![]() |
Hayvan ve insan bu sana geliyor roman
Roman ; allaha sükür benim bir ianancim var senin yok bizim farkimiz burada.bak allahu tela sizin gibiler icin kuranda ne diyor.
7.ARAF SURESi / 179. Ayet ; Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. kurandan ayet secmelerini peren iyi biliyor.herhalda mantigi ve akli olman kisiler icin bu ayetleri neden söylemiyor cünkü sizin gibi hayvanlarin isine gelmeiyor. hayvan deyipte öyle gecmeyelim.hayvanla insan arasindaki fark ne ? allahu teala insan oglunu bir cok özellikle donattigi gibi akil ve mantikta bu özellikten biridir.ama gel görki sizin gibi hayvandan assaga yaratiklar yaraticini hür olmak icin inkar ediyorlar.ve sizin ömrünüz hayvanlardan da daha kötü neden derseniz.cünkü sizin hayatiniz mutfak ve tuvalet arasinda geciyor.ama hayvanlar görevini yapiyor ve yardani zikrediyor.yani sizinin yapmadigini hayvanlar yapiyor ha birde benim arkadasin köpegi var elini saplatinca yatiyor ve iki defa saplatinca kalkiyor.görüyoruz ki bir hayvan insani dinliye biliyor ama siz dinliyemiyorsunuz. yobaz meselesine gelince sana destan da yaza bilirim ama sizin gibi hayvanlara ne anlatsam fayda etmiyor o yüzden kisa kesiyorum. kelime anlami olarak öncelikle "kaba saba, incelikten yoksun" anlaminda bir kelime olmasiyla birlikte "bir inanca disariyla etkilesime kapanacak sekilde kendisini kaptırmıs kisi" anlamina da gelir bu baglamda, satanistler, koministler ve ateistlerde yobaz olabilirler. Kaba-saba, haşin, saldırgan; dinde taassubu aşırılığa vardıran ve başkalarına baskı yapmaya yönelen, müsamahadan yoksun, düşüncelerinde aşırılığa kaçan kimse. Yobazlığın temelini oluşturan taassub duygusu, kişinin sevdiği ve nefret ettiği şeylerde aşırılığa kaçması ve kendi bildiklerini tartışmasız doğru, başkalarınınkini de tartışmasız yanlış kabul etmesinden kâynaklanır. Cehalet ve bencillikten beslenen bu duygunun dinle -İslâmla- hiçbir ilgisi yoktur. Hz. Peygamber (s.a.v) böyle olan Cahiliyye Araplarıyla mücadele etmiş, cehaletleri ve taassupları yeni dini kabule mani olduğu için de temsil ettikleri düşünceye, daha doğrusu bu kör inada "Cahiliyye" denilmiştir. İslam"a göre en büyük düsman cehalet; cehaleti yok eden ilim ise gercek rehberdir. Belirli bir seviyede ilim -yakin- olmadan kisinin imani da makbul degildir. Müslümanda bulunması gereken dini ask, destegini bilgisizlikten alirsa, dini davranislarda sapma olabilir; kisi taassuba, yobazliga düsebilir. Fakat dini sevgi bilgi ile, islam"i daha iyi tanima ile desteklenirse, davranislar hosgörü ve müsabamahaya dönüsür. Peygamber Efendimizin, insanlarin en müsamahalisi olmasinin sebebi, dini en iyi bilen olmasidir. Her konuda Hz. Peygamber"i örnek almasi gereken Müslümanin hosgörülü olmasi ve asla yobaz olmamasi gerekir. Yobazlik sadece dinde olmaz. Kendi düsünce ve bilgisinden baska dogru kabul etmemek de yobazliktirr. iki tür yobaz vardir: Dini bilgisi kit olan dindarlar ve islam"i yeterince bilmedigi, tanimadigi halde ona karsi cikan, sözde aydinlar. Böylelerinin cehli, basit bir bilgisizlik degil, cehl-i mürekkebtir. Yani, bilmediklerini de bilmezler. Onun icin tedavisi zordur. Son iki yüz yildir devam eden batilasma sürecinde bazi aydin yobazlar, topyekün bütün müslümanlari, hatta İslâmî böyle tanitmaya gayret etmemislerdir. Bazi Müslümanlar; bilgisizlikleri, batila olan kinleri ve cesitli kiskirtmalar sorucu yobazca davranislarda bulunmuslarsa da bu, İslâm"dan kaynaklanmayan bir reaksiyondur ve istisnâi bir durumdur. Fakat, müsbet ilim teranelerini dillerinden düsürmeyenlerin İslami ve milli degerlere karsi sergiledikleri yobazlik daha genis ve daha derindir. Müsamahanin kaynagi olan ilme layik oldugu en büyük degeri veren İslam, yobazligin kaynagı olan cehaleti de, yok edilmesi gereken bir tehlike ilan etmistir. Bunun icindir ki Peygamber (s.a.v), bilgisizlikten ve faydasiz bilgiden Allah"a siginirdi ! yani görüyoruzki siz ateistlerde yobazsiniz cünkü siz direk olarak tartismasiz kendi düsünceleriniz dogru oldugunu ve karsi tarafinda düsüncesinin yanlis oldugunu savunan iki bacakli hayvansiniz ! umarim bir gramm beynin varsa calisir |
Birazda bilgilenin diye!!!
Xiii"ncü yüzyılda Hasan bin Sabbah, kartalların bile uçamadığı Alamut kalesinde, Batıniye tarikatını kurdu (bu
tarikata Melahide, İsmailiye, Haşhaşiye adları da verilmektedir). Öğrencilerini afyonla (haşhaş) sersemletip istediğini yaptırıyordu. Selçukluların ünlü başbakanı Nizamülmülk böylelikle öldürülmüştür. Hasan bin Sabbah"a göre, dinin bir içi, bir de dışı vardır. Gerekli olan, bademin kabuğu değil içidir. Kuran"ın dış anlamı değersizdir, iç anlamsa kitaba bakarak anlaşılamaz. Bunu bildirmek için temiz yürekli (masum) bir imamın varlığı yeter. Temiz yürekli imamın buyrukları kesin olarak yerine getirilmelidir. Kutsal kitapların dış anlamlarını (zahir ilmi) peygamberler, iç anlamlarını (batın ilmi) da imamlar bildirirler. Tenzil adı verilen dış anlamlar kafaları olgunlaşmamış insan sürülerini yönetmek içindir, gerçek tevil adı verilen iç anlamlardadır. Örneğin, dış anlamda evli erkek ve kadınların birbirleriyle cinsel ilişki kurmalarını bildiren zina, iç anlamda tarikat sırlarını açıklamak demektir. Dış anlamda ölüler dünyası olarak anlaşılan ahret, iç anlamda evrenin dönerek kesintisiz insan oluşunu anlatır. Müstecip ve mezun derecelerini atlayanlar dai derecesine yükselince dış anlamlardan kurtulurlar. Tasavvufun ünlü ilkesi şudur: Misk derler, bu laftır, miskin anlamı kokusundadır. Bugün Hindistan, Afganistan, İran, Türkistan, Arabistan, Yemen, Suriye, Irak ve Anadolu"da yaşamakta olan Batıniliğin en büyük imamı (sahib-i azam) Kerim dördüncü Ağa Han"dır. Kerim Han"ın, Peygamberin kızı Fatma"yla Ali"nin soyundan gelme torunu olduğuna inanılır. Kendisine bağlı olanlar her yıl onu altın ve elmasla tartarlar. Her yıl, ağırlığının paraca tutarı kendisine verilir. Babası Ahmet Ağa Han, Kerim Ağa Han"dan daha ağır olduğu için 1946 yılı tartısında 3.600.000 İngiliz lirası almıştı. Viii"nci yüzyılın sonlarına doğru imam olan Cafer-üs-Sadık"ın (Fatıma"yla Ali soyundan 6. imam) oğlu İsmail"e bağlanmak amacıyla İsmaililer adıyla anılan günümüz Batınileri, öğretilerini şu dört ilkede açıklamaktadırlar: 1- İmamlık, İsmail"in çocuklarına özgüdür. 2- İmamın her yaptığı gerçektir. 3- İmamın her sözü Kuran"dır. 4- İmam, yeryüzünde Tanrı"nın ruhunu taşıyan kutsal bir varlıktır. ondördüncü yüzyıl tasavvuf bilgini Şeyh Bedreddin, Varidat adlı ünlü yapıtında, bu gerçeği, şöyle özetliyor: Tapınma (ibadet), içimizin arınması içindir. Gerçek tasavvufçu, herkesin anlayamadığı şeyleri bildiği halde, bunları halka söylemez. Bildiklerini açığa vurursa onu öldürürler. Buna, ikiyüzlülük diyebilirsiniz. Ama dışla için bir ayrılığı olmalıdır. Her inanış, kendi alanında değerlendirilmelidir. Gerçek, halka daha işin başında ve açıkça söylenirse ya yollarını sapıtırlar, ya da o gerçeği söyleyeni suçlarlar. Halk ve gerçek ayrı ayrı gözetilerek, ortalama bir yolla, halkı gerçeğe yavaş yavaş alıştırmak gerektir. Bu alıştırmayı sağlamak için tasavvuf tarikatlarında dokuz derece vardır: 1- İlk derece, inceleme derecesidir (tasavvuf dilinde buna tafarrus deniyor). Dışarıda bulunanlardan içlerine alacakları kişiyi uzun uzun incelerler. Kendini beğenmişlerle inatçıları bir yana ayırırlar, onlarla uğraşmazlar. Tasavvuf dilinde şöyle sözler vardır: İçinde ışık olan evde konuşmayınız, çorak tarlaya tohum saçmayınız... Bu sözlerin açık anlamı şudur: Felsefemizi anlayamayacak kadar budalaları, kendini beğenmiş ahmakları, inatçı aptalları içimize almaya çalışıp bizi boş yere uğraştırmayınız... İnceleme süresi, ortalama bir yıl sürer. İnceleme çalışması çok ilgi çekicidir: Her düşünceyi destekleyip o düşünceden yana görünerek inceledikleri kişiyi gereği gibi konuştururlar. Kuşkucuların kuşkularını büsbütün artırırlar. 2- İkinci derece, alıştırma derecesidir (tasavvuf dilinde buna ta"nis deniyor). Bu derecede, tutumu iyice öğrenilmiş kişinin dostluğu kazanılmaya çalışılır. Bu dostluğu günden güne güçlendirmek için her araca başvurulur. 3- Üçüncü derece, kuşkulandırma derecesidir (tasavvuf dilinde buna taşkik deniyor). Akıllıca düzenlenmiş sorularla, içeriye almayı uygun gördükleri kişiyi iyice denerler, kuşkusunu artırırlar ya da uyandırırlar. Sorular şöyledir: Cennetin kapısı niçin sekiz tanedir de cehennemin kapısı yedi tanedir?.. İnsanın kulağı ikidir de niçin dili tektir?.. Namaz neden şu zamanda kılınır da bu zamanda kılınmaz?.. 4- Dördüncü derece, bekleme derecesidir (tasavvuf dilinde buna talik denir). Yukarıdaki sorularla merakı uyandırılan kişi, soruların karşılıklarını öğrenmek ister. Bu karşılıkları öğrenebilmek için yemin etmek gerektiğini söyleyerek bekletirler. Kişinin kuşkusu, merakı ve tarikata girme isteği, böylelikle, tutku çizgisine yükselir, dayanılamayacak bir duruma gelir. 5- Beşinci derece, yemin ettirme derecesidir (tasavvuf dilinde buna rabt denir). Tarikata girecek kişiye, kendisine verilecek sırları hiç kimseye açıklamayacağı yolunda çok ağır yemin ettirilir. Bu yemin, bir törenle yapılır. Tören, yeminin değerini artırmak için, bir hayli süslü ve özentilidir. 6- Altıncı derece, açıklama derecesidir (tasavvuf dilinde buna ta"sis denir). Son söz söylenmez. Ancak, yavaş yavaş açık (zahir) ve gizlinin (batın) anlatılmasına girişilir. Açığın boşluğu karşısında gizlinin yüceliği, gücü belirtilir. Gizlinin ancak, kendisi gibi yüksek anlayışlı kimselerce anlaşılabileceği, böylesine yüksek anlayışlı kişilere söylenebileceği sezdirilir. 7- Sekizinci derece, çıkarma derecesidir (tasavvuf dilinde buna hal denir). Gizliyi öğrendikten sonra açığın hiçbir değeri kalmadığı anlatılır. Böylece, birçok dinsel yükümler kaldırılır. Tapma biçimleri, akla ve gönül basamaklarına yönelir. 8- Dokuzuncu ve sonuncu derece, sıyrılma derecesidir (tasavvuf dilinde buna insilab denir). Bu dereceye yükselen kişi, artık dinsel yasaların, yasakların, törelerin, törenlerin tümünden kurtulur. Kendisiyle baş başa kalır. Tarikata giriş, birçok tarikatlarda özel bir töreni gerektirir. Örneğin Bektaşilikte bu tören şöyle yapılmaktadır: Tarikata girecek kimseye harici denir. Rehber adı verilen yol gösterici, kendisini mahfil"in kapısına getirmiştir. Kapının dışında harici muhafız adı verilen bir dış bekçi, kapının içinde de dahili muhafız adı verilen bir iç bekçi vardır. Haricinin üstünden dünyayı andıracak bütün mallar alınmıştır. Başı açık, gözleri bağlıdır. Rehberin de sol eli omuzuna doğru göğsündedir. Haricinin boynuna tıyg-ı bend denilen bir ip bağlanmış ve bu ipe elin, belin, dilin kilitlendiğini göstermek için üç düğüm atılmıştır. Rehber, dünyanın bütün kirlerinden temizlenmesi için hariciye aptes aldırır. Ellerini yıkatırken, bu eller bundan sonra kimseyi incitmesin, ağzını yıkatırken, bu ağız bundan sonra hiçbir yalan söylemesin, ayaklarını yıkatırken, bu ayaklar bundan sonra doğru yoldan şaşmasın, bir havlu verip yüzünü kurulatırken de, bu ana kadar işlediğin bütün çirkab-ı ma-sivadan yüzünü sil der. Rehber, kapıda, şu terceman"ı okuyarak haricinin içeri girmesi için izin ister: Bismişah, Allah Allah, eli erde, yüzü yerde, özü darda, erenlerin dar-ı mansurunda, Muhammed Ali divanında, Pir huzurunda; boynu bağlı, başı açık, canı kurban, teni terceman, müteehhil ikrarı vermek isteyen falanca adlı bir koç kuzulu kurbanımız var. Erenlerimizin pendü nasihatıyla hareket etmek ister. Hanedan-ı ehl-i beyte tevelld ve teberra kılmak şartıyla pirimiz hünkarımız Hacı Bektaş Veli efendimizin katarına katılmak ister. Getirelim mi, emir mürşidimizin, ne buyrulur, şahım erenler? Bektaşi babası, mahfildeki kardeşlerin oylarını alır ve haricinin içeri girmesine izin verir. Harici, içeriye, üçer adımda bir durup peymançe" ye geçerek girer. Peymançe, henüz doğmamış çocuğun ana karnındaki duruşunu andıran bir duruştur. Mahfilde üç, beş, yedi ve on iki olmak üzere kümelenmiş mumlar yanmaktadır. Rehber, hariciyi, mürşit adı verilen aydınlatıcıya teslim eder. Mürşit, hariciye şöyle seslenir: Ey talip, Hacı Bektaş efendimizin yoluna girmek istiyorsun. Bu yol çetindir, kıldan ince kılıçtan keskindir, melamet yoludur, demirden yaydır. Erenler, gelme gelme, dönme dönme, gelenin malı, dönenin canı buyurmuşlar. Erenlerin nasihatlarıyla hareket edecek kuvveti ve azmi kendinde buluyor musun, ne dersin?.. Talip, mürşidin bu sorusuna: "Allah eyvallah, diye karşılık verir. Mürşit, bu karşılığı alınca şu sözleri söyler: Nefsinle mücadele et, herkese iyilikte bulun, batıla uyma, kudretin varken affet, devletin varken mütevazı ol, kimseden mürüvvet ve insaf bekleme, eline, beline; diline sahip ol, hakikat sırlarını faş etme: Mürşit, bu sözleri söyledikten sonra talibin başına bir taç giydirir, kulağına da şu sözleri fısıldar: Şeriatta üstün varol, tarikattan haberdar ol, marifette payidar ol, hakikatte sabit kadem ol. Bu sözlerin anlamı şudur: Harici şeriattan gelmektedir, tarikata girmiştir, marifet başka bir deyişle, açık anlamların altındaki gizli anlamlar öğrenecek, gerçeğe ulaşacaktır. Bundan sonra rehber, talibi mürşidin önünden alıp öteki makamların önüne götürür. O makamlar da talibe gerekli bilgiyi verirler. Rehber, cümleden cümleye selam ve niyaz!.. diye bağırarak talibi yerine oturtur. Mürşit sol eline bir kap su, sağ eline de bir tutam tuz alır: Halil İbrahim peygamber, Tanrı"ya itaat ederek nefsini Rahmana, malını konuklara, cesedini ateşe, oğlunu kurban olmaya teslim ettiği halde gene de hamdetmekte kusur etmedi. Lanet olsun ahdini bozana!.. diyerek acı tuzu tatlı suya atar ve talibe içirir. Su kabı elden ele dolaşarak bütün erenler birer yudum içerler. Sonunda mürşit de bir yudum içerek, esselam ey hazırun! diye bağırır, işbu kişi teslim oldu ve erenler yoluna niyet kıldı, huzurunuzda suya ve tuza ant verdi ki, yüz döndürmeye, bu yolda ve kapıda ola. Su, bilimi ve bilgeliği (ilim ve hikmeti) tuz da tüzeyi ve erdemi (adalet ve fazileti) göstermektedir. Suyun, yaratıcı ilk unsur olduğunda Tanrı düşüncesiyle insan düşüncesi birleşmektedir. İ.Ö. Vi"ncı yüzyılda filozof Thales ,ilk yaratıcı maddenin su olduğunu söylemişti. İ.S. Vii"nci yüzyılda Kuran, Enbiya suresinde, biz her şeyi sudan yarattık demektedir. |
yobaz roman icin
olaylari saptirmayi da ne güzel biliyorsunuz
isinize geleni islam dan aliyorsunuz isinize gelmeyinide kötülüyorsunuz :)) ya hepsini tam alacaksin yada hic dokunmayacaksin kurana ve allah dostlarin mektubatlarina hatta sana yobaz kelimesinin aciklmasinida yaptim. kim yobaz görüyoruz anten |
Senin ciddiye alınacak bir tarafın yok,
çok ilkelsin hadi başka kapıya.
|
oooooooooo
Emel Algan.. hat ihr kopftuch abgelegt... wieso , weshalb , warum?? und wer ist sie?
wirklich interessant... hier ein link: www.morgenpost.de/content/2005/12/22/politik/800146.html+mein+kopf+geh%C3%B6rt+mir+buch&hl=de&g l=de&ct=clnk&cd=5 |
hangi ateistin sayfasindan kopyaladin
roman hangi atesitin sayfasindan kopyaladin bunlari ?
kafa yoruk kitap okumak isine gelmiyor baskalarindan hirsizlik yapiyorsun birde. son yazdigin yerde en alt kisimda enbiya suresinde ; biz herseyi sudan yarattik. akilli ise bunun aciklamasini yap.zaten tercümesini yazmissin.bende senden tercümenin tercümesini istemiyorum.tercümeinin aciklamasini istiyorum. |
Buda Mevalanadan YOBAZLARA!!!
Mevlana Celaleddin (1207-1273), bir şiirinde şöyle demektedir: Bizim yolumuz, Şu güzelim dünyada yaşamak
yoludur... Bir başka şiirinde de şöyle diyor: Körün ayağına bir engel takıldı, yaygıyı yayan iyi yaymamış dedi. Yaygıyı yayan da, a kör dedi, kimseye suç yükleme; sen tutacağın yolu görmüyorsun. Mevlana"nın öğrencileri arasında Süryanos adında bir de Rum delikanlısı var. Çetrefil lakırdı etmesini beceremeyen, açık sözlü bir genç olacak ki, uluorta konuşmalarından ötürü yakalayıp kadı"nın önüne götürüyorlar. Kadı soruyor: Sen Mevlana"ya tanrı diyormuşsun, doğru mu?.. Süryanos hep o açık sözlülükle: Yalan, diyor, ben Mevlana"ya tanrı demedim, tanrıyı yaratandır dedim. Tanrı benim, ama bunu yıllardır bilmiyordum, bana tanrı olduğumu Mevlana öğretti... Süryanos"u iyice çıldırmış sanarak bırakıyorlar. O da gelip olupbitenleri Mevlana"ya anlatıyor. Mevlana: Kadı"ya deseydin ki, diyor, yazıklar olsun sana, eğer sen de tanrı olamadıysan. Mevlana"ya göre bilgi, insanı öbür varlıklardan üstün kılar. Evrenin bütün varlıkları içinde bilgiye erişmiş olan tek varlık insandır. Her ne kadar evrendeki bütün varlıklar aynı varlığın belirtisiyseler de, insan, bilgisiyle, hepsinin üstündedir. Hacı Bektaş"a göre de her insan, gereken bilgiye erişmiş değildir. Gereken bilgiye erişen insana kutup (değirmen taşının ortasındaki demirin adı) denir. Değirmen taşı nasıl kutbun çevresinde dönerse, evrende öylece kutbun çevresinde dönmektedir. Sayısı pek çok olan bu kutupların içinde de biri vardır ki; tam ve yetkin bir bilgiye erişmiştir, ona da kutuplar kutbu (kutb-ül-aktab) denir. Kutuplar kutbunun bir yanında sağ imam, öbür yanında sol imam oturur (imaman). Bu büyük yöneticiler üçler adını taşırlar. Bunlardan sonra evrenin dört yanını yöneten dört direk gelir (evtad-ı erbaa). Dört direkten sonra gelen rütbe aptallar (abdaller ya da büdela; aptal ve budala sözcüklerinin nereden geldiği de böylelikle anlaşılmış oluyor) rütbesidir. Üçlerden sonra direklerle aptallar, beşler adını alırlar. Bunların altında da yediler, kırklar ve üç yüzler (rükeba, nüceba, nükeba) vardır. Üç yüzler, bir çeşit genel kuruldur. Evren, bu organlarla yönetilir (saltanat-ı ilahiye). |
undddd sowas ist nicht erwähnenswert
sie kann von mir aus auch ihr höschen ablegen oder sich färben... was auch immer....
WIRRRRR sind die dummen die so einen scheiss lesen... ALS OB SIE DAS RAD ERFUNDEN HÄTTE... den selben Satz habe ich letztens bei einer Hochzeit dem besitzer eines Hochzeitsalls gesagt und das vor 1000 leuten.... der war Tillt... der war auch der Meinung das nur in seinem Hochzeitsaal gefilmt und das per Internet das Freunden zugänglich wäre.... Viele Menschen denken das Sie das Rad erfunden hätten.... nicht schlecht... viel mehr sehen die das erste mal einen rad rollen... so wie bei unserem Kopftuchdame |
Islamın Güzel İnsanlarıda vardır!!!
Acı ve yoksulluk çeken geniş halk yığınlarını insan etmek için toplumu düzenlemek gerektiğini ilerisüren bir de
Türk bilgini var: Şeyh Bedreddin (13571420). Şeyh Bedreddin bir Selçuk prensidir, Sultan ii"nci lizeddin Keykavus" un beşinci kuşaktan torunudur. Edirne"nin yakınındaki Simavna kasabasında doğmuştur. Babası Gazi İsrail, Simavna kalesini alan Türk ordusunun kumandanıydı. Kalenin alınışından sonra da Simavna kadısı olmuştur. Bedreddin, Yıldırım Bayezidin Timura yenilmesinden sonra Bayezidin oğlu Musa Çelebi"nin kazaskerliğini yapmıştır. Bayezidin öteki oğlu Mehmet Çelebi, kardeşini ortadan kaldırıp yönetimi tek başına ele alınca (1413) İznik"e sürülmüş, halifelerinin çıkardığı isyanlar sonunda da yakalanarak Serez"de asılmıştır. Serezin Yunanlılara geçişinden sonra Bedreddinin kemikleri bir sandık içinde İstanbul"a getirilerek Topkapı Sarayı Müzesi,"ne konulmuştur. Bedreddinin toplumculuğu, sürgün olarak gönderildiği İznik"te başlıyor. Kendisi, toplumsal düşüncesini şöyle anlatmaktadır: Tanrı, dünyayı yarattı ve insanlara verdi. Şu halde dünyanın toprağı ve bu toprağın bütün ürünleri insanların ortak malıdır. İnsanlar eşit olarak yaratılmışlardır. Birinin mal toplayıp öbürünün aç kalması Tanrı"nın amacına aykırıdır. Ben, senin evinde kendi evim gibi oturabilmeliyim. Sen, benim eşyamı kendi eşyan gibi kullanabilmelisin. Çünkü bütün bunlar hepimiz içindir ve hepimizindir. Tanrı, insanlara akıl verdi. Herkes, Tanrı"yı aklının erdiğince kavrayabilir. Birinin kavrayışı ötekinin kavrayışına benzemeyebilir. Aynı kavrayışta bulunmayanların birbirlerini kınamaları, birbirlerini zorlamaları doğru değildir: Düşünce ve vicdan özgürlüğü, doğal düzenin ürünüdür. Ayrılıklar din adamlarının işleri karıştırmasından doğmuştur. Bunlar ortadan kaldırılırsa bütün dinler bir olur. Hıristiyanların Tanrı"yı kavradıklarını yadsımak dinsizliktir. Onlar da aynı Tanrı"ya tapmaktadırlar. Müslüman, Hıristiyan, Musevi, Mecusi hep aynı Tanrı"nın kuludur. Hepsi kardeştirler. Aralarında sevgi ve saygı olmalıdır. Onların bu sevgi ve saygıları gerçeği yanlışa üstün kılacak, amaç, gürültüsüzce kendiliğinden elde edilecektir. Birbirlerini sevenler ve sayanlar her zaman birleşebilirler. Hükümet, seçimle kurulmalıdır. Ulus, tam bir özgürlük içinde oyunu kullanabilmelidir. Kıyan ve zorba (zalim ve mütegallip) bir hükümetin buyruklarına uymamak gerekir (caizdir). Saray, saltanat, yeniçeri, tekkeler, dervişler hep zorbalığın ürünüdür. Bu zorbalığa boyun eğilmemelidir. Bedreddinin açık seçik maddeciliği, tasavvuf konusundaki düşünceleriyle büsbütün belirmektedir. Örneğin, varsayılan ölüm ötesi (ahret) üstüne hemen bütün tasavvuf bilginleri sustukları, gerçek düşüncelerini açıklamak gücünü, gösteremedikleri halde Şeyh Bedreddin, Varidat adlı yapıtında korkusuzca ve açık yürekle şunları söylemektedir: Ruhlar, maddelerde bulunan güçlerden ibarettir. İnsanı iyiliğe sürükleyen kendi gücü melek, kötülüğe sürükleyen kendi gücü de şeytandır. Bu güçler, sadece insanlarda değil, bütün cisimlerde vardır. Örneğin, bir yağmur tanesi bir neden ve güçle oluşur (teşekkül eder). Yağmur tanesini oluşturan ve tarlaya düşüren güce melek denir. Deccal, Dabbe, Mehdi"nin görünmesi gibi kıyamet belirtileri yüzyıllardan beri boşuna beklenmiştir, bundan sonra da boşuna beklenecektir. Vücut zerreciklerinin bir kez dağıldıktan sonra yeniden bir araya gelmesine ve cesetlerin yeniden dirilmesine (haşrine) imkan yoktur. Her güzel şey cennet, her kötü şey cehennemdir. Kitaplarda tanımlanan cennet ve cehennem bir düşçülük ürünüdür (hayal aleminde tahakkuk etmiştir). Bedreddin, tapınma (ibadet) konusunda da şunları söylemektedir: Tapınma, bütün namazlar ve niyazlar, ahlakın düzeltilmesi, içyüzün arınması içindir. Gerçek tapınmanın hiçbir koşulu, sınırı, biçimi yoktur (yüzünüzü nereye dönerseniz Tanrı oradadır, ayetini hatırlayınız). Tapınma, hangi biçimde yapılırsa yapılsın, Tanrı"nın isteğine uygun olur. Gerçek tasavvufçu, herkesin anlayamadığı şeyleri bildiği halde bunları halka söylemez. Onları meydana apaçık koyarsa öldürüleceğini bilir. Gerçi bu, ikiyüzlülük sayılabilir. Ama dışla için bir ayrılığı olmalıdır. Her inanış, kendi yerinde (mertebesinde) haktır. Gerçek, halka, daha işin başında ve apaçık söylenirse ya yollarını sapıtırlar, ya da gerçeği söyleyeni suçlarlar. Halk ve gerçek, ayrı ayrı gözetilerek, ortalama bir yolla birbirlerine alıştırılabilir. Ama her halde halk, gerçeğe (hakikate) alıştırılmalıdır. Halifelerinden Börklüce Mustafa"yla Torlak Kemalin çıkardıkları isyanlar bastırılıp bağlılarının tümü kılıçtan geçirilince Şeyh Bedreddin, sürgün olarak bulunduğu İznik"ten yola çıkarak Çelebi Sultan Mehmet"in o sırada bulunduğu Serez"e kendi ayağıyla gelmiş ve boynunu ipe uzatmıştır. Tarih şöyle yazıyor: Çelebi Sultan Mehmet, Bedreddini karşısında görünce, yüzünüz neden bu kadar sarardı? diye sormuş. Bedreddin de şu karşılığı vermiş: Güneş, batarken sararır. İNSANIN KENDİSİYLE SAVAŞI. İnsan denilen varlık, kendisiyle savaşmanın mutluluğunu da sezmiştir. Bu savaş, İslam düşüncesinde, Melamilik adı altında yeni bir mutluluk yolu (tarikat) olarak belirmektedir. Arapça melamet sözcüğü, aşağılanma ve hor görülme anlamlarına gelen levm kökünden türetilmiştir (levm sözcüğünün çıkışma, azarlama, serzeniş, sitem gibi başka anlamları da var). Kuran şöyle demektedir: Onlar ki kendilerini hor görenlerin hor görüşlerinden korkmazlar (vellezine layehafune levmete laimün...). Nişabur kentinin Türk Müslümanları, Tanrı"nın bu sözüne tutunarak, yepyeni bir yoldan mutluluğun peşine takılmışlardır. Müslümanlık, henüz üçüncü yüzyılını yaşamaktadır (dokuzuncu yüzyıl). Kuran"ın, ne sözcük, ne de yorumlanmış anlamlarını kurcalamadan, Tanrılık düşünceye karışarak mutluluğa varmaya çalışanlar, insanlıklarını hor görmek ve aşağılamak yolunu tutarlar. Hem kendi kendilerini kınarlar, hem de başkalarının kendilerini kınamasını özlerler. Kendini üstün görmek, böbürlenmek, ikiyüzlülük gibi kötü eğilimler böylelikle ezilecektir. Oysa bu, varılacak bir amaç değil, varılmış bir amaçtır. Bu türlü davranışlar, varılmış amaca uygun davranışlardır. Öğrenilecek ya da öğretilecek bir şey yoktur. Bilmek, bulmak, olmak yeter. Melümilik, bu yüzden, tarikat biçimlerinin ve öğretilerinin her türlüsünden sıyrılmış bir tarikattır. Ne özel giyiti, ne biçimciliği, ne dereceleri, ne törenleri, ne de öğrenilmesi gereken bir yöntemi vardır: Kimi yazarlar, bu nedenlerden ötürü, Melamiliği bir tarikat saymamaktadırlar. Melamilik, kısaca, şöyle tanımlanabilir: Kınanacak davranışlarla tanrısal sevinci duymak düşüncesi. |
olaylari güzel kivirtiyorsun kafir roman
roman senin dinin olmadigi icin sana kafir dememde bir mahsur yoktur degilmi ? yoksa kafir kelimesini bir hakaret olarakmi algiliyorsun ?
herneyse konumuz bu degil bunu yazindan kopyaladim.senin cahilligini ortaya koymak icin. Sen, Muhammet"e inanmış, ona yapışmışsın. Oysa Hıristiyanlar, İsa"yı tutmuştur. bu nasil bir tutmadirki dedigin hiristiyanlar kendi peygamberlerini öldürtüyor. ama müslümanlar ise kendi peygamberleri icin canlarini feda ediyor. simdi kim kime yapismis halde ? bunu geceleim. H.z. muhammed allah tarafindan secilen bir kul ve elcidir. buna h.z. isa da dahil simdi gelelim asil meseleye. h.z. isa aleyhisselamdan sonra gelen en önemli kisi kim ? vatikanda oturan papa.isayi temsil ediyormus :)) yani bir tanrilik tasliyor :)) roman sana ne diyecegim. ilk önce seni kutsuyorum ve h.z. seni benim serrimden kiyamete kadar korusun amin. haftaya da seninle kilisey gideriz papanin yanina nede olsa o tanri günahlarini affeder :)) ama islamda araci yoktur.insan direk allah yönelir ve yaradan dan islemis oldugu günahlarin bagislanmasini ve affini istiye biliyor. hiristiyanliktaki gibi araci yok. papazlar isa yi temsil ediyoruz diye tanrilik tasliya biliyorlar. |
Alle Zeitangaben in WEZ +2. Es ist jetzt 22:59 Uhr. |