Vaybee! Forum

Vaybee! Forum (http://localhost/forum/index.php)
-   Gesellschaft & Soziales (http://localhost/forum/forumdisplay.php?f=398)
-   -   Religion & Glauben (http://localhost/forum/showthread.php?t=4272)

30.08.2005 10:51

Ahc jaaa.. ne yazikki hepsi sadece
 
yazilarda kaliyor... erkek toplumu ZULÜMKARDIR.... das ist nun mal sooo

kerio 30.08.2005 10:51

milattan önceki
 
bilgiler simdiye göre eskidi. bence sen tekrar bir hocanin karsisina otur tekrar seni bir egitsin.

30.08.2005 11:00

EVET YANLIS... 1500 sene HALT ETMISLER
 
evet seninde annen baban benimde annem babam onlar ve digerleri cogu HALT etmis... DIN yerine HURAFE yasamamislar ve yasiyorlar... PÄÄHHHH

Sen ne sansin...

Azicik olsada BEYINCIGINI kullan kardesim....

HZ. Isanin ölümünden 600 yil gecemeden DÜnya o kadar battimida Cebrail yeni bir Resül Design etmeyi planladi... ?????
Yada Neden Reüller üespese geldi.. Ibrahim, Isaak,Yakup, Yusuf.. usw...

Kardesim olayi artik anlayin.... MEZHEPKOLIK, HADISKOLIK, HURAFEKOLIK, RIVAYETKOLIK, SÜNNETKOLIK.... ve hele hele EHLI-KITAPSIZ bir anlayis MÜSLÜMANLIK olamaz...

EHLI-Kitap sayesinde bizler Kurani anlayabiliriz... EHLI-Kitapsiz Kuran anlasilamaz kiii.. cogu Hikayelerin baslangici EHLI-KItaptadir ve Kuran saaadece o naktadan sonrasini anlatir... cogu yerde bu böyle...

TÜM DINLER BIRIDIR...

Saaade ve saaade EHLI-KITAP ve KURANDIR dünyada Vahyii olrak gecerli olan.... Incil ise farkli olay... o gecerli degidlir.. kiii ondaki 4 Evangelien insanlar tarafindan yazilmis...

Senin Mezheplerinde insanlar tarafindan yazilmis....

INSAN ELININ DEGDIGI BIR VAHYII ANLAYISI ANCAK PAPANIN YAPTIGI GIBI HURAFE ANLAYISI OLUR...

Sen kendin Sünni diyorsun.... neymis Sünnilik... yada Alevili... yada Siilik.. yada Vahabilik...

Tümü SALAKLIKTIR.... Hurafedir.. ILAVEDIR... kolayi ZORLASTIRMADIR......

Tabiki ENis bunlari RED eder... cünkü beynim calisiyor... Allahi ve SIstemi kavriyorum... yok öyle LAGA LUGA....

-----------------------

MÜSLÜMAN ANCAK TÜM HURAFELERDEN KURTULAN VE SADECE VAHYIIIIILERI KABUL EDEN VE YASAYANDIR...

ALLES ANDERE IST MÖCHTE GERN MÜSLÜMANLIKTIR...

Sooooo wie du und deines gleichen... IHR seid alle samt möchte gern MOSLEMS... und nichts anderes...

Ben bile bu kadar arstirdiktan okuduktan sonra, dahlen kendimi olayin basinda saniyorken, sizler Cennete bile simdiden girdiniz saniyorsunuz... na dann Prost Mahlzeit

30.08.2005 11:03

Banane kardesim ecdaimin DININDEN
 
Ben Müslümanim.. onlar HURAFEKOLIKTIYSELER:: ALLAH AFFETSIN DERIM....

Yapacak baska bir seyim yok...

Hayatimda KOPYACILARI nefrettigim kadar hic kimseyi nefredemiyorum.....

Yaniii ben simdi CHAIL olup Ecdadimimi kopyalayacagim... Hahahahahahahahaha....

Saygimiz ecdadimiza sonsuzdur... ama benle n cennete nede cehenneme girecekler... yerde FÜR SICH ALLEIN...... ALLEIN... niemand kann niemanden Helfen..

MERK DIR DAS

30.08.2005 11:04

Warum sollte er auch
 
herkes EVRENSEL CERCEVEDE kendi hayatini yasar ve yasamali....

KOPYALCILIK GERICILIK VE CAHILLIKTIR

oezsu 30.08.2005 11:59

Yaziyi...
 
.. anlayamamissin yine herhalde! Neyse...

kerio 30.08.2005 12:56

bir müsrik senden farkli
 
konusamazdi. ilahi müdahale onun sectigi peygamber onun insanlara ilettigi mesajin hicbir önemi yok, cünkü her insan kendi akli ile dogruyu bulup yasayabilir. buda evrensel bir din olur. esas olan budur.

iste paulus da senin gibi bir bagnaz oldugu icin temel mesajin icerigini bosaltmis ve söyle bir din ortaya cikarmis, asagida senin tavrina benzer bir tavir sonucu ortaya cikan anlayis, üreticisi paulus:

Doch im Unterschied zu Paulus hatte er(Jesus) einen Gott verkündet, der überhaupt kein "Sühnopfer" benötigt und nie eines benötigte. Stattdessen sei es der Wunsch Gottes, dass alle Seine Kinder Ihm ihr Herz öffnen, Schritt für Schritt ihr Ego "opfern" und für den Nächsten da sind. Paulus hingegen kehrt wieder zu den alten vorchristlichen Gottesvorstellungen der Menschen (von Gotteszorn und Sühnopfer) zurück und deutet diese nur auf Christus hin um. Der Höhepunkt seiner Umdeutung besteht darin, dass man durch den bloßen Glauben an den Tod von Jesus als Heilsereignis gerecht werden könne - also "ohne Verdienst", d. h. ohne gute Taten. Dies war eine wesentliche Botschaft des Paulus, und es war eine angenehme Botschaft für das Volk. Mit dem unbequemen Jesus von Nazareth hatte sie aber nichts mehr zu tun. Denn Jesus lehrte das Halten der Zehn Gebote und der Bergpredigt, und er sagte: "Tu das, so wirst du leben." (Lukas 10, 27)

30.08.2005 14:12

Demek Kaval seslerini
 
Sadece ben duymamisim :o)
Ahmet Hulusi de duymus..
Evet yesilliklere dokunmayalim..

Yanliz Bir Nokta var ahmet Hulusi nin " S " gectigi

erkeklerini halleri de kadinlari halleri de kizlarin halleri de " KADIN " dan kaynaklanan hallerdir.

Erkeginden Sikayetci olan kadinin oglunu Aynen babasi gibi yani erkegi gibi yetistirmesi Ilahi bir emir midir ?..Yoksa ZULÜM MÜ ?

Hayatindan yakinan Kadin, kizini neden O hayat yeni bir Kurban Olarak yetistirir ?..Aynen kendisinin cektiklerini cekmesine Sahne hazirlar ?-..

Inan Bana Kadinlar olmasa Koyunlar da olmazdi :o)

Kadin Isteseydi insanlar yetistirirdi..Dinini Bilen Adam gibi Kadin gibi insanlar..Kaval seslerine asik yesilliklere Hayran Cobanlara kurban Koyunlar degil..

Kadinlarin Bu yaptiklari zulüm mü ?

Yoksa Biraz itilip kakilmanin Actigi olanaklarda Isin Kolayina kacmak mi ?..

Kim Bilir ?..

30.08.2005 14:22

HAL DILI
 
Yahya a.s.‘ ın anası , Meryem’e çocuğunu doğurmadan kısa bir süre önce gizlice dedi ki :

-Karnında bir padişah var. Ulülazim ve her şeyi bilen bir Nebi’dir. Yakînen gördüm bunu. Sana rastlayınca karnımda ki çocuğum , karnında ki çocuğa secde etti. Secdesinden bedenim titredi, dedi.

Meryem de :

-Bende karnımda ki çocuğun secde ettiğini hissettim , dedi.

Ahmaklar dediler ki :

-Bırakın şöyle yalan yanlış masalları. Meryem doğuracağı zaman herkesten uzaklaşarak şehirden dışarı çıktı. Doğurmadıkça da dönmedi. Soyunun sopunun yanına ancak çocuğunu kucağına aldıktan sonra geldi. Yahya’nın anası onu nerede gördü de bu hikayeyi anlattı !...

Bunu ; ilhama mazhar olan , âfakta , gayb aleminde bulunan şeyleri yanındaymış gibi bilen kişi anlar. Yahya’nın annesi , uzakta olmakla beraber Meryem’in yanında bulunabilir. Vücut göz olunca , gözler kapalı olsa da sevgilinin yüzünü görebilir.

Baş gözü ile de , can gözü ile de görmediğini farz et , ne çıkar ?... Sen kıssadan hisse almaya bak!... Kelile ile Dimne ‘yi bildin mi?... Aslanı , öküzü , fili nasıl anlattı ?... Nasıl konuşturdu?... Karganın Leylekle ne alış verişi olur ?... Nasıl savaşırlar?... Dersin ki bunların hepsi yalan!... Deme!... Kardeş ; kıssa bir ölçeğe benzer, mâna da içinde ki taneye. Akıllı kişi taneyi alır , ölçeğin olup olmadığına bakmaz. Aralarında söz olmayan bülbülle gülün hâlini duymadın mı ?...

VESSELAM!...

Mesnevi :2. Cilt - Sayfa : 277 -....- 280

Hoscakal

:o)

kerio 30.08.2005 14:39

merak ettim sen
 
mesnevinin yazdiklarina hangi gözle bakarsin, bir acikla lütfen.

30.08.2005 14:52

o.T.
 
Mesnevi masaldır diyenlere, evet masaldır. Onda kendini görmek erlik ister
Mesnevi tamamen vahdet dükkanıdır. Bu dükkanda vahdetten başka gördüklerin puttur.
Mesnevi bir meradır. Ondaki misaller ise merada otlayan hayvanlara benzer.Sen hayvanlara takılma da merayı ve ovayı seyretmeye bak”

roman 30.08.2005 16:42

Yaw Işın!
 
Düşündüm de, dostluklar her zaman karşılıklı eğitmeye ve eğitilmeye ışıklı bir kapı açarlar.

Bazen çok katı ve absurt gibi de gelse cümleler, ben, senin kırılıp bir köşede kalmanı arzulamam.

Elbet senin doğru ve dürüst yapılarının ve güzel bilgilerinin farkındayım.

Beni insanlar ile dostluklara iten temel değerler de budur.

Ama, cesetler üzerine ne güzel bir dünya kurulur, nede insani ilişkiler.

Ben senin çok daha büyük yeteneklerin ve düşüncelerin olduğuna inanmaktayım.

Hiç birimiz bu dünyada yaşayan insanlar olarak tertemiz değiliz.

Ama insanız iyilerimiz ile ve kötülerimiz ile.

Başka da bir mavi dünya yok.

Ve bu dünya tüm canlıların dünyası.

Ben senin ile sert oluşmak zorunda olan tartışmayı kendi açımdan yeterli olarak görüyor ve burada derslerinin ve özel yaşamlarının dışında artan zamanlarında aktif yazmanı arzuluyorum.

Hani bir deyim vardır ( insanlar yaşadıkları gibi düşünürler )

Ama bazı olaylar vardır ki yaşamda yaşamamana rağmen hissetmeye çalışmak ve hissetmek gerekir.

Hiç bir insan salt kötüolarak doğmaz, Hitler Avusturyada güzel sanatların resim bölümüne kabul edilseydi, baskıcı ve şiddet yanlısı bir ebevyni olmasaydı acaba bu kadar zulüm yaşamak zorunda kalırmıydı insanlık.

Yada Stalin kiliseyi seçipte Teoloji bilgisi ile mesleği olan Papazlığı yapsaydı?

Kısaca sevgili Işın hiç birimiz ne tertemiziz, nede kutsalız, kutsallığımız yalnızca Tanrı katında...

Selamlar...

roman 30.08.2005 17:28

Güzel bir yazı! kısa bir ek.
 
Şiddet, yada idamlar sorunları çözebilseydi bütün yoksulları yoksulluktan kurtarabilmek için, tüm zenginleri asmak gerekirdi.

Dünyada en büyük kötülük ve kötü olan yoksulluktur.

Ben mesajı anladım.

Lakin, cesetler üzerin de güzel bir dünya asla kurulamadı, tüm insanlık tarihi boyunca.

Eğer kurulabilmiş olsa idi insanlığı yok etmemiz gerekirdi!

Bütün bunların insana yakışan çözümleri olmalı ve o çözümlerin temelide sivil hukuk, Teokrasi değil! Demokrasi!!!

Ben yıllarca sosyal danışmanlık yaptım ve yapmaktayım, katilini de gördüm( kadın ve erkek) uyuşturucu kullananı ve tüccarlığını yapanıda gördüm, çocukların ırzına geçenini de tanıdım ve mahkemelere düşüncelerimi yazılı olarak sundum ( mesleki olarak).

Almanya mahkemeleri ve hukukçuları ile de pek çok sosyal konularda birlikte çalıştım ve çalışmaktayım.

Emin olun ki bir Kristiana F, de Molla hukuğunda acımasızca asılırdı.

İnsan sevgisinden ben çok farklı şeyler anlıyorum, eğer ki Hitler sağ ele geçirilebilseydi onunda idamına karşı çıkacağımdan emin olun. Yaşamı verende alanda yalnızca Tanrı olmalıdır ve odur.

Ölümlerin, cesetlerin ve cinayetlerin üzerinde ne sosyal, ne hukuksal, ne dinsel bir edebiyat ve felsefe yapılır. Ama yasal, ama yASA DIŞI UYGULANAN YALNIZCA CİNAYETTİR, KATİLİN HANGİKILIKTA OLMASININ BİR ANLAMI YOKTUR. AMA ÇOCUK KATİLLİĞİ, AMA YETİŞKİN KATİLLİĞİNİ YASAL OLARAK AMERİKANINDA BAZI EYALETLERİNDE UYGULANDIĞINI BİLİYORUM, ONU UYGULAYANLAR DA EN AZ İRAN VEBENZERİ ÜLKELER KADAR HEM TANRI KATINDA, HEM İNSANLIĞIN VİCDANINDA SUÇLUDURLAR.

BÜYÜK HARFLERİ ÖZEL OLARAK SEÇMİYORUM, BURADA BULUNAN SİSTEMİN ANTİKLİĞİNDEN KAYNAKLANMAKTA.

30.08.2005 20:15

UND ??? o.T.
 
ohne Text

30.08.2005 23:38

Bana bir tane gelismis bir
 
sünni yönetiminde bir ülke göster. Türkiye Cumhuriyeti"ni kastetme ama. Hardcore hanefi mezhepcilerinin yönetigi Afghanistan uygar mi?

xstudentxnrw 31.08.2005 11:04

Iranin dine ait uyguladigi seyleri bana
 
sayiversene lütfen..
karsiliginda islama hic uymuyanlari say..

lütfen arkadaslar, Islama gercek anlamda uyan bir seriatla yönetilen devlet yok..

xstudentxnrw 31.08.2005 11:18

Forumdaki Müslüman kardeslere :O)
 
kandiliniz mübarek olsun.. Müslüman olmayanlara Allah hidayet nasip eylesin :O)

roman 31.08.2005 12:00

Teokrasi! o.T.
 
ohne Text

kocasinan 31.08.2005 12:02

Bilmukabele o.T.
 
ohne Text

kocasinan 31.08.2005 12:03

Bilmukabele
 
Allah cc. tüm müslüman aleminin miracını mübarek etsin

kocasinan 31.08.2005 12:32

Yılmadan
 
Yılmadan yap.
Fırsatı kaçıracağın için değil, önünde yılgınlık göstereceğin
her kimsenin bir zorba veya bir zorba adayı olması yüzünden.
Yılma ki sıcaktan kavrulana gölgen,
suda boğulana elin erişsin.
Önce yap, sonra açıklarsın.
Bilgece yap.
Yani koruyarak, yani için titreyerek,
yani yıkılmasın diye.
Tutkuyla yap.
Sana verilen yaşama gücünü kullan.
Yılmadan, bilgece ve tutkuyla.

roman 31.08.2005 13:24

Belki bir yararı olur!
 
Türkiyenin de çok iyi sivil hukukçuları var. Eski yargıtay başkanının bir panel konuşmasını sunuyorum sana. Gerçi bazı bölümler Türkiyede yapılan son yargı reformlarından sonra aktüelitesini şu an kaybetmiş durumda. Ama Teokrasi ile Demokrasi arasında bulunan o büyük uçurumu yargı konusunda ne kadar büyük olduğuna dair, sana ip ucu verebilir diye düşünmekteyim.

ANTALYA 5.SİAD ZİRVESİ “YARGIDA REFORM”
09 Kasım 2001 Antalya Kültür Merkezi


Doç. Dr. Sami Selçuk
Yargıtay Başkanı


Sayın Danıştay başkanı, sayın Belediye Başkanı, sayın konuklar, basınımızın sayın temsilcileri. Yargıda reformu tartışmak üzere toplanmış bulunuyoruz. Biraz önce ANSİAD başkanının konuşmasında ilginç bir örnek verildi. Aslında bu örnek, yakın çağların bir örneği, biraz daha gerilere gidersek, tam 2400 yıl önceye gidelim, Sokrates’in yargılanması, M.Ö. 399. 2400 yıl önce yargılanan Sokrates’in duruşmasının nasıl cereyan ettiğini bugün bütün dünya biliyor. O kadar biliyor ki yargılamanın aşamalarını ve oylama biçimini bütün dünya şu anda biliyor ama 19. Yüzyılın son çeyreğinde yargılanan Mithat Paşa’nın nasıl yargılandığını hiç birimiz bilmiyoruz çünkü tartışma sürüyor. Şimdi bu çarpıcı örnekten ne çıkıyor? Melih Cevdet Anday Sokrates’in yargılanmasına ilişkin bir yazısında demişti ki, uygarlık bu yargılamayla başlamıştır çünkü yargılamanın açıklığı ilkesi, bu yargılamada bütün boyutlarıyla uygulanmıştır. Sokratesi yargılayan 502 yargıç vardır. Oylama nasıl olmuştur, oylamalar nasıl yapılmıştır, suçlama ve savunma nelerdir, bunları bugün biliyoruz, hem de ayrıntılarıyla biliyoruz. Bu konudaki üç kaynaktan en önemlisi bildiğiniz gibi Sokrates’in öğrencisi tarafından yazılan Plato’nun, Sokrates’in savunması Apoloji adlı yapıtıdır. Bu noktadan hareket ettiğimiz zaman demek ki Türkiye çok geç kalmış olan bir reformu 1920’lerde gerçekleştirmiştir. 1920’lerde Atatürk’ün reform yapmak için harekete geçtiği zaman kendisine yapılan öneri şudur, biz bu reformu kendimiz yapabiliriz, bir medeni kanun yapabiliriz, Atatürk peki demiştir, komisyon çalışmaya başlamıştır, bir yıl sonra Atatürk komisyonun başkanını davet etmiştir, hangi aşamadasınız? Yanıt çok ilginçtir. Henüz birinci maddedeyiz. Bunun üzerine Atatürk haklı olarak, çağcıl bir yasayı bulun, gereğini yapın demiştir çünkü Türkiye’nin beklemeye tahammülü yoktur ve bence o dönemde çok iyi yasalar başarıyla seçilmiştir. İsviçre’den bir medeni kanun alınıyor ama Almanya’dan yada Fransa’dan alınmıyor. Fransa’dan ceza yasası alınmıyor ama o dönemin en güzel yasası olan İtalyan ceza yasası alınabiliyor. Seçim son derece isabetli.

Şimdi yargıda reform diyoruz. Evet, o dönemde bir devrim yapıldı. Atatürk, izin verirseniz metinden okuyayım, Ankara Hukuk Fakültesini, o zamanki adıyla Ankara Hukuk Mektebini açarken yapmış olduğu konuşmada şöyle diyor, “bütünüyle yeni yasalar yaparak, alarak demiyor ama yaparak, ama alındığı doğru yapıldı, o da yaparak sözcüğünü biraz geniş anlamda alırsanız o da bir yapmadır. Eski hukuk esaslarını temelinden ortadan kaldırmak girişimindeyiz. Yeni hukukun esaslarıyla abc’sinden öğrenime başlayacak yeni bir hukuk kuşağı yetiştirmek için bu kurumu yani Ankara Hukuk Fakültesini açıyoruz.” Aynı konuşmada şöyle diyor, devrimini belirtmek için, bu inkılap kelimenin ilk anda ima ettiği ihtilal manasından başka bundan daha vasi bir tahayyülü ifade etmektedir. Bütün bu sözlerin yazılanların ve yapılanların yöneltildiği amaç gözetildiği zaman Atatürk devrimini benim kanımca şöyle tanımlamak mümkündür. Tarihsel deneyime dayalı, düşünsel bir hazırlık sonucu çağcıl ölçütlere göre her zaman iyiye, güzele, yararlıya doğru, toplumun her birim ve kesiminde devrimin temel amacının izin verdiği ölçüde eski öz ve değerleri de kullanarak yani bir katalizör olarak yapısal açıdan bütün değerlerin bütünsel değişimi ile yani sürekli oluşum ve sonuçta çağcıl insanı, bireyi ve toplumu yaratmak. Gerçekten Türk yurttaşlar yasasını medeni kanunun kabulü böyle bir devrimin başladığını da gösteriyordu. Nitekim bu yasanın gerekçesinde şöyle deniyor. Çağcıl uygarlığı almak ve benimsemek kararıyla yürüyen Türk ulusu, çağcıl uygarlığı kendisine değil, çağcıl uygarlığın gereklerine her ne pahasına olursa olsun ayak uydurmak zorundadır. Buradan da anlaşılıyor ki Türk hukuk devriminin bir amacı vardır. Nedir o amaç, çağcıl değerlere göre yapılmış olan bir hukuka doğru toplumun düzeyini yükseltmek. Bir başka deyişle, toplumla bütünleşirken o toplumu çağcıl değerleri kuşatan o hukukun düzeyine çıkarmaktır. Eğer kaldıracı yanlış kullanırsanız, tersine kullanırsanız, sonuç alamazsınız, devrimin amacıyla çatışırsınız. Çünkü Türk devriminin amacı, Atatürk’ün dediği gibi dünyanın hızı dışında kalmamaktır. Aynen şöyle diyor, Türklerin yüz yıllardan beri izlediği yol, sürekli bir yol vardır kollamıştır, biz daima Doğu’dan Batı’ya doğru yürüdük. Aslında bu bir kültür aşılamadır. Akültürasyon dediğimiz olgudur.

Şimdi SİAD Platformu zirvesinde de aynı şeyler söyleniyor, ne deniyor? Daha ilk paragrafta evrensel hukuk anlayışıyla bütünleşmiş bir demokrasi. Yine ilk paragrafta aynı şekilde, yargılamada evrensel standartlara ulaşmaktan söz ediliyor. Bunun yanıtını aramak durumundayız. İşte bu noktaya geldik mi gelmedik mi? Yani devrimin amacı gerçekleşti mi, gerçekleşmedi mi? Eh bu konuda sanıyorum ki çeşitli yöntemler kullanılabilir. Yöntemin bir tanesi şudur, eksikliklerden bahsedersiniz. Söz gelimi dersiniz ki, Türkiye’de üst mahkemeler yoktur, kurulmalıdır, bu bir yöntemdir. Başka eksiklik nedir işte dersiniz ki, yargı kolluğu yoktur bir an önce gerçekleşmelidir, yani bu bir yöntem. İkinci bir yöntem kullanırsınız, 80 yıla yakın Türk uygulamasını gözden geçirirsiniz. Dersiniz ki 80 yılda biz bu yasaları nasıl uyguladık? Tabi nasıl uyguladık dediğiniz zaman bunun cevabı bellidir. Yani kaynağını oluşturan yasalara bakarsınız, kendi uygulamanızla kıyaslarsınız bu konuda bilimsel ölçütlere göre bir sonuç almaya çalışırsınız. Bu da ikinci bir yöntemdir. Ancak bu ikinci yöntemi uyguladıktan sonra dersiniz ki şu şu şu noktalarda yanlışlık vardır, şu şu şu noktalar eksiktir, eksikleri tamamlarsınız, yanlışlıklardan dönersiniz ve bir reform yaparsınız. Ama ne yazık ki Türkiye’de ne birincisi yapılıyor ne de ikincisi. Son derece karmaşık bir çalışma içersinde Türkiye’deki yargıda reform anlayışı. Üç şey vardır, ya doğru vardır, ya karmaşıklık vardır, ya da yanlış vardır. Bence karmaşıklık yanlıştan daha tehlikelidir, onu baştan belirtmek zorundayım. Şimdi benim gördüğüm kadarıyla 40 yıllık mesleğimi geride bırakırken ne yazık ki tabloyu karamsar görmekteyim. Türkiye’de yargıda reform yetmez benim kanımca, yargıda devrim yapmak gerekiyor. Yani Atatürkün deyişiyle yeni bir inkılap yapmak lazım. Başka türlü düzeltmek mümkün değil. Çünkü bakıyorsunuz yeni bir yasa düzenlemesi içine giriliyor, sanki Türk uygulaması her şeyi çözmüş gibi uygulamaya göre bir yasa yapılıyor, siz uygulamanın doğru olduğunu nereden çıkarıyorsunuz? Ben de o uygulamanın içindeyim ve o uygulamanın içerisinde 40 yıldır kavgasını da veriyorum. Yani skolastik bir yöntemle bir yasa bence yapılmaz. Bakınız SİAD platformunda ne diyor, önce diyor ki adalet insan içindir, doğru. Yargıda adalete ulaşmak için bireyin hak arama özgürlüğünü ve savunma hakkını kullanmasını kolaylaştırmak, bir yargılamada evrensel standartlara ulaşmak gereklidir dedikten sonra alt başlıkta hak aramayı kolaylaştırmak ve yargılamada evrensel standartlara ulaşmak için yargılama usulünün gereksiz işlemlerden arındırılması, anlaşılır, kolay ve ekonomik olmasını sağlamak gerekir. Doğru, peki acaba bu gereksiz işlemleri yasalar mı yaratıyor yoksa biz mi yarattık? Bu sorunun cevabını önce bir verelim. Eğer yasalar yaratmadıysa biz yarattıysak, yanlışlık bizde demektir ve o sorunun cevabı büyük ölçüde ne yazık ki biz yaratmışızdır, onu baştan söyleyeyim. Ve devam ediyor bakınız, duruşmalar mümkün olduğunca ard arda araya başka davalar girmeksizin bitirilmeli ve böylece yargılama sonuna kadar aynı hakim veya hakimler tarafından yürütülmeli. Deliller duruşmada tarafların ve karar verecek hakim ve haya hakimlerin huzurunda sunulup tartışılmalıdır. Şimdi çok ilginçtir, zaten yasalar böyle, yani yasa size duruşmaya ara verin demiyor, duruşmayı bir oturumda bitirin diyor, eğer bitirmediyseniz yanlışlık sizdedir. Şimdi bakın 40 yılı geride bırakıyorum söylemek zorundayım, duruşma bir oturumda bitirilir, bunu taşrada uygulamış bir insan olarak söylüyorum, bu bir. İki, eğer bugün Belçika Kongo’sunda, efendim Kamerun’da bir oturumda duruşma bitiriliyor ve Türkiye’de bitirilmiyorsa bunu çok iyi düşünmemiz gerekir. O yasalarla bu yasalar arasında hiçbir fark yoktur, baştan biliyoruz, yasanın zaten istediği budur. Şimdi zaten duruşma sözcüğü hep beni rahatsız etmiştir, gerçi bu atışma anlamına geldiğini söyleyenler var ama benim kanaatimce duruşma köküdür, duruşma sözcüğü dur kökeninden yaratılmıştır, insanların orada gittiği zaman bir şey yaptığını da görmezsiniz, karşılıklı duruyorlar, bir işdeşli fiil yaratılmıştır duruşma denmiş hepsi bu, aslında bu murafaa karşılığı olarak kullanılan bu özleşmiş kelime Türkiye’deki yanlışlığı çok çarpıcı bir şekilde kanıtlıyor. Bakınız şimdi duruşma dediğimiz olgu dünyanın her tarafında sözcük olarak da tartışmadır. Tartışma aşamasına gelmediği sürece zaten o aşamaya geçemezsiniz, raporlar, şunlar gelir, bunlar gelir, keşif yapılır, hem ceza için söylüyorum, hem yargı hukuk için söylüyorum, bakarsınız artık taraflar bu konuları, dosyada toplanan kanıtlar üzerinde tartışacaklardır. Eğer bu noktaya gelmemişse duruşma dediğimiz, doğru terimle tartışma dediğimiz aşamaya geçmezsiniz, o noktaya gelince tarafları çağırırsınız ve onu yerine getirirsiniz, bu kadar basit. Ama duruşmayı daha hukukta dava dilekçesini havale ederken belli bir tarih verip de duruşma açarsanız yaşayacağınız şey budur ve bunu yaşamayı da devamlı sürdürdüğünüz için bakınız yargıç, katip, taraflar, avukatlar zaman yitirmektedir boş yere. Bu, iki kere iki dört.

Şimdi bir başka noktaya geliyorum, deniyor ki örnek olarak veriyorum, deliller duruşmada tarafların ve karar verecek hakim veya hakimlerin huzurunda sunulup tartışılmalıdır, hakimler değişmemelidir. Zaten öyle. Demek ki biz bunu yapmamışız. O zaman sormamız gerekir, hangisi doğru? Yanlışı sürdüremezsiniz, yanlış kıdem kazanınca da doğruya dönüşmez, yanlış yanlış olarak kalır. Bakınız burada çok ilginç bir şey söylüyor, olması gereken şeyi değil zaten yasaya göre olan şeyi söylüyor, biz bunu yerine getirmiyoruz. Özellikle üzerinde durmak istediğim bir nokta var, diyor ki yargıçlar değişmemeli, aynı yargıç tarafından hüküm kurulmalıdır. Ceza yargılama yasasının 254. Maddesi açıktır, ne diyor, kanıtlar duruşmada edinilen istenime göre tartışılır ve oradan doğacak vicdani kanı yargısına göre yargıç tarafından karar verilecek, yani bir gerçeklik yargısı önce kuracaksınız. Yani sanık bu sanık mıdır, bu sanıksa yargıcın işi bu değildir, yargıcın işi dinlemektir. Tutanak katibi sadece esaslı merasimi, yargıç bir göz eder Avrupa’daki uygulamada böyledir, onu tutar. Ama sorgu aşamasında filan ayrıntılı tutarsınız, şimdi niye tutanak tutuyoruz biz bu kadar tutanak fetişizmine doğru kaymışız, şundan, o tutanağı o kadar güzel tutacaksınız ki yukarıda Yargıtay o tutanağı okuduğu zaman hem size güzel bir not verecek hem de ona göre karar verecektir. Hayır yargıcın işi tarafları dinlemektir ve yargıç vicdani kanısına göre kararı verir, duruşmadaki izlenimlere göre değerlendirme yapacaktır, onun dışında değerlendirme yapamaz ve yargıç tutanaklarla neyle olursa olsun vicdani kanı yargısını bir başka yargıca ciro edemez. Bu mümkün değildir. Ama Türkiye’de bu yapılıyor. Kekelemeyen, terlemeyen, tutanaklara göre bir ... sorununu çözüyoruz, böyle bir şey yok. Olamaz da ve böyle bir yargılama geçerli de olamaz, ne yazık ki bu böyle. Demek ki Türkiye mevcut yasalarını önce iyi uygulamak zorundadır. Mevcut yasalar konusunda elbette ki çok şey söylenebilir, o kadar çok ilginç şeyler vardır ki benim vardığım sonuç şudur, bir bakıyorsunuz öyle bir karar çıkmıştır ki, o karar birçok kurumun ve kavramın Türkiye’de yerleşmediğini gösterir. O zaman diyorsunuz ki bilimsel alt yapıda yetersizlik var. Zaten Türkiye çok ilginç bir dönemden geçmiştir, başlangıca baktığınız zaman Türkiye söz gelimi ceza yasasını İtalya’dan almıştır ama fakültelerde uzun süre İtalyanca bilmedikleri için öğretim üyelerimiz ne yapmıştır, Fransızca bilen öğretim üyelerimiz tarafından Fransız kapısından giren öğretiye göre İtalyan ceza yasası yorumlanmıştır. Bakın bir yanlışlık ta budur, çok ağır bir yanlışlıktır bu çünkü Fransız sistemi, ceza hukukundan söz ediyorum, kanonik hukuka kilise hukukuna tepki üzerine inşa edilmiş bir sistemdir,
Kilise hukukunda kanıtların kraliçesi ikrar deniyordu söz gelimi, Fransız hukukunda uzun süre kimse kendi aleyhine tanıklık edemez denmiştir ve ikrar geçerli sayılmamıştır. Bu bir tepki anlayışıdır. Söz gelimi kilise hukuku zinaya ağır cezalarla cezalandırıyordu en ufak delille, 1975’te Fransa’da zina suç olmaktan çıktı, orda iki tane madde vardı çok ilginçtir vicdani kanı sistemine ters düşen bir maddeydi bir tanesi, o şuydu, zinanın kanıtlanabilmesi için tarafların aşk mektuplarının yakalanması gerekiyordu, çok ilginçtir. Çünkü bu bir tepki hukukuydu. Yine Fransız hukukunda kilise hukukunda her eylem ne olursa olsun suçtu, ayrı bir suçtu, bugünkü anlayışa daha yatkın bir sistem ama Fransız hukuku erime sistemini benimsedi, eski yasada da bu var yeni 89 tarihinde yapılan 93’te yürürlüğe giren yeni yasada da var. Dedi ki Fransız hukuku erime sistemini kabul etti, peş peşine işlenen suçlardan en ağırı öbürlerini yutar, eritir dedi bitti, kilise hukukuna bir tepki ve bu yüzden o hukukta teselsül, içtiba vs. kavramları oluşmadı, öyle bir hukuk sistemiyle İtalyan sistemi yorumlandığı için Türkiye çok büyük yanlışlıklar yaptı. Bağışlanmaz yanlışlıklar yaptı. Bir başka nokta o dönemde gerek medeni hukuk uygulamasında gerekse ceza hukuku uygulamasında yargıçlarımızın eline yeterince malzeme verilmemişti, verilememişti, alelacele çeviriler yapıldı. Bunlardan bir tanesi Mayno çevirisi. Mayno çevirisinin bir öyküsü vardır, bu çeviri hukukçular tarafından yapılmamıştır, İstanbul’da İtalyanca bilenler tarafından fasikül fasikül yapılmış, daha sonra bir hukukçu tarafından gözden geçirilmiştir, o hukukçu da İtalyanca bilmediği için bazı terimleri herhalde şunu demek istiyorlar diye üzerinde oynamalar yapmıştır, sonuçta yarısı yanlış, sadece yarısı çevrilebilen ve dip notlarını içermeyen bir çeviri ortaya çıkmıştır ve bu Mayno şerhine göre Yargıtay’da içtihatlar oluşmuştur. Söz gelimi bir bakıyorsunuz, olduğu gibi bir paragraf içtihata dönüşmüştür. Basit bir örnek vereyim, tehdit suçunda yıllardan beri süregelen bir içtihat vardır, bu içtihat şudur, işte öfke ile söylenen sözlerde taammüt olmadığından tehdit suçu oluşmaz. Ve bu yıllarca sürmüştür ama öfkelenen bir insan sövme suçu işlediği zaman sövme suçu oluşuyor nedense, tehdit suçu oluşmuyor. Tehdit suçunun tanımına bakıyorsunuz orada taammüt diye bir şey yok. Mayno şerhinde geçiyor bu taammüt sözcüğü, yani şerhin çevirisinde geçiyor, aslına bakıyorsunuz böyle bir şey yok. Diyorsunuz ki bakın bu yanlış bir çeviriye dayanıyor gelin düzeltelim ve değişmiyor çünkü yerleşmiş içtihat deniyor. Yine 193. Maddeden bir örnek vereyim, çok örnekler var verebilirim, 193. Maddede birçok sözcüğü geçer, birkaç sözcüğü geçer bazı maddelerde, 455’te birkaç sözcüğü geçer, 482’de eskiden geçiyordu, şimdi birçok ile birkaç sözcüğü bunlar bir kere hukuk terimi değildir, önce onda anlaşalım, nedir o kaynak yasaya baktığınız zaman birden çok, birisi onu birkaç diye çevirmiş, öbürüsü de birçok. Şimdi demişler ki birkaç ile birçok arasında bir fark olmalı, ne olmalı, birine 4 diyelim, birine 3 diyelim. Bakınız sonuç ne olmuştur. 1953 yılında Türk ceza yasasının yoklukta hakaret olan 482’nci maddesinin birinci fıkrasında bir değişiklik yapılmıştır veya ikinci fıkrasında neyse, çünkü orada birkaç sözü geçiyor, mademki Yargıtay birkaça 3 dedi, o zaman yoklukta hakaret suçunun oluşması için, halbuki aslında birden çoktur o, birden çok olunca ne olur iki kişi sizin yokluğunuzda hakaret edildiğini söylerse suç oluşur. Şimdi birkaç 3 anlamına gelince bir değişiklik yapılmıştır ikiden çok denmiştir bizim yasada. Yargı tayın içtihatına göre. Şimdi yargılamada önünüze kişiler gelir, siz de yargıçsınız yada savcılık makamında oturuyorsunuz, iki kişi der ki Ahmet Mehmet hakkında bu mağdur hakkında bu sanık sövdü, iki kişi der bunu. Mağdur da zanneder ki o mahkum olacak, savcı kalkar yasa adamı üç kişi olmadığı için suç oluşmamıştır beraatını isterim der mağdur da şaşar buna. Yahu iki kişi benim hakkımda sövdüğünü söyledi bu nasıl oluyor diye düşünmeye başlar ve haklı bir düşünmedir bu ve bunun içerisinde isyan vardır. Bu örnekleri dediğim gibi çoğaltmak mümkündür ve bu birkaç yüzünden 455. Maddeyi de okursanız feci sonuçlar doğduğunu görürsünüz. O zaman benim kanımca Türkiye bir yargı devrimi yapmıştır ama uygulamada yanlışlıklar yapmıştır ben diyorum ki bu devrimi iyi özümseyip, özümsemediğimizi nerelerde yanlışlar yaptığımızı önce keşfetmek zorundayız, ondan sonra neler yapılacağını belirlemek zorundayız. Başka türlü yargıda ister reform deyin ki benim için yetersiz isterseniz devrim deyin onu düzeltmek zorundayız. Başka türlü bu işin üstesinden geleceğimize ben inanmamaktayım. Burada ortaya çıkan sonuç şudur. Sistem bir yerde tıkanmıştır, kendisini yenileyemiyor, yeni bir sistem yaratmıyor.Bunun sonucu da adını koyalım, bunalımdır. Türkiye’de adalet bunalım yaşamaktadır.

ANSİAD başkanının Türkiye’deki adaletin dertlerine artık bizler de katkıda bulunacağız demesini memnuniyetle karşıladım, sevinçle karşıladım. Bu sorunun halka mal olması, halk tarafından benimsenmesi artık tartışılması gerektiği inancındayım. Tabi büyük görev hukukçulara düşüyor. Hep birlikte bunun üstesinden gelmek zorundayız. Şimdi iki tane büyük yasamız var, gerçi ben ondan önce usul yasalarının çıkmasını beklerdim, hukuk yargılaması ve ceza yargılaması yasalarının çıkmasını beklerdim, özellikle üs mahkemelerin kurulmasını çok istemekteyim onun için onlar daha önce çıksa daha iyi olur diye düşünüyorum. İki yasa da benim kanımca yeteri kadar tartışılmadan benimsenmek durumundadır, bunun üzerinde herkesin durması gerekiyor ama görülen o ki bugünlerde her iki yasa da yasalaşacaktır, artık yapılacak bir şey yoktur, herhalde bu yasaları daha iyi uygulamak için yoğun bir tartışmaya, yoğun bir inceleme yarışına girmek durumundadır Türkiye ve yargıyı mutlaka her türlü bağımsızlığıyla şusuyla, busuyla ayağa kaldırmak zorundadır, evvelki yıl yargının bütçesi binde 7.7 idi, bu yıl duyduğuma göre, geçen yıl dokuza çıkmıştı, bu yıl tekrar yedilere indiğini duydum, bu da son derece olumsuz bir gelişmedir, belki Türkiye bir ekonomik bunalım döneminden geçtiği için böyle olmuştur, umarım artık yargıya gereken değer verilir. Fransa’da yargıya ayrılan bütçe %9’dur. Ama Fransızlara göre yargı devletin en yoksul akrabasıdır. Bizdeki nasıl bir akrabadır onu sizlerin takdirine bırakıyorum. Bu toplantının başarılı geçmesini diliyor, saygılar sunuyorum.

karacakizi 31.08.2005 18:44

Mirac kandiliniz mübarek olsun o.T.
 
ohne Text

31.08.2005 20:20

Müslümanlarin Mirac-i Kandil diye bir
 
olgusu yok. Müslümanlarin Miraci yoksa Sen kinim nesini kutluyorsun bakalam "kitapsiz" ;-))

roman 31.08.2005 20:46

Çok iyi bir yazı Alpi! o.T.
 
ohne Text

31.08.2005 21:49

GERÇEK DİNDAR KİM?
 
Kuran"da cami imamı, müezzin, müftü, tarikat şeyhi, din adamı diye Müslümanlara hükmeden, onları temsil eden sınıfların varlığına rastlayamazsınız. Kuran bu sınıfların hiçbirinden bahsetmez iken, halkın geniş bir bölümünün cami imamlarıyla, müftülerle, şeyhlerle dini yanlış bir şekilde özdeşleştirdiklerini gözlemliyoruz. Günümüzde tarikatlar geleneksel mezhepçi düşüncenin kalesidirler. Buradaki şeyhler Kuran"ın değil, ancak mezheplerin savunucusu olabilirler. Bu kişilere göre din eşittir mezhepler olduğu için, bunlar din diye Kuran"ı değil, mezhepleri açıklayacaklardır. Diyanet İşleri Başkanlığı ve İmam Hatip Liseleri de ; Hanefi İşleri Başkanlığı ve Hanefi İmam Liseleri halindedirler. Bu yüzden bu sıralardan geçen imamların, müftülerin çoğunluğu Kuran"ın değil, mezheplerin sözcüsüdürler. Bundan önceki bölümlerde Kuran"ın dini ile mezheplerin dini arasındaki çelişkileri, tutarsızlıkları gördük. Buna göre iki şık belirmiştir: 1 Kuran dinin kaynağıdır. Gerçek dindarlar Kuran"ı tek kaynak kabul edip dini yaşamaya ve anlamaya çalışanlardır. 2 Mezhepler dine eşittir. Din Kuran"dan değil mezheplerden öğrenilir. Günümüzdeki mezhepçi imamlar, şeyhler, müftüler dini temsil eder.

31.08.2005 21:49

OSMANLI"DA BUNLARI SöYLEYENİN KELLESİ Gİ
 
Eğer ki bu kitabı okuduktan sonra veya daha evvelden birinci şıkkın doğru olduğunu düşünüyorsanız, lütfen gereğini yapın ve mezhepçi düşüncedeki Diyanet İşleri"ni, müftüleri, cami imamlarını, şeyhleri dinle özdeşleştirmekten kurtulun. Bilin ki bu inanışlarıyla gerçek dindarlar onlar değil, siz olabilirsiniz. Dinde, dinci meslek kuruluşları yoktur. Kendinize güveninizi kazanın ve dine sahip çıkın. Allah"ın lütfu sayesinde padişahlıklardan da, mezhepçi düşüncenin başı olan halifelikten de kurtulduk. Belki eskiden Emevi, Abbasi veya Osmanlı halifelerinin yönetimi altında halifelerin temsil ettiği mezhepçi düşünceye dil uzatsaydınız kelleniz tehlikeye girerdi. Kuran"ın yeterliliğini, mezheplerin sapkınlığını savunmanın karşılığı o yönetimlerde idam olurdu. Allah"a şükür Cumhuriyet emanetin ehline teslimi açısından, danışma sistemi açısından Kuran"a çok daha uygun bir sistemdir. (30.Bölüm"e bakın) Günümüzün demokrasisi de mezheplerin savunduğu yapıya nazaran Kuran"a çok daha uygun unsurlar içermektedir. Bu oluşum, Kuran"a dayalı İslam"ı savunanlar için çok büyük avantajları beraberinde getirmiştir. Artık Kuran"a dayalı İslam"ı savunanlara düşen, seslerini çok daha kuvvetli bir şekilde yükseltip, dini karanlıklarda boğan mezhepçi zihniyettekilerin dinle özdeşleştirilmesini önlemektir. Böylelikle insanla dini birbirine ters düşüren mezhepçi zihniyetin dinden kaçırttığı, hatta dinsizliğe ittiği kitlelerin birçoğu insanla, bilimle, mantıkla kol kola ilerleyen Kuran"ın İslam"ını tanıyınca, dine yeniden ısınacak ve kendi hatalarını tamir edeceklerdir.

Eğer Kuran"ın İslam"ını savunanlar fırsatları değerlendirip üzerlerine düşeni canla başla yapmazlarsa; Kuran"ı para karşılığı pazarlıklar yapıp okuyan hocalar, mevlithanlar, muska yapan, büyü yapan sahtekar hocalar, maddi ve manevi sömürünün üstadı şeyhler, bu toplumun kanını, parasını, imanını daha uzun yıllar emmeye devam edeceklerdir. Sahtekar dinci ile dinin özdeşleştirilmesindeki yanlış, Kuran ayetlerindeki açıklamalar ile örneklendirilmiştir. Fakat Kuran"ı musikisi için okuyup köşe dönmeye çalışanlar, bu ayetin manası yerine musikisine verdikleri önem yüzünden bu ayetleri anlayamamışlardır.

31.08.2005 21:50

DİN ADAMLARI MI, DİN TüCCARLARI MI?
 
Ey iman sahipleri ! Hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu halkın mallarını uydurma yollarla yerler ve Allah"ın yolundan alıkoyarlar.

9 Tevbe Suresi 34

Ayette de görüleceği gibi din adamları din tüccarına dönüşebilmekte ve insanları en başta saptıranlar bu din adamları olmaktadır. Peygamberimiz de bu tarz sahtekar din adamlarından az çekmemiştir. Fakat sahtekar din adamları kadar onlara uyanlar da suçludur. Dinimizin etten kemikten insan olarak onay verdiği tek kişi Hz. Muhammed"dir. Onun dışında, gerek onun döneminde yaşamış, gerek ondan sonra gelecekler içinde kimseye böyle bir onay verilmez. Oysa dinimizde Hz. Muhammed dışında cennetlik ilan edilmiş o kadar kutsal vardır ki! Bu kutsalların, şeyhlerin dedikleri adeta vahiy gibi kabul görmüş, iyi dedikleri sevinmiş, kötü dedikleri ise büyük bir ümitsizliğe düşmüşlerdir. Oysa gerçek dindarı ancak Allah bilir. Bunun dışındaki teşhisler ancak zandır. Allah"a inanan ve samimi bir şekilde hayır üreten bir kişi Allah"a yakın olmayı, Allah"ın sevgili kulu olmayı umabilir. Hiç kimse İmamı Rabbani’lerin, İmamı Gazali"lerin, Abdulkadir Geylani"lerin, İmam Humeyni"lerin maneviyattaki üstünlükleri, mana aleminde lider oldukları şeklinde hiçbir temele dayanmayan iddialar üretmesin. Maneviyat aleminde kimin ne kadar üstün olduğunu Allah"tan başka kim bilebilir? Herhangi bir kişide Allah"tan bir vahiy mi var ki bir takım insanlara makamlar, evliyalıklar dağıtıyorlar? Biz bu insanların ürettiklerine bakıp onların evliyalıklarına, manevi derecelerine bakıyoruz diyorlarsa sonuç daha da felaket olur.

Fakat din Kuran"ın İslam’ı olmayınca müritlerin uçurduğu şeyhler de, en dindar en takva sahibi ilan ettikleri kimseler de mezheplerin dinine göre oluşmuştur. Mezheplerini tartışılmaz kılmak isteyen bu kişiler Hanefi mezhebinin kurucusu Ebu Hanife"nin Allah’ı rüyasında yüz kere gördüğü şeklindeki bir yalanı bile mezhep taassubuyla uydurabilmişlerdir. Kuran’da anlatılan Peygamber mucizelerini sollayacak mucizeler yakıştırılan mezhep ileri gelenleri "gerçek dindar", "takip etmemiz gereken kişi" olarak sürekli lanse edilmektedirler. Halk böylece "Bak bu ne büyük adam, rüyasında Allah"ı görüyor. Falanca ölmüş tavuğu diriltiyor. Sen aciz bir insansın, Allah"ın bu üstün kullarına tabi ol. Nefsani olma. Bu Allah"ın sevgili kullarını izle ki kurtuluşa eresin." diye uyutulmaktadırlar. Oysa bu şahıslar bu iddialarda bulundularsa bu üstünlüklerine değil, sapıklıklarına delil olur. Dini her şeyden evvel bu evliya etiketli çapulculardan, cennetin vizesini veren münasebetsizlerden, Allah adına konuşan haddini bilmezlerden kurtarmalıyız. Bunlar dine dinsizlerden çok daha büyük zarar vermektedirler. Dinsizler daha çok kendine zarar verir. Bunlarsa bilgisi kıt, geleneklerin esiri olmuş halkı hikayeleriyle kandırarak, din diye kapkaranlık, içinden çıkılmaz, çelişkilerle dolu bir hayat tarzının içine sokmaktadırlar. üstelik bu din bezirganları, dinin tekelinin kendilerinde olduğunu zannetmekte ve kendileri dışındakileri “Sen kim oluyorsun ki din adına konuşuyorsun” diye susturmaya ve bir tek kendilerini dinlenir kılmaya çalışmaktadırlar. Bunlar dinsizlerden daha çok Kuran Müslüman’ına düşman olurlar. çünkü Kuran Müslümanının, kiminin manen sömürdüğü, kiminin oyuncak yaptığı, kiminin ticari meta olarak kullandığı dini, ellerinden almasından korkarlar. Kuran"ın birçok yerinde dini temsil ediyormuş gibi gözükenlerin hataları anlatılır. İbret alan nerede?

31.08.2005 21:51

KİTAP YÜKLÜ EŞEKLER
 
Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların durumu, kutsal kitap parçaları taşıyan eşeğin durumu gibidir.

62 Cuma Suresi 5

Görüldüğü gibi geçmişte Allah"ın kitabını bilip de onun gereklerini yerine getirmemiş olanlar kitap yüklü eşeklere benzetilmektedirler. Bizim kitabımız Kuran"ın gereklerinin yerine getirilmemesinin sebebinin ise Allah"ın kitabının yanına yüzlerce kitabın; hadis kitabı, mezhep kitabı diye konup Allah"ın kitabının yüzlerce kitaptan biri haline getirilmesi olduğunu gördük. Bunun sonucu olarak da lafta Allah"ın kitabını savunanlar, uygulamada mezheplerin ilmihallerini rehber edinip, yüklenmiş oldukları kitabı taşımamakta, onun yerine yüzlerce cilt fıkıh ve hadis kitabını taşımaktadırlar.
İşte en önemli noktalardan biri; bu kitlenin asla ve asla İslam"ı ve biricik kaynağı Kuran"ı temsil edemeyeceklerini anlamak ve anlatmaktır. Mevkisi ister halife, ister Diyanet İşleri Başkanı, ister şeyh olsun, ister yatırı en görkemli yatır olsun, ister türbesi en büyük türbe olsun, ister adına her yıl binlerce adak adansın, türbesine bezler bağlansın; bu kişiler Kuran"ın değil, mezheplerin temsilcileridir. Allah"ın bizden istediği ölü tavukları diriltmemiz, kendisini rüyada görmemiz değildir. Allah"ın mesajı Kuran"ı, yalnız Kuran"ı rehber edinmemizdir. Bunu yapmayan Kuran"ın birçok ayetiyle çelişmiş olur.

Oysa "gerçek dindarların" Kuran"la çelişmemesi beklenir. Hıristiyanlar"da bizim evliyaların karşılığı olan Saint"lerin hakkında çok büyük mucizeler anlatılır. Mezarları ziyaret edilir. Bu kişilerin büyük fedakarlıkları, sürekli ibadet ettikleri hayatlarını anlatan kitaplarda yer alır. Peki bu Saintler, Hz. İsa’yı oğul tanrı olarak kabul ediyorlarsa bu Saintler"in anlatılan olağanüstü mucizeleri onların "gerçek dindar" olduğunu gösterir mi? Tabi ki hayır. Demek ki gerçek dindarlığın göstergesi; Hıristiyanlarda da aynen gözlemlenen bu mucize hikayeleri, evliyalık ve saintlik menkıbeleri değil, Allah"ın gerçek dinini kavrayıp, uygulamaktır. Bu yüzden evliya yolu diye yutturulan mezhepler ve bu yüzlerce hikayenin ambalajladığı "gerçek dindar" portresi hiç kimseyi kandırmasın. Bu mantık doğru olsaydı Hz. İsa"nın ilahlık iddiaları da doğru çıkardı! Ne garip tablodur ki Kuran"ı satanlar Kuran"a sahip çıkıyor, büyücülerin, muska yazanların, hoca efendi diye etekleri öpülüyor, dini maddi ve manevi menfaatlerinde tatmin aracı görenler, bir de utanmadan kendileri gibi olmayıp kendilerince kötü örnek olanları kafirlikle suçlayıp, aforoz ediyorlar. Bu tiplerden siyasete bulaşmış, siyasi parti lideri olmuş, milletvekili olmuş, İslâm"a hizmet diye ortaya çıkmış, Tevbe Suresi’nden alıntıladığımız ayetteki gibi saf insanların paralarıyla semirmiş olanlar da vardır. Cahil, geleneklerle dini karıştıran kişiler, bunların makamlarına, milletvekili, müftü sıfatlarına veya kimisinin uzun sarığına ve sakalına kanarak dinin kendisi olan Kuran"a koşacağına, bunlara koşmaktadırlar. Kuran insanın güdülen sürüler değil, aklını işleten insanlar olmasını ister ve Peygamber"e bile "bizi güt" demelerini yasaklar (2Bakara Suresi 104). Oysa Kuran"dan uzaklaştırılan halk menfaatler doğrultusunda güdülmek istenmiş ve Peygamber"den başka hiç kimseye onay vermeyen dinimizde, uydurma kutsallar, uydurma mezheplerle bu işe soyunmuşlardır. Halk bu yalan çarkını farketmesin diye Kuran"ın tercümesine de karşı çıkılmıştır, yanına yüzlerce cilt uydurma kaynaklar da konulmuştur. Halkın geneli bu kesimi, yaptığı şamata ve göz boyama yüzünden, din ile özdeşleştirmiş ve bunları "gerçek dindar" sanmıştır.

Geniş bir kesim ise "Gerçek din bu ise din yaşanamaz" düşüncesi ile kendilerini eksik, yetersiz görüp, tamamen dinden uzaklaşmışlardır. Bu kesim mezheplerin uydurmaları nedeniyle dinden uzaklaşınca, suçluluk psikolojisi ile Kuran"ın dininin gereklerini de yerine getiremez olmuşlardır. Bu yüzden bu kesimin gerçek dini öğrenmesi, dinin yaşanabilir olduğunu anlamaları; kendilerine güvenlerini kazanıp, dini yaşamaya niyetlenmeleri açısından hayati öneme sahiptir. Gerçek dindarlar dine sahip çıkmalıdır ki uydurma dinlerini "din", uydurukçu kutsallarını "gerçek dindar" sananların uydurmalarından artık kurtulalım. Her konuda olduğu gibi gerçek dindarın kim olduğunu anlamada da hüküm yalnız Kuran"a göre verilirse sorun çözülecektir.

Şüphesiz Allah"ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için kitabı gerçek olarak indirdik.

4 Nisa Suresi 105

31.08.2005 21:55

PEYGAMBERİN PUTLAŞTIRILMASI
 
Allah’ın dinini bozmak isteyenlerin en büyük hilelerinden biri de kutsal olanı putlaştırıp insanları aldatmaları olmuştur. Dinin övdüğü Peygamberler’i putlaştırmak bunun en önemli örneğidir.

O size melekleri ve Peygamberler’i Rabler edinmenizi emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra, size kafir olmayı mı emredecek?

3 Ali İmran suresi 80

Kutsalı putlaştıranlar “ Yoksa sen Hz. İsa’yı sevmiyor musun? Sen Hz. Muhammed’i yok mu sayıyorsun?” tarzındaki sorularıyla saf dinin ortaya çıkmasına çalışanları yıldırmaya çalışırlar. Kutsala saygısı olan, Peygamberler’i seven birçok saf insansa, ne yazık ki bu sorularla gerilemektedir. Zaten kutsalı putlaştırmanın hedefi de budur: Allah dışındaki ilahların hiçbirini kabul etmeyen dindar kitleye, kendi kutsallarını putlaştırıp, zayıf oldukları yerden yaklaşmak suretiyle dini bozmak. Hz. İsa gibi Allah’ın sevgili bir kuluna ilahlık makamının verilmesinin Hıristiyanlık dünyasındaki sonuçları ortadadır. Peygamberimizle ilgili uydurmalar ise (Bu bölüme kadar gördüğümüz ve ilerideki bölümlerde göreceğimiz gibi) Peygamberimiz’e Allah’ın yanında ikinci bir hüküm oluşturucu sıfatının verilmesiyle olmuştur. Bu sıfatla gelenekçi kitleler, Allah’ın vahyi olan Kuran’da olmayan hükümleri, kendi uydurdukları veya yanlış yorumladıkları hadis ve sünnet adını verdikleri Peygamber’e iftiralarla dolu kitaplarda toplamışlardır. Oysa Peygamberimiz’e Kuran’da şunlar söyletilir:
De ki “Size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da (algılanamayanı da) bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben bana vahyedilenden başkasına uymam.”

6Enam suresi 50

Görüldüğü gibi Peygamberimiz de aynı bizim gibi vahye, yani Kuran’a uymakla yükümlüdür. Ve bu vahiy dışında başka bir şeye uymayacağına göre, bu vahiy dışında bir hüküm oluşturması da mümkün değildir. Peygamber’e sünnet, hadis gibi Kuran’ın belirtmediği başlıklarla hükümler atfedenler, uydurdukları din rağbet görsün diye Peygamberimiz hakkındaki birçok ayete aykırı yargılar ortaya atmışlardır.

31.08.2005 21:55

PEYGAMBERLERİ YARIŞTIRMA
 
O’nun elçileri arasında hiçbirini ayırt etmeyiz.

2 Bakara suresi 285

Kuran’ın bu ayetine göre bizim Peygamberimiz’i, Hz. İbrahim’i, Hz. Musa’yı, Hz. Nuh’u, Hz. İsa’yı yarıştırmamız yasaktır.” Bizim Peygamberimiz en üstündür.” dememiz yasaktır. Museviler’in ve Hıristiyanlar’ın düştükleri bu hataya, Kuran’ın bu açık ayetine rağmen ne yazık ki düşülmüştür. Peygamberimiz’in sayesinde tüm insanların yaratıldığı, Peygamberimiz olmasa ne dünya, ne de daha bir çok mekanın yaratılmayacağı şeklindeki meşhur uydurma, hadis başlığıyla insanlara yutturulmuştur. Oysa Kuran’da böyle bir ifade geçmemektedir. Peygamberimiz’in hammaddesinin diğer insanlardan ayrı olup nurdan yaratıldığı, Kuran’da anlatılmayan yüzlerce mucizesinin olduğu, namaz vakitleri için adeta Allah’la pazarlık yaptığı şeklindeki uydurmalar hep Peygamber putlaştırma gayretlerinin neticesidir. Bu gayret sonucu Peygamberimiz’e utanç kaynağı olacak şekilde cinsel mucizeler yakıştırılmış, kişileri kötürüm etmek için beddualar ettiği iftiraları ileri sürülmüştür. Tüm bu iftiralar hep uydurulmuş hadislerle halka sunulmuştur ki, kutsala karşı gelme korkusunu içinde taşıyan ve dini az bilen halk, bu uydurmaları itirazsız kabullensin. Diğer dinlerin düştüğü hataları Kuran’da okuyup, onları hem eleştirip, hem de aynı hataya düşmek ne acıdır! Diğer bir uydurma hadise göreyse tüm Peygamberler kıyamet günü kendi dertlerine düşmüşken, Peygamberimiz “ümmetim, ümmetim” diyerek ümmetini düşünecektir. Bu uydurma kaş yapayım derken, göz çıkarmanın çok güzel bir örneğidir. Peygamberimiz’i yüceltmek isteyenler, diğer Peygamberler’in bencilliği manasına gelebilecek yukarıdaki hadisi uydurmuşlardır. Bunlar Peygamberimiz’i diğer Peygamberlerle yarıştırmakla kalmamış; 1Hz.Muhammed 2Hz. İbrahim, 3Hz. Musa, 4Hz. İsa şeklinde diğer Peygamberler’i de üstünlük sırasına göre dizerek hadlerini iyice aşmışlardır.

Seni sapmış bulup doğru yola iletmedi mi?

93Duha suresi 7

Bu ayete göre Peygamberimiz vahiy gelmeden önce sapmış bir haldedir. Allah’ın gönderdiği vahiy ile düzelmiştir. Allah’ın açıkça söylediği bu gerçeğe Şura suresi 52. ayette de rastlıyoruz.

İşte böylece sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin.

42Şura suresi 52

Bazı gelenekçiler Peygamberimiz’in vahiy almadan önce de hak bir dine mensup olduğunu söyleyerek ayetlerle açıkça çelişmektedirler. Bu ayetlerin birinden Peygamberimiz’in evvelden sapmış olduğu, diğerinden ise imanı, kitabı evvelden bilmediğini anlıyoruz. Hak bir dine mensup olan nasıl imanı bilmez, nasıl kitabı bilmez, nasıl sapmış olur? Peygamber’i Kuran’da anlatıldığı gibi değil de kafalarında şekillendirdikleri gibi bulmak isteyenlerin bu çelişkilere düşmeleri hiç de sürpriz değildir. Gelenekçilerin düştükleri çelişkilerden biri de Peygamberimiz’in atalarında hiç putperest olmadığı ve bunun Hz. Adem’e kadar böyle gittiği izahıdır. Oysa Kuran’dan Hz. İbrahim’in babasının putperest olduğunu anlıyoruz. Hz. İbrahim’in Peygamberimiz’in atası olduğunu düşünürsek bu iddia da dayanaksız kalır. Gerçi gelenekçi zihniyet, Hz. İbrahim’in babasından kasıt gerçek babası değil, üvey babasıdır veya amcasıdır şeklinde saptırmalara gitmektedir. Ama Kuran’da açıkça babası denmektedir. Bu çekiştirme gelenekçilerin dini bozucu zihniyeti için bir delil niteliğindedir.

31.08.2005 21:56

ALLAH’IN PEYGAMBER’E ÖVGÜLER
 
Mezhepçilerin anlamadığı nokta Peygamberimiz’in tüm bu uyduruk sözde yüceltmelere ihtiyacı olmadığıdır. Kuran’da Allah Peygamberimiz’i övmekte, onun üstün bir ahlak üzerinde olduğunu söylemektedir. Allah’ın kendisine elçilik görevi vermesi, kitabında kendisini övmesinden daha büyük yüceltme ne olabilir? Vahiy almadan önceki Peygamber’in durumu veya Peygamber’in atalarından birinin putperestliği Peygamber’i küçültmez. Kuran’dan herkesin kendi davranışlarından sorumlu olduğunu anlıyoruz. Ne Peygamber oğlu olan yücelir, ne de kafir babası olan küçülür. Nitekim Hz. İbrahim’in babası da Peygamber babasıydı, ama sapkınlığı Kuran’da geçmektedir. Kişileri soyuna sopuna göre değerlendiren gelenekçi kafa, Peygamberimiz’i de böyle değerlendirmeye kalkmış ve uydurma hadisler türetmiştir. Bu uydurmalar Kuran’la, gelenekçilerin bu zihniyeti İslam’la çelişmektedir.

Allah Peygamberimiz’i seçti ve ona büyük bir iyilikte bulundu. (4 Nisa Suresi 113) Onu güzel ve büyük bir ahlak sahibi kıldı. (68Kalem Suresi 4) Onu alemlere rahmet yaptı. (21Enbiya Suresi 107) ve Peygamberimiz’in tüm günahlarını bağışladı (48 Fetih Suresi 2)

Görüldüğü gibi Kuran’da Peygamberimiz en güzel şekilde övülmektedir. Örneğin Enbiya suresi 107. ayette Peygamberimiz’in alemlere rahmet olduğu söylenmektedir. Eğer tüm alemlerin Peygamberimiz için yaratıldığı doğru olsaydı, bu da Peygamberimiz’in alemler için rahmet oluşu gibi söylenirdi. Çünkü bu izah doğru olsaydı tüm bu izahlardan daha önemli bir bilgi olurdu. Gerçek olsaydı, Kuran, bu daha da önemli olan bilgiyi hadis gibi Kuran’da belirtilmeyen bir kaynağa elbette bırakmaz, kendisi belirtirdi.

31.08.2005 21:56

KIL TAPINMACILIĞI
 
Allah en güzel şekilde Peygamberimiz’i övmüşken, Kuran’ın onay vermeyeceği kıl tapınmacılığı görüntüleri verenler akılları sıra Peygamberimiz’e saygı göstermektedirler. Camilerde Peygamber’in sakalı diye bir sürü beze dolandırılıp, sarılmış kılları büyük bir tören havasında açıp, halka bu kılları öptürenler bu yazılarımızı okuduklarında elbette rahatsız olacaklardır. Onlara göre bu kıl öptürme törenleri Peygamber sevgisidir, Peygamber’e saygıdır. Ne yazık ki Peygamber’in olduğu iddia edilen kılları dini bir ibadet havasında insanlara öptürme faaliyeti hâlâ devam etmektedir. Hıristiyanlığı ikonlarından dolayı kınayanlar, benzer hurafeleri dinimize kendileri sokmuşlardır.

Peygamberimiz Kuran’da iki sıfatla anılır. (Peygamber kelimesi bu iki sözcüğe de karşılık kullanılan, Farsça’dan dilimize geçmiş bir kelimedir.) Birinci kelime “nebi” kelimesidir ve haber getiren manasındadır. Kuran’da bu kelime aynı Türkçe’deki Peygamber kelimesi gibi yalnız Allah’tan haber getiren insanlar için kullanılmıştır. İkinci kelimeyse “resul” kelimesidir ki Türkçemiz’deki elçi kelimesinin karşılığıdır ve Kuran’da Peygamberler en çok bu kelimeyle anlatılırlar. Bu kelime aynı Türkçe’deki gibi hem Allah’ın elçileri, hem diğer elçilikler için kullanılır. Peygamberimiz’i ve diğer Peygamberler’i tarif ederken kullanılan bu kelimeler Peygamber’in nebi (haber getirici), resul (elçi) olduğunu gösterir. Yani Peygamber Allah’tan aldığı mesajı insanlara ileten kişidir, Peygamber %1 bile kendinden dine bir şey katamaz. O zaman din, haşa Allah’ın olmaz. O zaman din, Allah ve Peygamber ortak yapımı bir müessese olur. Peygamberimiz’e gelen vahiy Kuran’dır. Bunun dışında bir hadis, bir mezhep izahı, birisinin içtihadı dinin bir hükmü veya bir bölümüdür demek Allah’ın olan dini Allah, Peygamber (elçi, haber getiren) ortaklığına veya Allah, mezhep imamı, Peygamber ortaklığına çevirmek olur. Kısacası Peygamber’i doğru yere oturtmak, dini doğru kavramanın bir şartıdır. Peygamberimiz sadece ve sadece aldığı haberi (Kuran’ı) insanlara iletir. Din, bu haberdir. Elçilik (resullük), nebilik (haber getiricilik) bu mesajı (Kuran’ı) insanlara ulaştırmaktır. Allah’ın elçisi olmak çok büyük bir onurdur. Peygamberimiz açısından düşünürsek, bir insanın milyarlarca insana öncülük etmesidir. Ne yazık ki bazıları Kuran’dan anlaşılan bu Peygamber tarifini yaptığımızda “Siz Peygamber’i çok basit görüyorsunuz” demektedirler. Ne yazık ki bu davranışlarıyla bundan sonraki 29. Bölüm’de inceleyeceğimiz Hıristiyanlar’a benzemektedirler. Peygamberler hakkında aşırıya gitmek sadece Peygamber’i Allah’ın oğlu ilan etmekle olmaz. Sadece Allah’ın olan din oluşturma yetkisi; sünnet, hadis gibi süslü, sözde Peygambersever tavırlarla Peygamber’e de veriliyorsa o da dinde bir sapmadır.

31.08.2005 21:57

GÜDÜLEN SÜRÜ OLMAYALIM
 
Biz Peygamber’i putlaştırmayalım diye feryat ederken, ne yazık ki birçok tarikatta evliya, şeyh, ulema gibi yaftalar yapıştırılmış adamlar bile putlaştırılmaktadır. Peygamber’in bile putlaştırılmaması gerekir dedikten sonra herhalde bunlar için ilave bir açıklamaya gerek yoktur. Bakara suresi 104. ayete değinerek bu konuyu bitirmek istiyoruz. Bakara suresi 104’te: “Ey iman sahipleri raina (bizi çobanın sürüyü güttüğü gibi güt) demeyin.” denmektedir. Bu ayette Peygamber’e bile “Raina” denmesi yasaklanmaktadır. Kuran toplumun sürü, bireyin ise onların güdücüsü olmasını istememektedir. Buna karşın tarikatlardaki uygulamalarda, mezhep bağlılığında tam bir sürü psikolojisi hakimdir. Hatta tarikatlardaki müritleri ifade eden “sufi” kelimesinin kökünün, “koyun yünü, koyun postu” tipi manalar taşıması da ilginçtir. Tarikatın sufileri Kuran’ın güdülen sürü olmamamızı söylemesine rağmen tam “sufi” isminin hakkını vererek yaşamaktadırlar. Kuran’ın insanı; düşünen, akleden, Allah’ın mesajı Kuran’a sıkı sıkıya sarılan, Peygamber’i canından çok seven fakat hiçbir şirke bulaştırmayan, Allah’ın gücünü, hüküm yetkisini hiçbir kişiye paylaştırmayan insandır.

Müslümanlar’ın görevi Allah’ı, Kuran’ı, Peygamber’i tam yerli yerine oturtmaktır. Allah’ın yetkisinde olan hüküm koymayı, kutsal olanı istismar ederek Peygamber’e verenler, daha sonra uydurdukları hadislerin sahibini Peygamber olarak göstermiş, böylece dini bozmuşlardır. Dini bozmada kullanılan araç Peygamber olunca, Kuran’la ters düşen hadisler uydurulmuş, her şeyin Peygamberimiz için yaratıldığı şeklinde saçma iddialar, Peygamberler’i yarıştırmak gibi haddini bilmezlikler olmuştur. Hiç şüpheniz olmasın ki, nasıl kendisi hakkındaki aşırı izahları görse en çok kızan Hz. İsa olacaksa, Kuran’ın ruhuna aykırı şekilde kendisi hakkında uydurulan hadisleri, Allah’la miraçta pazarlık ettirmeleri görse bunları uyduranları ilk kınayan, bu hadis kitaplarını ilk yakan Peygamberimiz olurdu.

31.08.2005 22:22

KANDIL MANDIL YOOOOOOOOKKKK
 
Mein Gotttt.... ne bicim Allahmista.. peygamerimiz ona bir perde kadar yaklasiyormusuu musss...

Nahhhhh yaklasdi.... artik gecin bu HURAFELERI

Allahin ucu bucagi yani herhangi bir siniri yooki Resül gidip onu görsün..

Hem asker arkadasimiydida gitti....

PES VALLA..... icine etmisler ORIJINAL DINLER TEOLOJISININ.....

Böyle Hurafelere inananlari ben sahsen zavalli buluyorum... ne yazikki benim aile cevremdede herkes ayni yalana kanmis...

YAZIKKKKKKKK.... bos beyinlere yazik

Resmen Isayi kiskanmislar ve Müslümanlarda Muhammedi hesapta göge yollamislar hehehe...

Yani ISA ucarda Muhammed ucamazmi ????

hihi

31.08.2005 22:23

olmayan bir sey Mübarek olamaz o.T.
 
ohne Text

xstudentxnrw 01.09.2005 01:08

enis bey, yavas yavas ne oldugun ortaya
 
cikiyor.. sen bildigini oku.. ama burda kendini tanittigin gibi yasadigini kendindemi düsünüyorsun? bize halen su iki rekat namazi nasil kildigini aciklamadin! ister kurani kabul et ister etme, o senin bilecegin.. kuranin hükümleri senin isteginle degismez!

xstudentxnrw 01.09.2005 01:09

put ne demektir, önce sen onu bir ögren!
 
ben sana selam yollayinca seni putlastirmismi oluyorum?

xstudentxnrw 01.09.2005 01:12

sen halen 2 rekat namazi nasil kildigini
 
tarif etmedin! sirasiyla lütfen!

xstudentxnrw 01.09.2005 01:17

demokrasi su an cogu avrupa ülkelerini
 
batirmakta.. batili ülkeler diger ülkeleri sömürmemis olsaydi cok daha erken olacakti bu cöküs! zengin zenginlesiyor, fakir fakirlesiyor! EEE ne anladik simdi?
ben önceden 100milyar kazaniyordum diyen.. 99milyar kazandigi icin binlerce insani isten atiyor.. demokrasi dediginde bunu daha rahat edebilmesi icin kanuni zemini hazirliyor..
EEEEEE???

demokrasiye karsi degilim, yanlis anlamayin..


Alle Zeitangaben in WEZ +2. Es ist jetzt 14:17 Uhr.