Vaybee! Forum

Vaybee! Forum (http://localhost/forum/index.php)
-   Gesellschaft & Soziales (http://localhost/forum/forumdisplay.php?f=398)
-   -   Religion & Glauben (http://localhost/forum/showthread.php?t=4272)

17.06.2005 00:46

ISlam DININDE kesinlikle EMIR olmamasina
 
ragmen bas örtüsü Türkiyede tüm kamu alanlarinda serbest edilmesi sarttir...

Bas örtüsü zaten HIC BIR DINDE yokki... Islam dininde olsun....

Ama Islam DINI disinda her kim istedigi zaman basini örtmede HÜRDÜR ve bu onun TEMEL HUKUK cercevesinde INSANLIK HAKKIDIR.....

Yani Üniversitelerde bas örtüsü serbest birakilmali.... kamu alanlarda serbest birakilmali... hatta hatta MECLISde bile serbet birakilmali.....

Bu demek degildirki, simdi herkes bas örtüsü takacak.. tam tersi... hemen hemen herkes basini acar... hele hele gec kizlarin 100 de 70 kesinlilkle baslarini acarlar o zaman....

Cünkü artik ailelerden gelen AZMANI DIN BASKISI... sifirlamis durumda...

Birde erkeklerede is düsüyor....
evlenmeyin basi örtülü birisiyle... yani DINI yozlastirmis bi insanla evlenmek dogru bir olay degildir....

Ben sahsen hic bir karsiligim yoktur bez parcasina.. ama anlamida yoktur benim icin... cünkü zaaaten benim saclarim tüm karilarinkilerden daha güzel oldugu icin benimde takmam gerekir o zaman....

Olmayan bir kurala uymanin bir Alemi yok....

O yüzden ben sayet evlenirsem mutlaka basi acik birisi olmali... bu kadar yil DINI ve medeni cagi arastirdiktan sonra DIN azmanligina geri dönemem... Allah carpar insani....

Ama isteyen giyinsin... das ist auch kein problem....

17.06.2005 00:54

Enis"cigim Sende mi be gözüm!
 
Bilmezmisin ki basörtüsü bu oyunun ilk sahnesi. Bas örtüsü eger ki serbest birakilirsa, sarikli carikli seyhlere yol acilacagini kestiremiyormusun? Asil zurnanin zirt ettigi delik orasi. Bas örtüsü herseyde oldugu gibi bu oyunda da bahane. Aslinda sarik ve cariga zemin hazirlanmak istenmektedir. DURUM BUNDAN IBARET!

xstudentxnrw 17.06.2005 06:51

iste hic bir bilgisi olmayan bir mahluk!
 
yuuuuuuuuh yani..
kac sefer kesin emir oldugunu acikladi arkadaslar! sen iddia ettigin gibi ciplak gezsene, illa istiyorsan!

xstudentxnrw 17.06.2005 06:55

bende kitabinda okudum..
 
ve bunu o sahsin grubuna katilan akrabasi olan bir arkadasta anlatti..

xstudentxnrw 17.06.2005 06:58

o zaman
 
öldürmeyi kim icat etmis? iskenceyi kim icat etmis? bunlari kullanabilirmiyiz?

xstudentxnrw 17.06.2005 07:06

Bu kadar cahiliyet olmaz!
 
Sayın Ahmet Hulusi! Son günlerde “Dini Yanlış Algılamak” isimli kitabınız, daha sonra da diğer kitaplarınız elime geçti. Bunlardan beş tanesini, birkaç kere altını çizerek okudum. Baştan başa kelime oyunları ve tüm gerçekleri inkâr eder nitelikte ve tahriflerle dolu olduğunu gördüm. İnsanları yanıltıp inkâra götürücü ve bindörtyüz seneden beri gelen süzel inançları yok edici sözlerinizi aşağıdaki bölümlerde tek tek açıklayacağım.

Önce şunu söyleyeyim; tüm kitabınızda Kur’an-ı Kerîm’e ve sağlam hadislere dayanan, peygamberimizden günümüze kadar sapasağlam en güzel şekilde gelen: Allah, melek, ruh, cin, şeytan, ahiret, cennet ve cehennem inancını yıkarak ve de Vahdet-i Vücud görüşünün kafasını, gözünü kırarak, kendinize göre öncekilere hiç benzemeyen bir şekilde empoze etmek istiyorsunuz. Daha doğrusu; insanları ve tüm canlı, cansız,temiz- pis, her şeyi, her zerreyi “Allah” kabul ederek,” Allah, zatıyla ve tüm sıfatlarıyla, her zerrenin içindedir” diyip , yeni bir inanç icad ediyor ; bunu da sizin keşfiniz olduğunu söylüyorsunuz !

Nasıl mı? İşte zihinleri karıştıran sözleriniz:

a- Önce Tanrı kelimesini tenkid ederek; ”gökte, ötelerde bir Tanrı yoktur.” diyorsunuz.

b- Sonra daha ileri giderek; “İlah yoktur, Ötede, göklerde bir İlah yoktur.” diyorsunuz.

c- “Allah Kur’an-da İlah yoktur dediği halde, adamlar ilahiyat fakültesi kurmuşlar. İşte onların ilimleri bu kadardır.” derken ne hale düştüğünüzün farkında mısınız?... Çünkü; göklerin ve yerin İlahı vardır. O da Allah’dır. Halbuki siz, Bektaşi gibi cümleyi yarıda kesiyorsunuz, Lâ İlâhe deyip İllâllah lafzını söylemek istemiyorsunuz. İlerideki bölümlerde göreceksiniz .

ç- Allah (c.c.) Kur’an-ı Keriminde:

يَوْمَئِذٍ تُعْرَضُونَ لَا تَخْفَى مِنكُمْ خَافِيَةٌ

“(Ey insanlar! ) O gün (hesap için) huzura alınırsınız; size ait hiçbir sır gizli kalmaz.” ( Hakka suresi ayet: 18)



فَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ أَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَإِذَا جَاء أَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ فَاسْلُكْ فِيهَا مِن كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلَّا مَن سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْ وَلَا تُخَاطِبْنِي فِي الَّذِينَ ظَلَمُوا إِنَّهُم مُّغْرَقُونَ



“ Musa da: Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığındım, dedi.” (Mü’min suresi.ayet: 27)



وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَائِقَ وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِلِينَ

“ Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün haksızlık yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çarçabuk görendir.” (Mü’min suresi.ayet: 17) Buyurduğu halde siz:

d- “İbadetler, rıza kazanmak için değil, İkinci yaşamda kimse senden hesap sormayacak. Bu ibadetleri (fizikî) fayda ve cehennem olan güneşin çekiminden kaçabilmek için yapıyorsun . ” diyebiliyorsunuz!

e- “Ötelerde arşta bir ilah yoktur. Allah diye işaret edilen, insanların özünde” diyor ve Allah’ı arştan indirip, kafir, ateist her tip insanın özüne hapsediyorsunuz!

f- “Holografik esasa göre, her zerrede tümüyle, tasavvufa göre her zerrede zatıyla, sıfatıyla, isimleriyle mevcuttur.” diyebiliyor ve Allah’ı (c.c.) maddelerin içine sıkıştırıyorsunuz. Hâşâ Allah o anlayışlardan berîdir, ilmi ve kudretiyle her zerreye hakimdir. Yerleri ve gökleri yarattıktan sonra arşa istiva etmiştir.

g- Allah’ın ruh üflemesini, meleklerin ruh üflemesini bildiren âyet ve hadisleri görmemezlikten gelip hiçe sayarak: “Beyin kendi ruhunu üretir.” diyebiliyorsunuz.

h- “Evrende sayısız dalga boyları katmanlarında, sayısız bilinç türleri vardır. Dünyamızda bu alt katmanlarda yaşayan bu canlı türlerinin bir kısmına da o devirde “ cin” adı verilmiştir.” derken:

xstudentxnrw 17.06.2005 07:08

o.T.
 
Sanki cinler kendiliğinden var olmuş ve o zamanki insanlar, onlara “cin”ismini takmış gibi “ Ben cinleri ve insanları ancak ibadet etsinler diye yarattım.” âyetini ve Kur’an-da insan suresi olduğu gibi bir de cin suresi olduğunu, cin ismini, Allah’ın Kur’an’da bildirdiğini, babaları Cann’ın yalın ateşten yaratıldığını, Hz. Süleyman’ın ve peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v.)’in hem insanlara hem cinlere peygamber olduğunu: “Biz cenneti ve cehennemi insanlar ve cinlerle dolduracağız.” Ayetini, bildiğiniz halde yok sayarak, Kur’an daki “cinlerle” ilgili diğer ayetleri, onların Hz. Süleyman’ın emriyle Mescid-i Aksa’yı inşâ ettiklerini ve bir çok hizmetlerde bulunduklarını; kaleler, heykeller, sabit kazanlar yaptıklarını; peygamberimizin ilk yıllarında ise: Kur’an-da bildirildiği gibi bir cin; sabah namazında peygamberimizi dinleyerek kavmine haber vermesi sonucu, Allah’ın hidayeti ile müslüman olduklarını, onların da salihleri ve ermiş velileri olduğunu, İmam Taberi’nin rivayetine göre; onlardan sekiz yüz peygamber geldiğini bilmeniz gerekirken; bunları hiç kâle almadan, onlar tabiat kuvvetlerinden bir enerjiymiş ve ölüm ötesinde melekler ve disiplin yokmuş da orada insanlara nüfuz edeceklermiş gibi ciddiyetten uzak laflar edebiliyorsunuz.!



İşte ayet



قُلْ أُوحِيَ إِلَيَّ أَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِّنَ الْجِنِّ فَقَالُوا إِنَّا سَمِعْنَا قُرْآنًا عَجَبًا

“(Resûlüm!) De ki: Cinlerden bir topluluğun (benim okuduğum Kur"an"ı) dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur: Gerçekten biz, hârikulâde güzel bir Kur"an dinledik .” (Cin Sûresi âyet:1)

يَهْدِي إِلَى الرُّشْدِ فَآمَنَّا بِهِ وَلَن نُّشْرِكَ بِرَبِّنَا أَحَدًا

“Doğru yola iletiyor, ona iman ettik. (Artık) kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayacağız.” (Cin Sûresi âyet:2)



i- Neredeyse Cebrail (a.s)’ı postacıya benzeterek istihza...

j- Peygamberimizi (s.a.s.)’i de , güya tenzih etmek için...robota benzetiyorsunuz ?

k -Her bölümde “Allah diye işaret edilen” ifadesini kullanırken : Allah (c.c.) görünen bir mekanda sabit, parmakla işaret edilir bir cisimmiş gibi, bir şekle sokmuyor musunuz? Veya Allah’ın zatı yok mu ki; Allah diye işaret edilen tabirini kullanıyorsunuz. Haşa!

xstudentxnrw 17.06.2005 07:10

GÖKTE ALLAH VE MELEKLER YOKMUŞ (?)
 
GÖKTE ALLAH VE MELEKLER YOKMUŞ (?)
Ahmet Hulusi Diyor Ki :



“Allah: Holografik esasa göre, her zerrede tümüyle, -tasavvufa göre- zatıyla, sıfatıyla, isimleriyle mevcuttur.



Allah, ötede bir Tanrı değil, evren ve içindeki her şeyi kendi varlığıyla, ilmiyle, ilminde, “ yok” iken “ var” kılan, yüce varlığın adıdır. Holografik esasa göre, her zerrede tümüyle, -tasavvufa göre, zatıyla, sıfatıyla, isimleriyle –mevcuttur. ( Ahmet Hulusi, Dini Yanlış Algılama S.41)

Biz, bu yolda yapacağımız çalışmalarla ne ölçüde beynimizin kullanılır kapasitesini geliştirirsek, o kadarıyla, “ Allah” adıyla işaret edilenin özelliklerini varlığımızda bulur, O’na erer, O’nu fark ederiz. ( Ahmet hulusi dini yanlış algılama S.41)



Geçen hafta gittiğim cuma namazında, hutbede konuşuyor “ imam” ünvanı verilmiş kişi:

“ Gökte Allah ve melekler...”

Diyanet devletleşince, Allah ve melekler de gökte koltuk sahibi olurlar işte!...

İş bu hale gelmişse, biraz aklı olan insanlar, bu saçmalıklardan uzaklaşıp; onlardan biraz daha bilgili ve düşünceli olan başka “imam” ların çevresinde toplanmaya başlarlar! ( Ahmet Hulusi, Dini Yanlış Algılamak, S.16-17)

Gökte melek, yerde şeytan; kapıda postacısı elinde kitap; yollayan galaksinin bir köşesindeki Tanrı!... Galaksinin bir yerinde cehennem, öte köşesinde cennet!!!

“ İslâm dini” işte bu anlayışa dönüştürülerek, “ müslümanlık dini” diye algılanır ve kabul edilir olmuş! ( Ahmet hulusi dini yanlış algılama S.24-25)

xstudentxnrw 17.06.2005 07:11

1
 
Sayın Hulusi; “ geçen hafta gittiğim Cuma namazında, hutbede konuşuyor “imam” ünvanı verilmiş kişi: “gökte Allah ve melekler...” diyanet devletleşince, Allah ve melekler de gökte koltuk sahibi olurlar işte!...” diyorsunuz.



Size soruyorum; bu laik devletin tarihi yüzyıl olmadı. Ondan evvel Allah ve melekler nerede idi? Yoksa yukarıda sizin iddia ettiğiniz gibi “ her zerrenin içinde zatıyla sıfatıyla mevcut” idiyse o zerrelerin içinde hapis gibi olması ve zerre adedince parçalara bölünmüş bulunması ötelerde olmasından daha mı makul, daha mı güzel ?

Sizin inancınıza göre; diyelim ki: Allah’ı her zerreye yani yarattığı maddenin içine hapsettiniz, tabi bu bakışa göre, haşa her zerre deyince, temiz, pis de ayırt etmiyorsunuz. Güvercinle fareyi, iyi insanla, Allah’ın “necis (pislik)” dediği insanı, satanisti, müşriki bir tutuyorsunuz? Her zerre deyince; daha pis şeyleri, pis cisimleri yazmaya haya ediyor ve Allah’ı bunların içinde olmaktan tenzih ediyorum. O sabit mekandan münezzeh olmak kaydıyla her yerde hazır, nazırdır. Alla (c.c) “her zerrededir. Göklerde yoktur” gibi sözler kim tarafından söylenirse söylensin küfürdür !

Peki Allah (c.c.) ve melekler göklerde yoksa, melekleri nereye yerleştiriyorsunuz.? Sonra şeytanlar yerde yoksa, onları nereye yerleştiriyorsunuz.? Sonra cenneti cehennemi evrende değilse, nerede hayal ediyorsunuz.? Yoksa Kur’an’ın bir kısmını kabul, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz.?



Şu ayetleri hiç görmediniz mi ?

أَأَمِنتُم مَّن فِي السَّمَاء أَن يَخْسِفَ بِكُمُ الأَرْضَ فَإِذَا هِيَ تَمُورُ

“Gökte olanın, sizi yere batırıvermeyeceğinden emin misiniz? O zaman yer sarsıldıkça sarsılır”.(Mülk Suresi. Ayet 16)

أَمْ أَمِنتُم مَّن فِي السَّمَاء أَن يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِبًا فَسَتَعْلَمُونَ كَيْفَ نَذِيرِ

“Yahut gökte olanın üzerinize taş yağdıran göndermeyeceğinden emin misiniz? İşte (bu) tehdidimin ne demek olduğunu yakında bileceksiniz! “(Mülk Suresi. Ayet 17)

xstudentxnrw 17.06.2005 07:12

2
 
İşte ifadeniz: “ gelecekte beklenen ateş ya da işkence olaylarını “gazab” sanarak...; insanın yaşadığı andaki “ gazab”dan gafleti ise, “ Allah gazabına uğramış olmasının” açık yaşantısıdır!.

“ Allah gazabına duçar olmuş” kişi, “ özündeki Allah’ı tanıyamamış ve bunun gerçeğini hala yaşayamamakta olan” insandır!. Bunu idrak etmemekte gazaba uğramışlığın bir başka belirtisidir!.”( Ahmet Hulusi Dini yanış algılama s.217)

Bu açık ifadenizle ilerideki cehennem azabını ve bu husustaki Allah’ın bildirdiği tehdit ayetlerini ya hafife alıyor veya inkar etmiş olmuyor musunuz.? Daha doğrusu kitaplarınız, zıtlıklarla dolu. Mesela: Yukarıdaki ifadenizde: “ gelecekte beklenen ateş ya da işkence olaylarını “gazab” sanarak...; insanın yaşadığı andaki “ gazab”tan gafleti ise, “ Allah gazabına uğramış olmasının” açık yaşantısıdır!.derken; başka kitabınızda:

“GEREK BİZİM ve gerekse bizden evvel yaşamış bir çok “ hakikat ve marifet” müşahedesi olan zevatın müttefik olduğu, Cennetlerin galaksi içindeki yıldızlarda yer aldığı hususu, bu “ boyutsallık” kavramı anlaşılmadan asla idrak edilemez...

Müşahede edilen Cennetler ve canlılar bu yıldızların görülmekte olan madde yapılarında değil, boyutsal derinliklerinde mevcuttur...

Cehennemin “ GÜNEŞ” olması dahi, algılanan fizik madde boyutu itibariyle değil; şu anda yaşamakta olan geçmiş ruhların, cinlerin yaşamakta olduğu alt boyut itibariyledir!..

Hadislerle sabit olan, Cehennemlik kabir ehlinin Cehennemi ve zebanilerini görme olayı, dahi GÜNEŞ’ in, ruh boyutundan algılanması sebebiyledir!.. ( Ahmet Hulusi, Hz.Muhammed Neyi Okudu, S:106) diyorsunuz.

Aslında bütün görüş ve bilgilerinizin hepsi, hayal mahsulü olduğundan ; ayet ve hadislere ters düşmekte ve onlara aykırı bulunmaktadır. Önce şu ayetleri, görünüz ve düşününüz ; sizin anlattıklarınıza benzer bir yanı var mı ?

xstudentxnrw 17.06.2005 07:13

İşte ayetler:
 
أَذَلِكَ خَيْرٌ نُّزُلًا أَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ

“ Nasıl, bu mu bir ziyafet nimeti olarak hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?” Saffat Suresi. Ayet 62)

إِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِّلظَّالِمِينَ

“ Şüphe yok ki, biz onu -o ağacı- zalimler için bir fitne kıldık.” (Saffat Suresi. Ayet 63)

إِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ فِي أَصْلِ الْجَحِيمِ

“Bir ağaçtır ki, cehennemin çukurunda -meydana-çıkar.” (Saffat Suresi. Ayet 64)

طَلْعُهَا كَأَنَّهُ رُؤُوسُ الشَّيَاطِين

“Onun meyvesi sanki şeytanların başlarıdır.” ( Saffat Suresi. Ayet 65)

فَإِنَّهُمْ لَآكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ

“Artık şüphe yok ki, onlar, ondan elbette yerler ve ondan karınlarını doldururlar.” ( Saffat Suresi. Ayet 66)

ثُمَّ إِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْبًا مِّنْ حَمِيمٍ

“ Sonra muhakkak ki, onlar için onun üzerine elbette pek kaynamış bir su da vardır” (Saffat Suresi. Ayet 67)



Sayın Hulusi ! Cehennem güneştir diyorsunuz. Cehennem güneş ise; yukarıdaki ayetlerde bildirilen zakkum ağacını ve kaynar suyu güneşin neresine yerleştiriyorsunuz! yoksa cehenneme girip çıktınız mı(!) O güneş ki; biraz dünyamıza yaklaşsa, dünyamızı kavuracak, mahvedecek güçte bir ateş kütlesidir.

إِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ

“ Güneş katlanıp dürüldüğünde,” (Tekvir suresi.ayet 1)

Bu ayeti kerimeden de anlıyoruz ki: Sizin dediğiniz gibi güneş, cehennem değildir. Cehennem kıyamet koptuktan sonra ateşlenecektir, yakıtı ise insanlar ve taşlar olacaktır.



İşte ayetler:

وَإِذَا النُّجُومُ انكَدَرَتْ

“ Yıldızlar (kararıp) döküldüğünde,” (Tekvir suresi.ayet :2)

وَإِذَا الْجِبَالُ سُيِّرَتْ

“ Dağlar (sallanıp) yürütüldüğünde,” (Tekvir suresi.ayet :3)

وَإِذَا الْعِشَارُ عُطِّلَتْ

“ Gebe develer salıverildiğinde,” (Tekvir suresi.ayet :4)

وَإِذَا الْوُحُوشُ حُشِرَتْ

“ Vahşî hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde,” (Tekvir suresi.ayet :5)

وَإِذَا الْبِحَارُ سُجِّرَتْ

“ Denizler kaynatıldığında,” (Tekvir suresi.ayet :6)

وَإِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْ

“ Ruhlar (bedenlerle) birleştirildiğinde,” (Tekvir suresi.ayet :7)

وَإِذَا الْمَوْؤُودَةُ سُئِلَتْ

“ Diri diri toprağa gömülen kıza, sorulduğunda,” (Tekvir suresi.ayet :8)

بِأَيِّ ذَنبٍ قُتِلَتْ

"Hangi günah sebebiyle öldürüldü?diye.” (Tekvir suresi.ayet :9)

وَإِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ

“ (Amellerin yazılı olduğu) defterler açıldığında,” (Tekvir suresi.ayet :10)

وَإِذَا السَّمَاء كُشِطَتْ

“ Gökyüzü sıyrılıp alındığında,” (Tekvir suresi.ayet :11)

وَإِذَا الْجَحِيمُ سُعِّرَتْ

“ Cehennem tutuşturulduğunda,” (Tekvir suresi.ayet :12)



Bu ayet de; yukarıdaki görüşümüzü doğrulamaktadır. Güneş cehennem değildir; cehennem tutuşturulacaktır.

وَإِذَا الْجَنَّةُ أُزْلِفَتْ

“ Ve cennet yaklaştırıldığında,” (Tekvir suresi.ayet :13)





Bu son ayetten de anlıyoruz ki; milyarlarca galaksilerle dolu olan dünya göğümüz şöyle dursun; onun dışındaki altı göğü de ilave etsek, yine de; “evren”; bu göklerden ibaret değildir. Çünkü, yalnız bir cennetin genişliği, yerle gökler kadardır.”

يَوْمَ تُبَدَّلُ الأَرْضُ غَيْرَ الأَرْضِ وَالسَّمَاوَاتُ وَبَرَزُواْ للّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ

“ Yer başka bir yer, gökler de (başka gökler) haline getirildiği, (insanlar) bir ve gücüne karşı durulamaz olan Allah"ın huzuruna çıktıkları gün (Allah bütün zalimlerin cezasını verecektir).” (İbrahim suresi. Ayet :48)

Bu ayetten de: Kıyamet koptuğu zaman; arzımızın başka bir arza (yerin başka bir yere); göklerin de başka göklere çevrileceğini, dönüştürüleceğini anlıyoruz.



Sayın Hulusi! Cehennem Güneş’tir iddiasında bulunurken; siz cehennemi ,galaksinin bir köşesine yerleştirmiş olmuyor musunuz ? Bu sözleriniz birbirini çürütmüyor mu ? Hepsi gibi bu tutarsızlığınızı nasıl ifade edebilirsiniz! Güneş de galaksinin içinde bir gezegen değil mi?

xstudentxnrw 17.06.2005 07:15

ALLAH VE MELEKLER İLE İLGİLİ AYETLER
 
Allah ve meleklerin, göklerde olmadığına dair bilgisizce iddianızı çürüten ayetleri alıyorum, diğer konuları da sırasıyla göreceğiz:



İşte ayetler:



الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى

“Rahmân, Arş üzerine istivâ etmiş (kurulmuş)tur.” (Taha sûresi âyet: 5)

قُلْ أَئِنَّكُمْ لَتَكْفُرُونَ بِالَّذِي خَلَقَ الْأَرْضَ فِي يَوْمَيْنِ وَتَجْعَلُونَ لَهُ أَندَادًا ذَلِكَ رَبُّ الْعَالَمِينَ

“De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip O"na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.” (Fussilet suresi. Ayet::9)

وَجَعَلَ فِيهَا رَوَاسِيَ مِن فَوْقِهَا وَبَارَكَ فِيهَا وَقَدَّرَ فِيهَا أَقْوَاتَهَا فِي أَرْبَعَةِ أَيَّامٍ سَوَاء لِّلسَّائِلِينَ

“ O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti.” (Fussilet suresi. Ayet::10)

ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْأَرْضِ اِئْتِيَا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ

“ Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: İsteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi. İkisi de "İsteyerek geldik" dediler.” (Fussilet suresi. Ayet::11)

فَقَضَاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ فِي يَوْمَيْنِ وَأَوْحَى فِي كُلِّ سَمَاء أَمْرَهَا وَزَيَّنَّا السَّمَاء الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَحِفْظًا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ



“ Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, azîz, alîm Allah"ın takdiridir.” (Fussilet suresi. Ayet::12)



Bu son ayetten anlıyoruz ki; milyarlarla galaksi, dünyamızın içinde olduğu ailedir. Ondan başka altı gök vardır ve bunları kuşatan arş vardır, kürsü vardır. İnşallah ileride arz edeceğiz. Aşağıdaki ayette gördüğümüz gibi; her semanın da, bizim arzımız gibi bir arzı vardır.



اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ وَمِنَ الْأَرْضِ مِثْلَهُنَّ يَتَنَزَّلُ الْأَمْرُ بَيْنَهُنَّ لِتَعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ وَأَنَّ اللَّهَ قَدْ أَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْمًا



“Allah o -Yüce Zat- dır ki: Yedi göğü ve yerden de onların mislini yaratmıştır. Onların aralarında emri cereyan eder. Tâ ki: Bilesiniz ki: Şüphe yok Allah, her şey üzerine tamamen kaadirdir ve muhakkak ki: Allah, her bir şeyi ilmen kuşatmıştır”.(Talak Suresi.ayet 12)

Göklerdeki meleklerle ilgili ayetler:

الَّذِينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِهِ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَيْءٍ رَّحْمَةً وَعِلْمًا فَاغْفِرْ لِلَّذِينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَبِيلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ



“ Arş"ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler, O"na iman ederler. Müminlerin de bağışlanmasını isterler: Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azabından koru! (derler).” ( Mü’min suresi ayet: 7)

قُل لَّوْ كَانَ مَعَهُ آلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ إِذًا لاَّبْتَغَوْاْ إِلَى ذِي الْعَرْشِ سَبِيلاً

“De ki: Eğer söyledikleri gibi Allah ile birlikte başka ilâhlar da bulunsaydı, o takdirde bu ilâhlar, Arş"ın sahibi olan Allah"a ulaşmak için çareler arayacaklardı.” ( İsra suresi ayet: 42)



اللّهُ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِّنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاء وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَلاَ يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ

“Allah, O"ndan başka tanrı yoktur; O, Hayy’dir, Kayyûm’dur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O"nundur. İzni olmadan O"nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O"na hiçbir şey gizli kalmaz.) O"nun bildirdiklerinin dışında insanlar O"nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O"nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.” ( Bakara suresi ayet: 255)



الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ الرَّحْمَنُ فَاسْأَلْ بِهِ خَبِيرًا

“Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş üzerine istivâ eden (ona hükmeden) Rahmân"dır. Bunu bir bilene sor.” (Furkan Sûresi âyet:59)

اللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ

“Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekîldir.” (Zümer Sûresi âyet:62)



Sayın Hulusi, tekrar soruyorum her şeyi yoktan var eden Arş’ı - Kürsü’sü yeri ve gökleri kuşatmış olup; her an her şeyi yönetmekte bulunan yüce Allah’ı, yarattığı zerrelerin içine

nasıl taksim ederek mahkum ediyorsunuz ve “Allah zatıyla ve tüm sıfatlarıyla her zerrede mevcuttur” diyebiliyorsunuz.? Halbuki Allah yeri ve gökleri yarattıktan sonra: “ İsteyerek veya istemeyerek bana gelin” buyurduğunda yüce emrine uyarak ayette görüleceği gibi “isteyerek geldik ” diyerek yer küremiz ve gökler, itaatlerini göstermişler ve görevlerini öğrenmişlerdir.



İşte ayetler:



ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْأَرْضِ اِئْتِيَا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ

“Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: İsteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi. İkisi de "İsteyerek geldik" dediler.” ( Fussilet suresi ayet: 11)



وَأَنَّ إِلَى رَبِّكَ الْمُنتَهَى

“Ve şüphesiz en son varış Rabbinedir.” (Necm Sûresi âyet:42)6

إِن كُلُّ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ إِلَّا آتِي الرَّحْمَنِ عَبْدًا

وَكُلُّهُمْ آتِيهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَرْدًا

“Halbuki çocuk edinmek Rahmân"ın şanına yakışmaz.”

“Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Rahmân"a gelecektir.”

“O, bunların hepsini kuşatmış ve sayılarını tesbit etmiştir.”

“Bunların hepsi de kıyamet gününde O"nun huzuruna tek başına (yapayalnız) gelecektir.” ( Meryem suresi, ayet: 93-95)

أَفَغَيْرَ دِينِ اللّهِ يَبْغُونَ وَلَهُ أَسْلَمَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَإِلَيْهِ يُرْجَعُونَ



“Göklerde ve yerdekiler, ister istemez O"na teslim olduğu halde onlar (ehl-i kitap), Allah"ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki O"na döndürüleceklerdir. “( Al-i İmran suresi ayet: 83)



إِنَّ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُواْ عَنْهَا لاَ تُفَتَّحُ لَهُمْ أَبْوَابُ السَّمَاء وَلاَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى يَلِجَ الْجَمَلُ فِي سَمِّ الْخِيَاطِ وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِمِينَ

“Bizim âyetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı kibirlenmek isteyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar cennete giremeyeceklerdir! Suçluları işte böyle cezalandırırız!” ( A’raf suresi ayet: 40)



Bu ayetten ise; cennetin kapısının göklerde olduğunu öğreniyoruz.



©وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُون

َ

“Onlar Allah"ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü O"nun tasarrufundadır. Gökler O"nun kudret eliyle dürülmüş olacaktır. O, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir.” (Zümer Sûresi âyet:67)



Sayın Hulusi, ayette görüldüğü gibi gökleri eliyle dürecek olan Allah’ı, nasıl dürülen zerrelerin içine hapsedersiniz.?



وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَن شَاء اللَّهُ ثُمَّ نُفِخَ فِيهِ أُخْرَى فَإِذَا هُم قِيَامٌ يَنظُرُونَ

“Sûr"a üflenince, Allah"ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ve yerde ne varsa hepsi ölecektir. Sonra ona bir daha üflenince, bir de ne göresin, onlar ayağa kalkmış bakıyorlar!”(Zümer Sûresi âyet:68)

Sizin dediğiniz gibi eğer Allah zatıyla, sıfatıyla, isimleriyle her zerrenin içinde ise; ölenlerle beraber haşa Allah da mı ölecek.?

وَأَشْرَقَتِ الْأَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا وَوُضِعَ الْكِتَابُ وَجِيءَ بِالنَّبِيِّينَ وَالشُّهَدَاء وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَهُمْ



لَا يُظْلَمُونَ

“Yeryüzü, Rabbinin nûru ile aydınlanır, kitap konulur, peygamberler ve şahitler getirilir ve aralarında hakkaniyetle hüküm verilir. Onlara asla zulmedilmez.”(Zümer Sûresi âyet:69)



وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ وَهُوَ أَعْلَمُ بِمَا يَفْعَلُون

َ

“Herkes ne yaptıysa, karşılığı tastamam verilir. Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir.” (Zümer Sûresi âyet:70)

وَأَنَّ السَّاعَةَ آتِيَةٌ لَّا رَيْبَ فِيهَا وَأَنَّ اللَّهَ يَبْعَثُ مَن فِي الْقُبُورِ

وَمِنَ النَّاسِ مَن يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُّنِيرٍ



“Kıyamet vakti de gelecektir; bunda şüphe yoktur. Ve Allah kabirlerdeki kimseleri diriltip kaldıracaktır. İnsanlardan bazısı, bir bilgisi, bir rehberi ve (vahye dayanan) aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın, Allah hakkında tartışır.” ( Hacc sûresi âyet: 7-8)

لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلَّا اللَّهُ لَفَسَدَتَا فَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ



“Eğer yerde ve gökte Allah"tan başka tanrılar bulunsaydı, yer ve gök, (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki Arş"ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.” ( Enbiya Suresi ayet: 22)





áî©Ä ȤÛa ¡*¤Š ȤÛa ¢£l ‰ ë ¡É¤j £?Ûa ¡pa ì¨à £?Ûa ¢£l ‰ ¤å ß ¤3¢Ó



“ Yedi kat göklerin Rabbi, azametli Arş"ın Rabbi kimdir? diye sor.” ( Müminun suresi ayet: 86



¡áí©Š ؤÛa ¡*¤Š ȤÛa ¢£l ‰ 7 ì¢çü¡a é¨Û¡a ¬ü 7 ¢£Õ z¤Ûa ¢Ù¡Ü à¤Ûa ¢é¨£ÜÛa ó Ûb È n Ï

“Mutlak hakim ve hak olan Allah, çok yücedir. O"ndan başka tanrı yoktur, O, yüce Arş"ın sahibidir.” ( Müminun suresi ayet:116)

اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ

“(Halbuki) büyük Arş"ın sahibi olan Allah"tan başka İlah yoktur.” ( Neml suresi ayet: 26)



ذِي قُوَّةٍ عِندَ ذِي الْعَرْشِ مَكِينٍ



“O elçi güçlü, Arş"ın sahibi (Allah"ın) katında çok itibarlıdır.” ( Tekvir suresi ayet: 20)





وَالْمَلَكُ عَلَى أَرْجَائِهَا وَيَحْمِلُ عَرْشَ رَبِّكَ فَوْقَهُمْ يَوْمَئِذٍ ثَمَانِيَة

ٌ

“Melekler onun (göğün) etrafındadır. O gün Rabbinin arşını, bunların da üstünde sekiz (melek) yüklenir.” ( Hakka suresi ayet: 17)

تَعْرُجُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ أَلْفَ سَنَةٍ



“Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkar.” ( Mearic sûresi âyet: 4)



Bu ayetten de şunu anlıyoruz; bizim güneş sistemimizin dışında; bir günü, bizim günümüzün ellibin katı olan,başka bir güneş sistemi vardır ki; İnsanların ilmi, henüz oralara ulaşamamaktadır.





بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ

نَحْنُ أَوْلِيَاؤُكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ وَلَكُمْ فِيهَا مَا تَشْتَهِي أَنفُسُكُمْ وَلَكُمْ فِيهَا مَا تَدَّعُونَ



“Şüphesiz, Rabbimiz Allah"tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vâdolunan cennetle sevinin! derler.” (Fussilet sûresi âyet: 30-31)

وَإِنَّ عَلَيْكُمْ لَحَافِظِينَ

كِرَامًا كَاتِبِينَ

يَعْلَمُونَ مَا تَفْعَلُونَ



“Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler var, Değerli yazıcılar var, Onlar, yapmakta olduklarınızı bilirler.” ( İnfitar sûresi âyet: 10-12)



تَكَادُ السَّمَاوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِن فَوْقِهِنَّ وَالْمَلَائِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَن فِي الْأَرْضِ أَلَا إِن

َّ

اللَّهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ



“Neredeyse yukarılarından gökler çatlayacak! Melekler de Rablerini hamd ile tesbih ediyorlar ve yerdekiler için mağfiret diliyorlar. İyi bilin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” ( Şûra sûresi âyet: 5)



وَكَم مِّن مَّلَكٍ فِي السَّمَاوَاتِ لَا تُغْنِي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا إِلَّا مِن بَعْدِ أَن يَأْذَنَ اللَّهُ لِمَن يَشَاء وَيَرْضَى



“Göklerde nice melek var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah"ın izin vermesi dışında, bir işe yaramaz.” ( Necm sûresi âyet: 26)



Sayın Hulusi; Bu ayetleri gördükten sonra: Vahdetü’l-Vücud görüşüne özenerek yaratmış olduğu maddenin içine sıkıştırmağa çalıştığın, Hz.Allah’ın, tam aksine her zerreye ; tecellisi ilmi,kudreti ve tasarrufu,hakimiyeti ile hakim olarak; tüm evreni yarattıktan ,onlara vahyederek görevlerini bildirdikten sonra, arşa istiva ettiğini, kurulduğunu ve onun arşını sekiz meleğin taşıdığını ,diğer meleklerin ise yeri ve gökleri kuşatarak her mekanda görev yaptıklarını görmüş oldunuz. Bu konuda birçok ayetler de ileride gelecektir.



Evet şöyle söylemiştiniz:



Gökte melek, yerde şeytan; kapıda postacısı elinde kitap; yollayan galaksinin bir köşesindeki Tanrı!... Galaksinin bir yerinde cehennem, öte köşesinde cennet!!!

“ İslâm dini” işte bu anlayışa dönüştürülerek, “ müslümanlık dini” diye algılanır ve kabul edilir olmuş! ( Ahmet hulusi dini yanlış algılama S.24-25)

xstudentxnrw 17.06.2005 07:15

ALLAH VE MELEKLER İLE İLGİLİ AYETLER
 
Allah ve meleklerin, göklerde olmadığına dair bilgisizce iddianızı çürüten ayetleri alıyorum, diğer konuları da sırasıyla göreceğiz:



İşte ayetler:



الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى

“Rahmân, Arş üzerine istivâ etmiş (kurulmuş)tur.” (Taha sûresi âyet: 5)

قُلْ أَئِنَّكُمْ لَتَكْفُرُونَ بِالَّذِي خَلَقَ الْأَرْضَ فِي يَوْمَيْنِ وَتَجْعَلُونَ لَهُ أَندَادًا ذَلِكَ رَبُّ الْعَالَمِينَ

“De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip O"na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.” (Fussilet suresi. Ayet::9)

وَجَعَلَ فِيهَا رَوَاسِيَ مِن فَوْقِهَا وَبَارَكَ فِيهَا وَقَدَّرَ فِيهَا أَقْوَاتَهَا فِي أَرْبَعَةِ أَيَّامٍ سَوَاء لِّلسَّائِلِينَ

“ O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti.” (Fussilet suresi. Ayet::10)

ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْأَرْضِ اِئْتِيَا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ

“ Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: İsteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi. İkisi de "İsteyerek geldik" dediler.” (Fussilet suresi. Ayet::11)

فَقَضَاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ فِي يَوْمَيْنِ وَأَوْحَى فِي كُلِّ سَمَاء أَمْرَهَا وَزَيَّنَّا السَّمَاء الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَحِفْظًا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ



“ Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, azîz, alîm Allah"ın takdiridir.” (Fussilet suresi. Ayet::12)



Bu son ayetten anlıyoruz ki; milyarlarla galaksi, dünyamızın içinde olduğu ailedir. Ondan başka altı gök vardır ve bunları kuşatan arş vardır, kürsü vardır. İnşallah ileride arz edeceğiz. Aşağıdaki ayette gördüğümüz gibi; her semanın da, bizim arzımız gibi bir arzı vardır.



اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ وَمِنَ الْأَرْضِ مِثْلَهُنَّ يَتَنَزَّلُ الْأَمْرُ بَيْنَهُنَّ لِتَعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ وَأَنَّ اللَّهَ قَدْ أَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْمًا



“Allah o -Yüce Zat- dır ki: Yedi göğü ve yerden de onların mislini yaratmıştır. Onların aralarında emri cereyan eder. Tâ ki: Bilesiniz ki: Şüphe yok Allah, her şey üzerine tamamen kaadirdir ve muhakkak ki: Allah, her bir şeyi ilmen kuşatmıştır”.(Talak Suresi.ayet 12)

Göklerdeki meleklerle ilgili ayetler:

الَّذِينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِهِ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَيْءٍ رَّحْمَةً وَعِلْمًا فَاغْفِرْ لِلَّذِينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَبِيلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ



“ Arş"ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler, O"na iman ederler. Müminlerin de bağışlanmasını isterler: Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azabından koru! (derler).” ( Mü’min suresi ayet: 7)

قُل لَّوْ كَانَ مَعَهُ آلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ إِذًا لاَّبْتَغَوْاْ إِلَى ذِي الْعَرْشِ سَبِيلاً

“De ki: Eğer söyledikleri gibi Allah ile birlikte başka ilâhlar da bulunsaydı, o takdirde bu ilâhlar, Arş"ın sahibi olan Allah"a ulaşmak için çareler arayacaklardı.” ( İsra suresi ayet: 42)



اللّهُ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِّنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاء وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَلاَ يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ

“Allah, O"ndan başka tanrı yoktur; O, Hayy’dir, Kayyûm’dur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O"nundur. İzni olmadan O"nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O"na hiçbir şey gizli kalmaz.) O"nun bildirdiklerinin dışında insanlar O"nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O"nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.” ( Bakara suresi ayet: 255)



الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ الرَّحْمَنُ فَاسْأَلْ بِهِ خَبِيرًا

“Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş üzerine istivâ eden (ona hükmeden) Rahmân"dır. Bunu bir bilene sor.” (Furkan Sûresi âyet:59)

اللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ

“Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekîldir.” (Zümer Sûresi âyet:62)



Sayın Hulusi, tekrar soruyorum her şeyi yoktan var eden Arş’ı - Kürsü’sü yeri ve gökleri kuşatmış olup; her an her şeyi yönetmekte bulunan yüce Allah’ı, yarattığı zerrelerin içine

nasıl taksim ederek mahkum ediyorsunuz ve “Allah zatıyla ve tüm sıfatlarıyla her zerrede mevcuttur” diyebiliyorsunuz.? Halbuki Allah yeri ve gökleri yarattıktan sonra: “ İsteyerek veya istemeyerek bana gelin” buyurduğunda yüce emrine uyarak ayette görüleceği gibi “isteyerek geldik ” diyerek yer küremiz ve gökler, itaatlerini göstermişler ve görevlerini öğrenmişlerdir.



İşte ayetler:



ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْأَرْضِ اِئْتِيَا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ

“Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: İsteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi. İkisi de "İsteyerek geldik" dediler.” ( Fussilet suresi ayet: 11)



وَأَنَّ إِلَى رَبِّكَ الْمُنتَهَى

“Ve şüphesiz en son varış Rabbinedir.” (Necm Sûresi âyet:42)6

إِن كُلُّ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ إِلَّا آتِي الرَّحْمَنِ عَبْدًا

وَكُلُّهُمْ آتِيهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَرْدًا

“Halbuki çocuk edinmek Rahmân"ın şanına yakışmaz.”

“Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Rahmân"a gelecektir.”

“O, bunların hepsini kuşatmış ve sayılarını tesbit etmiştir.”

“Bunların hepsi de kıyamet gününde O"nun huzuruna tek başına (yapayalnız) gelecektir.” ( Meryem suresi, ayet: 93-95)

أَفَغَيْرَ دِينِ اللّهِ يَبْغُونَ وَلَهُ أَسْلَمَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَإِلَيْهِ يُرْجَعُونَ



“Göklerde ve yerdekiler, ister istemez O"na teslim olduğu halde onlar (ehl-i kitap), Allah"ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki O"na döndürüleceklerdir. “( Al-i İmran suresi ayet: 83)



إِنَّ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُواْ عَنْهَا لاَ تُفَتَّحُ لَهُمْ أَبْوَابُ السَّمَاء وَلاَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى يَلِجَ الْجَمَلُ فِي سَمِّ الْخِيَاطِ وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِمِينَ

“Bizim âyetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı kibirlenmek isteyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar cennete giremeyeceklerdir! Suçluları işte böyle cezalandırırız!” ( A’raf suresi ayet: 40)



Bu ayetten ise; cennetin kapısının göklerde olduğunu öğreniyoruz.



©وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُون

َ

“Onlar Allah"ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü O"nun tasarrufundadır. Gökler O"nun kudret eliyle dürülmüş olacaktır. O, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir.” (Zümer Sûresi âyet:67)



Sayın Hulusi, ayette görüldüğü gibi gökleri eliyle dürecek olan Allah’ı, nasıl dürülen zerrelerin içine hapsedersiniz.?



وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَن شَاء اللَّهُ ثُمَّ نُفِخَ فِيهِ أُخْرَى فَإِذَا هُم قِيَامٌ يَنظُرُونَ

“Sûr"a üflenince, Allah"ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ve yerde ne varsa hepsi ölecektir. Sonra ona bir daha üflenince, bir de ne göresin, onlar ayağa kalkmış bakıyorlar!”(Zümer Sûresi âyet:68)

Sizin dediğiniz gibi eğer Allah zatıyla, sıfatıyla, isimleriyle her zerrenin içinde ise; ölenlerle beraber haşa Allah da mı ölecek.?

وَأَشْرَقَتِ الْأَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا وَوُضِعَ الْكِتَابُ وَجِيءَ بِالنَّبِيِّينَ وَالشُّهَدَاء وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَهُمْ



لَا يُظْلَمُونَ

“Yeryüzü, Rabbinin nûru ile aydınlanır, kitap konulur, peygamberler ve şahitler getirilir ve aralarında hakkaniyetle hüküm verilir. Onlara asla zulmedilmez.”(Zümer Sûresi âyet:69)



وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ وَهُوَ أَعْلَمُ بِمَا يَفْعَلُون

َ

“Herkes ne yaptıysa, karşılığı tastamam verilir. Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir.” (Zümer Sûresi âyet:70)

وَأَنَّ السَّاعَةَ آتِيَةٌ لَّا رَيْبَ فِيهَا وَأَنَّ اللَّهَ يَبْعَثُ مَن فِي الْقُبُورِ

وَمِنَ النَّاسِ مَن يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُّنِيرٍ



“Kıyamet vakti de gelecektir; bunda şüphe yoktur. Ve Allah kabirlerdeki kimseleri diriltip kaldıracaktır. İnsanlardan bazısı, bir bilgisi, bir rehberi ve (vahye dayanan) aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın, Allah hakkında tartışır.” ( Hacc sûresi âyet: 7-8)

لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلَّا اللَّهُ لَفَسَدَتَا فَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ



“Eğer yerde ve gökte Allah"tan başka tanrılar bulunsaydı, yer ve gök, (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki Arş"ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.” ( Enbiya Suresi ayet: 22)





áî©Ä ȤÛa ¡*¤Š ȤÛa ¢£l ‰ ë ¡É¤j £?Ûa ¡pa ì¨à £?Ûa ¢£l ‰ ¤å ß ¤3¢Ó



“ Yedi kat göklerin Rabbi, azametli Arş"ın Rabbi kimdir? diye sor.” ( Müminun suresi ayet: 86



¡áí©Š ؤÛa ¡*¤Š ȤÛa ¢£l ‰ 7 ì¢çü¡a é¨Û¡a ¬ü 7 ¢£Õ z¤Ûa ¢Ù¡Ü à¤Ûa ¢é¨£ÜÛa ó Ûb È n Ï

“Mutlak hakim ve hak olan Allah, çok yücedir. O"ndan başka tanrı yoktur, O, yüce Arş"ın sahibidir.” ( Müminun suresi ayet:116)

اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ

“(Halbuki) büyük Arş"ın sahibi olan Allah"tan başka İlah yoktur.” ( Neml suresi ayet: 26)



ذِي قُوَّةٍ عِندَ ذِي الْعَرْشِ مَكِينٍ



“O elçi güçlü, Arş"ın sahibi (Allah"ın) katında çok itibarlıdır.” ( Tekvir suresi ayet: 20)





وَالْمَلَكُ عَلَى أَرْجَائِهَا وَيَحْمِلُ عَرْشَ رَبِّكَ فَوْقَهُمْ يَوْمَئِذٍ ثَمَانِيَة

ٌ

“Melekler onun (göğün) etrafındadır. O gün Rabbinin arşını, bunların da üstünde sekiz (melek) yüklenir.” ( Hakka suresi ayet: 17)

تَعْرُجُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ أَلْفَ سَنَةٍ



“Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkar.” ( Mearic sûresi âyet: 4)



Bu ayetten de şunu anlıyoruz; bizim güneş sistemimizin dışında; bir günü, bizim günümüzün ellibin katı olan,başka bir güneş sistemi vardır ki; İnsanların ilmi, henüz oralara ulaşamamaktadır.





بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ

نَحْنُ أَوْلِيَاؤُكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ وَلَكُمْ فِيهَا مَا تَشْتَهِي أَنفُسُكُمْ وَلَكُمْ فِيهَا مَا تَدَّعُونَ



“Şüphesiz, Rabbimiz Allah"tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vâdolunan cennetle sevinin! derler.” (Fussilet sûresi âyet: 30-31)

وَإِنَّ عَلَيْكُمْ لَحَافِظِينَ

كِرَامًا كَاتِبِينَ

يَعْلَمُونَ مَا تَفْعَلُونَ



“Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler var, Değerli yazıcılar var, Onlar, yapmakta olduklarınızı bilirler.” ( İnfitar sûresi âyet: 10-12)



تَكَادُ السَّمَاوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِن فَوْقِهِنَّ وَالْمَلَائِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَن فِي الْأَرْضِ أَلَا إِن

َّ

اللَّهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ



“Neredeyse yukarılarından gökler çatlayacak! Melekler de Rablerini hamd ile tesbih ediyorlar ve yerdekiler için mağfiret diliyorlar. İyi bilin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” ( Şûra sûresi âyet: 5)



وَكَم مِّن مَّلَكٍ فِي السَّمَاوَاتِ لَا تُغْنِي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا إِلَّا مِن بَعْدِ أَن يَأْذَنَ اللَّهُ لِمَن يَشَاء وَيَرْضَى



“Göklerde nice melek var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah"ın izin vermesi dışında, bir işe yaramaz.” ( Necm sûresi âyet: 26)



Sayın Hulusi; Bu ayetleri gördükten sonra: Vahdetü’l-Vücud görüşüne özenerek yaratmış olduğu maddenin içine sıkıştırmağa çalıştığın, Hz.Allah’ın, tam aksine her zerreye ; tecellisi ilmi,kudreti ve tasarrufu,hakimiyeti ile hakim olarak; tüm evreni yarattıktan ,onlara vahyederek görevlerini bildirdikten sonra, arşa istiva ettiğini, kurulduğunu ve onun arşını sekiz meleğin taşıdığını ,diğer meleklerin ise yeri ve gökleri kuşatarak her mekanda görev yaptıklarını görmüş oldunuz. Bu konuda birçok ayetler de ileride gelecektir.



Evet şöyle söylemiştiniz:



Gökte melek, yerde şeytan; kapıda postacısı elinde kitap; yollayan galaksinin bir köşesindeki Tanrı!... Galaksinin bir yerinde cehennem, öte köşesinde cennet!!!

“ İslâm dini” işte bu anlayışa dönüştürülerek, “ müslümanlık dini” diye algılanır ve kabul edilir olmuş! ( Ahmet hulusi dini yanlış algılama S.24-25)

xstudentxnrw 17.06.2005 07:18

CENNET VE CEHENNEM
 
Sayın Hulusi, “Galaksinin bir yerinde cehennem öte köşesinde cennet”diye müslümanları rencide ederken şu ayetleri hiç görmedin mi?



Cennet ile ilgili ayetler:

“ Rabbinizin bağışına ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!” (Ali İmran suresi. Ayet 133)


“ Kapıları yalnızca kendilerine açılmış Adn cennetleri vardır.” (Sad suresi. Ayet: 50)



“ Onlar koltuklara yaslanıp kurularak orada bir çok meyveler ve içecekler isterler.” (Sad suresi. Ayet: 51)

“ Yanlarında, eşlerinden başkasına bakmayan, kendilerine yaşıt güzeller vardır.” (Sad suresi. Ayet: 52)


“İşte, hesap günü için size vâdolunan şeyler bunlardır.” (Sad suresi. Ayet: 53)


“ Şüphesiz bu, bizim verdiğimiz rızıktır. Ona bitmek ve tükenmek yoktur.” (Sad suresi. Ayet: 54)¥


“Kitabı sağ tarafından verilen:" Alın, kitabımı okuyun" der.” (Hakka suresi ayet: 19)


“Doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum." (Hakka suresi ayet: 20)


“ Artık o, hoşnut kalacağı bir hayat içindedir,” (Hakka suresi ayet: 21)


“Yüce bir cennette,” ( Hakka suresi ayet: 22)


“Meyveleri sarkmış halde.” ( Hakka suresi ayet: 23)


“(Onlara denir ki:) Geçmiş günlerde işlediklerinize (iyi amellerinize) karşılık, âfiyetle yeyin, için.” ( Hakka suresi ayet: 24)

İşte cehennem ile ilgili ayetler:


“Onu yakalayın da, (ellerini boynuna) bağlayın;” ( Hakka suresi ayet: 30)


“Sonra alevli ateşe atın onu!” ( Hakka suresi ayet: 31)


“Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincir içinde oraya sokun!” ( Hakka suresi ayet: 32)


“Çünkü o, ulu Allah"a iman etmezdi,” ( Hakka suresi ayet: 33)



“Muhakkak cehennem, onların hepsine vâdolunan yerdir.”

“Cehennemin yedi kapısı vardır. Onlardan her kapı için birer grup ayrılmıştır.” ( Hicr suresi ayet: 43-44)



Bu ayette de: Halen tutuşturulmamış olan cehennemin mevcut olduğu ve yedi kapısı bulunduğu ve oraya girecek insanların gruplar halinde ayrı ayrı kapılardan girecekleri bildirilmektedir. Sayın Hulusi ! Cehennem dediğiniz güneşin kaç kapısı var acaba!



“Bedbaht olanlar ateştedirler, orada onların (öyle feci) nefes alıp vermeleri vardır ki. Rabbinin dilediği hariç, (onlar) gökler ve yer durdukça o ateşte ebedî kalacaklardır. Çünkü Rabbin, istediğini hakkıyla yapandır” (Hud Suresi Âyet:106-107)


“...Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır. Rablerinden de bağışlama vardır. Hiç bu, ateşte ebedî kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?” ( Muhammed suresi ayet: 15)


“ İçinizden, oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, Rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür.”

“Sonra biz, Allah"tan sakınanları kurtarırız; zalimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız.”(Meryem Suresi.Âyet.71-72)



Sayın Hulusi! Okunan ayetlerden de; cehennemin, sizin dediğiniz gibi, kapısı falan olmayan güneş değil, fakat Allah’ın (c.c.) bilmediğimiz bir şekilde yaratmış bulunduğunu ve kıyamet sonrası halinin, ibret ve insanları uyarmak ve sakındırmak için şimdiden anlatılmış olduğunu gördük.

xstudentxnrw 17.06.2005 07:20

YERDE ŞEYTAN
 
Gökte melek, yerde şeytan; kapıda postacısı elinde kitap; yollayan galaksinin bir köşesindeki Tanrı!... Galaksinin bir yerinde cehennem, öte köşesinde cennet!!!

“ İslâm dini” işte bu anlayışa dönüştürülerek, “ müslümanlık dini” diye algılanır ve kabul edilir olmuş! ( Ahmet Hulusi, Dini Yanlış Algılama, S.24-25)



Yine yukarıya aldığım yazınızda; istihza ederek : “ Gökte melek, YERDE ŞEYTAN “ diyorsunuz Bu konudaki ayetleri de görelim !


“Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle baş başa bırak.” ( En’am sûresi âyet: 112)


“Ey Âdem oğulları! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.” ( Araf sûresi âyet: 27)


“Eğer şeytanın fitlemesi seni dürterse hemen Allah"a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.” ( Araf sûresi âyet: 200)


“Ve de ki: Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım! Onların yanımda bulunmalarından da sana sığınırım, Rabbim!” ( Mü’minûn sûresi âyet: 97-98)


“Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve seyr edenler için onu süsledik. Onları, taşlanmış (kovulmuş) her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı eden müstesna. Onun da peşine açık bir alev sütunu düşmüştür.” ( Hicr sûresi âyet: 16-18)



“Kur"an okuduğun zaman o kovulmuş şeytandan Allah"a sığın! Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) bir hakimiyeti yoktur. Onun hakimiyeti, ancak onu dost edinenlere ve onu Allah"a ortak koşanlaradır.” ( Nahl sûresi âyet: 98-100)


“Onlardan gücünün yettiği kimseleri dâvetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlâtlarına ortak ol, kendilerine vaadlerde bulun. Şeytan, insanlara, aldatmadan başka bir şey vâdetmez. Şurası muhakkak ki, benim (ihlâslı) kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır. (Onları) koruyucu olarak Rabbin yeter.” ( İsra sûresi âyet: 64-65)


“(Ey Muhammed!) Biz, senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda, şeytan onun dileğine ille de (beşerî arzular) katmaya kalkışmasın. Ne var ki Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal eder. Sonra Allah, kendi âyetlerini (lafız ve mana bakımından) sağlam olarak yerleştirir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Allah, şeytanın böyle yapmasına müsaade eder ki) kalplerinde hastalık olanlar ve kalpleri katılaşanlar için, şeytanın kattığı şeyi bir deneme (vesilesi) yapsın. Zalimler, gerçekten (haktan) oldukça uzak bir ayrılık içindedirler.” ((Hac sûresi âyet: 52-53)

xstudentxnrw 17.06.2005 07:23

İBADET FİZİKSELMİŞ, ALLAH İÇİN YAPILMAZM
 
AZMIŞ (!)


A.Hulusi diyor ki:



“İbadet” adı altında, resûl tarafından bize ulaştırılan her çalışma, tümüyle fiziksel ve bilimsel gerçeklere dayanır. Kesinlikle, yukarıdaki, ötemizdeki bir Tanrı’nın gönlünü hoş etme amacına dönük değildir.

Evreni “yok” tan var kılan Allah’ın, insanların hiçbir “ ibadet” ine, çalışmasına ihtiyacı yoktur.

Aldığım gıdalar, nasıl bedenin bir ihtiyacını karşılama amacına dönükse; ibadet adı verilen çalışmalar da, senin ölüm ötesi yaşamının ihtiyaçları ile ilgilidir. Beyin gücünün, bir tür ışınsal yapı olan bedenine, yani, ruhuna yükleyeceği bilgi ve enerji ile ilgilidir. ( Ahmet hulusi dini yanlış algılama S.38-39)

Sayın Hulusi! Yukarıdaki sözlerinizle: “ ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” Buyuran Allah’ı (c.c.) yalanlamış olmuyor musunuz.? Allah’ın huzuruna nasıl çıkacaksınız!



İşte ayetler:


“Sen hemen Rabb’ini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol. Ve sana ölüm gelinceye değin Rabb’ine ibadet et.” ( Hicr suresi ayet: 98-99)


“Hayır.. Yalnız Allah"a ibadet et. Ve şükr edenlerden ol”.( Zümer Suresi.ayet :66)


“De ki: Benim namazım, ibâdetlerim ve diriliğim ve ölümüm âlemlerin Rabb’i olan Allah Teâlâ içindir.” ( Enam suresi ayet: 162)


“Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” ( Zariyat sûresi âyet: 56)


“(Rabbimiz!) Ancak sana ibadet ederiz ve yalnız senden medet umarız.” ( Fatiha sûresi âyet: 5)


“Semûd kavmine de kardeşleri Salih"i (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah"a ibadet edin; sizin O"ndan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir. O da, size bir mucize olarak Allah"ın şu devesidir. Onu bırakın, Allah"ın arzında yesin, (içsin); ona kötülük etmeyin; sonra sizi elem verici bir azap yakalar.” ( Araf sûresi âyet: 73)


“Allah"a ibadet edin ve O"na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlar (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.” ( Nisâ sûresi âyet: 36)


“Rabbin, sadece kendisine ibadet etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine "of!" bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.” ( İsra sûresi âyet: 23)


“ Ve göklerin ve yerin gaybı Allah içindir ve her iş de ona döndürülecektir. Artık ona ibâdet et ve ona tevekkülde bulun ve Rabb’in neler yapmakta olduğunuzdan aslâ gâfil değildir.” (Hud Suresi.ayet:123)


“(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah"tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.” (Tevbe Sûresi âyet:100)


“Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise, bölük bölük cennete sevk edilir, oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara: Selam size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya, derler.” ( Zümer sûresi âyet: 73)


“Onlar: Bize verdiği sözde sadık olan ve bizi, dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna vâris kılan Allah"a hamd olsun. İyi amelde bulunanların mükâfatı ne güzelmiş! derler.” ( Zümer sûresi âyet: 74)

xstudentxnrw 17.06.2005 07:24

İLAH YOKMUŞ, ALLAH İLAH DEĞİLMİŞ, ALLAHA
 
İBADET EDİLMEZMİŞ (!)


A.Hulusi diyor ki:

“ İslâm dini”nin temelini, “ La ilahe illallah” sözünün manası oluşturur.

“ La ilahe illallah” ne demektir?

Bu söz basit olarak ele alınırsa;

“ Tanrı yoktur sadece Allah vardır” anlamında değerlendirilir...

Eğer kelimelerin anlamı üzerinde durursak...

“ La ilahe” de; “ La” yoktur; “ İlahe” , Tanrı demektir, yani tapınılacak Tanrı yoktur, demektir.

Şimdi burada şu noktaya dikkat edelim...

Kelime-i Tevhid, “ La ilahe” ile başlıyor... ve başlangıçta, kesin bir hüküm vurgulanıyor. “ yoktur tapınılacak varlık!” ; “ La ilahe” !...

“ La ilahe” deniyor. “ Tanrı yoktur; deniyor.

Adamlar kalkıp biz “ ilahiyatçı” yız diyorlar... “ İlahla uğraşıyoruz; konumuz “ İlah” tır, “ ilahiyat” tır; diyorlar... ilahçılık öğrenip, öğretiyorlar!.

Sonrada islamdan ve Kur’an’dan söz ediyorlar.

Kur’an ve islâm dinini ne kadar anladıkları belli değil mi?

“ Allah” konusunu ne kadar iyi anladıkları nasıl belli oluyor!



Akabinde kelime-i tevhid de bir açıklama geliyor... “ illa” “sadece” , “Allah” ... vardır!...

“ İlla Allah” yani “ sadece Allah” !...

Birinci mana olarak, bu cümleden açığa çıkan gerçek şudur... “ tapınılacak Tanrı yoktur”... Evet, burada, kesin olarak, tapınılacak bir öte Tanrı olmadığını vurguladıktan sonra, “ illa Allah” diyor...

“ İlla” , yukarıda açıklamaya çalıştığımız üzere, “ ancak” manasına ulaşılabileceği gibi, buradaki kullanım şeklinde görüldüğü üzere “ sadece” anlamında dahi kullanılır...

Evet, “ İlla”, “ Allah” kelimesiyle bir arada kullanıldığı zaman kesinlikle “ sadece” anlamında algılamak zorundadır; zira “ Allah” tan gayrı vücud sahibi yoktur ki, “ Allah” Ona kıyaslansın veya o şeyle benzer kefeye konarak ona nispetle tarif edilsin!... Bu hususu da geniş şekilde Hz. “ Muhammed neyi okudu” isimli kitabımızda açıkladık.

İşte bu sebepten dolayıdır ki, “ illa” kelimesi “ Allah” ismiyle yan yana kullanıldığı zaman bunu daima “ sadece” kelimesiyle tercüme etmek zorundayız...

Nitekim bu mana İngilizce’ye tercüme edilirken:

“ There is no god BUT Allah” şeklinde değil; “ There is no god only Allah” şeklinde tercüme edilmelidir.

Ki böylece, islâm dininin getirmiş olduğu vahdet –teklik inanç veya düşünce sistemi fark edilebilsin.

Evet, sadece “ Allah” vardır ki, “ O Allah, tapılacak bir Tanrı değildir”, anlamı mevcuttur. Bu açıklamada... Çünkü başta, kesin olarak “ La ilahe” yani “ tapılacak Tanrı yoktur”; hükmü veriliyor!...

Öyle ise “ Allah” , insanın dışında, ötesinde; ve hatta bu var gördüğümüz varlıkların dışında ve ötesinde tapınılacak bir Tanrı değildir!...

“ Allah”ın “ Ahad” oluşunu şayet iyice idrak edersek, görürüz ki basiretle, bir Allah, bir de yanı sıra kainat gibi, iki ayrı yapı mevcut değildir!

Yani bir “ Allah” var, bir de alemler mevcut, değil!...

Başka bir değişle, bir içinde yaşadığımız alemler, kainat mevcut; bir de bunların ötesinde, bunlardan ayrı, bunların dışında bir “ Tanrı mevcut” anlayışı, tümüyle batıldır!... ( Ahmet hulusi dini yanlış algılama S.55-57)

İşte, bu yüzden fark ederiz ki, düşünebilen, hayal edebilen her nokta da, “ zat” ıyla ve dolayısıyla tüm özellikleriyle ancak ve ancak, sadece ve sadece kendisi yani, “ Ahad” olan “ Allah” mevcuttur!...

“ O” nun dışında, ikinci bir varlığın vücudundan söz eden ise, tümüyle derin düşünce yetersizliğinden doğan yanılgı içerisindedir!... ki bu durumun dindeki adı da “ şirk”tir!... ( Ahmet hulusi dini yanlış algılama S.64)

xstudentxnrw 17.06.2005 07:26

Sayın Hulusi,..
 
yukarıdaki sözleri söylerken hiç okumadınız farz edelim, hiç düşünmediniz mi ? Bu evreni kim yarattı ? Şeytan kime karşı geldi? Cenneti cehennemi kimler için yarattı? “ O” nun dışında, ikinci bir varlığın vücudundan söz eden ise, tümüyle derin düşünce yetersizliğinden doğan yanılgı içerisindedir!... ki bu durumun dindeki adı da “ şirk”tir!. Diyorsunuz. Öyleyse tüm insanlar ve canlılar hayal mi görüyoruz? Cehennemde kimler yanacak? Haşa Allah’tan başka bir şey yoksa ; diyelim biz hayal görüyoruz,yoksa Allah da haşa hayal mi görüyor ? Kur’an ve diğer peygamberlerin kitapları da, hep hayalden mi bahsediyorlar ? Haşa ; kafirlerle yapılan mücadeleler de hayal miydi ? Nemrutlar, Firavunlar hayal miydi. ? Allah’tan başka hiçbir varlık yoktur, sözünüz küfür olmuyor mu? Siz kainatı, evreni nasıl inkar edebilirsiniz!



İşte Ayetler:


“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş"a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah"tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O"na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir! ( Araf suresi ayet: 54)


“Göklerin ve yerin mülkü Allah"ındır. Dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder.”


“Yahut onları, hem erkek hem de kız çocukları olmak üzere çift verir. Dilediğini de kısır kılar. O, her şeyi bilendir, her şeye gücü yetendir” ( Şura suresi ayet: 49-50)



“Allah, O"ndan başka ilah yoktur; O, hayydir, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O"nundur. İzni olmadan O"nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O"na hiçbir şey gizli kalmaz.) O"nun bildirdiklerinin dışında insanlar O"nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O"nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.”( Bakara sûresi âyet: 255)



“Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş üzerine istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah"tır. (Bunların) her biri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için her işi düzenleyip âyetleri açıklamaktadır.” ( Ra’d Sûresi âyet: 2 )



“O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş"ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki,

(Resûlüm!): "Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz" desen, kâfir olanlar derhal "Bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir" derler.” (Hud Sûresi âyet:7)



“Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Rahmân"a gelecektir. O, bunların hepsini kuşatmış ve sayılarını tesbit etmiştir. Bunların hepsi de kıyamet gününde O"nun huzuruna tek başına (yapayalnız) gelecektir.” (Meryem Suresi âyet: 93-95)



“Göklerde ve yerde kimler varsa O"na aittir. O"nun huzurunda bulunanlar, O"na ibadet hususunda kibirlenmezler ve yorulmazlar. Onlar, bıkıp usanmaksızın gece gündüz (Allah"ı) tesbih ederler. (Enbiya Sûresi âyet:19-20)



Bu ayetterde, görüldüğü gibi: göklerdekiler ve yerdekiler, ibadette devamlıdırlar. Ve bu sıfatlarıyla Allah tarafından övülmektedirler. Bu durumdan Allah hoşnut olmuş bulunmaktadır. İnsanların bazıları müstesna.



“Gökleri, yeri ve bunların içine yayıp ürettiği canlıları yaratması da O"nun delillerindendir. O dilediği zaman bunları bir araya toplamaya da kadirdir.” (Şura Sûresi âyet:29)



“O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lütuf olmak üzere) size boyun eğdirmiştir. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (Casiye Sûresi âyet:13)



Bu ayeti kerimede de görüldüğü gibi: yerdekileri ve göktekileri; halife olarak yarattığı insanlara boyun eğdirmiştir. Demek ki boyun eğenler mevcut olduğu gibi biz insanlar da, varız, mevcuduz.



Kur’an’ı Kerîm de çeşitli yerlerde “ ilahımız” , “ ilahınız” gibi ifadeler geçmekte; ancak akabinde de “ ilah” ın, “ Allah” olduğu vurgulanmaktadır...



Peki bu duruma göre, “ Allah” ın, bir “ İlah” yani “ Tanrı” olduğu ileri sürülemez mi? Sürülemez!...

Bu gibi tanımlamalar, “ İlah”a yani “ Tanrı”ya tapanlara yapılan açıklamalardır.

Yani onlara denilmektedir ki;

“ Sizin, ilah sandığınız,Tanrı dediğiniz şey mevcut değildir; gerçekte var olan sadece “ Allah” tır!... sizin ve bizim “ ilah” dediğimiz gerçekte hep aynı ve “tek”tir...ve dahi, o da “ Allah” tır...”

Kur’an, yaptığı uyarılarla “ilah” kavramının geçersiz olduğunu vurgularken, ne gariptir ki bugün “din” i meslek olarak kendilerine seçenler, “ ilahiyatçı” olarak kendilerini tanımlamaktadırlar.

“ İslâm dini” nin reddettiği bir konu ve kavram olan “ ilahiyat” ı kendilerine meslek olarak seçenlere ne denebilir bilmiyorum.

Kelime-i Tevhid de ve kelime-i şahadet de “ la ilahe...” denilerek konuya girenlerin kendilerini “ ilahiyatçı” olarak vasıflandırmaları bir ibret konusudur herhalde...belki de inançları doğrultusunda gerçekten hak ettikleri için o isimle tarif ediyorlar kendilerini!... ( Ahmet hulusi dini yanlış algılama S.68-69)



Bu gerçeği açıklayan Kur’an’ı Kerîm’e göre “ Allah”, evreni ve var olarak algılanan her şeyi, kendi ilminde, kendi kudretiyle ve kendi güzel isimlerinin özellikleriyle yaratmıştır.

Bu sebepledir ki, doğa konuları ve evrensel düzen dediğimiz şey, gerçekte “ Allah düzen ve sistemi” nden başka bir şey değildir!. Bu gerçek nedeniylede, insan, ötesinde bir Tanrıya tapınmak yerine; özündeki “ Allah” ı fark etmek; bundan sonra da ötesindekine değil, özündekine yönelmek zorundadır!. (Ahmet hulusi dini yanlış algılama S.73-74)

xstudentxnrw 17.06.2005 07:35

ALLAH İLAHTIR ALLAH’TAN BAŞKA İLAH
 
R


Sayın Hulusi; burada da gerçekleri tahrif ederek, “Kur’an’da geçen “ilâh” kelimesi; ilâha yani Tanrı’ya (putlara) tapanlara karşı yapılan açıklamalardır” diyorsunuz.

“Ayet-ül Kürsî”de geçen “Allahü la ilahe illa hüvel hayyul kayyum” ve Ta Ha suresinde geçen, Hz. Musa’ya hitabeden: “ inneni enallahu la ilahe illa ene” ayetleri ve böyle sayısız ayetler kimlere hitab ediyor. Haşa Hz.Musa puta mı tapıyordu.? Kelime-i Tevhid’e ve Kelime-i Şehadet’e tam ters mana vererek “La ilahe illallah” cümlesine “ ilah yoktur sadece Allah vardır.” derken; asıl manadan tam bir kurnazlıkla gerçeği saptırıyorsunuz. Sizden başka hiç ilmi olmayan bir müslümanın”Kelime-i Tevhid ve Kelime’i Şehadet”ten anladığı doğru mana şudur:

Kelime’i Tevhid: “ la ilahe illallah” “ Allah’tan başka ( hiçbir) ilah yoktur. Sadece ilah olarak ( ibadet edilecek) Allah vardır.”

Kelime’i Şehadet: “ Eşhedü en la ilahe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resuluhu” “ Ben şehadet ederim ki Allah tan başka (Hiçbir) ilah yoktur ancak Allah vardır ve yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın kulu ve Resulüdür.”

Sayın Hulusi; ilah olarak Allah vardır. Ondan başka ilah yoktur, ancak O’na ibadet edilir demeye niçin diliniz varmıyor da; tam aksine her yerde Allah ilah değildir. O’na ibadet edilmez diyorsunuz.? İbadete layık olmayan bir Allah’ı nasıl düşünebiliyorsunuz? Zaten Allah ismini zorlayarak birkaç yerde söylüyorsunuz. Hemen her yerde “ Allah diye işaret edilen” tabirini kullanıyorsunuz. Ve de “ Ötedeki Tanrıya değil özünde ki Allah’a, özüne yönel” derken haşa her türlü insanı ve nefsinizi ilahlaştırmış olmuyor musunuz.?



İşte ayetler:


“ Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler O"na mahsustur.” ( Taha suresi.ayet : 8)



”O, öyle Allah"tır ki, O"ndan başka İlah yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, esirgeyendir, bağışlayandır.” (Haşr suresi. Ayet :22)



“ O, öyle Allah"tır ki, kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selâmet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.” (Haşr suresi. Ayet :23)




“O, kullarının üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular gönderir. Nihayet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur etmezler.” (Enam Sûresi âyet:61)


“Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah"a döndürülürler. Bilesiniz ki hüküm yalnız O"nundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur.” (Enam Sûresi âyet: 62)



“Semûd kavmine de kardeşleri Salih"i (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah"a ibadet edin; sizin O"ndan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir. O da, size bir mucize olarak Allah"ın şu devesidir. Onu bırakın, Allah"ın arzında yesin, (içsin); ona kötülük etmeyin; sonra sizi elem verici bir azap yakalar.” ( A’raf sûresi âyet: 73)



“Ben seni seçtim. Şimdi vahyedilene kulak ver. Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah"ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana ibadet et; beni anmak için namaz kıl.” ( Tâhâ sûresi âyet:13- 14)



"Ey kavmim! Gerçekten sizin için o bağrışıp çağrışma gününden, korkuyorum.” ( Mü’min sûresi âyet: 32)



“Gökteki İlâh da, yerdeki İlâh da O"dur. O, hakîmdir, her şeyi bilendir.” ( Zuhruf sûresi âyet: 84)


“De ki: Bana sadece, sizin ilâhınızın ancak bir tek ilah olduğu vahyedildi. Hâla müslüman olmayacak mısınız?” ( Enbiya sûresi âyet: 108)



“İlâhınız bir tek İlahdır. Fakat ahirete inanmayanlar var ya, onların kalpleri inkârcı, kendileri de böbürlenen kimselerdir.” ( Nahl sûresi âyet: 22)



“Saf saf dizilenlere, O haykırıp sürenlere, Ve o zikir okuyanlara, Yemin ederim ki, ilâhınız birdir. O, hem göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi, hem de doğuların Rabbidir.” ( Saffat sûresi âyet: 1-5)


“Allah buyurdu ki: İki ilah edinmeyin! O ancak bir ilah"dır. O halde yalnız benden korkun!” ( Nahl sûresi âyet: 51)


” Ey ehl-i kitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, gerçekten başkasını söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesîh, ancak Allah"ın resûlüdür, (o) Allah"ın, Meryem"e ulaştırdığı "kün: Ol" kelimesi(nin eseri)dir, O"ndan bir ruhtur. (O"nun tarafından gönderilmiş, yahut teyit edilmiş, yahut da Cebrail tarafından üfürülmüş bir ruhtur). Şu halde Allah"a ve peygamberlerine iman edin. "(Tanrı) üçtür" demeyin, sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Allah ancak bir tek Allah"tır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O"nundur. Vekil olarak Allah yeter.” (Nisa Suresi. Ayet: 171)


“Yoksa Ya"kub"a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya"kub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak"ın ilâhı olan tek Allah"a kulluk edeceğiz; biz ancak O"na teslim olmuşuzdur, dediler.” ( Bakara Suresi.ayet:133)


“İlâhınız bir tek ilah"tır. O"ndan başka ilâh yoktur. O, rahmândır, rahîmdir.” (Bakara Suresi.ayet:163)



“Allah ile birlikte başka bir ilah’a tapıp yalvarma! O"ndan başka ilah yoktur. O"nun zâtından başka her şey yok olacaktır. Hüküm O"nundur ve siz ancak O"na döndürüleceksiniz.” ( Kasas sûresi âyet: 88)

Sayın Hulusi; Bu ayeti kerimede açıkça anlatıldığına göre; Allah’ın (c.c) zatından başka var olan yaratıkların hepsi, yani evren her zerresiyle beraber yok olacaktır. Siz ; “ evrende Allah’dan başka bir şey yoktur. Allah her zerrede, zatıyla,sıfatıyla , isimleriyle mevcuttur.” dediğinize göre ; haşa evren yok iken, yani yaratılmamış iken Allah (c.c.) nerede idi? Sonra evren yok olurken, haşa ! Allah (c:c:) da mı, yok olacak? Halbuki görüldüğü gibi ayette; “Allah’ın zatından başka her şey yok olacaktır.” buyurulmaktadır. Zaten öyledir. O takdirde yine söylüyorum yüce Allah’ı yok olacak evrenin, ölünce çürüyüp kokuşacak her canlının, yani her zerrenin içine mahkum etmeye kalkışmayın. Allah’tan korkun, sizin yakıştırmanızla” aklı kıtlardan olmayın”!

İşte bu konuyla ilgili bir fetva; kendi hükmünüzü kendiniz veriniz!



SORU: Bir kimse”Allah her yerdedir” veya “her yerde hazır ve nazırdır”dese ne lazım gelir?

CEVAP: Bir kimse “Allah her yerdedir veya her yerde hazır nazırdır” dese; şayet Cenab’ı Allah’ın zatıyla her yerde mevcut olduğuna inanarak söylüyorsa kafir olur.Çünkü Cenab’ı Allah(.c.c)mekandan münezzehtir. Ne yerdedir,ne göktedir.Yer ve gök olmadan evvel de O var idi. Ama ilim ve kudretiyle her yerde mevcut olduğunu kast ederek bu sözü söylerse kafir olmaz. Yalnız bu sözü söylememeye dikkat etmek lazımdır. Maalesef avam tabaka “Allah her yerde hazır ve nazırdır.”sözünü.çok söylemektedir. Bunun yerine Allah her şeyi bilir.” Demek gerekir.”(el-Berika,c 1.s.294, Fetvalar.c.2.s.11.H.Günenç)



“Allah; O"ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Müminler yalnız Allah"a dayanıp güvensinler.”(Teğabun sûresi âyet: 13)



“ De ki: Sığınırım ben insanların Rabbine,”

“İnsanların Melikine (Mutlak Sahip ve Hakimine),”

“İnsanların İlâhına.”

“O sinsi vesvesenin şerrinden,”

“O ki insanların göğüslerine (kötü düşünceler)fısıldar.”

“Gerek cinlerden,gerek insanlardan.”(Nas Suresi.Ayet:1-6)



Yukarıdaki hemen her namazda günde beş defa okuduğumuz “Nas” Suresinde; İnsanların göğüslerine vesvese vericilerin şerrinden, “İnsanların Rabbine, insanların Melikine ve insanların İlahı’na sığınırım” dememiz emredilmişken : Siz bunun aksini iddia ederek nasıl “insanların İlah’ı yoktur, Allah İlah değildir”diyebilirsiniz? Bu büyük bir inkar olmaz mı ?

xstudentxnrw 17.06.2005 07:37

A.Hulusi"nin kitabinda RUH hakkinda
 
yazdiklari tuhaf tuhaf iddialarada bir seyler yazilabilir.. ama bu bile cogu icin biraz fazla olacaktir.. onun icin diger kisimlari baska bir zamanda görebiliriz insaAllah!

kerio 17.06.2005 08:45

cok güldüm
 
hurafa döyle filan.

sana terlikler(yyani tebrikler) iyi bir kabareci olurdun belki.

oezsu 17.06.2005 10:21

:))
 
Dogrudur... sen onca milyarca yildizin icinde herhangi bi Tanriya tapmak istiyorsan, buyur tapabilrisin...

Kimse kimseyi alikoymuyor bu hususda...Serbestsin ve Özgürsün...! Gercek Islamiyette kistlama yok ki, yoklugunu anlayabilesin sevgili güzel Müslüman Kardesim?!?

Gökte, kizgin sopasi ile oturan herhangi bi Tanri yoktur, sadece ALLAH!!!!!

Ilahiyat Fakültesi olmaz, ilahlik insanlara mahsus degildir! Din Bilgisi Fakültesi olur... Neden bunlarida yazmiyorsun?

Meyva veren Agac her zaman taslanir... Buyur kardesim, devam et!

xstudentxnrw 17.06.2005 10:25

olayi dagitma!
 
Kuran ayetlerini inkar ediyorsan o baska.. kuranda ne yaziyor? senin yenice yazdiklarin kurandakinle hic alakasi varmi?

oezsu 17.06.2005 10:32

Bakalim, Hz. Muhammed nediyor...?
 
cehennem hakkinda?!?!? 1400 sene evvel önce!!!

"Rasulullah Sall´llahu Aleyhi ve Sellem söyle buyurdu:

Kiyamet günü GÜNES halka yaklastirilda nihayet insanalara yakinligi bir mil kadar olur!
Günes onlari adeta eritecek ve amellerinin miktarina göre ter icinde kalacaklardir...Onlardan kimi topuklarina kadar, kimi dizkapaklarina kadar, kimi beline kadar, kimide gemlerine kadar tere batacaktir!"

Ibn-i Mes´ud Radiyallahu Anh :

"Insanlar hasrolunduklarinda, kirk yil gözleri semaya dikili olarak beklerler... Kendilerine kimse tek bir kelime söylemez.. Bu esnada, GÜNES baslarinin ucunda, kendilerini yakar! Iyi kötü herkes ter bogazlarina cikasiya bu halde beklerler..."

Hz. Muhammed:"Dünyaniz (!), icindekilerle beraber Cehenneme atildigi zaman, bir su damlasi gibi buharlasip yokolacaktir!"

Allah, allah... bunlarida inkar edeceksin??

"Sizden hicbiriniz istisna edilmeksizin cehenneme ugrayacaktir... Bu rabbin katinda kesinlesmis hükümdür! /Meryem 71)


Allaha sükürler olsun ki, Hz. Muhammedin yansittiklarini ve emanet olarak vasiyet ettiklerini anlayanlar var ve dahada cogalacaklar!!!! Insanoglu Islamiyetin

"ADETLER" TÖRELER GELENEKLER

.....ve en önemlisi.....

"ONDAN BUNDAN DUYMALARLA YASANMADIGINI"

bir gün anlayacaklar....Hak her zaman kazanmistir ve yinede kazanacaktir..!

Günün aydinlik ve selam ile gecsin!

oezsu 17.06.2005 10:34

Buyur, buyur yazda..
 
Islamiyetin nasil üstün oldugunu acikca yazilarindan okuyabiliriz Üstadin!!!!

Neden yazmiyorsun ????

oezsu 17.06.2005 10:39

Eski Alimler ne demis??!!
 
"Evladim, ne yaparsan kendin icin yaparsin..."

Bahsedilen Ibadetler senin binevi gecisini kolaylastiracak calismalardir...

Peki sen ne icin yapiyorsun tüm bu ibadetleri?? Onu bi aciklarsan sohbete öyle devam edelim?! Ne dersin?


Sen ADEM kelimesi nedir biliyormusun???

Hani Hz. Adem´e verilen isimin anlami?!?

Ademin kelime anlami gerceklesmesi mümkün olmayan sey ve YOKLUK anlamina gelir..:!

Yaptigin ibadetle kendi yoklugunu hissedebilirsen, senin ibadet ibadet olur!

Ömrünüzde hangi biriniz, Namaz diye adlandirdiginiz ve kilma kelimesine düsürdügünüz YÜCE SALATI gerceklestirdi???

Tesekkürler!
Sinirlenmeye baslsdiM!

oezsu 17.06.2005 10:42

BANA
 
KURANI RED EDIYORSUN DEME!!!!! TEPEMI ATTIRMA!!!!

Biz aydin topluluk olmaya kendimizi adapte edecegimize, cehalet cukuruna düsmeyi arzuluyoruz!!!!

Sen Din üzerinden para kazanan Hocalrini dinlemeye devam et o zaman!

oezsu 17.06.2005 10:44

Kapasitenmi kisitli???
 
Neyse, sen de degerlisin bizim icin!! ;)Ne de olsa yaratilan bi kulsun!

Kimi Allaha erer kimi ermez!

Herkes Iman etseydi, cehennemi kim doldrucakti degilmi?? :))

oezsu 17.06.2005 10:48

YAHU...
 
...Seytan vasfi ni acikladigi bömlümleride yazsana! Niye kafana göre takiliyorsun???!?!

Ilk önce icindeki Seytani taslasan nasil olur???

Allah´tan baska hicbirsey yoksa, ademlik sistemi yürüyorsa digerleri nerede?? Buyur güzel kardesim sen acikla!!!!

oezsu 17.06.2005 10:53

PÜF NOKTASI
 
PÜF NOKTASI




Püf noktası nedir; ismi “ALLAH” olanı, “İslâm” dini tanımlamasıyla anlatılan evrensel sistemi ve de “ben kimim, neyim” sorularının cevaplarını anlamanın?..

Niçin bu konularda sapmalar meydana geliyor?

Niçin bir yerlerde takılıp, konunun tam resmini göremiyoruz?

Niçin Kur’ân-ı Kerîm’i hakkıyla değerlendirip, olayı bütün açıklığıyla seyredemiyoruz?

Elbette bunlar düşünebilen beyinlerin sorunu!.. Düşünmeden, yalnızca söylenenleri taklit ederek yaşayanlar için böyle bir sorun yok!.

Hazreti Muhammed aleyhisselâmın bildirdiklerinin hakkıyla anlaşılması, Kur’ân-ı Kerîm’de belirtilenlerin değerlendirilebilmesi için öncelikle şu iki gerçeği çok iyi fark etmek zorundayız:

1. Anlatılan sistemin evrensel boyutu,

2. Anlatılan sistemdeki kişinin yaşam boyutu.

Bu konuları derin düşünme, hissetme ve yaşama uğraşı olan Tasavvuf çalışmalarında, iki seyirden söz edilir:

1. Seyri Âfâkî (evrensel gerçekleri fark etmek),

2. Seyri Enfüsî (kişisel gerçekleri fark etmek).

Bu iki “seyir”den birincisi, ismi “ALLAH” olanın, ilminde yarattığı evrensel sistem ve düzenin tanınması sürecidir; ki buna “seyri âfâki” denir. İkincisi ise, kişinin kendi hakikatini (nefsini) tanıması çalışmalarıdır.

Kur’ân-ı Kerîm, pek çok âyetinde, hem "seyri âfâkî", hem de "seyri enfüsî" yönünden fark edilmesi gerekli gerçekleri açıklar, vurgular!.

Şayet kişi, o âyetleri yalnızca bir yönü ile değerlendirirse, konunun diğer yanından mahrum kalarak, o yönde bir düşünsel sapma içine girer!.

Neden bu böyle olur?

Çünkü bir yanlış algılama sonucu olarak, Kur’ân, Evrensel Sistem (sünnetullah) ve bunu yaratanı açıklayan kitap olmak yerine, “yukarıdaki bir tanrının buyruk kitabı” kabul edilmiştir!. Oysa, tüm gelmiş geçmiş hakikat ehli bunun böyle olmadığını anlatmaya ve yaşatmaya çalışmışlardır.

İsmi “ALLAH” olanın ne olduğunu “Hazreti Muhammed’in Açıkladığı ALLAH” isimli kitabımızda, bu güne kadar üzerinde durulmadık bir şekilde irdelemeye çalıştık. Eğer o kitabı iyi anlayıp, o açıklamaları iyi değerlendirebildiysek, HOLOGRAFİK EVREN gerçekliğinden yola çıkarak, insanda, ismi “ALLAH” olanın varlığının ne şekilde açığa çıkmakta olduğunu fark edebiliriz.

Hazreti Muhammed Mustafa’nın bahsedip bize fark ettirmeye çalıştığı gerçeklik, tanrı ve tanrılık kavramının olmayışı gerçeği yanı sıra; ismi “ALLAH” olanın ne olduğudur!. Kur’ân-ı Kerîm bunu açıklar ve anlatır!. O yüzden biz de, sürekli olarak “ismi ALLAH” diyerek, yalnızca isminin “ALLAH” olduğunu; ismin, resim yapılmaktan kaçınılmasını; bu isimle neye işaret edildiğinin iyi anlaşılması gerektiğini yazıp duruyoruz. Yazdıklarımızı “OKU”makta yetersiz olanların tüm eleştirilerine rağmen!

Evet...

Evrenin zâtı, Kayyum olanın Zâtı ile kâimdir!.

Ama evren, tanrı değildir!

İnsanın zâtı, Kayyum olanın Zâtı ile kâimdir!

Ama insan, tanrı değildir!

Evren, ismi “ALLAH” olanın, bildirilen kadarıyla isim ve sıfatlarının özellikleriyle varolmuştur ve sonsuza dek bu böyledir!

İnsan, ismi “ALLAH” olanın, bildirilen kadarıyla isim ve sıfatlarının özellikleriyle varolmuştur ve sonsuza dek bu böyledir!

Evren “Hay”dır (diridir-canlıdır); çünkü Allah “HAYY”dır!

İnsan “Hay”dır (diridir-canlıdır); çünkü Allah “HAYY”dır!

Evren şuurludur; çünkü Allah Âlim’dir!

İnsan şuurludur; çünkü Allah Âlim’dir!

İlim sıfatının açığa çıkışı şuur adını alır!

Evren ismi ve resmi ardında, “Ulûhiyet”inin gereği olarak “Vahidiyeti” ile aşikâr olup, “Rahmaniyeti” ile her an yeni bir yaratışını ve oluşumu sürdüren, dilediğini var kılan “Rabb-ül âlemiyn” vardır!

İnsan ismi ve resmi ardında, “Ulûhiyet”inin gereği olarak “Vahidiyeti” ile aşikâr olup, “Rahmaniyeti” ile her an yeni bir yaratışını ve oluşumu sürdüren, dilediğini var kılan “Rabb-ül âlemiyn” vardır!

İşte bu şekilde evrende açığa çıkan her mertebe, aynıyla ve mikrosu ile insanda da mevcuttur; ki bu yüzden insan, kendini tanıyabildiği ölçüde, evreni tanıyabilir...

Uluhiyet hakikati, insanın zâtını yaratırken, kendine ayna kılmış; Vahidiyeti ile onu “Vahid” yapmış; Rahmaniyeti ile her an ondan yaratışta bulunmuş; Rububiyeti ile insanın tüm fiillerinin Hâlik’i olmuştur!.

Evrende vardır, “Arş”, “Kürsî”, yedi kat semâ ve yedi kat yer!

İnsanda vardır, “Arş”, “Kürsî”, yedi kat semâ ve yedi kat yer!

Evren vardır, tüm melekler ile!

İnsan vardır, tüm melekler ile!

Ve “hakikat” sonrasında dördüncü basamakta “marifetullah” ihsan edilmiş olanlar, bu mecâzların, sistem içinde neye işâret ettiklerini çok iyi “OKUR”lar!.. Bilirler, Arş’tan murat nedir, Kürsî neye işaret eder; melekler sistemin hangi kuvveleridir!

“Her ne ararsan kendinde ara” işareti bu yüzdendir!. Kendini tanırsan mikro âlem olarak, evreni de tanırsın makro âlem olarak!.

Ve böylece bilirsin âlemlerin RABB’ı kimdir, nedir!.

Seyri enfüsi, insanda “nefsini bilme” diye anlatılan olaydır; ki bunu “NEFS NEDİR” isimli sohbetimizde anlatmıştık. (Ana sayfadaki ilgili linki tıklayarak dinleyebilirsiniz.)

İşte bu gerçekliği öğrenmeye başlayan seyri enfüsî düşünce yolcuları, bir anlayış durağında, “kendini HAK olarak görmeye” başlar. Bunun ötesinde de “ben Hakkım, dilediğimi yaparım her şey bana mubah” noktasına saplanır. Buna “Mülhime nefs bilinci” (hakikatine dair ilham alan bilinç) veya Mülhime Girdabı denir; ki bu konunun detayı “Mülhime Bilinç” sohbetimizde mevcuttur. Bunu aşamayıp, “Mutmainne bilince” ulaşamazsa, bir süre sonra Emmare bilinci ağır basarak, Mülhime bilgisi ile de firavunlaşarak, herkesi ve her şeyi yanlış, kendini mükemmel görüp, o hâl üzere bu dünyadan ayrılır!.

“Bu yolda nîce başlar kesilir; hiç soran olmaz!” ile buradaki kayıplara işaret edilir!

Evet, insan, kendi hakikatini meydana getiren tüm bu gerçeklikler yanı sıra, elleriyle yaptıklarından da sorumludur!. Yani, her an, daha önce yaptıklarının sonuçlarını kaçınılmaz bir şekilde yaşamak durumundadır!. Vurgulayalım ki, kendinden ne düşünce veya fiîl açığa çıkmışsa, onun sonuçlarını da yaşamak mecburiyetindedir!.

Bir diğer deyişle, bugününüz dününüzün sonucudur!

Bu anlattıklarımız eğer anlaşıldı ise şimdi gelelim konunun püf noktasına...

Hazreti Ebû Bekr’in en mükemmel şekilde vurguladığı üzere, “ALLAHI İDRAK, İDRAK EDİLEMEYECEĞİNİ İDRAKTIR” gerçeğini hiç gözden kaçırmamak kaydıyla, anlamaya çalışalım bu püf noktasını...

Kur’ân-ı Kerim’de “Allah” ismine bağlı olarak anlatılan olayları, daima, hem evrensel boyut itibariyle, evrenin özünde hakikatinde bilinci içinde; hem de insan ismiyle işaret edilenin varlığında ve hakikatinde olarak düşünmek gerekir!.

Daha önce de işaret ettiğim üzere, gerek “Âyet"el Kûrsî”, gerek “Kul Euzü”ler ve gerekse “huvallahulleziy...” diye başlayan tüm tanımlamalar, hem evren boyutlarıyla aşikâr olanı, hem de insan ismi altında açığa çıkanın, çıkış mertebelerindeki özelliklerini anlatmaktadır. Bu durumda ehli anlar sığınılan “Rab” nerededir, nedir; sığınılan “Melîk” nedir; sığınılası “İlâhin nâs” neresidir!.

Bir diğer ifade şekliyle, Allah isimleri, hem evrensel boyutta, hem de insanın varlığındaki Rububiyet mertebesinde bulunan özelliklerdir.

İşte bu yüzdendir ki, Kur’ân’ı anlamak için okumaya başladığımızda, Allah’a ait diye anlatılan tüm özelliklerin hakikatimizi meydana getirdiğini fark etmek, gelecekte karşılaşacağımız sonsuz olayların dahi bu özellikler kapsamında karşımıza çıkacağını bilmek zorundayız!.

Özet...

Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak için dikkat etmemiz gereken öncelik, O’nun ötedeki bir tanrıdan gelen ferman olmadığını fark etmektir!. Bundan sonra yapılacak iş ise, o yüce Kitabın, “Allah” ismiyle, evrenin ve insanın hakikatindeki özelliklerden ve “sünnetullah”tan söz ettiğini idrak ederek, olgunluğa giden yolda yürümeye başlamaktır..

Kesinlikle bilinmesi ve göz ardı edilmemesi zorunlu gerçek de şudur ki, ismi “ALLAH” olan, evren içre evrenleri ve insanı, ilminde kendi isimlerinin işaret ettiği özelliklerle yaratmış olandır!.

Ne insanın, ne de evrenin “tanrısallığından” asla söz edilemez!

Zaten bugüne kadar hiçbir şuur sahibi de “ALLAH” olduğunu iddia etmemiştir!.


Ahmed Hulûsi
30 Mayıs 2005

NC-USA

oezsu 17.06.2005 10:54

PÜF NOKTASI
 
PÜF NOKTASI




Püf noktası nedir; ismi “ALLAH” olanı, “İslâm” dini tanımlamasıyla anlatılan evrensel sistemi ve de “ben kimim, neyim” sorularının cevaplarını anlamanın?..

Niçin bu konularda sapmalar meydana geliyor?

Niçin bir yerlerde takılıp, konunun tam resmini göremiyoruz?

Niçin Kur’ân-ı Kerîm’i hakkıyla değerlendirip, olayı bütün açıklığıyla seyredemiyoruz?

Elbette bunlar düşünebilen beyinlerin sorunu!.. Düşünmeden, yalnızca söylenenleri taklit ederek yaşayanlar için böyle bir sorun yok!.

Hazreti Muhammed aleyhisselâmın bildirdiklerinin hakkıyla anlaşılması, Kur’ân-ı Kerîm’de belirtilenlerin değerlendirilebilmesi için öncelikle şu iki gerçeği çok iyi fark etmek zorundayız:

1. Anlatılan sistemin evrensel boyutu,

2. Anlatılan sistemdeki kişinin yaşam boyutu.

Bu konuları derin düşünme, hissetme ve yaşama uğraşı olan Tasavvuf çalışmalarında, iki seyirden söz edilir:

1. Seyri Âfâkî (evrensel gerçekleri fark etmek),

2. Seyri Enfüsî (kişisel gerçekleri fark etmek).

Bu iki “seyir”den birincisi, ismi “ALLAH” olanın, ilminde yarattığı evrensel sistem ve düzenin tanınması sürecidir; ki buna “seyri âfâki” denir. İkincisi ise, kişinin kendi hakikatini (nefsini) tanıması çalışmalarıdır.

Kur’ân-ı Kerîm, pek çok âyetinde, hem "seyri âfâkî", hem de "seyri enfüsî" yönünden fark edilmesi gerekli gerçekleri açıklar, vurgular!.

Şayet kişi, o âyetleri yalnızca bir yönü ile değerlendirirse, konunun diğer yanından mahrum kalarak, o yönde bir düşünsel sapma içine girer!.

Neden bu böyle olur?

Çünkü bir yanlış algılama sonucu olarak, Kur’ân, Evrensel Sistem (sünnetullah) ve bunu yaratanı açıklayan kitap olmak yerine, “yukarıdaki bir tanrının buyruk kitabı” kabul edilmiştir!. Oysa, tüm gelmiş geçmiş hakikat ehli bunun böyle olmadığını anlatmaya ve yaşatmaya çalışmışlardır.

İsmi “ALLAH” olanın ne olduğunu “Hazreti Muhammed’in Açıkladığı ALLAH” isimli kitabımızda, bu güne kadar üzerinde durulmadık bir şekilde irdelemeye çalıştık. Eğer o kitabı iyi anlayıp, o açıklamaları iyi değerlendirebildiysek, HOLOGRAFİK EVREN gerçekliğinden yola çıkarak, insanda, ismi “ALLAH” olanın varlığının ne şekilde açığa çıkmakta olduğunu fark edebiliriz.

Hazreti Muhammed Mustafa’nın bahsedip bize fark ettirmeye çalıştığı gerçeklik, tanrı ve tanrılık kavramının olmayışı gerçeği yanı sıra; ismi “ALLAH” olanın ne olduğudur!. Kur’ân-ı Kerîm bunu açıklar ve anlatır!. O yüzden biz de, sürekli olarak “ismi ALLAH” diyerek, yalnızca isminin “ALLAH” olduğunu; ismin, resim yapılmaktan kaçınılmasını; bu isimle neye işaret edildiğinin iyi anlaşılması gerektiğini yazıp duruyoruz. Yazdıklarımızı “OKU”makta yetersiz olanların tüm eleştirilerine rağmen!

Evet...

Evrenin zâtı, Kayyum olanın Zâtı ile kâimdir!.

Ama evren, tanrı değildir!

İnsanın zâtı, Kayyum olanın Zâtı ile kâimdir!

Ama insan, tanrı değildir!

Evren, ismi “ALLAH” olanın, bildirilen kadarıyla isim ve sıfatlarının özellikleriyle varolmuştur ve sonsuza dek bu böyledir!

İnsan, ismi “ALLAH” olanın, bildirilen kadarıyla isim ve sıfatlarının özellikleriyle varolmuştur ve sonsuza dek bu böyledir!

Evren “Hay”dır (diridir-canlıdır); çünkü Allah “HAYY”dır!

İnsan “Hay”dır (diridir-canlıdır); çünkü Allah “HAYY”dır!

Evren şuurludur; çünkü Allah Âlim’dir!

İnsan şuurludur; çünkü Allah Âlim’dir!

İlim sıfatının açığa çıkışı şuur adını alır!

Evren ismi ve resmi ardında, “Ulûhiyet”inin gereği olarak “Vahidiyeti” ile aşikâr olup, “Rahmaniyeti” ile her an yeni bir yaratışını ve oluşumu sürdüren, dilediğini var kılan “Rabb-ül âlemiyn” vardır!

İnsan ismi ve resmi ardında, “Ulûhiyet”inin gereği olarak “Vahidiyeti” ile aşikâr olup, “Rahmaniyeti” ile her an yeni bir yaratışını ve oluşumu sürdüren, dilediğini var kılan “Rabb-ül âlemiyn” vardır!

İşte bu şekilde evrende açığa çıkan her mertebe, aynıyla ve mikrosu ile insanda da mevcuttur; ki bu yüzden insan, kendini tanıyabildiği ölçüde, evreni tanıyabilir...

Uluhiyet hakikati, insanın zâtını yaratırken, kendine ayna kılmış; Vahidiyeti ile onu “Vahid” yapmış; Rahmaniyeti ile her an ondan yaratışta bulunmuş; Rububiyeti ile insanın tüm fiillerinin Hâlik’i olmuştur!.

Evrende vardır, “Arş”, “Kürsî”, yedi kat semâ ve yedi kat yer!

İnsanda vardır, “Arş”, “Kürsî”, yedi kat semâ ve yedi kat yer!

Evren vardır, tüm melekler ile!

İnsan vardır, tüm melekler ile!

Ve “hakikat” sonrasında dördüncü basamakta “marifetullah” ihsan edilmiş olanlar, bu mecâzların, sistem içinde neye işâret ettiklerini çok iyi “OKUR”lar!.. Bilirler, Arş’tan murat nedir, Kürsî neye işaret eder; melekler sistemin hangi kuvveleridir!

“Her ne ararsan kendinde ara” işareti bu yüzdendir!. Kendini tanırsan mikro âlem olarak, evreni de tanırsın makro âlem olarak!.

Ve böylece bilirsin âlemlerin RABB’ı kimdir, nedir!.

Seyri enfüsi, insanda “nefsini bilme” diye anlatılan olaydır; ki bunu “NEFS NEDİR” isimli sohbetimizde anlatmıştık. (Ana sayfadaki ilgili linki tıklayarak dinleyebilirsiniz.)

İşte bu gerçekliği öğrenmeye başlayan seyri enfüsî düşünce yolcuları, bir anlayış durağında, “kendini HAK olarak görmeye” başlar. Bunun ötesinde de “ben Hakkım, dilediğimi yaparım her şey bana mubah” noktasına saplanır. Buna “Mülhime nefs bilinci” (hakikatine dair ilham alan bilinç) veya Mülhime Girdabı denir; ki bu konunun detayı “Mülhime Bilinç” sohbetimizde mevcuttur. Bunu aşamayıp, “Mutmainne bilince” ulaşamazsa, bir süre sonra Emmare bilinci ağır basarak, Mülhime bilgisi ile de firavunlaşarak, herkesi ve her şeyi yanlış, kendini mükemmel görüp, o hâl üzere bu dünyadan ayrılır!.

“Bu yolda nîce başlar kesilir; hiç soran olmaz!” ile buradaki kayıplara işaret edilir!

Evet, insan, kendi hakikatini meydana getiren tüm bu gerçeklikler yanı sıra, elleriyle yaptıklarından da sorumludur!. Yani, her an, daha önce yaptıklarının sonuçlarını kaçınılmaz bir şekilde yaşamak durumundadır!. Vurgulayalım ki, kendinden ne düşünce veya fiîl açığa çıkmışsa, onun sonuçlarını da yaşamak mecburiyetindedir!.

Bir diğer deyişle, bugününüz dününüzün sonucudur!

Bu anlattıklarımız eğer anlaşıldı ise şimdi gelelim konunun püf noktasına...

Hazreti Ebû Bekr’in en mükemmel şekilde vurguladığı üzere, “ALLAHI İDRAK, İDRAK EDİLEMEYECEĞİNİ İDRAKTIR” gerçeğini hiç gözden kaçırmamak kaydıyla, anlamaya çalışalım bu püf noktasını...

Kur’ân-ı Kerim’de “Allah” ismine bağlı olarak anlatılan olayları, daima, hem evrensel boyut itibariyle, evrenin özünde hakikatinde bilinci içinde; hem de insan ismiyle işaret edilenin varlığında ve hakikatinde olarak düşünmek gerekir!.

Daha önce de işaret ettiğim üzere, gerek “Âyet"el Kûrsî”, gerek “Kul Euzü”ler ve gerekse “huvallahulleziy...” diye başlayan tüm tanımlamalar, hem evren boyutlarıyla aşikâr olanı, hem de insan ismi altında açığa çıkanın, çıkış mertebelerindeki özelliklerini anlatmaktadır. Bu durumda ehli anlar sığınılan “Rab” nerededir, nedir; sığınılan “Melîk” nedir; sığınılası “İlâhin nâs” neresidir!.

Bir diğer ifade şekliyle, Allah isimleri, hem evrensel boyutta, hem de insanın varlığındaki Rububiyet mertebesinde bulunan özelliklerdir.

İşte bu yüzdendir ki, Kur’ân’ı anlamak için okumaya başladığımızda, Allah’a ait diye anlatılan tüm özelliklerin hakikatimizi meydana getirdiğini fark etmek, gelecekte karşılaşacağımız sonsuz olayların dahi bu özellikler kapsamında karşımıza çıkacağını bilmek zorundayız!.

Özet...

Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak için dikkat etmemiz gereken öncelik, O’nun ötedeki bir tanrıdan gelen ferman olmadığını fark etmektir!. Bundan sonra yapılacak iş ise, o yüce Kitabın, “Allah” ismiyle, evrenin ve insanın hakikatindeki özelliklerden ve “sünnetullah”tan söz ettiğini idrak ederek, olgunluğa giden yolda yürümeye başlamaktır..

Kesinlikle bilinmesi ve göz ardı edilmemesi zorunlu gerçek de şudur ki, ismi “ALLAH” olan, evren içre evrenleri ve insanı, ilminde kendi isimlerinin işaret ettiği özelliklerle yaratmış olandır!.

Ne insanın, ne de evrenin “tanrısallığından” asla söz edilemez!

Zaten bugüne kadar hiçbir şuur sahibi de “ALLAH” olduğunu iddia etmemiştir!.


Ahmed Hulûsi
30 Mayıs 2005

NC-USA

oezsu 17.06.2005 10:54

PÜF NOKTASI
 
PÜF NOKTASI




Püf noktası nedir; ismi “ALLAH” olanı, “İslâm” dini tanımlamasıyla anlatılan evrensel sistemi ve de “ben kimim, neyim” sorularının cevaplarını anlamanın?..

Niçin bu konularda sapmalar meydana geliyor?

Niçin bir yerlerde takılıp, konunun tam resmini göremiyoruz?

Niçin Kur’ân-ı Kerîm’i hakkıyla değerlendirip, olayı bütün açıklığıyla seyredemiyoruz?

Elbette bunlar düşünebilen beyinlerin sorunu!.. Düşünmeden, yalnızca söylenenleri taklit ederek yaşayanlar için böyle bir sorun yok!.

Hazreti Muhammed aleyhisselâmın bildirdiklerinin hakkıyla anlaşılması, Kur’ân-ı Kerîm’de belirtilenlerin değerlendirilebilmesi için öncelikle şu iki gerçeği çok iyi fark etmek zorundayız:

1. Anlatılan sistemin evrensel boyutu,

2. Anlatılan sistemdeki kişinin yaşam boyutu.

Bu konuları derin düşünme, hissetme ve yaşama uğraşı olan Tasavvuf çalışmalarında, iki seyirden söz edilir:

1. Seyri Âfâkî (evrensel gerçekleri fark etmek),

2. Seyri Enfüsî (kişisel gerçekleri fark etmek).

Bu iki “seyir”den birincisi, ismi “ALLAH” olanın, ilminde yarattığı evrensel sistem ve düzenin tanınması sürecidir; ki buna “seyri âfâki” denir. İkincisi ise, kişinin kendi hakikatini (nefsini) tanıması çalışmalarıdır.

Kur’ân-ı Kerîm, pek çok âyetinde, hem "seyri âfâkî", hem de "seyri enfüsî" yönünden fark edilmesi gerekli gerçekleri açıklar, vurgular!.

Şayet kişi, o âyetleri yalnızca bir yönü ile değerlendirirse, konunun diğer yanından mahrum kalarak, o yönde bir düşünsel sapma içine girer!.

Neden bu böyle olur?

Çünkü bir yanlış algılama sonucu olarak, Kur’ân, Evrensel Sistem (sünnetullah) ve bunu yaratanı açıklayan kitap olmak yerine, “yukarıdaki bir tanrının buyruk kitabı” kabul edilmiştir!. Oysa, tüm gelmiş geçmiş hakikat ehli bunun böyle olmadığını anlatmaya ve yaşatmaya çalışmışlardır.

İsmi “ALLAH” olanın ne olduğunu “Hazreti Muhammed’in Açıkladığı ALLAH” isimli kitabımızda, bu güne kadar üzerinde durulmadık bir şekilde irdelemeye çalıştık. Eğer o kitabı iyi anlayıp, o açıklamaları iyi değerlendirebildiysek, HOLOGRAFİK EVREN gerçekliğinden yola çıkarak, insanda, ismi “ALLAH” olanın varlığının ne şekilde açığa çıkmakta olduğunu fark edebiliriz.

Hazreti Muhammed Mustafa’nın bahsedip bize fark ettirmeye çalıştığı gerçeklik, tanrı ve tanrılık kavramının olmayışı gerçeği yanı sıra; ismi “ALLAH” olanın ne olduğudur!. Kur’ân-ı Kerîm bunu açıklar ve anlatır!. O yüzden biz de, sürekli olarak “ismi ALLAH” diyerek, yalnızca isminin “ALLAH” olduğunu; ismin, resim yapılmaktan kaçınılmasını; bu isimle neye işaret edildiğinin iyi anlaşılması gerektiğini yazıp duruyoruz. Yazdıklarımızı “OKU”makta yetersiz olanların tüm eleştirilerine rağmen!

Evet...

Evrenin zâtı, Kayyum olanın Zâtı ile kâimdir!.

Ama evren, tanrı değildir!

İnsanın zâtı, Kayyum olanın Zâtı ile kâimdir!

Ama insan, tanrı değildir!

Evren, ismi “ALLAH” olanın, bildirilen kadarıyla isim ve sıfatlarının özellikleriyle varolmuştur ve sonsuza dek bu böyledir!

İnsan, ismi “ALLAH” olanın, bildirilen kadarıyla isim ve sıfatlarının özellikleriyle varolmuştur ve sonsuza dek bu böyledir!

Evren “Hay”dır (diridir-canlıdır); çünkü Allah “HAYY”dır!

İnsan “Hay”dır (diridir-canlıdır); çünkü Allah “HAYY”dır!

Evren şuurludur; çünkü Allah Âlim’dir!

İnsan şuurludur; çünkü Allah Âlim’dir!

İlim sıfatının açığa çıkışı şuur adını alır!

Evren ismi ve resmi ardında, “Ulûhiyet”inin gereği olarak “Vahidiyeti” ile aşikâr olup, “Rahmaniyeti” ile her an yeni bir yaratışını ve oluşumu sürdüren, dilediğini var kılan “Rabb-ül âlemiyn” vardır!

İnsan ismi ve resmi ardında, “Ulûhiyet”inin gereği olarak “Vahidiyeti” ile aşikâr olup, “Rahmaniyeti” ile her an yeni bir yaratışını ve oluşumu sürdüren, dilediğini var kılan “Rabb-ül âlemiyn” vardır!

İşte bu şekilde evrende açığa çıkan her mertebe, aynıyla ve mikrosu ile insanda da mevcuttur; ki bu yüzden insan, kendini tanıyabildiği ölçüde, evreni tanıyabilir...

Uluhiyet hakikati, insanın zâtını yaratırken, kendine ayna kılmış; Vahidiyeti ile onu “Vahid” yapmış; Rahmaniyeti ile her an ondan yaratışta bulunmuş; Rububiyeti ile insanın tüm fiillerinin Hâlik’i olmuştur!.

Evrende vardır, “Arş”, “Kürsî”, yedi kat semâ ve yedi kat yer!

İnsanda vardır, “Arş”, “Kürsî”, yedi kat semâ ve yedi kat yer!

Evren vardır, tüm melekler ile!

İnsan vardır, tüm melekler ile!

Ve “hakikat” sonrasında dördüncü basamakta “marifetullah” ihsan edilmiş olanlar, bu mecâzların, sistem içinde neye işâret ettiklerini çok iyi “OKUR”lar!.. Bilirler, Arş’tan murat nedir, Kürsî neye işaret eder; melekler sistemin hangi kuvveleridir!

“Her ne ararsan kendinde ara” işareti bu yüzdendir!. Kendini tanırsan mikro âlem olarak, evreni de tanırsın makro âlem olarak!.

Ve böylece bilirsin âlemlerin RABB’ı kimdir, nedir!.

Seyri enfüsi, insanda “nefsini bilme” diye anlatılan olaydır; ki bunu “NEFS NEDİR” isimli sohbetimizde anlatmıştık. (Ana sayfadaki ilgili linki tıklayarak dinleyebilirsiniz.)

İşte bu gerçekliği öğrenmeye başlayan seyri enfüsî düşünce yolcuları, bir anlayış durağında, “kendini HAK olarak görmeye” başlar. Bunun ötesinde de “ben Hakkım, dilediğimi yaparım her şey bana mubah” noktasına saplanır. Buna “Mülhime nefs bilinci” (hakikatine dair ilham alan bilinç) veya Mülhime Girdabı denir; ki bu konunun detayı “Mülhime Bilinç” sohbetimizde mevcuttur. Bunu aşamayıp, “Mutmainne bilince” ulaşamazsa, bir süre sonra Emmare bilinci ağır basarak, Mülhime bilgisi ile de firavunlaşarak, herkesi ve her şeyi yanlış, kendini mükemmel görüp, o hâl üzere bu dünyadan ayrılır!.

“Bu yolda nîce başlar kesilir; hiç soran olmaz!” ile buradaki kayıplara işaret edilir!

Evet, insan, kendi hakikatini meydana getiren tüm bu gerçeklikler yanı sıra, elleriyle yaptıklarından da sorumludur!. Yani, her an, daha önce yaptıklarının sonuçlarını kaçınılmaz bir şekilde yaşamak durumundadır!. Vurgulayalım ki, kendinden ne düşünce veya fiîl açığa çıkmışsa, onun sonuçlarını da yaşamak mecburiyetindedir!.

Bir diğer deyişle, bugününüz dününüzün sonucudur!

Bu anlattıklarımız eğer anlaşıldı ise şimdi gelelim konunun püf noktasına...

Hazreti Ebû Bekr’in en mükemmel şekilde vurguladığı üzere, “ALLAHI İDRAK, İDRAK EDİLEMEYECEĞİNİ İDRAKTIR” gerçeğini hiç gözden kaçırmamak kaydıyla, anlamaya çalışalım bu püf noktasını...

Kur’ân-ı Kerim’de “Allah” ismine bağlı olarak anlatılan olayları, daima, hem evrensel boyut itibariyle, evrenin özünde hakikatinde bilinci içinde; hem de insan ismiyle işaret edilenin varlığında ve hakikatinde olarak düşünmek gerekir!.

Daha önce de işaret ettiğim üzere, gerek “Âyet"el Kûrsî”, gerek “Kul Euzü”ler ve gerekse “huvallahulleziy...” diye başlayan tüm tanımlamalar, hem evren boyutlarıyla aşikâr olanı, hem de insan ismi altında açığa çıkanın, çıkış mertebelerindeki özelliklerini anlatmaktadır. Bu durumda ehli anlar sığınılan “Rab” nerededir, nedir; sığınılan “Melîk” nedir; sığınılası “İlâhin nâs” neresidir!.

Bir diğer ifade şekliyle, Allah isimleri, hem evrensel boyutta, hem de insanın varlığındaki Rububiyet mertebesinde bulunan özelliklerdir.

İşte bu yüzdendir ki, Kur’ân’ı anlamak için okumaya başladığımızda, Allah’a ait diye anlatılan tüm özelliklerin hakikatimizi meydana getirdiğini fark etmek, gelecekte karşılaşacağımız sonsuz olayların dahi bu özellikler kapsamında karşımıza çıkacağını bilmek zorundayız!.

Özet...

Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak için dikkat etmemiz gereken öncelik, O’nun ötedeki bir tanrıdan gelen ferman olmadığını fark etmektir!. Bundan sonra yapılacak iş ise, o yüce Kitabın, “Allah” ismiyle, evrenin ve insanın hakikatindeki özelliklerden ve “sünnetullah”tan söz ettiğini idrak ederek, olgunluğa giden yolda yürümeye başlamaktır..

Kesinlikle bilinmesi ve göz ardı edilmemesi zorunlu gerçek de şudur ki, ismi “ALLAH” olan, evren içre evrenleri ve insanı, ilminde kendi isimlerinin işaret ettiği özelliklerle yaratmış olandır!.

Ne insanın, ne de evrenin “tanrısallığından” asla söz edilemez!

Zaten bugüne kadar hiçbir şuur sahibi de “ALLAH” olduğunu iddia etmemiştir!.


Ahmed Hulûsi
30 Mayıs 2005

NC-USA

oezsu 17.06.2005 10:54

PÜF NOKTASI
 
PÜF NOKTASI




Püf noktası nedir; ismi “ALLAH” olanı, “İslâm” dini tanımlamasıyla anlatılan evrensel sistemi ve de “ben kimim, neyim” sorularının cevaplarını anlamanın?..

Niçin bu konularda sapmalar meydana geliyor?

Niçin bir yerlerde takılıp, konunun tam resmini göremiyoruz?

Niçin Kur’ân-ı Kerîm’i hakkıyla değerlendirip, olayı bütün açıklığıyla seyredemiyoruz?

Elbette bunlar düşünebilen beyinlerin sorunu!.. Düşünmeden, yalnızca söylenenleri taklit ederek yaşayanlar için böyle bir sorun yok!.

Hazreti Muhammed aleyhisselâmın bildirdiklerinin hakkıyla anlaşılması, Kur’ân-ı Kerîm’de belirtilenlerin değerlendirilebilmesi için öncelikle şu iki gerçeği çok iyi fark etmek zorundayız:

1. Anlatılan sistemin evrensel boyutu,

2. Anlatılan sistemdeki kişinin yaşam boyutu.

Bu konuları derin düşünme, hissetme ve yaşama uğraşı olan Tasavvuf çalışmalarında, iki seyirden söz edilir:

1. Seyri Âfâkî (evrensel gerçekleri fark etmek),

2. Seyri Enfüsî (kişisel gerçekleri fark etmek).

Bu iki “seyir”den birincisi, ismi “ALLAH” olanın, ilminde yarattığı evrensel sistem ve düzenin tanınması sürecidir; ki buna “seyri âfâki” denir. İkincisi ise, kişinin kendi hakikatini (nefsini) tanıması çalışmalarıdır.

Kur’ân-ı Kerîm, pek çok âyetinde, hem "seyri âfâkî", hem de "seyri enfüsî" yönünden fark edilmesi gerekli gerçekleri açıklar, vurgular!.

Şayet kişi, o âyetleri yalnızca bir yönü ile değerlendirirse, konunun diğer yanından mahrum kalarak, o yönde bir düşünsel sapma içine girer!.

Neden bu böyle olur?

Çünkü bir yanlış algılama sonucu olarak, Kur’ân, Evrensel Sistem (sünnetullah) ve bunu yaratanı açıklayan kitap olmak yerine, “yukarıdaki bir tanrının buyruk kitabı” kabul edilmiştir!. Oysa, tüm gelmiş geçmiş hakikat ehli bunun böyle olmadığını anlatmaya ve yaşatmaya çalışmışlardır.

İsmi “ALLAH” olanın ne olduğunu “Hazreti Muhammed’in Açıkladığı ALLAH” isimli kitabımızda, bu güne kadar üzerinde durulmadık bir şekilde irdelemeye çalıştık. Eğer o kitabı iyi anlayıp, o açıklamaları iyi değerlendirebildiysek, HOLOGRAFİK EVREN gerçekliğinden yola çıkarak, insanda, ismi “ALLAH” olanın varlığının ne şekilde açığa çıkmakta olduğunu fark edebiliriz.

Hazreti Muhammed Mustafa’nın bahsedip bize fark ettirmeye çalıştığı gerçeklik, tanrı ve tanrılık kavramının olmayışı gerçeği yanı sıra; ismi “ALLAH” olanın ne olduğudur!. Kur’ân-ı Kerîm bunu açıklar ve anlatır!. O yüzden biz de, sürekli olarak “ismi ALLAH” diyerek, yalnızca isminin “ALLAH” olduğunu; ismin, resim yapılmaktan kaçınılmasını; bu isimle neye işaret edildiğinin iyi anlaşılması gerektiğini yazıp duruyoruz. Yazdıklarımızı “OKU”makta yetersiz olanların tüm eleştirilerine rağmen!

Evet...

Evrenin zâtı, Kayyum olanın Zâtı ile kâimdir!.

Ama evren, tanrı değildir!

İnsanın zâtı, Kayyum olanın Zâtı ile kâimdir!

Ama insan, tanrı değildir!

Evren, ismi “ALLAH” olanın, bildirilen kadarıyla isim ve sıfatlarının özellikleriyle varolmuştur ve sonsuza dek bu böyledir!

İnsan, ismi “ALLAH” olanın, bildirilen kadarıyla isim ve sıfatlarının özellikleriyle varolmuştur ve sonsuza dek bu böyledir!

Evren “Hay”dır (diridir-canlıdır); çünkü Allah “HAYY”dır!

İnsan “Hay”dır (diridir-canlıdır); çünkü Allah “HAYY”dır!

Evren şuurludur; çünkü Allah Âlim’dir!

İnsan şuurludur; çünkü Allah Âlim’dir!

İlim sıfatının açığa çıkışı şuur adını alır!

Evren ismi ve resmi ardında, “Ulûhiyet”inin gereği olarak “Vahidiyeti” ile aşikâr olup, “Rahmaniyeti” ile her an yeni bir yaratışını ve oluşumu sürdüren, dilediğini var kılan “Rabb-ül âlemiyn” vardır!

İnsan ismi ve resmi ardında, “Ulûhiyet”inin gereği olarak “Vahidiyeti” ile aşikâr olup, “Rahmaniyeti” ile her an yeni bir yaratışını ve oluşumu sürdüren, dilediğini var kılan “Rabb-ül âlemiyn” vardır!

İşte bu şekilde evrende açığa çıkan her mertebe, aynıyla ve mikrosu ile insanda da mevcuttur; ki bu yüzden insan, kendini tanıyabildiği ölçüde, evreni tanıyabilir...

Uluhiyet hakikati, insanın zâtını yaratırken, kendine ayna kılmış; Vahidiyeti ile onu “Vahid” yapmış; Rahmaniyeti ile her an ondan yaratışta bulunmuş; Rububiyeti ile insanın tüm fiillerinin Hâlik’i olmuştur!.

Evrende vardır, “Arş”, “Kürsî”, yedi kat semâ ve yedi kat yer!

İnsanda vardır, “Arş”, “Kürsî”, yedi kat semâ ve yedi kat yer!

Evren vardır, tüm melekler ile!

İnsan vardır, tüm melekler ile!

Ve “hakikat” sonrasında dördüncü basamakta “marifetullah” ihsan edilmiş olanlar, bu mecâzların, sistem içinde neye işâret ettiklerini çok iyi “OKUR”lar!.. Bilirler, Arş’tan murat nedir, Kürsî neye işaret eder; melekler sistemin hangi kuvveleridir!

“Her ne ararsan kendinde ara” işareti bu yüzdendir!. Kendini tanırsan mikro âlem olarak, evreni de tanırsın makro âlem olarak!.

Ve böylece bilirsin âlemlerin RABB’ı kimdir, nedir!.

Seyri enfüsi, insanda “nefsini bilme” diye anlatılan olaydır; ki bunu “NEFS NEDİR” isimli sohbetimizde anlatmıştık. (Ana sayfadaki ilgili linki tıklayarak dinleyebilirsiniz.)

İşte bu gerçekliği öğrenmeye başlayan seyri enfüsî düşünce yolcuları, bir anlayış durağında, “kendini HAK olarak görmeye” başlar. Bunun ötesinde de “ben Hakkım, dilediğimi yaparım her şey bana mubah” noktasına saplanır. Buna “Mülhime nefs bilinci” (hakikatine dair ilham alan bilinç) veya Mülhime Girdabı denir; ki bu konunun detayı “Mülhime Bilinç” sohbetimizde mevcuttur. Bunu aşamayıp, “Mutmainne bilince” ulaşamazsa, bir süre sonra Emmare bilinci ağır basarak, Mülhime bilgisi ile de firavunlaşarak, herkesi ve her şeyi yanlış, kendini mükemmel görüp, o hâl üzere bu dünyadan ayrılır!.

“Bu yolda nîce başlar kesilir; hiç soran olmaz!” ile buradaki kayıplara işaret edilir!

Evet, insan, kendi hakikatini meydana getiren tüm bu gerçeklikler yanı sıra, elleriyle yaptıklarından da sorumludur!. Yani, her an, daha önce yaptıklarının sonuçlarını kaçınılmaz bir şekilde yaşamak durumundadır!. Vurgulayalım ki, kendinden ne düşünce veya fiîl açığa çıkmışsa, onun sonuçlarını da yaşamak mecburiyetindedir!.

Bir diğer deyişle, bugününüz dününüzün sonucudur!

Bu anlattıklarımız eğer anlaşıldı ise şimdi gelelim konunun püf noktasına...

Hazreti Ebû Bekr’in en mükemmel şekilde vurguladığı üzere, “ALLAHI İDRAK, İDRAK EDİLEMEYECEĞİNİ İDRAKTIR” gerçeğini hiç gözden kaçırmamak kaydıyla, anlamaya çalışalım bu püf noktasını...

Kur’ân-ı Kerim’de “Allah” ismine bağlı olarak anlatılan olayları, daima, hem evrensel boyut itibariyle, evrenin özünde hakikatinde bilinci içinde; hem de insan ismiyle işaret edilenin varlığında ve hakikatinde olarak düşünmek gerekir!.

Daha önce de işaret ettiğim üzere, gerek “Âyet"el Kûrsî”, gerek “Kul Euzü”ler ve gerekse “huvallahulleziy...” diye başlayan tüm tanımlamalar, hem evren boyutlarıyla aşikâr olanı, hem de insan ismi altında açığa çıkanın, çıkış mertebelerindeki özelliklerini anlatmaktadır. Bu durumda ehli anlar sığınılan “Rab” nerededir, nedir; sığınılan “Melîk” nedir; sığınılası “İlâhin nâs” neresidir!.

Bir diğer ifade şekliyle, Allah isimleri, hem evrensel boyutta, hem de insanın varlığındaki Rububiyet mertebesinde bulunan özelliklerdir.

İşte bu yüzdendir ki, Kur’ân’ı anlamak için okumaya başladığımızda, Allah’a ait diye anlatılan tüm özelliklerin hakikatimizi meydana getirdiğini fark etmek, gelecekte karşılaşacağımız sonsuz olayların dahi bu özellikler kapsamında karşımıza çıkacağını bilmek zorundayız!.

Özet...

Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak için dikkat etmemiz gereken öncelik, O’nun ötedeki bir tanrıdan gelen ferman olmadığını fark etmektir!. Bundan sonra yapılacak iş ise, o yüce Kitabın, “Allah” ismiyle, evrenin ve insanın hakikatindeki özelliklerden ve “sünnetullah”tan söz ettiğini idrak ederek, olgunluğa giden yolda yürümeye başlamaktır..

Kesinlikle bilinmesi ve göz ardı edilmemesi zorunlu gerçek de şudur ki, ismi “ALLAH” olan, evren içre evrenleri ve insanı, ilminde kendi isimlerinin işaret ettiği özelliklerle yaratmış olandır!.

Ne insanın, ne de evrenin “tanrısallığından” asla söz edilemez!

Zaten bugüne kadar hiçbir şuur sahibi de “ALLAH” olduğunu iddia etmemiştir!.


Ahmed Hulûsi
30 Mayıs 2005

NC-USA

oezsu 17.06.2005 10:56

HZ: MUHAMMED FARKI
 
MUHAMMED (a.s.) FARKI





İsmi, “ALLAH" olan bize Hazreti Muhammed aleyhisselâm tarafından bildirilmiştir!. Çünkü O, bir peygamber değil, “RASULULLAH” idi!.

Farkı neydi kendisinden önceki rasûl’lerden?

Meselâ İbrahim aleyhisselâm da, Musa alehisselâm da, İsa aleyhisselâm da “rasûlullah” idi...

Hazreti Muhammed aleyhisselâmı tasdik etmek niçin zorunlu?

Diğer rasûlleri tasdik edip, kabullenip; Hazreti Muhammed’i ve bildirdiklerini kabul etmemek niçin insana her şeyi kaybettirir?

Hazreti Muhammed aleyhisselâm, “HANİF” lik(1) kavramını getiren İbrahim aleyhisselâmdan; tenzih yönlü açıklamalar yapan Musa aleyhisselâmdan, teşbih ağırlıklı anlatımla görevini yapan İsa aleyhisselâmdan çok farklı bir işlevle; teşbih ve tenzihi cem etmiş tevhidi açığa çıkarmış ALLAH kulu ve Rasûlü ve son Nebi’dir!.

Çünkü O, hepsinden farklı ve ayrıcalıklı olarak “SÜNNETULLAH”ı “OKU”muş; buna dayalı olarak insan için gerekli olan her şeyi, kâh vahiy olan âyetlerle, kâh da hadîs denilen açıklamalarıyla insanlığa bildirmiştir!.

“Hadislerle işimiz yok bize yalnızca Kurân yeter” diyenler ne Kurân’ı anlamışlardır; ne ismi “ALLAH” olan hakkındaki işaretleri değerlendirebilmişlerdir; ne de “rasûl”lük veya “nebî”liğin işlevinin ne olduğunu fark etmişlerdir!.

Onlar hâlâ, yukarılarda uzayda bir yerde büyük bir tanrı hayal etmekte; onun yolladığı kanatlı meleklerle buyruk alan bir postacı peygamber düşünmekte; ve dahi bu postacının bize ilettiği buyruk nameye inanmaktadırlar!!!

Hazreti Muhammed aleyhisselâm ve işlevi hakkında hiçbir fikir sahibi değillerdir!.

Hazreti Muhammed aleyhisselâmın evrensel ve tüm insanlığı kapsayan muhteşem “SÜNNETULLAH” açıklamalarını onlar hiç fark edememektedirler.

Androitmişçesine Kurân tekrarlamak veya sadece fiziki namaz kılmak onlar için yeterli tapınmaktır tanrıya!...

Bu yüzden de neler kaybettiklerinin asla farkında olmadan bu dünyadan geçip gideceklerdir!. İşte bu gerçeklerden farkındasızlık, onlar için en büyük karşılıktır, cezâdır!.

Ey Rasûlü inkâr eden, “bana kuran yeter hadislerle işim yok” diyen nankör; sil bakayım hafızandaki, Rasullullah’tan sana ulaşanların hepsini; bakalım ne konuşabileceksin Kurân veya hadîs veya bunlara dayanan ilimler hakkında?!.

Kendisini aydınlatan ve ona bilmediklerini öğreten; ismi “Allah” olanı tanıtan ve “sünnetullah”ı bildirene yapılan nankörlük; bunun karşılığını, ebediyen o gerçeklerin müşahade ve yaşamına karşı perdelilikle alır!. Bu da dışardan bir tanrının veya varlığın cezalandırması şeklinde değil; Özündekinin, kendisine, elleriyle yaptıklarının karşılığını vermesi şeklinde gelişir!. Bu durum, “sünnetullah” gereği beyindeki bir kilitlenmenin sonucudur. Her kişi, inkâr ettiğine karşı kendini otomatik olarak kilitler!. “Sünnetullah” konusuna bir başka yazıda açıklık getireceğiz inşallah.

Rasûlullah aleyhisselâmı, postacı peygamber olarak değerlendiren nankörler, yolun en başından, kendi zanlarına sapmış oldukları için, daha sonraki aşamaları zaten değerlendirme imkânı ile karşılaşamazlar.

Hazreti Muhammed aleyhisselâm asla değişmeyen veya dönüşmeyen “SÜNNETULLAH”ı “OKU”muş olarak; risâletinin gereği “Fatiha” okunan ve Fatiha’sız asla geçerliliği olmayan salât’ı teklif ederken; Nübüvvetinin işlevi olarak da, salât öncesinde abdest almayı uygulamıştır!

Zirâ, risâlet, ismi “ALLAH” olanı anlayıp hissetmeye dönük bir işlevdir ve bu işlev sonsuza dek devam edecek olan bir yaşantının elde edilmesiyle alâkalıdır. Abdest ise, bedenin bu işleve hizmetiyle ilgili ve dünya yaşantısıyla sınırlı bir uygulamadır.

Bu aralar bazıları, “salât”daki besmele ve Fatiha okunuşuyla yaşayabilenin mi’râcı olan hissedişi, tutup yoga ile, veya Hint felsefesinin Nirvana’ya ulaşması ile kıyaslamakta ve hatta aynı şey olduklarını iddia etmekteler.

Oysa birbiriyle hiç alâkası olmayan iki olaydan söz edilmekte!

Niye böyle...

Neden böyle olduğu konusuna daha sonra döneceğim.

Hazreti Muhammed aleyhisselâm son nebî’dir çünkü “sünnetullah”ın insanlığı ilgilendiren tüm özelliklerini bütün detayları ile anlatmıştır. “Sünnetullah” konusu tahmin edemeyeceğiniz kadar önemli bir konudur. Zirâ “sünnetullah”ın ne olduğunu fark edemeyen kendi kozasından asla çıkamaz; kozasında, hayâl dünyasında yaşamaya devam eder. Buna insanların uykuda olması, yani rüya görmesi diye yaklaşılmıştır. Rüyaların ne kadarının gerçekçi olduğunu bir düşünün!.

Açıklandığı devir şartları itibariyle, zorunlu olarak mecazlar işaretler kullanılmıştır; ancak bugün artık belli bir bilim ve kültür altyapısı olanlar, Hazreti Muhammed aleyhisselâmı eskisinden çok daha farklı anlayabilmekte ve değerlendirmektedirler.

Önce şu mutlak gerçeği fark ve kabul edelim:

İsmi “ALLAH” olarak bize bildirilen ve tanıtılan, neyse, O’dur!.

Kul da, kuldur!.

Kul’un varlığı ve varlığı altındaki her şey, ismi “ALLAH” olana ait olsa dahi, o yine de sadece bir “abd”dır ve asla “ALLAH” değildir!.

Hazreti Muhammed dahi, tüm muhteşem ilmi kişiliğiyle ve kendisinde açığa çıkan ismi “ALLAH” olana ait özelliklerle varoluşuna rağmen bir “abd”dır, yani KULdur ve ebeden bu böyledir!.

Şimdi gelelim olayın neden ve nasıl böyle oluşuna...

“Zerre küllün aynasıdır” işaret ve uyarısını yapan Rasûlullah aleyhisselâm, vurguladığı bu gerçekle “kul”luğun da en büyük açıklamasını yapmaktadır.

“Abd” nedir?

“Abd”, ismi “ALLAH”, olanın dilediklerini yerine getirmek durumunda olandır.

Burada konuyu anlatabilmek için, hem incir misâlini vereyim hem de holografik gerçeklik misâlini...

İncir bir meyve, ama içindeki her çekirdek dahi gelişmesi hâlinde bir incir!... İncir, nasıl teklik içindeki çokluğu, bu çoklukla birlikte her birinin tekilliğini sembolize eden bir meyve ise bu yüzden “İncir” Sûresi gelmiş ise...

Holografik gerçeklik sonucu, evrende tüm boyutları ile var olan her şey, evrendeki her bir zerrede de aynı şekilde mevcut ise...

İsmi “ALLAH” olan da, aynı şekilde, her bir zerrede, Zâtıyla, sıfatlarıyla, esmasıyla, arşıyla, kürsîsi ile, 7 kat semâvât ve 7 kat arzıyla mevcuttur!.

Bu her insanda böyle olduğu gibi, tüm boyutlardaki tüm canlılarda da böyledir!.

1998 yılında Antalya’da bu konuları anlattığım ve “Üst Madde”(2) ile “Özün Seyri”(3) isimlerini verdiğim sohbet kasetlerindeki bu gerçekleri, çok daha sonra detaylı şekilde “"(4) isimli kitabımda açıklamaya çalıştım.

Evrende her birim kendi boyut ve yapısının bilinç ve şuuruna sahiptir. Ama bir diğer boyut varlığının bunu algılaması yapısal şartlar sebebiyle mümkün olmaz!.

Her birim kendi yapısındaki bu mertebeler dolayısıyla da kendi özünde oluşacak bir yükseliş veya sıçrama ile Rabb’ine, Melîk’ine ve İlâh’ına ulaşma şansına sahiptir!. Ki bunu artezyen kazmaya benzetebiliriz. Veya “uruç” da diyebiliriz.

Bazı birimlerde ise, kaynağın ve hatta gayzerin fışkırması gibi özden gelen = tenezzül eden bir şekilde ilim açığa çıkar!.

Velâyet uruç yolludur bilinen anlamıyla. Gerçekte velâyetin üst mertebesi olan Risâlet ise irsal yolludur. Velâyetin üst kademesi olan, “El VELΔ isminin işaret ettiği anlamın açığa çıkışıyla meydana gelen Risâlet, kişide Rasûllük olarak değerlendirilir.

Rasûller, risâlet adının işaret ettiği mahiyet itibariyle birbirlerinden farksızdırlar; fakat irsâl olunan ilmin kaynağı olan sıfatlar yönünden farklıdırlar!.

Kimi Kudret sıfatından irsâl olmuştur, kimi İlim, kimi Hayat!

Neyse konuyu fazla genişletmek yerine ana noktamıza dönelim.

Hazreti Muhammed aleyhisselâm kendisinde açığa çıkan sıfatlara, isim özelliklerine, “sünnetullah” marifetine rağmen asla “ALLAH” değil, “ABD”dır!.

Evrende var olan tüm yaratılmışlar yani “zerre”ler de böyledir!.

Zerre küllün aynasıdır; ama asla zerre kül değildir, kül kendisinde var olmuş olsa dahi!...

Buradan bir başka noktaya kayılır... Zerre her an kendisindeki hakikat ve O hakikat noktasıyla ilişkiler içinde yaşamını nasıl sürdürür; sorusunun cevabına... Ne var ki bu yazıda buna girmeyeceğim; çünkü bugün anlatmak istediğim husus o değil... Zaten onun işaretini bundan önceki yazılarda vermiştim.

Gelelim ana noktaya.

Zerre zerredir!. Kül değil!

Kül, yani hologramik gerçekliğe esas olan ana yapıya, “İşte “Allah” adıyla işaret edilendir!” diyenler burada büyük bir yanılgıya düşerler ve gerçekten saparlar!.

Burada onları uyaracak olan levhada şu gerçek yazılıdır:

“İsmi “ALLAH” olan, ZÂT, tecezzî (cüzlere ayrılma) kabul etmez!”

Burada “İhlâs” Sûresinin anlamını iyi düşünmek gerekir. Ahadiyyet ve Samediyyet sonucu olarak kendisinin varlığından başka bir şey düşünülemez; ve dahi bu mertebede tekillikten dahi bahis açılamaz!.

“ K “(5) olayı diyerek, “ALLAH”(6) isimli kitabımızda anlattığım konuyu iyi incelerseniz görürsünüz ki, İlmi ilahîde bir noktadan açığa çıkan açı içindeki, 11 boyutlu evren, paralel evrenler veya bizim deyişimizle evren içre evrenler hologramın konusu olan “KÜL”dür!. Ve zerre de bu küllün aynasıdır!.

“Hayâl içinde hayâl içinde hayâl” diye eski hakikat ehlinin tarif ettiği konu budur işte!... Nokta, bir hayâldir ismi “Allah” olan indinde!. O noktanın açılımı olan, açı içindeki kül bir hayâldir... Küllün yansıdığı her zerre diye tanımlanan, her bir ayna dahi ayrı bir hayâldir!.

İşte bu yüzdendir ki, zerrede varlığı hologramik gerçeklik dolayısıyla var olan “kül” dahi, “ALLAH” adıyla işaret edilen olmayıp; yanızca, bir “NOKTA” olarak, O’nun ilminde var olan “ilmî sûret”tir!.

Yani, 11 boyutlu evren, ya da paralel evrenler topluluğu, her zerrede, tıpkı incirin, sayısız çekirdeğinin her birinde varoluşu gibi, her birimde varolsa dahi, bundan öte bir şey değildir!. O da gerçekte “ALLAH”a “abd”lık etmededir!.

Bu anlattıklarımla birşeyler paylaşmayı sağlayabildiysem... Bilelim ki, tasavvuf heveslilerinin önce, “ben sen o Hak!” kabullerinden; ve dahi her şeyi, Hak oldukları için kendilerine mubah kabullenmelerinden çok çok ötededir gerçekler!.

Kusurumu bağışlasın son zamanlarda yazdıklarımdan dolayı beni uyaran ve kızan kişiler. “Kafa karıştırıyorsun, anlaşılmaz şeyler yazıyorsun bunlara ne gerek var” diyenler... Onlar için de yazılmış pek çok kitap var kitapçılarda, başta ilmihal kitapları ve çeşitli evliya menkıbeleri olmak üzere!.

Hoş görsünler, bizim de “abdiyetimiz” bu yönde işte!.

Lütfen, Muhammed aleyhisselâmın getirdiği “ALLAH” ilmini karşılıksız olarak sizlerle paylaşan bu fakîre, kızmak yerine dua edin!.

Ahmed Hulûsi

13 Haziran 2005
NC - USA
--------------------------

oezsu 17.06.2005 10:58

ALLAH-TANRI
 
ALLAH İNDİNDE “TANRI”NIN YERİ



«ALLAH» indinde-ilminde «KUL» ne ise, «TANRI» da odur!

Çünkü her ikisi de “ALLAH” ilmindeki, «İlmî sûretler»dir.

Bu yüzden de “ALLAH” indinde her şey helâk olmuş, «yok» durumdadır!

Ve "Bâkî" olan ancak "VECHULLAH"tır!

Dünya… Dünya uydusunun tâbi olduğu 1 milyon 303 bin defa daha büyük Güneş adlı yıldız… Güneş gibi 400 milyar yıldızdan oluşan galaksi… bu galaksi gibi milyarlarla galaksiyi barındıran varlığını algıladığımız evren; algılama boyutumuza hitâbeden bu evren gibi, sayısız algılama boyutuna hitabeden sayısız evren içre evrenler… Ve nihâyet bu sayısız evrenlerin içinde yer aldığı açının "&lt" yaratıldığı tek "nokta"!. Tek "an"!. "Dehr"!.

İndinde, sayısız "an"lar, "nokta"lar; ve o "nokta"lardan meydana gelen "&lt" açılar içinde sayısız evren içre evrenler Yaratan varlığa işaret amacıyla kullanılan "ALLAH" ismi!.

Evren içinde, Afrika"daki "tanrıku" kabilesinin totemi ne ise…

"Allah İsmiyle İşaret Edilen”in indinde, insanların tanrı-ilâhı da o işte!.

Nerede bugünkü Dünya toplumlarının düşündüğü "tanrı-ilâh" fikri…

Nerede Muhammed Mustafa"nın Kur"ân-ı Kerîm ile açıkladığı "ALLAH" ismiyle işaret edilen!.

A.Hulusi

oezsu 17.06.2005 11:06

o.T.
 
"Her sabah, değişik bir rüyadan uyandığımız halde; acaba ne oluyor da, dünya rüyasından, beklemediğimiz bir anda uyanıvereceğimizi düşünemiyoruz?"


"Varlığı olmayanlara ne mutlu!. “Varlıksız”, “yok”luğa hayli yakınlar; bir de “kendi varlıkları”ndan kurtulabilseler!.Peki, bu arada; “ben” nereden ve nasıl gelmekteyim acaba?"

"Uyandığımızda, didişecek birileri kalmadığını gördüğümüzde, acaba hangi şartlar altında olacağımızı düşünüyor muyuz?"

"Nice çöllere karşılıksız yağar yağmur ama, kum taneleri sadece seyreder damlaları! Beklenti ya umuttandır, ya ilimsizlikten!. Toprak mezarını sırtında taşıyanlar, geçmiştir dünyadan ve içindekilerden… Zîrâ “fefirru ilallah” onlarda zuhur etmiş, firar etmişlerdir Allah’a!. Allah ef’âlini seyreder onlar, acaba bir gül daha açacak mı bahçede diye… Umutla… Sevgiyle… Bu da beklenti sanılır başkalarınca… "

"Birbirlerine göre, insanlar hürdür! Ama, acaba insanlar, gerçekten hür müdür?."

"Şeyhlere para yatırıp, mâneviyat ve mertebe satın alacağını sanan, bu arada elini sıcak sudan soğuk suya sokmayan uyanık tüccarların, gerçekleri fark etmeleri için, acaba son nefeslerini verip, ölüm ötesi yaşamın gerçekleriyle mi yüzyüze gelmeleri zorunlu?"


"Kur’ân-ı Kerîm"i “oku”mak çok çok önemli de… Acaba bizi O’nunla yüzyüze getiren Allah Rasûlü"nü “oku”mak daha mı geride?… Allah Rasûlü"nü “oku”madan, acaba O’nun bize tebliğ ettiği “Kitab”ı ne kadar ve nasıl “oku”yabiliriz?"


"Sen hâlâ, kendini et-kemik sanarak, bu et-kemik boyutuna ait konularla ömrünü tüketiyorsan; etin bol olsun!. Yolun açık olsun!. İnsansıların yaşamlarını ve sonsuz geleceklerini cehennem etme özgürlüğü vardır!.Zaman ve mekân kayıtları ötesindeki “insan”!… Evrensel değil, Galaktik boyuta göre et-kemik ömrü birkaç saniye olan “insan”ın bundan sonraki yaşamı acaba nerede ve nasıl? Ne diyor KUR’ÂN?"


"Duyduk ki, kâbir yakınlarından geçen bazıları, kâbirlerin içinden gelen ızdıraplı iniltileri, feryâdları işitirmiş… O yüzden mezarlığa gitmeyi kaldırmazmış yürekleri!… Bu yüzden mi insanların arasından uzaklaşıp, uzlete çekilirlermiş acaba?"

Not: Bu olay benim yakinlarimdan birine gerceklesmistir...! Ister inanin iszer inanmayin=!

“Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz, rahat yataklarınızda yatamaz, Allah Allah diyerek dağlara kaçardınız” diyen Allah Rasûlü; acaba, algıladığı sistemin hangi gerçeği dolayısıyla bunu söylüyordu, yalnızca para kazanıp keyif çatmak için yaşayan bizlere?…



Niçin, “FÂTİHA’sız “salât” olmaz”?

Acaba farkında mıyız?…


"Değer mi ebedi hayatımızı Cehennem etmeğe üç günlük çıkar için!?… Hele bir de, o günkü çıkarlarımızı düşünerek bildiğimiz gerçekleri söylemiyor, karşımızdakinin yanlış yolda yürümesine göz yumuyorsak? Bunun vebâlini alacak kadar güçlü müyüz acaba?… Hele hele sevdiğimizi söylediğimiz insanların, bildiğimiz gerçekleri onlarla paylaşmayarak, kangrenlerinin ilerlemesine göz yumuyorsak dünya rahatımız ve çıkarımız için; bu zulmün bedelinin faturası nasıl gelecek acaba karşımıza?"


Sudan bir âlem, dalgalardan varlıklar! Elektrikten bir âlem, ampullerden varlıklar... Hep sembolik anlatımla yaklaşım şekilleri! Ya gerçeği?. Oluşumu bu varlıkların..? "Elf" tipi, tümel akıl varlıklarının ya da setrililerin oluşumu nasıl?. İnsan adını alan varlıkların yapıları... Ampuller demek çok kolay ve basit bir yakıştırma oluyor.. Ama nasıl oluyor bu?. Bırak göremediklerini, görüyorum dediğin insanlar ne biçim şeyler acaba?.



"Benim kitaplarımı okuyup anlayan kişinin anladığının göstergesi; O’nun beyninden “kabul oldu mu acaba yaptığım“ gibi bir kavramın silinmesidir! Eğer birisi benim kitaplarımı okuduğunu söylüyorsa; sonra da “kabul oldu mu acaba yaptığım” gibi bir kavram kafasına geliyorsa; o daha benim kitaplarımın kapağını bile açmamıştır!"


Hazreti Rasûlullah Aleyhisselâm, Allahû Teâlâ’nın ikrâmı olarak mi"râc ‘a çıktığı zaman, ceberût âleminde, Rabb-ül âlemîn’in tüm mevcûdat üzerinde esmâ yollu mutlak tasarrufunu müşâhede etti, "Kâ"be kavseyn" noktasında."Ev ednâ". Hattâ bunun da ötesinde, Hazreti Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem ismi altında, "gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili, tutan eli ve yürüyen ayağı olarak"; "Şehâdet etti ki Allah, kendisinin dışında, ötesinde bir TANRI mevcut değildir"! Ve sonra Rabbı ile mükâleme etti Rasûlullah Aleyhisselâm! Ve sonra Rabbının emirlerini hâmil olarak tekrar insanların arasına döndü Muhammed Mustafa adıyla, RASÛLULLAH! Acaba, bu cümleler bize Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hüviyeti, eniyyeti ve kişiliği hakkında bazı ipuçları verebiliyor mu?..

"ALLAH" beşeri kavram ve değer yargılarından beri olduğuna göre, acaba zamanüstülükte, "SÜNNET" kavramını nasıl anlamamız gerekir... Ki bu "SÜNNET", zamanla hiç değişmemektedir!.

Ahmed Hulûsi

oezsu 17.06.2005 11:09

CINLERI KIM RED EDIYOR?!? BUYUR!
 
cin ve büyü nediR?????

“Cinci”lerin, “uzaylı”ların, “ruh çağıran”ların (ruhçuların), “büyücü”lerin, “falcı”ların, “sahte mehdi”lerin, “sözde şeyh”lerin moda olduğu günümüzde, yanıltılan ve aldatılan masum kardeşlerimizi bilgilendirmek amacıyla bu broşürü hazırlamayı görev bildik.

Faydalı olabilirsek ne mutlu bize…

Olayın gerçeğini farkettirebilmek için öncelikle “CİN” konusunu açıklamamız gerekmektedir.

“CİN” adı geçtiği zaman, genelde hepimizin içine düştüğü büyük bir yanılgı vardır!.. Hemen aklımıza, kısa boylu, ayakları ters, kulakları uzunca, gözbebekleri dikine, seri hareket edebilen, her kılıkta görünebilen varlıklar gelir… Ya da beyninde belirli bozuklukları olan kişilerin görmüş olduğu halüsünasyonlar.

Bu konuda yapılan en büyük yanlış, önyargılı yaklaşımla, “CİN” kelimesi duyulduğunda ya hemen inkâr edilmesi, ya da gerçekle ilgisi olmayan yorumlar yapılmasıdır!.. Oysa dün bilimsel değil diye inkâr edilen birçok şeyin, ilim ve tekniğin ilerlemesiyle bugün bilimsel bir gerçek haline geldiğini hatırdan çıkarmamak gerekir.

Peki işin hakikatı nedir?..

Evrende var olan tüm varlıklar-canlılar kuantsal kökenli olup; bir kısmı da mikrodalga yapılı türe dönüşmüştür!.. Ve dahi bunların bir kısmı geçici bir süre için moleküler boyutta, yani “madde alemi” denen “boyutumuzda” yaşamaktadırlar…

Çağdaş verilerle değerlendirebildiğimiz bu katmanlar ve boyutlar İSLÂM’ın Kudsal Kitabı Kur’ân’da mûcize olarak 1400 küsur sene öncesinde şöyle açıklanmıştır:

Kuantsal kökenli bilinçli varlıklar… Nurani olanlar… MELEKLER!.

Mikrodalga kökenli bilinçli varlıklar… Ateş yapılar… CİNLER!.

Moleküler kökenli bilinçli varlıklar… Biyolojik bedenliler… İNSANLAR!.

Bunların her biri yaşadıkları boyutun kapsamı ve gücü itibariyle diğerini istediği gibi yönlendirebilecek güce sahiptir.

Şöyle ki… Kuantsal köken melekler, hem cinler ve hem de insanlar üzerinde etkileme mekanizmasına sahipken; cinler, insanları bir dereceye kadar yönlendirmede yeteneklidirler.

Konumuz dışında kalan “melekler” bahsini bir yana bırakırsak…

“CİNLER”, Kur’ân anlatımıyla “MA’RIC” ve “SEMUM ATEŞTEN”, Yani “biyolojik bedene tesir edip, radyasyon zehirlenmesi meydana getiren mikrodalga” bedene sahiptirler…

Bizim âhiret âlemi dediğimiz, ruhlar âlemi denilen, berzah âlemi denilen âlemler hep aynı mikrodalga boyut olup; insan ruhları dahi gerçekte mikrodalga bedenlerdir.

İnsan beyni mikrovolt cinsinden elektrik ihtiva eder; ve tüm beden aldığı gıdalardan oluşan biyoelektrik enerjiyle çalışarak beynin biyoelektrik ihtiyacını karşılar. Beyin de bu biyoelektrik enerjiyi değerlendirerek fonksiyonlarını yerine getirir; bu arada da geçmişte “ruh” adı verilmiş olan “mikrodalga bedenini” üreterek tüm verilerini “mikrodalga beyne” yükler!..

İnsan beyni, her an, gerek beş duyu yoluyla ve gerekse de başka dalga boylarından ve uzaydan gelen sayısız dalgaları değerlendirme yoluyla yaşamını sürdürür; ve bu arada da hem dışa mikrodalga bilinç dalgaları yayar, hem de mikrodalga bedenine yani ruhuna yükler!.

İnsan bilincinde ya da bedeninde etkili olan tüm tesirler üçe ayrılır:

1. MELEK kökenli astrolojik etkiler…

2. CİN kökenli mikrodalga impalslar…

3. İNSAN beyinlerinin yaydığı “yaygın” veya “yönlendirilmiş” dalgalar…

Bunlardan birincisi gene konumuz dışında olduğu için onu bir yana bırakıp, 2. ve 3. tür dalgaların etkileri üzerinde duralım…

İnsanlar yeryüzünde boy göstermeden önce, dünyanın oluşum evresinden başlayan bir biçimde dünyada mikrodalga bedenli cinler yaşamaktaydı ki, dünya ısısı ve ateşi onlar için bir şey ifade etmemekteydi.

Daha sonra İnsan yeryüzünde varolunca, bilinçli bir varlık olan insanın evrensel bazı gerçekleri farketmesini hazmedemediler. Bu olayda önderleri “Azazil” isimli “CİN” idi!.. Azazil isimli CİN ve ona uyan tüm cin nesilleri tafsilatı “AKIL ve İMAN” isimli kitapta anlatılan bir olaydan sonra “ŞEYTAN” diye anıldılar ve insanlara düşman oldular!..

İşte bu “şeytan” diye bilinen tüm cinler, nesiller boyudur, insanlara birşeyler kazandırma bahanesiyle, onlara çeşitli yanlış fikirler ilka ederek saptırırlar!.. Akıl hastası haline getirirler!..

“…EY CİN TOPLULUĞU İNSANLARIN EKSERİYETİNİ HÜKMÜNÜZ ALTINA ALDINIZ.” (6-128)

Âyeti bu gerçeği vurgular… Cinlerle bilerek ilişkide olanların ölüm ötesi yaşamdaki halleri ise şu âyette açıklanmaktadır:

“İNSANLARDAN ONLARI DOST EDİNENLER DE: -RABBİMİZ BİZ BİRBİRİMİZDEN FAYDALANDIK VE BİZİM İÇİN TAKDİR EDİLEN VAKTE ULAŞTIK” DERLER… ALLÂH: “YERİNİZ ATEŞTİR!.. ALLÂH’IN DİLEDİKLERİ DIŞINDAKİLER EBEDİ ORADA KALICIDIRLAR” (6/128)

CİNLERİN temel amacı insanları Kur’ân öğretisinden saptırmak, böylece imandan etmektir!..

CİNLER, ilişkide oldukları her insanı; ve onlar aracılığıyla tüm uyanları ele geçirip, İSLÂM inanç sisteminden uzaklaştırmaya çalışırlar…

İnsanları genelde küçük yaşlarda kandırıp ele geçiren CİNLER, ya İSLÂM’ı kullanarak bu işi gerçekleştirirler; ya İslâm dışı yolları empoze ederek!..

Kişiyi ele geçirmeleri genelde şu iki yoldan biriyledir: Eline kalem almış kişiye kendi iradesi dışında yazı yazdırarak… Veya geçmişte yaşamış din büyüklerinin kisvesine bürünmek suretiyle rüya veya yakaza halinde görünerek!..

Önce bu kişiye büyük âlim veya veli olacağı bildirilir; sonra da artık o kişinin saflık derecesine göre zamanın kutbu, gavsı, en büyüğü, insanlığın kurtarıcısı, hatta MEHDİ veya RESÛL olduğu yutturulur!..

Bu arada çevresine toplananların da rüyalarına girilmek ya da geçmiş veya geleceklerine ait bir şeyler bildirilerek topluluklar oluşturulmaya çalışılır… Böylece, CİNLERİN kulu olmuş ve o kişi, artık kendini devrin en büyüğü, insanlığın kurtarıcısı, “MEHDİ” sanmaktadır!.. Bugün Türkiye’de sayısız insan, bilgisizlik yüzünden, kendini “MEHDİ” ya da “GAVS” sanan, oysa CİNLERİN elinde oyuncak olmuş kişilerin, peşinde koşmaktadır…

Bu CİNLERDEN bazıları da kendini “mevlânâ”nın ruhu diye tanıtarak insanları etki altına almaktadırlar!.. Onlara kitaplar yazdırmaktadırlar…

“MEDYUM”, aracı demektir; bilgisizlik yüzünden, ruhlarla görüştüğünü sanan kişilere denir!.. CİNCİ ayrıdır, medyum ayrıdır!..

Bu durum dünyanın her yanında da böyledir!.. Bugün kendini mesih ya da resul veya mehdi gören sayısız insan farkında olmadan insanları cinlere kul-köle hale getirmişlerdir. Batı dünyasında bizim “CİN” dediğimiz varlıklar “şeytan” veya “ruh” ya da “hayalet” diye bilinirler!..

Bugün Türkiye’de başta İstanbul ve Ankara olmak üzere neredeyse hemen her şehir veya kasabada kendini “MEHDİ” veya “gavs” ya da “kurtarıcı” olarak sanan pekçok aldanmış insan mevcuttur!.. Ve düşünün ki sadece Türkiye’dekiler bu kadar çoktur!.. Buna bir de diğer ülkelerdekini ekleyin!..

Bunun dışında bir de İslâm Dışı yollarla insanları kendilerine tabi hale getiren CİN toplulukları vardır… Bunlar da kendilerinin “UZAYLI” olduklarını iddia ederek insanları kandırmaktadırlar!..

“UZAYLILAR” diye kendilerini kandıran CİNLERE tabi olanlar da, İSLÂM dininin hükmünün bittiğine; Hazreti MUHAMMED’İN CİN OLDUĞUNA; ALLÂH’IN BEDENLENMİŞ olarak bir gezegende yaşamakta olduğuna inanmaktadırlar!..

CİNLER, günümüzde yoğun bir şekilde İSLÂM DIŞI BİR İNANIŞ OLAN REENKARNASYON, YANİ YENİDEN BİR BEDENE BÜRÜNEREK DÜNYAYA GERİ GELME fikrini aşılamaya çalışmaktadırlar…

Oysa Kur’ân’da Mü’minun sûresi 99-100. Âyetleri bu olayda kesinlikle reddetmektedir:

“Nihayet onların her birine ölüm geldiğinde:

Rabbim beni (dünyaya) geri gönder!.. Ta ki boşa geçirdiğim yaşamımı orada bıraktıklarımla, yararlı fiillerle değerlendireyim… der… ASLA!.. BU DİYENİN GEÇERSİZ GÖRÜŞÜDÜR!.. ONLARIN ARDINDA BA’S GÜNÜNE (mahşere) KADAR SÜRECEK KABİR ÂLEMİ VARDIR!.. SUR’a üflendiğinde aralarında ne soysopluk vardır, ne de bir soranlar!..”

Hangi yoldan olursa olsun cinlerle ilişkisi olanların çoğunda görülen ortak özellik tebliğlerin veya âyetlerin (!!!) mutlaka elle yazılarak çoğaltılmasıdır!.. Ki bu yazım, yazanın beyninde o cinin frekansına uygun bir açılım oluşturmaktadır.

Cinlerin insan beynini mikrodalga impalslar yollayarak etkileme yolları dışında, bir nesneyi hareket ettirme veya yakma gibi özellikleri de vardır.

Türkiye’de ve DÜNYADA bu konuda TEK KAYNAK olarak ilk baskısı 1972’de yapılıp halen 10. Baskısı yayınlanmış olan “RUH İNSAN CİN” isimli kitapta çok detaylı bir şekilde açıklanan konunun, bu broşür boyutunda elbette daha fazla açıklanması mümkün değildir… Onun için bazı satır başları ile uyarılarımıza devam edelim:

CİNLERLE ne tür ilişkide olunursa olunsun, insanlar sonunda kesinlikle bundan büyük zarar görürler!.. Çünkü öğrettikleri arasında mutlaka Hz. MUHAMMED kökenli İSLÂM öğretisine ters düşen saptırıcı bilgiler yerleşmiştir!..

CİNLERLE ilişkide olanlarda mantıksal bütünlük yoktur!.. Yaptıkları konuşmalarda, başta söylediklerine sonra ters düşerler!.. Çelişkili konuşurlar!.. Genelde çok asabidirler!.. İtiraz gördüklerinde şiddetle parlarlar!.. Yalanları çoktur!.. Kendilerini daima büyük görüp, olabildiğince güçlü göstermeye çalışırlar!..

BÜYÜ konusuna gelince…

“BÜYÜ”, genelde cinler aracılığıyla yapılmaktadır…

Çok özel olarak, güçlü beyinlerin direkt yönlendirilmiş dalgalarıyla da gerçekleştirilebilmektedir!..

“BÜYÜ”, kişinin bilinci ve iradesi dışında, herhangi bir konuda, istemediği işi yapmaya elinde olmayarak zorlanmasıdır!.. Ve İSLÂM DİNİ mensuplarına kesinlikle BÜYÜ YAPMAK HARAMDIR!..

Eğer yukarıdaki anlamı iyi anladıysak; görürüz ki, karı-koca veya başkaları arasında sevgi oluşturmak için yapılan tüm çalışmalar veya muska yapmalar dahi “BÜYÜ”DÜR; değil ki ara açmak için yapılanlar!..

İSLÂM’da “DU” SERBESTTİR; “BÜYÜ” HARAMDIR!..

“DU” kişinin talebidir; “BÜYÜ” muhataba isteği ve iradesi dışı istemediğini yaptırmaktır!..

CİNCİLERİN, cinlerden haber alma dışındaki tüm faaliyetleri “BÜYÜ” yapmadır!.. Yaptıkları, İSLÂM anlayışına göre HARAMDIR!.. “BÜYÜ” yapan da yaptıran da altında asla kalkamayacağı bir vebalin altına girmektedir; cinler o işi onlara hoş gösterse de!..

CİNCİLER, “BÜYÜ” yaparken ya da “BÜYÜ”nün tesirini oluşturacak MUSKAYI YAZARKEN çeşitli duâlar okurlar ve böylece bazı cinleri o konuda görev yapmaya davet ederler!.. Ki bu başkasının iradesini zorlamadır; HARAMDIR!..

CİNLERDEN ve “BÜYÜ”DEN KORUNMA yollarına gelince…

Bizim tesbitlerimize göre Kur’ân’da iki tür, korunma sağlayan âyetler vardır… Birincisi pasif korunma âyetleridir ki bunlar “Ayetelkürsi”, “kuleuzüler” ve Hasbiyallahu veni’mel vekil ve huve rabbularşıl azim” duasıdır… Bunların 41 veya 100’er defa okunmasıyla kişinin çevresinde cinlerden ve kem nazarlardan (negatif beyin dalgalarından) gelecek olan etkilere karşı bir koruyucu kalkan oluşur…

Ancak bir de CİNLERE karşı aktif savunma sağlayan duâ da vardır ki o da şudur:

oezsu 17.06.2005 11:10

KORUNULACAK DUA
 
vermistir Üstad..

RABBİ İNNİ MESSENİYEŞŞEYTANU BİNUSBİN VE AZAB; RABBİ EUZU BİKE MİN HEMEZATİŞŞEYATİYNİ VE EUZU BİKE RABBİ EN YAHDURUN. VE HİFZAN MİN KÜLLİ ŞEYTANİN MARİD. (Sad: 41 / Mü’minuna: 97-98 Saffat: 7)


Bu duâ kişinin beyninde cinleri son derece sıkan ve hatta yakan dalgalar yayınlanmasına vesile olur… Böylece de o kişiye musallat olan CİNLER o kişiden uzaklaşmak zorunda kalırlar…

İçlerinde sebepsiz sıkıntı duyanlar; “BÜYÜ” yapıldığından şüphelenenler, cinni yoldan başkalarının kendisini etkilediğini düşünenler bu duâya olayın şiddetine göre sabahları ve geceleri 41 ile 150’şer defa arasında bir sayıyla okumaya devam ederlerse büyük fayda görürler… Çünkü bilebildiğimiz kadarıyla CİNLERE KARŞI TEK SİLAH bu duânın yaymış olduğu beyin dalgalarıdır…

Şayet CİNLİ olduğundan şüphelendiğiniz bir kişi yanında veya birkaç arkadaşınızla bu duâyı içinizdn bir süre okursanız, sonuçlarını görürsünüz…

Bu konuda sıkıntıda olan kişinin yanında birkaç kişi toplanıp da her biri 300’er defa bu duâyı okursa ve arka arkaya üç gün devam edilirse büyük fayda elde edilir… Ayrıca bu dua etme sırasında ortada bulunacak bir suyun beyin dalgalarından içilmesi de yararlı olur.


--------------------------------------------------------------------------------

Bu kitapçığın hazırlanmasında “AHMED HULÛSİ”nin yazmış olduğu “RUH İNSAN CİN”; “AKIL ve İMAN”; “DU ve ZİKİR” kitaplarından yararlanılmıştır… Geniş bilgi isteyenler bu kitaplara başvurabilirler.

oezsu 17.06.2005 11:11

Buyur...
 
Simdi Egonu taslamak icin devam et...

;)

nokta29 17.06.2005 11:20

DEMO IN BERLIN
 
Der Antrag der durch die CDU/CSU-Fraktion ,bezüglich der Annerkennung des angeblichen Massenmordes an Armeniern durch die Türken eingebracht wurde, stimmten alle Parteien zu. Da es nur um Politisierung eines sehr ernsten Themas geht und nicht um eine Wahrheitsfindung, sind alle

ALLE TÜRKEN UND TÜRKISCHSTÄMMIGE SIND AUFGERUFEN daran teilzunehmen und Ihr Protest zu zeigen.

DEMO findet statt am 19.6.2005,sonntag, Berlin Adenauerplatz und endet dann mit einer Pressekonferenz. Es werden NUR Türkische Flaggen getragen.

Hoffe Ihr erscheint alle Zahlreich und wenn Ihr nicht kommen könnt, sagt es bitte an andere weiter.


Alle Zeitangaben in WEZ +2. Es ist jetzt 03:42 Uhr.