karsilar ve bunu gurur sorunu sayardi. Bundan dolayidir ki eslerinin biri kendisinden ayrilmak istediginde yuzunu elbisesinin kolu ile kapar ve yukardaki sekilde konusur ve odadan cikardi. (Ibn Sa"d, 141) Ve iste butun bur durumlara son vermek, ve boylece karilari tarafindan terkedilmeyi onlemek icindir ki bosanma hakkini kadindan alip erkegin imtiyazi haline getirmistir. Bazi din bilginleri, Muhammed"in yerlestirdigi "talak" sisteminin, eski Arap geleneklerinin islah edilmis sekli oldugunu soylerler ve bunu kanitlamak uzere su ayetleri gosterirler: "Allah eslerinizi, anneleriniz gibi, kendinize haram saymaniz icin yaratmamistir. .." (33 Ahzab 4);"...Icinizde karilarini annelerinin yerine koyarak haram sayanlar bilsinler ki karilari anneleri degildir..." (58 Mucadele 2) Hemen isaret edelim ki bu ayetleri Kur"an"a koymakla Muhammed, ne eski Arap geleneklerinin kotu yonlerini duzeltmistir ve ne de bosanma usulunde kadinin lehine reform getirmistir. Aksine eski bir gelenegi daha da kotu bir sekle donusturmustur. Bakiniz nasil: Arap kaynaklarindan ogrenmekteyiz ki eskiden (yani "cahilliye"de) Araplar, karilarini bosamak istedikleri zaman: "Sen bana anamin sirti gibisin" diye konusurlar ve konustuklari an artik hic bir daha birlesmemecesine karilarindan ayrilmis olurlardi. Bu gelenek, Muhammed"in peygamberlik iddialarina sarildigi tarihten sonra da devam etmistir. Tanri ile her an temas halinde bulundugunu ve her kotulugu O"nun irsadi ile gidermeye memur bulundugunu soyleyen Muhammed"in aklina, uzun sure bu yukardaki gelenegi degistirmek fikri gelmemistir. Aksine hemen her firsatta muminlere bu gelenek geregince davranmalarini bildirmistir. Ta ki Sa"lebe kizi Havle, kendisine hatirlatana kadar. Beyzavi ve Celaleddin gibi unlu yorumcularin bildirdiklerine gore Havle, gunlerden bir gun Muhammed"e basvurarak kocasinin kendisine "Sen bana anamin sirti gibisin" sozlerini soyledigini bildirir ve bu sozlerin "bosanma" anlamina gelip gelmedigini sorar. Muhammed kendisine yanit verirken aralarinda soyle bir konusma gecer: "...(Bu sozleri soylemekle kocan seni bosamis olmaktadir.)... bu adamla birlikte yasaman artik senin icin caiz degildir. (Havle cevaben kendisine) - evet ama kocam bana "Seni bosadim" demedi ki; beni sokaga da atmadi. Sadece bu sozleri soylemekle yetindi. Oysaki simdi sen bana kocamla artik bir arada olmamin gayri mesru bulundugunu soylemektesin. Iyi ama bu durumda coluk ve cocugumla ben ne yapabilirim ki? Yok mu bana verebilecegin bir baska ogut?"..der" Fakat Muhammed, kadinin bu cok yerinde ve hakli yakinmasi karsisinda insafli bir cozum yolu arayacagina, ilk soylediklerini tekrarlar ve mevcut olan Arap gelenegine gore artik kocasina donmesinin imkansiz bulundugunu hatirlatir. Bu hatirlatma uzerine Havle, evine cocuklarinin yanina doner ve oturup Tanri"ya icini doker, dualar eder. Ve iste guye onun bu yalvarmalarina dayanamayan Tanri, yukaridaki ayetleri gonderir. Daha baska bir deyimle, butun bu durumlari daha onceden duzeltmek Tanri"nin aklina gelmemistir. Muhammed"in de aklindan, Havle"nin ikazina ragmen, soz konusu kotu durumu duzeltmek ya da Tanri"ya danismak fikri gecmemistir. Sadece ve sadece Havle"nin oturup Tanri"ya yakinmasi uzerinedir ki yukaridaki cozum bulunmustur. Fakat bulunan cozum bosanma hakkini kocanin keyfiliginden kurtarip kadinin zavalliligina deva getirmis degildir. Cunku yukaridakilere eklenen hukumler kadin lehine yonelik degildir ve soyledir: "Karilarini annelerinin yerine koyup haram sayarak bosamak isteyip sonra sozlerinden donenlerin, ailesiyle temas etmeden bir kole azad etmeleri erekir... Azad edecek kole bulamayanin, ailesiyle temastan once iki ay birbiri pesine oruc tutmasi gerekir. Buna gucu yetmeyen altmis duskunu doyurur. Bu kolaylik Allah"a ve Peygamberi"ne inanmis olmanizdan oturudur..." (58 Mucadele 3,4) Goruluyor ki degisen pek bir sey yoktur. Bosama formulu kadinin lehine olabilecek bir sekle donusturulmus degildir; sadece bosanmanin "vazgecilmez" niteligi degistirilmistir. Cunku yukaridaki ayette: "Karilarini annelerinin yerine koyup haram sayarak onlari bosamak isteyip sonra sozlerinden donenlerin..." seklindeki sozler yer almistir. Daha baska bir deyimle koca, sozunden donmek istemez ise bosanma hali devam eder. Bu takdirde kadin icin yapilacak sey kalmamistir; ne mahkemeye ne de baska bir mercie basvurabilir. Pilisini pirtisini alip evi terketmesi gerekir. Eger koca sozunden donmek isterse, bu "istek" yeterli degildir. Yani "sozumu geri aldim" diyerek bosanma durumuna son vermis olmaz ve karisi ile yasama olanagina kavusamaz. Kavusabilmek icin ayette gorulen sartlari yerine getirmesi gerekir. Yani kolesi varsa bir kole azad edecektir; yok ise iki ay boyunca oruc tutacaktir; buna da gucu yetmez ise 60 duskunu doyuracaktir. "Pek iyi ama bunu da yapamaz ise ne olacaktir?" diye sormak yersizdir. Cunku bu sorular Tanri"ya ve Peygamberine hakarettir ve imansizligin kaniti sayilmistir. 2 - KARIYI BOSAYIP, YERINE DAHA GUZELINI ALMANIN BIR BASKA "ACAIP" YOLU: KADININ KADINA MUBASERET ETMESI (CIPLAK SURTMESI) Ibn-i Mes"ud"un rivayetine gore Muhammed, iki kadinin ciplak tenlerini birbirlerine surtmeleri sonucu aile felaketi dogacagini soylemis, ve soyle demistir: "Kadin kadina mubaseret etmesin (ciplak surtmesin)... Sonra kocasina obur kadini (kocasi ona bakip goruyorcasina) vasif ve ta"rif eder (de bir fenaliga sebep olur)...(Sahih-i Buhari..XI 325 Hadis no 1827) Islam kaynaklarinin bildirdigine gore, "Kadinin kadina mubasereti" demek, iki kadinin bir carsaf, bir yorgan icinde birbirlerine tenleriyle, yani ciplak olarak, dokunmalari ve surtmeleri demektir. (Ragip ve Buhari yorumcularinin soylemesine gore boyledir. Bk Sahih-i...XI, 325-6) Yine ayni kaynaklarin soylemesine gore Muhammed bu sekildeki "ciplak surtmeleri" aile yasamlari bakimindan buyuk felaket sebebi saymis ve yasaklamistir. Cunku o dusunmustur ki, eger evli bir kadin, carsaf ya da yorgan icinde bir baska kadinin ciplak tenine surtmus ise, bu takdirde kocasina olup bitenleri anlatirken o kadinin guzelligini "ta"rif ve tavsif" eder, ve kocasi da onu dinlerken o kadini hayalinde canlandirip ona asik olabilir, ve sonunda karisini bosayip o kadinla evlenebilir. Boyle bu durum ise aile felaketine muncer olur. Ve hele diger kadin da evli ise, bu taktirde o da kocasindan bosanma carelerini aramaya kalkar ki bu daha da buyuk bir aile felaketi yaratir. (T.C. Diyanet Isleri Baskanliginin yayinlarina gore Kabusi"nin aciklamasi soyledir: "Eger kadin zevcine, temas ettigi kadinin guzelligini ta"rif ve tavsif ederse, zevci o kadinin husnu anina aldanarak kendisini bosayip onu almasi, hatta evli ise kocasindan bosanmak carelerini taramasi umulur ki, butun bunlar kadinin kadina mubaseretinin evlid ettigi aile felaketleridir" Bkz Sahih-i..>>XI 326) Butun bunlari okurken, pek muhtemelen kendi kendinize: "Bu acaip yasagin sebebi, olsa olsa kadinlar arasinda seviciligi onlemektedir" diyeceksiniz. Evet, ama siz hic her hangi bir kadinin, bir baska kadina "mubaseret" ettikten sonra gelip de o kadinin ciplak vucudunun guzelligini kendi kocasina anlatacagini dusunebilir misiniz? Ve hele kocasinin kendisini bosayip o kadini alabilecegini hesap ederek bu riske girisebilecegine hic ihtimal verebilir misiniz? Ote yandan baska bir kadini almak icin, karisini bosamak zorunda degildir ki koca! Eger karisindan memnun ise, hem onu kullanmaga devam eder ve hem de onun mubaseret sonucu kendisine guzelligini anlattigi diger kadini haremine ekler, olur biter! Soylemeye gerek yoktur ki, aile felaketini yaratan sey kadinin kadina mubasereti degil ve fakat bosama hakkinin sinirsiz ve keyfi sekilde kocaya verilmesidir. (Buhari"nin Sahih adli yapitinin "Gazab halinde ika edilen talakin hukmu" basligini tasiyan bir bolumunden anlasilmaktadir ki "suuru kasid ve iradeyi selb ederek cinnet derecesinde bulunan gazab ve asabiyet halinde ika edilen talaka itibar edilip edilmeyecegi tartismalidir. Boyle bir durumda bulunan kocanin talak kararini dahi gecerli gorenler daha coktur. Nitekim Buhari, Ayse"nin rivayetine dayali olan ve "hal-i gazabda ika edilen talaka ve kole azadina itibar olunmaz" seklindeki bir hadisi, "rivayet sartini haiz olmadigi icin sahihine ithal etmemistir." Daha baska bir deyimle Muhammed"in, ongordugu sudur ki koca "gazab" halinde ve kizginlikla karisini bosamis olsa dahi talak muteberdir, meger ki "suuru selbeden ve agzindan cikan sozun mahiyetini idrak edemeyecek derecede asabiyet halinde" bulunmus olsun. Bu hususlar icin bkz Sahih-i Buhari muhtasari, Cild XI, s 357-360) -------------------------------------------------------------------------------- Mısırlı kadın"a Boşanma Hakkı 2000 yılında tanındı Enis BERBEROĞLU, Hürriyet, 04.03.2000 Herhalde farkındasınız. Gazete yazılarında hafta sonu molası daha tene dokunan, yumuşacık konularla veriliyor... Aşk, ihanet, kıskançlık gibi... Eh, madem ki bugün tatil, biz de köşemize kadınları konuk etmek istedik. Ne var ki bizim aktaracağımız kadın öyküleri biraz değişik. Çünkü Mısırlı kadının yaşam coğrafyasında karşılaştığı dert ve sıkıntılar çok farklı. * * * Mısırlı kadınlar şu günlerde bayram ediyor. Çünkü 1 Mart 2000 tarihi itibariyle mahkemede eşleri aleyhine boşanma davası açma hakkına kavuştular... Evet yanlış okumadınız... Bugüne kadar Mısırlı kadınlar sadece eşleri izin verirse boşanabiliyordu. Aksi halde boşanmak isteyen kadının; 1) Eşinin kendisini dövdüğünü, 2) Ya da geçimini sağlayamadığını, 3) Veya kısır olduğunu mahkemede en az iki tanıkla (erkek) kanıtlaması gerekliydi. Mahkemelerde biriken 1.2 milyon boşanma davası dosyasından ancak yılda 71 bininin karara bağlandığını düşünürseniz on yıllardır özgürlüğü bekleyen kadınların var olduğu sonucuna varmak herhalde yanlış sayılmaz... Buna karşılık Mısırlı erkeğin işi kolay... Canı istediği zaman eşini boşuyor. Veya bu zahmete bile katlanmadan evi terk ediyor. Yıllar süren boşanma davası, sayısız temyiz başvurusuyla eşini uzaktan üzmeyi, tacizi sürdürüyor. * * * Mısır"daki yeni düzenleme bu haksızlıkları bir ölçüde düzeltiyor. Artık Mısırlı hákimler kocalarının onayı olmadan da kadınları boşayabilecek. Dahası boşanmada kadınlara nafaka bağlanacak, ödenmezse erkeğin gelirine haciz konulacak. Eşinden nafaka alamayan kadınlara kamu bankalarından maaş bağlanacak. (New York Times Gazetesi, 1 Mart 2000) İşte Mısırlı kadınlar açısından -haklı olarak- devrim sayılan düzenlemeler böyle... Peki aynı topraklarda 4 bin yıl önce yaşayan kadınların durumu nasıldı dersiniz? * * * Antik Mısır"ın kadınları yasa karşısında erkekle eşitti. Evlilik ve boşanma sözleşmelerini düzenlemeye yetkiliydi. Boşanırken evlilik sırasında edinilen mal varlığının üçte birini alırdı. Mısırlı kadının bu yasal hakları Büyük İskender"in işgal ordusuyla birlikte bu ülkeye gelen Yunanlı kadınları kıskandıracak ölçüdeydi. Gerek Yunan gerekse Mısır kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla, Mısırlı kadınlar en az 2 bin 500 yıl kadar önce; 1) Tarla, arazi, mülk sahibi olabiliyor, 2) Köle, hizmetkár çalıştırıyor, 3) Köle azat edebiliyor, 4) Evlat edinebiliyordu (North Western University Library, İnternet Belgesi). * * * Aynı topraklarda ne değişti, yorumu sizlere bırakıyorum. Siz de lütfen, İran seçimlerine, 28 Şubat sürecine duyduğum merakı hoş görün. Ne de olsa kız babasıyım. -------------------------------------------------------------------------------- Islam Ülkesinde Boşanma : Cep telefonuyla "boş ol", "boş ol", "boş ol". Birleşik Arap Emirlikleri"nden Dubai"de geçen yıl yaşanan e-mail ile boşanma mesajı olayı, bu kez de cep telefonuyla tekrarlandı. Dubai Mahkemesi, kocanın cep mesajlı boşanma kararını geçerli saydı, ancak üç kez tekrarlanması gerektiğine hükmetti. Arap erkeklerinin, karılarının cep telefonuna ‘Boş ol’ mesajı göndermesi ve bu mesajın boşanma için yeterli sayılmasına, görüştüğümüz Türk din uzmanları karşı çıktı. Körfez ülkelerinden Dubai"de bir koca, cep telefonuyla ‘‘boş ol’’ mesajı geçti. Şeriat Mahkemesi, bu ifadenin üç kez tekrarlanması halinde, cep telefonu mesajıyla boşanılabileceğine karar verdi. Sadece tek mesaj gönderen koca ise daha sonra fikir değiştirip, eve geç gelen karısını affetti. Teknolojinin gelişmesinin paralelinde, iletişimde de büyük olanakların doğmasıyla birlikte, İslam ülkelerinde e-mail ve cep telefonu mesajıyla boşanma olayları artarken, bu tür boşanmanın Şeriat"a uygun olup olmadığı tartışması da gündeme geldi. Eve geç geldi Birleşik Arap Emirlikleri"nden Dubai"de, dünyada ilk kez ayrılma kararının e-mail mesajıyla gönderilmesinden sonra, şimdi de Dubaili kızgın bir koca, eşine cep telefonuyla mesaj geçerek, boşanmak istediğini bildirdi ve bir ilke imza attı. Dubai"deki ilginç olayda, eve geç gelen karısına kızan kimliği açıklanmayan koca, eşine, ‘‘neden eve geç geldin, boş ol’’ şeklinde bir mesaj geçti. Bir süre sonra, olay Şeriat Mahkemesi"ne aksetti. Olayı inceleyen mahkeme, cep telefonu mesajıyla boşanılabileceğini ancak, mesajın üç kez tekrarlanması gerektiğine hükmetti. Aile uzlaştırma danışmanı Abdül Selam Muhammed Dervish, ayrılmak isteyen kocanın, sadece bir kez ‘‘boş ol’’ mesajı gönderdiğini hatırlattı ve şu görüşleri öne sürdü: ‘‘Belirli şartlara uygun olduğunda, sözlü ya da yazılı olarak, ayrılma istemini üç kez tekrarlamak, boşanmak için yeterlidir. Ancak, söz konusu olaydaki koca, bunu bir kez tekrarlamış. Bir veya iki kez tekrarlanması halinde, koca üç ay içinde fikir değiştirebilir. Zaten, mahkemeye akseden olayın kahramanı karı koca da birlikte yaşamaya devam ediyorlar. Koca, boşanma mesajı çektikten kısa bir süre sonra boşanma kararından caydı.’’ Eşi Karara Uydu Dubai"de geçen yıl meydana gelen e-mail"le boşanma olayında da dava Yüksek Mahkeme"ye yansımıştı. Ayrılmak isteyen Arap kökenli Amerikalı koca, Suudi eşine e-mail ile ‘‘Boş ol’’ mesajı göndermiş, eşi de kocasının bu kararına uymuştu. Bu tür boşanmanın Şer"i kurallara uygun olup olmadığını saptamak için mahkeme olaya el koymuş, ancak tarafların anlaşması nedeniyle dosya kapatılmıştı Telefonla mı evleniliyor ki boşanılsın? Prof. Dr. Beyaz (Marmara Üniversitesi) Evlilik, yüz yüze bir mecliste gerçekleşir. Boşanma da yüz yüze olmalıdır. Telefonla ne aile kurulur, ne de aile dağıtılır. Söz konusu olayda da hocaefendiler, Hz. Peygamber"in ve İslam"ın prensiplerini değil de Hz.Ömer"in vurgulamasını esas alarak, sözlü boşamayı kabul etmiş gözüküyorlar. Hz. Ömer"in yorumu bizi bağlamaz. Fiili boşama ve ayrılma esas alınmalıdır. Kuran"a göre, mahkemenin boşaması gerekir. Şu anda Türkiye"deki boşanma hükümleri ve uygulaması gerçekten Kuran"a en uygun olan tatbikatlardır. İslam"da, bir diğer ifadeyle peygamberimiz zamanında bir insan eşini bir defa boşar, tekrar birleşebilir. İkinci defa boşar, yine birleşebilir. Üçüncü de boşadığı zaman birleşemez ve bu boşanma kesin boşanma sayılır. Bir ve ikincide dönme hakkı olduğu halde, üçüncüde dönme hakkı yoktur. Hz. Peygamber devrinde boşanma fiilen yapılırdı. Eşler birbirinden ayrıldığı gibi, evleri de yolları da ayrılırdı. Hz. Ömer zamanında insanlar eşlerini fazlasıyla boşamaya başlayınca, bunu önlemek için ‘Ben boşanma fiiline bakmam, haline bakmam, boşanma sözüne bakarım’ diyen Hz. Ömer, hüküm verdi. Bundan sonra fiilen boşanma, ayrılma hesaba katılmadan sadece 3 kez ‘boşandım’ demek yeterli oldu. Sonraki mezhepler de Hz. Ömer"in bu yorumunu aynen kabullendiler. Ceple boşanma, yanlışın komediye dönüşmüş hali Prof. Dr. Ali Bardakoğlu (Marmara Üniversitesi) Evlenme ve boşanmanın formel ve prosedürel yönünden çok, ahlaki, vicdani ve insani yönü dini ilgilendirir. Şekil ve prosedürler toplumların gelenekleriyle ilgilidir, dinin değil pozitif hukuk düzeninin konusudur. Erkeğin karısına ‘boş ol’ demesiyle boşanmanın gerçekleşmiş sayıldığı dönemlerde gelenek böyle olduğu için, dini öğreti de buna uygun şekillendi. Ancak, Osmanlılar"ın ileri döneminden itibaren idarenin veya yargının devrede olduğu bir boşanma usulüne geçildi. Ve bu yeni usul dine uygun görüldü. Neticede günümüzdeki mahkeme aracılığıyla boşanmaya gelindi. Geçmişin egemen sosyal yapısıyla bağlantılı geleneklerin din olarak görülüp, korunmaya çalışılması yanlıştır. Dinden, evlenme ve boşanmanın şekli açısından değil, ailenin sağlam zemine dayanması yönüyle yararlanmalıyız. Boşanmak iki dudak arasında değildir İsmail Nacar (Yazar) Eşler İslam Hukuku"nda da, Medeni Hukuk"ta da ancak yüzyüze gelerek boşanabilirler. Böyle cep telefonu mesajıyla falan boşanma olmaz. Biraz temel kavramları ve kurumları ciddiye almak gerekir. İki eş arasında bir sorun varsa, boşanma konusundaki müddete bakmak gerekir. O da üç aydır. Bu sürede taraflardan biri pişman olabilir ya da boşanmaktan vazgeçebilir. Bu müddetten sonra hala ısrarlı iseler, mahkemeye giderler, mahkeme boşar. İslam Hukuku"na göre de hakim boşar. Cep telefonuyla ya da normal telefonla olmaz. İslamiyet"te boşanmak iki dudak arasında değildir. İslam Hukuku"nda öyle "boş oldun" demekle boşanma olmaz. Cep telefonuyla boşanma İslam"a olduğu kadar ahlaka da aykırıdır. Kaynak: Hürriyet, 29.06.2001 -------------------------------------------------------------------------------- Yorum Görüldüğü gibi, Islamiyet dini, boşanma konusunda da bir standard koyamamış. Bu durumda, bu konuyu kim halledecektir? Üç olasılık bulunuyor: Kuran"ın Allah"tan-varsa eğer- geldiğine inananlar yönünden düşünüldüğünde, bu önemli konunun halli elbette ki Allah"a-varsa eğer- aittir. 1400 yaşındaki Kuran bu konuyu çözemediğine göre, Allah-varsa eğer- ya yeni bir Kuran hazırlayıp göndermeli, ya da bir şekilde bizzat kendisi açıklama yapmalıdır. Eğer, Kuran revize edilip gönderilirse, bu işin sadece Arapça yapılmaması, dünyanın tüm dillerinde yapılıp gönderilmesi çok faydalı olacaktır. Islamiyete inananların bu problemlerinin çözümünün, Allah"ı-varsa eğer- ilgi dahilinde olması gerekir Ama, eğer Allah var ise, ancak Islamiyet onun gönderdiği bir din değilse, bir başka deyişle Muhammed onun elçisi değilse, Kuran onun kitabı değilse, bu durumda Allah"ın Islamiyet"in problemlerinin çözümüyle ilgilenmemesi mümkündür. Diğer ve son olasılık da, Allah"ın mevcut olmaması durumudur ki; o zaman Islamiyet"in Muhammed"in dini olduğu açıklığıyla, problemler Islamiyet"te çözümsüz kalacaktır. |
YORUMSUZ!!!
Cennette kadinlara birsey vaadediliyor mu? Hayir!..
Su "imtihan yeri(!)" dunyada, imtihani gecip cennete gidecek erkekleri, memeleri yeni kabarmis, ceylan gozlu, beyaz tenli huriler, şarap irmaklari, soguk sular, meyveler, ve de "gılmanlar" bekliyor.. Bakalim, Kuran, "Cennet" ile ilgili ayetlerinde ne diyor? Cennette Seks Ve Huriler : Duhan/44/54. Bu boyledir; onlari iri siyah gozlu hurilerle eslendiririz. Tur/52/19-20. Onlara soyle denir: "Islediklerinizden oturu, dizi dizi tahtlara yaslanarak afiyetle yiyin icin.Onlara, ceylan gozlu esler veririz." Rahman/55/56. Orada, bakislarini yalniz eslerine cevirmis, daha once ne insan ve ne de cinlerin dokunmus oldugu esler vardir. Rahman/55/57. Oyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsiniz? Rahman/55/58. Onlar yakut ve mercan gibidirler. Rahman/55/70. Oralarda iyi huylu guzel kadinlar vardir. Vakia/56/35-8. Biz ceylan gozluleri, defterleri sagdan verilenler icin yeniden yaratmisizdir; onlari bakire, eslerine duskun ve hepsini bir yasta kilmisizdir. * 78/Nebe 31. Süphesiz takvâ sahipleri için de basari ödülü vardir. 78/Nebe 32. Bahçeler,baglar, 78/Nebe 33. Gögüsleri tomurcuk gibi kabarmis yasit kizlar, 78/Nebe 34. Ve içki dolu kâse(ler) . 76/El-Insan 19. O insanlarin etrafinda öyle ölümsüz genç nedîmler dolasir ki, onlari gördügünde, etrafa saçilip dagilmis inciler sanirsin. 76/El-Insan 20. Ne yana bakarsan bak, (yiginla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün. 76/El-Insan 21. Üzerlerinde yesil ipekten ince ve kalin elbiseler vardir; gümüs bilezikler takinmislardir. Rableri onlara tertemiz bir içki içirir. 76/El-Insan 22. (Onlara söyle denir:) Bu, sizin için bir mükâfattir. Sizin gayretiniz karsiligini bulmustur. 37/Es-Saffat 43. Naîm cennetlerinde . 37/Es-Saffat 44. Tahtlar üzerinde karsilikli otururlar. 37/Es-Saffat 45. Onlara pinardan (doldurulmus) kadehler dolastirilir. 37/Es-Saffat 46. Berraktir, içenlere lezzet verir. 37/Es-Saffat 47. O içkide ne sersemletme vardir ne de onunla sarhos olurlar. 37/Es-Saffat 48. Yanlarinda güzel bakislarini yalniz onlara tahsis etmis, iri gözlü esler vardir. 37/Es-Saffat 49. Onlar, gün yüzü görmemis yumurta gibi bembeyazdir. Cennette Seks Erkekleri (Gılmanlar): Tur/52/24. Sedefteki inciler gibi olan gencler yanlarinda dolasirlar. Vakia/56/17-21. Olumsuz gencler yanlarinda, bas agrisi ve donmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmus kaseler, ibrikler, kadehler; sececekleri meyveler, arzulayacaklari kus eti ile dolasirlar. Insan/76/19. Yanlarinda ölümsüz gençler dolasir; onlari gordugunde sacilmis birer inci sanirsin. Şarap: Muhammed/47/15. Allah"a karsi gelmekten sakinanlara soz verilen cennet soyledir: Orada temiz su irmaklari, tadi bozulmayan sut irmaklari, icenlere zevk veren sarap irmaklari, suzme bal irmaklari vardir. Onlara orada her turlu urun ve Rablerinden magfiret vardir. Bunlarin durumu, ateste temelli kalana ve bagirsaklarini parca parca edecek kaynar su icirilen kimselerin durumu gibi olur mu? Saffat/37/45-7. Basagrisi vermeyen, sarhos etmeyen, icenlere zevk bahseden bembeyaz bir kaynaktan doldurulmus kadehler sunulur. Vakia/56/17-21. Olumsuz gencler yanlarinda, bas agrisi ve donmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmus kaseler, ibrikler, kadehler; sececekleri meyveler, arzulayacaklari kus eti ile dolasirlar. 76/El-Insan 5. Iyiler ise, kâfûr katilmis bir kadehten (cennet sarabi) içerler. 76/El-Insan 6. (Bu,) Allah"in has kullarinin içtikleri ve akittikça akittiklari bir pinardir. Orada koltuklara kurulmus olarak bulunurlar; ne yakici sicak görülür orada, ne de dondurucu soguk. 76/El-Insan 14. (Cennet a?açlarinin) gölgeleri, üzerlerine sarkar; kolayca koparilabilen meyveleri istifadelerine sunulur. 76/El-Insan 15. Yanlarinda gümüsten kaplar ve billûr kupalar dolastirilir. 76/El-Insan 16. Gümüsten öyle kadehler ki onlari istedikleri ölçüde tayin ve takdir etmislerdir. 76/El-Insan 17. Onlara orada bir kâseden içirilir ki (bu sarabin) karisiminda zencefil vardir. 76/El-Insan 18. (Bu sarap) orada bir pinardandir ki adina Selsebîl denir. Bu ayetleri okuyunca, Cennet"te neler oldugunu ögreniyoruz.. Bu "Dünya"da yasak olan ne varsa, basta evli olmadan yapilacak seks ve şarap, orada serbestmis.. Dikkati vceken husus, tüm ayetler, "erkeklere" hitaben soylenmis .. Ancak, "Gılman" meselesini anlamiyorum, bunlar erkekleri memnun edecek erkekler midir, yani homoseksuel midirler, yoksa, kadinlari memnun edecek erkekler midir? Bir de esas merak ettigim, kadinlari cennette nelerin bekledigi? Kadinlar cennette cinsel isteklerini nasil tatmin edecekler? Kendi cinslerinden olan huriler ile mi, "gilman"lar ile mi, yoksa, kendileri gibi imtihani gecip cennete giren diger "mumin" erkekler ile mi? Cennetteki müminler, hurilerle keyif ederlerken, cennete layik görülmüs mümineler ne olacak? Kim memnun edecek mümineleri? Aklima gelen onemli bir soru: Cennette kiskanclik var mi? Bir mümine, mumin olan eski kocasini bir gilman veya huri ile ask yaparken gorunce, kiskanacak mi? Bir mümin, bir mumine olan eski karisini, cennette bir gilman, veya bir mümin veye bir huri ile sevişirken görünce kiskanacak mi? Bu sorulara cevap nerede var? Ben Kuran"da bulamadim.. Bilen yazsin lutfen.. Eger kadin olsa idim, erkeklere vaadedilen Cennet"in yaninda, kadinlara birsey vaadedilmedigini gorunce, bir "mümine" olabilir miydim acaba? Sanmiyorum! Cihad edenler için vaadedilen huriler hakkında bilgilenmek için burayı tıklayınız. Adem Ve Havva"nin Cennetten Kovulma Masali Hakkinda Sorular: Dogmadiklarina göre Adem ve Havva"nın göbekleri varmiydi? İnançlılara göre, Havva ile Adem kaç yılında, nerede ve nasıl yaratıldılar? Adem ile Havva bütün bir ömür boyu yalnız yaşayıp öldükten sonra mı cennete gidip sonra oradan kovuldular? Adem ile Havva"nın çocukları onlar cennete gitmeden önce mi oldu, cennetten kovulduktan sonra mı oldu? Ya da hayali cennetten kovulmadan önce, cinsel organlari varmiydi? Vardi ise ne için vardi (madem ki cinsellik yasakti?..) Ya da Havva"nin memeleri varmiydi (çocuk emzirmeyecegine göre)? Yoksa bunlar cennetten kovulur kovulmaz mi olustular? Ya da Adem ve Havva"nin hormonlari önceden vardiysa(testesteron-östrojen-prolaktin-oksitosin vs.) ne amaçla vardi? Havva, adet görüyor muydu? Eger bunlar yok idiyse, nasil oldu da birbirlerine cinsel arzu duydular?.. Var idiyse, bu arzudan dolayi neden cezalandirildilar? Yani hem insanin beynine,vücuduna her türlü mekanizmayi koy, birbirlerine cinsel arzu duyacak sekilde iki ayri cinsiyette yarat, ama cinselligi yasadiklarinda cennetten kovarak onlari cezalandir. Adalet bu mudur? Eğer Adem ile Havva"nın cennetten kovulmasına seks neden olmadıysa, neden kovuldular? Nedir o "yasak meyve"? O yasak meyveyi yemek bugün serbest midir? Adem-Havva ve cennetten kovulma hikayesinin tamamen uydurma ve gercek disi bir masal oldugu acikca bellidir. Bu sayfayı ziyaret eden bir okur da çok beğendiğim aşağıdaki soruyu sormuş (Mart 2002): "(İnançlılara göre) Adem ile Havva"nın cenntten kovulmasına neden olan yılan, şeytanı temsil etmektedir. Fesatlık yayan ve şeytanı temsil eden böylece de Adem ve Havva"ya yaasak meyveyi yedirmek için ahlaksız teklifte bulunan yılanın, Cennet"te işi neydi?" Madem ki, Cennette şeytan kılığına girmiş yılan bulunabiliyor ve hatta Adem ile Havva"yı Cennet"ten kovduracak kadar büyük bir günah işletebiliyor; inançlılar öldükten sonra cennete giderlerse, orada şeytan kılığına girmiş yılan onları bekliyorsa ve kandırırsa ne olacak? Cennet de aynen bu dünya gibi bir imtihan yeri midir? Bu dünyayı imtihan yeri olarak belleyen ve cennet hayaliyle yaşayan onca inançlı, cennete giderlerse ve orada da imtihanla karşılaşırlarsa, ne olacak? Cennetten de başka cennete gitmek diye birşey mi var yoksa? |
YORUMSUZ!!!
Muhammed’in karıları ve cariyeleri
Muhammed’in birden fazla kadınla evlenmesi Medine dönemine ve yaşlılık günlerine rastlar. Hatice’den sonra, Hicret’e kadar yalnız Zem’a kızı Sevde ile evli kalmıştır. Hatice ile evlendiği sırada kendisi 25 yaşında, o ise 40 yaşında iki kocadan dul kalmış bir kadındı. 15 yıl birlikte yaşadılar. Hatice, Hicret’ten 3 yıl önce 65 yaşında öldü. Peygamberin hayatını evlilikler açısından birkaç dönemde görmek gerekir: 25 yaşına kadar bekâr 25-50 yaş arasında tek evlilik hayatı 50-60 yaş arasında çok evlilik hayatı 60 yaşından sonra hiç evlenmedi Diğer yapıtlarda ileri sürüldüğüne göre, Muhammed aynı anda 9 kadınla evli olmuş. Taberi gibi bazı tarihçiler, 15 kadınla evli olduğunu söylerler. Bu doğrulanmış değildir. Rivayetlerden şu bilgiler çıkarılabiliyor: Zifaf olduğu 11, olmadığı 2 karısı olmuştur. Bunlara 2 cariyeyi eklersek 15 eder. Prof. Uman’a göre, doğrusunu “Allah bilir”. Taberi ve başkaları Aişe’den rivayet ederler: “Peygamber evde ne yapardı?” diye sorulmuş. “Sizin yaptığınız gibi” demiş”; “Şunu indirir, bunu kaldırır, ailelerinin işlerini görür, etlerini doğrar, evi süpürür, uşağa yardım eder.” Şöyle bir sözü vardır karılarını döven erkekler için: “Hem karılarını köle gibi döverler, hem de utanmadan onlara sarılır yatarlar.” (Kaynak: Ibni Sa’d, c.8, s.148) Arkadaşlarından Enes anlatır: “Peygamber 9 ya da 11 karısı varken, günün belirli saatlerinde bütün karılarını dolaşır, hepsi ile cinsel ilişkide bulunurdu” Enes’e sordular: “Peki, Peygamber buna nasıl güç yetiştiriyordu?” Enes şöyle dedi: “Biz aramızda, Peygamber’in otuz erkek gücünde olduğunu konuşurduk.” (Kaynak: Buhari, Tecrid/192) Muhammed, karılarına eşit süre ayırır, aynı gece hepsini dolaşır, sıra kimdeyse onun yanında kalırdı. (Kaynak: Müsned, c.6, s.108) Yolculuğa çıkmak istediğinde aralarında kura çeker, hangisi çıkmışsa onunla giderdi. Hac için hepsini yanında götürdü. (Kaynak: Ibnü Sa’d, Tabakat) Sevde: Muhammed’in Hatice’den sonra, Hicret’e kadar birlikte olduğu tek kadın, Zem’a kızı Sevde’dir. Ibnü Sa’d, Tabakat adlı yapıtında yaşlı olan Sevde’den bir ara Muhammed’in ayrılmak istediğinin ileri sürüldüğünü ama bunun doğru olmadığını söyler. Sevde, bir tarihten sonra, Peygamber’e olan sırasını Aişe’ye devrederek, bir özveri gösterecektir. Böylece Aişe, iki kişilik sıra elde eder. Aişe: Ebubekir’in kızı Aişe ile evlendiği zaman, kendisi 49, kız ise 6 yaşındaydı. Aişe, 9 yaşına gelene kadar onunla beraber olmadığı kabul edilir. Bebek oynarmış onunla. Aişe’nin eşleri arasında ayrı bir yeri vardır. Zaten zaman içerisinde en uzun süre beraber olmuş karısı da odur. Onunla ilşkisi herhangi bir basit düşkünlük ya da anlık istek olayını har zaman aşmıştır. Muhammed’in kendisinden 15 yaş büyük Hatice’den (ve yine yaşlı Sevde’den) sonra, 43 yaş küçük Aişe’ye bağlanması ilginçtir. Hatice ile Aişe arasında 59 yaş fark var. Neredeyse, Muhammed’in bütün hayat süresi.. Muhammed"in sübyan Aişe ile evlenmesi hakkındaki aşağıdaki yazı ve sahih hadisler hiçbir yorum yapılmadan, tamamen İslami kaynaklardan alınmıştır. Muhammed’in en küçük karısı Aişe’dir. Muhammed 52 yaşında iken, 9 yaşında olan Aişe ile gerdeğe girmiştir (Aişe, Muhammed ile evlendiğinde 6 yaşında idi (Bkz:Buhari, e’s Sahih, Kitabu Menakıbı’l-Ensar/44; Tecrid, Hadis no:1553; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’n-Nikah/69, Hadis no:1422) ,demek ki 3 yıl beklenilmiş).Bunun üzerine, islam hukuku bundan bir sonuç çıkarıyor ve "9 yaşındaki bir kız, "müştehat" (şehvete konu olabilecek çagda sayılır) deniyor. Ve de bu nedenle, bir erkeğin 9 yaşındaki bır kızla evlenebileceğini bildiriyor bır fıkıh hükmü olarak(Bkz:Muhammed Ali Tehanevi, Keşşafu ıstılaha-tı’l-Fünun,1/788). M. Sofuoğlu (Cilt 4, Syf - 318,319) Sahih-i Müslim ve Tercümesi Babanın Küçük Bakire Kızı Evlendirmesi Babı 1422…….: Aişe şöyle dedi: Ben altı yaşımda iken Resulullah beni (nişan) akdi yaptı. (Üç yıl sonra) ben dokuz yaşında bir kız iken de benimle evlendi. Aişe dedi ki: Biz Medine’ye geldik. Akabinde ben bir ay sıtmaya tutuldum, hummanın şiddetinden saçım döküldü. (Hastalıktan kurtulunca) saçım gürleşti ve omuzlarıma kadar uzadı. Bir kere ben arkadaşlarımla beraber bir salıncak üzerinde oynarken annem Ummu Ruman bana doğru geldi ve beni çağırdı. Ben de annemin yanına geldim. Benden ne isteyeceğini bilmiyordum. Annem elimden tuttu sonunda beni evin kapısı önünde durdurdu. Bende yorgunluktan dolayı “heh, heh” diyerek kaba kaba soluyordum. Nihayet derin derin soluyuşum geçti. Sonra beni eve soktu. Evde Ensar’dan birtakım kadınlarla karşılaştım. Bu kadınlar: Hayır ve bereket üzere, en hayırlı kısmete dediler. Annem beni bu kadınlara teslim etti. Onlar da başımı yıkadılar ve üstümü başımı düzelttiler. Duha vaktinde Resulullah’ı habersizce görmekten başka beni hiçbir şey heyecanlandırmadı. Akabinde Ensar kadınları beni Resulullah’a teslim ettiler. Aişe: Peygamber beni altı yaşında bir kız iken akid yaptı, dokuz yaşında bir kız iken de benimle evlendi demiştir. Ma’mer, Zuhri’den, o da Urve’den, o da Aişe’den haber verdi ki: Peygamber Aişe’yi yedi yaşında bir kız iken akid yaptı, dokuz yaşında ve oyuncakları beraber iken de evlendi ve nihayet Aişe on sekiz yaşında bulunduğu sırada Resulullah vefat etti. Aişe şöyle demiştir: Resulullah Aişe’yi altı yaşında iken akid yaptı. Aişe dokuz yaşında bir kız iken Resulullah’ın evine gidip zifaf oldu. On sekizlik bir kadın iken de Resulullah vefat etti. 6542 - Abdullah İbnu Mes"ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe radıyallahu anha ile yedi yaşında iken onunla nikahlandı, dokuz yaşında iken zifaf yaptı. Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe onsekiz yaşlarında iken vefat etti" 5607 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm benimle Şevvâl"de nikâh yapmıştı. Şevvâl"de gerdek yaptı. Yanında hangi kadını benden daha bahtlı idi?" (Urve der ki: "Hz. Aişe radıyallahu anhâ) yakınlarından olan kadınları şevvâl ayında gerdeğe sokmayı müstehab addederdi." Müslim, Nikah 73, (1423); Tirmizi, Nikah 9, (1093); Nesai, Nikah 77, (6, 130). 5575 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, ben altı yaşında iken benimle evlendi. Medine"ye geldik. Benî"l-Hâris İbnu"l-Hazrec kabilesine indik. Ben hummaya yakalandım. Saçlarım döküldü. (İyileşince) saçım yine uzadı. Annem Ümmü Rumân, ben arkadaşlarımla salıncakta oynarken, bana geldi, benden ne istediğini bilmeksizin yanına gittim. Elimden tuttu. Evin kapısında beni durdurdu. Evimizde, Ensârdan bir grup kadın vardı. "Hayırlı, bereketli olsun!", "Uğurlu mübarek olsun!" diye dualar, tebrikler ettiler. Annem beni onlara teslim etti. Onlar kılık-kıyafetime çeki düzen verdiler. Beni, (kuşluk vakti aniden) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm(ın gelişinden) başka bir şey şaşırtmadı. Annem beni O"na teslim etti. O gün ben dokuz yaşında idim." Buhari, Nikâh 38, 39, 57, 59, 61; Müslim, Nikah 69, (1422); Ebu Dâvud, Nikâh 34, (2121); Edeb 63, (4933, 4934, 4935, 4936, 4937); Nesai, Nikah 29, (6, 82). 5574 - Urve merhum, Hz. Aişe radıyallahu anhâ"dan şunu nakletmiştir: "Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm bana dedi ki: "Rüyamda sen bana üç gece gösterildin: Melek seni bana bir ipek parçası içerisinde getirdi ve "Bu senin zevcendir, aç onu!" dedi. Ben de açtım, içindeki sendin. Ben: "Bu rüya Allah katından ise, onu gerçekleştirecektir" dedim." Buhari, Nikâh 9, 35, Ta"bîr 20, 21; Müslim, Fezâilu"s-Sahâbe 79; Tirmizi, Menakıb (3875). 4448 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm"ın hanımlarından hiçbirine, Hz. Hatice radıyallahu anha"ya karşı duyduğum kıskançlığı hiç duymadım. Halbuki onu hiç görmüşlüğüm de yok. Ancak, Aleyhissalatu vesselam onun yâdını çok yapardı. Ne zaman bir koyun kesip parçalara ayırsa Hatice"nin dostlarına da gönderirdi. Bazan ona: "Sanki dünyada Hatice"den başka kadın yok!" derdim de bana: "(Onun gibisi var mıydı, o şöyleydi, o böyleydi..! (Öbür kadınlar beni çocuktan mahrum ederken) benim çocuklarım ondan oldu" diye karşılık verirdi. (Hz. Aişe derki: İçinden " Bir daha Hatice hakkında kötü söz söylemeyeceğim" dedim)." Hz. Aişe devamla der ki: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Hatice"den üç yıl sonra benimle evlendi." Buhari, Menakıbu"l-Ensar 20, Nikah 108, Edeb 73, Tevhid 32; Müslim, Fezailu"s-Sahabe 73, 74, 77, 78, (2434, 2435, 2436, 2437); Tirmizi, Menakıb, (3885, 3886). 6577 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam"ın yanında iken bebeklerimle oynardım. Aleyhissalatu vesselam da benim kız arkadaşlarımı bana gönderirdi. Arkadaşlarımla beraber oynardık." 5607 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm benimle Şevvâl"de nikâh yapmıştı. Şevvâl"de gerdek yaptı. Yanında hangi kadını benden daha bahtlı idi?" (Urve der ki: "Hz. Aişe radıyallahu anhâ) yakınlarından olan kadınları şevvâl ayında gerdeğe sokmayı müstehab addederdi." Müslim, Nikah 73, (1423); Tirmizi, Nikah 9, (1093); Nesai, Nikah 77, (6, 130). 6542 - Abdullah İbnu Mes"ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe radıyallahu anha ile yedi yaşında iken onunla nikahlandı, dokuz yaşında iken zifaf yaptı. Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe onsekiz yaşlarında iken vefat etti" 6547 - Ebu Saidi"l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe radıyallahu anha"yı, elli dirhem değerinde ev eşyası mukabilinde nikahladı." 14- Aişe(rah)anlatıyor; ‘’Resullah ‘ın yanında kızlarla oynuyordum ,benimle birlikte oynayan arkadaşlarım vardı.Resullah (s.a.) eve girdiği zaman onlar gizlenirlerdi. Kendisi evde olmadığı zaman – onları bana gönderir,benimle oynarlardı..’’204 Muhammed’in hayatında ayrı bir yeri vardır Aişe’nin. Yalnız şimdiki zamanı değil, geleceği de; yalnız karı-kocalığı değil, politikayı da temsil eder. Bir çeşit doğal mirasçısı, Müslümanlığın mirasçısı (Ebu bekir) odur. Burdan alınırsa, Aişe’nin Peygamber karşısında, demokratik denilebilecek bir söz ve eleştiri bağımsızlığı da oluşmuştur. Aişe, Ahzab suresinin 50. Ayetine tepki gösterdi. Bilindiği gibi o ayetin içeriği şöyledir: “Mehirlerini verdiğin eşlerini; Allah’ın sana ganimet olarak nasip ettiği cariyeleri; seninle birlikte göç eden amca, hala, dayı, teyze kızlarını; seninle evlenmek istiyorlarsa, salt sana özgü bu durum olarak, hepsini helâl kıldık. Onlar mehirlerini Peygamber’e bağışlayabilirler. Bu konuda güçlük çekmeyesin diye onların da üzerlerine neyi farz kıldığımızı bildirdik; Allah bağışlayandır, acıyandır.” Aişe’nin ayet konusundaki tepkisi şu noktada olmuş: “Bir kadın kendini Peygamber’e mi armağan edermiş? Ne kadınlar varmış şu dünyada!” Aişe’nin sıra konusunda, Peygamber’in dilediği karısının yanında daha fazla kalması konusunda da soruları olmuş. Ne var ki, tam o soruların yöneltildiği sırada bir ayet daha gelir: Ahzab suresinin 51. Ayeti. Şöyle: “Ey Paygamber, bunlardan kimi istersen geri bırakır, dilediğini alabilirsin. Boşadığını yeniden almanda da bir vebal yoktur sana..” Aişe, bu ayet üzerine kendini tutamamış, “Görüyorum ki,” demiş, “Senin Allah’ın yalnız senin şeyinin keyfi için koşturuyor.” (Kaynak: Buhari, Tefsir/7; Tecrid, Hadis/1721; Müslim, Rıda/49,50-Hadis/1464; Ibni Mace, Nikah/57-Hadis/200; Ahmet Ibn-i Hanbel, 6/134, 158, 261) Aişe, daha önce de değinildiği gibi, şer’I hükümlerde çok bilgiliydi. Imam Zekeşi, bu hükümlerin onda birinin Aişe kanalı ile geldiğini söyler. Ayrıca, Aişe’nin şiir, eski Arap tarihi, gökbilim ve tıp alanlarında derinleştiği kabul edilmiştir. Eşi üzerindeki etki gücü, bu niteliklerinden de ileri geliyor olsa gerektir. Zeynep: Cahş’ın kızı Esed’li Zeynep’l evlenmesi bir yönden ayrıca çok ilginçtir. Araplarda, Cahiliye devrinde, yaygın bir uygulama vardı: Oğlan çocuklarını evlat edinme, onları özoğul gibi nesebine bağlama, miras verme.. Bunun sonucu olarak, baba ile oğğulluk birbirinin karısını, kızını nikahlama hakkına sahip değildi. Tıpkı, baba-oğul hukukundaki gibi. Muhammed, bu uygulamayı yıktı, oğulluğu ve azadlı kölesi olan Zeyd’in karısı Zeynep’le evlendi. Zeynep aynı zamanda Peygamber’in halasının kızı. Ve zaten, baştan Zeyd’le evlenmek istememiş. Peygambere bir gönül yakınlığı var. Ama yine de onun uygun görmesi sonucunda Zeyd’le evlenmiştir. Muhammed bir gün Zeyd’le görüşmek için onun evine gider. Zeyd yoktur. O sırada Zeynep içeride çamaşır yıkamaktadır. Duygular coşar. Muhammed şu sözleri söylemekten kendini alamayarak evden çıkar. “Ya mukallibel kulum!” (Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım, gönlümü çeviriverdin!) Zeyd eve gelince Zeynep olayı ona anlatır. Zeyd, içinde karısını yitireceği gibi bir önseziyle Peygamber’e koşar. “Zeynep’I sevdinse, ben boşayayım, sen al” der. Muhammed’in karşılığı: “O nasıl söz? Karını boşama, Allah’tan kork!” Ancak, içten içe, boşamasını da istemektedir. Bu istek, Ahzab suresindeki 51.ayetinde ortaya çıkar.(kaynak: Bu ayetle ilgili tefsirler, taberi tefsiri) Zeyd, Zeynep’I boşar. Böylece Ahzab suresindeki (37.ayet) şu sözler de açıklık kazanmış olur: “Şimdi madem ki Zeyd onunla ilişiğini kesti; biz onu sana eş yaptık.” Zeynep’le Muhammed arasındaki ilişkide, cinselliğin çok ağır bastığı söylenebilir: “Bir kadın gördüğü zaman hemen eve gelir, Zeynep’le cinsel ilişkide bulunurdu” (Kitabun Nikah, s.127) Günlerin cinsellik yönünden ortamını Peygamber’in arkadaşlarından Cabir şöyle anlatır: “Biz Mina’ya giderken zekerlerimizden meni damlıyordu” (kaynak: Buhari, Hac/81; Umre/6; Şirket/7; Muslim, hac/141; Hadis/1216; Neşe-I Menasik/77; Ibn-I Meca, menasik/77 Hadis/2980; Ahmet Ibn-I Hanbel, Müsned 3/317-366) Hafsa: Hicret’in 2.yılında Ebubekir’in kızı Aişe ile evlenen Muhammed, bir yıl sonra da Ömer’in kızı hafsa’yı karıları arasına katar. Hafsa, Huzeyfe oğlu Hanis’le evliydi. Kocası Uhud savaşında aldığı yaralarla fazla yaşayamadı. Muhammed, dul kalan Hafsa’yı önce başkaları ile evlendirmeyi düşündü. Bu konuda Ebubekir’I ve Osman’ı yokladı; onlarda belirli bir istek görmedi. Olaydan haberli olan Ömer çok üzülmüş gibiydi. Daha sonra, Hicret’in 3.yılında Muhammed Hafsa ile kendisi evlendi. Ömer’in yüreğine de su serpildi. Ummü Habibe Ebu Süfyan’ın kızı Ummü Habibe Ramle. Peygamber onunla Hicre’in 7.yılında evlendi. Ummü habibe, kocası Ubeydullah bin Cahş el-Esedi ile birlikte müslüman olmuştu. Daha sonra Habeşistan’a gittiler. Kocası din değiştirip Hristiyan olunca ondan ayrıldı. Peygamber, Habeşistan Kralı Necaşi’ye haber göndererk Ummü Habibe’yi istedi. Necaşi, kadına, Resulullah’ın yerine 400 dinar mehir ve birçok değerli hediye verdi. Muhammed, Ummü Habibe Medine’ye gelince onunla evlendi. Bu akrabalık bağı Ebu Süfyan’ı duygulandırmıştı. Bir yıl sonra o da müslüman olacak. Ummü Seleme: Mahzumoğulları’ndan Ummü Seleme Hind de, kocası Ubeydullah bin Cahş el-Esedi ile birlikte Habeşistan’a gitmişti. Kocası Uhud savaşından sonra öldü. Peygamber, Medine’ye dönen Ummü Seleme’ye şöyle buyurdu: “Allah’a yalvar, felaketine karşılık seni ödüllendirsin; ondan daha iyi bir eş versin sana.” Sonra da ona evlenme teklifinde bulundu. Kadın, yaşlı ve kıskanç olduğunu, yetim çocukları bulunduğunu söyleyerek özür dilemeye kalkınca, Peygamber kendisinin daha yaşlı olduğunu; Allah’ın o kıskançlık duygusunu mutlaka gidereceğini; yetimlere gelince, onlar için hiç merak etmemesini, onların Allah’a ve resulüne kaldığını söyledi. Evlenme gerçekleşti. Peygamberin eşlerinin rivayet ettikleri hadis sayısının 3 bini aştığı bilinir. En çok hadis rivayeti Aişe’ye aittir. (2210 hadis) Peygamberin karıları arasında Ummü Seleme de ondan sonra gelir: 378 hadis. Muhammed’in karıları iki grup oluşturmaktaydı: Birinci grupta Aişe, Hafsa, Safiye ve Sevde vardı. Ikinci grubun başını da Ummü Seleme çekmekteydi. Müslümanlar, peygamber’in Aişe’ye karşı büyük sevgisini bildikleri için, sözgelimi bir armağan vereceklerse, bunu mutlaka Muhammed’in onunla birlikte olacağı güne rastlatırlardı. Yaygınlık ve düzenlilik kazanan bu olayın öbür eşler arasında dedikodulara yol açmaması, tepkiler uyandırmaması olanaksızdı. Özellikle Ummü Seleme grubundan “annelerimiz”, ona gidip durumu Resulullah’a anlatmasını istediler: Armağanlar mı sunulacak, hediyeler mi sözkonusu, bu, karılar arasında hiçbir ayırım gözetilmeksizin yapılmalıydı. Ummü Seleme, kendi nöbet gününde olayı ve kumalarının isteğini Peygamber’e iletti. Ancak, peygamberin ağzından bu konuda tek sözcük çıkmadı. Ertesi gün, öbür eşler Ummü Seleme’den bir açıklama beklediler. O da olanı biteni, peygamber’in o konuda konuşmadığını anlattı. Şöyle bir ortak karara varıldı: Peygamber’den bir karşılık alıncaya kadar Ummü Seleme olayı tekrar tekrar gündeme getirecek.. Ummü Seleme’nin üst üste yeni birkaç girişimi de sonuçsuz kaldı. Resulullah gülümsüyordu; yine de tek sözcük almak olanaksızdı ağzından. Ümmü Seleme, misyonu gereği sorması gereken soruları sürdürdü. Sonunda Peygamber konuşacaktı: “Aişe’yi söz konusu ederek beni üzmeyin. Işte söylüyorum: Vahiy, yalnız onun günündeyken gelir bana!” Ummü Seleme şaşırmıştı. “Seni üzdüğüm için Allah bu günahımı bağışlasın” demekle yetindi. Ama, ortaklar aynı konuda bu kez peygamber’in kızı Fatıma’ya başvuracaklardı. Fatıma, babasına durumu anlattı. “Karıların” dedi, “Allah’ı tanık göstererek, Ebu bekir’in kızı konusunda senden adalet diliyorlar.” Peygamber karşılık verdi: “Kızım, doğru söyle, sen beni seviyor musun?” “O nasıl söz! Nasıl sevmem?” “Oyleyse, benim sevdiğimi de sev!” (kaynak: Buhari, Hibe/8; Tecrid/1130) Cüveyriye: Peygamber, Kureyş’in ileri gelenlerinden Hâris’in kızı Cüveyriye ile Hicret’in 5.yılında evlendi. Mustalik savaşında ailesinin üyeleriyle birlikte tutsak düşen Cüvetriye 13 yaşında dünya güzeli bir kızdı. Peygamberle görüşme dileğinde bulundu. Tutsak olarak, Sabitbin Kays’ın payına düştüğünü, azad olabilmek için onunla anlaşmış bulunduğunu, bu konuda kendisine kolaylık gösterilmesini diledi. Peygamberin ona şöyle dediği yazılmıştır: “Daha iyi bir teklifim var” “Nedir ya Resulullah?” “Sabit’e vereceğini ödeyeyim, seni ben alayım.” (Cüveyriye sevincinden uçarak): “Tamam ya Resulullah, kabul!” (Kaynak: Islamda Çok Evlilik Ve Resulullah, Prof.Abdullah Ulvan, çeviren Ismail Hakkı Sezer) Nikahtan hemen sonra, Müslümanların elindeki bütün Beni Mustalik tutsakları (700 kişi) salıverildi. (Kaynak: Buhari, Itkr,13) Safiye: Ahtap bin Huyeyy’in kızı Safiye, Hicret’in 7.yılında Muhammed’in karıları arasına girdi. Safiye, Beni Nadir Yahudilerindendir. Kocası, Hayber savaşında öldürülmüş, kendisi tutsak olmuştu. Dihyet’ül Kelbi’nin payına düştü. Ahsab tarafından hemen peygamber’e yetiştirildi. Safiye öylesine dilber bir kadındı ki, ancak Resulullah’a yakışırdı. Ayrıca, kavminin hanımefendisi olan bu kadına kendinden aşağı gördüğü bir kişinin yanında cariye işlemi işlemi uygulanmasının engellenmesi gerekirdi. Sonuçta Muhammed onunla evlendi. (Kaynak: Buhari, El Magazil 38; Asab 30-32; Hucurat 11; Talak 1.ayet) Zeynep bir keresinde Safiye’ye “Yahudi Karı” diye seslenmişti. Peygamber bu saldırıyı cezalandırdı, bir ay Zeynep’e yaklaşmadı. Ayşe’nin safiye için, “Boyu da pek kısa, yere çok yakın” demesi üzerine şu karşılığı vermiş: “Bir laf ettin ki, koca enizi bulandırır” (kaynak: Buhari, Ebu davud ve Tırmizi) Anlaşılıyor ki, Safiye’nin eşsiz güzelliği ve yhudi kökenli oluşu zaman zaman öbür ortakların kendisine karşı birleşmelerine yol açmış. Tırmizi rivayet eder: Aişe ve Hafsa, “Biz Resulullah’ın yanında Safiye’den daha değerliyiz” demişler. Bu söz, Safiye’nin kulağına gitmiş. Peygamber’e söylemiş. Peygamber’in verdiği karşılıkta, onun Yahudiliğiyle ilgili çok zarif bir ima da var: “Şöyle diyemez miydin, benden değerli nasıl olabilirsiniz ki, eşim Muhammed, babam Harun, amcam Musa!” Bir keresinde de Peygamber ve Safiye sözleştiler; öbür kadınlara örnek olsun, hatta bir bakıma ders olsun diye, bir ay boyunca hiç beraber olmayacaklardı. Bu söz tutuldu. (kaynak: Buhari ve El Müslim; Taberi tefsirinde Tahrim suresi) Haris’in kızı Meymune Huzeyme kızı Zeynep: Peygamber’in son iki karısı Haris’in kızı Meymune ile Huzeyme kızı Zeynep’tir. Meymune ile Hicret’in 7.yılında evlendi. Huzeyme kızı Zeynep’I, Esed’li Zeynep’ten ayırmak gerekir. Peygamber’in hayatında olay yaratan karısı ikincisidir. Huzeyme kızı Zeynep, Peygamber’den önce ölmüştür. Esma Ve Amre: Muhammed’in nikah kıyıp da karı-koca olmadan ayrıldığı iki karısı daha var: Kindeoğolları’ndan Numan’ın kızı Esma ve Kilab kabilesinden Zeyd’in kızı Amre. Peygamber, Esma’nın, zifaf sırasında alaca illetine tutulmuş olduğunu farketti ve mut’asını (bedelini) vererek baba evine yolladı. Amre ise daha yeni müslüman olmuştu. Peygamber’in yanına girince onu pek istemez tavırlar takındı, ona da bedeli ödendi; ve ailesine geri gönderildi. Iki cariye: Marya ve Reyhane Şem’un kızı Marya, Kıpti kökenli ve Hristiyandır. Muhammed’e Mısır Mukavkıs’I (piskopos) dört cariye armağan eder. Marya, bunlardan biri. Peygamber’in ona karşı özel bir düşkünlüğü olduğu anlaşılıyor. Aşağıdaki olay bunu göstermekte. Muhammed bir gün karılarından Hafsa’nın odasına girer. Odada Hafsa değil, Marya bulunmaktadır. O sırada Hafsa, babasının evine gitmiş. Muhammed ve Marya, Hafsa’nın yatağında birleşirler. Tam o sırada Hafsa içeri girer. Muhammed henüz işini bitirmemiştir. Hafsa’ya biraz beklemsini söyler; bazı açıklamalarda bulunacaktır ona. Sonunda Hafsa, kendisini tutamaz şöyle konuşur: “Nasıl iştir bu? Bir köle ile benim günümde ve benim yatağımda birleşiyorsun?” Peygamber kendisine bir müjdesi olduğunu söyler ve hemen ekler: Kendisinden sonra Ebu Bekir, daha sonra da babası Ömer halife olacaktır. Ne var ki Hafsa hiç de oralı olmayacak, tepkisini sürdürecektir. Peygamber bu kez yemin verir: “Vallahi billahi bir daha onunla beraber olmayacağım, ama sen de olayı kimseye söyleme.” Ne var ki, Muhammed Marya’yı bir türlü unutamamaktadır. Imdadına bir ayet; şu sözlerle başlayan bir ayet: “Ya Muhammed, karıların memnun olacak diye, helal şeyden niçin kendini yoksun bırakırsın; Allah çok bağışlayan ve acıyandır.” Obür cariye Reyhane Yahudi’ydi. (Kaynak: Tahrim suresi, 1.ayet) Söz konusu ayetin gelişi konusunda bir de bal şerbeti öyküsü ileri sürülür; ama ayetin asıl dayanağı yukarıdaki öyküdür. (Kaynak: Tefsirler; örneğin Taberi tefsiri 28/100 öt; F.Razi, 29/41 öt; (Sabuni’de, bal şerbeti öyküsünün ayetin iniş nedeni gösterildiği ancak asıl nedenin Marya olayı olduğu vurgulanır, 3/406) Kaynak: Turan Dursun, Tabu Can Çekişiyor Din Bu 4, Kaynak Yayınları. |
YORUMSUZ!!!
Toplumsal Yasamda Osmanli Kadini
XX. yuzyilin baslarina kadar kadinin Osmanli toplumunda - ozellikle kentsel toplumda - silik bir yeri vardi. Toplum yapisi, giderek daha belirgin bicimde cinslerin ayriligi uzerine oturuyordu. Oyle ki iki ayri dunya soz konusuydu. Her seyden once erkegin dunyasi kamusaldi, kadinin dunyasiysa ozeldi, mahremdi ve ailenin icinde yer aliyordu. Hemen tumuyle eve kapatilip carsaf giymeye mahkûm edilen kadin, kucultulmus bir evrenin icine sikistirilmisti. Bu nedenle de, onun toplumsal yasamdaki rolu onemli olcude sinirlanmisti. Kuran"da, yalnizca, peygamberin karilarina zorunlu kilinan carsafi simgeleyen sozcuk, hicab"dir (458). Ne var ki, carsaf giyme âdeti zamanla ozgur konumdaki tum Musluman kadinlara yayildi. İslamligin yayilmasiyla da Arabistan"da ve tum Dâr-ul-İslam"da (459) kendini kabul ettirdi. Osmanli İmparatorlugu"nda carsaf giyme âdeti kent kadinlarinin tumunce benimsenmis, kirsal alan kadinlari ise cok daha dusuk bir olcude bu âdeti izlemistir. Aile yasamina ayirdigimiz bolumde belirtilen nedenlerden dolayi, burada kirsal kesim kadinlarini ele almayacagiz. Kentlerde devlet, kararnameler ve polis onlemleriyle kadinlari carsaf giymeye zorunlu tutuyor, bu alanda bazen isi carsafin bicimini ve kalinligini belirtmeye kadar bile vardirabiliyordu (460). Kadinlar, yasanin ongordugu cezalardan kurtulmak icin carsaf giymek zorundaydi. Bununla da yetinilmeyerek, kadinin ev disina cikislarini duzenlemek icin ardi ardina fermanlar cikariliyordu (461). Ancak, bunca sik yinelenmelere bakilirsa,yalnizca baskenti ilgilendiren bu kararlara her zaman uyulmadigi gibi yasaklamalarin da kati bicimde uygulanmadigi dusunulebilir. Tanzimat doneminde bu onlemlerde belli bir gevseme gorulmekle birlikte, yetkili makamlar, ramazan sirasinda eski kararlarin buyruk ve yasaklamalarini animsatmayi bir gorev biliyorlardi. 1867"de gazeteler asagidaki duyuruyu yayimliyordu: "Kadinlar yalniz ve ancak Sultan Ahmet, Laleli ve Sehzadebasi camilerine gidebilecek, bunlar disinda hicbir buyuk camiye gidemeyecektir; namaz sirasinda bu camilerde yalnizca ve yalnizca hizmetliler bulunabilecek, hicbir erkek iceri alinmayacaktir. Kadinlar, bir iftar cagrisi icin bir yerden bir yere giderken, kalabalik yerlerde durmaksizin ve orada burada gezinirken, vakit yitirmeksizin onlerine bakarak yuruyeceklerdir"" (462). İlgintir ki bu donemde erkekler de hizaya cagrilmis, kendilerinden, kadinlara karsi gerektigi gibi davranmalari istenmistir (463). Abdulhamit"in saltanati ile birlikte kadinin dis yasami yeniden siki bicimde duzenlenmistir (464). Levant Herald gazetesinde cikan su haber bu gelismeye taniklik etmektedir: ""Majesteleri Sultan"in buyrugu ve Seyhulislam"in talebi uzerine, Danistay"in olurunu alan İcisleri Bakanligi, Musluman kadinlarin giyecekleri giysilerin niteligini ve nasil hareket etmeleri gerektigini belirleyen kurallar koymustur. Genel yerlerde ve islek caddelerde gorunmek ve ziyaretler yapmak Musluman kadinlara yasaklanmistir. Polis memurlari en buyuk uyanikligi gostermeye ve kurallarda ongoruldugunden daha ince bir carsaf giymeye curet eden bir kadin gorur gormez, tutanak tutmaya cagrilmislardir. Tutanak, kurallara karsi gelen kadinin adini ve kurallari cignemenin tum ayrintilarini icerecektir; tutanak İcisleri Bakanligina ve Polis Mudurlugu"ne iletilecektir. Bundan baska Musluman kadinlara arabayla ya da yaya olarak Beyazit, Sehzadebasi ve Aksaray semtlerine gitmek, oralarda gezinmek, Kapalicarsi"ya girmek ve dukkânlara girip oturmak yasak edilmistir. Bu kurallarin cignenmesi halinde, karsi gelenler, ceza yasasinin 254. maddesi uyarinca kovusturulacaktir, kullanilan arabanin surucusu de kadin gibi cezalandirilacaktir. Bunlara ek olarak, Musluman kadinlarin genel yerlerde gruplar halinde toplanmalari kesinlikle yasaklanmistir. Bu tur bir grubu goren polis, kadinlara dagilmalarini emretmekle yukumludur. Bu dagilma cagrisi, gruptaki en yasli kadina, yanindaki obur kadinlara yoneltilecektir. (Tuzugun son bolumu, erkeklerin genel yerlerde kadinlara karsi nasil davranmalari gerektigine iliskindir). Herhangi bir erkek bir kadina laf atar ya da isaret ederse, ceza yasasinin 202. maddesi uyarinca cezalandirilacaktir." (465) Bununla birlikte, polisin yetkilerine karsin, ozellikle giyim kusam alaninda âdetler gevsemeye baslamisti. Bu konuda Lois Rambert sunlari yazmaktadir: ""Musluman kadinlarin oldum olasi giydikleri ferace ve carsafin bicimi, sonuc olarak, oylesine degismis bulunuiyor ki, bunlarin harem gelenekleriyle bagdasmasi zordur. Entariye benzeyen carsaflar, kolsuz olarak dikilen feraceler iyi ahlak kurallarina uygun olmayan bir model uzerine bicilmektedir. Ve basortulerle yemeniler, saclari oldugu gibi gosterecek kadar incedir. Kimi kadinlar, isi askerler gibi ceket ve manto giymeye kadar vardirmaktadirlar. Carsaf giyme cagindaki genc kizlar, İslamin yasaklarina aykiri urbalar icinde apacik gezip dolasmaktadirlar. Bunun uzun sure hosgorulemeyecegi belliydi. Nitekim bir Padisah iradesi, kadinlara, dinin ilkelerine uygun bicimde giyinmelerini buyurmustur. Bu iradeyle, buyruklara karsi gelecek kadin ve kizlarla birlikte kocalarin da, ana ve babalarin da sert bicimde kovusturulacaklari"" duyuruluyordu (466). Ne var ki, su anlamli satirlardan da anlasilacagi gibi, hicbir "baski" kâr etmiyordu. 1894 tarihli bir ticaret yilligi, İstanbul"da Avrupa giysileri satan ""Galata Tring"" Beyoglu"nda ""Le Bon Marché"" ve ""Meyer"", Bahcekapi"da ""Orozdibak"" gibi yabancilarin ve ""Mustafa Samli"" ""Macit Mehmet Karakas"", ""Selanik Bonmarsesi"", ""Sisman Yanko"" gibi Turk uyruklularin bircok magazasi bulundugunu gostermektedir. Ozellikle bu sonuncularin musterisi Turk kadinlariydi. En azindan sunu kabul etmek gerekirdi ki, salon yasaminda Avrupa modasina gore yasayan bir sinif dogmustu. Bu isletmeler kârli is yaptiklarina gore, bu sinif oldukca onemli boyutlardaydi (467). Aslinda kadinlar, sokaktaki giyim kusamini duzenlemeye yonelik devlet mudahalelerine da acikca karsi cikmaya baslamislardi. Ornegin Rasime Hanim, yayinladigi bir yazida soyle diyordu: ""Gercek durustluk ve gercek ahlak, kamuoyunu kadinlarin evde kalmasini, oradan disari cikmamasini, cikinca da dikkatle ortunmesini istemeye yoneltmemeli, asil kurtarici ve aydinlatici dusuncelere hizmet etmelidir." (468) Boylece, sarayin, ulemanin ve kamuoyunun bir bolumunun bicimciligine karsin, Abdulhamit donemi kadinin toplumsal yasama katilimi dogrultusunda, belli bir gelisme gostermistir. Oriyantalist ve Turkolog A. Vambery bu gelismeyi dogrulamaktadir: ""Karanlikciligin bulvarlari olan haremlerin kadinlari da onemli olcude degisti. Evet! Yineliyorum, Turkiye"de kadinlarin guncel yasami, bana kalirsa su son 40 yil icinde tumuyle donusmus bulunmaktadir."" (469) Belli bir iyimserligi dile getiren bu sozler, baskentin kadin nufusunun butununu degil, fakat onun varlikli ve gelismis bolumunu ilgilendirmekteydi. Gene de belli, hissedilir bir degisikligin kendini kabul ettirdigi bir gercektir. Mesrutiyet doneminde bu degisiklik daha da yogunlasarak ilerleyecekti. 1908 devrimi, carsaf giyme âdetine karsi ilk kez ciddi gediklerin acilmasina neden oldu. Nitekim, carsaflarini boyunlarina saran ve Avrupa modasina gore giyinen kadinlar ve genc kizlar, bazen ufak tefek olaylarin cikmasina yol acsalar da İstanbul basta olmak uzere bazi kentlerin caddelerinde gosteriler duzenlediler (470). 1912"de, Yunanlilarin isgal ettigi Selanik"ten gelen binlerce gocmen "donme" belli İslam geleneklerinden oldukca uzakta bulundugu icin, Avrupa modasina oykunmesini daha da belirgin bir bicimde yogunlastirmistir (471). Birinci Dunya Savasi"yla birlikte, carsaftan kurtulma hareketi yeni boyutlar kazandi. Calismak durumunda kalan Turk kadini artik daha pratik bicimde giyinmeye basladi. Carsaf ile pecenin yerini cene altinda dugumlenen basortusu aldi. Bu donusume kuskusuz tepkiler olmuyor degildi. 1908"de cikarilan polis emirnameleri, kadinlara, carsaf ve uygun kadin giysileri giymek zorunda olduklarini animsatiyordu. 1910"dan itibaren hukumetin tutumu, yukarida da gordugumuz gibi İsmail Gaspirali"nin tepki ve ofkesini uyandiracak derecede sertlesti. 1917 Eylul"unde polis İstanbul duvarlarina su duyuruyu astirdi: ""Son aylarda baskent sokaklarinda utanc verici modalar gorulmektedir. Tum Musluman kadinlari eteklerini uzatmaya, korse giymekten sakinmaya ve kalin bir carsaf giymeye cagrilmaktadir. Bu emirnamenin buyruklarina uymalari icin onlara azami iki gun sure taninmistir." Ne var ki zaman degismisti. Bu afis canli bir ajitasyona yol acti. Ust duzey yoneticileri duruma elkoyarak bazi polis memurlarinin yersiz gayretkesliklerini kinamak zorunda kaldilar. Baskent İstanbul"un duvarlarina bu kez de soyle afisler asildi: ""Genel mudurluk, yasli geri kafali kadinlarin bir alt gorevliyi kandirarak, Musluman kadinlarin eski modaya geri donmelerini emreden bir duyuru yayinlatmis olmasindan muteessirdir. Bundan onceki emirnamenin gecersiz oldugu duyurulur"" (472). Giyim kusamda, ev icinde daha az baski altinda bulunan kadin, ev disina cikislarinda da, bazi yeni ozgurlukleri kullanmaya baslayacaktir. Ancak İstanbul"da yeni yeni islemeye baslayan tramvay ve vapurlarda, hâlâ kadinlar icin ayrilmis ozel bolumler vardi. Ornegin Bogaz"dan karsiya gecen ya da İstanbul"u Adalar"a baglayan bir vapura bir cift bindigi zaman kadinlara ayrilmis olan guverte salonlarina gitmek uzere kadin, esinin kolundan ayriliyor ve kocasina ancak yolun sonunda vapurdan inerken donebiliyordu. Ancak daha sonralari, guvertede eslerin birlikte seyahat etmelerine musaade edilecektir (473). Bununla birlikte kocalarinin yaninda sokaga cikan, onlarla birlikte tiyatroya ya da benzeri gosterilere, eglence yerlerine giden kadinlar tek tuk gorulmeye baslamisti. Ozellikle Basbakan Fuat Pasa"nin, karisiyla birlikte Tokatliyan Oteli"nin kahvesinde bir masaya oturmasi olay olmus, uzerinde cok yorum yapilmisti (474). 1917"de, ustelik carsaf da giymis olan karisiyla Buyukada"da bir otelin salonunda bulunan bir adam, buradan kovulmustur (475). Gene bu donemde, ilk kez bir Turk kadini, tiyatro sahnesine cikti. O zamana dek kadin rollerine, aksanlari duzgun olan Ermeni kadinlar cikiyordu. 1918"de İstanbul Darul-Bedayi"ine staj icin birkac Turk kizi kabul edildi. bunlardan Jale takma adiyla Afife Hanim 1920"de Kadikoy Tiyatrosu"nda oynanan bir piyeste rol aldi. Bu girisim Musluman ahlakina aykiri bulundugundan, Afife Hanim mahkemeye verildi. Tiyatronun cok etkili adamlari araya girerek yargilanmadan ancak kurtuldu. Afife Hanim 1921"de sahneye yeniden cikti, cok da basarili oldu, ne var ki Sehremaneti"nden gelen bir emir, sahneye cikmasini yasakladi. Bir Musluman kadini sahnede gosteri yapamazdi. Nitekim Kemalist doneme kadar Dar-ul Bedayi, Musluman hicbir kadina rol vermedi (476). Mesrutiyet donemi, ayni zamanda Osmanli İmparatorlugu"nda kadin derneklerinin dogusuna da tanik olmustur. İlk kadin dernekleri -Bati"da oldugu gibi- hayirsever amaclarla kurulmus ve yetkin kadinlarca yonetilmislerdir. Bu derneklerin en eskisi, 1908"de Fatma Aliye"nin kurdugu Cemiyet-i İmdadiye"dir. Dernegin baslica amaci, yardim ve ozellikle Rumeli cephesinde savasan askerlere kislik giysi saglamakti (477). 1912"de Besim Omer Pasa"nin destegiyle, Hilal-i Ahmer Hanimlar Merkezi kuruldu (478). Ancak derneklerde orgutlenmeden once Turk kadinlari, 1874"te kurulan ve 1908"de Kizilay"i doguracak olan Malul ve Hasta Askerlere Yardim Cemiyeti"nin de uyesiydiler. Hilal-i Ahmer Hanimlar Merkezi"nin baslica gorevi, Balkanlardan gelen gocmenlere ve savas yetimlerine yardim etmekti. Burada dul ve yetimler korunuyor, egitiliyor, kendilerine is saglaniyordu. Bunlar arasinda Esirgeme Dernegi, Nezihe Muhittin"in kurdugu Donanma Cemiyeti Hanimlar Subesi vb. dernekler, bu donemde ayni amaclar icin kurulmustur (479). 1913"te Nuriye Ulviye"nin kurdugu Kadinlar Dunyasi adli bir de yayin organi olan Mudafaa-i Hukuk-u Nisvan Dernegi gibi kadin haklarini savunmak, ya da 1909"da Halide Edip (Adivar)"in kurdugu Taâl-i Nisvan gibi kadinlara toplumsal yasamda uyum saglamada yardim etmek gibi amaclarla kurulmus daha pek cok kadin dernegi vardi. Bunlardan, Mudafaa-i Hukuk-u Nisvan pek cok konuda kamuya, acik tavirlar almakta tereddut etmedi. Ornegin, Telefon Kumpanyasi"nin kadin isci almayi reddetmesi karsisinda basarili bir savasim verdi, gene, kadin oldugu icin ucaga alinmayan Belkis Hanim"in sorununu ictenlikle destekledi. Taâl-i Nisvan"a gelince, erkek ve kadinlarin katilimiyla tartismali oturumlar, konferanslar duzenleyen ilk derneklerdendi. (480) Nihayet, Osmanli İmparatorlugu"nca imzalanan Birakisma da, yurtsever amacli pek cok kadin derneklerinin kurulmasina yol acmistir. Bunlara daha ilerde deginecegiz. Konuyu toparlamak icin diyebiliriz ki, Birinci Dunya Savasi"ndaki yenilgi, İslamcilarin etkisini guclendirmistir. Onlara, kadinin toplumsal yasamda edinmeye basladigi yeri daraltmaya yonelik etkin bicimde mudahale etme olanaklari saglamistir. Sadece en tutucu egilimlerin temsilcisi olanlar degil, pek cok gazete, degerlerdeki gevseme ve cozulmeyi kinamaya koyulmustur (481). ""Din"", diyordu Vakit, ""ahlakin en saglam desteklerinden biridir. Dinsel cahillik gibi, dine karsi kayitsizlik da, Osmanli İmparatorlugu"nun gecirmekte oldugu bu degerler bunalimindan genis olcude sorumlu tutulmalidir" (482). İste Seyhulislam, bu bunalima care bulmali ve kamu ahlakinin kalkindirilmasi icin ozel bir komisyon kurulmaliydi (483). Falih Rıfkı Atay"in Çankaya IV adlı kitabında Osmanlı"da kadın, aile yaşamı ve günlük hayat şu şekilde özetleniyor: "Padişah aynı zamanda halifedir. Hükümette padişahın sadrazamı varsa, halifenin de şeyhülislamı vardır. Eğitim çifte standatlı idi, hem sivil mektep hem de medrese vardı. Sivil mektep bile, kültür bakımından medresenin kontrolu altında idi. Adalet de çifte standatlı idi.. Batı dünyasından alınan kanunlarla hükmeden mahkemeler ve hakimler, şeriat esalarına göre hükmeden şer"iyye mahkemeleri ve kadılar vardı. Fetva alınmadan harbe girilmezdi. Aile düzeni tamamen şeriatçılığın tesiri altındaydı. İstanbul"dan en uzak yere kadar iki tip kadro vardı: Sarıklı kadro daha nüfuzlu idi. En itibarlı vali bile sarığa riyakarlık ederdi. Kadınları savunan bir hukuk yoktu. Öyle ki, piyano çalan veya konuşma yapan bir kadının sahneye veya kürsüye çıkması, neredeyse bir devrim sanılırdı. Hamdullah Suphi, Türkocakları"nda Türk kadının piyano konseri veya konferans vermek için sahneye çıkardığında, bu büyük bir olay olarak tanımlanmıştı. Birinci Dünya Savaşı"nda, kocası ile bir Ada otelinde kalan bir kadın, polis müdürü tarafından kolundan tutulup kovulmuştu. Aynı arabaya binen kadın ve erkek, polise evlilik vesikası göstermek zorundaydı. Üniversite vardı ama, hür düşünce yoktu. Felsefe, medreseye aitti. Meşrutiyetin sonlarında bile, aile ve üniversite şeriat takımının hükmü altındaydı. Hür yaşayış ve hür düşünüş gizli ve her tarafta dört duvarla çevriliydi. Evlerinde açılan, her türlü Batı adetlerini benimseyen ailelerin kadınları bile sokağa çerşafsız ve peçesiz çıkamazlardı. Birinci Dünya Harbi"ndeki yenilgilerden sonra, Enver Paşa, çarşafların ayakların hangi noktasına kadar ineceğini belirlemek için bir komisyon bile kurdurmuştu. Çanakkale cephesinde savaşmakta olan bir yüksek rütbeli subayın, annesi Alman olan kızı bir gün Alman davetliler ile buluşunca, Enver Paşa subayı derhal emekliye ayırmıştı. O aileden bir hanımla evli olan bir rüsumat memuru da işten atılmıştı. Osmanlı toplumunda, kadın, taasuba karşı devletin başlıca tavizi idi. Taasup için ahlak, ırz demektir. Irz da kadın demektir. İstanbul"da kadunların ırzından yalnız kocaları, ana-babaları sorumlu değildi, tüm mahalle halkı aile hayatını kontrol ederdi. Bir eve kadın alındığı haberi duyuldu mu, imam, bekçi ve belli başlı mahalle eşrafı gider, o evi basardı. Çatı arasına ve kümese kadar aranmadık yer kalmazdı. Sokakta herkes, kadınların kıyafetine karışmak hakkını kendisinde görürdü. Yüzler, kollar, eller ve bacaklar iyice kapanmalı, çarşaflar vücut biçimini hiç sezdirmemeli, peçeler tam bir yüz örtüsü olmalı idi. Kadın, erkekle birlikte aynı arabaya binemezdi. Vapurlarda, tramvaylarda, muhallebici dükkanlarında kadınlar ve erkekler birbirlerinden perde veya kafesle ayrılırlardı. Mesirelerde bile harem kısmı vardı. Evinin kadınını yakın erkek ahbapları ile tanıştıran açılmış aileler bile, erkek misafirlerini selamlıkta kabul etmek ve dile düşmemek zorunda idiler. Mecliste bile bir hoca mebus kürsüye çıkar, "Floriyye"de denize giren" kadınları eleştirir dururdu.. Türkçe oynayan tiyatrolarda kadın rolünü Ermeniler oynardı. Orta oyununda ise, kadın yerine "zenne" denen yaşmaklı bir erkek sahneye çıkardı. Kaşık, çartal gibi yemek takımları bile mekruh sayılırdı." Referanslar: (455) Tasvir-i Efkar, 12 Eylul 1919, RMM, 38-39, 1920, s.228-229 (456) Turk Yurdu, No.6, 1330, s.2392 (457) OM, I.,1921,s.695 (458) Kuran, 33/53 (459) C. Chelhold, Hidjab maddesi, (el) (2) icinde, C.III, s. 371 (460) her donemde cikarilmis sayisiz fermanlar bunu kanitlar. Ornegin, kadinin susulenmesinin asiri bir begeni duzeyine vardigi 18.yy"in Lale Devri"nde, ince ve saydam kumastan carsaf ve vucudun bicimine tam uyan acik-sacik feraca giyilmesini yasaklayan yeni bir ferman cikarilmistir. Durumun arzu ettigi hizla degismedigini goren padisah, yeni bir ferman cikardi ve bu kez Istanbul kadisina ve Yenicerilere bizzat mudahale etmeyi buyurdu. Buyruk kurallarina uymayan kadinlarin carsaf ve feraceleri alinacak gerekirse bir baska bolgeye surulecekti. Cikarilan ucuncu ferman ise, daha kati ve sert hukumler getiriyor, bu yasaklara uymayan carsaf ve feracaler dikmeye devam edenlerin dukkanlarinin onunde asilacaklarini ongoruyordu. (M.Tascioglu, age., s.19-20) (461) Ornegin, Sultan I.Ahmet doneminde (1604-1617) cikarilan 1610 tarihli buyruk, kadinlarin, iclerinde erkeklerin de bulundugu bir kayiga binmesini yasakliyordu. 1913 tarihli bir baska ferman ise, belli magazalara gitmelerini, belli eglence ve dinlenme yerlerine gidip gelmelerini suc sayiyordu. Tarihcilerin anlattiklarina gore III.Osman (1754-1757) kendisinin saraydan ciktigi haftanin uc gunu kadinlarin sokaga cikip dolasmalarini yasaklamisti. Zorunlu olarak cikmak durumunda kalinirsa, yuzlerini kalin, kara bir carsafla ortmeye ozen gostereceklerdi. Bu yasaga uymayanlara agir para cezalari ongorulmustu. III.osman"dan sonra yerine gelen III.Mustafa (1757-1773) daha da ileri gitti. Tum kadinlara, her ne bicimde olursa olsun kente cikma yasagi koydu. Bununla birlikte bu kati yasaklama, yeterli olmasa da zamanla gevsemis, yumusamistir. Ancak, IV.Mustafa"nin (1807-1808) cikardigi yeni bir ferman kimi yasaklari tazeleme geregi duymustur. (462) E.Z.karal, Osmanli tarihi, age.,s. 282-283 (463) T.Taskiran, age. S.29 (464) R.Bulut, Istanbul kadinlarinin Kiyafetleri Ve II.Abdulhamit"in Carsafi yasaklamsi, BTTD., icinde, No.8, 1968, s.34-36 (465) Levant herald, 15 Agustos 1891, Aktaran A.Afet Inan, L2emancipation de la femme Turquie, Paris, 1962, s.35-36 (466) L.Rambert, Notes et impressions de Turquie. L"Emprie Ottoman sous Abdul-Hamid (1895-1905), (=Turkiye"den notlar ve izlenimler, Abdulhamit saltanati altinda Osmanli İmparataorlugu), cenevre-paris, 1926, s.279 (467) M.Tascioglu,age., s. 22 (468) Ibidem, s.23 (469) A.Vambery, age., 32 (470) RMM., XII 1910, s.314-315 (471) M.hartmann, age., Aktaran:RMM., X, 1910, s.291 (472) J.Melia, Mustafa kemal au la renovation de la Turquie (=Mustafa Kemal ya da Turkiye"nin yenilestirilmesi), Paris, 1929, s.47 (473) A.Afetinan, age., s.46 (474) H.Z.Ulken, Turkiye"de Kadin Hayatinin Tekamulu, Ankara, 1967, s.127 (475) F.paltsy, L"emncipation de la femme Turque (=Turk kadininin Kurtulusu), Istanbul, 1935, s.12 (476) R.A.Sevengil, Yakin Caglarda Turk Tiyatrosu, C.I. Mesrutiyet Tiyatrosu, istanbul, 1932, s.303-311 (477) C.Caka, Tarih Boyunca Harp ve Kadin, Ankara, 1947, s.36-37 (478) Besim Omer Pasa, Hanimefendilere Hilal-iAhmer"e Dair Konferans, Istanbul,tbd., s.78 (479) Bir Kizilay yillgi kadin derneklerini listesini vermektedir. Yukarida adi gecenlerden baska bu listede su derneklere rastliyoruz: Istihlak Milli kadinlar Cemiyet-i hayriyesi, Sisli Cemiyet-i Hayriye-i Nisvaniyesi (1914), Bicki Yurdu (1914), Bilkes Ailelere yardimci Hanimlar cemiyeti (1915), Turk Ocagi (1916), Bilgi Yurdu (1916), kadikoy fakirperver hanimlar Cemiyeti (1917), Islam kadinlari calistirma Cemiyeti (1917), Himaye-i Etfal cemiyeti (1918), Muallimler cemiyeti (1918), Uskudar Bicki Yurdu (1918), Musiki Muhibbi ((1918), Asri kadin cemiyeti (1918), Amerikan Koleji Talebeleri Turk Mezunlari Cemiyeti (1918), (Osmanli Hilal-i Ahmer Hanimlar Cemiyet-i Merkeziyesi tarafindan tertip edilen takvim, Istanbul, 1919, s.199). Bu liste, eksiktir. Ornegin, Selanik Sefkat Dernegi, Edirne Hizmet-i Nisvan, sehit Ailelerine yardim Birligi gibi dernekler burada yer almamaktadir. (480) B.Onger, Ataturk devrimi Ve kadinlarimiz, istanbul, 1965, s.88 (481) Bkz.Ornegin, tasvir-i Efkar, 27 Agustos 1919 (482) Vakit, 28 ve 19 Agustos, 2 Eylul 1919 (483) Tasvir-i Efkar, 27 Agustos 1919, Turk Dunyasi, 31 Agustos 1919 Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi Kitabı, Kemalizm"de Ve Kemalizm Sonrasinda Türk kadini I, Dr. Bernard Caporal, Ceviren: Dr.Ercan Eyüboglu |
YORUMLU!!!
İSLAMİYET"TE REFORM
Zaman zaman "Islamiyet"te Reform" kavramı gündeme gelir. Bu konuda, kalem ustası Sayın İlhan Selçuk"un Cumhuriyet Gazetesi"nde yayınlanan iki yazısını çok beğendim ve internet ortamında sizlerle paylaşmak istedim: Ilhan Selcuk"un 09.08.2000 tarihli Cumhuriyet"te yayinlanan makalesi: İslamda Reform?.. ""İslamda Reform"" nasıl gerçekleştirilecek?.. ""Kuran-ı Kerim"" e göre koca, karısını pataklayabilir... Birisi çıkıp demeli ki: - Koca, karısını dövemez!.. O birisi çıkmış... Kim o?.. Atatürk!.. 1923 Cumhuriyeti"nin yasaları dipten doruğa şeriat ahkâmını dışlayıp laik hukuku benimsemiş, insan haklarını içleyip demokrasiye açılımın temellerini atmış!.. Herkesin ezbere bildiği şeriat hükümleri var: Hırsızın eli kesilir; katilin kellesi vurulur; erkek, kadını tek tümceyle boşar; kız çocuğu mirasta erkek çocuğa göre yarı hak sahibidir; zina yapan kadın taşlanarak öldürülür, vb... Hiçbiri uygulanmıyor... İslamda reform mu bu?.. Yoksa İslamı müminin inanç dünyasında kendi haline bırakarak laik devlette dünya işlerinin çağdaş hukuka göre düzenlenmesi mi?.. ** Dinsel irtica, gerici sağla işbirliği yaparak Ankara"ya arkasını dayadığı ""yeşil kuşak"" yıllarında çok güçlenmişti; entelleri de peşine takan mürteci soruyordu: ""- Kemalistler kaç kişi?"" Azgınlığın haddi hesabı yoktur. Dinci düzen kaçınılmazdı; şeriatçı ergeç devleti ele geçirecekti; bu iş ""ya kanlı olacaktı, ya kansız"" ; ama, ille de olacaktı. Olmadı. Olamadı... Apo nasıl davasını silahla başaramayınca, zoraki barış yanlısı havasına büründüyse, mürteciler de kanlı ya da kansız bu işi beceremeyince Avrupa"ya sığındılar, ""İslamda reform"" üzerine çeşitleme yapıyorlar, entelleri bu işe katıyorlar... Ne reformu?.. ""Hıristiyanlıkta Reform"" Avrupa"da kralların, prenslerin, köylülerin ensesinde boza pişiren papalığa başkaldırmadır; çeşitli mezheplerin ve kiliselerin oluşmasına yol açmıştır. Anadolu İslamında reformu kim kime karşı yapacak? Hangi tarikat ötekini şavullayacak? Avrupa"da Reform, "Aydınlanma Çağı" na ve laik devlete açılımı sağladı. Türkiye"de atı alan çoktan Üsküdar"ı geçti; laik Cumhuriyet 1923"te kuruldu; bu durumda İslamda reform yapmak isteyen hacı, hoca, ilahiyatçı, entel mentel, ya Afganistan"a gitmeli, ya Suudi Arabistan"a, ya Sudan"a, ya İran"a... Bizimkiler akıllarını çoktan peynir ekmekle yemişler de içlerine sindiremiyorlar... ** İrtica zor durumda.. İslamcı çıkmazda.. Dinci açmazda... Mürtecilerin iktidarlaştığı tüm Müslüman dünyasında dışa bağımlı kapitalizmin düzenine seçenek oluşturulamadı; günde beş değil on beş rekât namaz kılsan, evde karıyı her gün yedi kez dövsen, ekonomik durumu ırgalamıyor!.. İnsan hak ve özgürlükleri kara çarşafın çuvalına tıkıldığı zaman bir karanlık rejimdir ortalığı saran!.. Dincinin yaptığı şey, halklara öteki dünyanın cennetini vaat etmek; ama, şeriatçı bu dünyayı cehennemleştiriyor... ""İslam dünyası"" nda ""reform"" sözcüğü yerli yerine oturmuyor; şeriatın ""ibadet"" kapsamının dışındaki ahkâmı çoktan dışlanmış bir devlette, içtenlikli Müslümanın yapacağı en iyi şey, laik cumhuriyeti sonuna dek savunmaktır. Bizim Hacı Fışfışlar, eğip bükmeden, dönüp dolaştırmadan bu gerçeği dile getirebiliyorlar mı?.. -------------------------------------------------------------------------------- İlhan Selçuk"un 11.08.2000 terihli Cumhuriyet"te yayınlanan makalesi: Türk"ün Aklı Sonradan Gelir... Hıristiyanlıkta "Reform" uygarlık tarihinde karanlıktan alacakaranlığa geçişin köprüsü!.. 16"ncı yüzyıl!.. Daha ortada ne laiklik var, ne Aydınlanma!.. 1510"lu yıllarda Yavuz Sultan Selim hilafeti Mısır"dan İstanbul"a taşırken, Luther Almanya"da "Reform" un tohumlarını düşün dünyasında ekiyordu. Aradan kaç yüzyıl geçmiş?.. Yaklaşık dört yüzyıl!.. 21"inci yüzyılın eşiğindeyiz.. Üçüncü binyıl.. Millenium.. Ne yapacakmışız?.. İslamda reform!.. Maşallah mı desek?.. Günaydın mı?.. * Avrupa"da ""Aydınlanma Devrimi"" nin ilk ışıkları Üçüncü Selim döneminde Osmanlı"ya sızarken ""İslamda Reform"" un R"sini kim düşünüyordu?.. Kimbilir, belki de Alevi-Bektaşi akımında erenler çoktan reformu gerçekleştirmişlerdi; Sünniler, Papa"nın Katolik mezhebinin salikleri gibi burunlarından kıl aldırmazlarken Alevilerin (tövbe haşa) Protestanlar gibi halifeye başkaldırmaları ""İslamda Reform"" değil miydi? Atalarımız ""Şaşkın ördek kıçından dalar"" derler, politika kulislerinde dalgalanan "İslamda reform" çoğumuzun aklını başından almışa benziyor; Allah hepimize akıl fikir nasip eylesin!.. ""Atı arabanın arkasına koşmak"" özdeyişine bayılıyoruz. Avrupa"da 18"inci yüzyılda ""Aydınlanma"" gerçekleşmedi mi?.. Ne demek ""Aydınlanma"" ?.. İnsan hakları.. Demokrasi.. Bilimcilik.. Yurttaşlık.. Laiklik.. Bu kavramlar ""Aydınlanma"" nın ""olmazsa olmaz"" koşullarının türetimidir; Avrupa bunlarla ""kilise öğretisi"" ni aştı. Biz şimdi ""İslamda reform"" ile mi demokrasiye ulaşacağız?.. Nasrettin Hoca eşeğine tersinden binerdi; dünya tarihinde dincilik yaparak demokrasiyi kuranlar ilk kez Müslümanlar mı olacaklar?.. * "Siyasal İslam" ya da "dincilik" veya "irtica" ; ne derseniz deyiniz, çıkmazdadır; ister istemez yıkılacaktır. "İslam" ı "ibadet" (tapınma) içeriğiyle benimseyip geriye kalan "muamelat" ı toplum ve devlet yaşamından dışlamak, tek çıkış yoludur. Mustafa Kemal Atatürk bunu yaptı. Biz ona ihanet ettik!.. Ve yıkıldık... Avrupa Birliği"ni "Hıristiyan Kulübü" diye aşağılayan İslamcılar, şimdi ellerinde arzuhalleri, İsevi "lerden yalvar yakar medet umuyorlar. "İslamda reform" yoksa bu mu?.. Laik Türkiye Cumhuriyeti"ni anayasanın açık ilkesine karşın "İslam Konferansı" Genel Sekreterliği"ne aday göstermek ne biçim bidattır? İslamda reform isteyenlere benim önerim var; günde beş vakit namaz kılmak çok zordur... Reform nasıl gerçekleşmeli?.. Aleviler reformu gerçekleştirmişler: Günde beş kez namaz yok.. Ramazanda bir ay oruç yok.. Hacca gitmek yok.. Al sana İslamda reform!.. "Baba Erenler" gibi bir de kadına insan gibi baktın mı, ruhun cami şadırvanından akan şırıl şırıl suyla yıkanmış gibi pirüpak olur... Mürteci, güzelim Müslümanlığa yakışmıyor.. Şu yakışıksızın icabına bakmalı!.. |
YORUMSUZ!!!
KAPATMAK, TANINMAYACAK KILIKLARA SOKMAK, ERKEKTEN AYIRMAK VE UZAK TUTMAK ISLAMI EMIRLERE DAYALI BIR GELENEKTIR KI, MUSLUMAN TOPLUMLARIN GERILILIKLERINDE ROL OYNAMISTIR; HALEN DE OYNAR
Yer yuzunde hic bir toplum, Seriat toplumlarinda oldugu kadar kadini ilkel ve cirkin giysilere zorlamamis, cuvala tikarcasina carsafa sarmamis, umaci kiliginda dolastirmamis ve mezara sokarcasina eve kapamamis ve erkekle temastan kacirmamistir. Eskiden oldugu gibi bugun dahi musluman ulkelerde, kozmopolit kentlerin modernlesmeye yonelik bolgeleri haric, kiz cocuklar daha alti yasindan itibaren erkek cocuklardan ayri tutulur, okul varsa ayri okullara gonderilir, onbir yasina geldiginde carsafa sokulur ve omrunun geri kalan kismini da bu zevksiz ve kendi kisiligini yok edici giysiler icerisinde yasamaya mahkum birakilir. Ve butun bunlar erkegin kiskancligi ve hodgamligi ugruna.. Turkiye gibi Ataturk sayesinde bu baskilardan ve dinsel bagnazliktan kendisini kurtarmis bir ulkede bile bugun Seriatciligin sahlanmasi nedeniyle, bu tur cagdisiliklara donus baslamistir. Turkiye gibi laiklige yonelmemis diger musluman ulkelerde ise bu uygulama, gecmis yuzyillari hic de aratmayacak sekilde surup gitmektedir. Hemen belirtelim ki, bu uygulamanin, soylendigi gibi ekonomik yoksulluklarla, ya da gerililiklerle ilgisi yoktur; sadece Seriata saplanmislikla ilgisi vardir. Hangi ulkede ki Seriat dini, esas ozune en uygun sekilde uygulanmaktadir, o ulkede kadin en insafsiz "kapatilmalara" mahkum demektir. Ornegin Suudi Arabistan, ki petrol gelirleri sayesinde yeryuzunun en zengin ulkeleri arasinda sayilir, kadin sinifina dunyayi zindan etmek hususunda en ileri gidendir. Bu ulkede kizlar, alti yasindan itibaren oglanlardan ayrilir, ayri okullara yollanir, Universiteye geldiklerinde erkek ogrencilerden ayri siniflara sokulur; erkek hocalardan ders almalari yasaktir. Sinifta dersleri televizyondan izler ve hocaya soru sormak icin siniftaki telefonlara sarilirlar. Haftada bir gun okulun kitapligindan yararlanirlar, fakat orada bulunduklari sirada erkek ogrenciler kitapliga alinmazlar. (S. Gray, Beyond The Veil, - New York - 1983, 27, 221, 322) Tum Suudi Arabistan"da ne tiyatro, ne sinema, ne konser yeri, ne dans yeri hic bir sey yoktur. Kadin erkek bir araya gelmesin diye... Kadinlara araba kullanmak yasaklanmistir. Diger musluman ulkelerde de durum asagi yukari aynidir. Nikah anindan itibaren kadinin kaderi, evin dort duvari arasinda kapanmis olarak yasamaktir. Kocaya dusen dinsel gorev, karisinin sokaga cikmasina, yabancilarla (hatta komsularla) konusmasina engel olmaktir. Sokaga cikmasina izin verdigi hallerde, kadinin taninmayacak kilikta ve erkeklerin bulunmadigi yerlerde dolasmasina mukayyet olmaktir. Musluman yazarlar, her alanda oldugu gibi, bu alanda da Muhammed"i koru korune savunmak amaciyla, Islam dininde kadini kapatmak, carsaf ve peceye zorlamak diye bir sey olmadigini, Kur"an"da "pece", "carsaf" ya da "Basortusu" gibi seylerle ilgili hukum bulunmadigini, ve musluman toplumlarda uygulanan bu gelenegin Islam"a yabanci kaynaklardan (ornegin Iran, Bizans, Hint ve Turk yasamlarindan) gelme oldugunu soylerler. (1985 yilinda Su"ud"lu kadinlar hakkinda roportaj yapan bir yazar, Suad e"d-Dabbah adindaki Su"ud"lu taninmis bir kadinin su sozlerini nakleder: "Kadinlarin pece kullanmalari ve carsaf giymeleri gelenegi Islami bir kural degildir. Turklerden gelme bir gelenektir." Bkz "Saudi Women Start to Peek From Behind The Veil" by Elaine Sciolino, The New York Times, April 13, 1985) Onlara gore Muhammed, toplum duzeninin belli bir ahlakilikle saglanabilecegi tezine dayali olarak kadini "kem gozlerden" korumak istemis, kadinin ortunmesini emretmis, fakat hic bir zaman "makul" sinirlar disina cikmamistir, pece ve carsaf gibi giysilere zorlamamistir. Bu tur gorusleri savunanlar Arap yasamlarindan ornekler vermek suretiyle iddialarini kanitlamaya calisirlar. Bir yazar, 17. yuzyilda Hama kentindeki evlenme torenlerinde kadinlarin erkeklerle beraberce eglendiklerini, kapanma nedir bilmediklerini, ziynetlerini ve guzelliklerini sergilediklerini ve 18. yuzyildan kalma kitaplarda kadinlarin ziynet takarak ve makyaj yaparak camiye gittiklerinin yazili oldugunu soyler. (H.I.Katibah, The New Spirit in Arab Lands, New York 1940, 203-4) Yazara gore bugun dahi buralarda ayni seyleri gormek mumkundur ve Suriye sinirlarindan Dogu"ya dogru gidildiginde, yani Arap irkinin yasadigi bolgelerden uzaklasip da Iran, Azerbeycan, Afganistan ve Hindistan gibi bolgelere gidildiginde, kadinlarin kapandiklarini, carsafa sarildiklarini, eve kapatildiklarini izlemek mumkundur. Kadinin taninmayacak kiliklara sokulmasi gelenegi konusunda Seriatcinin diger bir uydurmasi da sudur: Derler ki "Bu gelenek 622 yilinda Mekke"den medine"ye goc eden muslumanlarin oradaki yasamlarindan dogma bir ihtiyaci karsilamak uzere yerlesmistir. Zira Mekke"de iken musluman kadinlar ayni giysiler icerisinde dolasiyorlardi ve herkes birbirini tanidigi icin hur kadinlara satasan olmazdi. Fakat Medine"ye geldiklerinde, Medinelilerin hur kadinlara satasir olduklarini gorduler. Sebebini arastirdiklarinda ogrendiler ki Medineliler, hur kadinlari ayni giysiler icerisinde dolasan cariyelerden ayirdedemedikleri icindir ki boyle yapmaktadirlar. Iste bundan dolayidir ki Muhammed kadinlarin taninmayacak kiliklarda dolasmasini emretmistir." KADININ TANINMAYACAK KILIKLARA SOKULMASI, EVE KAPATILMASI VE ERKEKTEN UZAK TUTULMASI GELENEGININ GERCEK KOKENI, MUHAMMED"IN KISKANCLIGINDA ARANMALIDIR. Hemen belirtelim ki yukaridaki iddialarin gercege yatkin tek bir yonu yoktur. Gercek olan sey butun bu durumlarin Muhammed"in kiskancligindan ciktigi ve Kur"an ve Hadis emirlerine dayali olarak uygulandigidir. Birazdan kisaca deginecegimiz gibi Kur"an"in ozellikle Nur ve Ahzab surelerine, ve cesitli Hadislere soyle bir goz atmak, bunun boyle oldugunu anlamaya yeter. Her ne kadar Kur"an"da "pece", "carsaf" ya da "basortusu" gibi sozcuklerin gecmedigi iddia edilirse de, kadinlarin hic taninmayacak ve bilinmeyecek sekilde ortunmeleri ongorulmustur ki bu tur giysileri gerektirir. Daha baska bir deyimle kadini taninmayacak sekilde ortulere tikama, eve kapama, ve erkekten uzaklastirma gelenegi ne Bizans"tan, Iran"dan, Hint"ten ya da Turklerden gelmedir ve ne de Mekkeli musluman kadinlarin Medine"de karsilastiklari soylenen davranislari onleme ihtiyacindandir. Cunku bir kere Bizans"ta, Iran"da ya da hele Turklerde boyle bir gelenek soz konusu olmamistir. Kitabimizin ilk bolumlerinde (ve diger yayinlarimizda) bunun boyle olmadigini aciklamistik. (Eski Turklerde kadini kapatma ya da erkekten kacirma diye bir sey olmadigi tarihi bir gercektir. Ibn Battuta"nin Seyahatname"si en saglam kanitlarindan biridir bu konuda. Eski Turklerde, ozellikle Samani donemde, kadinli erkekli dini toplantilar tertip edildigi, ayni mahalde hep birlikte ayinler duzenlendigi, toplantiya katilanlarin bir daire halinde yere oturduklari, kadin ve erkeklerin mevki ve yaslarina gore siralandiklari anlasilmaktadir. Yakut"larda Isi-ah denilen ayin yapildigi ve bu ayin sirasinda kadin erkek bir yerde toplanip birbirlerinin ellerini tutarak ve "hu hu" diyerek raks ettikleri, hep birlikte kimiz ictikleri ve dini merasimi yuruttukleri bu kaynaklarin ortaya vurdugu bir gercektir. Kadinli ve erkekli dini ayin ve merasimlerin, muslumanligi kabulden sonra dahi (ozellikle gocebe Turkler arasinda) devam ettigi gorulmustur. Bu konuda bk Ahmet Yasar Ocak, Bektasi Menakibnamelerinde Islam Oncesi Inanc Motifleri (Istanbul 1983) 125 ve d.) Musluman kadinlarin Medine"de karsilastiklari soylenen durumlara gelince, bu iddianin da tutar tarafi yoktur. Her ne kadar Mekkelilerle Medineliler arasinda kavgalar olmamis degilse de bunun nedenleri bambaskadir. (Bu nedenler, Muhammed"in Medinelileri kendisine boyun egdirtmek istemesi ve fakat direnme gormesi ile ilgilidir ki Islam tarihinden haberi olanlarca bilinir.) Bir an icin soylenenin dogru oldugunu kabul etsek bile, kadini satasmalara karsi korumak icin zindana kapatir gibi zarsafa tikmak degil, satasmalari onlemek gerekirdi. Erkegin hayvana yarasir davranislari yuzunden kadina dunyayi haram etmek, herhalde Tanri"nin basvuracagi bir yol olamaz. Ote yandan Muhammed"in yerlestirdigi hukumler, herhangi bir satasma olayi vesilesiyle konmamistir. Dogrudan dogruya kiskanclik duygularindan dogma bir itisle konmustur. Maksat kadini erkegin mali bilip baska erkeklerin "nazarindan ve temasindan" uzak tutmaktir. HAtirlatmak yerinde olacaktir ki Muhammed, kiskanclik denen seyi frenlemek degil, fakat dinsel fazilet seklinde bilmek ve bunu erkegin karakterinde guclendirmek ve herkesten once kendisinden ornek vermek suretiyle kisisel ve toplumsal yasamlara yon cizmistir. Kendisini inananlarin en kiskanci bilerek ovunurken Tanri"yi da kendisi gibi, hatta daha da kiskanc gosterirdi. Ornegin, Sa"d b. Ubade"nin, son derece kiskanc bir insan oldugunu ogrendiginde: "Sa"d"in kiskancligi sizi sasirtiyor, degil mi? Hayir, sasirtmasin, cunku Tanri ve ben, her ikimiz de ondan cok daha kiskanciz ve Tanri benden de daha kiskanctir." demistir. (Bu hadisler icin bk Gazali-1975-II, 120; Sahih-i...XI 287) Kadinlarin erkeklerle bir arada bulunmalarina ve konusmalarina tahammul etmek soyle dursun, fakat birbirlerine uzaktan bakmalarina dahi goz yummaz ve onlerdi. Ornegin bir gun halkla konusurken, ve "kutsal" seylerden soz ederken, kendisini dinleyenler arasinda guzelce bir kadin gorur. Kadinin yanina genc ve yakisikli bir delikanlinin comeldigini ve kadini gozleriyle suzdugunu farkeder. Derhal konusmasini keser ve gencin yanina giderek cene sakalina yapisir ve basini bir baska yone cevirir. Boylece ici rahatlamis olarak kursusune doner ve "kutsal" nitelikteki konusmasina devam eder. (Buna benzer olaylari Gazali ya da Ibn Ishak ve Ibn Hisam kaynaklarinda bulmak kolaydir) Bu tur mudahaleleri bazan mantik disi boyutlara ulasirdi. Ornegin erkeklik duygusu olmayan Muhannes"in cirkin denecek kadar sisman bir kadina fazlasiyla bakmasi, onu gazaba getirmeye ve adamcagizi surgune gondermege yetmistir. (Muhannes, iki elini ve iki ayagini kinaya boyayip hal ve tavri kadina benzeyen ve kadinlara temayul edecek erlik hissi bulunmayan bir kimse idi. Bu cihetle kadinlarin oldugu yere girmesinde bir sakinca gorulmezdi. Soylendigine gore bir gun Umm-i Seleme"nin erkek kardesine:"Tanri yarin size Taif"in fethini muyesser kilarsa sana gereken kizini yakalamaktir. O kiz ki (semizlikten karni) dort buklum karsilar, sekiz buklumle de arkaya doner." demistir. Bu sozlerden anlasilan odur ki, Muhannes bu kiza iyice bakmis ve onun sekli semalini aklinda tutmustur. Iste bu sozler Muhammed"e nakledildiginde Muhammed fena halde kizar ve derhal onu huzuruna cagirarak "EY Allah"in dusmani! O kizcagiza bu derece baktin ha!" diyerek azarlar ve onu tenha bir yere "nefyeder" olarak surer. Bk Sahih-i... X s 332 ve d. Hadis No 1630) Kiskancliklarinin tezahuru bazi hallerde cok daha farkli ve korkunc sonuclara ulasmistir. IFK olayi dolayisiyla Ayse ile kususmesi, ve olayda adi gecen kisilerden Hamne ile Hasan"i olduresiye dovdurtmesi, Mistah"i kor etmesi ve Safvan"i da savaslardan birine gondererek savas alaninda olmesine vesile olmasi; ya da cariyesi MAriya"nin sucladigi Hasan"i, hic arastirma yapmadan oldurtmeye kalkmasi (Bk Taberi, II s 528 ve d; al-Sati s 89 ve d), ya da Musluman kadinlar aleyhinde siirler yazdi diye Ka"b Ibn-i esref"i en feci sekilde oldurtmesi, verilebilecek nice orneklerden sadece bir kacidir. (Ka"b"i oldurmesinin asil nedeni, bu unlu sairin kendisini hicveder sekilde siirler yazmis olmasidir. Fakat Muhammed bir yandan Ka"b"in Mekkelileri kendi aleyhinde kiskirttigini soylerken diger yandan musluman kadinlara laf attigi bahanesine yer vermistir. Ifk olayina ayrica deginecegiz.) Hic kuskusuz bu ve buna benzer olaylar yuzundendir ki Kur"an"a erkeklerin kadinlara ve kadinlarin de erkeklere bakmalarini yasaklayan hukumler koymustur: "Ey Muhammed! Mu"min erkeklere soyle; gozlerini bakilmasi yasak olandan cevirsinler.." (Nur/24:30) "Mumin kadinalara da soyle; gozlerini bakilmasi yasak olandan cevirsinler.." (Nur/24:31) Bu sinirsiz kiskancligi nedeniyledir ki once kendi karilarini giyim kusam ozgurlugunden, baskalariyla temastan yoksun kilmakla ve evin duvarlari arasina kapamakla ise baslamis, ve ayni seylerin tum musluman kadinlara uygulanmasi yolunu acmistir. Kur"an"in Ahzab suresinin 33, 53, 55 ve 59uncu ayetleriyle Nur suresinin 31inci ayetleri bu konuda verilebilecek orneklerden bazilaridir. KADINLARIN HIC TANINMAYACAK SEKILDE ORTUNMELERINI ONGOREN "HICAB AYETLERI" (Ahzab 33, 53, 59 ve Nur 31) Kadinlari hic taninmayacak sekilde olmak uzere yuzlerini ve her yerlerini kapamalari ve erkeklerle bir arada bulunmaktan kacinmalari, ve zaruret olmadikca evden cikmamalari konusunda Kur"an"da yer alan ayetlere "Hicab Ayetleri" adi verilir ki bunlar genellikle Ahzab suresinin 33 ve 53, 59uncu ayetleriyle Nur suresinin 30 ve 31inci ayetleridir. Bunlara eklenebilecek diger ayetler yaninda Muhammed"in vahy ile indigini soyledigi pek cok hadisler de vardir. Kadinlari, daha pek kucuk yaslardan itibaren adeta zindan alemine tikarcasina ortunmeye zorlayan bu hukumlere gore kadinin her seyi "Avret" sayilmistir. "Avret" sozcugunun lugavi anlami, kadinin dince gorunmesi haram sayilan yerleridir ki sacindan ayak tirnagina varincaya kadar vucudunun tumunu kapsar; su amacla ki iyice ortunmus olsunlar da hic kimse onlari taniyamasin. Bununla ilgili olarak Ayse"nin bir rivayeti soyledir: "(Suna ant icerim ki) Resulu"llah... (sabah namazini) kilardi da mu"minatdan kadinlar (baslarini ve bedenlerini) mirtlari ("Mirt" sozcugunun basa ortulup butun vucudu kaplayan, yunden, tiftikten, kildan vs yapilmis ve kadinlara mahsus bir ortunun adi olarak kullanildigi bildirilmekte. Sahih-i...II, 311-2) ile orterek hazir bulunurlar, sonra evlerine donerlerdi, (henuz ortalik agarmamis ve kendileri iyice ortunmus olduklari icin) onlari kimse taniyamazdi. (Sahih-i II, 311 Hadis No 242) Ahmed Ibn-i Hanbel ve Malik ve Safii gibi Islam ustadlari ve mezheb kuruculari, kadinin ayaklarinin dahi "Avret" oldugunu kabul ettikleri icin; "Ayaklari ciplak olarak namaz kilan kadin, namazi iade etmelidir" demislerdir. (Her ne kadar Ebu Hanife ile Sevriye"nin: "Eger kadin, ayaklari ciplak oldugu halde namaz kildi ise namazin iadesi gerekmez" seklinde konustuklari soylenirse de, Ebu Hanife"den olan rivayetin ikili oldugu, ve bir rivayetinin "Namazin iadesi gerekir" seklinde bulundugu anlasilmaktadir. Ikrime ve Ibn-i Abbas ve diger temel kaynaklarin bildirmelerine gore kadinin vucudunun hic bir yerinin gorunmemek uzere ortunmesi gerekir. Bununla beraber Ebu Davud"un Musned"inde rivayetine gore kadinlar, elleri ve yuzleri acik olarak namaz kilabilirler, cunku guya Muhammed, bir def"asinda Esma"ya:"Kadin buluga erince ondan gorulmesi caiz olan a"za ancak sudur" demis ve derken de Esma"nin elleriyle yuzunu isaret etmistir. (Hanefi mezhebinin inanisina gore kadin taniklik yaparken ya da nikahta yuzunu acabilir, eline kina surebilir, yuzuk takabilir. Sahih-i...VI, 56) Islam kaynaklarinin bildirmesine gore ortunme ile ilgili Hicab ayetleri, guya uc defada ve "uc mertebeyi natik" olmak uzere inmistir ki birincisi soyledir: "Ey peygamber! Eslerine, kizlarina ve Mu"minlerin kadinlarina, disari cikarken ustlerine ortu almalarini soyle; bu onlarin taninmamalarini) saglar." (K 33 Ahzab 59 - (Diyanet islerui baskanliginin cevirisinde "Bu onlarin taninmasini ve bundan dolayi incitilmemelerini saglar" seklindedir. Golpinarli cevirisinde de soyledir:"Bu onlarin taninip incinmemelerini daha iyi saglar.") Goruluyor ki emredilen sey kadinlarin taninmayacak sekilde giyinmeleridir. Hem de oylesine taninmayacak sekilde giyinmeleri emredilmistir ki, hem ellerinden gayri yerleri gorunmemelidir, ve hem de "vucudlarinin karaltisindan kim olduklarinin anlasilmamasi" gerekir. (Bk Sahih-i... I s 140 ve d. ; Ayrica bk Sahih-i..VI s 156 ve Sahih-i..II s 312) Ote yandan bu emirler hem Peygamber eslerine ve hem de tum musluman kadinlara samildir. Bu itibarla bazi kimselerin "Kuranda musluman kadinlara ortunmesi emredilmemistir" ya da "ortunme emirleri sadece Peygamber esleri icin getirilmistir" seklindeki iddialari temelsizdir. Ikincisi kadinlarla erkekleri birbirlerinden uzak kilan, her turlu temastan yasaklayan ayetlerdir ki "Harem ile selamligi" ayirmak anlaminda olmak uzere "Irha-yi hicab" diye anilir. Ahzab suresinin 53uncu ayeti buna ornektir: "Ey inananlar!..Peygamber eslerinden bir sey isteyeceginizde onu perde arkasindan isteyin.." (33 Ahzab 53) Ucuncusu ise kadinlarin zaruret olmadikca evlerinden cikmalarini ya da baskalarina bakmalarini ya da ziynetlerini ve suslerini kendi yakinlarindan gayri kisilere gostermelerini yasaklayan ayetlerdir. Ornegin Nur suresinde soyle yazilidir: "Mu"min kadinlara da soyle: gozlerini bakilmasi yasak olandan cevirsinler...Suslerini...acmasinlar. Bas ortulerini yakalarinin uzerine salsinlar. Suslerini kocalari veya babalari, veya kayinpederleri, veya ogullari...veya cariyeleri, veya erkekligi kalmamis hizmetciler veya kadinlarin mahrem yerlerini henuz anlamayan cocuklardan baskalarina gostermesinler.." (24 Nur 31) Ahzab suresinin 33uncu ayetinde de soyle denmistir: "Evlerinizde oturun, eski cahiliyyede oldugu gibi acilip sacilmayin" K33:33 Bu ve benzeri hukumleri Muhammed, hic kuskusuz kendi kiskanclik duygularinin kabarmasina vesile olan olaylar vesilesiyle koymustur ki bu olaylar arasinda Hicret5inci yilinda Zeydin esi Zeyneb"e asik olup onunla evlenmesi ve daha sonra esi Ayse"nin Safvan bin Muattal adinda bir delikanli ile sevistigine dair halk arasinda dedikodu yapilmasi (yani IFK olayi), ve bu orada karilarinin "Kazayi hacet" maksadiyla evlerinin disina cikmalarinda sakinca bulunmasi gibi olanlari vardir. Hele Ahzab suresindeki "Ey mu"minler....Peygamberin eslerinden bir sey isteyeceginizde onu perde arkasindan isteyin." (K 33:53) seklinde hukmu koyarken Zeyneb ile olan iliskilerinin isigi altinda hareket etmistir. Bilindigi gibi ogullugu olan Zeyd"in karisi Zeyneb"e asik olusu Zeyd"i ziyaret icin evine gittigi sirada vukuubulmustur. Zeyd evde olmadigi icin Zeynep, kapida asili bulunan perdeyi acmis fakat aceleye geldigi icin libasini giymeden Muhammed"e gorunmustu; Zeyneb"in bu yari ciplak hali Muhammed"in hosuna gitmis ve o an ona asik dusmustur. Ve iste bu tur bir olayin kendi basina gelmesinden korktugu icindir ki yukaridakine benzer hukumler yerlestirmeyi gerekli gormustur. Fakat butun bunlari yaparken ayni zamanda musluman erkegine de hem kendinden ornekler ve hem de ogutler verirdi. Nitekim inanan erkeklere, bir yandan kiskancligin dinsel bir gercek oldugunu belirtir ve "Kiskanc olmayan kimsenin kalbi terstir" ya da "Tanri ve ben her ikimiz de kiskanciz" der ve diger yandan da sunu soylerdi: "Kiskanc olmamak icin, kadini yabanci erkeklerle temas ettirmemeli, sokaklarda gezmesine izin vermemelidir; tepeden tirnaga kadar ortunmesine, ortunurken dahi kotu-cirkin giysilere burunmesine dikkat etmelidir (cunku boyle giyinirlerse erkekleri cezbetmezler, erkekler de onlara bakmaz)." Muhammed;in bu sozlerini kendisine siar edinen ashab-i kiram"dan Omer soyle eklerdi: "Kadinlarinizin sokaklarda gezmesini istemiyorsaniz onlara sevimli (guzel) elbiseler giydirmeyin. Cunku onlar (kadinlar) guzel, sevimli olmayan elbise ile gorunmek istemezler." (Gazali, -1975- II, 122) Goruluyor ki kiskanclik yuzunden erkegin huzursuz olmamasi icin Muhammed"in buldugu care, kadini erkegin hodgamligina feda etmektir. Bundan dolayidir ki eski Arap yasamlarinda zaten uygulana gelmekte olan gelenegi, temsilcisi bulundugu erkek sinifinin mutlulugunu saglamak maksadiyla daha da katilastirarak uygulamak istemistir. Boylece Seriat yasamlari icerisinde bu gelenek, kadinin kisilik yitirmesi, erkek sinifinin yabanilesmesi ve iki cinsiyetin birbirleriyle temassizligi yuzunden ruhen, fikren ve ahlaken geri kalmasi sonuclarini yaratmistir. Daha baska bir deyimle Islamin, kadini carsafa tikmak, eve kapamak ve erkekten uzaklastirmak icin ongordugu kurallarin, sanildigi ve iddia olundugu gibi kadini korumaga matuf mantiki bir nedeni yoktur; ornegin Medine"ye goc etmis musluman kadinlarini sarkintilktan korumak ya da genel olarak kadina seref ve haysiyet kazandirmak icin konmamistir. Eski bir gelenegin Muhammed tarafindan pekistirilip duygusal sartlara oturtulmasi sonucu olmustur. Her ne kadar "cahilliye" diye tanimlanan donemde ve ozellikle col bedevisinin yasamlarinda kadinlarin yuzlerini ortmeyip erkeklerle bir arada bulunduklari gercek ise de, kentlerde durum bundan farkliydi: Bir nevi ortunme gelenegi vardi. Muhammed"in kendi kabilesi Kureys"te bu gelenek oldukca siki bir bicimde uygulanirdi. Fakat yine de aileler, kizlarina damat ve kolelerine alici bulabilmek icin onlari sokaklarda yuzleri acik dolastirirlardi. Kocaya vardiktan sonra kadinin ortunmesi ve muhafazakar sekilde giyinmesi gerekli olmakla beraber pece ve carsafa sarinmasi diye bir sey yoktu. Daha dogrusu Arap kadini, islami uygulamalardan once yuzunu, ellerini vs ortmez ve fakat hayasiz bir sekilde dolasmazdi. Bu yasam tarzini Hicret"ten sonra da korudugu anlasilmaktadir. Nitekim Sakif halki kadinlarinin Hicret"in sekizinci yilina kadar bu sekilde dolastiklarini gosterir ornekler bulunmaktadir. Bilindigi gibi Muhammed, Sakif"lerin putlarinin yok edilmesini Mugira"ya emrettiginde Sakifli kadinlar, yuzleri acik olarak onun karsisina cikmislar ve uzuntulerini siirler okuyarak aciga vurmuslardir. (Ibn ishak -1980- 616). Tarihi gercek odur ki, Muhammed kadinin taninmayacak sekilde ortunmesi geregini Medine"ye hicret ettikten sonra yerlestirmistir. Daha baska bir deyimle, peygamberligini ilan ettigi tarihten sonraki 15 yil boyunca kadinlarin ortunmeleri konusunda bir sey dusunmemistir. Bunun boyle oldugunu Ayse"nin beyanlarindan anlamak mumkundur. daha henuz Medine"ye hicret tarihleri sirasinda anlattiklarina gore o zamana gelinceye kadar Arap kadinlari arasinda kapanan yoktur. Gercekten de o tarihlerde Muhammed ile birlikte Medine"ye gelen muslumanlar, bu sehirde hukum surmekte olan humma hastaligina yakalanmislardi; onlari ziyaret ederek hatirlarini soran ve bu arada babasinin azad etmis bulundugu kole Bilal"i goren Ayse soyle der: "O zamanlar (biz kadinlara) carsaf (ve pece) gibi giysilere burunme (ve kapanma) zorunlulugu yuklenmemisti" (Ibn Ishak, 280, 458). Demek istedigi sey Muhammed"in daha henuz o tarihlerde Arap kadinina bu tur giysileri emretmemis olmasiydi. Neden o zamanlar emretmemisti? Cunku o tarihlere gelinceye kadar buna kendi bakimindan gerek gormemisti. Hatice ile evli bulundugu surece esasen boyle bir emir veremezdi; Hatice"den cekinir ve onun boyle bir zorunluluga boyun egmeyecek kadar haysiyetli oldugunu dusunerek bunu teklif etmeye cesaret edemezdi. Ote yandan hatice, nispeten yasli bir kadindi, onu kiskanmak icin de gerek yoktu. Fakat Hatice"nin olumunden sonra durum degismistir. Evlendigi kadinlar genc ve guzel kadinlardir. Kiskanclik duygularini kabartacak durumlar dogmustur artik. Hic kusku edilemez ki, kadini taninamayacak kiliklara tikan carsaf ve pece felaketine mahkum kilan bizzat Muhammed olmustur. Ve o bunu, herseyden once kendi kiskancligini tatmin icin yapmistir. Bunun boyle oldugunu ve kadinin ortunmesinin Hicret"in 5ci yilindan itibaren uygulanmaya baslanmis olmasindan anlamak kolaydir. O zamana kadar boyle bir giyim zorunlulugu olmadigini Sakifli kadinlar orneginden gayri Ayse"nin Hendek gazasindan sonra bir vesile ile soylediklerinden de cikartmak mumkundur. (Ibn ishak 457). hatilanacagi uzere Hendek gazasi Hicret"in 5inci yilina rastlar. Ne ilginctir ki Muhammed"in Zeyneb"e (yani ogullugu Zeyd"in esine) asik olup onunla evlenmesi de bu tarihlerdedir. Daha once gordugumuz gibi Zeyd"i ziyaret vesilesiyle evine gittiginde kapiyi Zeyneb acmis ve Zeyneb"i libasiz bir sekilde gormek Muhammed"in aklini basindan almisti. Ve iste buna benzer olaylar vesilesiyle yaptiklarinin muhtemelen kendi basina gelmesini onlemek maksadiyla tedbir almayi dusunmustur. Bunun icindir ki eski Arap gelenegini kotulemis ve o donemlerin giyim tarzini daha da kotu gostermek icin Kur"an"a: "(Ey kadinlar)...eski cahilliyede oldugu gibi acilip sacilmayin..." (33 Ahzab 33)seklinde hukumler koymus ve ortunme gelenegini olmadik boyutlara ulastirmistir. Ulastirirken de bunun bir ahlak gelenegi oldugunu, zinayi onlemenin toplum huzurunu saglamanin ancak kadini ortmekle, taninmayacak kiliklarda dolastirmakla ve erkekten uzak tutmakla mumkun olacagi kanisini yerlestirmistir. Bazi yazarlar Zeyneb olayinin buna sebep olmadigini, hatta ortunme zorunlulugunun tum musluman kadinlara degil fakat sadece peygamber karilarina yuklendigini soylerler. (Muhammed H. Haykal, Hayatu Muhammed - Kahire- 1965- s 350) Ornegin sarih Ayni"nin Kadi Iyaz"dan nakline gore, Kur"an"in Ahzab suresindeki Hicab ayeti (33:59), peygamberin kadinlarinin el ve yuz dahil hic bir yerlerinin gorunmeyecek sekilde kapatilmasini ongorur; sair kadinlara gelince onlar icin bu derece kapanmak gerekmez. (Sahih-i Buhari...XI, 158) Bu soylenenler dogru degildir; cunku ortunmeyi ongoren Kur"an hukmu Zeyneb olayini izleyen gunlerde konmus olup sadece peygamber kadinlarini degil fakat "muminlerin kadinlarini" dahi kapsayacak sekildedir ve soyledir: "Ey peygamber, eslerine, kizlarina ve muminlerin kadinlarina, disari cikarken ustlerine ortu atmalarini soyle; bu onlarin taninmasini ve bundan dolayi inciltilmemelerini saglar" 33 Ahzab 59 Zeyneb olayini izleyen IFK olayinin da bunda rolu oldugunu belirtmek mumkundur. Daha baska bir deyimle Muhammed, kadinlara ortunme zorunlulugunu Zeyneb olayindan (ki Hicret"in 5. yilina rastlar) sonra yukleyip, bu zorunlugu Beni mustalik gazasi sirasinda olusan Ifk olayindan (ki Hicret"in 6. yilina rastlar) sonra pekistirdigi soylenebilir; cunku bu gaza sirasinda Ayse gerdanligini kaybettigi icin geride kalmis, Safvan bin Muattal onu tanimis ve devesine bindirerek Medine"ye getirmistir. Bu vesile ile Ayse"nin soyledigi soyledir: "Ben gerdanligimi bulduktan sonra ordugaha dondum. Fakat ordugahta ses seda yoktu. .. Ben uzanmis bir halde bulundugum vakit Safvan bin Muattal Sulemr yanimdan gecti... benim yerde yattigimi gordugunde yanimda durdu. Cunku (o tarihlerde), kadinlar hicab altina alinmadan once oldugu icin yuzumu goruyordu... O bundan sonra devesini bana yaklastirdi... O arkaya cekilde, ben deveye bindim... Biz ancak sabah vaktinde askerin arkasindan yetisebildik." Hatirlatalim ki bu olay uzerine Ayse"nin Safvan ile sevistigine dair halk arasinda dedikodu cikar ve bunu duyan Muhammed fena halde kizar. Bir sure Ayse ile konusmaz. Fakat Ayse"ye zaafi bulundugundan fazla dayanamaz ve Tanri"dan ayet geldigini ve ayete gore Ayse"nin sucsuz oldugunun anlasildigini soyleyerek onunla barisir. (Taberi, II s 530 ve d.; Ibn Ishak 457, 494; Sahih-i Buhari..VI 922, 929 Hadis No 910) Goruluyor ki Muhammed, kendisini Peygamber ilan ettikten sonra on bes yil boyunca ortunme zorunlugu koymak diye bir sey akil etmemistir. Fakat ne zamanki kiskanclik sorunu yaratan olaylarla karsilasmistir, iste o zaman kadinlari ortmenin erkeklerin cikarlarina daha uygun olacagini dusunmustur. Nitekim Beni Mustalik gazasindan sonra ciktigi diger seferlerinden her birinde yanina aldigi karilarinin iyice ortunmelerine dikkat etmis ve ortusuz kadinlara bakmanin erkekler icin gunah oldugunu soylemistir. Tabuk seferinden dondugu sirada basina gelen bir olay bunun guzel kanitlarindan bir digeridir. Bu sefere cikarken Muhammed, Safiye Bint-i Huveyy"i yanina alir. Lihyan ogullarina karsi giristigi Usfan savasinda donerken, devesinin arkasina Safiyye"yi bindirir. Kafile yururken devesinin ayagi bir seye takilir, surcer ve bu nedenle Muhhammed ve Safiyye, her ikisi de birden deveden duserler. Muhafizlarindan Ebu Talha hemen Muhammed"in yardimina kosar, -"Sen kadina ihtimam et" diyerek Safiyye"yi yerden kaldirmasini ister. Safiyye yere duserken ortusunu kaybettigi icin, Ebu Talha, hemen elindeki "Hamisa" denilen ortuyu Safiyye"nin ustune orter. Boylece kadini devenin ustune bindirirken yuzunu gormemis olur. (Enes Ibn-i Malik"in rivayetine dayali bu hadis icin bk Sahih-i..>VIII s 429 ve d Hadis no 1286) Kadinlarin hic taninmayacak sekilde ortunup kapanmalari zorunlulugu, birazdan deginecegimiz gibi Sevde olayi vesilesiyle oldukca gulunc denebilecek raddeye getirilmistir. Zira bu olay sirasinda Muhammed, biraz da Omer"in israrlarina kanarak, kadinlarin "vucudlarinin karaltisindan kim olduklarinin anlasilmasina imkan vermeyecek sekilde ortunmeleri" geregini ongormustur. (Sahih-i..XI s 155 ve d; ayrica bk Sahih-i...I, s 140-1) Nur suresinin 30-31. ayetlerinde kadinlarin ziynetlerini gostermemeleri belirtilirken: "...ve irzlarini muhafaza etsinler, ziynetlerini acmasinlar. Ancak zahir olan mustesna. Bas ortulerini yakalarinin uzerine atsinlar..." 24 Nur 30-31 diye eklenmistir. Bundan anlasilmak gereken sey elleri disinda hicbir yerlerini gostermemeleridir. Nitekim Ebu Davud"un Musned"inde Muhammed"in bir gun Esma"ya: "Ey Esma "Kadin buluga erince ondan gorunmesi caiz olan a"za ancak sudur" diyerek onun iki eline isaret ettigi yazilidir. (Sahih-i..VI 56) diyerek "zahir" sozcugu ile sadece kadinin ellerini kasdetmis oldugunu ve bunun disinda kadinin hic bir yerinin gorunmemesini istedigini anlatmistir. (Nur suresinin 30-31 ci ayetlerinde gecen "Himir" sozcugu "ortu" anlaminda olup "basortusu" seklinde de cevrilebilir. Cunku maksat kadinin taninmayacak tarzda ortunmesidir.) Denilebilir ki tarih boyunca hic kimse Muhammed"in giristigi olcude kadini kisiliginden siyiracak sekilde taninmaz ve cirkin kiliklara tikmamistir; kendini Peygamber olarak kabul ettiren hic kimse, onun asiriliklari icerisinde kadini "toplum duzeni icin tehlike" saymamistir. Genellikle Ayse"nin rivayetine dayali hadislerden ogrenmekteyiz ki Muhammed, kadin denilen yaratigin "tirnagina kadar avret oldugunu" ve hicbir yerinin gorunmeyecek sekilde ortunmesinin sart bulundugunu soylemistir. "Resullullah...(salat-i) fecri kilardi da muminattan kadinlar (baslarini ve bedenlerini) mirtlari ile orterek hazir bulunurlar sonra evlerine donerlerdi ki (henuz ortalik agarmamis ve kendileri iyice ortunmus olduklari icin) onlari kimse tanimazdi." (Sahih-i...II, 311 Hadis No 242) "Mirtlari" deyimi bir cins futaya verilen adtir ki aba gibi yunden ya da keten ve yunden mamul, kadinlara mahsus bir ortudur. Bu hadis, Buhari tarafindan kadinlarin kac parca "Libas ile sahih olabilecegine" tanik olmak uzere ele alinmistir. Ikrimi"nin rivayetine bakilirsa Muhammed, kadinlarin baslarini "car" ile orttukten sonra vucudlarindan hicbir sey gorunmemek uzere nburunurlerse kildiklari namazin "sahih" olacagini bildirmistir. Ibn Abbas ya da Ahmed Ibn-i Hanbel ve Ibnu"l-Munzir gibi unluler kadinlarin kac parca giymeleri gerektigi konusunda Muhammed"e atfen gorusler ileri surmuslerdir. Malik ve Safii gibi kimseler kadinin ciplak ayakla namaz kilmasi halinde namazini iade etmesi gerektigini bildirmislerdir. Biraz once degindigimiz gibi Ebu Hanife gibi "kademi" (Ayaklari) avret saymayip ciplak ayakla kilinan namazin iadesini gerekli gormeyenler de vardir. Fakat ittifak olunan sey sudur ki kadinlar, hic taninmayacak ve hicbir yerleri gorunmeyecek sekilde ortunmelidirler. Ihtilaf daha ziyade "Sabah namazi kilmak icin kadinlar, ortaligin iyice aydinlanmasindan onceki vakti mi beklemelidirler, yoksa aydinliga kadar gecikmeli midirler?" gibi sorunlardadir. Ote yandan hic taninmayacak sekilde ortunmus olsalar dahi kadinlarin cemaatla namaza cikmalari hususunda ihtilaf vardir. Kimisi genclerin cikmasini gunah sayar, kimisi (ornegin Ebu Hanife) oglen ve ikindi namazlarindan maadasi icin sadece kocakarilarin cikabilecegini soyler, kimisi de (Sarih-i Buhari Ayni gibi), "Fesad ve fitne olur" korkusu ile Muhammed"in genc ve ihtiyar tum kadinlari namaza cikmaktan alikoydugunu ekler. (Sahih-i..II, 318 ve d) Anlasilan odur ki Muhammed"in istedigi sey kadinin taninmaz kilik icerisinde dolasmasidir, cunku ancak bu suretledir ki kadindan dogma "fesad ve fitne" onlenebilecektir. Kadini bu sekilde ortunmeye zorlamasinin ve tehlike saymasinin baslica nedeni "erkek kullarini" iradece zayif, karakterce zayif ve ic gudulerine kapilarak kadina saldirmaya hazir bir yaratik seklinde gormesindendir. Insan varligina ve insan aklina karsi besledigi guvensizlik onu, egitim yolu ile insanlarin uygarlasabilecegi ve ornegin kiskanclik ya da sehevilik gibi duygulara "hakim" olunabilecegi fikrine yabanci kilmistir. Kadini kapamakla, carsafa sarmakla ve erkekten uzaklastirmakla, kisiyi uygarlastiramayacagini ve kiskancliktan kurtaramayacagini ve hayvandan farkli kilamayacagini hesaplayamamistir. Dusundugu tek sey, kisa vadeli tedbirlerle, erkegi (ve herkesten once kendisini) kiskancliktan uzak tutmak ve rahata kavusturmak olmustur. Onun bu dusuncelerini Gazali: "Kiskanc olmamak icin kadini yabanci erkeklerle temas ettirmemeli; sokaklarda gezmesine izin vermemelidir." diyerek acikliga kavusturmustur. (Gazali, (1975) II, 121). Zira Muhammed"in dusuncelerinde yatan sey kadinlarin erkeklerle bir arada bulunmamalari geregidir. Nitekim Ukbe Ibn-i Amir"den rivayete gore bir hutbesinde: "Ashabim (yaninda mahremi bulunmaksizin) kadinlarin yanina girmekten sakininiz" diye konusurken dinleyenlerden birinin: "Ya erkek akrabasina ne dersiniz?" diye sormasi uzerine: "Onlarla halvet olumdur" demistir. (Sahih-i..XI, 323-5, hadis no 1826) "Halvet" sozcugu:"Yaninda nikah gecmez bir mahremi olmayan bir kadinla bir erkegin bir arada yanliz bulunmasi" anlamina geldigini goz onunde tutan din ustadlari kimlerin buna dahil edilebilecegi konusunda tartismislardir. Genellikle kayinpeder ile buyukbaba ve ogullari disinda kalan erkek akraba ile kadinin bir arada yalniz basina kalamayacagi gorusu hakimdir. (Hadis metninde yer alan "Hamiv" sozcugunun hangi yakin akrabayi kapsadigi hususunda tartismalar icin bk Sahih-i... XI, s325, 325) Sunu belirtmek yerinde olacaktir ki Muhammed, kendi cevresindekileri ve ozellikle Sahabe"yi, kendisinden de daha kiskanc durumlara sokmasini ve onlarin bu konuda son derece bagnaz davranislarini hos karsilamasini bilmistir. Omer Ibn Hattab"in "Hicap ayeti"nin inmesiyle ilgili tutumu, verilecek orneklerden biridir. Belirttigimiz gibi Hicab ayeti, Ahzab suresinin 59. ayeti olarak kadinlarin "taninmayacak" sekilde ortunmelerini emreden ayettir. Buhari ve Muslim kaynaklarinda yer alan hadislerden anlasilmaktadir ki kadinlarin ortunmeleri konusunda Omer b. Hattab, bircok vesilelerle Muhammed"in dikkatini cekmeye calismis ve ornegin "Huzuru saadetinize hayirsiz kimseler giriyor, kadinlariniza ortunmelerini emretseniz" seklinde muracaatlarda bulunmustur. Soylendigine gore onun bu devamli ikazlari sayesindedir ki Muhammed, sozunu ettigimiz ayetlerin inmesini saglamistir. (Bundan dolayidir ki evlenme umidi kalmayan, ihtiyarlayip oturan kadinlari "taninmayacak" sekilde ortunme zorunlulugundan muaf kilmistir. Dis esvaplarini cikarmalari halinde onlara sorumluluk yuklenmeyecegini, fakat cikarmamalarinin daha iyi olacagini, ancak her halukarda suslerini aciga vurmamalarini bildirmis, Kur"an"a ayetler koymustur. Ornegin bk 24 Nur 31 ve 60; 33 Ahzab 33 ve 59) Fakat Omer, peygamberin kadinlarinin "car ve carsaf" giymelerini kafi bulmamistir. Onlarin diger kadinlardan daha fazla "muhadder" (kapali) olmalarini istemistir; yani golge ve karartilarini da erkeklerin gormesini asla uygun bulmamistir. Bundan dolayidir ki onlarin hic bir vesile ile evden disariya cikmalarina izin verilmemesini beklemistir. Yine bundan dolayidir ki Sevde"nin "hacet" gormek icin evden cikmasina karsi itirazda bulundugu olaya sebebiyet vermistir. Olay sudur: Yukaridaki ayetin "nazil" olmasindan sonra bir gun Muhammed"in karilarindan Sevde, "bir luzum ve ihtiyac" uzerine evden cikar. O zamanlar evlerde "hela" olmadigi ve bu ihtiyac disarda bir yerde gorulur oldugu icin, herkesin yaptigi gibi o da isini bitirmek istemis ve uzerine carsafini giyerek kendisine bir yer aramis. Sevde iri yapili bir kadin oldugundan carsaf icinde bile olsa endamiyla onu tanimak kolaymis. Nitekim Omer Ibn Hattab onu gorunce, evin disina cikmasina itiraz etmis ve: "Ya Sevde, iyi bil ki, Vallahi sen bizce taninmamis degilsin...ne cesaretle evinin disina cikiyorsun?" diyerek kadincagizi daha isini gormeye vakit birakmadan eve dondurmus. Olayi anlatan Ayse soyle der: "O sirada Resulullah, benim odamda aksam yemeginde idi. Elinde de etli bir kemik vardi. Bu halde iken Sevde girdi ve -"Ya Resulullah! Bazi hacetim icin evimden cikmistim. Omer bana soyle soyliyerek itiraz etti", diye sikayet eyledi. Bunun uzerine (Tanri) Resul-i Ekrem"e vahiy gonderdi. Vahiy asari (peygamberden) kaldirildiktan sonra ve elinde tutmakta oldugu et (kemik) parcasini yere koymaksizin Sevde"ye soyle cevap verdi:-"Siz kadinlarin luzum ve ihtiyac uzerine (mesture olarak) evlerinden cikmalarina izin verildi" buyurdu." (Sahih-i Buhari...XI, 155, Hadis no 1723) Goruluyor ki Omer, zavalli kadinlarin "hacet" icin dahi olsa evden disariya cikmalarina izin verilmemesi taraftaridir. Boyle bir durumda kadinin muhtemelen evin icinde bir yere pisligini yapmasi gerekecektir ki bu da evi oturulmaz hale sokmaya yetecektir. Bununla beraber kadinlarin evden cikmalarina esas itibariyla karsidir. Bunu farkettigi icindir ki Muhammed, ortunme geregi yaninda bir diger tedbir olarak onlarin ortaliklarda fazla gorunmemelerini uygun bulmustur. Ahzab suresine yerlestirdigi: "...Ey peygamberin hanimlari...edali konusmayin...evlerinizde oturun; eski Cahilliyede oldugu gibi acilip sacilmayin" (33 Ahzab 32-33) ayeti ile bu sorunu da halledivermis ve boylece Omer gibi kisileri tatmin etmistir. Fakat bunu da yeterli gormemistir; kadinlarin disari cikma heveslerini iyice yok etmek uzere her seyi dusunmustur. Bir kere kaslarini inceltmelerini, yuz tuylerini almalarini, ziynetlerini gostermelerini ve buna benzer seyleri yasak etmistir. Ote yandan, hic bir kadinin cirkin kilikta kendini teshir etmeyecegini bildigi icin, kadinlarin guzel ve goz alici giysilerle dolasmalarini onlemeye calismistir. Onun bu dusuncelerine vakif olup aciklayan Omer soyle der: "Kadinla(riniza), evlerinin kapisinda oturmamalari icin, yeni elbise yaptirtmayin. Cunku elbiseleri (guzel ve yeni) olursa kalblerinden disari cikmak (dolasmak) arzusu gelir." (Gazali, Kimya-i ... (1979) 178) Gazali bu dusunceleri daha da acikliga kavusturarak soyle ogut verir kocalara: "Kadinlarinizin sokaklarda gezmemelerini istiyorsaniz, onlara sevimli elbise giydirmeyin." (Gazali, Ihyau...-1975- II, 122) Cunku Seriatciya gore makbul olan kadin, sokaga cikmayan, baska erkek gormeyen ve kendi erkeginin icini boyle rahat ettiren bu tip kadinlardir. Ve cunku Muhammed, bu tip kadinlari tasvip eder oldugunu pek cesitli vesilelerle ortaya vurmustur. bir hadis soyledir: "(peygamber bir gun) kizi Fatima"ya...buyurdu ki - "Kadinlar icin ne daha iyidir?". Dedi ki -"Hic bir erkegin onlari gormemesi (Bu cevap) Peygamber efendimizin hosuna gitti, kizini kucakladi ve -"bazilarinin zurriyeti bazilarindandir" buyurdu." (Gazali, Kimya-i..-1979-, 178) Bundan dolayidir ki kocalara dusen dinsel gorev, evlendikleri andan itibaren karilarinin giyim ve kusamina goz kulak olmak, onlari taninmayacak cirkin kiliklarda dolasmaya birakmak ve mumkun mertebe az dolasmalari icin yeni ve guzel giysilerden yoksun kilmaktir. (Gazali, Ihyau...-1975, II, 123; Tusi, 163) Fakat butun bunlar yaninda koca, bir de karisinin yabanci erkek gormesine engel olmalidir. Her ne kadar Kur"an"da, Nur suresinde: "Mumin erkeklere soyle harama bakmaktan gozlerini sirgesinler...Mumin kadinlara da soyle onlar da helal olmayan erkeklere bakmaktan gozlerini sakinsinlar." (24 Nur 30-31) yazili ve bunu garantiye baglamak icin de: "Allah yaptiklarindan suphesiz haberdardir" diye kayit bulunsa da (Kadin ve erkegin bir arada bulunmamalari ve birbirlerine bakmamalari konusunda bk Sahih-i Buhari..VI s 55-6; ayrica bk VII s 381 Hadis 1260; ayrica bk XII 170-1) asil sorumluluk kadina yuklenmistir. Bu sorumluluk kadina olan guvensizligin asiri sonucudur. Ancak ne var ki Muhammed butun tehlikenin kadini ve erkegi, iki ayri dunyanin insanlari haline getirmekten dogabilecegini hic bir zaman anlayamamistir. Kafasinda yer eden tek dusunce kadini mezara tikar sekilde eve kapamak, erkekten kacirmak ve ona baktirmamak olmustur. Sanki kadin erkege baktigi an dunyanin sonu gelirmis gibi! Ebu Hureyre"nin rivayetine gore Muhammed bu hususun kocalar tarafindan titizlikle izlenmesini emretmistir. Bu nedenledir ki Ashab-i Kiram, kendi karilarinin pencere ve kapi araliklarindan disari seyretmelerini ve erkek gormelerini onlemek uzere evlerinin pencerelerini ve deliklerini siki siki kapatirlar, su ya da bu sekilde disari bakanlara dayak atarlardi. (Gazali, Ihyau..s.122) Yine bunun gibi, kocasinin izni olmadan bir kadinin, herhangi bir erkegi (velev ki bu erkek kendi akrabasi olsun) eve almasi, onunla gorusmesi kesinlikle yasaklanmistir. Cunku Muhammed, musluman bir erkegin "huzurunun" varligini, karisinin beska bir erkekle gorusmemesine bagli oldugunu soylemistir. (Riyazu"s..-1972- I, 324), soylerken de baska erkek goren kadinlarin, kocalarini onlara kiyaslayacagini ve belki de begenmeyip kucuk gorecegini belirtmis ve bunun ise "ne bu dunyada ve ne de gelecek dunyada hayirli sonuclar dogurmayacagini" bildirmistir (Gazali, Ihyau...-1964- 168; Tusi, 163-4) Bundan dolayidir ki musluman bir kocanin yapmasi gereken seylerden biri de karisini eve kapatmaktir; hem de oylesine kapatmak ki hic kimse kendisinin "guzelliginden," "tabiatindan" haberdar olmasin ve kendisini baska erkeklerle kiyaslamasin. Her ne kadar erkegin yabanci kadinlara bakmasi haram olmakla beraber, kadina yuklenen bu cehennemi kisitlamalar erkek icin soz konusu degildir. (Gazali, Ihyau..-1964- 168) Goruluyor ki kadin icin evlilik demek, omrunu evinin dort duvari arasinda gecirmek demektir; evin tarasinda dolasmak, balkonundan asagi bakmak, pencereden komsularla konusmak dahi yasaktir. Hava almak icin ya da ahbaplarini ziyaret etmek uzere kocasindan izin istemesi dahi uygun degildir. Istemis olsa dahi koca icin bu izni vermemek gereklidir. Izinsiz olarak sokaga cikan kadini melekler kotuleyecegi gibi, evine donunceye kadar da ona lanet ederler; boyle bir sey yapan kadin Tanri indinde itibarini yitirir ve seytan ile basbasa kalir. Ote yandan, kocasinin iznini alarak sokaga cikmis olsa dahi sanki evden hic cikmamis gibi davranmalidir; basini onune egip kimsenin yuzune bakmamalidir, kalabaliga karismamalidir, erkeklerin bulundugu yerlere yanasmamali, herkesin dolastigi sokaklardan uzak durmalidir ve daima tenhalik yerlerden yurumeli ve isini bir an once bitirip evine donmelidir. (Gazali, Ihyau..-1975- II, 120; Tusi 164) Ibadet etmek uzere camiye gitme hususunda da kadin, benzeri yasaklara baglidir. Aslinda camiye hic gitmemesi daha uygundur. Soyle ki: Ilk baslarda Muhammed, kadinlarin mescitte namaz kilmalarina pek ses cikarmaz gorunmustur. Fakat bu isi Abdullah b. Omer"in rivayetine gore, kocalarin iznine baglamistir: "Kadinlariniz sizden (gece olsun, gunduz olsun) mescide (gidip ibadet icin) izin istediklerinde, kendilerine izin veriniz." (Abdullah Ibn Omer"in rivayetine dayali bu hadis icin bk Sahih-i Buhari..II, s 944, Hadis 477. Bu iznin gerek mescide ve gerek diger bir yere gitmek icin olduguna isaret edilmistir) Her ne kadar burada emir sigasi kullanilmis gibi bir hava varsa da, koca bakimindan izin verme zorunlulugunun bulunmadigi anlasilmistir. (Bu husus icin bk Sahih-i Buhari.., II, s 945, not 1) Nitekim al-Hattab"in rivayetine dayali bir hadiste, kadinlar icin evde namaz kilmanin, camide namaz kilmaktan cok daha hayirli oldugunu soylemis ve soyle kandirici bir formule baglamistir: "(Kadinlar icin) evin avlusunda yapilan ibadet, camide yapilandan daha degerlidir; evin odasinda yapilan ibadet, evin avlusunda yapilandan daha hayirlidir; ve hele evin cunbasinda yapilan ibadet, her seyden daha hayirlidir." (Buhari Kitabu"n-nikah, Bap 118; ayrica bk Muslim, Kitabu"l-Salat, 134-140) Goruluyor ki sirf kadinlari sokaga, disariya cikmaktan alikoymak ve erkeklerden kacirmak icin, ibadeti bile nerede ise yatak odasinda yaptirtmak hevesindedir. Evde namaz kilmanin kadinlar icin sevap sayilacagini soylemek suretiyle onlari, bir evin dort duvari arasinda, tek baslarina ibadete zorlamak gibi kurnaz bir yol bulmustur. Hem de oylesine bir kurnaz yol ki: "Cemaatla kilinan bir namaz, tek basina kilinan 27 namaz gibidir" seklindeki emriyle erkeklere sagladigi avantajlardan kadinlari yoksun kildigini belli etmez gorunmustur. (Gazali, Kimyau..-1979-105) Boylece camide namaz kilan erkegi, evde tek basina namaz kilan kadina nazaran 27 kez fazla sevap isler duruma sokmustur. Tabii butun bunlari, kadinin safligindan yararlanarak ve hic bir seyi farketmesine olanak birakmayarak. Kadinlar icin kocalarinin ya da babalarinin izni ile mescitte (camide) namaz kilma olanagini tamamen yok etmemekle beraber, erkeklerin gerisinde, arka saflarda namaza durmalarini emretmistir. Emrederken de bir baska kurnazliga basvurmustur ki o da sudur: "Melekler, Allah"in huzurunda, birinci saftan itibaren saflari tamamlayarak dururlar. ERKEK saflarinin en hayirlisi, BIRINCI saftan itibaren baslar, en az fazilet en geriye kalir. KADIN saflarinin en hayirlisi ise EN GERIDEN baslar; en az hayirlisi on safa kalir. (Bu hadisler icin bk Diyanet gazetesi, Mart 1966 s 17; ayrica bk Riyazu"s-Salihin, cild 2, Hadis no 1062) Ve iste bu formule uygun olarak kadinlari camide en arkada, yani erkeklerin geri safinda ibadete zorlamis ve bu emrini de etkili kilmak uzere kadinlari arka saflara atmak suretiyle kendinden ornekler vermistir. Mescidde giris cikisi dahi bunu saglayacak sekilde ayarladigi anlasilmaktadir. (Ummu Seleme"nin ve Nesi"nin rivayetlerine dayali hadislerden anlasilmaktadir ki Muhammed, kadinlarin Mescid"te namaz kilmalarina engel olmadigi zamanlar, namazini bitirince ayaga kalkmadan once biraz beklermis, kendisiyle birlikte diger butun erkekleri de bekletirmis; kadinlar onceden cikip gitsinler diye. Bk Sahih-i...II s944 Hadis 463) Nitekim Enes b. Malik"in rivayetine dayali hadislerin bildirdigine gore Muhammed, kadinlarin arka saflarda, cemaatin tamamen arkasinda namaza durmalari, ya da "iktida" etmeleri (yani uymalari) hususunu onemli bir Islam kurali olarak yerlestirmistir. (Kadinlarin arka saflarda namaz kilmalariyla ilgili hadisler icin bk Sahih-i Buhari...II, s944 ve d. Ayrica bk Sahih-i Buhari serisinde 87, 209, 217, 242, ve 338uncu hadislere bakiniz) Ve bu kural uygulanirken kadinin yasli ya da genc olmasina bakilmaz; ihtiyar kadinlar dahi erkeklerin arkasinda durmak ve kalmak zorunlulugundadirlar. Erkek cocuklar, diger erkeklerle birlikte on saflarda durabildikleri halde, kadinlar, velev ki yasli olsunlar, erkek cocuklarinin dahi gerisinde yer almak durumundadirlar. Enes b. Malik"in rivayet ettigi hadis bunu acikca ortaya vurmaktadir. Hadisten anlasildigina gore bir gun Enes"in buyuk annesi Muleyke, Muhammed"i bir yemege cagirir. Yemekten sonra namaz kilinir:"Enes der ki: -"Yetim ile beraber ben de ardindan bir (saf) olduk. Kocakari da arkamizda durdu."" (Sahih-i Buhari... II, 325, hadis no 248) Enes"in "yetim" diye belirttigi yetim cocuk Ebu Zumeyre"nin ogludur. "kocakari" diye zikrettigi kimse de kendi buyukannesidir. Hadisin anlatmak istedigi sey kadinlarin, namaz kilarken erkeklerin arkasinda, ayri bir safta duracaklaridir. Boylece ihtiyar kadinlar bile erkek cocugunun gerisinde durmak zorundadirlar. (Sahih-i Buhari, II, 326 Hadis no 248 ve 327 not 1) Ote yandan bu konuyla ilgili oalrak Kur"an"da da su ayet yer almistir: "And olsun ki, sizden one gecenleri biliriz...Geri kalanlari da biliriz.." 15 Hicr 24 Her ne kadar bu ayetin cesitli anlamlara geldigi ve ornegin insanlarin dunyaya farkli zamanlarda gelip farkli zamanlarda gitmeleriyle ilgili bulundugu, ya da savas sirasinda musluman askerlerin geride kalmayip on saflara gitmelerini saglama amacina yonelik oldugu soylenirse de, esas itibariyle Muhammed"in kiskanc tabiatiyla ve Tanri"yi da kiskanc imis gibi gosterme cabalariyla ilgili oldugu kuskusuzdur. Bunun boyle oldugunu, Beyzavi"den ogrenmekteyiz. Zira yukaridaki ayetin yorumu vesilesiyle Beyzavi, kadinlarinm camiye gitmelerine henuz ses cikarilmadigi siralarda bazi erkeklerin, sirf guzel kadin seyretmek ve onlar arasinda namaz kilabilmek icin camiye erken geldiklerini, ya da camiden gec cikan kadinlari gormek amaciyla geride kaldiklarini ve iste bunu onlemek uzere soz konusu ayetin indigini soyler ki dogrudur. Bundan dolayidir ki Muhammed, kadinlarin camiye gitmelerini yavas yavas onlemeye baslamis ve kadinlar bakimindan evde kilinan namazin camide kilinandan daha hayirli olduguna dair yukarida belirttigimiz hukumleri koymustur. Fakat onun koydugu yasaklar daha sonralari, ornegin Ashab-i Kiram zamaninda gevsemis ve kocalarin izniyle camiye giden kadinlarin sayisinda artma gorulmustur. Bu durum Seriatcilari rahatsiz etmeye baslayinca, yukardaki yasaklarin uygulanmasina yeniden ozlem duyulur olmustur. Nitekim Ayse bile: "eger (Tanri elcisi) hayatta olup, bu kadinlarin camiye gittiklerini gorseydi, buna mutlaka engel olurdu." demekten kendini alamamistir. (Gazali, Kimya-i -1979- 178. Ibadet sirasinda kadinlarin erkeklerin arkasina gecmelerini ongoren hadisler icin bk Buhari Kitabu"l-Ezan 164; Muslim, Kitabu"l -Salat 132; Tirmizi Mevakitul-Salat 59) Ayse"nin bu sozlerini kendisine dayanak yapan Gazali: "kadinlari camiye ve meslislere ve erkeklerin bulundugu yerlere gitmekten men"etmek (dinsel) gorevdir (farz"dir). Sadece eski elbiseler giymis ihtiyar kadinlari bundan istisna etmek gerekir." diyerek hortlayan Seriatci zihniyetin temsilciligini yapmistir. (GAzali) Aradan yuzyillar gecmis olmasina ragmen bugun hala durumda degisen bir sey yoktur. Kadinlarin ibadet etmek uzere camiye gitmeleri, musluman ulkelerin hic birinde caiz gorulmez. Bu vesile ile laik T.C. devletinin resmi organlarindan biri sayilan Diyanet Isleri Baskanliginin su fetvasini belirtmek ilginc olacaktir: "Hanefiyye"nin kavl-i muhtarina gore genc kadinin iydeyn ile cuma ve sair namazlar icin mescide cimasina cevaz yoktur. Ihtiyar kadinlarin cikmalari caiz ise de cikmamalari efdaldir. Bayram namazina cikanlar Ebu Hanife"den bir rivayete gore salat-i iydi kilarlar, diger rivayete gore ise kilmazlar. Hayiz olanlar ise musalanin haricinde kalip yalniz duaya istirak ederler." (Sahih-i I, s 224-5) Herkesin anlayamayacagi bir dil ile Diyanet"in soylemek istedigi sey, genc olsun ihtiyar olsun kadinlarin, mescide cikmalarinin dogru olmadigidir. Camiye gitmeyi ya da sokaga cikmayi onleyen yukaridaki yasaklar nedeniyle musluman toplumlarda kadin, bugun hala mezarda yasar gibidir. Ve ne hazindir ki erkegin kiskancliklarina cozum yolu buluyorum diye kadini boylesine zavalli yasamlara mahkum eden Muhammed, butun bunlari kadinin hayrina yapiyormus gibi gorunmek icin: "Kocasinin izni olmadan sokaga cikan kadini melekler kotuler, lanetler ve bu durum kadinin eve donmesine kadar devam eder." seklinde konusmustur. Ibn Abbas"in rivayetine dayali bu ve benzeri hadisler ile kadinlarin evden cikmamalarinin onlarin lehine bir sey oldugunu, cunku boyle yaptiklari takdirde Tanrinin ve meleklerinin kendileriyle birlikte olacaklarini, aksi takdirde Tanri indinde itibarlarini yitireceklerini ve seytan ile basbasa kalacaklarini anlatmistir. Fakat yine tekrar edelim ki bunu yaparken onlari, "cemaat ile kilinan namazin nimetlerinden" yoksun birakmayi da unutmamistir. (Gazali, Kimya...-1979-, 105) KADINI KAPATMAK VE ERKEKTEN UZAK TUTMAK, KISILERIN VE TOPLUMLARIN FIKREN VE AHLAKEN GERI VE ILKEL KALMALARI SONUCUNU DOGURMUSTUR Insanlik tarihinin ortaya vurdugu gercek sudur ki, kadini kapatan erkekten ayiran ve kaciran sistemler, sadece kadin sinifini hak ve ozgurlukten yoksun kilmaya degil fakat ayni zamanda erkek sinifini da fikren ve ahlaken ilkel tutmaya sebep olurken, kadina serbestlik taniyan toplumlar her alanda uygarlasmislardir. Eski caglarin en buyuk uygarligini yaratan Misir"da kadinlarin yuzlerini gozlerini ortmeleri, erkekten gizlemeleri diye bir sey gorulmemistir. Eski Yunan uygarliginin parladigi donemlerde kadin, her ne kadar kocasina sadakatla bagli ve evinde kapali sekilde yasamakla beraber, hicbir zaman erkegin somuru araci haline sokulmamistir. Aristo, Yunan toplumunun "barbar" toplumlara ustunlugunu ele alirken, baska yerlerde oldugu gibi kadinin erkegin kolesi durumuna getirilmedigini, kocasinin arkadasi ve yardimcisi sayildigini siralar. Roma"da kadin, evin en serefli insani kertesindedir; sofrada bas kosede yer alirdi. Romalikocalar, her gittikleri ziyafete eslerini de beraberlerinde gotururlerdi. Tarih uzmanlari, boyle bir gelenegin Yunan uygarligindan daha ustun oldugunu soylerler. (Lecky, II, 301; ayrica bk Raineville, Le Femme Dans L"Antiquite -Paris 1865-, 144) Hic kusku edilmemelidir ki Bati uygarliginin olusumunda kadin-erkek iliskileri gelismesinin buyuk rolu olmustur. Bati rasyonalizmi, Hristiyanligin kadini arka plana atan ve kadini kotuluk kaynagi sayan ilkelerine karsi savas acmakla ve egitim sayesinde kadin erkek esitligi zihniyetini olusturmakla ve erkegin kafa yapisini bu gelismeye alistirmakla en verimli urunlerini verir olmustur. Kadini "kotu" ve "seytan" niteliginde bilen ve erkegin bastan cikmasina "sebep" kabul eden ve bu nedenle kapali tutan ve toplum yasamlarindan uzaklastiran zihniyet, bugun artik sadece geri kalmis ulkelerde ve ozellikle Seriat ulkelerinde, gecerliligini koruyabilmistir. Cunku bu toplumlar hala "ahlakiligin ve toplum duzeninin", dogustan "kotu" sanilan kadinin, erkekten ve "kem gozlerden" uzak tutulmasiyla, carsafa sarilmasiyla, eve kapatilmasiyla saglanabilecegi yalanlarina saplanmislardir. (Ali, 904, 1126-7; Buksh, 1912, 253-9) Ancak ne var ki bu zihniyet, erkegin "yabani" ve kadinin ise "zavalli" ve her iki cinsin de fikren ve ahlaken geri kalmasi ve musluman ulkelerinin de yeryuzunun en az gelismis ulkeleri seklinde yasamalari sonucunu yaratmistir. Ne ilginctir ki bu ulkeler arasinda Islam dinini en koyu ve ozune en sadik sekliyle uygulayanlar ornegin Suudi Arabistan, Yemen, Pakistan, Banglades, vs gibi ulkeler, Turkiye gibi (ya da Arnavutluk ornegi) laiklik esasina yonelen ve kadin-erkek esitligine yer veren ulkelere oranla her bakimdan cok geridirler. Bunlari Misir, Cezayir, Fas gibi Bati etkisiyle din sorunlarina ilimli bir cozum getirmeye calisan ulkelerle dahi kiyaslamak bu konuda fikir edinmeye yeterlidir. (Musluman ulkeler arasinda Turkiye"den sonra pece, carsaf ve cok karili evlilik sistemini kaldiran tek ulke Arnavutluk olmustur. 1829 tarrihli Anayasa, 4 muftuden olusan bir kurula genis yetkiler vermis ve bu kurul soz konusu degisiklikleri yapmistir. Bkz Wayne S. Vucunich "Islam in the Balkans" (in Religion in the Middle East), Ed. by A.J.Arberry, Cambridge, England 1969, s.243) Seriat ulkelerinin toplumsal gerililiklerinde kadin sorununun dahli buyuktur. Cunku erkegin kiskancligini yatistiracagim ve onu rahata kavusturacagim ve guya ahlakilige dogrultacagim diye toplum nufusunun yarisindan fazlasini olusturan kadin sinifini egitimden ve calisma gucunden uzak tutarlar. Sosyal ve ekonomik gerilikler icerisinde cirpinmalari bundandir; ahlakilige degil fakat ahlak yoksunluguna saplanmalari da bundandir. Ote yandan bu zihniyet erkegi de kucultucu durumlarda tutar. Cunku erkek denilen varlik, karakter bakimindan ne kadar zayif ve kendisini kontrolden ne kadar aciz ve icgudulerine suruklenmede ne kadar bicare olmalidir ki kadini carsafsiz, pecesiz gordugu an kendisini kaybetsin, vahsilessin ve kadina saldirsin ya da kiskancliklarina kapilip kadin icin cinayetler islesin. Sayet erkegin bu ilkelliklerinden ve bu seviyesizliklerinden ancak akdini carsafa sokmakla kurtulacagi dusunuluyorsa, bu herseyden once Tanri"ya ve ayni zamanda insan varliginin kutsalligina hakaret sayilmalidir. Boylesine olumsuz ve insan varligina boylesine guvensiz bir tutuma dayali bir din kurulusunun, kisiyi fikren ve ahlaken gelistirmesi mumkun degildir. Bindortyuz yillik Seriat uygulamasi sunu kanitlamaktadir ki, kadini kapatmakla, erkekten kacirmakla hicbir olumlu sonuca varilamamaktadir. Bilakis, kadini orttukce kisi ilkellesmektedir. (Sena, -1979- 434 ve d) Carsaf ve pece nedir bilmeyen ve kadini "kem gozlerden" gizlemeyen Bati ulkelerinde erkek sokakta yanindan gecen yari ciplak kadina satasmaz, cogunlukla basini cevirip bakmaz bile. Kiskanclik yuzunden suc diye bir sey hemen hemen kalmamistir. Oysaki ahlakiligi ve toplum duzenini saglama bahanesiyle kadina zindan hayati yasatan Seriat ulkelerinde erkek, kadinla yan yana bulundugu an ic gudulerine kapilip kadina saldirmaktan, kiskancligini sondurmek icin olmadik asagiliklara dogrulmaktan kacinmaz. Kadina karsi saldiri ve saygisiz davranislar ve kiskanclik yuzunden islenen cinayetler bakimindan Seriat ulkeleriyle yarisabilecek bir ulke bulmak kolay degildir yeryuzunde. KADININ "KURTULUSUNUN" CARSAF VE PECE KOLELIGINE SON VERMEKLE SAGLANABILECEGI Kahire"de evvelce El-Hadid istasyonu meydaninda dikili iken sonradan Universite avlusuna nakledilen bir heykel vardir ki bir eliyle yuzundeki kara peceyi kaldirip atan ve diger eliyle Sfenks"in basina dayanan modern Misir kadinini canlandirir. Misirli heykeltras Mahmud Muhtar"in guzel anlamli bir yapitidir bu. Heykelin tabanina cakili bir plakada: "Misir"in Kurtulusu" satirlari yazilidir. Bu heykel ve bu yazi, Misir"in kalkinmasinin ve gelisen dunyaya ayak uydurmasinin ancak kadini ozgurluge kavusturmakla, serbest kilmakla, pece ve carsaf koleliginden kurtarmakla mumkun olabilecegini anlatmaktadir. Bilindigi gibi Sfenks, Misir"in Islam oncesi donemlerdeki muhtesem uygarligini temsil eder. O donemlerde Misirli kadin, imrenilecek bir ozgurluge ve devlet yonetebilecek ustunluge sahip bulundugundan, soz konusu heykel, Seriat belasindan kurtulmanin ve kadina deger vermenin mutlak bir kosul oldugu anlamina gelmektedir. Cunku Seriatin zorladigi giysilerden ve daha dogrusu carsaf felaketinden kurtulmak demek, kadin icin bir bakima "kisilige ve ozgurluge" kavusmak demektir. Kendisini taninmaz hale getiren kiliktan ve bu kiligi Tanri emridir diye zorlayan Seriat baskisindan uzaklasmakla hic kuskusuz bagimsizligina ve insanligina kavusmasi demektir. Kadini kapamakla ve carsafa sarmakla ne sosyal ve ne de ahlaksal gelisme olamayacagini Misirli aydin az cok anlamisa benzer. Nitekim 1950lerde bir Misirli yazar, Halid Muhammed Halid, oldukca cesur sayilacak su satirlari yazmistir: "Gerici yiginlara biz sunu anlatmak isteriz ki kadin ancak haklarini kullanma olanagina sahip bulundugu takdirde deger kazanir ve kendi kendisine sayginlik besler. (Ozgurluge ve bagimsizliga) kavustugu takdirde yok olacagindan endise ettiginiz iffet duygusu, kadinlarinizi boyunduruk altinda tuttugunuz ve haklardan yoksun kildiginiz ve efendilerinin (yani kocalarinin) oyuncagi oldugu fikrine saplandiginiz takdirde zarar gorur. Iffet ve namus duygusunu kadini carsafa tikmakla ve evin dort duvarlari arasina hapsetmekle degil, fakat onun ruhunda nefs duygusunu yaratmakla ve sahsiyetinin haysiyetine saygili olmakla saglayabilirsiniz." (Halid M. Halid (1950), 159. Arapcadan Ingilizceye cevirisi icin bk From Here We Start -1953-, 159) Fakat belirtelim ki kadini umaci kiliklarindan cikarip sosyal yasamlara sokmanin bir uygarlik sorunu oldugu bilincine Misir ve diger bazi musluman ulkeleri Turkiye ornegiyle erismislerdir. (Katibah -1940- 208-9) Ataturk devrimleri, bu alanda da Islam dunyasina rehberlik etmistir. Ilginc olan sudur ki bu devrimler Turk kadinini, eski Turk geleneklerine yoneltmek amacina dayanir. Bu gelenekler arasinda kadini kapamak ve erkekten kacirmak ve carsafa sarmak gibi ilkellikler yer almamistir. Muhammed"in yerlestirdigi hukumlere ve ornegin kocasi "evde yokken kadinin hic kimseye (velev ki akrabasi olsun) kapi acmamasi gerekir" seklindeki emirlere karsilik Dede Korkut"un dile getirdigi su asil Turk gelenegi bunun en guzel kanitlarindan biridir: "Eve bir konuk gelse ve er adam evde olmasa, ol (karisi) onu yedirir, icirir, agirlar, azizler (ve) gonderir." (Turk Dil Dergisi-1974- sayi 268 s 326) Ibn Batuta"nin "Seyahatname" adli yapitinda tanimladigi Turk kadininin uygar yasami bir baska ornektir ki daha onceki bolumlerde deginilmisti. Kadini ozgurluge ve esitlige sahip bir varlik seklinde degerlendiren eski Turk gelenegi, Turklerin Islami kabul etmeleriyle giderek zayiflamis olmakla beraber tamamen yok olmus degildir. Turk kadini carsafa sokulmus olma durumlarina karsi icin icin tiksinti beslerken, ozgurlugune, giyim ve kusam uygarligina daima ozlem duymustur. Eski Turk geleneklerine en fazla bagli kalabilen kuruluslarda ve ornegin orduda (ve kentlerden uzak koylerde) bunun boyle oldugu gorulmustur. Ataturk devrimlerinden cok once, daha Osmanli doneminde Kahire, Beyrut, Bagdat ve Sam, hatta daha kucuk yerlerde gorevli bulunan Turk subay eslerinin uygar yasamlari Arap toplumlarini daima etkilemis, kadin sorunlari konusunda uyandirmaya baslamistir. Arap yazarlarindan ogrenmekteyiz ki bu subaylarin "beyaz tenli, mavi gozlu eslerinin", sigara tutturerek, kahve icerek ve modern giysilerle son derece zarif ve "efsunkar" tavirlarla olusturduklari "sosyetik" yasamlar Arapin gozunde ruya alemleri yaratirdi. (Arsel, Arap Milliyetciligi ve Turkler, 1977 s 190 ve d.) Yine bir baska Arap yazarinin bildirdigine gore hemen her Arap insaninin gonlunde bir Turk kadini yatardi. (Katibah, 209) Arap ulkelerinde kadin haklari icin girisilen cabalarin temelinde bu etkilerin yattigi inkar edilemez. Nitekim bir Arap yazar soyle der: "(Turk kadininin bu)etkisi aslinda carsaf ve peceden kurtulmaya dogru en buyuk bir adim olmustur. Musluman kadinin kurtulus savasimi ile ilgili olaylarin tarihcesi anlatilirken, Istanbul"dan, Edirne"den, Izmir"den...(bu Arap ulkelerine) gelen Turk subaylarinin (erkekten kacinmak nedir bilmeyen ve herkesin onunde sigara tutturen ve bacak bacak ustune atip kahve kopurten davranisli) eslerine, ya da kiz kardeslerine ya da diger kadin akrabalarina, Arap dunyasindaki kadin haklari davasinin onculeri olarak serefli bir mevki tanimak gerekir" (Katibah, 210) Subay esleri kadar ayni uygar yasamlara sahip Turk kadin ogretmenlerin de etkisini unutmamak gerekir. Gerek Cemal Pasa"nin ve gerek Beyrut valisi Azmi Bey"in Beyrut"a getirttikleri kadin ogretmenler, Arap yasamlarina uygarlik havasi saglayan orneklerdendir. Halide Edip"lerin, ya da Nigar hanimalrin ve benzerlerinin Arap ulkelerine yaptiklari ziyaretler, Arap yoneticileri ve Arap aydinlari uzerinde unutulmaz izler birakmistir. Bir Arap tarihcisi, Muhammed Cemil Beyhum, Turk kadininin yarattigi bu etkiye deginirken ayni zamanda gerici Arap cevrelerin davranislarini da sergiler. Gercek odur ki Turk dusmanligi ile sisirilmis bu cevreler Turk kadininin bu tur yasamlarini Islam"a karsi "kufur" olarak tanimlamislardir. Ornegin Urdun Krali Huseyin 9 Eylul 1919"da yayinladigi bir bildiride, Arap"in Turk yonetimine karsi ayaklanmasinin nedenlerinden birinin bu oldugunu, ve cunku Suriye Valisi Cemal Pasa"nin kadinlar icin kongreler tertip ettirdigini, bu kongrelerde kadinlarin erkeklerle birlikte ayni salonda oturup konustuklarini, bazi kadinlarin bu toplantilar sirasinda erkekler onunde siirler okuyup demecler verdigini ve toplantinin seref mevkiine getirildiklerini; oysa ki butun bunlarin Islam dinine ve Arap geleneklerine ters davranis icerisinde bulundugunu ve bu nedenle Turklere karsi ayaklanmanin dinsel bir gorev oldugunu belirtmistir. (Arsel, Arap Milliyetciligi ve Turkler, 191, not 187) Ote yandan carsaf ve pece gibi Islami giysilere karsi nefret, Osmanli toplumunun en muhafazakar sanilan varlikli ve mevkii sahibi ailelerin kadinlarina da yayilmisti. Ancak ne var ki koyu taassubun olusturdugu korku icerisinde bu nefret duygularini ortaya vuran gorulmezdi. Bu ortamdan uzaklasip yabanci diyarlara goc edebilenler ve duygularini aciklama serbestisine kavusanlar hakli olarak hicnlarini cikarma firsatini ararlardi. Selma Ekrem adindaki bir genc kizimizin 1930 yilinda Amerika"da yayinladigi bir kitap ilginc orneklerden biridir. Cocukluk doneminin anilariyla dolu bu kitabinda kendisinden birkac yas buyuk ablasina ilk kez carsaf giydirilmesi olayini anlatirken duydugu uzuntu nakledilmeye deger: "...Ablama giydirilen (kara) carsaf, basini ve kollarini (ve her tarafini)kavrayan bir pelerin ve ayak bileklerine kadar inen bir eteklik seklinde kalin siyah ipek kumastan yapilmis bir seydi. Yuzune de kalin bir pece gecirilmisti... (Onu bu halde gorunce) salonda bulunan kalabalik gozlerimin onunden silindui ve karsimda bambaska bir kiliga burunmus bir abla belirdi. Bana simdi tamamiyla yabanci bu bohcanin kapkara ortuleri, beni (adeta) golge gibi sardi; tipki tum hayatimi pencesi arasina alip dev gibi buyuyen bir golgeydi bu... Hiddet ve dehset icerisinde tas kesildigimi hissettim. Ablami kara bir carsaf icerisinde zindana tikilmis gormek istemezdim... (Diyebilirim ki) carsaf (korkusu) benim yasantima iste boylece, pek zalim bir sekilde girmis oldu ve o andan itibaren (bu olumsuz etkisiyle) cocuklugum boyunca belli edecek sekilde zihnimin icine coreklendi. Bu (tiksinti verici) dusunceyi kafamdan cikarmam mumkun degildi. (Carsafa sokulma dusuncesi) oldurucu bir dusunce olarak o ana kadar tanik oldugum her turlu korkudan cok daha korkunc bir nitelik tasimaktaydi. Milyonlarca kadin bunu, benden once giymisti. Gozlerimin onune, kalin kara carsafa burunmus, yuzlerikapali, hep bu kadinlar gelir oldu. Kara bohcalar seklindeki bu milyonlarin (bilincsiz) teslimiyeti beni nefessiz birakmaya yeterliydi. Ustume buyuk bir firtinanin coktugunu duyar oldum; fakat basimi azimle dolu olarak kaldirip bu firtinaya karsi savasmaya ve beni saran bu golgeyi yirtmaya hazirdim. (Kara bohcalara sarili) milyonlarca insan bana gulebilir; benimle alay edebilir, beni kucuk gorebilir (beni dinsiz bilebilirdi); fakat ben (her ne olursa olsun) bir bohca haline girmeyecektim. Ben yasamim boyunca temiz havayi ve ruzgari yuzumde hissetmek istiyordum. Ruh cokerten bu kara agil beni pencesine alamayacakti. Ne demekti dinsel emirler ya da benim buyuklerimin emir denen sozleri? Gencligimin verdigi pervasizlikla butun bunlara karsi direnecektim." (Selma Ekrem, Unveiled; The Autobiography of a Turkish Girl, New York 1930, 1780180) Ve iste Turk kadinina bu guzel ozlemi gerceklestirme firsatini Ataturk devrimleri verecektir. Bu devrimleri bazi musluman ulkeler, ornegin Afganistan izlemek isteyecek fakat Seriatcinin melaneti ve tepkisiyle cabuk vazgececektir. (Afganistan krali 1927 yilinda, Ataturk"u takliden pece ve carsafi yasaklamistir. Kraliyet ailesine mensup bazi prensesler, halka ornek olmak icin sokaga carsafsiz ve pecesiz cikmaga baslamislar, fakat din adamlari bu davranisi "gavurluk" ilan ederek halki isyana cagirmislardir.) Bu devrimleri tek basina surduren Turk toplumu ise, Ataturk"un olumunden az sonra kafasini kaldirmaya calisan yedi basli yilaninin zehiriyle sendelemeye baslayacak ve o eski felaket vadisine dogrulacak ve ilk is olarak kadini carsafa sokma yollarini arayacaktir. (Kaynak:Ilhan Arsel, Seriat ve Kadin, 9. Baski, Istanbul 1991, s. 255-279) -------------------------------------------------------------------------------- Aralık 2000"de, islamcılar arasında yeni bir tarışma başladı. İslamiyette kadının çağdığı durumunun sergilenmesinden rahatsız olan bazı Islamcılar, özellikle kadınların Islamiyeti sorgulayarak islamdan kaçmalarını engellemek için, özellikle Islamcıların en önemli istismar konusu olan "örtünme" hakkında diğerlerine ters gelen görüşler öne sürmeye başladılar. Örtünme konusunda diğerlerine aykırı fikirler öne sürenlerden Prof.Dr. Zekeriya Beyaz"ın bu konudaki düşünceleri için |
Gerçekleri öğrenmek isteyenler, oturup,
bu yazıları teker, teker okurlar.
|
Herkesin Allah in jandarmasi olmasi
Herkesin Allah in cahili veya Düsmani olmasindan evladir :o)
Takma kafana sen Hic ayip degil.. |
Bunlarin Islam ile ilgisi ne ? :o)
Bunlari neden yazdin/aktardin ki roman ?..
Muhatabin Islam mi ?.. Sen Bir gelenegi Bir mezhebi yargiliyorsun. Onu ben de yapiyorum :o) Muhatap olarak Kuran i alsana.. Islam Hakkinda bir yargiya varmak istiyorsan Yolun Kuran a Cikar. Baska yollari Tutmus ve o yollar baska yerlere cikiyorsa Kuran senin yargini Muhatap almaz. Ve Yargin Kuran in degil Baskalarinin vesayeti altina girer ki O da Islami ilgilendirmez. Islam dininin Kitabi Yasalari vardir. O kitabin disinda Hic bir yasa ve; Hangi seyh nerede Takla atmis Hangi efendi nasil ucmus Hangi Kadin Recm edilmis Islam i baglamaz. Insanlar Kendi Yasalarina " Islam " adi veriyorlarsa Kendilerini baglar. Bunu neden anlamak istemiyorsunuz ki ?.. :o) |
REFORM :o)
Islam da reform Olmaz !..
Neden olmaz ?.. Cünkü Islam Her caga hitap eden Modern bir dindir. Yazdiklarin Bosanma Gibi Konular yanlis Ilhan Arsel bey Turan Dursun tarafindan Bilincli olarak saptirilmis konulardir :o) Bu Gün Ari ve Duru Islam dinini savunanlara Bizzat Islamistler tarafindan reformcu deniyor :o) YANLIS !..:o) Cünkü Islam da reformu onlar yapmis senin de elstirdigin benim de elstirdigim Akli olan her Kesin elestirdigi Bir baska din ortaya cikmistir. :o) Kuran da Kandil yoktur !.. Bu Gün Islam denilen din de vardir. Kuran da Kaza Namazi yoktur !..Bu gün vardir Kuran da Oruc yiyene Ceza verilmez !.. Bu Gün Bir Güne 61 gün ceza verirler :o) Kuran Da Kadini Dövmek yoktur. Bu Gü+n RECM ederler ( Taslarlar ) Peygamber Cuma namazini Iki rakat kilmistir .Yani Farz Olan Allah icin kilinan Namaz iki rekattir. Bu Gün 16 rekat kilarlar. Yani Allah in Hakki 2 Bidatlarin Hakki 14 tür :o) Buraya Bütün Saptirmalari yazsam Forum Cöker. Ve Siz Bunlara Yani Kuran in Red ettigi seylere Islam diyorsunuz :o) Degisik bir Psikoloji :o) Siz gercekten yana misiniz ..Yoksa Yalanlari Mesru Kilmak Hosunuza mi gidiyor ?.. Gercek yalanlarin Türevidr. Kacamazsiniz. Ne kadar desteklerseniz destekleyin O yalanlardan gercege Ulasirsiniz. :o) |
Kardesim :o)
Sana darb kelimesinin Bütün Kuran da kullanimini verdim :o)
Bu üc secenekten sadece birine Uyuyor. Oku Bir zahmet. Kaldi ki Peygamber Hz. Aise üzerinde O Uyan secenegi Uygulamistir. :o) Daha ne ?.. Yani illahi de Karini dövmek mi istiyorsun :o) ayet orta da Sünnet ortada.. Ilim Ortada :o) Senin alimlerinin Cogu Kuran da Olmayan " RECM " i uygulamak Isterler. Vahsetleri O kadar sehvet e dönüsmüstür ki: Kuran da vardi O yapragi keci yedi derler hadisler rivayetler uydururlar :o) Ama Bir noktayi yine unutur rezil olurlar. " Allah Kuran i Korumustur " !.. Yani Onlara Göre Bu yalandir Allah keciye malup olmustur. Böyle din Böyle ilim Böyle rezalet olmaz. Bunun Adi Islam Danisikli dögüs degil.. :o) |
Tuhaflik sende :o)
Sen Bana Rantlarini DIN üzerinden Kotaran Tiranlarin " Kadini Dövün " emrini Mesrulastirmaya Calisyorsun :o)
Ve Buna Insanlik adini Koyuyorsun :o) Ben sana Ayeti acikliyorum Fiilin Kullanimini veriyorum Bunun yanlis oldugunu acikliyorum. Kaldi ki Kuran Kesinlesmis zina Sucuna Dayak cezasi verir. Ve bu sucuun Kesinlesmesi icin 4 sahit ister . Yani seni Yatakta 4 kisi nin yakalamasi lazimdir :o) Neredeyse olanaksiz. Bu ayet apacik dururken Sen ve alimlerin " Zina Süphesine " dövmek cezasi veriyorsunuz. Senin "Sevgili Tanri" dedigin Allah in Tutarsiz bir sevgili Tanri Olmasi gerekir ki. Bu da Olanaksizdir :o) |
Gercek Yalanlarin TÜREVIDIR !..
Sen Bana Rantlarini DIN üzerinden Kotaran Tiranlarin " Kadini Dövün " emrini Mesrulastirmaya Calisyorsun :o)
Ve Buna Insanlik adini Koyuyorsun :o) Ben sana Ayeti acikliyorum Fiilin Kullanimini veriyorum Bunun yanlis oldugunu acikliyorum. Kaldi ki Kuran Kesinlesmis zina Sucuna Dayak cezasi verir. Ve bu sucuun Kesinlesmesi icin 4 sahit ister . Yani seni Yatakta 4 kisi nin yakalamasi lazimdir :o) Neredeyse olanaksiz. Bu ayet apacik dururken Sen ve alimlerin " Zina Süphesine " dövmek cezasi veriyorsunuz. Senin "Sevgili Tanri" dedigin Allah in Tutarsiz bir sevgili Tanri Olmasi gerekir ki. Bu da Olanaksizdir :o) yani dostum Insanlar yalanlari oraya buraya cekip Isleme koyar ve tartisirsa gercek kendiliginden Ortaya cikar. Gayet tabii Insan sevgisi de :o) Gercek Yalanlarin Türevidir. Ve Allah yalan Söylemez !.. Einstein diyor ki: ALLAH ZAR ATMAZ !.. :o) Onun Ilahi Yasalari reforma ugramaz Her devre hitap eder. Reform yapip Saklabanlikla Istigal edenler ise " Zar Atmakla " Mesguldürler Dinleri rezelete -pislige kan a dönüsür.ve nihayet Seytan a Hitap eder SATANIZM halini alir. :o) Bilmem anlatabiliyor muyum ?. :o) |
Roman in DIN DÜSÜNÜRLERI :o)
Mezhep kabullerimize uymayan Her ayet MENSUHTUR.( Gecersizdir )Ve yahut tevil edilmistir ! Her hadis de Böyledir
( Ubeydullah el-Kerhi er-RISALE -Hanefi bas fakihi Hayreddin Karaman dan Naklen Islam hukuk tarihi ) Bu ne demek iyi bir düsün .. Ikinci belge: Kuran Emri : Hayizli kadin ile cinsel temas yasaktir. Mezhep hos görüsü mü-Satanistlik mi Sen söyle .. Buyur: Kuran in hayiz halini düzenliyen ayetin de Bir tek yasak vardir o da erkege yöneliktir: Hayizli kadinla temas yasagi Demistim. Kuran düzenlemeyi böyle Yapmisken hic bir yasaga muhatab kilinmayan Kadina Mezhepler tarafindan bir dizi yasak getirilmistir :o) Öte yandan ayet de erkege getirilen yasagi delip hayizli kadinla cinsel temas saglamak icin Akil almaz oyunlar sergilenmistir.Bu yasagi delen erkege HAD ( Nasla belirlenmis ceza ) yok , tazirden söz eden yok, azarlanmasi gerektigini bile söyleyen yoktur. Hic olmassa kefaret öngörülsün o da yoktur . Bu yasagi delen erkek,Allah dan affini diler yarim dinarlik bir sadaka verir ( Ibn Kudame;el-mugni,1/335; Halifi,71 ) erkegi rahatlatmak icin baska oyunlarda sergilenmistir :O) Bu oyunlari gösterirken Her kesin bas vurabilecegi bir kaynaga gönderme yapalim: el-Ceziri nin el-FIKIH ale"l-mezahibi"l-Erbaa adli ünlü eserine.. Gelenegin HAK (!) MEZHEP diye andigi fikih ekollerinden HANBELILIK in görüsü su: Hayiz halindeki kadinla cinsel iliskiye girmek,kücük bir günahtir ) Bu günahi isleyen kisi tövbe eder ve bir veya yarim dirhemlik sadak verir kurtulur.Eger maddi durumu müsait degilse bu sadakayi da vermez ) Devam edelim Bakara 222 de belirtilen yasagi asmaya yönelik farkli icadlari görelim ) Dört hak mezhep den HANEFILIK in kadin hayiz gördügünde SIKISAN erkege Care getiren FETVASI su: Hayizli kadinla cinsel temas istegi duyan erkek Günaha carpilmadan bu isi yapmak icin kanin iki namaz arasi kadar kesildigi bir zamani kollar.. ) Hak mezheplerden MALIKILER in SIKISIK durumda olan erkekleri kurtarmada cözümleri daha LIBERAL ve daha Hosgörülüdür. Söyle fetva veriyorlar: Hayiz halindeki kadinla cinsel temas icin kanin iki namaz arasi kesilmesi sart degildir,Bir namaz kilinacak zaman kadar kesilmisse erkek cinsel temasda bulunur ve günah a girmez ) Bu Hos görülü Malikiler de daha da hos görülü cözüm getirenler vardir Onlara Göre adet halindeki kadinin kani,Cinsel birlesme icin yetecek bir süre kesilmisse Cinsel temas yapilabilir ;o) Malikiler dahada isi ileri götürmüslerdir... Söyle derler: Bunlarin hic birine gerek yok Adet kanin kesilmesi bir CIHAZ ya da ilacla saglanarak da erkegin yolu acilabilir ( Ceziri 1/ 123-124 ) Bu Cözüm getirici Hak (!) Mezhep Görüslerini siraliyan ezherli FAKIH el-Ceziri son görüsü belirttikten sonra Su Müthis eklemeyi yapiyor. Tahammül gücü olmayan SEHVETLI erkeklere,Cinsel temastan önce Kanin akmasini kesmek icin bu son görüsün actigi yolda hareket etmelerini öneririz. Gördügünüz Gibi Kadinin saci ile yillarini Kaybeden Hak mezheplerin KURAN AYET ini etkisiz birakmak icin ürettikleri cözümlere modern zaman ulemasida katkida bulunmakta SEHVETINE hakim olamayan GÜCLÜ ERKEKLERIN Allah rizasi icin (!) YARDIMINA KOSMAKTADIR !. Oyun hep cinsiyet Hep sehvet oyunudur.Ve Din Özellikle Uydurma hadislere dayanan Din yani satanizm Bunun araci yapilmistir. Bu Cinsiyet ve Sehvet oyunlarinin hangi anlayisla sergilendigine tipik bir örnek de HADIS adi ile Sahnelenen Su HERZE dir: **Herhangi bir kadin kocasinin izni olmadan oruc tutar,kocasi ondan bu halde iken cinsel istekte bulunur da kadinda buna olumlu cevap vermez ise Allah o kadina ÜC BÜYÜK KEBIRE ( en büyük Günah ) Yazar ( Elbani;ez-zaifa,5/494 ) Hayizli kadinlar,Isterlerse her türlü ibadetlerini yapabilirler. Namaz kilarlar Oruc tutarlar Kuran okurlar Maabet e cemaatle giderler.ama Islam onlara o hallerinde iken bu yükümlülüklerini yerine getirmeme izni vermistir.Isterler ve gerek görürlerse bu izni kullanabilirler.. FIkih ekollerinin hükümleri Tosuruktan TEYYAREDIR !.. Hüküm ve fetva nin en Hayirlisi HAK tan gelir. Bundan süpheye düsenlerden olma... HAKKIN DISINDA SAPIKLIKTAN GAYRI NE VARDIR ! ( Yunus;32 ) Iste KURAN !.. Iste senin DIN düsünürlerin Hoscakal |
Zülfü Livanelinin Allah kelimesi üzerine
tespiti
<a href="redirect.jsp?url=http://www.kurandaceliskiyoktur.com/?p=152#comments " target="_blank">http://www.kurandaceliskiyoktur.com/?p=152#comments </a> |
KURAN´da celiski yoktur!
Nisa 82: "Onlar hâlâ Kuran´i iyice düsünmüyorlarmi`? Eger o, Allah´tan baskasinin katinda olsaydi , kuskusuz icinde bircok celiskiler bulacaklardi "
"Kuran saf Arapça’dır. Ancak neden Kuran içerisindeki bazı kelimeler Arapça kökenli değildir? Kuran apaçık Arapça bir kitaptır. Yani Arap dilini bilen herkes Kuran’da söylenenleri anlar. Kuran’da Arap diline daha önceden başka dillerden geçmiş kelimeler olabilir ama bunlar da zaten Arapça’dır. Arap dilinde olan kelimelerdir. Burada dil bilimi düşünülmeden, sadece bir iddiada bulunmak için ortaya atılmış bir suçlama vardır. Bu özellik sadece Arap dilinde değil her dilde vardır. Her dile başka dillerden kelimeler geçer ve bu dile yerleşir. Aynı şey Türkçe’de de geçerlidir. Örneğin “ Kemal, final imtihanında kopya çektiği için fakülte konseyi kararıyla üniversiteden uzaklaştırıldı”. Bu cümle Türkçe bir cümledir. Her okuyan bu cümleyi anlar fakat bu cümledeki kelimelerin tamamına yakını başka dillerden Türkçe’ye geçmiş kelimelerdir. Kelimelerin başka dillerden geçmiş olması bu cümlenin Türkçe olmadığı anlamına gelmez. Aksine bu cümle içindeki kelimelerin hemen hemen hepsi yabancı dillerden geçmiş kelimeler olsa da, herkesin anlayabileceği açık bir Türkçe’dir. Kuran’da bu şekilde anlaşılır bir Arapça ile yazılmış bir kitaptır. Ayetlerde de Kuran’ın bu yönü açıkça vurgulanmaktadır. " |
Cennet´de icki var deyen asalaklara ! ;)
Cennette içki olacak mı?
Bu iddianın temel sebebi içki ve içecek kelimelerinin Arapça karşılığı ile Türkçe karşılığının karıştırılmasıdır. Bu karışıklılıkla orijinal metinde olmayan ifadeler sanki Kuran’da varmış gibi zannedilmektedir. İlk başta bu konuyla ilgili olan ayetlere bakalım. Takva sahiplerine va’dedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır. Hiç (böyle mükafatlanan bir kişi), ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını ‘parça parça koparan’ kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu? (47 Muhammed Suresi, 15) Bu ayette çevrilen “şaraptan ırmaklar” kelimesinden yola çıkarak şarabın bir içecek olarak cennette olduğu ve dolayısıyla övüldüğü iddia edilmektedir. Fakat bu ayette geçen kelimenin karşılığı ve bunun anlamına bakıldığında hatanın nerede yapıldığı anlaşılacaktır. Ayetin orijinalinde de “şarap” kelimesi geçer ve Türkçe’ye direkt olarak “şarap” diye tercüme edilir. Fakat Arapça’daki “şarap” kelimesinin karşılığı ile Türkçe’deki “şarap” kelimesinin karşılığı aynı değildir. “Şarap” kelimesi Arapça “içmek” anlamına “şerebe” fiilinden türer. Şarap içilecek olan her şeydir. Fakat bu kelime Arapça’dan Türkçe’ye geçerken anlam kaymasına uğramış ve “içki” anlamında “şarap” olarak anlamlandırılmıştır. Kuran’da ise “şarap” ve “alkollü diğer içecekler” için “Hımır” kelimesi kullanılmaktadır. Kur’an’da da “alkollü içecek” (Türkçe’deki şarap) anlamında bu kelime kullanılmaktadır. Ey iman edenler, içki (Hımır), kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi? (Maide Suresi, 90-91) Ayrıca Allah Kur’an’da cennet içeceğinin sarhoşluk vermediğini başka bir ayette ayrıca şöyle ifade etmektedir. Kaynağından (doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler ki bundan ne başlarını bir ağrı tutar, ne de kendilerinden geçip akılları çelinir. (Vakıa Suresi,18-19) Dolayısıyla iki dil arasındaki bu anlam karmaşasından faydalanılarak bu eleştiriler yapılmaktadır. Oysa ayette geçen kelimelerin gerçek anlamları bulunup, kelimeler buna göre düşünülürse sonuçta ortada bir çelişki olmadığı görülür. " |
Bak sen!!!
Sen hakikaten şartlanmış bir din Fanatiğisin Alpi, dindarsın demiyorum.
Hastalık düzeyinde Fanatik ve İslam üzerine yeterli bir bilgiyede sahip değilsin. Tüm dinkolikler ile tartışma her yerde olduğu gibi dönüp dolaşıp aynı yere gelecektir. Gerçi aktardığım yazıları bile okuduğundan şüpheliyim senin. Okumuyorsun, araştırmıyorsun. Mezhepleri geç diyorsun. Tehtit ediyorsun. Biraz daha yüklensem kim bilir daha neler yazacaksın. Emin ol artık sana hiç kızmıyorum, sen işin puştluğunu öğrenmişsin Alpi. Ama ben bu yazıları senin gibi Özsu hanım gibi birilerini o hastalık halinden çıkarmak için aktarmıyorum. Belki sizlerin durumuna düşebilecek olanların önüne geçebilmek için bırakmaktayım. Detayları ile yazılar İslam ülkelerinde ki kadınların o korkunç ve insanlık dışı hallerini tek, tek inceler ve bunlar üzerine tek bir kelime yazamazsınız. Neden acaba???? Kuran Tevrat kökenlidir, bir çok bölümü Tevrattan çalınmadır. Boşuna değildir o kadar çok kelimenin İbranice olması. RAB, kelimesi, yani İslam dilinde Allahın bir adı olan kelime bile Yahudilerden çalıntıdır. Evet 14 bin tane hadis vardır toplanabilen. Yüzlerce İslam düşünürlerinden güzel kardeşim bunların hepsi palavra ise neden İslam bu kadar palavracı üretmektedir??? |
Ben meşrulaştırmıyorum.
Yukarıda aktardığım tüm din alimleri diyanetine kadar muşrulaştırmış.
Bu yeterli olmuyormu??? |
TEVRAT ve KURAN!!!
201.sayfadan- 250. sayfaya "Tanrı, haftanın hangi gününde neler yaratmış"? Ebu Hureyre anlaüyor:"Peygamber elimden tuttu ve şöyle dedi: Tanrı, TOPRAĞI (yeryüzünü, CUMARTESİ yaratü. Toprağın üzerinde DAĞLARI da PAZAR günü yaptı. AĞAÇLARI da PAZARTESİ varetti. MEKRUHU (kötü? olanı) da SALI GÜNÜ yaratmışür. NURU (ışığı) da ÇARŞAMBA günü... HAYVANLARI da, PERŞEMBE günü yaraüp yaydı. ADEM"İ yaratması da CUMA GÜNÜ İKİNDİDEN SONRA, ikindiyle gece arasında, cuma günü saatlerinden en son saatte oldu. Sonuncu yaraük olarak." (Bkz. Müslim, e"s-Sahih, Kitabu Sıfaü"I-Munâfıkîn/27, hadis no: 2789; Ahmed Ibn Hanbel, Müsned, 2/227.) Aclûnî, bu hadisi "Müslim"in, Neseî"nin ve Ahmed Ibn Hanbel"in, Ebu Hureyre"den aktarıp yer verdiğini" belirttikten sonra, aynı konudaki açıklamayı içeren hadisin Ibn Abbas"tan da aktarıldığını yazıyor. (Bkz. Aclûnî, Keşfu"1-Hafâ, 1/454-455, ha. 1241.) Muhammed"in bu açıklaması, Kur"an"da "göklerin ve yerin alü günde yaratıldığı" bildirilirken görülen "günler"le, bildiğimiz "haftanın günleri"nin amaçlandığına kuşku bırakmıyor. En yetkili sayılan "müfessir"lerin görüşü de bu yöndedir. 2000"e Doğru 21 Ocak 1990, Yıl 4, Sayı 4 201 KUR"AN"DAKİ "AKIL VE BİLİM DIŞILIK"LAR (V) Fussilet Suresinin 9. ayetinin anlamı: - "De ki: Siz YER"i İKl GÜN"de Yaratan"ı yoksayıp da O"na eşler koşuyorsunuz? O, dünyaların Efendi Tann"sıdır (Rabbu"l-âlemîn)." "Koskoca YER"i "iki gün içinde yaratma"ya kimin gücü yeter? "İki gün" gibi kısa bir süre içinde bu denli büyük işi kim başarabilir? Dünyanın bütün insanları gelse bunu gerçekleştiremez. Öyleyken nasıl oluyor da "O"na başkaları tanrılıkta ortak yapılıyor"? Ayet"de demek istenen bu. (Bkz. RRâzî, 27/101; Taberi, Câmiu"l-Beyân, 24/61-62. Ve öteki tefsirler.) Bu "iki günde" gerçekleştirilen "iş"in içinde, "dağlar"ın ve "yiye-cekler"iyle birlikte "yeryüzü canlılan"nın yaratılması yok. "İki gün"de yalnızca "yeryüzü", yani "dümdüz" olarak "yaratılmış". Muhammed"in daha önce sunulan "hadis"teki açıklamasına göre, bu iş için yalnızca "1 gün"ün harcanmış olması gerekiyor. Cumartesi. Ama yukandaki ayette, bu iş için "iki gün"ün harcandığının anlatıldığını görüyoruz. Kur"an yorumlarına göre bu "iki gün", PAZAR günüyle PAZARTE-Sî"dir. (Bkz. Taberî, Câmiu"l-Beyân, 24/61; Tefsiru"n-Nesefî, 4/88; Ce-lâleyn, 2/153. ve öteki tefsirler.) "İki günde de dağlar ve öteki şeyler yaratılmış": Aynı surenin 10. ayetinin anlamı: - "O ki yeryüzüne, üstünden ÇİVİLER (DAĞLAR) yerleştirdi. Orada çoğalma (bereket) gerçekleştirdi. Ve yiyeceklerini bir ölçüye düzenine koydu. Dört gün içinde tamam hepsi. Soranlara..." Demek ki "iki gün"de "yeryüzünde yaratılan öbür şeyler"e harcanmış. Öyle anlatılıyor. Tümüne harcanan "gün sayısı": Tam "dört". Muhammed"in daha önce sunulan açıklamasına göre, "dağlar"ı 202 yaratmaya ayrı bir gün (pazar), "ağaçlar"ı yaratmaya ayrı bir gün (pazartesi), "hayvanlar"ı yaratmaya ayrı bir gün (perşembe) harcanmış. Yukandaki ayete göreyse, bunlann tümüne harcanan "gün sayısı"; "iki". Bu "iki gün"de, Kur"an yorumcularına göre; salı ile çarşamba. (Bkz. Celâleyn, 2/153; Tefsiru"n-Nesefî, 4/89...) 9. ve 10. ayette bildirilen o ki, "YER", dağlan, ağaçlan, bitkileri ve hayvanlanyla birlikte toplam: "DÖRT GÜN"de yaratmıştır. Başka ayetlerde, "göklerin ve yerin altı günde yaratıldığı" bildirildiğine göre, geriye "iki gün" kalıyor. Yani "yedi kat göğün yaratılması"na da "iki gün" yetmiş. Bu da aynı surenin 12. ayetinde açıkça bildiriliyor. "Tanrı, gökleri yaratmaya, yeri yarattıktan sonra girişmiş": Aynı surenin 11. ayetinde bildirilen: - "(Tanrı) Sonra (YER"i içindekilerle birlikte yarattıktan sonra),bir duman durumunda olan göğe yöneldi (yaratmak için). Göğe veyere: "Haydi ikiniz de gelin. İsteyerek ya da istemeyerek." dedi. İkisibirden: İsteyerek geldik." dediler." "İki gün içinde de yedi kat göğü yaratma işi tamam": 12. ayette bildirilen: - "Bunun üzerine (Tann), tüm gökleri, yedi (kat) olarak ikigünde yarattı. Ve her göğe, işini (görevini) bildirdi. (...)" Kur"an yorumlarında açıklandığına göre,."«ıfER"in, içindekilerle birlikle yaratıldığı "günler": Pazar, pazartesi, salı ve çarşamba. "Yedi kat göğün" yaratıldığı iki-gün de şunlar: Perşembe ve cuma. (Bkz. Celâleyn, 2/152-153; Tefsiru"n-Nesefî, 4/88-89.) Tüm evren içinde "YER"in, yani "DÜNYA"nm önemi nedir ki? Öyleyken "Yer"in yaratılmasına "dört", kalan tüm evrenin yaratılmasına da yalnızca "iki" günün harcandığı anlatılıyor. Buna şaşılabilir. Ama unutulmamalıdır ki, dünyadan çıplak gözle bakan kimse, "bilinV"den, özellikle de "gökbilimi"nden habersizse, "DÜNYA"mızı, evrenin öteki kesimlerinden "daha büyük" görebilir. 203 Burada asıl şaşılası şey şu olmalı: - Ayetlerde, "AY"ıyla, "GÜNEŞ"iyle, "YILDIZ"lanyla "GÖK" (ayetlerdeki anlaümıyla "yedi kat gök") daha ortada yokken, "YER"in, dağlarıyla, ağaçlarıyla, bitkileriyle, hayvanlarıyla "yaraüldığrnın bildiriliyor oluşu. Bunu yalnızca "iman" ve "imana bağımlı akıl" kabul edebilir. Özgür insan aklı ve bilimse, hiçbir zaman."Yer"in "gökler"den sonra yaratıldığını anlatır gibi anlatımlar içeren ayetler de var. (Bkz. Nâziât: 27-30.) Ama Fussilet Suresinin yukarıda sunulan ayetlerindeki ayrıntı ve açıklık hiçbir yerde yok. "Yer"in "gökler"den ÖNCE yaratıldığı, çok açık biçimde anlatılıyor bu ayetlerde. Kaldı ki Muhammed"in, daha önce sunulan ve Müslim"in "e"s-Sahih"inde de yer alan hadiste, kendi açıklaması da bu doğrultuda son derece açık. Kur"an"da, "TanrTmn "YER"i ve "GÖKLER"i yarattığı bildirilen "ALTI YARATMA GÜNÜ"nün "İLK GÜN"ünde "TOPRAK" diye anlatılan "YERYÜZÜ"nün, onu izleyen günlerde de "DAĞLAR"ın, "AĞAÇLAR"ın yaratıldığını açıklıyor. Aynı hadisteki açıklamaya göre: 204 KUR"ANT)AKi"AKIL VE BİLÎM DIŞILIK"LAR (VI) Kur"an"da pekçok şey Tevrat kaynaklı ("Isrâiliyyât"). Eski Kur"an yorumcuları ("tefsirciler"), bunu bildikleri için, çoğu kez değişik biçimde Kur"an"a geçmiş olan öykülerdeki boşlukları, Tevrat"a başvurarak doldurmaya çalışmışlardır. Tevrat"ın kaynağı da "söylenceler" (efsaneler). En temel kaynaktır bu. Örneğin bir "Nuh (Sümer"deki adıyla: Utnapiştim.) Tufanı"nın kaynağının "Gılgamış Destanı" olduğu artık biliniyor. O destan ki, Tevrat"tan çok önceki dönemlerin ürünü. "Yaratılış Söylencesi" de bu türden. Yani Tevrat"a söylencelerden yansıma. Dolayısıyla da Kur"an"a... "Yeryüzü, dağlar, ağaçlar, daha ışık yokken yaratılmış" "Nur" sözcüğüyle anlatılan buradaki ışığın ne olduğu açıklanmıyor. "Güneş"in, "Ay"ın, "yıldız"lann "ışık"lan olduğu söylenebilir. "IŞIK, DÖRDÜNCÜ GÜNDE" yaratılmış. Tevrat"a bakıyoruz; burada da öyle. Yani burada da "ışığın dördüncü günde yapıldığı" anlatılıyor. (Bkz. Tevrat, Tekvin, 1:16-19.) Tevrat"ta da böyle anlatılması doğal. Çünkü asıl KAYNAK: Tevrat. 2000"e Doğru 4Şubatl990,Yıl 4,Sayı 6 204 "Yaratılış Söylencesi" Kur"an"ın "Tann"dan olduğu" savı ortaya atıldığında, buna inanmayanlar, "Hayır, bunlar eskilerin masallarıdır..." demişlerdi. (Kur"an"da bu, pek çok yerde aktarılır, örneğin bkz. En"am: 25; Enfal: 31; Nahl: 24...) Böyle diyenler, ne dediklerini biliyorlardı. "Yaratılış" öyküsü, pek çok toplumun söylencesinde var. Eski Türklerde de türlü "yaratılış efsaneleri"nin bulunduğu bugün biliniyor. Kimi, "kitaplı" diye ünlü olan "din"lerdekine çok benzer. Örneğin: "Tann" Ülgen, söylenceye göre "DÜNYA"yı altı günde yaratmış, yedinci gün de yatıp uyumuş". (Bkz. Abdulkadir inan, Tarih Boyunca ve Bugün Şamanizm, Ankara, 1972, Türk Tarih Kurumu Yay., s. 20.) Bu, söylencenin yaygınlığını gösterir, inan, "Kitaplı dinlerin, Şamanizm"le beslendiklerini ve bu beslenmenin az olmadığını" yazar. (Bkz. inan, aynı kitap, s.6. Karşılaştırrrtak için ayrıca, Dünyanın ve İnsanların Yaradılışlarına Dair Efsaneler başlıklı bölüme, s. 13-21"e bkz.) "Tann"nın" Yer"i ve "gökler"i "altı gün"de yarattıktan sonra "ye- -dinci gün dinlendiği", Tevrat"ta yer aldığı halde, Kur"an"da bu açıklıkla 205 yer almıyor. Yalnızca, işini bitiren "TanrTnın, "sonra ARŞ"a İSTİVA ettiği" anlatılıyor. "Istiva"ya "dayanma" anlamı verenler de var. İslam kelamında tartışmalı. Eğer bu anlam doğruysa, "ARŞ"a dayanmak"la "Tanrı", bir çeşit "dinlenmiş" oluyor diye düşünülebilir. Bununla birlikte Kur"an"m "TanrTsı da "SEBT" gününe son derece önem verdiğini belirtiyor. Öylesine ki, bu günde, çalıştılar, "balık avladılar" diye, insanları (koca bir kasaba halkını) korkunç biçimde cezalandırdığını, bunları "aşağılık maymunlara dönüştürdüğünü" açıklıyor. (Bkz. A"raf: 163-166.) "Sebt", Tevrat inanırlarını, "TanrTnın "evreni altı günde yarattıktan sonra dinlendiğTne inandıkları (bkz. Tevrat, Tekvin, 1:1-31; 2: 1-4.) "yedinci gün "dür. Demek ki "SEBT"e önem verdiğini anlatmakla, Kur"an"da, "TanrTnın "yedinci gün dinlendiğini", dolaylı da olsa kabul etmiş oluyor. Böyle denebilir. Kaldı ki, Muhammed"in hadiste bir açıklaması var: "Tanrı işini bitirince bir ayağını öbür ayağının üstüne atıp oturmuş; ya da sırt üstü yatmış": Abdullah Oğlu Câbir"in anlattığına göre Muhammed, "herhangi bir kimsenin, ayak ayak üstüne atıp oturmasını ve sırtüstü yatarken de ayak ayak üstüne atmasını yasaklamıştır"; "sakın ha, kimse bunu yapmasın!" demiştir. (Bkz. Müslim, e"s-Sahih, Kitabu"l-Libâs/72-74, hadis no: 2099; Ebû Dâvûd, e"s-Sünen, Kitabu"l- Edeb/35, hadis no: 4865; Tirmizî, Sünen, Kitabul-Edeb/20, h.no: 2767.) Muhammed"in şu açıklaması buna ekleniyor: "Çünkü bu oturuş (ayak ayak üstüne atıp oturmak), Yüce Efendi Tann"nın (Rabb Teâlâ) oturuşudur." Bu açıklamasının başı da şöyle: "Yüce Tanrı, yaratıkları yaratma işini bitirince, sırtüstü uzandı. O sırada bir ayağım da öbür ayağının üstüne koymuştu. Bunun benzerini yapmak, hiç kimse için uygun değildir..." (Bkz. Hâfız-Ebûbekr Muhammed İbnü"l-Hasen Ibn Fûrek, Müşkili"l-Hadis, tahkik: Dr. Abdul"mu"C. Halep, 1982, s.42.) Tann"nın "ayak ayak üstüne atıp oturması ya da yatması", biraz ters bulunduğu için Muhammed"in bu açıklamasını uygun biçimde yorumlama çabalarına girişiliyor, bir sürü zorlamalı yorumlar yapılıyor. (Bkz. Ibn Fûrek, aynı kitap, s.42-44.) 206 Tevrat"ın "Tann"sı, "yedinci gün dinlendiğTne ilişkin açıklaması yüzünden "Tann da yorulur mu ki, dinlenmiş olsun? Ne biçim Tann?" diye eleştirilince, Kur"an"ın "Tann"sı bu eleştirinin kendisine yönel-/ memesi için şu açıklamayı yapıyor: (Çeviri: Diyanet"in.) -"And olsun ki, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları \ ALTI GÜNDE yarattık ve Biz, bir YORGUNLUK da duymadık!" K (Kâf, ayet: 38.) "Yaratılış günleri" olarak "söylencelere dayanan ve "TevraTa, pek nice zaman sonra da "Kur"an"a yansıdığı görülen "ALTI GÜN"le an-v laülmak istenenin, "haftanın günleri" olduğu son derece açık. Ne var *" ki, bunun "akıl"la4 "mantık"la ve "bilim"le bağdaşmadığını gören kimi Kur"an yorumcusu ille de "bağdaştırmak" için bu konuda da yoğun ve zorlamalı yorumlara girişmişlerdir. Ünlü yorumcu F.Râzî de bu konuda aynı çabaya katılmış görünüyor: "Altı gün, altı evre demektir." diyor. (bkz. F.Râzî, 28/183-184.) Son yüzyılın islam propagandacılan da bu yoruma tutunmuşlardır. Maurice Bucaille (müslüman olmadığı halde islam propagandasını üstlenmiş görünür. Bu konu için bkz. Bucaille, Müsbet ilim Yönünden Tevrat, Inciller ve Kur"an, çev. Dr. ! Mehmet Ali Sönmez, Konya 1979, s. 217-224.), Süleyman Ateş (bkz. islam"a İtirazlar ve Kur"an-ı Kerim"den Cevaplar, Ankara, 1971, s.213 ve öt.) de, bu kervanda kuyruğa girmiş olanlardan. Oysa "altı gün", bildiğimiz "haftanın günleri, haftanın altı günü"dür. Bu, açık seçik belli: -Kur"an"m "TamT"sı, bunca şeyi "altı günde" yarattığını anlatır- ken, ne denli "GÜÇLÜ" ve "HIZLI" olduğunu anlatmak istemiştir. "Tefsir"lerde de bu belirtiliyor. (Bu, Râzî"de bile belirtilir. Bkz. 27/ 101. Ayrıca bkz. Taberi, 24/61-62.) - Tevrat"ın "TanrTsı da "yaratılışın altı günü"nü, "haftanın günleri" olarak alıp anlatmıştır. (Bkz. Tevrat, Tekvin, 1-2.) - Muhammed"in "hadis"lerdeki açıklaması da bu doğrultudadır. (Hadisi, daha önce sunulmuştu.) 2000"e Doğru 11 Şubat 1990, Yıl 4, Sayı 7 207 KUR"ANTJAKİ "AKIL VE BÎLÎM DIŞILIK-LAR (VII) Nuh ve tufanı "Nuh"un "tufan" öyküsü de, kendisinin "ne kadar yaşadığına ilişkin açıklama da "akıl ve bilim dişilik" için çarpıcı örneklerdendir. Din çevreleri, "Nuh"u, "insanlığın ikinci atası" sayar. (Birincisi: Âdem.) Kur"an"ın, her konuda ve her şey üstüne, sık sık antiçen, "ant"lanyla Kur"an"ı dolduran "tann"sı, 6 kez de şöyle antiçen - "Andolsun ki, Nuh"u da toplumuna (peygamber olarak) gönderdik..." (Bkz. A"râf: 59; Hûd: 25; Mü"minûn: 23; Ankebût: 14; Hadîd: 26; Nuh: 1.) Bu antlardan birinde, bir de açıklama yer alır: - "Andolsun ki, Nuh"u toplumuna gönderdik. O, onların arasında,elli yıl eksiğiyle bin yıl kaldı (yaşadı). Sonunda, onlar kendilerineyazık etmekteyken tufan kendilerini yakaladı." (Ankebût, ayet 14.) "Elli yıl eksiğiyle bin yıl"m ne demek olduğu belli: "950 yıl". Kur"an yorumcuları, burada anlatılmak istenenin şu olduğunu yazarlar - Nuh"un, tufandan önceki yaşamı 950 yıldır. Ve Nuh"un "tufandan sonra" da şu kadar, bu kadar yaşadığından sözederler. Yazdıklarına göre, Nuh, "tufandan sonra"; 60 yıl daha yaşamıştır. Kimine göreyse Nuh""un toplam yaşamı daha çok: -1300 yıl. -1400 yıl. Yorumlar böyle. (Bkz. "Tefsir"ler, örneğin: Taberi, 10/87; Tefsi-ru"n-Nesefî, 3/252.) Oysa, Muhammed"in ya da öğretmenlerinin, bu öyküyü aldığı kaynağa, Tevrat"a bakıldığında sorun çözümleniyor: -"Ve Nuh"un bütün günleri (ömrü), 950 yıldı..." (Tevrat, Tekvin, 9:29.) 208 "950 yü"ın nereden çıktığı, böylece anlaşılıyor. Tevrat"taki anlatımla Kur"an"daki anlatım değişiklikleri hep olur; buradakini de yadırgamamak gerekir. Kur"an"daki ayette, "dokuz yüz elli" denecekken, niçin "elli yıl eksiğiyle bin yıl" deniyor? Kur"an yorumcuları, bu soruya şu karşılığı verirler: - Eğer doğrudan "dokuz yüz elli yıl" denseydi, yıl sayısında "kesinlik olmadığı" düşünülebilirdi. Yıl sayısının kesin olarak bu kadar olduğu bilinsin diye, "elli yıl eksiğiyle bin yıl" anlatımı seçilmiştir. (Bkz. Zemahşeri, Keşşaf, 3/371; F.Râzî, 25/41-42; Tefsiru"n-Nesefi, 3/252.) îyi ama, insan bu kadar yaşayabilir mi? Yani hangi dönemde olursa olsun insanın bu kadar yıl yaşamış olduğu düşünülebilir mi? Kur"an yorumları da, buna "tıp dünyası"nın "evet" demeyeceğini kabul ediyorlar. Ne var ki yine de bunun olabileceğini tıbbın kabul etmediği şeyi "aklın kabul edebileceğini" savunuyorlar. Ve "aynca şu da bilinmelidir ki, en çok 120 yıl olabileceği söylenen ömür, tabiî (doğal yaşamdaki) ömürdür; buradaki ömür (Nuh"unki) ise, ilâhî (Tanrı vergisi) bir ömürdür..." diyorlar. (Bkz. F.Râzî, 25/42.) Yani gerçekte, "insan aklı"nın ve "bilim"in hiçbir biçimde "olur, olabilir" demediği şey için Kur"an yorumcuları "olabilir", "olmuştur" diyorlar. Böyle diyorlar, çünkü Kur"an"da var. "Tufan" öyküsüne gelince:"Nuh Tufanı", kesinlikle bir "efsane" (söylence) dir:"Tufan" öyküsünü hemen herkes bilir. Kur"an"ın anlattığı, özet olarak şöyle: Nuh, toplumuna sürekli uyarılarda bulunur; Tann"nın buyruklarına karşı gelmemelerini, Tann"ya inanmalarını ve gereğine göre davranmalarını ister; yoksa Tann"nın kendilerini cezalandıracağını bildirir. Ama toplumu, Nuh"un öğütlerine aldırmaz. Tanrı cezalandırmaya, "Nuh toplumu"nu dünya çapındaki suda boğmaya karar vermiştir, ancak, Nuh"u ve "aile"sini kurtaracaktır. Bunun için Nuh"a, bir "gemi" yapmasını, günü gelince de "her cinsten bir çift"i ve "inananlar"ı ge- 209 miye almasını buyurur. "TanrTnın dediği olur. Gemidekiler kurtulur, öbürleri boğulur. Sonunda gemi, bir dağa (Cûdî) oturmuştur... Bu öykü, Kuf"an"ın birçok yerine serpiştirilmiştir, (özet için bkz. Hûd, ayet: 2547.) Bu öykünün kaynağı: Tevrat. Tevrat"ta ayrıntılar da var. "Ve Tann Nuh"a şöyle dedi: Tüm insanlığın sonu geldi. Çünkü onlar nedeniyle yeryüzü zorbalıkla doldu, işte ben, onları, yeryüzüyle birlikte yok edeceğim. Kendine gofer ağacından bir gemi yap..." diye başlar, sürüp gider. (Bkz. Tevrat, Tekvin, 6:13-22; 7-9.) Ve tüm araştırmacılar, Tevrat"taki bu öykünün kaynağının da "SÜMER TUFAN EFSANESİ" olduğunda birleşirler. Tevrat"tan bin yılı aşkın bir zaman öncesinin ürünü olan "GILGAMIŞ DESTANI". "Nulfun bu "efsane"deki adı: "Utnapiştim (Ut-Napishtim)"dir. (Karşılaştırmak için bkz. Gilgameş Destanı, çev. M.Ramazanoğlu, MEB yayınları, lstanbu, 1989, s.80-85.) "NUH TUFANI" öyküsünün, Gılga-mış Destanı"ndan alınma olduğunu, araştırmacı "ilahiyatçılar" da kabul etmek zorunda kalmışlardır. İlahiyatçı "Dinler Tarihi Müderris Muavini" A.Hilmi Ömer, bu konuya ayırdığı, gerçekten çaplı incelemesinde, gerçeği açık seçik yazmıştır. (Bkz. A.Hilmi Ömer, Tufan Hikayesi, ilahiyat Fakültesi Mecmuası, istanbul, 1932, yıl: 5, sayı: 23, s.53-64sayı:24,s.33-45.) 2000"e Doğru 18 Şubat 1990, Yıl 4, Sayı 8 210 KUR"AN"DAKÎ "AKIL VE BÎLİM DIŞILIK-LAR (VIII) inandırmak için "mucize"ler - Kur"an"ın "Tann"sı insanları, dediklerine inandırmaya çok istekli. İnsanlar inanmadıkları zaman çok öfkeleniyor; bu dünyaya tüyler ürpertici "felâketler gönderdiğini, göndereceğini bildiriyor; daha büyük ceza ve işkencelerin de "âhiret"te, "cehennem"de, buranın ölümsüzlüğü ve sonsuzluğu içinde verileceğini duyuruyor. Kiminde inandırmak için türlü "ant"lara başvuruyor, kimindeyse "mucize"lerle "peygamber"lerini desteklediğini "haber" veriyor. Bütün bunlar inart-; dırmak için... iyi de bunların yerine, insanları istediği nitelikte, değişiklik gerekliyse istediği değişikliklerde, ama hepsini de dilediği doğrultuda yürüyecek biçimde yaratmaz mıydı? Tüm "kul"lannın gönüllerini istediği doğrultuya çeviremez miydi? Gücü yetmez miydi buna? -Yeterdi. - Peki niye yapmadı? - "imtihan (sınav)" için. - iyi ama kime karşı "imtihan", niçin? Bilirsiniz, bu tür tartışmalar çok olur. - "Firavun ailesi: "Bizi sihirlemek için ne mucize gönderirsen gönder, sana inanmayacağız" dediler (Musa"ya). Bunun üzerine su baskınını, çekirgeyi, güveyi, kurbağalan ve kanı, birbirinden ayrı mucizeler olarak onlara musallat kıldık; yine de büyüklük taslayıp suçlu bir millet oldular." (A"râf, ayet: 132-133, Diyanet çevirisi.) Bu "bilim ve akıl dışılık"lann aslı ve ayrıntıları Tevrat"ta. 1-Musa"mn değneğinin yılan olması, 2- Değnekle suya vurunca koca ırmağın suyunu kana dönüştürmesi, 3- Değnek, ırmaklara, kanalları, ha- 211 vuzlara uzatılınca kurbağa sürülerinin oluşması, 4- Değnekle yerin tozuna vurunca her yeri "tatarcık"larm (sivrisinekten küçük, insan kanı emer) kaplaması, 5- Evlerin "at sineklerinin saldırısına uğratılması, 6- Hayvanlarda kırgın (ölüm salgını), 7- însan ve hayvanlarda irinli çıban, 8- Dolu yağdırarak insanları, hayvanları öldürme, 9- Çekirge sürüleri gönderip, ülkenin otunu, ürününü yedirmek. (Bkz. Tevrat, Çıkış: 7-10.) Kur"an"da Nemi Suresinin 12. ayetinde, Musa"nın mucizelerinin 9 olduğu belirtilir. Ama Tevrat"a ve Kur"an"ın başka surelerine, başka ayetlerine bakıldığında, Musa"nın mucizelerinin sayısının 9"dan çok olduğu görülür. Kimi tefsirde, Musa"nın mucizelerinin 11 tane olduğu belirtilir, (örneğin bkz. F.Râzî, 24/184.) Tevrat"ta, yukarıdaki 9 mucizeden sonrakiler de uzun uzun anlatılır. (Bkz. Çıkış, öteki "Bap"lar.) Kur"an"ın "Tann"sı Musa"yı "büyücülerle yanşa sokar, yarıştırır. (Bkz. Tâhâ, 64-73.) -Çamurdan bir kuş yapıp sonra bunu gerçekten canlı bir kuş durumuna getirmek olabilir mi? Kur"an"a göre: "Evet". İsa, mucize olarak bunu yapmış. (Bkz. Âlu İmran: 49; Mâide: 110.) -Bir ölüyü insan diriltebilir mi? Kur"an"a göre: "Evet". Peygamber olan kişi bunu yapabilir, îsa "mucize" olarak bunu yapmıştır. (Bkz. Aynı ayetler.) Bu "akıl ve bilim dişilik" örneğinin kökeni de İncil"de. (İsa"nın dört günlük ölü olan Lazar"ı, adıyla çağırıp nasıl dirilttiğini anlatan kesim için bkz. Yuhanna, 11: 39-44.) -Bir dağın yerinden sökülüp kaldırılması, insanların üzerinde tutulması olabilir mi? Kur"an"a göre: "evet" ve Musa"nın mucizesi olarak olmuştur. (Bkz. Bakara: 63,93; Nisa: 154; A"raf : 171.) Bu "akıl ve bilim dişilik" örneğinin kökeni de Yahudilik kaynak-larındadır. (Bkz. Talmut, Şabat/88.) - Aç insanlar için "gök"ten "men (Diyanet"in resmi çevirisinde:kudret helvası.)" ve kebap olmuş "bıldırcın" indirilir mi? Kur"an"a göre: "evet". Ve bu, Musa"nın "mucize"si olarak gerçekleşmiştir. (Bkz. Bakara: 57; A"raf: 160; Tâhâ: 80.) "Gök Sofrası" başlıklı yazıda bunun üzerinde durulmuştu. Orada belirtildiği gibi, bu "akıl ve bilim dişilik" örneğinin kaynağı: Tevrat. (Bkz. Çıkış: 16: 13- 212 15; Sayılar, 7,31-32.) -Aç insanlar için "gök"ten "gök sofrası" indirilmiş olabilir mi? Kur"an"a göre: "Evet". Ve bu, İsa"nın "mucize"si olarak gerçekleşmiştir. (Bkz. Mâide: 114-15.) Bu "akıl ve bilim dişilik" örneğinin de kaynağı ("Gök Sofrası" başlıklı yazımızda belirtildiği gibi) İncil"dir. (Bkz. Matta, 14:16-20; Markos, 6;37-44; Luka, 9:13-17; Yuhanna, 9-14,31.) - Bir insanın alev alev yanan bir "ateş"e atılması ve onun da yan-maması, ateşin "serin" oluvermesi olabilir mi? Kur"an"a göre: Bir "mucize" olarak bu gerçekleşmiştir: Nemrud, İbrahim"i ateşe atmış, ama ateş İbrahim"i yakmamıştır. (Bkz. Enbiya: 68-69. Ayette Nemrud geçmez.) Oysa araştırmacılara göre: Nemrud"la İbrahim arasında birçok yüzyıl bir zaman var. Yeri geldiğinde konunun üzerinde ayrıca durulacak.Böylece nice "mucize"ler yer alır Kur"an"da. Bunların "akıl ve bilim"le bağdaşabileceği söylenebilir mi? 2000"e Doğru 25 Şubat 1990, Yıl 4, Sayı 9 213 KUR"AN"DAKI "AKIL VE BÎLÎM DIŞILIK"LAR (IX) Bir "üfürük", bir "can" oluyor —Çamurdan bir biçim, yani bir canlının biçimi, benzeri yapılıyor. Sonra ona "ruh üfürülüyor" ve o, "canlanıveriyor". Bu türden şey olur mu?Kur"an"a göre:—Evet!Âdem"in kalıbı böyle yapılmış, yani "çamur"dan bir "insan" yapılmış; sonra ona "ruh üfürülmttş" ve Âdem, canlanıp bir insan oluvermiş. İşte ayet: (Çeviri, Diyanet"in.) —"Rabbin melekler şöyle demişti: Ben, çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ona ruhumdan üflediğim zaman, ona secdeye ka-panınP(Sad, ayet 71-72.) Âlu İmran Suresi/59"a göre de, Âdem, önce toprak"tan, yani çamurdan bir heykel olarak yapılmış; sonra: "Ol!" denmiş; o da "hemen oluvermiş". (Bkz. F.Râzî, 8/76.) Tüm insanlar da ondan, yani Âdem"den türeme Kur"an* göre. (Bkz. Araf: 172. Bunu anlatan başka ayetler de var.) Tüm insanlar Âdem"den gelmeyse, insanların derilerinin rengi niye değişik? Muhammed bu soruya karşılık veriyor: —"Tanrı Âdem"i yaratırken, tüm yeryüzünden toplayıp avuçladı-ğı topraktan yaptı (heykelim). Tüm Âdemoğullan da (toprağının alındığı) yerin özelliğine göre özellik kazanarak gelmiştir. (Bu nedenle) kimi kızıl, kimi ak, kimi kara derili... olmuştur." (Bkz. Ebu Dâvûd, Sünen, Kimbu"s-Sünne/17, hadis no 4693; Tirmizi, Sünen, Kitabu Tef-siri"l-Kur"an/3, hadis no: 2955;Ahmed îbn Hanbel, Müsned, 4/400, 406.) Aktarılan kimi hadise göre, Âdem"in heykeli yapılırken toprağın- 214 dan biraz artmış, bundan da Tanrı", bildiğimiz "hurma ağacı"nı yaratmış. Bu nedenle de Muhammed, "hurma"ya, insanoğlunun "HALASI olarak saygı gösterilmesi gerektiğini" bildirir. (Hadis için bkz. Aclûnî, Keşful-Hafa, 1/195-196,459, hadis no: 511,1223.) özgür insan aklına ve bilime göre "komik" gelebilir, ama anlatılan böyle. Âdem, öyle yapılıp yaratılmış. Havva da "onun kaburga kemiğinden". Muhammed"in açıklamasıdır bu. (Bkz. Buhari, e"s-Sahih, Kitabu"l-Enbiya/ 1; Müslim, e"s-Sahih, Kitabu"r-Rıdâ 59-60, hadis no: 1468.) Kur"an"da da Âdem"in "eşinin, kendisinden (bir parçasından) yaratıldığı" anlatılarak, bu anlatılmak istenmiştir. (Bkz. Nisa, âyet: 1. Ve bu ayete ilişkin tefsirler.) Asıl kaynaksa, yine: Tevrat (Bkz. Tekvin, 2:22..) İsa"da "çamurdan bir kuş" yapmış; "üflemiş" ona. Ve "Tann"nm izni"yle bildiğimiz "canlı kuş" oluvermiş. (Bkz. Âlu İmran: 49; Mâi-de:110.) İsa"nın kendisinin de bir "üfürme"nin olduğu bildirilir. Meryem, "ferc"ini yani "kadınlık organı"nı hep "korumuş". Sonra bu organa "üfürülmüş". Kur"an"ın "Tann"sı diyorki:"... Ona (ferce) ruhumuzdan üfürdük...) (Bkz. Enbiya: 91; Tahrim: 66.) Kur"an yorumcularına göre: "Meryem"in fercine üfüren CEBRAlL"dir. Cebrail, "bir erkek (insan) kılığına girmiş; Meryem"in fercine üfürmüş. Ve Meryem, bu üfürükle İsa"ya gebe kalmıştır." (Bkz. Sözkonusu ayetlerle ilgili tefsirler, örneğin: F. Râzî, 22/218.) Meryem"i "gebe" bırakmak için, Cebrail"in bir "insan kılığına girerek" ona yanaştığı, Kur"an"da da anlatılır. (Bkz. Meryem, ayet: 19.) İster "Tanrı" üfürmüş olsun, ister Cebrail; burada, "üfürme"nin bir "meni" yerine geçtiği ve Meryem"i döllediği anlatılıyor. Araştırmalar, bunun kökenin de, "mitoloji"ler (efsaneler) olduğunu ortaya koyar. Cahit Beğenç, "Koca-Ana" da denen "Ay-Ana"lann, mitolojilerde hep "bereket" simgesi olduklarını, "bâkire"yken çocuk doğurduklarını yazar ve örnekler verir: "Anadolu"da Cybele Ana, bakiredir, babasız oğlu, hem de âşığı, Attis"tir. Bâbil ülkesinin koca-Ana"sı: Iştar Ana, bakiredir. Babasız doğan oğlunun adı: Temmuz"dur. Mısır ülkesinin Koca Ana"sı: Isis Ana"dır. Bakiredir. Babasız doğan oğlunun, aynı zamanda sevgilisinin adı: Osiris"tir. Batı Anadolu ve Güney Anadolu bölgesinin Koca Ana"sı: Artemis"tir, bakiredir. Baba- 215 sız oğlu, aynı zamanda sevgilisi: Adonis"tir. (..) Hazreti Meryem de Koca Ana"dır, bakiredir. Oğlu îsâ, babasızdır..." (Bkz. Beğenç, Anadolu Mitolojisi, s. 70-71; Eren Kutsuz = Turan Dursun, Güneş Kültü, Saçak Dergisi, Şubat 1988, sayı: 49, s. 13.) "Üfürme" ya da "üfürük", Kur"an"ın "Tanrısının dilinde, son derece önemlidir. "Cansız"lan "canlandırma" ve "ölü"leri "diriltme" aracıdır. Kıyamet günü, "ölüler"in de "üfürme"lerle diriltilecekleri bildirilir. Bilindiği gibi, Kur"an"da bir "sura üfürme"den sözedilir ve "ölüleri diriltme"leri bu üfürmeyle gerçekleştirileceği anlatılır. (Bkz. En"am: 73; Kehf: 99; Tâhâ: 102; Mü"minûn: 101; Nemi: 87; Yâsîn: 51; Zü-men 68; Kâf: 20; el Hakke: 13; Nebe": 18.) "Üfürme (NEFHA)", diriltmeye yaradığı gibi "öldürme"ye de yarıyor. Bildirilir ki, kıyamette "SUR"a iki kez "üfürülecek". Birinci "üfürme"yle canlılar " ölecek"; ikinci "üfürme"yle de "dirilecek"ler. Şöyle deniyor ayette: —"VE SUR"a üfûrülür; Tann"nın, tersini dilediklerinin dışında, göklerde ve yerde olan herkes ÖLÜ olarak düşer. Sonra ona bir kez daha üfûrülür. işte o sırada herkes kalkıverir (dirilip ayağa kalkar) ve birbirine bakışır." (Zümer, ayet: 68.) Muhammed"in "doktorluğu"na ilişkin yazılarımda (Bkz. 2000"e Doğru Yıl 3, sayı: 31, 32, 33) "üfiirük"le "hasta tedavi"den de sözedil-mişti. "Üfürükçülük" denen yöntemin, Islâm"de geçerli ve yaygın olmasında, Kur"an"ın "TanrTsınm dilinde "üfürme"nin çok önemli oluşu rol oynuyor diye düşünülebilir. 2000"e Doğru 4 Mart 1990, Yıl 4, Sayı 10 216 KUR"AN"DAKI "AKIL VE BİLİM DIŞILHC"LAR (X) Ay ikiye bölünüp yere düşmüş İslam"da "Şakku"l-Kamer (Ay"ın bölünmesi) Mucizesi" fliye ünlü "mucize"yi birlikte göreceğiz: Kamer Suresinin 1. ayetine, Diyanet"in resmi çevirisinde şöyle anlam verilir: —"Kıyamet saati yaklaşır, ay ayrılır." Bu çevirideki "yaklaşır, ayrılır" ayetteki sözcüklere uymuyor. Ayette, burada, "geçmiş zaman" kipi kullanılıyor. Bu nedenle, doğrusu: "Yaklaştı, ayrıldı."dır. "Ayrıldı" yerine de ayetteki "inşakka" sözcüğüne uygun olması için "bölündü", ya da "parçalandı" demek gerekir. Diyanet"in çevirisi, burada, "akıl ve bilim dışılığı örtmek" amacıyla, sözcükler kendi anlamlarının dışına çıkarılarak, daha sonraki ayetler, ayrıca açıklayıcı hadisler göz ardı edilerek yapılmış bir "yo-rum"a, ibnü"l-Cevzi"nin yorumuna (Bkz. tefsiru Îbnü"l-Cevzi, 8/89.) dayanmakta. Bu yorum, "tefsirciler"ce kabul edilmez. (Bkz. M.A1İ Sâbûnî, Safvetu"t-tefâsîr, 3/284; Hâzin, 4/226.) Bu durumda ayetin doğru çevirisi şudur: —"Kıyamet (sat) yaklaştı; AY bölündü (parçalandı):" Bunu izleyen iki ayetin anlamı da şöyle: —"Onlar bir mucize gördüklerinde; yüz çevirirler ve: "sürüp giden bir büyüdür." derler. Yalanladılar ve kendi eğilimlerine uydular. Her şey, yerini bulur." (Kamer: 2-3.) Görüldüğü gibi ayetlerde açıkça, "Kıyametin yaklaştığının da bir belirtisi" olarak, "Ay"ın bölündüğü" ve "bu mucizeyi, inanmazların yalanladıktan" anlatılıyor. Bu ayetlerin anlattığı "olay"ı aktaran "hadis"lere bakalım: 217 Gökteki Ay mı, Arabistan"daki "Hira Dağı" mı daha büyük İlkokul öğrencileri bile böyle soruyu saçma bulur, değil mi? Ama hadiste anlatılana bakılırsa bu soruya "saçma" dememek gerek. "Malik Oğlu Enes anlatıyorMekkeliler, Peygamberden bir mucize göstermesini istediler. Peygamber de onlara AY" ı ikiye bölünmüş olarak gösterdi, öylesine ki, onlar, Hira Dağı"nı, bu iki parçanın arasında görüyorlardı." (Bkz. Buharî, e"s-Sahih, Kitabu"l-Menâkıb/36; Müslim, e"s-Sahih, Kitabu Sı-fâti"l- Münâfıkîn/46-47, hadis no: 2802.) "Abdullah lbn Mes"ud anlatıyor: Peygamberle birlikte Mina"daydık. Birden AY iki parçaya bölündü. Bu parçalardan biri, dağın arkasında, biri de dağın beri yanında kaldı. İşte o sırada Peygamber "(Bakın da) tanık olun!" dedi." (Bkz. Buhari, es-Sahih, aynı yer; Müslim, e"s-Sahih, aynı yer, hadis no: 2800.) Düşünün. —İnanmazlar, Muhammed"den, peygamberliğini kanıtlamak için bir "mucize" istiyor. —"Tanrı" da Muhammed"e güç veriyor. Muhammed "muci-ze"sini gösteriyor: Şu gökteki, şu Amerikalıların "ayak bastığı", şu bildiğimiz AY, iki parçaya bölünüyor. —Parçalanan Ay, YER"e düşüyor. YERYÜZÜ"nün UFACIK BÎR BÖLGESl"ne sığınıyor, düştüğünde orada, kimseyi EZMİYOR. — Ay öylesine ufakmış ki: Hira dağı ondan daha büyük. Çünkü geriden bakınca, Hira Dağı, AY"ın iki parçası arasında gözükebiliyor. Ve düşünün: —Böyle bir "olay"ı bile, Mekkeliler bir "mucize" saymıyor. "0lay"a "tanık" oldukları halde.. —Ve dünyanın her yanından gözüken şu AY, o sırada ikiye bölünüp yere düşüyor da, dünyanın hiçbir yerinde, kimse "farkında" olmuyor. "0lay"ı ne gören oluyor, ne de yazan. Muhammed"in "Saha-bî"lerinden başka...Ayrıca:—AY"ın "bölünmesi", haber verilegelen "KIYAMETin "yaklaş- 218 tığının bir kanıtı" oluyor.Yukarıdaki ayet ve hadislere göre, bütün bunlara inanmak gerekiyor. İnanan inanır kuşkusuz. Kim ne diyebilir? Bizim burada yapağımız şey, yalnızca bir belirleme ve sergileme, Şu da unutulmamalı: İnananın nasıl "inanma hakkı" varsa, inanmayanın da "inanmama hakkı" vardır. İnsanoğlunun aklına, bilime "özgürlük" tanımak bunu gerektirir. İnsan, "kınanmasız" ve "saldırısız" bir ortam içinde insanlığına yakışır nitelikte geliştireceği düşüncesini, kişiliğini meyvelendirirr. Bu köşedeki sergilemeler de bunun için...2000"e Doğru 11 Mart 1990, Yıl 4, Sayı 11219 doğru; "doğru" dediğiyse yanlış. Sabah"taki tartışma, Diyanet"in yalanı ve gerçek KUR"AN"DAKİ "ÖLDÜRÜN" BUYRUĞU!"Diyanet Kur"anı"ında büyük yanlış." 8 Ocak 1990 günlü Sabah gazetesinin manşeti böyle. Altında da iki Kur"an sayfası ve çevirisinin fotokopisi. Birinin üzerinde "doğrusu", öbürünün üzerinde "hatalısı" diye yazılı. 9 Ocak günlü Sabah"ta. yine birinci haber: "Kur"an"daki Hata Vahim". Orijinal Kur"an yok Bugün dünyanın hiçbir yerinde "Kur"an orijinal elyazması" yoktur. Birinci "aslı" da (beze, kağıda, hurma dalına, yufka taşa, deriye, kürek kemiğine, kaburga kemiğine, ağaç kabuğuna yazılı olan), bundan alınıp oluşturulan ikincisi de (Hafsa"nım sandığındaki) ve bundan yararlanılarak birkaç nüsha yapılan üçüncüsü de bugün bulunmuyor. Birinci ve ikincisi "yakıldığı" için yok. Üçüncüsüyse ne "hikmet"se, bulunması gerekirken bulunmamakta. Bununla birlikte var gösterilmekte. Bugün eldeki Kur"an, Muhammed"in "vahy" diye yazdırdığı Kur"an"ın ne "aynı"sıdır; ne de "tamamı"dır. îbn Ömer, şunları söyler: _ "Hiçbiriniz Kur"an"ın tümünü elimde bulunduruyorum demesin. Biliyor mu ki, Kur"an"ın çoğu, yokolup gitmiştir..." (Bkz. Celâluddin Suyûti, el Itkân fi Ulûmi"l-Kur"an, Mısır, 1978,2/32.) (Ayrıntılı bilgi için: "Asıl Kur"an yakıldı" başlıklı yazı.) Sabah, "Kur"an"daki vahim hata"dan sözederken, "Kur"an"ın kendisinden, "Kur"an"daki yanlışlardan, tutarsızlıklardan, çelişkilerden, akıl ve bilime aykırılıklardan" söz etmiyor. Diyanet"in resmi çevirisinde "yanlış" bulduğu bir "anlam"dan sözetmek istiyor. "Kur"an çeviri-sindeki yanlış" diyecek yerde, "Kur"an"daki yanlış" diyor. Yani "Kur"an"la "çeviri"yi ("meal") birbirine karıştırıyor. Sabah"m ortalığı "heyecan"a boğan haberinde "yanlış" dediği 220 "Sabah"taki iddia çürüyor Sabah"m sözünü ettiği ayetin Diyanet"in yayınladığı çevirisi yanlış mı, değil mi? Bakara Suresi"nin 54. ayetinin, Diyanet çevirisindeki anlamı şöyledir: "Musa, milletine: "Ey milletim! Buzağıyı TANRI olarak benimsemekle kendinize yazık ettiniz. Yaradanınıza tevbe edin, tevbe etmeyenlerinizi öldürün. Bu, yaradanınız katında sizin için hayırlı olur. O, dâima, tevbeleri kabul ve merhamet eden olduğu için tevbenizi kabul eder/ demişti." Sabah"m haberinde üzerinde durulan nokta, "tevbe etmeyenlerinizi öldürün!"dür. Sabah, bunu yanlış buluyor. Bu söz, ayetteki "fektulû enfüseküm." sözünün karşılığı olarak yer alıyor çeviride. Burada, biri "NEFS", öbürü de "KATL" olmak üzere iki sözcük var. "Nefsinizi katledin." demek.Sorulacak soru şu: Buradaki "NEFS" ve "KATL" sözcüklerinin anlamı nedir? FAHRUDDÎN-I RAZI ET-TEFSIRUE- 221 Sabah, buradaki "nefs"i, kimi zaman Türkçe"de kullanılan "nefsi ıslah etmek" deyimlerindeki "nefs" anlamında alıyor. Başvurduğu "islam bilginlerinden bu bilgiyi almış. Buna göre ayetteki "nefs", Türkçe"de kullandığımız "nefsi yenmek", "nefse .uymak" gibi deyimlerde hangi anlamdaysa o anlamdadır. Buradaki "kati" de, "öldürmek" demekse de, gerçek anlamında değil, "soğanı tuzla ezip öldürmek"teki, "bu iş bizi öldürdü"deki, "bugünü, bu zamanı öldürdükteki gibi "mecaz" anlamındadır. Acaba gerçekten de, bu sözcüklerin, sözkonusu ayetteki anlamları böyle midir? Bunu öğrenmek için önce, Kur"an"daki hangi sözcüğün hangi anlamda ya da anlamlarda kullanıldığını incelemiş olan, İslam dünyasında da tam güvenilen uzmanların ("ulemâ") kitaplarına bakalım: de şu anlamda olduğu belirtiliyor: _ "Buzağıya tapmamış olanlar, tapmış olanları öldürsünler. (Ya da buzağıya tapmamış olanlarınız, tapmış olanlarınızı öldürsün.)" (Bkz. Abdurrahman İbnü"l-Cezvî, Nüzhetü"l-A"yüni"n-Nevâzır, Beyrut, 1985, s.596; Damığânî, el Vücuh ve"n-Nezâir, "Nefs"; Islâhul-Vücûh, "Nefs".) Bu kitaplarda, "tüm müfessirler"in, şunda birleştikleri belirtilir. "Nefs", Kur"an"da 8 anlamda yer alıyor. 4. anlamı EHL"dir. Yani, halkı oluşturan bireyler. Bakara Suresinin 54. ayetindeki NEFS de, bu anlamdadır." (Bkz. Abdurrahman Ibnü"l-Cezvî, aynı yer.) Yani çok açık bir biçimde, "halktan suçlu olanların öldürülmele-ri"nin "buyurulduğu" belirtiliyor. Rağıb"m "müfredat""!: İsfahana Rağıb, tüm İslâm dünyasında son derece önemli ve güvenilir bulunan ünlü "el Müfredat fî Ğarîbi"l-Kur"an" adlı, Kur"an"daki sözcükleri tek tek ele alıp anlamlarım verdiği kitabında, bu ayetteki "nefs"e "kişi anlamını veriyor. "Katl"i de "mecaz" anlamıyla değil, kendi gerek anlamıyla alıyor. Bu durumda ayetteki "nefsi katletmek", herkesin bildiği "adam öldürmek" anlamındadır. Râğıb, ayette yer alan: "fektulû enfüseküm"e, "li yaktül ba"daküm ba"dan", yani "kimimiz kiminizi öldürsün!" anlamım veriyor. Sonunda ayetteki sözcükleri "mecaz" anlamında kullanan da bulunduğunu belirtiyor. (Bkz. el Müfredat, "K-T-L" maddesi.)Kur"an"daki çok anlamlı sözcükleri inceleyen kitaplar Kur"an"da, aynı sözcük bir yerde bir anlamda, bir başka yerde başka anlamda yer alır. En azından böyle görülür. Bunu inceleyen kitaplar da vardır. Bu konudaki bütün kitaplarda, Bakara"nın 54. ayetindeki "NEFS"e, bir toplumdaki ya da bir yöredeki "halk"ı (ahali) oluşturan "birey, kişi" anlamı veriliyor. Ve ayetteki "fektulû enfüseküm"ün 222 Tefsirlerde de aynı anlam 20. yüzyılın ünlüleri de içinde olmak üzere, tüm ünlü "tefsir"ler, yani "Kur"an yorumculan", Sabah"m "yanlış" dediği anlamı veriyor sözkonusu ayetteki sözlere. Tann seslenerek buyuruyor: _ "... fektulû enfüseküm!" Sözcük sözcük tam karşılığı şudur: _"... Hemen kendinizi öldürün!""Hemen", "fektulû" sözcüğündeki "fe"nin; "kendinizi", "enfüse-küm"ün; "öldürün" de; "fektulû"daki "uktulû"nun karşılığıdır. Kur"an yorumculan, "hemen kendinizi öldürün!" denirken de, şunun demek istenmiş olabileceğini belirtirler: _ "(Buzağıya taparak suç işlediğiniz için) kendinizi öldürün! İntihar edin." _ "(Ey buzağıya taparak suç işlemiş olanlar!) Haydi birbirinizi öldürün!" _"(Ey buzağıya tapmamış olanlar ya datevbe etmiş kişiler!) Kendi halkınızı (buzağıya tapmış ve tevbe etmemiş olanları) öldürün!" Kur"an yorumlannda "nefsinizi ıslah edin (ya da temizleyin)" anlamı değil; bu anlamlar var. Diyanet"in resmi çevirisindeki anlam da Kur"an yorumlanndaki bu anlamlara uygun. Olmayabilirdi, ama uy- 223 gun işte. Bu resmi çeviride, başka yerlerde bir dolu yanlış var ama buradaki yanlış değil. Bunu kanıtlayan kaynakların listesi yandaki sütunlarda. Dahası da var. Asıl kaynak Tevrat Kur"an"ın birçok yerinin kaynağı gibi, Bakara"nın sözü edilen 54. ayetinin kaynağı da "TEVRATtır. Muhammed"in öğretmenleri (bunlar arasında en çok adlarından sözedilenler, Addas, Yessar, CEBR adlı kölelerdi. Bkz. FJRâzî, 24/50.), kendisine, birçok şeyi gibi buradaki öyküyü de Tevrat"tan aktarmışlardır. Ama eksik olan ya da biraz değiştirerek, Tevrat"ta şöyle anlatılır "Ve dağdan inmek için Musa"nın geciktiğini kavım görünce, Harun"un yanına toplandı. Ona şöyle dediler _ Bizim için ilah yap..." (Tevrat, Çıkış, 32:1.) "Ve Rab (Efendi Tanrı), Musa"ya şöyle dedi: _ Git, aşağı in! Çünkü Mısır diyarından çıkardığın kavmin bozuldu. Onlara emrettiğim yoldan çabuk saptılar; kendileri için dökme bir buzağı yaptılar; ona secde kıldılar, ona kurban kestiler..." (Çıkış, 32; 7-8.) "Ve Musa döndü." (Çıkış, 32:15.) "Ve Musa"nın öfkesi alevlendi, elinden levhaları attı..." (Çıkış, 32:19.) "Ve Musa, kavmin dizginsiz olduğunu gördü. Ordugahın kapısında durup, şöyle dedi: _ Rab"den yana olan bana gelsin. Bütün Levi oğullan, onun yanına toplandılar. Musa onlara şöyle dedi: _ Herkes kılıcını beline kuşansın; ordugahta kapıdan kapıya dolaşsın! Ve herkes kendi kardeşini, kendi arkadaşını, kendi komşusunu öldürsün. Levi oğullan, Musa"nın söylediği gibi yaptılar. Ve o gün kavinden 3 bin kadar kişi düştü (öldü)." (Çıkış, 32:27-28.) Musa, "öldürün" buyruğunu, "Rab", yani Efendi Tann"sı adına 224 veriyordu. Bakara"nın 54. ayetinde anlatılan da işte bu. Demek ki, "fektulû enfüseküm"ün anlamı, Sabah"ta açıklamalan çıkan "bil-gin"lerin ileri sürdüğü gibi "nefsinizi ıslah edin!" değil; "kendinizi (ya da içinizden suçlu olanlan ya da tevbe etmeyenleri) öldürün! "dür. Kur"an yorumlanndan kiminde de, kaynağın Tevrat olduğu anlatılır. (Bkz. Meraği, 1/102; Muhammed Reşid Rıza, Tefsiru"l-Menâr, 1/ 320; Tantavî, el Cevahir, 1/73; Ömer Nasuhî Bilmen, Kur"an-ı Ke-rim"in Türkçe Meâl-i Âlisi ve Tefsiri, 1/54.) Sabah"m Kaynağı kimdir ve nedir? Bunca temel eser varken, Sabah"ın yayınlanna kaynaklık edenler nedir? "Nebioğlu yayınları" Arapça"yı, hele Kur"an ve hadis Arapça-sı"nı bilmeyen Abdulbaki Gölpınarlı"nın uydurma çevirisi, "Türkiye"nin en ünlü Kur"an Tefsircisi" diye sunulan, aslında bir "tefsirci (müfessir)" olmayan Hasan Basri Çantay"ın "Meâl"idir. Hasan Basri Çantay"ın Arapça"yı bilmediği söylenemez kuşkusuz. Türkçe "Meal"i de genellikle, Kur"an"ın aslına bağlı kalınarak yapılmış bir çeviridir. Bunu kabul etmek bir dürüstlük gereğidir. Ama, Hasan Basri Çantay bu alanda bir kaynak olamaz. Kimi yerde, akıl ve bilim karşısında, Kur"an"ın dediklerini "kurtarma" çabasını göstermiş, bu çabalan gösterdiği yerlerde de, söz konusu ayette olduğu gibi, zorlamalı yorumla yanlışa düşmüştür. Sabah bir de Lütfi Doğan"ı kaynak gösteriyor. Diyanet işleri Başkanlığı da yaptı diye, MSP eski Milletvekili olan Doğan"ın bir kaynak olabileceği düşünülebilir. Güngör Mengi de, köşesinde, bu kişiyi "din bilgini" diye niteliyor. Lütfi Doğan"ın kendisini "din bilginleri"nden sayacağı kuşkulu. Kendisini bir başvuru kaynağı sayacağı da... Temel kaynaklara karşı, Râzî gibi eski "müfes-sir"ler şöyle dursun; bir Hamdi Yazır, bir Ömer Nasuhi Bilmen karşısında bile "edeb" dışına çıkmak isteyeceği de..Hüseyin Hatemi de "ünlü din bilimcisi" diye sunulamaz. 225 Zeybek"in Din-İslam kurtarıcılığı: Bakan Zeybek diyor ki: _ "Dini yanlış anlatanlar kadar, dine zarar veren kimse olamaz. Kufan"ı bilmeyen insanlara Kur"an"ın tercüme ettirilmemesi lazım. Bunu tercüme eden, demek ki NEFİS kelimesinin anlamını bilmiyor. Binlerce kitap basılmış. Şimdi, bu hata nasıl düzeltilecek? Bu tip tercümeleri, Kur"an"ı bilmeyenlere yaptırmak çok büyük hata." (Sabah, 9.1.f990) Prof.Dr. Hüseyin Atay, oku bunları! Oku da Bakan Zeybek"in neler söylediğini gör. Sen, ne "Kur"an"ı, ne de "NEFS" kelimesinin anlamını biliyormuşsun! Öğrenmek istiyorsan, işte kaynak, git öğren! Diyanet"in yalanı Diyanet işleri Başkanlığı 9 Ocak> 1990 günlü Sabah"ta yer alan açıklamasında şöyle diyor: "Ayet-i kerimede iki defa geçen "enfüs" kelimesi, "nefs" kelimesinin çoğuludur. "Nefs" Arapça"da, sözlük anlamında, "ruh, kan ve bir şeyin kendi, aynı" anlamlarında kullanılır. Bu itibarla, ayet-i kerimedeki "nefislerinizi öldürünüz" ifadesinin, sözlük anlamda, "kötü duygularınızı öldürünüz" olarak anlaşılması mümkün olduğu gibi, "kendinizi öldürünüz" olarak anlaşılması da mümkündür." Oysa, "nefs"e burada birinci anlamı vermek mümkün değildir. Çünkü: 1- Ayetteki öykü bu anlamı vermeye elverişli değildir. 2- Bu öykünün geldiği asıl kaynak olan Tevrat"taki anlatılan biçimi bu anlama uygun değildir. Ve açıklamada deniyor ki: _ "Bu ayet-i kerimedeki "nefislerinizi öldürünüz" ifadesi de, mü-fessirler tarafından genel olarak "kötü duygularnızı öldürünüz" şeklinde anlaşılmıştır." işte bu "yalan". Bunun "yalan" olduğunu yukarıda sunulan "tefsirler" kesin olarak kanıtlamakta. Büyüğü, küçüğüyle tüm "tefsirler", Diyanet"in bu açıklamada ile- 226 ri sürdüğünün tersini dile getiriyor. Buyursunlar, "tefsirler" ne diyormuş; birlikte görelim. Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da Diyanet, gerçeği örtüyor. Ve hem görevini, hem de kamuoyundaki "Diyanet dini konularda daha iyisini bilir" biçiminde özetlenebilecek koşullanmayı kötüye kullanıyor. Eğer bu konuda Diyanet"in ileri sürdüğü "doğru"ysa, Râzî"nin, Zemahşe-ri"nin, Beyzâvi"nin, Kurtubi"nin, Alûsi"nin, Menar"ın, Tantavî"nin ve ötekilerin dedikleri, yazdıkları, savundukları yanlıştır. Ve eğer Diyanet"in dediği doğruysa, hem bu kaynaktakileri, hem de Tevrat"ta yazılı olan öyküyü kazıyıp, çıkarmak gerekir. Buyursunlar tartışmaya. "Ulemalarını toparlayarak gelsinler, işte meydan. Diyanet"i Yalanlayan 17 Arapça ve 5 Türkçe Kaynak "Tefsir"ler "NEFS"e ve "KATL"e burada "mecaz" değil; gerçek (hakikat) anlamlarını vermekte birleşiyorlar. Bunu kanıtlayan işte 17 Arapça ve 5 Türkçe kaynak. Arapça tefsirler: 1-Fahruddin Râzî, e"t-Tefsiru"1-Kebr, Beyrut, 3/81-82. islam dünyasında herhangi bir kimse çıkıp da, "Fahruddin R. de kim oluyormuş?" diyebilir mi? 2-Zemahşerî, Keşşaf, Kahire, 1977,1/69.3-KâzîBeyzâvî, 1/81. 4- Taberî, Camiu"l-Beyân, Beyrut, 1972,1/226-229. 5-Ibn Kesîr, Beyrut, 1966,1/161-162. 6-Celaleyn, 1/8. 7-Abdullah Ibn Ahmed e"n-Nesefi, Tefsiru"n-Nesefî, istanbul, 1/ 48-49. 8-Merâğî, Mısır, 1974,1/120. 9-Kurtubî, 1/342-343." 10. Muhammed Reşid Rızâ, Tefsir"l-Menâr, 1/319-320. 1!- Âlûsî, 1/216. 12- Muhammed Ebu"s-Suûd, Tefsiru Ebi"s-Suûd (Irşadu"l-akli"s- 227 Selîm ilâ Mezâya-1-Kur"an"il-Kerim), Mısır, 1928,1/81-82. 13- Hâzin, Lubâbu"t-Te"vîl, istanbul, 1371,1/48. 14- Tantâvî, el Cevahir fî Tefsiri"l-Kur"an, Mısır, 1350,1/72-73. 15- ismail Hakkı (Bursalı), Ruhul-Beyân, istanbul, 1306, 1/93-95. 167 Ebu"t-Tayyib Sıddîk, Fethu"l-Beyân, Mısır, 1300,1/111. 17- Muhammed Ali e"s-Sâbûnî, Safvetu"t-Tefâsir, 1/58. Türkçe tefsirler: islam dünyasında saygı gören (muteber) Türkçe tefsir sayısı çok değil. En çok tutulan, ünlü olanlar ve başvurulup bakılacak yerleri de şöyle: 1- Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur"an Dili, İstanbul, 1960,1/ 354. "... fektulû enfüseküm"e "hemen kendinizi katlediniz" anlamı veriliyor. "Nefsinizi öldürünüz" de aynı anlamda. Yani "kendinizi öldürün" anlamında. Yani "enfüsiküm"e ("nefsiniz"e) "KENDİNİZ" anlamı verilmekte. 2? Mehmet Vehbi, Hulasetul-Beyân, 1/128-129. 3- Ayıntâbi Mehmet Efendi, Tefsir-i Tibyan, istanbul 1324, 1/ 39-40. 4- Ferah Efendi, Tesfir-i Mevâkib, Tefsir-i Tibyan"m kenarı, 1/ 30-31. 5- Ömer Nasûhi Bilmen, Kur"an-ı Kerim"in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri. 1/54. Bir de Arapça"dan Türkçe"ye çevrilmiş olan bir "tefsir"i gösterelim: Prof. Seyyid Kutub, fî Zılâli"l-Kur"an, çev. Emin Saraç, I.Hakkı Şengüler, Bekir Karlığa, istanbul, 1970,1/148-149. 2000"e Doğru 14 Ocak 1990, Yıl 4, Sayı 3 228 KUR"AN"IN NE DEDİĞİ Derginin iki hafta önceki sayısında yer verilen ve Diyanetin yalanını içeren tartışmayı okumuşsunuzdur. Bir hafta önce de, Diyanetin yalanını desteklercesine kaleme alınmış bir yazı, Prof.Dr. Hüseyin Hatemi"nin yazısı da mektuplar kesiminde yer almıştı; onu da okumuşsunuzdur. Bu yazıya bir karşılık vermek gerekiyordu. O nedenle, "Kur"an"daki akıl ve bilim dışılıklar" dizisini bölüp, araya girdim. Sabah gazetesi açmıştı tartışmayı. 8-10 Ocak 1990 günlü sayılarındaki önemli "haber"iyle... Bakara Suresinin 54. ayetindeki bir söze ilişkin Diyanet çevirisinin "yanlış" olduğu savunuluyordu. Hem de "Kıyamet haberi" verircesine... Oysa Diyanetin resmi çevirisinde nice yanlışlar vardı. Gelin görün ki, buradaki "yanlış" değil; "doğru"ydu. Bunu belirtmeye çalıştım. Dayandıklarımsa şunlardı: _ Kur"an sözcüklerinin nerede, hangi anlamlara geldiğine ilişkin uzmanlarınca kaleme alınmış ve İslam dünyasında yüzyıllar boyu "mu"teber" yani geçerli ve güvenilir sayıla gelmiş kitaplar. (Bu konuda temel kaynak niteliğinde bulunan 4 kitap sunulmuştu.) _ Yine geçmişte ve bugün, İslam dünyasında güvenilir, sayıla gelmiş 17 Arapça "tefsir". _ Türkiye"de, Türkçe olarak bilinen, güvenilen hemen tüm "tef-sir"ler. _ Ve "tefsirler"de de belirtildiği gibi asıl kaynak olan "Tevrat"ln ilgili bölümü. Buna karşılık, "çevirinin yanlış olduğu" ileri sürülerek "Kur"an"a karşı Kur"an"ı kurtarma çabası" gösterilirken dayanılan neydi? Doğu"da da, Batı"da da hiçbir biçimde "kaynak" sayılamayacak olan bir-iki "Türkçe meal" ve bir-iki kişi. Bu "bir-iki kişi" arasında da Sabah"ın "Türkiye"nin ünlü dinbilim-cisi ve islam tarihçisi" diye niteleyip sunduğu Prof.Dr. Hüseyin Hate-mî. Hatemî, dergimizde yayımlanan yazısında, böyle nitelenmesine karşı çıkağını, yalnızca bir "müslüman" olarak tanıalmak istendiğini, 229 buna da "tanık,,lanmn bulunduğunu yazıyor. "Tanık" gerekli değil; olabilir; buna birşey dediğimiz yok. Bu arada "aklı başında" olduğunu da yazıyor. Buna da birşey diyemeyiz. Buradaki "alçak-gönüllülük" müdür, Övünme midir? Bunun da üzerinde duracak değiliz. Ama bir başka çelişki var ki; işte, konunu özü nedeniyle onun üzerinde durmak gerekir: Profesörümüz madem ki "sadece bir müslüman"dır; üstelik de "aklı başında"dır; nasıl oluyor da: 1- Şimdiye dek İslam dünyasında, "Kur"an dili"ni "en iyi bildikleri" kabul edilegelmiş olan "dilci ve yorumcu"lann (örneğin bir Ra-ğıb"ın, bir Ibnü"L-Cevzi"nin, bir Nâbıgânî"nin...) ve de en ünlü, en güvenilir "milfessirlerin verdikleri anlamı kabul etmeyebiliyor; dahası "yanlıştır" diyor? Nasıl? 2- Yine nasıl oluyor da, "kendi re"yi"ne dayanarak "Kur"an tefsir" etmeye, ayete anlam vermeye kalkabiliyor? Hem de "tefsir" alanındaki uzmanları, (profesörümüz lütfen hoşgörsün) güldürecek nitelikte bir "Kamus"u (Kamus"un Kur"an sözcükleri konusunda kaynak olamayacağını çok sıradan kimseler bile bilir), bir "Ahmediye Mezhebi"nin şunun, bunun çevirisini ya da şunun bunun "meâTini "KAYNAK" diye göstererek? Nasıl yapıyor bunu? 3- Ayrıca nasıl oluyor da "doğru yorum için Kur"an"ı, Kur"an ile tefsir ilkesine başvurulmalıdır" türünden, gerçekten çok, ama çok büyük bir söz edebiliyor? "Kur"an"ı Kur"an"la tefsir" ilkesi sözkonusu olunca profesörümüze Tmrada hemen anımsatmak gerekiyor: "Tefsir Usûlü (Usûlü"t-Tefsir)" konusuyla ilgilenenler çok iyi bilirler ki, bu ilkeyi uygulamanın "kurallar" vardır. Başında da. "Kur"an dili"ni, âyetlerden hangisinin "mü-fessir", hangisinin "müfesser" olabileceğinin bilinmesi gelir. Ve daha nice bilgiler gereklidir. Profesörümüz, karşılaştırdığı âyetlerden, hangisinin hangisini "tefsir eder" nitelikte olduğunu nasıl bilebiliyor? Hem de "sade bir müslüman" olarak? Biliyorsa, lütfen söylesin. Bu köşede yer vermeye hazırım. Ama "vukufla, yerini, yurdunu (kaynağını? göstererek çıksın ortaya. Ciddi kaynaklar göstersin. Yoksa, "bü-külemedik el" ne yapılır; çok iyi bilir. Konumuza ilişkin sözün özü: Bakara 54"te "(Tevbe için) kendinizi (ya da birbirinizi) öldürün!" deniyor. 230 Kur"an"da, 13 yerde "nefsi katletmek"ten sözedilir. (Bkz. Bakara: 54; 72, 85,; Nisa: 29, 66; Maide: 32; En"an: 151; îsrâ: 33; Kehf: 74; Tâhâ: 40; Furkan: 68; Kasas: 19, 33.) Bunların tümünde de, tüm "Kur"an elfâzfna ilişkin kaynaklara ve tüm "tefsirler"e göre, "adam öldürmek, cana kıymak" anlamındadır. Diyanet çevirisinde, bunlardan birine, Nisa Suresinin 29. ayetindekine "yanlış"" anlam verilmiştir, ille de "yanlış" arıyorsanız, işte buyurun. (Bu yanlışı görmek için örneğin bk?. F.Râzî, 10/72.) Bununla birlikte, şunu da belirtmek gerekir: Diya-net"in resmi çevirisinin sahibi sayılan Prof.Dr. Hüseyin Atay, Arapça"yı da, "Kur"an bilimleri"ni de, "gerçekten bilen kişi"dir. Profesör Hâtemî de, Diyanet işleri Başkanı da, bu konuda olsa olsa, onun öğrencisinin öğrencisi olabilir. Doğrusu bu. Atay"ın konumuza ilişkin bir küçük açıklaması bundan önceki sayımızda, Hâtemi"nin yazısından sonra yer almıştı. Hâtemî"ye birşey daha: Kur"an, kendisini, tüm ayetlerde, Hâtemi"nin yazısında ileri sürdüğünün tersine, "Tevrat"ın "düzelticisi" değil; "onaylayıcısı" diye tanıtır. (Kimi yerde görmek için bkz. Bakara: 41,91, 97, 101; Nisa: 47; Mâide: 48; En"am: 92...) "Buyursunlar, tartışalım, "ulemâ"lanm toplayıp gelsinler. İşte meydan..." demiştik. Ama "sadece bir müslüman" geldi. Diyanet nerede? 2000"e Doğru 28 Ocak 1990, Yıl 4, Sayı 231 ŞERİAT TANRISININ HİLESİ Buradaki "hile"yi Türkçe"deki anlamında kullanıyorum. "Düzen, aldatmaya, oyuna getirmeye yönelik yapılan iş, tuzak..." anlamında. Çokları "Şeriat"ın Tannsı"nı iyice tanımaz. Kendi kafasında geliştirdiği, "sonsuz güzellikler kaynağı" ve "iyilik, güzellik,dürüstlük yolunu gösteren, bunu inanırlarına aşılayan varlık" diye görür. Savunduğunda da öyle savunur. İslâm"ın, İslâm Şeriatı"nın "Tanrsı mıdır konu? Konuşurken, tartışırken kafasındaki bu "Tanrya uyacak biçimde konuşup tartışır. Onun için İslâm "kelâm"ında da zamanla, duruma, göre, "kafalardaki TanrTya uygun düşecek biçimde yorumlar oluşturmaya çaba-lanmıştır. "Şeriat TannsTnın orası burası budanmış, orasına burasına eklemeler yapılmış ve bu "TanrTda "tadilât" yoluna gidilmiştir. Bu yapılırken, Şeriat"ın kendisindeki, temel kaynaklan olan Kur"an"daki, "hadis"lerdeki "Tanrı"; olduğu gibi kalmıştır kuşkusuz. Yani değişmeden... Gelişen, değişen her şeye, zamana, çağa, yeni durumlara, yeni anlayışlara, yeni yaşama biçimlerine "meydan okumuştur. Böyle gelmiştir çağlar boyu. "Hile" sözkonusu olunca da "Tann"ya yakıştırılmaz. Gelip "kafalardaki TanrTya çarpar çünkü. "Tann"nın hile yapmıyacağı" düşünülür. "Tanrı da hile yapar mı? Hâşâ!" denir. Gelin görün ki "Şeriat Tanrısı", âyetlerin, hadislerin çok açık açıklamalarına göre; hem kendisi "hile" yapar; hem de "hile" yapılsın diye "Peygamber"ine öğütler verdirir. Kur"an"da "hile (düzen.tuzak)" anlamına gelen "hud"a"nın türe-viyle bir yerde (bkz. Nişe, ayet: 142.); aynı anlama gelen "mekr" sözcüğü ve türevleriyle de altı yerde (bkz. Alu İmran: 54: A"raf:99; Enfal: 30: Yunus: 21; Ra"d: 42, Nemi: 50.), "Tanrı"nı hile yapar olduğu" anlatılır. Kur"an"ın "TanrTsı birtakım kasabaları nasıl yokettiğini uzun uzun anlattıktan sonra sorar: —"Onlar, Tann"nın hilesine karşı kendilerini güvenlikte mi görüyorlardı?" (A"raf: 99.)Sonra şöyle der: 232 —"Tann"nın düzenine karşı, yalnızca zararlı çıkan bir toplum kendisini güvenlikte görür."Yine Kur"an"ın "Tannsı" herkese şunlan duyurur:—"... De ki: "Tanrı, hile yapmakta, herkesten daha hızlıdır." " (Yunus: 21.) Bunun tam karşılığı olan sözlere, "Tann"ya yakıştınlma-dığı için Diyanet"in resmi çevirisinde, kendi anlamının dışında bir anlam verilmiştir. Bu, hep yapılır. —"Onlar hile yaptılar; Tann da hile yaptı. Tann, hile yapanlann en hayırlısıdır." (Alu imran: 54.) —"... Onlar hile-tuzak kurarlar. Tanrı da hile-tuzak kurar. Tann hile-tuzak kuranların en hayırlısıdır." (Enfal: 30.) Muhammed de "inanır"lannı, "inanmaz"lanyla savaşa yöneltirken şu öğüdü verir: — "El hambu hud"atun = savaş hiledir." (Bkz. Buhari, e"s-Sahih,Kitabu"l-Cihad/ 157; Müslim, e"s-Sahih, Kitabu"l -Cihad/ 17-18, hadisno: 1739-1740.) Muhammed, bu öğüdü vermekle kalmamış, kendisiuygulamış ve uygulatmıştır da. Nicelerini, örneğin bir ozanı, Ka"b ibnEşrefi, "hile" yaptırarak, tuzak kurdurarak öldürtmüştür. (Buhari"ninde içinde bulunduğu hadis kitaplannda yer alan olay için bkz. Tecrîd,Diyanet Yay., hadis no: 1578.) İslam Şeriatı, tüm dünyayı bir savaş alanı görür. Bu savaş, "İslam inanırlan"yla "inanmazlar" arasındadır. Şeriat, güçleninceye dek, "mümaşat" yolunu, yani "birlikte banş içinde bulunma"yı kullanır. Bu da bir çeşit "hile"dir. Ama güçlenince, iki yoldan birinin seçilmesini ister insanlardan: — Ya ölüm, — ya da İslâm. İnanç ve düşünce özgürlüğünün soluğu kesilmiştir o zaman. İslam, hiçbir "din"i "din" olarak tanımaz. Kur"an"ın "tanrTsı: "Tann"nm dininden başka bir din mi istiyorlar? (Yani hiç olur mu?)" diye sorar. (Alu imran: 83.) sonra: "kim islam"dan başka bir din isterse, onunki kabul edilmiyecektir hiçbir zaman?" der. Ve yine şöyle açıklamada bulunur: "Tann katında din, kuşkusuz, yalnızca islam"dır." Güçleninceye dek şöyle demiştin "Senin dinin sana, benim dinim bana." (Kâfirim: 6.) "dinde zorlama yoktur..." (Bakara: 256.) Güçlendikten son-raysa, inanmazlar gösterilerek Müslümanlara şu buyruk verilmiştir: 233 — "... Onları nerede bulursanız orada öldürün!" (Bkz. Bakara 191;Nisâ:89,91;Tevbe:5.) İran"da mollalar, Şah"a karşı, sol kesimle "mümâşat" yapmıştır (barış içinde birlikte yürümüştür, Şah"a karşı birlikte savaşmıştır). Ama ne zaman ki güçlenmişlerdir; daha önce "ittifak" kurduklanna ne yaptıklarını herkes bilir. Mollalar, İslam Şeriatı"ndaki "hile" yöntemini kullanmışlardır. Ülkemizdeki "molla"lann, din çevrelerinin, "çifte standart olmasın", "demokrasi, inanç ve düşünce özgürlüğü" diyerek sol kesimin karşısına çıktıkları, birçoklarını istedikleri çizgiye getirmeyi başardıkları ve Türk Ceza Yasası"nın 141,142. maddeleriyle birlikte 163. maddesinin tartışıldığı şu sıralarda bunların bilinmesinde, unutulmamasm-da yarar var. "Görüş"lerin soluğu kesilmesin diye...Ekonomi ve Politikada Görüş Şubat 1990, sayı 39 234 163. MADDENİN KALDIRILMASI 141. ve 142. maddelerle birlikte 163. madde de kaldırılsın. "Düşünce suçu" diye bir şey istenmiyorsa, bu maddelerin tümünün kaldırılması istenmeli ve sağlanmalı. "Demokrasi" için, "düşünce özgürlüğü" için bu gerekli, zorunlu. 141. ve 142. maddelerin kaldırılması istenirken, "163. madde kalsın." denemez, denirse "çifte standart olur... Böyle dene geldiğini biliyoruz. Yani böyle diyenlerin bulunduğunu, dahası az olmadığını... Bu savın bir gelişmesi var; öyküsü var. Sağ kesimdeki "mol-la"lar, bir kesim "sol"la "ittifak" girişimleri ve bunu, sonunda başarmaları... Bu yazıda, bunlar üzerinde durulacak değil. "163. madde kaldırılsın" denirken neyin "olmayacağı"nı belirlemek gerekir. En başta bu yapılmalı. Şu sorunun karşılığı bulunmalı burada: —163. maddenin "hükmü" kaldırılabilir mi? 163. Maddenin hükmünü kaldırmaya meclisin gücü yetmez: Bu, şaşılası gibi gelebilir. Ama gerçek. Bir düşünelim: 163. madde ne tür bir hükmü içine alıyor? Bilindiği gibi, bu madde: "laikliğe aykırı olarak... " diye başlar. Ve "laikliğe aykınlıklar"ı bir takım ceza hükümlerine bağlar. Bu madde hükmünün kaldırılması demek, "laikliğe aykırılığın serbest bırakılması" demektir. Bunu, yasama organı^ yani TBMM yapabilir mi? Yapamaz; çünkü: Yasama organı, "DEVLET"in "3 erk"inden biridir. Devlet, bu" gücünü, "laikliğe aykırılık" eylemini "serbest bırakmak"ta kullanamaz. "Laik" olmasaydı kullanabilirdi. Ama herkesin bildiği gibi "la- 235 ikntir. (Anayasa, Madde:2.) Bu nitelik "değiştirilemez" ve"değiştirilmesi önerilemez" (Anayasa, madde: 4.) Konu, bu denli açık. Tartışması bile olmayacak ölçüde... Demek ki "kaldırılsın" denen madde hükmü, "kaldırılamaz". Tüm Partiler biraraya gelse bile, buna güç yetirilemez. "Şeriatçı bir darbe" olmadıkça... Devlet, hem "laik" olacak; hem de "laikliğe aykırılığın serbest olması" için "irade" gösterecek; gücünü kullanacak. "İsteyen laikliğe aykırı görüş ileri sürsün, bu doğrultuda davransın, partisini kursun, yapabiliyorsa gelsin, iktidar olsun. Olabiliyorsa Şeriat devleti kurulsun..." diyecek!!! Olmaz, olamaz böyle şey. Devlet, "laik" olarak "laikliğe aykırılığı serbest bıraktığı" zaman, "laik olma niteliğini yitirir. Ayrıca da, "Kendi yıkıcısı"nı kendi elleriyle hazırlayamaz. Ve böyle bir şey istenemez de, Onun için 163. maddenin kaldırılması istenemez. Ne "insan haklarını" savunma adına istenebilir; ne "hukuk" adına istenebilir, ne "demokrasi" adına istenebilir; ne de "Çağdaşlık" adına islenebilir. "İnsan hakları"nı savunma adına istenemez: İstenemez çünkü: "Laikliğe aykırılığı serbest bırakmamak", en geniş anlamıyla "insan haklarTm güvence altına almanın bir gereğidir. Laikliğin olmadığı yerde, "insan"ın temel "hak"lanndan olan "düşünce özgürlüğü", "inanç özgürlüğü" olamaz. Ayrıca: 163. maddenin yasakladığı "Şeriat iktidarında "insan haklarfnda değil; "İslam"a inanan insan haklarından sözedebilir olsa olsa.Bu da tam değ»; bir ölçüde... Çünkü İslam Şeriatı, İslam "fıkh"ı, Islamdan başka hiç bir "din"i "din" saymayanın yanında, "ırk ayrımı" yapar (Kur"an"a göre: Tek muhatap ırk Arap"tır, Araplar içinde de En"am/ 92"ye, Şûrâ/7"ye göre de "Mekke ve cevresi"nde bulunanlardır.); "soy-sop aynmı" yapar (hadislere ve fıkha göre: "en üstün olan, Kureyş Kabilesi"dir.); "mezhep aynmı" yapar (Şiilerin etkin olduğu yerde sünnilere, sünnilerin etkin olduğu yerdede şiilere ve ötekilere değer verilmez.);" Müslüman ayrımı" yapar ("dindar"ı varken, dinde biraz zayıf olanın değeri yoktur.)... Muhammed"in kendi arkadaşları 236 arasında bile ayrım yapmış; dahası bir kesim öbür kesimle kıyasıya savaşmış, 656 yılında bir savaşta bile (Cemel Savaşm"da) iki kesimden 15 bin kişi öldürülmüştür. Bu tür savaşlar, öldürmeler, İslam şeriatının egemen olduğu yüzyıllar boyu olmuş süregelmiştir. İslam Şeriatı, "insan"ın en temel "Hakkı" olan "yaşama hakkı"nı elinden alır kendi ölçüleri içinde. Ve kendi inanırlarına, "inanmazlar" gösterilerek: -Nerede bulursanız, orada öldürün!" der. (Bkz. Bakara: 191; Nisa: 89,91; Tevbe: 5.) "İnsan Haklan" yaşıyabilir mi böyle bir ortamda? Bu "terörlerin terörü" ortamında?!"insan Haklan" için evrensel nitelikte, "uluslararası" kabul edilmiş "bildirge"ler var. Bunlardan hangisi böyle bir ortama "evet" diyebilir? Hangi maddesi hangi hükmü?!! "Hukuk" adına da istenmez istenmez çünkü: "Laikliğe aykınlığı", ne ülkemizdeki hukuk sistemi benimser; ne de "hukukun genel ilkeleri" buna uygun. 1982 Anayasası bile kesin olarak "laik" dediği devletin bu niteliğini, sağlam güvenceye bağlayan hükümler içeriyor. "Yaptınmı"ysa Türk Ceza Yasası"nda. Ve işte 163. maddesinde. Aynca Türkiye Cumhuriyeti"nin 2 numaralı yasası olan bir Hiya-neti Vataniye Yasası var. Türk Ceza Yasası"nın 163. maddesiyle yasaklananlar, bu yasada "vatan hainliği" sayılmıştır. Yaptırımı da: idam ve bu yasa, bugünde geçerli. Türk Ceza Yasası"ndaki 163. maddenin kaynağıdır bu yasa. Laiklik, insanlığın ileri uygarlığı ve gelişmişliğiyle yakından ilgilidir. Ulaşılmış olan bir aşamadır. "Hukukun genel ilişkileri"yle içice olan, ayrılmaz nitelikte bulunan bir aşama... Bu aşamadan geri dönülmez. Geri dönülmesi de istenemez. Hele "hukuk" adına...Kaldı ki, yukanda da değinildiği gibi, islam Şeriatı, kendi ölçüleri dışında hiçbir hakka yer vermeyen bir hukuksuzluk düzenidir. Adam öldürmenin türlü biçimlerinin, türlü işkencelerin de bulunduğu bir düzen... Başlı başına bir terör mekanizmasıdır. 163. maddeyle yasaklanan mekanizma işte budur. Bu maddenin kaldınlmasını istemek, 237 bu mekanizmaya "serbestlik" vermektir. "Demokrasi" adına da istenmez istenmez çünkü: 163. madde, demokrasiyle hiç bir biçimde bağdaşmayan bir eylemi "laikliğe aykırılık" niteliğindeki eylemi yasaklıyor. Yine bu meddeyle yasaklanan "Şeriat" düzeni "demokrasi" için bir ölümdür. Bu konuda yeterli bilgi almak isteyenler, "yüzyılımızın kitabı" nitelikteki kitabın, Şeriat ve Kadın"ın yazan, an-duru bilim adamlığıy-la yürekliliğin örneğini veren değerli insan Prof. Dr. îlhan Arsel"in, bir hukuk anıtı niteliğindeki "Teokratik Devlet Anlayışından Demokratik Devlet Anlayışına" adlı kitabını okuyabilirler. Ve okumalıdırlar. 163. maddenin kaldırılmasını istemek, "demokrasi"yle bu maddenin yasakladığı şeyin ne olduğunun bilincinde olanların tüylerini ür-pertmeye yeter sanırım. Elverir ki ikisi de iyi bilinsin. "Çağdaşlık" adına da istenemez: istenemez çünkü: Laiklik, çağdaşlığın en "olmazsa olmaz" lann-dandır. "Çağdaşlık"ta, "laikliğe aykırılık" eylemi hoşgörülmez. Çünkü/^^ bu eylemin hoşgörülmesi, "düşünce ve inanç özgürlüğünü yok etm^ eyleminin hoşgörülmesiyle eşanlamlıdır. ffele "Şeriat" sözkonusu olunca... Şeriat"m "iktidar" olmasına kapı açmak, insanı, "orta çağ karanlığına hapsetmenin yani sıra, insan boğazlamanın, işkencenin bir sistem durumuna geldiği düzen için "buyursun, olabilirse iktidar olsun!" demektir."Çağdaş" insan bunu diyemez. "MOLLA" başlıklı yazıyıda okuyacaksınız derginin bu sayısında. Bu yazıyı yazdığım zaman, Prof. Dr. Muammer Aksoy, daha öldü-rülmemişti. 163. maddenin kaldırılması istemine karşı sürekli savaşmış olan 238 bu hukuk ve bilim adamının öldürülmesinden sonra, sağ kesimden şimdilik "mümaşaf"çı davranan kimi "molla" ile, sol kesimden kimileri, "terör"e karşı "ortak bir bildiri" yayımladılar. (7. 2.1990 günlü gazetelerde.) Bence bu "ittifak"ın "terör"e karşı olmak yönünden hiç, ama hiç bir önemi yoktur. Çünkü, sağdaki "Molla"lann savunduklan düzen, islam"dır, islam Şeriatı"dır. Bu düzenin, kendini güçlü bulduğu zaman, baştan sonra bir terör durumunu aldığıysa, kimsenin yadsımayacağı bir gerçek. "Terör"le "terör"e karşı çıkabilirler mi? Ne var ki, "çağdaşlığımızdan kimileri, "mollalarla ittifak"ta di-renmekteler. Bence yanlış bir yoldur bu Unutulmamah ki, İran"da da bu yola gitmişlerdi ve durum şimdi ortada. Kısacası: 163. maddenin yasakladığına, "düşünce suçu" demek, "özgürlük düşmanhğı"yla "terör"le "cinayetlerle "düşünce"yi birbirine kanştırmaktadır bence. Sosyal DemokratŞubat 1990, Sayı 22 239 ÎSLAM ÖNCESİ DÖNEMDE "KIZ ÇOCUKLARININ DİRİ DİRİ GÖMÜLDÜĞÜ" YALANI Tekvîr Suresinin 8. ve 9. ayetlerinde bir değinme. Bu ayetleri, Hamdi Yazır, biraz duygusal olarak, dilimize şöyle çevirir: — "Ve o diri gömülen, hangi günahla öldürüldü? Sorulduğu vakit." (Bkz. Yazır, Hak Dini Kur"an Dili, 1962, 8/5593.) Diyanet"in resmi çevirisinde de ayetlerin anlamı şöyle: —"Kız çocuğun, hangi suçtan öldürüldüğü kendisine sorulduğuzaman." islam"ın "kadın"a nasıl "üstün yer ve değer verdiği"ni anlatan islamcılar, ikide bir de şöyle derler: — "Cahiliyet (islam öncesi) döneminde, kadına değer verilmediği için, kız çocukları diri diri gömülürdü, islam gelince, kadına üstünyerini verdi ve kız çocuklarını diri diri gömme geleneğini de ortadankaldırdı..." Bir kez islam Şeriati, "kadına üstün yeri verdiği"nden, "kadın haklan"ndan sözedemez. Edemez çünkü: 1- Kur"an"ındaki "kadın"la ilgili ayetler, hep kadının zararına, kadını küçültücü doğrultudadır, örnek: — Bakara Suresinin 228. ayetinde: "Erkeklerin, kadınların zararına, onlardan üstünlüğü (derece) vardır." deniyor. — Kur"an"ın "Tann"sı, hep "eril" sözcüklerle ("huvella- hu..." gibi) anlatılır. Sözcükler, bu "TanrTnın "erkekliği"ni anlatır niteliktedir. Onun için de "erkek"lerin "üstün" ve "kadın"lann "aşağı (dahası aşağılık)" görülmesi doğaldır. — "Erkek"lerin "derece"lerinin, "kadınların zararına" olacak biçimde "üstün" olduğunu anlatan "ayet"le ne demek istendiğine ilişkin "tefsir"lerin, "fıkıh"lann yazdıkları, gerçeği çarpıcı biçimde sergiler: örneğin Fâhruddîn Râzî şöyle der: "Erkeklerin derece üstünlükleri. Erkeklerin kadınlara karşı birçok üstünlükleri vardır: Birincisi: Erkek, akıl yönünden üstündür, ikincisi: Diyette (öldürme olayındaki kurtulmalıkta) erkeğin.üstünlüğü vardır. (Kadın için ödenecek diyet, 240 erkek için ödenecek diyetin yarısı kadardır.) Üçüncüsü: Miras konularında erkeğin üstünlüğü vardır. Dördüncüsü: Devlet başkanı ve kadı (yargıç) olmaya elverişlilikte ve tanıklıkta erkeğin üstünlüğü vardır. Beşincisi: Erkek, kadının (karısının) üstüne evlenebilir, cariye alabilirken kadının böyle bir hakkı yoktur. Kocasının üstüne evlenemez, kocanın cariye alıp kullanması türünden köle alıp kullanamaz. Altıncısı: Kocanın mirastaki payı, kadının mirastaki payından çoktur. Yedincisi: Koca, karısını boşayabilir, boşadıktan sonra da dönüş yapabilir. Kocasının bu eylemi, kadın istemese de gerçekleşir. Kadınsa, kocasını bo-şayamaz. Boşandıktan sonra da, dönüş yapamaz... Sekizincisi: Ganimette, erkeğin payı, kadının payından çoktur. Erkeğin kadına karşı üstünlüğü böylece ortaya çıkınca, kadın, erkeğin elinde güçsüz bir tutsak gibidir..."(Bkz. F. Râzî, e"t, Tefsiru"l-Kebîr, 6195.) öteki tefsirlerde de benzer açıklamalar yer alır ve kiminde, kadına karşı erkeğin daha başka ayrıcalıkları sıralanır. (Bkz. Taberî, Câmi-u"l-Beyân, 2/275-276; İbn Kesir, 1/271; Şevkâni, Fethu"l-Kadir, II 237; Kasımi, Mehasinu"t-te"vMl, 3/585; Tefsiru"l-Merâğî, 2/167. Ayrıca bkz. Dr. Kâmil Mûsâ, Kâmusu"l-Mer"e Derece, Beyrut, 1987, s. 15-26.) — Hiçbir hukuk sisteminde, ilkel hukuklarda bile olmayan bir şey var: Nisa Suresinin 34. ayetinde, kanlarının kendilerine başkaldıracaklarına ilişkin kuşkuya, kaygıya düşen kocalara şu yol gösterilmekte: "O kadınları dövün!" Ortada "suç" olmadan "ceza" verilmesi, hangi hukuk sisteminde bulunabilir? "Onları dövün!" deki ilkellik de ayrı... Kur"an"daki "kadın" ların zararına olan "hüküm"leri sıralamaya buradaki yerimiz el vermez. Mirasta oğlana 2, kıza 1 pay verilmesi eleştirilirken, islamcılar, islam öncesi dönemde, "kadın"a bu kadar da pay verilmediğini, kadının, mirasta hemen hiçbir hakkı olmadığını ileri sürerler. Bunun, "gerçek"le hiçbir ilgisi yoktur. Kur"an"da, hadisler de, "kadın"a "yeni hak"lar vermek şöyle dursun, islam öncesi haklarının birçoğunu da elinden almıştır kadının. Bu, ayrı bir yazı konusu olabilir. 1- "Hadis"lerde, "kadın" son derece aşağılanır. Hor görülen şeylerle bir tutulur, uğursuz görülür. Bu konudaki hadisleri genişçe görmek için, her bir kitabıyla karanlığın belini kıran ve aydınlara, bilim 241 adamlarına örnek olan Prof. Dr. ilhan Arsel"in "Kadın ve Şeriat" adlı kitap mutlaka okunmalıdır. Bu kitapta, kaynaklar da açık seçik gösterilmiştir. Kitabm sonunda bir de "indeks" vardır ve konular, kitapta kolaylıkla bulunabilir. Kız çocukları ve İslam öncesi dönem Şimdi gelelim "kız çocuklarını, islam öncesi dönemde diri diri gömüldijkleri" yalanına: Böyle bir şey gerçek olamaz, çünkü: 1- Kız çocuklarının neden "diri diri gömüldükleri", Kur"an yorumlarında, hadislerde anlatılırken değişik ve çelişkili "neden"ler ilerisürülüyor: — Kız çocukları, "yoksulluk yüzünden diri diri gömülüyordu." — Kız çocukları, "ailelerine leke sayıldığı için diri diri gömülüyordu." — Kız çocukları, "meleklere katılsınlar diye diri diri gömülüyordu. Çünkü Melekler de Tann"nın kızları diye niteleniyordu." "Tefsirlerde yer alan "neden"ler böyle. (Bkz.. Râzî, 31169.) Sonuncu nedenin komikliği ortada. Çelişkiside. Düşünün "Me-lek"lere "Tann"nın kızlan" diye inanılıyor olacak, hem de kız çocuğu, "ailesi için leke" sayılacak. "Melek" son derece "kutsal bir varlık" görüldüğüne göre, kız çocuğu ailesi için "leke, utanç verici" olamaz. Tersine, son derece "övünç kaynağı" sayılması gerekir "kız"ın. Ayrıca, "meleklere katılsınlar" diye diri diri gömmeye niye gerek görülsün? Bunun için "ölmek" ille de gerekli görülüyorduysa "diri diri toprağa gömmek" niye? "ölme"nin başka türlüsü yok muydu? Tüyler ürpertici cinayet niçindi? 2- ileri sürülen "neden"leri "gerçek" olduğu varsayılmış olsa,"kız çocuğu diri diri gömme" geleneğinin çok yaygın olduğunu düşünmek gerekir. "Kız"ın ailesi yoksulsa, "yoksulluk"tan; zenginse "âr (leke, kınama konusu)" olmasından; ayrıca "meleklere katılsın" diye; yani her durumda uğrayacağı sonuç aynı: Diri diri gömülmek. Bu 242 "gerçek" olsaydı, Araplarda "kız" kalır mıydı? Ve "kadın" olurmuydu? Oysa belgeler ortaya koyuyor ki, Araplarda "kadın çokluğu" vardı. 3- "Kız çocuklarının diri diri nasıl gömüldükleri"ni de tefsirlerdeğişik biçimde anlatmakta: — "... Kız çocuğu 6 yaşına gelince, adam karısına: "haydi bunu temizle, süsle, hısımlanna gezmeye götüreceğim." derdi. Oysa çölde bir kuyu kazmıştır onun için. Kızı alıp oraya götürür; "bak şunun içine!" der; sonra da arkasından iterek çocuğu o çukura düşürür ve-üzeri-ne toprağı döküp yığardı." — " Ya da gebe karısının doğum günü yaklaştığında, koca bir kuyu kazardı. Ağrısı tutunca kadın o kuyunun basma giderdi, kız doğurursa içine atardı kuyunun." (Bkz. Tefsirler, örneğin Arapçalardan F. Râzî, 31/69; Türkçelerden Hamdi Yazır, Hak Dini Kur"an Dili, 81 5603, 5604.) Araplarda, hem de "yaygın biçimde" yaşandığı ileri sürülen bu olaylann olduğu apaçık yalan. Ne bir baba, ne de bir anne burada ileri sürüleni yapar. Bu tür şeyin olması, insan doğasına aykın olduğu gibi, hayvanlarda bile görülmez, ilkellerde, "çocuklann Tannlara kurban edildikleri"ni biliyoruz. Ama, Araplar, o sıralarda, "ilkellik" dönemini çoktan gerilerde bırakmışlardı, islam döneminden daha ileri bir uygarlığa sahiptiler. Bunun tersine, yalanlar uydurulmuş olsa da... Kaldı ki burada sözkonusu olan "Tann"ya kurban" da değil. Aktarmalarda da bu ileri sürülmüyor. Yani "kız çocuklannın, Tannlara kurban etmek için diri diri gömüldükleri"nden sözedilmiyor. Böyle bir şey, yani "çocuğu Tann"ya kurban etme" de hangi dönemde ve nerede yaşanmış olursa olsun; "çok yaygın" değil, tek tük olurdu. "Tann"ya kurban etme" durumu da sözkonusu olmayınca, işin mantığı büsbütün ortadan kalkıyor. "Kız çocuklannın yoksulluk için, ya da leke sayıldığı için... diri diri gömüldüklerini" ileri sürmek ve bunu kabul etmek, "annelik, babalık" ne demek; bilmemektir. Aynca "insan"ı, insanın doğasını tanımamaktır, insanlar, ileri sürülen türden şeyi yapmış olsalardı, türlerini sürdüremezlerdi. Araplarda, "kız çacuklannı diri diri gömme" geleneği bulunsaydı, islam öncesinin Arap şairlerinin şiirlerinde de dile getirilirdi.Hem de yaygın olarak yer alırdı şiirlerde, oysa bu yok. 243 Tefsirler, Ferezdak"ın iki dizesi üzerinde durur. Ne var ki, tefsirlerde bu iki dizi de hep aynı sözcüklerden oluşmuyor, iki dizi de değişik biçimde yer alıyor. (Karşılaştırarakbkz.ArapçalardanTaberi.Câ-miu"l-Beyân, 30/46; F. Râzî, 31169; Türkçelerden Hamdi Yazır, Hak Dini Kur"an Dili, 815604.) Dizelerin değişik olması gözönünde tutulursa, sonradan uydurulduğu bile düşünülebilir. Kaldı ki, Ferezdak"ın olduğu ileri sürülen bu iki dize, bize "kız çocuklarının diri diri gömüldüklerini" açık açık anlatıyor. Kimi tefsirde yer alan biçiminde dizeler şu anlamda: — "Bizden öyle kimse çıkmıştır ki VÂÎDAT"ı önlemiş ve VEÎD"idiriltmiştir de artık kimse VEÎD olmamıştır." (Bkz. F. Râzî ve HamdiYazır.) Hamdi Yazır, "VÂÎDAT"a, "çocuklarını gömen vaideler (anneler)" anlamını veriyor. Sözcüğün kökü olan "ve"d" eğer "gömme"yse, "nasıl bir gömme"dir; belirtilmiyor. H. Yazır da yalnızca "gömme" anlamını veriyor; "diri diri gömme" demiyor. Varsayalım ki buradaki "gömme", tefsirlerde anlatılan türden "diri diri gömme"dir; o zaman dizelerdeki "VÂİDAT" niye? Bu sözcük, "çocuklarını diri diri gömen anneler" demekse, tefsirlerde anlatılana uymuyor. Çünkü tefsirlerde, "kız çocuklarını diri diri gömen"in "anneler" değil; "babalar" olduğu anlatılıyor. Bir başka terslik de şu: Tüm tefsirlerdeki biçimlerinde, dizelerde "gömülen"i anlatmak için "veîd" sözcüğü yer alıyor. "Veîd"se eril (erkeğe ait) bir sözcüktür, anlatılan eğer "kız çocuğun diri diri gö-mülmesi"yse niye dişili olan "veîde" ya ayetteki gibi "me"ûde" yer almıyor? Yani şiirde, "gömülen"in "dişi" değil; "erkek" olduğu anlatılıyor. Bundan, "kız çocuklarının diri diri gömüldükleri" anlamı çıkarılabilir mi? Elbette ki hayır.Muhammed"in şöyle bir hadisi var:— "Vâid de, mev"ûde de cehenemdedir." (Bkz. Ebu Davud, Sünen, Kitabu"s-Sünne/18, hadis no: 4717.) Sözcükleri, İslam dünyasındaki anlamıyla diümize çevirelim: — "Kız çocuğunu diri diri gömende, diri diri gömülen kız çocuğu da cehennemdedir." "Adalet anlayışı"na bakın siz! — "Kız çocuğunu diri diri gömen kimsenin CEHENNEME gitmesini anladık, ama o zavallı kız çocuğunun cehennem de işi ne, o niye cezalandırılıyor?" diye sorabilirisiniz, "kız çocuğunun, zulme uğra- 244 mış olanın ve de kadının hakkı. İslam"da böyle mi korunuyor?" diye de ekleyebilirsiziniz. Ama bu alanda kafa yormaya gerek yok. Nasıl olsa hepsi bir "yalan" üstüne kurulu. Sosyalist Birlik Mart 1990, Sayı 11 245 İSLAMCI NEDEN MÎNTÎKAMCI"DIR? 10 Şubat 1990 günü kimi gazetelerde (örneğin Cumhuriyet"te), Hamaney"in, Salman Rüşdi"ye ilişkin bir açıklaması yer aldı. Tahran Radyosu"nun yayınladığı bir habere göre, Hamaney, eski dini lider Humeyni"nin, Rüşdi hakkında verdiği "ÖLÜM FETVASF"nın geçerli olduğunu açıklayıp yerine getirilmesini istemiştir. Bu, "İslamcı intikamı"nın nice örneklerinden biridir. İslamcı, her zaman "intikamcı" olur. Bu, İslam"ın özünden, Kur"anından, "hadis"inden, tarih boyunca süregelen geleneğinden kaynaklanır. Yahudilik"te olduğu gibi... "İntikam", bilindiği gibi, "öç" anlamındadır. Öfke, kin, hınç ürünüdür."Öfke (gazap)" dolu, "kin" dolu bir "Tann" düşünebilir misiniz? Etnoloji bize kesin olarak bildirir ki, ilkellerde bu vardır. Yine araştırmalar gösterir ki, bu tür "Tanrı" anlayışı, ilkellerden Yahudilik kaynaklarına, başta Tevrat"a, yorumlarına, oradan da Kur"an"a ve islam"ın bütününe geçmiştir. Kur"an"da tam 4 kez, Tanrı için "zü"ntikam", yani "intikam sahibi, intikamcı" deniyor. Diyanet"in resmi çevrisinde de "öcünü alır", "öcahcı", "öcalan", "öcalabilen" anlamlan verilmiştir. (Bkz. Alu İmran: 4; Maide: 95; ibrahim: 47; Zümer: 37.) Bir ayetin Diyanet"in resmi çevirisindeki anlamı şöyledir: - Sakın, Allah"ın peygamberlerine verdiği sözden cayacağınısanma! Doğrusu Allah, Güçlü"dür, Öc alan"dır." (ibrahim, ayet: 47.) Bu ayet, "peygamber"lerin de "intikam" istediklerini, "Tann"nıri, buyruklara karşı gelenlerden "intikam" alacağına "söz verdiğini" ve bu "sözünden de caymıyacağı"nı, Tann"nm hem "Güçlü", hem de "Öcahcı" olduğunu açık seçik anlatıyor. Secde suresinin 22. ayetinde de şöyle denir: -"Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim var mıdır? Şüphesiz, suçlulardan öc alacağız." "Rabb"in, yani "Efendi Tann"nm, "suçlu"lardan, "günahiriardan öc alacağını bildirdiği anlatılırken, "Biz kesinlikle, onlardan öc alaca- 246 ğız ya da öcalıcılanz)" dediği, iki ayette daha anlatılmakta: Zuhruf, ayet: 41; Duhan, ayet; 16. "Tann"sının "öcalıcı", "peygamber"inin "öcahcı" diye sunulduğunu görüyoruz. "Tann"sı, "peygamber"i öyle olur da, "mü"min"leri, yani "inanır"lan öyle olmaz mı? İslamcı, bunun için "intikamcı"dır işte. "Tann için sevmek, Tann için kin beslemek", islam"ın temel ilkelerinden biridir. Muhammed"in, bunu dile getiren sözlerine dayanır bu. Muhammed şöyle der: — "işlerin en üstünü, Tann için sevmek ve Tann için öfkelenipkinlenmektir." (Bkz. Ebu Davud, Sünen, Kitabu"s-Sünne/3, hadis no:4599) Bir başka kez de Muhammed"in şöyle dediği görülür: — "içinizden kim bir MÜNKER görürse, eliyle onu değiştirsin;gücü yetmiyorsa diliyle onu değiştirsin. Buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle kinlensin..." (Bkz. Müslim, e4s-Sahih, Kitabu"1-Iman/ 78, hadisno: 49; Ebu Davud, Sünen, Kitabu"s-Salat/248, hadis no: 1140; Tirmi-zi, Sürten, Kitabu"l-Fiten/11, hadis no: 2172.) Buradaki "münker"in anlamı "tanınmayan, benimsenmeyen şey"dir. Demek ki Muhammed, her müslümana şu görevi veriyor: Müslüman kişi, islam Şeriatı"nca "tanınmayan, benimsenmeyen bir şey"mi gördü; hemen "elini", yani "yumruğunu" kullanacak. Diyelim ki yumruğu yeterli olamadı, bununla karşı çıkamadı; "diliyle" karşısına çıkacak. Kötüleyecek, kınayacak, aleyhte propaganda yapacak. Diyelim ki ortam buna de elverişli değil. O zaman da "kalbiyle" yöne-lip "kin besleyecek".islamcı ortamı elverişli bulana dek "kin besler" karşısında olduğu kimseye, duruma, düşünceye, davranışa. Ve "intikam" için zamanını kollar. Bu, kendisine verilmiş bir görevdir. islam"ın "Tann"sı, "intikam"ı, kimi zaman "bu dünya"da, kimi zaman da "öbür dünya"da yani, "ahiret"te alacağını bildirir. Her ikisinde de durum korkunç olarak bildirilir. Hele "ahirefte "işkence" olacağı da anlatılır, "ölüm yok, sürekli işkence var." En sadist insanın bile kabul edemeyeceği türden bir "azap (işkence". Bunu anlatan ayetlerle doludur Kur"an. Demek ki islam"ın "Tann"sı, "intikam" alırken "işkence"siz ol- 247 muyor "intikam"ı. İslamcı böyle bir eğitimle eğitilmekte. Yani İslamcı da "işken-ce"yi, doğal bulur ve "intikam"ın doğal gereği sayar. Bu durumda İslamcıdan beklenebilecek tutum, bu doğrultudadır. Başka bir deyişle, islamcı, "Tanrı için intikam" alacağı kimseye "işkence" uyguladığı zaman, "kutsal görev"ini yerine getirmekte olduğuna inanır. Karşılığında, "Tanrı"dan sevap, mükafat" alacağını düşünür. Coşkulanır bundan. Muhammed"in "işkence"yi yasakladığını anlatan hadis de var. (Bkz. Buhari, e"s-Sahih, Kitabu"l-Megazi/30; Ebu Davud, Sünen, Kita-bu"l-Cihad/120, hadis no: 2667.) Ama, yasaklandığı bildirilen şey, işkencenin yalnızca bir biçimidir "Müsle" denir bu biçime. Vücudun kimi organlarını, özellikle de bumu, kulakları kesmek, gözleri oymak anlamında. "Yüzü dümdüz etmek". Kaldı ki Muhammed"in kendisi de "müsle (işkence)" yaptırmıştır: Muhammed"in Ureynelilere yaptırdığı işkence: Ukl, Ureyne kabilelerinden bir kaç (7-8) kişi, Medine"ye gelmişler; biraz hastalanmışlardır. Kır insanları olduğu için Medine"nin havası kendilerine yaramamıştır. Muhammed"e başvururlar. Muhammed, "tedavi" için kendilerine "deve sütü" ile "deve sidiği" içirir Sonra da "zekat develeri"nin bulunduğu yere (kırlara) gönderir. Burada da "deve sütü" ve "deve sidiği" içeceklerdir. Kırda iyileşir adamlar. Sonra develerin çobanını öldürürler; develeri de önlerine katıp götürürler. Muhammed bunu (her nasılsa) öğrenir. Onların ardından, yakalasın diye adam gönderir. Sonunda katil ve hırsızların tümü yakalanır. Ve Muhammed"in verdiği ceza: Muhammed, yakalananların ellerini, ayaklarını kestirir; gözlerini oydurur ve Harre denen (son derece sıcak) yere attırır. Adamlar sızlanırlar, su isterler. Su verilmez. Adamlar taşlan kemirirler. Ve sonunda ölürler. (Buhari"nin 7 yerde ve 9 yoldan aktarıp yazdığı bu hadis için bkz. Buhari, e"s-Sahih, Kitabu"z-Zekat/68; Tecrid, h. no: 172; Müslim, e"s-Sahih, Kitabu"l-Kesame/9-14,h. no: 1671; Ebu Davud, Sünen, Ki-tabu"l-Hudud/3, hadis no: 4369.) Muhammed"in uygulattığı bu korkunç işkence, Maide suresinin 248 33. ayetine dayandırılır. (Bkz. Aynı kaynaklar) Bu ayetin, Diyanetin resmi çevirisindeki anlamı şöyledir: "Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası: Öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayaklarını kesilmesi ya da yerlerinde sürülmektir. Bu, onlara dünyada rezilliktir, onlara ahirette büyük azab vardır." "lşkence"yi Muhammed yaptırmış olunca, İslamcı kişi, "insanlık dışı" bulmaz kuşkusuz. "Haklı" bulur. Bugünkü İslamcıların üreyip yetişmelerinde en başta rol oynayanlardan Babanzade Ahmed Naim (1872-1934. Bkz. ismail Kara, Türkiye"de İslamcılık Düşüncesi, İstanbul, 1987, 1/273-308) de olayı haklı buluyor, savunuyor, olay nedeniyle şöyle diyor: —"Biz müslümanlarca, Peygamberin yaptığı şey ne olursa olsun; doğrudur. Tanrı hoşnutluğuna da uygundur..." (Bkz. Diyanet yayınlarından Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi, 173. hadisin açıklaması.) Kısacası: Birşeyin "insanlık dışı" olması, İslamcının umurunda değildir. Elverir ki "islam dışı" olmasın. "IntikanTa, "Tanrı için işkence etme"ye de böyle bakar İslamcı. Emeğin Bayrağı 3 Mart 1990, Yıl 3, Sayı 23 249 VE KADINA DAYAK islam"ı savunanlar hep şöyle derler: — "islam, insanlık dinidir, insan haklarına önem verir. Kadını da yüceltmiştir..." Birçokları islam"ın kendisini bilmedikleri, tanımadıkları halde, yapılan propagandalara ya da kendi kafasında oluşturduğu islam"a göre konuşur, islam"ın kendisine, içyüzüne bakıldığı zamansa gerçek ortaya çıkar. islam Şeriatı, "din" ayrımı yapar; kendinden başka bir dini tanımaz. (Örneğin bkz. Âlu Imran: 19, 83, 85) "Irk" ayrımı yapar; Arap toplumuna seslenir, (örneğin bkz. Meryem: 97) Bu nedenle Kur"an"ın "Arapça" olarak gönderildiğini bildirir, (örneğin Bkz. Yusuf: 2; Ra"d: 37; Tâhâ: 113; Şûra: 7; Nahl: 103) "Oymak (kabile)" ayrımı yapar, hukukunda, "Peygamber"inin diliyle, "HALİFELİK" kurumunu yalnızca "Kureyş Kabilesi"ne verir. (Örneğin bkz. Ahmed Ibn Hanbel, 5/220-21.) "Kent-yöre" aynmı yapar; Kur"an ve "peygamber"in yalnızca "Mekke ve çevresi"ni uyarmaya yönelik olduğunu bildirir. (Bkz. En"an:92 Şûra: 7) "Zengin-yoksul" aynmı yapar; "nimet"leri "Tan-rı"nın bölüştürdüğü"nü, işçinin, çalışanın yanında, bunları çalıştırsınlar diye herzaman "patron"un da bulunması gerektiğini, "Tann"nın kimi insanlara karşı "derecelerle üstün kıldığını" anlatıp aşılar, (örneğin bkz. Zuhruf: 32.) Yani "zengin"den, "patron"dan yana ağırlığını koyar. Ganimetleri paylaştırırken de, "peygamber"i eliyle bunu yapmıştır. (Buhari"nin de yer verdiği ilgili hadisleri. Diyanet Yayınlarından Tecrîd"de görmek için, 1040, 1296, 1299-1303. nolu hadislere bkz.) "Müellefetü"l-Kulûb" (gönülleri islam"a kazandırılmak istenenler) adını verdiği kimselere, "müslüman" olsunlar ya da bu dinde kalsınlar diye "ganimeften rüşvet verdiği gibi, zengin olmalarına bakılmaksızın, "zekaf"tan da rüşvet vermiştir. (Bkz. Tevbe: 60.) "Efendi-Köle" aynmı yapmıştır, insanlann bir kesimini "alınan-satılan mal" durumuna sokmuştur. (Kur"an da sayısız ayetiyle.) Ve "cins" aynmı yapmış, "erkeği kadına derece ile üstün kılmıştır." (Örneğin bkz. Bakara: 228.) Bakara Süresindeki "derece"yle anlatılmak istenenin ne olduğu- 250 Genç Aleviler Harekatı
<<<< Kitabın Devamı >>>>1-50 / 51-100 / 101-150 / 151-200 / 201-250 / 251-303 Anasayfa |
Yukarıda aktardığım geniş alıntı,
TURAN DURSUNA aittir.
Ben dinleri araştırdıkça karşıma değişik, değişik konular çıktı. Tevratı okudum, Kuranı okudum, İncili okudum bir yığın benzerlikler ile karşılaştım. Fakat Tevrat ile Kurandaki pek çok uyumlar beni sürekli şaşırttı. Kurbandan, sünnete kadar pek çok İbranice kelimelere kadar. Tasadüf eseri Turan Dursun adında bir din aliminin yazıları ile karşılaşınca kafamda ki soruların tüm cevaplarını buluverdim. Yazının daha düzgün halini bu sayfaya aktaramıyorum. Aktarmakta istemiyorum. Neye, niçin ve neden inanmak isteyenler İnternetten kolayca ulaşabilirler. Hiç bir insan bir şeyi en ince detaylarına kadar araştırmadan bir dine ait olmasınlar. Dinleri okudukça bana Tanrıya yakınlaştıracağı yerine uzaklaştırdığını gördüm. Benim sorunum bir dini yada dinleri kötülemek değil, tüm dinlerin büyük bir kısmının palavraya dayandığıdır. Tanrıya ulaşabilme yolunun din olmadığından artık eminim. Korkunç olan dinler adına yapılan kötülükler. Benim açımdan bu konu kapanmıştır. |
Aciyorum sana!
Kimin hasta oldugu belli!Karalama ve iftira sacma hastaligin oldugu ortada..umarim bir gün bu kötü huylarindan kurtulursun!
Sen sordugum sorulara cevap veremeyen aciz bi Kulsun Sevgili Roman!cünkü, cevabin yok!yazik, cok yazik.. aciyorum sana aciz kul...!!!!! |
tabi ki
TABI SENI OKUDUGUM ZAMAN SENI UZAKLASTIRIR SEN DUSMANIM YOK MU SANDEDDIN ? ICINDEKI DUSMANI TANI ONCE DISDAKILER YANI BIZLER DUSMAN DEGILIZ SANA
TABI KI SEYTAN INSANIN DOGRUYU BULMASINA ENGEL KURACAK VE AKLINA YOKTUR OYLE BIRSEYLER GETIRECEK ALLAH"a GIDEN YOLU KOLAY SANMA AMA ZORDA DEGIL BASARMAK ISTEYENE SEYTAN SENIN INANMANA KARSIDIR BUNUDA BIL BAK KURANDA VE TUM KITAPLARDA YAZAR !!!! |
Romancigim Ben sana Kanit sunuyorum
Sen bana Hala Hikaye anlatmakta israr ediyorsun :o)
Bak Bu Ücüncü kanit oldu. :o) Kuran da Tabii Tevrat dan Incilden Zeburdan bir seyler olacak :o) Cünkü Kuran Tevrattir incildir zeburdur. Hepsini Bünyesinde toplayan Allah in Kitabidir. Sen Hala Istemezük diyorsun :o) Yok mu ?.. Kanitin ?. :o) |
Konu O kadar Kolay kapanmaz :o)
Turan dursun Kimdir ?..
Önce onu bir arastir :o) Meshur Komunist Müftü :o) " DIN bu " adli eserini okudun mu ?... :o) Bir baba şaşı olan oğluna: "Oğlum, sen herşeyi birken iki görüyorsun değil mi?" dedi. Oğul, "Nasıl olur?" diye cevap verdi; "eğer öyle olsaydı, gökyüzünde iki ay yerine dört ay olması gerekirdi" Biz dinlerin tek bir ilahi kaynaktan geldiğini göstererek aralarında bu yüzden benzerlik olacağını söylediğimiz halde, o hala kutsal kitapların birbirinden kopyalandığını söylüyor. Halbuki aynı kaynaktan gelmiş şeylerin aynı özellikleri taşımasından daha doğal ne olabilir. Ona göre Kuran"daki hiçbir bilgi Tevrat, Zebur ve İncilde geçmemeli. Geçerse kopyaladığını iddia ediyor. Geçmese, herhalde birbirinden farklı şeyler nasıl aynı kaynaktan olabilir, diyecekti... Turan Dursun, kendisini ateist olmaya götüren düşünce dolu bilimsel deneyini(!), Yüzyıl Dergisi, sayı 6"da kendi ağzından şöyle anlatır: "Allah"a inanıyordum. Ancak deneyimler yaptım kendi kendime. Su dolu kovanın içine süpürgeyi batırıp duvara sürdüm. Şekiller bir rastlantı.. Dünya"nın oluşumu da öyle olmasın.. Bu arada o da tümden silindi." Evet T. Dursun duvardaki şekillere bakarak, dünyanın da böyle bir rastlantı sonucu olabileceğini savunuyor. Yani duvardaki şekiller=dünyadaki düzen. Aklı ve mantığı olan hiçbir insan bunu kabul etmez. Bir düşünün güneş sistemi, gezegenler, dünyanın etrafını saran atmosfer ve tüm bunları kıyasladığı duvardaki şekiller! T. Dursun"un zekasının durduğu ve ilme nasıl yaklaştığı böylece tescil edilmiş oluyor. Lakin, bilim bu arada boş durmuyor, işin gerçeğini şöyle açıklıyor: "Yapılan hesaplara göre, evrenimizin başlangıçtaki gerçek yoğunluğu ile ötesinde oluşması imkanı bulunmayan kritik yoğunluğu arasındaki fark, yüzde birin bir kovadrilyonundan azdır. Bu, bir kalemi sivri ucu üzerinde bir milyar yıl sonra da durabilecek biçimde yerleştirmeye benzer. Üstelik evren genişledikçe, bu denge daha da hassaslaşmaktadır." (Bilim ve Teknik, Sayı 201, s.16) T. Dursun"un ateizm deneyi gibi, ilgi çekme deneyi de çok çarpıcı; "Şişman bir kıza aşık olmuş, kızın ilgisini nasıl çeksin, kendini nasıl beğendirsin. İç çamaşırını görürse belki. Çok çaba harcamış ama olmamış" (Yüzyıl, s6). Yine T.Dursun İslamın akıl ve ilimle olan bağlantısını çarpıtıyor, düşünce ve akılla ilgili yüzlerce ayeti gözardı ederek şöyle diyor: "Din varken kafanızı daha ileri daha güzel şeyleri yapmaya kullanamıyorsunuz. Kullandığınız zaman engeller çıkıyor" (s16) Şimdi soruyoruz; Harizmi (9 yy) sıfırı bulup kullandığında İslam buna engel mi oldu?.. El-Cezeri tarihte ilk robotları yaparken, Abdüsselam kendisine 1979 Nobel Ödülünü kazandıran teoriyi düşünürken din engel mi oldu?.. Din Afyon Mudur? “Din afyon mudur?” sorusuna verilecek doğru yanıt “Evet afyondur” ya da “Hayır afyon değildir” demek olamaz. Bu soruya önce “siz hangi dinden sözediyorsunuz?” diyerek ilk “yanıtı“ vermek gerekir. Marks’ın dediği gibi evet bazı dinler afyondur. Ama hangileri? İşte Marks’ın soramadığı bu soru onun çelişkisidir. Kuran birçok ayette dini; çıkarları hesabına kullanan, değiştiren, ekleme ve çıkarma yapanlara dikkatimizi çekmektedir. Kuran’da hak dine karşı çıkanlar üç sınıfa ayrılmıştır: a) Kendilerini Allah’ın yerine koyarak hüküm koyan veya onları saptıran din bilginleri... b) Hak dinden dolayı çıkarlarını kaybeden, sömürü çarkları bozulan sermaye sahipleri (Marks’ın kulakları çınlasın)... c) Hak dinin gelişiyle iktidarları yıkılan (veya yıkılacak olan) iktidar sahipleri... Şimdi insafla soralım; İktidar sahiplerini yerlerinden eden, sömürücü sermaye sahiplerinin rahatını ve keyfini kaçıran, din yoluyla kendilerine çıkar sağlayanları uyaran ve onlara cehennemi müjdeleyen bir din (İslam) afyon olabilir mi? Böyle bir dine afyon diyenin ya aklı ve vicdanı yoktur ya da afyonla uyuşmuştur... Yahut kendi yaptığı yeni bir din ile insanları uyuşturmak istemiştir. Evet soruyoruz: İnsanları köleleştiren Mekke aristokrasisine başkaldırmayı emreden din mi afyondur? Köle olan Bilal’e efendisine! başkaldırma bilinci veren din mi afyondur? Sömürü düzenleri bozulmasın diye Peygambere para, kadın ve mevki teklif eden Mekke burjuva ve diktatörlerine, “Bir elime ayı, bir elime güneşi verseniz de ben bu dinden vazgeçmem” diyen Peygamber’in getirdiği din mi afyondur? Kızını öldüren müşrik Ömer’den, adaletin zamanlar üstü örneği olan Hz.Ömer’i çıkaran din mi afyondur? Hak ve adaletin yeryüzünde yayılması için bütün varlığını feda eden, kadınlık timsali Hz.Hatice’yi şekillendiren din mi afyondur? 15-20 yılda İran’ı, Bizans’ı, Afrika’yı sarsan ve fetheden insanları yetiştiren din mi afyondur? Okuma-yazma öğretmeleri karşılığında savaş esirlerini serbest bırakan bir din mi afyondur?... Istersen Ilhan arsel beycigim ve Turan Dursun Müftücügümü derinlemesine bir arastiralim. Senin " DIN Düsünürlerinin " Mostrasini Buraya Ibret icin asalim.. Sana ne demistim ?.. Iste senin Imanin Bu düsünürlerin vesayeti Altindadir. Sen daha cooook gercegi anlarsin :o) |
Tekke terbiyesi işte bu!
Ben Özkösenin yazılarını da okuyan bir kişiyim Özsu hanım. Sanırım tanırsın kendisini.
Biz Alpi ile bazen atışırız da bu hiç bir zaman bizim dostluğumuzu yok etmedi. Seni fazla tanımamda, ama bir meziyetin var ki beni sevmeyen düşmanımdır hallerine düşüyorsun. Sanıyorum YAY burcundansın veya tekke halleri. Ben hiç bir zaman hiç bir yerin MÜRİDİ olmadım hanımefendi!!! Feci şekilde çılgınlık içindesin. Her neyse ciddiye almıyorum bu tür sıçramaları. Ama, demokratik bir yapın olmadığı belli. Kafana göre takıl. |
Palavra Üretimine gelince :o)
Bir sene Icinde 15 milyar €"luk bir rant getirisi olan her yerde Palavra olur :o)
Ama buna Islam denmez !.. Cünkü Islam RIBA yi Lanetler. Tekrar Edeyim :o) Belki sen bile anliyabilirsin. Islam in Kitabi vardir. Onun disinda kalan Her sey Palavradir. Senin Insanlik nutuklarin gibi.. Öyle Olmasa karini döv diyen Seyhe Karsi Bunun Böyle Olmadigini ve hic bir zaman olamiyacagini Irdeleyen KURAN a sahip cikarsin.. :o) Dedigim Gibi sizler Karilarinizi Bilimsel döversiniz !.. :o) |
Bakalım öyle mi Alpi!!!
Gerçekten bir Kominsrt mi bu şahıs(ne oldu solculuktan vaz mı geçtin bu arada, söz aramızda sevgili Alpi!!!!)
Güzel dostum istediğin tüm kanıtlar ortada ve yazıların hepsinin içinde a dan z ye kadar. Okumasını daha doğrusu dürüst okumasını bilen bir başka kanıt aramaz. Ayrıca hatırlatayım ZEBUR denilen bir kitap yoktur. O da Tevratın bir bölümür. Kanıtla bakalım Turan Dursunun bir Kominist olduğunu. Selamlar... ( bir Kominst din üzerine düşünemez mi??? Turan Dursun için söylemiyorum çünkü ben olmadığını çok iyi biliyorum.) |
Zebur yok mu ?..
Bak dostum sana Beni yine " Muhterem peder " demeye mecbur etme :o)
Biz Hristiyan degiliz. Bana Eski ahit yeni ahit ve Psalm ( Zebur ) deyip Bunlarin Hepsi INCILDIR diye gelme.. O vatikan in hüsnü kuruntusu :o) |
Evet Zebur yoktur, Tevratın içinde bir,
bölümdür.
Varsa anlatta eksiğimiz gitsin. Bir şeyi hatırlatayım sana kişileşme Alpi. |
Her seyden evvel Akil gelir
Akil ile DIN tartilir Mezhep yada Ali Velinin kitabi ile degil
|
Kitaplarin Muhataplarini ele alirsan
Gercek ortaya cikar.
Gercek olmayanin Yani yalan Olanin Ortaya cikmasi icin de Exodus ve tekvin e Bakacaksin. Yahudilerin tevrat ile alakasi olmayan safsatasinin yazimi 400 yil sürmüstür. Onlar Onun Icin Zeburu da Tevrat in bir bölümü olarak görür. Yahudileri seckin IRK Allah in cocuklari gördügü gibi :o) Ama Kuran Hadlerini Bildirmistir :o) Ibrahim hakkinda ne tartisyorsunuz Tevrat ancak Ibrahimden sonra indirildi diye :o) |
Kuran DÜZ yani Araplarin okudugu gibi
okunursa... KESINLIKLE sadece KADIN DÜSMANI DEGIL... DÜPE DÜZ INSANLIGIN DÜSMANI DENILEBILIR.....
O yüzden Kuran DÜZ okunamaz... Kuran Tefisr edilir ve ona göre okunur... karaborsa okumayla Kuran anlasilamaz.... kesinlikle tek bir Ayeti bile anlasilamaz... Kuranin her Ayetinin arkasinda OLAY vardir.. yani inis sebebini bilmeyen Kuranin verdigi cevabi kavrayamaz... O yüzden Kuranin Ayetlerini okumak istyen mutlaka arkasinda yatan olaylari okumali kiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii iiiiiiiiiiiiiii Kuranin cevabini anlayabilsin... Evde ele alip bir Arapcasindan anlamadan mirildanmak külliyen AKIL DISIDIR |
Bla blaaaaa
kaynakli sekilde konusacaksan amenna... ama yok burada LAGA LUGA yapacaksan o zaman sana ayiracak zamanimiz yok...
Bir seyler söylemek istiyorsan o halde Demokratik cagdas cerceveyi koru... Wir brauchen keine Unruhestifter.... küfürbazlarla isimiz yok |
Alle Zeitangaben in WEZ +2. Es ist jetzt 07:40 Uhr. |