![]() |
Allahın ismi YEHOVA
Tüm peygamberler Allahın adını biliyorlardı!
All-İlah (tr=yüçe tanrı)ise tıpkı türkçede tanrı gibi sadece bir ünvan. Allahın adıyla ona yaklaşmamız, dua etmemiz onu sevindirir... Yehova = "o olmasına sağlar" :) bu forumda da ismini tanıtma olanağı bana sağladığı için ona şükrediyorum! Yehova nın bir şahidi foxxx |
Peki bacim :o)
Kuran da nasil namaz kilinacagi yazmaz...
Biz Namazimizi Peygamberin Gösterdigi sekilde kilariz.. Her mezhep de öyle der :o) Fakat her mezhep baska kilar.. Fakat Hepsine göre de peygamber in kildigi namaz onlarin kildigi namazdir. Bu nasil is ?.. |
Lenet e Ne oldu ? unuttun mu ?
:o)
Hic Insan Peygamber evladi katillerine Lanet etmekten korkar mi ?.. Neden korkuyorsun ?.. AFAROZ edilmekten mi ?.. Yoksa UZZA dan mi ?.. Gel Müslüman ol Sünnetci !.. Lanetle Peygamber düsmanlarini.. Yoksa sende mi Düsmansin peygamber e.. Hani Böyle yapinca sen; Insanin aklina kötü seyler geliyor.. :o) |
sure 42(sura) ayet 7 ve.. sure41 ayet 44
sura:
7- Böylece biz sana Arapça bir Kur"ân indirdik ki, şehirlerin anası (olan Mekke) halkını ve etrafındakileri uyarasın ve hakkında hiç şüphe olmayan kıyamet gününün dehşetinden onları korkutasın. Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir. Fussilet: 44- Eğer biz onu yabancı dilden bir Kur"ân yapsaydık onlar mutlaka: "Bu kitabın âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Arap bir peygambere yabancı dil, öyle mi?" derlerdi. Sen de ki: "O, iman edenler için bir hidayet ve şifadır." İman etmeyenlerin kulaklarında ise bir ağırlık vardır. Kur"ân onlara göre bir körlüktür. Sanki onlar uzak bir yerden çağrılıyorlar (da duymuyorlar). farsca olduguda nerden cikti? |
abisi, Kuranin ayetlerini inkârmi ediyor
sun?
|
yok ya seni
sevindirmemek icin yapmiyorum.
|
davranisin ancak senin sahsiyetinin ne d
urumda oldugunu gösterir!
|
Allah"in ismi Allah o.T.
ohne Text
|
cevap
AL-İ İMRAN 102-103:
"Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının ve siz ancak müslümanlar olarak ölün. Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de o, kalplerinizi birleştirmişti. İşte onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de o sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz." HUCURAT 10: "Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin." |
???
senin kafana kim yıkadı? misyonerliğemi soyundun?
|
yaaaa neyin sahidi olursan ol dostum
önemli olan tüm DINLERI birdir diyebilioyrumusun... yada tüm DINLER Teolojisini biliyormusun... yoksa isimlerin arkasinami siginiyorsun ?????
Isim önemli degil... ister Allah de ister Yahova de ne dersen de.... önemli olan ancak icraattir... Yani Salih Ameldir... Müslümanlik yada Yohovacilik yada Hiristiyanlik gibi kavramlar CAHILIYE kavramlaridir kiiii asli ile tüm DInler birdir... Yani senin Yahoca kelimen yada benim Müslümanlik kelimem ancak gizlenme taktikleridir... seni kurtarsa kurtarsa ancak ve ancak SALIH isler yapmaktir.. QAllah ise isimle tanimlanmasi mümkün olmayan Sünnetullahin kendisidir... |
hangi yaetini.. ?? ben tüm kitaplari kab
ul eden birisiyim...
Sadece sizin okuma yazmaniz olmadigi icin deforme DInle ugrasiyorsunuz |
idiot o.T.
ohne Text
|
iyi bir yazı enis. o.T.
ohne Text
|
ne kadarda ciddiye aldın! o.T.
ohne Text
|
o.T.
Alpi merhaba!
Bu yazıyı okumanı önerdiğin şahıs okumuyor, okusa da bir şey anlamamak için Tanrının ona bu dünyada insan olarak yaşayabilme yeteneklerini sunduğu tüm duyarlı organlarını dondurupta donmuş, buzlaşmış bakışlarla, buda nedir? diye bakmaya çalışıyor. O şahıs yalnızca, İspanyol boğaları gibi kırmızı rengi seviyor!!! Bayağı uğraştığın belli bunları yazmaya çalışırken. Hitler ve Stalin benzetmeni olumlu buluyorum, ikisinin arasında insani olarak bir fark görmüyorum. İlginçtir Stalin Teolojide okumuştur ama Avrupanın en büyük Katedrali olan Moskova Katedrelanide bombalattırarak yok etmiştir. İnsanlar bir kere insanlığını unutmaya görsünler, sol adına olsun, sağ adına olsun insanık suçları işlemekten hiç bir zaman çekinmemişlerdirler. İnsanın insan olabilmesi için şucu, bucu, yada her hangi bir dinden, yada din dışı olmasının, yada olmamasının hiç bir önemi yoktur. Önce insanın insan hakları ve yaşam kutsallığıdır değerli ve önemli olan. Demokrasilerde birey vardır kutsal olan, evrensel hukuk ile de büyük ölçüde tüm özlük hakları güvenceye alınmıştır. ( Senin yazına bir karşıtlık olarak yazmıyorum ve değerlendirmiyorum, zaten yazdıklarının muhatabı ben değilim, muhatap bu sayfalarda İslam devleti ile yaşamak isteyenler diye düşünmekteyim, ama onları aşar bu yazdıkların, çünkü sosyal ve siyasal bir alt yapıları yok.) Her neyse kısaca, İslami nufus yoğunluğunun çokluğu ile yaşayan tek bir ülkenin dünya standartlarında demokrasiyi başarabileceğini düşünüyorum , o ülkede Türkiyedir, yeter ki AB yolundan sapmasın. Selamlar... |
Bakalım KABBALA neymiş???
Kabbala
Giriş Kabbala, XII. yüz yıldan başlayarak Yahudi gizemciliğini tümüyle etkisi altına almış olan ezoterik bir akımdır. Her zaman temelde sözlü bir gelenek olan Kabbala, İbranice"de sözcük anlamı olarak da "gelenek" karşılığını taşımaktadır. Gizemci deneyimlerin içerdiği olası kişisel tehlikelerden kaçınabilmek amacıyla, Kabbala öğretisine ve uygulamalarına inisiyasyon mutlaka bir önderin, bir yol göstericinin gözetim ve denetiminde gerçekleştirilmelidir. Her yönüyle gizemci bir öğreti olan Kabbala"nın, özünde Tanrı"nın Musa"ya aktardığı "ilâhî vahy" olan Torah"ın (Tevrat) yazılı olmayan gizli bilgilerini içerdiği ileri sürülmüştür. Yahudiliğin temel ilkesinin Musa yasalarına uyum olmasına karşın, Kabbala"nın insana doğrudan Tanrı"ya ulaşma yollarını sağladığı varsayılmıştır. Bu bakımdan Kabbala, bir çokları tarafından tehlikeli biçimde kamutanrıcı (panteist) ya da sapkın olarak nitelendirilen gizemci yaklaşımlar içeren bir dinsel boyutu Yahudiliğe katmıştır. Köken Kabbala"nın kökeni İ.S. I. yüz yılda Filistin"de filizlenen "Merkava" (ya da Merkabah) gizemciliğine kadar geri götürülebilir. Merkava gizemciliğinde temel uğraş, Eski Ahit"te peygamber Ezekiel"in düşlediği "ilâhî taht" ya da "araba" (merkava) hakkında derin düşüncelere dalmak ve bu sayede coşku içinde kendinden geçmektir. VII. ve XII. yüz yıllar arasında uygulama alanı Filistin"den Babilonya"ya kayan ve yoğun biçimde Gnostik inançların etkisi altında kalan Merkava gizemciliğinde asıl amaç, Tanrı"nın tahtını ve göksel düzeni düşleyebilmektir. Gizemci Merkava yazımında, coşku içindeki ruhun yükselişi, düşman meleklerle dolu "yedi küre"yi ya da "yedi gök katını" aşmak için yapılan tehlikeli bir yolculuk olarak tanımlanmaktadır. Ruhun bu yolculuktaki amacı, merkava"nın üzerinde bulunan ilâhî tahta ulaşmaktır. "Tzenu"im" adı verilen Merkava uygulayıcıları, özel ahlâk niteliklerine sahip olan az sayıda seçkin kişilerdi ve sürekli oruç tutarak kendilerini gizemci deneyimlere hazır tutmaları gerekliydi. Bu seçkinlerin yapacağı başarılı bir düşsel yolculuk için her şeyden çok "mühür" olarak tanımlanan bazı büyülü sözlerin ve formüllerin kullanımı zorunluydu. Bu büyülü sözler, her bir gök katının kapısında bekçilik yapan melekleri yatıştırmak için gerekliydi. Hatalı bir "mühür" kullanımı, önemli yaralanmalara, hattâ korkunç ölümlere yol açabilirdi. Talmud"a göre, Merkava uygulamasına kalkışan dört kişi arasından biri ölmüş, diğeri delirmiş, öteki dinden çıkmış ve yalnızca Rabbi Akiba ben Joseph gerçek bir düşsel deneyime nail olmuştur. Merkava uygulayıcıları kimi zaman "Doğaüstü Dünyanın Gezginleri" olarak da adlandırılırlardı. Bu gizemci akımın en eski iki yazımsal kaynağı; Rabbi Akiba"ya ait olduğu sanılan "Küçük" ve Rabbi Ishmael ben Elisha"ya ait olduğu sanılan "Büyük" metinlerdir. Ayrıca, "Enoch"un Kitabı" ve Tanrı"nın oldukça abartılı antropomorfik (insan biçimli) betimlemelerini içeren "Shi"ur Qoma" (İlâhî Boyutlar) adındaki metinler de Merkava geleneğine aittirler. Sefer Yetzira Kabbala geleneğinde III. ve VI. yüz yıllar arasında ortaya çıkmış olan ikinci basamak "Sefer Yetzira" (Yaratılış Kitabı) adlı kitaptır. Sefer Yetzira, büyü ve evrenbilim (kozmoloji) konusunda bilinen en eski İbranice eser olup evrenin, İbrani alfabesinin 22 harfi ile "Sefirot" adı verilen 10 ilâhî rakamdan yaratıldığını anlatmaktadır. Harfler ve rakamlar birlikte Tanrı"nın evreni yaratırken kullandığı "gizli bilgeliğin 32 yolu"nu oluştururlar. Sefer Yetzira"nın, hatalı olarak Hz. İbrahim"e ait olduğu da ileri sürülmüştür. Bu nedenle kimi zaman kitabın adı "Otiyyot de Avraham Avinu" (İbrahim Babamızın Alfabesi) olarak geçer. Yetzira, sonraki dönemlerde Yahudiliği derinden etkileyecek olan "sefirot" kavramını ortaya atmıştır. Çoğul olan Sefirot sözcüğü İbranice"de "sayılar" anlamına gelmektedir. Sözcüğün tekil biçimi "Sefira" ya da "Sephira"dır (yani şifre). Yetzira"ya göre Sefirot, yaratıcı Tanrı"nın kendini gösterdiği on ayrı oluşum ya da güç olarak yorumlanabilir. "En Sof" adı verilen "Bilinemeyen Sonsuz Tanrı"dan yansıyan on ayrı aşama bulunduğu ileri sürülmektedir. Böylece her sefira, Tanrı"nın ayrı bir yaratıcı niteliğini ifade etmektedir. Kabbala"ya göre her sefira"nın bir başka sefira ile olan bağlantısı yaratılışın ritmini oluşturmaktadır. Kabbala"da, Sefirot"un gizemci yapısı ve kesin işlevi en sık tartışılan konudur. Bu tür spekülasyonların tümüyle sapkınlık olduğu yolundaki sert eleştirilere karşın, sefira"lar Kabbalacı gizemciliğin temel ilkesini oluştururlar. Sefira"lar sırasıyla; "keter"elyon" (yüce taç), "halhma" (bilgelik), "bina" (zekâ), "hesed" (sevgi), "gevura" (kudret), "tif"eret" (güzellik), "netzah" (sonsuzluk), "hod" (görkem), "yesod" (temel) ve "malkhut" (krallık) olarak sıralanırlar. Sefira"lara; adımlar, ilkeler, nitelikler, taçlar gibi başka isimler de verilmiştir. On adet sefira"nın içindeki ilk dörtlü grup evrensel elementleri (Tanrısal Ruh, Hava, Su ve Ateş), kalan altılı grup ise yönleri (Sağ, Sol, Ön, Arka, Yukarı, Aşağı) simgelemektedir. Sefirot ile birlikte alfabenin harfleri, insan bedeninin çeşitli kısımlarına denk gelmekte ve böylece insanı yaratılışın mikrokozmosu biçimine dönüştürmektedir. Sefer ha-Bahir Kabbala"nın bir diğer önemli metni, XII. yüz yılda ortaya çıkan "Sefer ha-Bahir" (Parlaklık Kitabı) adlı eserdir. Bu kitabın, ezoterik Yahudi gizemciliği ve genel olarak Yahudilik üzerindeki etkisi derin ve kalıcı olmuştur. Bahir, yalnızca Sefira"ları yaratılışın ve evrenin sürekliliğinin araçları olarak yorumlamakla kalmamış, aynı zamanda "Gilgul" (ruh göçü) gibi kavramları da ortaya atarak yoğun bir gizemci simgecilik katkısıyla Kabbala"nın temellerini güçlendirmiştir. Bahir, aslında Eski Ahit"in geniş kapsamlı bir simgesel yorumudur ve dayandığı temel motif, İbrani alfabesindeki harflerin ses ve biçimlerinin gizemli anlamlarıdır. Kitabın ilk olarak, XII. yüz yılın ikinci yarısında Fransa"nın Provence bölgesinde ortaya çıktığı sanılmaktadır. Oysa Kabbalacılar Bahir"in çok daha eskiden kaldığını ve ilk uygulamalarının İ.S. I. yüz yılda Rabbi Nehunya ben Haqana"ya ait olduğunu ileri sürerler. Ayrıca, kitapta yer alan bazı ifadelerin ise "Tannaim" adı verilen III. yüz yıl Yahudi bilginlerinden aktarıldığını savunurlar. Orta Çağ"dan kalma el yazmaları üzerinde yapılan nesnel bir değerlendirme Bahir"in yazarının, Doğu"dan Avrupa"ya daha önceden gelmiş bulunan bazı gizemci kavram ve metinleri eserine eklediğini ortaya koymuştur. İbranice ile Aramice karışımı bir dille yazılmış olan Bahir, oldukça düzensiz ve genellikle bulmacamsı yapısına karşın, yoğun bir gizemci simgeciliği Kabbala"ya ve Kabbala yoluyla da Yahudiliğe başarıyla sokmuştur. Çağdaş Yahudi araştırmacı Gershom Gerhard Scholem, bu gizemci simgeciliği Kabbala"nın Yahudi dinsel düşüncesi üzerindeki en önemli etkisi olarak değerlendirmiştir. Örneğin Bahir, evrenin yaratılması ve varlığını sürdürmesini gizemli bir biçimde simgelendiren on adet "Tanrısal Oluşum"un bilinen en eski açıklamasını içermektedir. Kendi içinde üç adet üst ve yedi adet alt belirtiye ayrılan bu on "söylem" (Ma"amarot), Kabbala"daki ünlü "Sefira"lar" olarak tanımlanmıştır. Bahir, aynı zamanda, Kabbalacı kuramlar arasına "Ruh Göçü" (Gilgul) kavramı ile Tanrısal yaratma gücünü simgeleyen "Kozmik Ağaç" düşüncesini de eklemiştir. Ayrıca kötülük kavramının da, Tanrı"nın kendisinde bulunan bir temel ilke olduğu da Bahir"de belirtilir. Eserin son bölümü, "Büyük Gizem" (Raza Rabba) adlı eski bir gizemci metinden alıntıdır. Kabbalacılar, Bahir"in içerdiklerini buyruk olarak kabul ederler; oysa Bahir bir çok Yahudi din adamı tarafından sapkın olarak nitelendirilmektedir. Sefer ha-Temuna İlk olarak XIII. Yüz yılda İspanya"da ortaya çıkan "Sefer ha-Temuna" (İmge Kitabı), yazarı bilinemeyen İbranîce bir eserdir. Temuna, İbranî alfabesinde bulunan harflere mistik anlamlar yükler ve Tevrat"ın insan gözü ile görülemeyen bazı bölümlerinin olduğunu ileri sürer. Temuna"nın en önemli katkısı Kabbala"ya "Kozmik Devirler" (Shemittot) kavramını eklemesidir. Buna göre, her kozmik devir, kendine denk düşen Tanrısal niteliklerle uyumlu ayrı birer Tevrat yorumu getirmektedir. Temuna"nın içeriği, Tanrı"nın niteliklerinden "kayra", "yargı" ve "insaf" tarafından yönetilen ilk üç "Shemittot" üzerinde yoğunlaşmıştır. Sonuç olarak, sözü edilen her üç devir ayrı birer Tevrat"a sahiptir ve henüz "yargı" dönemini yaşamakta olan insanlık, Tevrat"ı bir buyruklar ve yasaklar dizisi olarak algılamaktadır. Tevrat"ın Temuna tarafından böyle göreli bir biçimde yorumlanması, XVII. yüz yılda Osmanlı toprakları üzerinde ortaya çıkan ve mesihçi bir akım olan "Sabetaycılık" düşüncesini kuvvetle etkilemiştir. Sabetaycılığın temel kuramı, Tevrat"ın ancak görünürde ortadan kaldırılması ile gerçek amacına ulaşacağı biçimindedir. Temuna"dan kaynaklanan bu kuram, Yahudiliği kesin kuralları olan bir din olarak değil, her farklı devirde ayrı kuralları olan bir inanç olarak görmektedir. Sefer ha-Zohar Bazı Kabbalacılar tarafından Tevrat"a rakip olacak ölçüde kutsallık atfedilen ünlü "Sefer ha-Zohar" (Görkemin Kitabı) da ilk olarak İspanya"da ortaya çıkmıştır. Genel olarak, yaratılışın gizemini ve Sefira"ların işlevlerini anlatan Zohar ruh, kötülük ve yaratılış gibi konularda gizemci kavramlar geliştirmektedir. Çoğunluğu Aramîce olan ve XIII. yüz yılda yazılmış olan bu kitap, ezoterik Yahudi Mistisizminin ya da Kabbala"nın klâsik metni olarak değerlendirilmektedir. Yahudi dininde, ezoterik gizemciliğin İ.S. I. yüz yıldan başlayarak işlenmesine karşın, Zohar geleneksel gizemci yaklaşımlara XIV. Yüz yıldan sonra yeni bir canlılık ve hız getirmeyi başarmıştır. Zohar, yedi ayrı bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerin en geniş olanı, Eski Ahit"in ilk beş kitabı (Tevrat) ile Ruth ve Süleyman"ın Özdeyişleri bölümlerinde yer alan kutsal metinlerin "içsel" (gizemci, simgesel) anlamlarını işlemektedir. Zohar"da, tümü Simeon ben Yohai (İ.S. II. yüz yıl) ve öğrencilerini merkez alan oldukça uzun vaazlar, kısa söylev ve öyküler yanyanadır. Zohar, yazar olarak Simeon"un adını özellikle vermekteyse de, çağdaş araştırmacılar eserin büyük bir bölümünün Moses de Leon (1250-1305) tarafından yazıldığına ikna olmuşlardır. Yine de, elde bulunan metinde bazı eski mistik yazılardan alıntıların kullanıldığı olasılığını göz ardı etmemektedirler. Luria Kabbalası 1492 Yılında İspanya"dan sürülmelerinden sonra, Yahudilerin dünyanın sonu ve mesihin gelişine dair beklentileri giderek yoğunlaştı ve bunun sonucu olarak Kabbala"ya duyulan ilgi büyük ölçüde arttı. İşte böyle bir manevi ortamda, XVI. yüz yılda Kabbala"nın tartışmasız merkezi durumuna, gelmiş geçmiş en büyük Kabbalacı olarak kabul edilen Isaac ben Solomon Luria"nın yaşadığı, Galile"deki Safed kenti ulaştı. "Arslan" (ha-Ari) lâkabıyla da anılan Luria, 1534 yılında Osmanlı topraklarında bulunan Kudüs"te dünyaya geldi. Yaşamı hakkında temel kaynak, yazarı bilinmeyen "Ari"nin Yaşamı" (Toledot ha-Ari) adlı bir biyografidir. Luria"nın ölümünden yaklaşık yirmi yıl sonra yazılan ve yayınlanan bu yapıt, Luria hakkında gerçek ve hayalî öğeleri rastgele bir araya getirmiştir. Toledot"a göre Luria"nın babası erkenden ölmüş ve annesi küçük oğlu ile birlikte Mısır"a, varlıklı ailesinin yanına göç etmiştir. Luria, önceleri dinsel bir eğitim almış ve Yahudi hukukunu (Halakha) incelemiştir. Henüz çok genç iken, ünlü hukukçu Isaac ben Jacob Alfasi"nin "Sefer ha-Halakhot" adlı kitabına yorumlar kaleme almıştır. Luria"nın gençliğinde ticaret ile uğraştığı da bilinmektedir. Kısa süre sonra Luria"nın tüm ilgisi Yahudi mistisizmi üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu dönemde herşeyden elini eteğini çekip, amcasının Nil üzerinde bir adada bulunan evinde yedi yıl kadar yalnız yaşamıştır. Erken dönem Kabbalacılarını inceledikten sonra, zamanla tüm araştırmalarını Zohar"a yönlendirmiş, döneminin en ünlü Kabbalacısı olan Cordovero"nun yapıtlarını okumuştur. Luria"nın ilk yapıtı, Zohar"ın bir bölümü olan "Gizlilik Kitabı" (Sifra di-Tzeni"uta) hakkında yazdığı yorum olmuştur. Bu yorum, tümüyle klâsik Kabbala"nın etkisinde olup, ileride Luria Kabbalası diye anılacak olan özgün öğretisinden hiç bir iz taşımamaktadır. 1570 Yılında Luria, Cordovero"nun öğrencisi olmak için Kabbalacı akımın merkezi haline gelmiş olan Safed"e göç etmiştir. Öğrenciliği sırasında, kendisi de yeni bir sistemle Kabbala dersleri vermeye başlamış ve etrafına çok sayıda öğrenci toplamıştır. Bu öğrenciler arasında, sonradan Luria"nın öğretilerini yazıya dökecek olan Hayyim Vital en yeteneklisi olmuştur. Luria"nın Kabbala öğretisi yalnızca ezoterik bir çevreye yönelmişti, araştırma ve derslerine herkesin katılmasına izin vermiyordu. Zamanının çoğunu öğrencilerinin eğitimi için harcarken, geçinebilmek için o dönemde de Safed"de oldukça canlı olan ticaret uğraşını da sürdürmekteydi. Luria"nın Safed"e geldiği ilk günlerde, Cordovero"nun çevresinde toplanmış bulunan Kabbalacılar, belirli ritüelleri uyguladıkları farklı bir yaşam tarzı geliştirmişlerdi. Örneğin, Şabbat (cumartesi) günlerinde kırlara çıkarak "Sabbath Kraliçesi" adıyla kişileştirdikleri günü kutlarlardı. Luria"nın gelişiyle, bu gezintilere "Kavvanot" (meditasyon) ve "Yihudim" (birleştirme) gibi yeni uygulamalar eklendi. Aslında bu ritüeller, ruhların Mesih"in gelişine kadar içinde yaşamaya mahkum oldukları kirli kabuktan (Kelipot), yani bedenlerinden, manevî olarak sıyrılmayı sağlayan bir tür günahtan arınma eylemleriydi. Luria"nın kişiliğinin güçlü etkisi, Safed kentine yoğun manevî bir atmosfer, mesihçi bir gerilim ve bir yaratıcılık ateşi getirmişti. İçtenlikle dine bağlılık ve dünyadan el etek çekiş Kabbalacıların yaşam özellikleri haline gelmişti. Safed"de yaşayan herkes, Zohar"ın yorumundan hareketle, Mesih"in 1575 yılında Galile"de ortaya çıkacağına inanmıştı. Safed"de yaşadığı kısa süre içinde - ölümüne kadar geçen iki yıl süresinde - Luria, Yahudi mistisizmine yeni unsurlar ekleyen, çok yönlü ve verimli bir Kabbala dizgesi kurmayı başardı. Zohar"ın ilk bölümünün bir yorumunu içeren oldukça kısa bir metnin dışında, kendi öğretisini asla kaleme almadı. Luria, 1572 yılının Ağustos ayında bir salgında yaşamını yitirdi. Bugün Luria Kabbalası diye bilinen, Luria"nın ölümünden sonra Hayyim Vital tarafından derlenerek yazıya dökülen ve Luria"nın öğretilerini içeren oldukça kapsamlı bir kolleksiyondur. Bu yapıt, tüm Yahudi mistisizmini etkileyen yeni bir düşünce akımı oluşturmuştur. Luria Kabbalası, bir yaratılış kuramı ile buna bağlı olarak evrenin giderek yozlaştığı düşüncesini ileri sürer ve özgün uyumu yeniden oluşturmak için pratik bir yöntem önerir. Yaratılış kuramı üç temel kavrama dayanmakyadır: "çekilme" (Tzimtzum), "kapların kırılması" (Shevirat ha-Kelim), "restorasyon, tamirat" (Tiqqun). Sonsuz (En Sof) olan Tanrı, yaratılışa yer açabilmek için, yeni oluşan uzaya yayılan bir ışık biçiminde, kendi içine doğru çekilmiştir. Sonradan bu sonsuz Tanrısal Işık, sonlu kapların içine hapsolmuş ve gerilime dayanamayan kaplar kırılarak, evrene kötülük ve uyumsuzluk yayılmıştır. Artık dünyayı kötülükten arındırma ve hem kozmosu, hem de tarihi kurtarmak için mücadele etmek gereklidir. "Tiqqun" aşamasında, Tanrı"nın krallığı yeniden kurulacak, ilahî parlaklık kaynağına geri dönecek, Tanrısal Işığın en yüksek formu olarak "ilksel insanı" simgeleyen "Adam Kadmon" yeniden doğacaktır. İnsanoğlu bu süreçte önemli bir rol oynamaktadır. Zira dualar sırasında uygulanan çeşitli "kavannot"lar ve sözcüklerin gizli kombinasyonlarının mistik söylenişleri, ilksel uyumun yeniden kurulmasına ve "Tanrısal İsmi" yeniden birleştirmeye yöneliktir. Luria Kabbalası"nın etkisi büyük olmuştur. Hem XVII. yüz yılda gelişen Sabetay Sevi akımı, hem de XVIII. yüz yılda ortaya çıkan aşırı sofu ve gizemci Hasidizm akımı üzerinde önemli bir rol oynamıştır. Sabetay Sevi 1626 Yılında İzmir"de dünyaya gelen Sabetay Sevi, genç yaşlardan başlayarak kendini Yahudi mistisizmine, Kabbala"ya kaptırmıştı. Bilincini yitirdiği, coşkulu dönemler yaşıyordu. Güçlü kişiliği ile çevresine bir çok mürit toplamayı başarmıştı. Henüz yirmi iki yaşında iken, Kabbalacı yorumlara dayanarak, kendisinin beklenen mesih olduğunu ilân etti. Gelişmelerden huzursuz olan hahambaşılık, Sevi"yi İzmir"i terk etmeye zorladı. Sevi önce eski bir Kabbala merkezi olan Selânik"e, sonra Istanbul"a gitti. Başkent"te, saygıdeğer ve ünlü bir vaiz olan Abraham ha-Yakini ile karşılaştı. Yakini"nin elinde Sevi"nin mesih olduğunu doğrulayan Kabbalacı bir kehanet belgesi vardı. Kısa süre sonra Istanbul"dan da ayrılan Sevi, önce Kudüs"e ve sonra Mısır"a gitti. Kahire"de Osmanlı valisinin hazinedarı olan güçlü ve varlıklı Raphael Halebi"yi kendi davasına inandırdı. Malî destek sağlamış olarak, yandaşlarından oluşan bir maiyet ile Kudüs"e muzaffer bir biçimde geri döndü. Burada, Gaza"lı Nathan adında yirmi yaşlarında bir öğrenci, Yahudi geleneklerinde yer alan "Mesih"in Müjdecisi" rolünü üstlendi. Nathan, coşku içinde, İsrail devletinin yeniden kuruluşunun çok yakında gerçekleşeceğini ve Sevi"nin zaferi ile dünyanın kurtulacağını herkese duyurdu. Nathan, Kabbala hesaplarına dayanarak, kıyamet günü için 1666 yılını bildirdi. Ancak, Kudüs hahamları tarafından tehdit edilen Sevi, 1665 yılında sevinçle karşılandığı İzmir"e geri döndü. Bir kaç yıllık süre içinde, Sabetaycılık akımı hızla güçlenerek Venedik, Amsterdam, Hamburg, Londra ve bazı Kuzey Afrika kentlerine kadar yayıldı. 1666 Yılı başlarında, Istanbul"a giden Sevi, Osmanlı yetkilileri tarafından tutuklandı. 16 Eylül günü Edirne"de Padişah"ın huzuruna çıkarıldı. Önceden ölümle tehdit edildiği için, Sevi din değiştirerek Müslüman olmayı kabul etti. Padişah, Sevi"nin adını Mehmet Efendi olarak değiştirdi ve yüksek bir maaşla kapıcıbaşı görevini verdi. Ancak, bu din değiştirme olayı, müritlerinin çoğunu hayal kırıklığına sürükledi. Zamanla itibarını yitiren Sevi, sürgün olarak gönderildiği Arnavutluk"ta 1676 yılında öldü. Sevi"yi din değiştirmesine karşın terk etmeyerek etrafında toplananlardan oluşan Sabetaycılık adı verilen akım, Sevi"nin dinsel yetkileri hakkındaki aşırı iddiaları ile sonradan din değiştirerek Yahudi inancına ihanet etmesi çelişkisini giderme çabası içindedirler. Sadık Sabetaycılar, Kabbalacı bir yaklaşımla, Sevi"nin din değiştirmesini mesihliğinin gerçekleşmesi için atılması gereken son adım olarak yorumlarlar. Bu nedenle, önderlerini izleyerek Müslümanlığa geçmişlerdir. Bu dönmeler (din değiştirenler) için, kişinin kendini kalpten Yahudi hissetmesi önemlidir ve görünürde uygulanan Müslümanlığın ve biçimsel eylemlerin değeri yoktur. Zohar"ın Luriacı yorumundan yola çıkarak, bir çeşit "Kutsal Günah" kuramına ulaşan Sabetaycılar, Torah"ın amaçlarının tam olarak gerçekleşmesinin ancak, manevî olmayan eylemler sonucunda Torah"ın görünüşte ortadan kaldırılması ile olanaklı olacağını ileri sürerler. Hasidism Eğer engellenmemiş olsaydı, Sabetaycılığın Yahudi dininin sonunu getireceğini ileri süren din tarihçileri bulunmaktadır. Sabetay Sevi"ye odaklanan mesihçi beklentilerin yaratığı düş kırıklıklarına karşın bu akım, yalnızca bazı ileri görüşlü din adamlarının teozofik amaçlarını yanıtlamakla kalmayıp, Talmudistlerin kuru yorumlarıyla yetinmeyen ve yönetici sınıfların sosyo-ekonomik baskısından bunalan Yahudi kitlelerinin gereksinimlerini de karşılamıştır. Benzeri bir durum Litvanya, Belorusya ve Ukrayna topraklarını da içeren Lehistan Krallığı için de geçerli olmuştur. XVIII. Yüz yılda ortaya çıkan ve Luria Kabbalasını kendi düşünsel kuramlarının temeli olarak alan Hasidizm akımı Lehistan"da etkin olmuştur. Hasidizm, olası en düşük düzeyde bir örgütlenme ile yoğun biçimde propaganda ve vaaz yöntemlerini kullanan, bilgili üyelerden oluşan küçük gruplara dayanan bir kitle akımıdır. Söylentilere göre, Hasidizm akımının kurucusu "İyi Adın Üstadı" (Ba"al Shem Tov - Tanrı"nın dile getirilemez adını bilen kişi) lâkabıyla tanınan Israel ben Eliezer"dir. Eliezer 1700 dolaylarında dünyaya gelmiş ve 1760 yılında Güney Polonya"da ölmüştür. Kendi döneminin ortodoks Yahudiliği hakkında iyi bir eğitime sahip olmamasına karşın, olağanüstü manevî nitelikleri olan ve yalnızca sıradan insanları değil, entellektüel kesimi de yandaşları arasına alabilen etkileyici bir kişiliğe sahipti. Hakkındaki efsanelerin yoğunluğu, büyük olasılıkla hiç bir zaman sistemli biçime dönüştüremediği kişisel öğretisi üzerine ayrıntılı bilgi edinmeyi engellemiştir. Doğu Avrupa Yahudiliğinde XVIII. yüz yılda etkinlikleri giderek yoğunlaşan gezgin vaizlerin yöntemlerinden esinlenen Eliezer, öğretisini yaymak için, gündelik yaşamdan ve folklordan aktardığı öyküleri kullanarak kutsal metinleri yorumlama yöntemini benimsemişti. Bu yöntem Hasidizmin değişmez niteliklerinden biri olacaktır. Ancak, akımın tüm otantik kuramlarının ve öğretilerinin, bu tür öykü ve fıkralara yansıdığını düşünmek abartılı bir yaklaşım olur. Temel öğreti çalışmaları, Hasidik hahamlarca Torah üzerine verilen haftalık vaazlarda ve ritüellerde ifadesini bulur. Neredeyse her haham, kendine özgü ekleme ve yorumlarla Hasidik öğretiyi etkilemiştir. Bu nedenle, akımın ilk üç nesli kapsayan döneminde, Hasidizm öğretisi büyük ölçüde çeşitlenmiş ve farklılaşmıştır. Yine de, Hasidizm akımının ortak temel çizgilerini belirlemek olanaklıdır. Kuramsal olarak, Hasidizmin kökleri Luria Kabbalasından çıkmaktadır. Ancak, Hasidizme özgü olan kavram "Tanrı ile birlikte olmak" (Devequt) kavramıdır. Devequt, tüm Yahudiler için bir amaç ve değişmez bir görevdir ve her koşul altında insan varlığının tümüyle manevî değerlere dayanmasını gerektirmektedir. Bu gereklilik, Kabbala"nın düşünsel kavramlarının yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılar. Tüm ağırlık, inanan kişinin iç yaşamına verilmelidir. Kozmik dramın sahnesi artık Sefira"lar evreni değil, insanın iç yaşantısıdır. Buna ek olarak Hasidizm, Luriacı "restorasyon" (Tiqqun) öğretisinin bir parçası olan diğer bir gerekliliği de toplumsal bir gerçeklik biçimine dönüştürür: grubun dinsel yaşamı ve örgütlenmesinin merkezine, tartışılmaz bir yetkeyi, doğaüstü güçleri olan bir önderi, "Tzaddik"i yerleştirir. Böylece Hasidizm, başarılı olduğu her yörede, tartışmasız bir manevî yenilenme yaratmıştır. Oysa madalyonun diğer yüzü, giderek kişisel kültler biçimine dönüşen hahamlar arası çekişmelerin varlığını, Hasidik toplulukların kendilerini çevreleyen toplumdan soyutlandığını, bunun yarattığı kötü sosyo-ekonomik koşulları ve kendilerini soyutlayan Yahudilere karşı oluşan düşmanlığı ortaya koymaktadır. İlk günlerinden başlayarak Hasidizm, Sabetaycılığın etkisiyle aşırı hassaslaşan resmî Talmudçu Yahudi yetkililerinden büyük direnç görmüştür. Hasidizm yandaşlarının ritüelik kurallara sıkı sıkıya bağlı davranışları, "Rakipler" (Mitnaggedim) tarafından kabul edilemeyecek bazı özellikler göstermekteydi: Tzaddik"e koşulsuz boyun eğmeleri, sinagoglara devamsızlık yaparak kendi aralarında toplanmaları, dinsel törenlerin değiştirilmesi, gündelik giysilerle dua edilmesi, Talmud"un incelenmesi yerine gizemci meditasyonun yeğ tutulması bu özelliklerin önde gelenleriydi. Yine de, Hasidizm ile Talmudizm arasındaki bu çekişme bir bölünmeyle sonuçlanmadı. Üç nesil boyunca süren çekişme yerini, açıkça dile getirilmemiş, kendiliğinden bir uzlaşmaya bıraktı. Ancak, iki taraf da aralarındaki farklılıkların silinmemiş olduğunun bilincindeydiler. Varılan bu uzlaşma, genel olarak Hasidizmin yararına olmasına karşın, Hasidizmin eğitim konusunda bazı tavizler vermesine yol açtı. Hasidik grupların iç örgütlenmeleri, II. Dünya Savaşının Doğu Avrupa Yahudiliği üzerindeki yıkıcı etkilerine karşın, ayakta kalabilmelerini sağladı. Savaş sonrasında, tüm önemli Hasidizm merkezleri Amerika"ya taşınmak zorunda kaldı. Hasidizm, hem ekonomik nedenler ile, hem de Sionizm"e ve İsrail Devletine karşı neredeyse düşmanlığa varan tutumundan dolayı, Filistin yerine Amerika"yı tercih etti. Bu gün, Amerika"da Hasidizme bağlı en ünlü ve en etken grup, merkezi New York"ta bulunan ve Rusya"daki tanınmış Lyubavichi Hasidizm okulundan adını alan Lubavitcher"lerdir. Sonuç Çağdaş Yahudiliğin manevî yaşamı ve düşünceleri üzerinde Kabbala"nın oynadığı rol, eskiye oranla bir hayli azalmış olmasına karşın, hiç de azımsanacak bir düzeyde değildir. Bugün, gerçek anlamıyla yaşayan bir Kabbalacı akımdan söz etmek olanaklı değildir. Yine de, Abraham Isaac Kook (1865-1935) gibi yazarların kişisel çabaları hâlâ etkili olmaktadır. Ayrıca, iki Dünya Savaşı arası dönemde "Batılılaşmış" Yahudiler üzerinde güçlü bir etki yaratan Martin Buber"i (1878-1965) ve dinsel düşüncenin reformu konusunda Hasidizm propagandası içeren çalışmalarını belirtmek gereklidir. Polonyalı bir Yahudi olan Abraham Joshua Heschel (1907-1972) de önemli etkinliğe sahip kişilerdendir. Yahudi gizemciliği, Yahudiler dışındaki ulusların düşünsel yaşamları üzerinde de etkin olmuştur. Özgün amaçlarından saptırılan Kabbala, Yahudiliğin sınırlarını aşmış, Rönesans döneminden başlayarak Hıristiyan toplumunda da bazı düşünce akımlarının doğmasına yol açmıştır. "Hıristiyan Kabbalası", İspanya ve İtalya"da din değiştirip Hristiyanlığı kabul eden Yahudilerin etkisiyle, XV. yüz yılda doğmuş ve Kabbalacı belgelerde Hristiyan inancının gerçeklerini bulduğunu ileri sürmüştür. Böylece, bir çok Hıristiyan Hümanist düşünür, Yahudi gizemciliği ile uğraşmaya koyulmuş ve bazıları Kabbala hakkında geniş bir bilgiye ulaşabilmiştir. Bu kişiler arasında Giovanni Pico della Mirandola (1463-1494), Egidio da Viterbo (1465-1532), Johannes Reuchlin (1455-1522) ve Guillaume de Postel (1510-1581) en önde gelenlerdir. Reuchlin"in kaleme aldığı "De Arte Cabbalistica" (1517) adlı yapıt, Yahudi olmayanların anlayabileceği bir dille yazılmış olan ilk Kabbala açıklama kitabıdır. XVI. Yüz yıldaki gizlici (okült) düşünüler, XVII. ve XVIII. yüz yıllardaki doğa felsefesi, Masonluğun ideolojisini renklendiren bazı motifler ve günümüzde yeniden gündeme gelen gizlici ve teozofik kuramların tümü Kabbalaya odaklanmışlar, gerçek anlamını ve ruhunu yakalayamasalar da, ondan aktarmalar yapmışlardır. |
Tesekkürler hemso o.T.
ohne Text
|
Dünyada neden TEK DIN olmasin o.T.
ohne Text
|
Yani Ortak DIN anlayisi
sadece EHLI KItap ve KUran cercevesinde yeniden YORUMLANMIS bir DIN anlayisi....
Hurafesiz Ideolojisiz Mezhepsiz Safsatasiz Hadissiz Sünnetsiz Sade ve sade Ilahi anlayis.. baska hic bir sey ilavesiz.... Sanirim huzura ancak o zaman erilir... ama bu tabi o anlayista yetisen yeni nesil icin gecerli.... belki ben bile bu anlayisa uymayacak kadar bayatlasmis anlayislarim vardir.... Ama asil amacata bu olsa gerek... Yoksa Allah öyle cesit cesit DINLER yollamis ve bunlarin birlesmesini istememisse... o zaman zaten ALLAH olamaz |
Aynen! o.T.
ohne Text
|
hala anlamadin degilmi?
anlamamakta israr ediyorsun, muhammed esed kafir terimini inkara sartlanmis olanlar diye tercüme ediyor. sende böyle anlamamaya sartlanmissin.
senin din anlayisinin sadece ve sadece ynö nün din anlayisi ile kisitli. bu anlayis senin saydiklarinin hicbirtanesinden arinmis degildir. TEK DIN anlayisi ancak ve ancak tek din anlayisi olabilirdi, cünkü herhangi bir yanlis anlamada peygamber yanlisi düzeltebilirdi. eger peygamber hata islerse Allah peygamberini vahy araciligi ile uyarirdi. Peygamber öldükten sonra insanlarin böyle bir sansi ve imkani yok. ama anlamamakta israr edenler senin gibiler hala bulutlarin icinde yasiyorlar. gerceklerden bihaber. |
suclamak yerine aydinlatici ve guzel
inancin ve ahlakin ile bir yazi yazsaydin herkes faydalanir.. sen de hayir islemis olurdun oyle degil mi?
Yine de seni anladim... ama biz kullarin diger insanlar icin "iyi veya kötü ya da kafir kelimesi kullanarak, kibirlik vs yapmamiz kadar buyuk gunah isleyemeyiz.."bunu bence her zaman akil da bulundurmak lazim... |
Seni anliyorum..
ama bu yuce Allaha ters dusmekten baska birsey olmazdi...
Hersey oldugu gibi... neden ve nicinleri yuce Allah bilir... |
Neresi ters düsüyor
Haci Hocalarin elinde maymuna dönek yada Papazlarin ALlah oynamalarindan daha iyi degilde ne peki ???
|
Senin gibi ENGSTIRN liler oldukca
bu tabi mümkün degildir... bende senin kast etmedim zaten.. gelecek aydin nesiiler icin uygulanabilinir olsn bir anlayis...
Yoksa sen Ideoloji kurbanisin... senin icin gecerli degil... Yasar Hocanda senin gibi... oda kalkmis Politika yapiyor... hadi kolay gelsin hepinize... Hocaligina diyecek yok.. gercekten ALim.. ama biraz Tayipten Politika dersi almali |
MErhaba isigadogru..
senin yazilari her zaman ilgi ile okur, takip ederdim.. Ancak bu yazini sonuna kadar okumadim cunku attigin topic oldukca provoke edici..
Cunku her insanin inanci kendine gore.. Neden "sunnilerden" bahsedeiyorsun.. NEden sunnilere soruyorsun..NEden muslumanlara sormuyorsun?? NE yazik ki bu gibi yazilar ve dusunceler her zaman sünni -alevi tartismalarini getirmistir... Demek biz insanlarin dogasinda vardir bu ayrimciliga, ayri , farkli olma ozentisine kendimizi salip gideriz.. COk ilginctir.. ve ayni zamanda da komiktir.. Genelde bu yazilarin ve dusuncelerin arkasinda her zaman bir onyargili , celiski dolu bir insan vardir.. ama kendini cok demokrat, aydin ilan eder ---ya da aydin bir topluluktan geldigini duyurmak ister.. belki de iste bu da bir kompleksdir.. Senin anlayisina siginarak seni elestiriyorum... Umarim sunni-alevi tartismalari biter.. cunku ben sunniyim ama Alevi arkadaslarim coktur ve cok severim hepsini ve hic birisi "sunni arkadasim sana bir soru" demedi.. bunu dusunmek lazim.. demek hersey iki tarafli.. ben bu senin tavrini cok ama cok dusuncesiz buldum... Insani insan yapan hosgorusudur... |
Simdi arkadaslar herkes duydugunu bir ya
na atsin lütfen...
SÖÖÖÖÖÖÖÖYyyyyyle Objektiv bir sekilde ön yargisiz olaylara bakalim lütfen... Eger tüm DInler bir degilse... eger Ehli-Kitap yada Kuran ayni seyleri tekrarlamiyorsa... tüm DINLERIN temelinde yatan DINLER-TEOLOJISI ayni degilse... Naaaa dannnnn,... dann gibt es nkeinen GOTT... O halde hic birine inanmaya gerek yok... Tek Bir yaratici gücün, tüm kainaati kuran düzenleyen bir gücün varligini hissedip yasamak en güzeli... cünkü Allahi herkes taniyor... SAAADECE Nefislerini kontroll edemiyorlar hepsi bu... Artik gecin lütfen bayatlasmis olan DIN anlayisini lütfen... Istesenizde istemesenizde tüm insanlik Cehennem serüveninden gececek ve herkes Kainatta yerni alacaktir.... Allahtan korkmayin.... ALlah azapkar degildir.. rahmaniyeti her seyi asar... sadece sisteme uyun ve hayat boyunca iyiliklerle ugrasin... Öyle anlamadiginiz Ayetlerle yatipo kalkmanizin size faydasi yoktur... Bilenle bilmeyen bir olmaz, olmaz ya tabiii.. biri insan biri hayvan, öyleyse denilen yüz karasindan... Nede dogru |
cin mi carpti desem..
cok dusunerek mi yaziyorsun bu sacma yazilarini yoksa amacin burada eglenmek mi? Eglenmek ise.. guzel sorular cok guldum ( sana) ama yukarda da dedigim gibi yazin uzucu...
Yine de .. Senden ogrenecegimiz cok sey var.. Neden mi? Bilge insan cahilden, cahilin kendisinden ogrendiginden daha cok ogrenirmis.. :))) Na, dann... |
Artik gecin lütfen bayatlasmis olan DIN anlayisini lütfen... diyorsun!
dinin "modern anlayisi" olmaz... ISte sorun da bu .. dusunsene her 100 yilda bir insanlar yeniden bir din dusunce anlayisi yaratsaydi..iste esas o zaman benim mantigim kabul etmezdi.. iste o zaman Allah korusun inkarci bir insan olurdum..!!! biz insanlar hep yeni birseyler urettik , yeni icatlarimiz oldu.. ama geriye bir bak.. tarihi incele.. biz insanlar hep ayni.. degisen birsey yok..vardir gelistik diyorsan.. gulerim..!! ve gelistik artik buyuduk inancimiz da ona gore ayarlanmali diyorsan yine gulerim!! cunku bu din degildir... ve bize yeni bir din anlayisi asilamaya gerek yok... bilen bilir dogrularini zaten.. bize sadece bilge insanlar lazim. hosgoru lazim.. dini guzel yasamak lazim.. bu anlayistan bahsediyorsan , yani bunlarin eksik oldugundan o zaman haklisin.. ama yeni bir yorumlamadan bahsediyorsan iste o zaman cok hatalisin.. |
yani baban kötü, annen iyi...
ilginc bir yaklasim.. "kötüyü iyiden ayirmak"...
|
BABAN ve ANNEN
sunni ve alevilik bir ailede.. guzel ve mutlular. sunnilik ve alevilik diye bir tartisma olmamasi demen gerekmiyormuydu???
yani bir insan mantik ve zekadan bahsederken sozcukleri ile bile kendisini bile kucuk dusurdugunu ve celiskili oldugunu anlamaz ve "bu kadar mi itibarini dusurur... ????? |
Yeni Yorum hata mi ?
Ay"a gelince, Biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner). Ne Güneş"in Ay"a erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedir (Yasin Suresi, 39-40 )
Bunun Yorumu nedir ?.. Simdi Ulema Dünya nin altinda öküz var Onun altinda balik Onunda altinda zorlu bir deniz var oldukca kayalik seklindeki ICMA sina Ictihadi kapatalim mi ?.. ** Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 32) Ayette belirtilen gökyüzünün bu özelliği, 20. yüzyıldaki bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır. Dünya"yı çepeçevre kuşatan atmosfer, canlılığın devamı için son derece hayati işlevleri yerine getirir. Dünya"ya doğru yaklaşan irili ufaklı pek çok gök taşını eriterek yok eder ve bunların yeryüzüne düşerek canlılara büyük zararlar vermesini engeller. Atmosfer, bunun yanı sıra, uzaydan gelen ve canlılar için zararlı olan ışınları da filtre eder. Atmosferin bu özelliğinin en çarpıcı yönü, atmosferin sadece zararsız orandaki ışınları, yani görünür ışık, kızıl ötesi ışınlar ve radyo dalgalarını geçirmesidir. Bunların tümü yaşam için gerekli ışınlardır. Örneğin atmosfer tarafından belirli oranda geçmesine izin verilen ultraviyole ışınları, bitkilerin fotosentez yapmaları ve dolayısıyla tüm canlıların hayatta kalmaları açısından büyük önem taşır. Güneş tarafından yayılan şiddetli ultraviyole ışınlarının büyük bölümü, atmosferin ozon tabakasında süzülür ve Dünya yüzeyine yaşam için gerekli olan az bir kısmı ulaşır. Atmosferin koruyucu özelliği bunlarla da kalmaz. Dünya, uzayın ortalama eksi 270 C derecelik dondurucu soğuğundan yine atmosfer sayesinde korunur. Dünya"yı zararlı etkilerden koruyan, yalnızca atmosfer değildir. Atmosferin yanı sıra "Van Allen Kuşakları" denilen ve Dünya"nın manyetik alanından kaynaklanan bir tabaka da, gezegenimize gelen zararlı ışınlara karşı bir kalkan görevi görür. Güneş"ten ve diğer yıldızlardan sürekli olarak yayılan bu ışınlar, insanlar için öldürücü etkiye sahiptir. Özellikle Güneş"te sık sık meydana gelen ve "parlama" adı verilen enerji patlamaları, Van Allen Kuşakları olmasa, Dünya"daki tüm yaşamı yok edebilecek güçtedir. Eski Yorumlara bakalim mi ?.. ** Dönüşlü olan göğe andolsun. (Tarık Suresi, 11) Kuran meallerinde "dönüşlü" olarak tercüme edilen "rec"i" kelimesi, "geri çeviren" ya da "geri döndüren" anlamlarına gelmektedir. Bilindiği gibi Dünya"yı çevreleyen atmosfer pek çok katmandan oluşur. Her katmanın, canlılığın yararına yönelik önemli bir görevi vardır. İncelendiği zaman her tabakanın kendisine ulaşan madde ya da ışınları uzaya ya da yeryüzüne geri döndürme özelliklerinin olduğu anlaşılmıştır. Burada atmosfer katmanlarının geri döndürme özelliğini birkaç örnekle inceleyelim. Örneğin 13 ile 15 km yükseklikteki Troposfer tabakası, yeryüzünden yükselen su buharının yoğunlaşıp yağış olarak yere geri dönmesini sağlar. 25 km yükseklikteki Stratosferin alt tabakası olan Ozonosfer, uzaydan gelen radyasyon ve zararlı ultraviyole ışınlarını yansıtarak, yeryüzüne ulaşamadan uzaya geri dönmelerini sağlar. İyonosfer tabakası da yeryüzünden yayınlanan radyo dalgalarını bir uydu gibi yeryüzünün farklı bölgelerine geri yansıtarak, telsiz konuşmalarının, radyo ve televizyon yayınlarının uzak mesafelerden izlenebilmesini sağlar. Manyetosfer tabakası ise, Güneş"ten ve diğer yıldızlardan yayılan zararlı radyoaktif parçacıkları, yeryüzüne ulaşmadan uzaya geri döndürür. Gökyüzü tabakalarının henüz yakın bir geçmişte keşfedilen bu özelliğinin yüzyıllar öncesinden Kuran"da belirtilmesi, Kuran"ın Allah"ın sözü olduğunu bir kez daha tasdik etmektedir. Peki Alimler ( ! ) ne der bu konuda ?.. ** Artık, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim; Biz gerçekten güç yetireniz; (Mearic Suresi, 40) Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir, doğuların da Rabbidir. (Saffat Suresi, 5) O, iki doğunun da Rabbidir, iki batının da Rabbidir. (Rahman Suresi, 17) Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi doğu ve batı kelimeleri çoğul olarak kullanılmışlardır. Örneğin ilk ayette kullanılan "meşarik" kelimesi doğu için, "megarib" kelimesi de batı için ikiden fazla olduklarını ifade eden çoğul kullanım şekilleridir. En son ayette ise "meşrikeyn" iki doğu, "mağribeyn" iki batı şeklinde kullanılmıştır. Ayetlerde kullanılan "meşarik" ve "meğarib" kelimeleri "Güneş"in doğduğu ve battığı yer" anlamlarına da gelmektedir. Dolayısıyla yukarıdaki ayetlerde gün doğumunun ve gün batımının çeşitli noktalarından bahsedilir. Ayrıca ilk ayette doğuların ve batıların Rabbi olarak yemin edilmesi de dikkat çekicidir. Bilindiği gibi Dünya"nın kendi etrafında dönüş ekseni (ekliptik ekseni) 230 27"lık bir eğikliğe sahiptir. Bu eğiklik ve Dünya"nın küresel şekli sebebiyle, güneş ışınları yeryüzüne her zaman aynı açıyla düşmez. Bu nedenle ekvatordan uzakta bulunan bir kimse -güneş ışınları bu bölgeye farklı açılarla düştüğü için- Güneş"in doğuda farklı noktalarda doğduğunu, batıda da farklı noktalarda battığını gözlemler. Ve bu kişi ekvatordan ne kadar uzakta olursa, gün batımı ve gün doğuşu için o kadar farklı noktalar tespit edecektir. ** Doğrusu, "Şi"ra (yıldızı)nın" Rabbi O"dur. (Necm Suresi, 49) Arapça karşılığı “Şi’ra” olan Sirius yıldızının, sadece “yıldız” anlamına gelen Necm Suresi’nin 49. ayetinde geçmesi son derece dikkat çekici bir durumdur. Çünkü bilim adamları geceleri gökyüzünün en parlak yıldızı olan, Sirius yıldızının hareketlerindeki düzensizliklerden yola çıkarak, onun bir çift yıldız olduğunu keşfettiler. Dolayısıyla Sirius, Sirius A ve Sirius B olarak ifade edilen iki yıldızdan oluşan bir takım yıldızdır. Bunlardan daha büyük olan Sirius A, Sirius B’den Dünya’ya daha yakındır ve özelliği çıplak gözle görülebilen en parlak yıldız olmasıdır. Sirius B yıldızının özelliği ise teleskopsuz görülememesidir. Sirius takım yıldızları, birbirlerine doğru yay şeklinde bir eksen çizerler ve her 49,9 yılda bir birbirlerine yaklaşarak gökyüzünde sarkarlar. Bu bilimsel veri, günümüzde Harvard, Ottawa ve Leicester Üniversiteleri"nin astronomi bölümlerinin fikir birliğiyle kabul ettikleri bilimsel bir gerçektir.54 Bazı kaynaklarda bu bilgiler şöyle aktarılır: En parlak yıldız Sirius gerçekte bir çift yıldızdır... Dolanım periyodu 49.9 yıldır. (Exposes Astronomiques, La troisième loi de KEPLER, <a href="redirect.jsp?url=http://www.astrosurf.com/eratosthene/HTML/exposetheoastro.htm) Bilindiği" target="_blank">http://www.astrosurf.com/eratosthene/HTML/exposetheoastro.htm) Bilindiği</a> gibi, Sirius-A ve Sirius-B yıldızları birbirleri çevresinde her 49,9 yılda bir çift yay çizerek dolanırlar. (<a href="redirect.jsp?url=http://www.dharma." target="_blank">http://www.dharma.</a> com.tr/dkm/article.php?sid=87) Burada, dikkat edilmesi gereken nokta, iki yıldızın birbirleri etrafında dolanırken yay şeklinde iki adet yörünge çizdikleridir. Ancak 20. yüzyılın sonlarına doğru anlaşılabilmiş bu bilimsel gerçeğe, mucizevi bir şekilde bundan 14 asır önce Kuran"da işaret edilmiştir. Necm Suresi"nin 49. ve 9. ayetleri beraber olarak okunduğunda bu mucize karşımıza çıkmaktadır: Doğrusu, "Şi"ra (yıldızı)nın" Rabbi O"dur. (Necm Suresi, 49) Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı. (Necm Suresi, 9) Necm Suresi"nin 9. ayetinden anlaşılan "ikisi arasındaki uzaklık" anlatımı bizlere bu iki yıldızın çizdiği yörüngede birbirlerine yaklaştığını ifade etmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.) Kuran"ın vahyedildiği dönemde bilinmesi mümkün olmayan bu bilimsel gerçek, bize, Kuran"ın Yüce Rabbimiz"in bir sözü olduğu gerçeğini bir kez daha kanıtlamaktadır. O halde Kuran in en Büyük ve en iyi tefsircisi zamandir ve bilimdir. Ve Bir Müslüman Imanini Bilimle Tazeler Eski Icmalarla degil.. Peygamber in de gösterdigi gibi Müslüman bilim e sarilmalidir. Cünkü Hayatta en Hakiki Mürsit ILIMDIR !.. Hoscakal |
Rahme Asılıp Tutunan "Alak"
Kuran"ın insanın oluşumu hakkında verdiği bilgileri incelemeye devam ettiğimizde, yine çok önemli bazı bilimsel mucizelerle karşılaşırız.
Erkekten gelen sperm ve kadındaki yumurta birleştiğinde, doğacak bebeğin ilk özü de oluşmuş olur. Biyolojide "zigot" olarak tanımlanan bu tek hücre, hiç zaman yitirmeden bölünerek çoğalacak ve giderek küçük bir "et parçası" haline gelecektir. Ancak zigot bu büyümesini boşlukta gerçekleştirmez. Rahim duvarına asılıp tutunur. Sahip olduğu uzantılar sayesinde toprağa yerleşen kökler gibi, buraya yapışır. Bu bağ sayesinde de, gelişimi için ihtiyaç duyduğu maddeleri annenin vücudundan emebilir.88 İşte burada çok önemli bir Kuran mucizesi ortaya çıkmaktadır. Allah Kuran"da, anne rahmine tutunarak gelişmeye başlayan zigottan söz ederken, "alak" kelimesini kullanmaktadır: Yaratan Rabbin adıyla oku. O, insanı bir "alak"tan yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. (Alak Suresi, 1-3) "Alak" kelimesinin Arapçadaki anlamı ise, "bir yere asılıp tutunan şey" demektir. Hatta kelime asıl olarak deriye yapışarak oradan kan emen sülükler için kullanılır. Kuşkusuz, anne karnında gelişmekte olan zigotu bu özelliğiyle tarif eden bir kelime kullanılması, Kuran"ın alemlerin Rabbi olan Allah"ın sözü olduğunu bir kez daha ispatlamaktadır ** Kuran ayetlerinde haber verilen bir diğer önemli bilgi ise, insanın anne rahmindeki oluşum aşamalarıdır. Ayetlerde, anne karnında önce kemiklerin oluştuğu, daha sonra ise kasların ortaya çıkarak bu kemikleri sardığı şöyle haber verilmektedir: Sonra o su damlasını bir alak (hücre topluluğu) olarak yarattık; ardından o alak"ı bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir. (Müminun Suresi, 14) Anne karnındaki gelişimi inceleyen bilim dalı embriyolojidir. Ve embriyoloji alanında, yakın zamana kadar kemiklerle kasların birlikte ortaya çıkarak geliştikleri sanılmıştır. Ancak gelişen teknoloji sayesinde yapılan daha ileri mikroskobik incelemeler, Kuran"da bildirilenlerin eksiksiz bir şekilde doğru olduğunu ortaya koymuştur. Bu mikroskobik incelemeler göstermektedir ki, anne karnında, tam ayetlerde tarif edildiği gibi bir gelişme gerçekleşir. Önce embriyodaki kıkırdak doku kemikleşir. Daha sonra ise kas hücreleri kemiklerin etrafındaki dokudan seçilerek biraraya gelir ve bu kemikleri sarar. Bu durum, Developing Human (Gelişen İnsan) adlı bilimsel bir yayında şöyle tarif edilmektedir: 6. haftada kıkırdaklaşmanın devamı olarak ilk kemikleşme köprücük kemiğinde ortaya çıkar. 7. hafta sonunda uzun kemiklerde de kemikleşme başlamıştır. Kemikler oluşmaya devam ederken kas hücreleri kemiği çevreleyen dokudan seçilerek kas kitlesini meydana getirirler. Kas dokusu bu şekilde kemiğin etrafında ön ve arka kas gruplarına ayrışır.89 Kısacası insanın Kuran"da tarif edilen oluşum aşamaları, modern embriyolojinin bulgularıyla tam bir uyum içindedir. Bebeğin Rahimdeki Üç Karanlık Evresi Kuran"da insanın anne karnında üç aşamalı bir yaratılışla yaratıldığı bildirilmektedir: ... Sizi annelerinizin karınlarında, üç karanlık içinde, bir yaratılıştan sonra (bir başka) yaratılışa (dönüştürüp) yaratmaktadır. İşte Rabbiniz olan Allah budur, mülk O"nundur. O"ndan başka İlah yoktur. Buna rağmen nasıl çevriliyorsunuz? (Zümer Suresi, 6) Yukarıdaki ayette Türkçeye "üç karanlık içinde" olarak çevrilmiş olan Arapça "fi zulumatin selasin" ifadesi embriyonun gelişimi sırasında bulunduğu üç karanlık bölgeye işaret etmektedir. Bu bölgeler sırasıyla: a) Batın karanlığı b) Rahim karanlığı c) Döl yatağı karanlığıdır. Görüldüğü gibi bugün modern biyoloji, bebeğin embriyolojik gelişiminin yukarıdaki ayette bildirildiği şekilde, üç farklı karanlık bölgede gerçekleştiğini ortaya koymuştur. Ayrıca embriyoloji alanındaki gelişmeler bu bölgelerin de üçer katmandan oluştuğunu göstermiştir. Batın duvarı üç tabakadan oluşur: Dış kas plakaları, iç kas plakaları, çapraz kaslar.90 Benzer bir şekilde rahim duvarı da üç katmandan oluşur: Epimetrium, miyometrium ve endometrium.91 Aynı şekilde embriyoyu saran kese de üç katmandan oluşur: Amniyon (rahimde fetusu saran en iç zar- amnion), koryon (orta amniyon zarı- chorion) ve desidüa (dış amniyon zarı- decidua).92 Ayrıca ayette, insanın anne karnında, birinden diğerine farklılaşan üç ayrı evrede meydana geldiğine işaret edilmektedir. Gerçekten de bugün modern biyoloji, bebeğin anne karnındaki embriyolojik gelişiminin üç farklı devrede gerçekleştiğini de ortaya koymuştur. Bugün tıp fakültelerinde ders kitabı olarak okutulan bütün embriyoloji kitaplarında bu konu en temel bilgiler arasında yer alır. Örneğin, embriyoloji hakkında temel başvuru kitaplarından biri olan Basic Human Embryology (Temel İnsan Embriyolojisi) isimli kaynakta bu gerçek şöyle ifade edilmektedir: Rahimdeki hayat 3 EVREDEN oluşur; preembriyonik (ilk 2,5 hafta), embriyonik (8. haftanın sonuna kadar) ve fetal (8. haftadan doğuma kadar).93 Bu evreler bebeğin farklı gelişim aşamalarını içerir. Bu üç gelişim safhasının belli başlı özellikleri kısaca şöyledir: - Preembriyonik evre: Bu ilk evrede zigot bölünerek çoğalır, bir hücre kitlesi haline geldikten sonra kendini rahim duvarına gömer. Hücreler çoğalmaya devam ederken 3 tabaka halinde organize olurlar. - Embriyonik evre: İkinci evre toplam 5,5 hafta sürer ve bu süre boyunca canlı "embriyo" olarak adlandırılır. Bu evrede hücre tabakalarından bedenin temel organ ve sistemleri ortaya çıkar. - Fetal evre: Bu döneme girildiğinde, embriyo artık "fetus" olarak adlandırılır. Bu dönem gebeliğin 8. haftasından itibaren başlar ve doğuma kadar sürer. Bir önceki dönemden ayırt edici özelliği fetusun yüzü, elleri ve ayaklarıyla belirgin, insan dış görünümüne sahip bir canlı olmasıdır. Dönemin başında 3 cm boyunda olmasına rağmen tüm organları ortaya çıkmıştır. Bu dönem 30 hafta kadar sürer ve gelişme doğum haftasına kadar devam eder. Anne rahmindeki gelişim ile ilgili bu bilgiler, ancak modern teknolojik aletlerle yapılan gözlemler sayesinde elde edilmiştir. Ancak görüldüğü gibi bu bilgilere de, diğer pek çok bilimsel gerçek gibi, mucizevi bir biçimde Kuran ayetlerinde dikkat çekilmiştir. İnsanlığın tıbbi konularda hiçbir detaylı bilgiye sahip olmadığı bir dönemde, Kuran"da bu derece ayrıntılı ve doğru bilgiler verilmiş olması, elbette Kuran"ın Allah"ın sözü olduğunun açık bir delilidir. 91. <a href="redirect.jsp?url=http://virtual.yosemite.cc.ca.us/uyeshiros/AP50/Repro.htm 92." target="_blank">http://virtual.yosemite.cc.ca.us/uyeshiros/AP50/Repro.htm 92.</a> Dr. Mazhar U. Kazi, 130 Evident Miracles in the Qur"an, Crescent Publishing House, New York, ABD, 1998, s. 84. 93. Williams P., Basic Human Embryology, 3. baskı, 1984, s. 64. Simdi Sayin Alimlerimiz Konu hakkinda ne buyururlar.. Ne Buyurduklarini Bir zahmet ilmihallerde okuyunuz.. Ibret ve dehsetle.. Hoscakalin |
evet cok guzel
yazin icin tesekkur ederim.. ama sanirim ben yazim ile anlatmak istediklerimi yeterince aydinlatici anlatamadim.. uzgunum..
benim demek istedigim... dinimizce namaz gerekmiyordur veya herkes cehennem seruveninden gececektir , tek din vardir vs vs .. gibi yazilar yazanlara.. dusunce olarak dinimiz hic bir zaman degismeyecektir.. bilgisel olarak belki bir cag oncesindeki kapasitemiz yterli olmadigi icin yanlis yorumlar yapmis olabiliriz.. ki biz insaniz amaaaaaaaaa inanc konusunda nasil ve nicin dua yapilir konusunda , din nasil yasanir konusunda ise yeni uyarlama gibi bir sey yoktur.. vardir diyenlere.. buyuduk diyenlere.. gelistik diyenlere.. sozum!!! gunes ve ay sistemini kurani kerimdeki gibi anlamam ve artik bilmem ... beni inan seklimi degistirmez.. umarim anlatabildim... |
anliyorum..
Gönül tecelligah olduktan sonra göz e ne gerek
Sukut lehcesini Bildikten sonra söze ne gerek ?.. Namaz Kilin !..Allah in emridir. Kilinmasi gerekir. Fakat Bu Allah ile Kul arasinda bir iletisimdir Gönül meselesidir. Bu yüzden namaz kilmayana Bir ceza veya her hangi bir yaptirim yoktur islam da. Fikihlari acarsaniz en Hafifi Dövmekten baslar :o) Ben Gönüllere statüko koymaya calisanlara karsiyim.. Cünkü DIN de Zor ve Tiksindirme yoktur.. Selam ve dua ile |
din de zorlama yoktur
elbette yoktur.. bunu hepimiz biliyoruz.. iste bak bu da inancimizin getirdigi ve ogrettigi sekildir... bu hep boyleydi ve boyle de kalacaktir... isterse aradan 1000 yil gecsin ve yuce Allah bize baska birsey "demedikce" bu boyle kalacaktir... simdi birisi gelir der ki... " o eskidendi yeni uyarlama lazim "derse sen ne dersin.. temel inanci sarsmak isterler der ve kabul etmezsin dimi??? yani budur.. sana katiliyorum
|
hosgoru... guzel bir siirimiz :
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi KARDEŞÇESİNE, bu hasret bizim... |
Gelse ??.. :o)
Gelmesine gerek yok..
Buradalar zaten :o) Mezhep ekollerini acip okursan Yaptirimlari-cezalari Görürsün.. Bu Nasil "ZOR YOK " ?.. Ufacik Bir örnek vereyim :o) Orucunu yemis olanlar icin mezhep ekolleri 61 gün araliksiz oruc tutma keffareti ön görürler :o) Bu Cezeyi Kuran iki yerde verir: 1-Hata ile insan öldürmek ( Nisa 92 ) 2-ZIHAR ( Mücadile 4 ) Bu cezanin Dayanagi nedir diye sorarsaniz size iyi gözle bakmazlar :o) Cünkü Onlarin Hakimiyetini Sorgulamis olursunuz.. Ayrica Bu ekoller Oruc tutmayarak fidye vermeyi Onulmaz hastaliklara Özgülemistir.. Bu özgüleme Kuran a aykiridir.Bu aykirilik öyle rahat sergilenmistir ki: Bazi tefsirler de ayet in okismi yorumlanirken: "" Ellezine yutikunehu "" ( Oruca zorlanarak güc yetirenler ) ifadesi " ey,layitikunehu " ( Oruca güc yetiremiyenler ) sekline dönüssün diye Bir " La " olumsuzluk edati eklenmistir.Yani Kuran ayetine ekleme yapilmistir. Allah i Birakip birilerini dinlemek küfre yelken acmaktir.,ama geleneksel mezhepci anlayis Hesabina uygun düsünce böyle seyleri ya görmemezlikten gelmakte ya da akil almaz tevillerle kitabina uydurmaktadir. Gelenekci anlayisin en akilcilarindan olan CASSAS bile Bu ayetin espirisini uzun uzun anlattiktan sonra Ayetin " MENSUH " Hükümden düsürülmüs oldugunu söylerek mezhep kabulüne ters bir kanittan kurtulma yoluna gitmistir ( Cassas ;Ahkamü"l-KURAN 1/248-249 ) Bu Mantiga göre <Kuran ayetlerinin önünde iki yol vardir: 1- Mezhep görüslerine kanit olmak 2-Mensuh olmak ( Hükümsüz ) Bu Konudaki ayetler icin bakiniz: Bakara 183-185 ayetler bölümü.. Evet :o) GELDILER !.. Ve dinime ZOR uyguladilar. Saglicakla |
GELSE ???... :o)
Gelmesine gerek yok..
Coktandir buradalar zaten :o) Mezhep ekollerini acip okursan Yaptirimlari-cezalari Görürsün.. Bu Nasil "ZOR YOK " ?.. Ufacik Bir örnek vereyim :o) Orucunu yemis olanlar icin mezhep ekolleri 61 gün araliksiz oruc tutma keffareti ön görürler :o) Bu Cezeyi Kuran iki yerde verir: 1-Hata ile insan öldürmek ( Nisa 92 ) 2-ZIHAR ( Mücadile 4 ) Bu cezanin Dayanagi nedir diye sorarsaniz size iyi gözle bakmazlar :o) Cünkü Onlarin Hakimiyetini Sorgulamis olursunuz.. Ayrica Bu ekoller Oruc tutmayarak fidye vermeyi Onulmaz hastaliklara Özgülemistir.. Bu özgüleme Kuran a aykiridir.Bu aykirilik öyle rahat sergilenmistir ki: Bazi tefsirler de ayet in okismi yorumlanirken: "" Ellezine yutikunehu "" ( Oruca zorlanarak güc yetirenler ) ifadesi " ey,layitikunehu " ( Oruca güc yetiremiyenler ) sekline dönüssün diye Bir " La " olumsuzluk edati eklenmistir.Yani Kuran ayetine ekleme yapilmistir. Allah i Birakip birilerini dinlemek küfre yelken acmaktir.,ama geleneksel mezhepci anlayis Hesabina uygun düsünce böyle seyleri ya görmemezlikten gelmakte ya da akil almaz tevillerle kitabina uydurmaktadir. Gelenekci anlayisin en akilcilarindan olan CASSAS bile Bu ayetin espirisini uzun uzun anlattiktan sonra Ayetin " MENSUH " Hükümden düsürülmüs oldugunu söylerek mezhep kabulüne ters bir kanittan kurtulma yoluna gitmistir ( Cassas ;Ahkamü"l-KURAN 1/248-249 ) Bu Mantiga göre <Kuran ayetlerinin önünde iki yol vardir: 1- Mezhep görüslerine kanit olmak 2-Mensuh olmak ( Hükümsüz ) Bu Konudaki ayetler icin bakiniz: Bakara 183-185 ayetler bölümü.. Evet :o) GELDILER !.. Ve dinime ZOR uyguladilar. Saglicakla |
Alle Zeitangaben in WEZ +2. Es ist jetzt 17:31 Uhr. |