![]() |
Evet Uzayda yamadigimiz icin
Dünyada olan ve barisa yönelik calisan SPD yi secin.......
Ancak iyi bir dünyevi yönetimle Ahiret icin Salih Ameller kazanilir... :))) |
ulan puscht götlalesi
ilkel yobaz koministi daha dün kominizmi savunan bugünse cagdasim diyen göt sana cok oldun demistim bak küfür etme fena olursun
kominist leri burda arka cikanlari unutmadik hadiii ordannn ilkel yobaz takimi seni |
Biz maneviyatimizi ygulamaya devam...
edelim, bana yeter ;)
buyrun, meydan sizin... tebessüm den baska bi sey gösteremem... |
MILLI MÜCADELENIN ASLI
ANADOLU KADINI, MILLI MÜCADELENIN ASLI
UNSURLARINDANDI!.. Osmanli Imparatorluguna ait topraklarin paylasilmasina yönelik olarak, emperyalist ülkelerce Anadolu"nun çesitli bölgelerinin isgal edilmesine karsi verilen mücadelede, Anadolu Kadinin bu mücadelede oynadigi rolü göz ardi etmek, bu mücadelenin anlasilmamasi ya da eksik anlasilmasi anlamina gelir. Bilindigi gibi bu ülke, bu yüz yilin baslarindan itibaren Ingilizler, Fransizlar, Italyanlar, Yunanlar ve Ermeniler tarafindan isgal edilmisti. Hilafetin bulundugu merkez Istanbul da isgal altindaydi. Ancak bütün bu olumsuzluklara ragmen kadiniyla, erkegiyle, genciyle, ihtiyariyla ve hatta çocuguyla organizeli, birbirinden haberli olmasa da, -Mustafa Kemal henüz Padisah tarafindan görevlendirilmemisti bile- bu isgali sona erdirmek için, Anadolu bütünüyle adeta ayaga kalkmisti. Kadinlar yaptiklari mitinglerle -özellikle de Sultanahmet Meydani"nda H. Edip Adivar"in konustugu miting- bir taraftan kendileri fiilen mücadeleye katiliyorlardi, bir taraftan da top yekun bütün bir halk, bu mücadelenin saflarina katilmaya davet ediliyordu. Iste bu amaçla kadinlar mücadelelerini daha organizeli yapmak için, ülkenin çesitli bölgelerinde çesitli isimler altinda kurduklari cemiyetler halinde örgütleniyorlardi; bunlarin arasinda yaygin olarak örgütlenen ve birçok ilde subelerini de açan Anadolu Kadinlari Müdafaa-i Vatan Cemiyeti de vardi. Böylesine kutsal bir mücadelede Anadolu kadini, sadece ordunun yardimci hizmetlerine katkida bulunmakla yetinmemis, mücadelenin her safhasinda yer alarak, baska ülke-lerde benzeri olmayan kahramanliklar sergilemistir. Anadolu kadini, yerine göre, cephe gerisinde cephaneyi, yaralanan milisi/askeri, hastalanan hastayi ve ikmal maddelerini sirtinda ya da kagnilarda tasirken, yerine göre de elinde silahi ile gönüllü olarak cepheden cepheye kosarak milis kuvvetleri ile birlikte savasa katilmistir. Hilafetin ve ülkenin kurtarilmasi için bu savaslarda, isimleri bilinenlerin haricinde, çok sayida isimsiz kahraman Anadolu kadini gençligin baharinda iken sehit olmustur. Çünkü, basta Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi"nin fetvasi olmak üzere bir çok fetva onlar için vazgeçilemez olan bir kutsal hedefi gösteriyordu ki o da; ya sehit olmak ya da gazi olmakti. Denizli Müftüsü fetvasinda söyle diyordu; "...Bizler simdiye kadar esir yasamadik ve yasamayiz. Silahimiz yoksa sapan tasiyla düsmana karsi çikmak ve onu tepelemek her Türk ve Müslümana farz-i ayndir. Fetva veriyorum..." Iste bu fetvalar dogrultusunda Anadolu insani; kadini ile erkegiyle, müstevli devletlere karsi adeta ayaga kalkmisti. Nitekim bu kadinlardan, "Gördesli Makbule Hanim 1921"de, evlendikten hemen sonra kocasiyla birlikte bir çete örgütlemisti. Bu çete, birkaç ay boyunca düsmani hayli hirpaladi. Gördesli Makbule Hanim savas alaninda sehit düstü." Yine, Tayyar Rahmiye Hanim Güney cephesinde 9. Tümene bagli bir gönüllüler müfrezesine komuta ediyordu. Bu müfreze, 1 Temmuz 1920"de Osmaniye"deki Fransiz müstahkem mevki karargahina saldirma buyrugunu aldi. Tayyar Rahmiye Hanim, buranin ele geçirilmesinden az bir süre önce can verdi." Yine, "Anlatildigina göre, bir Türk kadini sirtinda çocuguyla cepheye, bir araba dolusu mühimmat ve cephane götürmektedir. Yagmur yagmaya baslayinca, cephaneler islanmasin diye çocugunu sardigi örtüyü hemen çikarip cephanelerin üzerine örter. Iki öküzün çektigi arabada, siperlere erzak tasimakla görevli bir kadinin öyküsü de, sik sik dile getirilir; Öküzlerden biri düsman kursunlariyla agir yaralanir. Kadin ve yanindaki iki çocugu öküzün yerine kosularak arabayi çekmeye devam ederler. Sirtlarinda süt bebekleriyle, cepheye yiyecek-içecek tasiyan kadinlarin öyküleri de anlatilan ilginç olaylardandir. Gene, Sakarya savaslari sirasinda, 23 Agustos 1922"de cepheye cephane tasiyan konvoydaki hamile bir kadin, dogum yapar. Hemen cephe gerisine göndermek isterler; fakat o reddeder: "Ben bunlari nasil birakirim? Ordu cephane bekliyor." Iste, Anadolu kadini; gerektigi zaman çocuguna analik, kocasina eslik, gerektigi zaman da savasta en ön saflarda savasarak sehit düsmenin ne kadar kutsal oldugunu bilecek kadar inanç sahibi idi. Mustafa Kemal de 21 Mart 1923"te Konya"da Kizilay"in kadin kollarina hitap ederken, Anadolu kadinini söyle degerlendirmektedir; "...Çift süren, tarlayi eken, ormandan odun, kereste getiren, mahsülati (ürünleri) pazara götürerek paraya kalbeden (çeviren), aile ocaklarinin dumanini tüttüren, bütün bunlarla beraber sirtiyla, kagnisiyla, kucagindaki yavrusu ile, yagmur demeyip, sicak-soguk demeyip, cephenin mühimmatini (savas gereçlerini) tasiyan hep onlar, hep o ulvi (yüce), o fedakâr, o ilahi Anadolu kadinlari olmustur..." Dolayisiyla, Anadolu"nun bu rolünü -kadini ile erkegiyle- göz ardi ederek Milli Mücadelenin kazanilmasini "tek kisi"nin kahramanligina ya da dehasina baglayarak anlatanlar, Milli Mücadeleyi kazanan ruhu anlayamayanlardir. Anadolu insani; kadini ile erkegi ile, genci ile ihtiyari ile, bütün olumsuzluklara ragmen, "cihad" askiyla; "ya sehid, ya da gazi" olma suuruyla dis düsmani ülkeden kovmak için can siperane savasmislardi. Bu bitmez tükenmez savaslar dolayisiyla Anadolu insani, yorgun düsmenin yaninda gün be gün yoksullasmisti da. Ama onlar için yoksullasmak önemli degildi; önemli olan ülkenin ve istila edilen Islam topraklarinin "gavur"dan kurtarilarak, temizlenmesiydi. Nitekim, Izmir"in Yunanlilar tarafindan isgaline mukavemet edilmemesini isteyen Izmir Valisi Ahmed Izzet Bey"e karsi "Vali bey! Bu, kanimla kirmiziya boyanabilir. Fakat alnimda Yunan alçagini sükunet ve tevekülle karsilamis olmanin karasi oldugu halde huzuru ilahiye çikamam" diyen Izmir Müftüsü Rahmetullah Efendi1 ile "Kalesinde bayragi dalgalanmayan esir bir ülkede Cuma namazi kilinmaz"2 diyen bir baska Hocaefendi"nin konusmasinda belirttigi sözler, bu temizlik harekatinda atilan ilk kursunlardi!.. Çünkü, onlar için ilk ve son hedef; "ya istiklal, ya ölümdü." Bu nedenle, Anadolu"nun inançli insani, cani dahil, varini yogunu düsmani bu ülkeden kovmak için ortaya koydugundan, yiyecegi ekmegi giyecegi elbisesi bile kalmamisti. Ve, Anadolu Köylüsü fakirlestikçe fakirlesmisti! Bu durumu Zekeriya Sertel hatiralarini yazdigi kitabinda söyle anlatiyor; "... Önce bir kitlik basladi. Bu kitlik yildan yila artti. Yillarca çamur gibi kara ekmek baslica gidamiz oldu. Genis halk yiginlari yiyecek sey bulamiyordu. Çocuklar sütsüz, hastalar ilaçsiz, insanlar ekmeksiz kaldi..."3 Kitabinin bir baska sahifede ise; "Ankara"ya gelen köylülerin bir kismi burada açikta yasarlardi, hayvanlari ve çoluk çocuklariyla beraber. Hayvanlari bir kenara bagli-yor, yere yirtik pirtik bir seyler açiyor, günü geceyi onlarin üzerinde geçiriyorlardi. Köylülerin arabalari ve hayvanlariyla sehre girmeleri yasak edilmisti. Üstleri baslari yamadan görünmüyor, renkleri topraktan ve kilden anlasilmiyordu. Yasayislari fakirce olmaktan da asagiydi. Hani istatistiklerde asgari yasayis seviyesi diye bir deyim vardir. Bunlar bu yasayis seviyesinin altindaydilar. Eger buna yasamak demek dogruysa... Arada sirada yanlarina giderdim. Baska bir dünyadan gelmis bir yaratiklar gibiydiler. Ben sefaletin bu kadar koyusunu, bu kadar elle tutulanini görmemistim. Oysa, bu büyük kurtulus savasini onlar yasamislardi. Su yirtik kirli paçavralar içinde vücutlarini örtmeye çalisan kadinlar, cepheye sirtlarinda mermi tasimislardi. Anadolu"nun kesin gerçegi buydu."4 Iste, yerine göre cephede en önde savasan ve yerine göre de cephe gerisinde cep-heye cephaneyi sirtinda tasiyan Anadolu"nun cefakar insaninin durumu böyle içler acisiyken; Istanbul ve Izmir"de yasayan küçük bir azinligin -ki bunlarin arasinda Mustafa Kemal"in evlendigi Latife Hanimin ailesi (Usakizade Muammer Beyin ailesi) de vardi- savastan ve savasin getirdigi yoksulluktan habersiz debdebe içinde yasiyordu. Bu küçük mutlu azinligin arasinda karaborsacilik, yolsuzluk ve rüsvet almis yürümüstü. Ittihatçilara bagli olan imtiyazlilar ise, sonsuz servetler yapmislardi. Bunlar, aç kalmis halkin sefaletiyle alay eder gibi isi safahata vurmuslardi. Apartmanlar kurmuslar, barlarda ve eglence yerlerinde artistlerin sigaralarini binlik banknotlarla yakip egleniyorlardi. Sarap ve sampanyadan nehirler akitiyorlardi. Üstelik bütün bu pisliklerini, vurdumduymazliklarini aç halkin gözü önünde yapiyorlardi.5 Görüldügü gibi, Milli Mücadele Anadolu insanini yorgun düsürüp fakirlestirirken, büyük kentlerde yasayan bu, bir avuç mutlu azinligi ise zenginlestirmisti. Bir taraftan, Anadolu"nun inançli insani "gavur" olarak bildikleri düsmanlari cani, kani pahasina yurdunda atmaya çalisirken, diger taraftan da dönemin kimi tüccari, mütegallibesi, bürokrati ve toprak agasi ise "paranin milliyeti olmaz" sözünü dogrulatircasina, "giden agam, gelen pasam" mantigi ile müstevli güçleri sevinçle karsilamaktaydi. Hatta "esrafin gözünde, yabanci ordular, anarsiyi sona erdirip sermayeye yeniden güven saglayan kurtaricilardi. Izmir ve Ege havalisinde terzilere, Yunan bayraklari siparis edilmekte; bazi bölgelerde karsilama törenleri hazirlanmakta, "bizi kurtarin" yollu çagrilar yapilmaktaydi."6 Bunlar, Anadolu insani fakirlesirken zenginlesen insanlardi; savas zenginleriydi. Ülkenin isgal edilmesi, ülke zenginliklerinin tarumar edilmesi bunlarin umurunda degildi. Bunlar için önemli olan, baskalarinin egemenliginde bile olsa, kendi zevk ve sefalarinin devam etmesi idi. Dolaysiyla, ülkenin Ingiliz ya da Amerikan veyahut Fransiz tarafindan isgal edilmesi bunlari hiç üzmezdi. Zaten, mandaciligi ya da büyük bir devletin himayesine girerek kurtulmak isteyenler de yine bu küçük mutlu azinlik idi. Nitekim; "... Ingiliz Ticaret Odasi da, Times gazetesine gönderdigi bir telgrafta, "Sehrin Yunanlilara verilmesinin felaketlere yol açacagini" belirttikten sonra, "Hristiyan ahali kadar, Türk halkinca da bir Ingiliz, Amerikan veya Fransiz himayesinin sevinçle karsilanacagini" ileri sürmektedir. Bu muhalefete ragmen, Yunan isgali gerçeklesmis ve kompradorlar, nihayet yine de Ingilizlerin egemenliginde bulunan Yunan yönetimine intibak etmislerdir. Gerçi Yunan isgali kanli ve yagmaci olmustur... Yunanlilarin kulaklari çekilerek bu hareketler önlenmis ve kompradorlar faaliyetlerini, Kurtulus Savasi"ndan habersiz sürdürmüslerdir. Kompradorlarin bir kurtulus savasi verildiginden haberleri, ancak Izmir"de Türk süvarilerinin nal sesleri isitilince olacaktir. (...) Otel Naim"in taraçasinda ay isiginda dansli aksam yemekleri veriliyor, Sporting Clup"de bir Italyan grubu Rigoletto ve Traviata"yi oynuyor, kahvelerde karartma saatine kadar gitarlar çalinip sarkilar söyleniyor, garsonlar müsterilere serbet, nargilelere küçük kor parçaciklari tasiyip duruyorlardi." (...) "Istanbul"da da durum farkli degildi: "Trakya"ya gitmek üzere Istanbul"a gelen bir milliyetçi jandarma birligi, sokaklardan geçerken alkislarla karsilandi. Yabancilarla Löventenler gözden uzak duruyor, milliyetçilerin bu cakasinin bir saman alevi gibi parlayip sönecegini, sonra her seyin yine eskisi gibi olacagini düsünerek, kendilerini avutuyorlardi."7 Anadolu Köylüsünün aç olmasi, yoksullasmasi bunlarin umurunda degildi; hatta ülkenin tamaminin "gavur çizmeleri" altina girerek istila edilmesi de bunlari fazla ilgilendirmiyordu. Bunlar için önemli olan yasadiklari o süfli, igrenç ve pespaye hayatin devam etmesiydi. Ne yazik ki, zaferden (ne kadar zafer denilebilir, o ayri bir tartisma konusudur.) sonra da ülkenin itibar edilen, önlerinde dügme iliklenerek saygi ile egilinen insanlar da yine bunlar oldu. Yani Anadolu"nun o inançli, o cefakar insani "gavur"u kendi ülkesinden bütün sikintilara ragmen kovmustu ama ne yazik ki, kovulan o "gavurlarin" yerine, Anadolu insaninin inanci ile, yasantisi ile, Anadolu insanina bakisi ile o "gavurlari" aratmayacaklar gelmisti. Ancak, bunlarla savasmak, o "gavur" bildikleri dis düsmanla savasmak kadar kolay olmayacakti. Nitekim olmamisti da!.. Cumhuriyetin Ilani ile Birlikte Anadolu Kadini da Unutulmustu!.. Osmanli Imparatorlugu"nun geri kalan topraklarinin da müstevli devletler tarafindan isgal edilmesinden sonra baslatilan Milli Mücadelede erkeklerin yaninda kadinlar da yogun bir biçimde yer almislardi. Kadinlarin Milli Mücadeleye katilimi baslangiçta protesto mitingleriyle baslamis, mücadelenin ileri ki dönemlerde ise cephede ve cephe gerisinde görev almalarla devam etmisti. Kadinlar, bu tür faaliyetlerin yaninda, ayrica Anadolu"nun çesitli bölgelerinde baslayan örgütlenme faaliyetlerine de etkin olarak katilmislardir. Nitekim kadinlar tarafindan, "5 Kasim 1919"da Sivas"ta Anadolu Kadinlari Müdafaa-i Vatan Cemiyeti kurulur. Cemiyetin 11 maddelik kurulus tüzügü 1. Maddesinde Sivas merkezine bagli yerel ve bagimsiz subelerin kurulmasini öngörür. 2. Maddede "mütarekenin imza tarihinde elimizde kalan ve çogunlugunu müslümanlarin teskil ettigi Osmanli topraklarinin bir bütün oldugu, parçalanamayacagi" ilkesi benimsenmektedir... 4. Madde, dogal ve faal üyelerin kimler oldugunu saptamaktadir. Buna göre tüm "Islam hanimlari" dernegin dogal üyesi kabul edilmektedir... Amasya, Kayseri, Nigde, Erzincan, Burdur, Pinar Hisar, Konya, Denizli, Kastamonu ve Kangal"da subeler kurulur..."8 1919 yilinda kadinlarin bilfiil üyesi olduklari derneklerin sayisi 19"u bulmustu.9 Milli Mücadelenin ilk dönemlerinde faaliyet gösteren bu tür kadin derneklerinin amaci ülkenin düsmandan kurtarilmasi idi. Amaç, bütün dünyaya Halide Edip Adivar"in da belirttigi gibi "insanlarin kardesligini ve barisini ifade eden Islamiyetin de, Türkiye, zulme ugramis milletin de ebedi" oldugunu göstermekti.10 Bu nedenle de, kadinlar kendileri için siyasal hak talebini baslangiçta gündeme getirmemislerdi. Ancak, Cumhuriyetin ilan edilmesi ile birlikte kadinlarin da kendilerine siyasal haklarin verilmesi için bir takim çalismalarda bulunduklari görülmektedir. Kadinlara seçme ve seçilme haklari dahil bir takim siyasal haklarin verilmesi için faaliyette bulunan örgütlenmelerin basinda ise 1924 yilinda kurulan Türk Kadinlar Birligi gelmekteydi. Ancak, bu Birlik, bir taraftan siyasi haklari elde etmek için çaba sarfederken, diger yandan da "zamanin çok özel kosullari nedeniyle ve kurulusuna karsi çikabilecek engelleri önlemek için, siyasal nitelikli tüm maddeleri tüzügünden çikarmaya karar vermis"11 olmasi gibi bir çeliski, ülkenin yönetimini tek basina ele geçiren Mustafa Kemal"in hiçbir muhalefete tahammül etmemesinden kaynaklanmaktaydi. Zaten yerel yönetimler de, merkezi hükümet de henüz zamani gelmedigi için kadinlara siyasal haklarin verilmesini reddediyordu. Çünkü, ülke ve ülke insanlari için neyin uygun oldugu, neyin de uygun olmadigina en iyi karar veren "tekçi" irade, henüz kadinlara siyasal haklarin verilmesini uygun bulmuyordu. Ancak buna ragmen, 1927 yilinin Mart ayinda Türk Kadin Birligi"nin Istanbul"da yaptigi "kongrede oturumlara baskanlik eden Nezihe Muhittin Hanim çalismalar sirasinda, kadinlar için oy hakki ve onlarin yerel seçimlere katilmalarini istiyordu. Bunun için yapilmak istenen tüzük degisikligine karsi çikan ve kadinlarin görevlerinin esas olarak çocuk dogurmak ve yetistirmek oldugunu ileri süren Istanbul Valisi ise, onlarin ne siyasal haklara sahip olmalarini, ne de kamu görevi yapmalarini uygun buluyordu... Ayni yil içinde, yapilmasi beklenen seçimler Kadinlar Birligi"nin istemlerini yogunlastirmasina neden oldu. Dernegin baskani söyle diyordu: "Devrimleri doguran, çabalar ve savasimdir. Biz de, seçimden seçime her yurttas gibi haklarimizi alacagimiz güne degin savasmayi sürdürecegiz. Yasalar, er geç toplumsal yasamin gereklerine uymak zorundadirlar."12 Kadinlar Birligi yetkilileri, ülke yönetimini zorla ele geçiren bu "tekçi" iradeye meydan okurcasina bu tür konusmalara devam ediyordu. Ancak, belirli bir süre sonra bu tür konusmalar, "tekçi" iradenin hosuna gitmeyecek ve Kadinlara yönelik bir takim müeyyidelerin konmasina neden olacakti. Nitekim bu Birlik adina yapilan bir baska konusmada, "Biz, seçim haklarimizi elde etmeye dayali olan idealimizden vazgeçmis degiliz. Zira bundan vazgeçersek dernegimizin hiçbir var olus nedeni kalmaz. Davamizin zaferi için ölünceye kadar çalisacagiz. Bizim yasamimiz buna yetmezse hiç olmazsa bizden sonra gelenler için ortaligi temizlemis oluruz "deniyordu. Ancak bu konusma bardagi tasiran son konusma oldu. Çünkü, bu tür konusmalar "tekçi" iradenin ortak kabul etmez egemenligine saldiri anlami tasiyordu. Iste bu "tekçi" iradenin buna tahammül etmesi mümkün degildi. Ve, bu tür konusmalari sona erdirmek için, o "bildik" senaryolar devreye sokuldu. Nitekim, çesitli ayak oyunlari neticesinde, "(...) 1927 Eylül"ünde, dernek içinde bir bölünme oldu... Polis dernek merkezinde arama yapti, "idari usulsüzlük" gerekçesiyle de kayitlarini mühürledi. Gerçekte, bu önlemlerin gerisindeki gerekçe, dernegin ve dernek sorumlularinin çok asiri bulunan istekleriydi. Türk Kadinlar Birligi"nin seçimler sirasindaki istemlerini hiç de olumlu karsilamayan pek çok gazete Birlik yönetim kurulunun dagitilmasi kararindan çok se-vinç duydular..." 13 Egemen iradenin kadinlara herhangi bir hak vermeyecegi ta 1924"lü yillardaki uygulamalardan anlasilmaktaydi. Çünkü, muha-liflerin tamamen ayiklandigi ve üyelerinin tek basina Mustafa Kemal tarafindan atanan meclis bile kadinlara istenilen haklari vermeyi kabul etmemisti. "2. Meclisin 2. Yilinda 13. Toplantida 1924 Anayasasi üzerine yapilan tartismalar sirasinda 10. Madde "her Türk, milletvekili seçimine katilmak hakkina sahiptir" maddesi tartisilirken söz alan bazi milletvekilleri, "Türk vatandaslarinin" kadinlari da içerdigini savunmuslar hatta bunu açikça belirtmek üzere madde degisikligi önermisler fakat bu öneri kabul edilmemis ve tartismalar sonunda madde, komisyonun önerisinden daha kati bir sekle bürünerek " "Her Erkek Türk" seklinde degisti-rilmistir" deniyor. Tezer Taskiran"dan aktarildigi belirtilen dipnotta ise "Bu tartismalarda göze çarpan birkaç ilginç nokta var. Kadinlarin seçme, seçilme haklarinin en atesli savunucusu görünen Recep (Peker) Bey"dir. Oysa sonradan milletvekili seçme seçilme yasasini 1934"e kadar geciktirenler arasinda Recep Beyin de bulundugu anlasiliyor"14 denilmektedir. Bugün kadinlara siyasal haklarin Mustafa Kemal tarafindan verildigini övünerek anlatan Kemalistlerin basörtülü Müslümanlara karsi takindiklari tavrin nereden kaynaklandigi daha iyi anlasilmiyor mu? Bu olaylar, bir taraftan kadin haklari sampiyonlugu yapan, öbür taraftan da kendileri disindaki kadinlari insan yerine bile koymayan marjinallesmis (Sirin Tekeli"nin deyimiyle) tören derneklerinin iki yüzlülüklerinin de nereye dayandigini göstermesi bakimindan ilginç degil mi? |
PARAMPARÇA OLURDU
AHMED HULÛSİ
16 Eylül 2005 “Adamda dağ gibi benlik var!” sözünü duymuşunuzdur mutlaka!. “Dağ” ismiyle çok büyük ve kuvvetli benlik kavramı özdeşleştirilmiştir insanlarda!. Benlik, ego, nefsaniyet; hep aynı anlama işaret eden kelimeler... “BEN” der, başka şey demez!... Öyle büyük dağdır ki, küçük dağları o yaratmıştır sanki!. İşte böyle bir bilincin tasviri, “dağ”! “Benlik günahı kuşatmış dağ gibi seni...” mısraı da buna işaret eder!.. Ama buradaki anlam, biraz daha farklıdır yukarıda söz ettiğimizden!. Buradaki kasıt, kişinin kendi nefsine tanrılık pâyesi vermesi; ismi “Allah” olan yanısıra nefsini var kabul etmesi anlamındadır. İşte bu anlayışlarda olanları uyarmak isteyen çok önemli bir işaret vardır Allah Rasûlüne vahiy olan Kitap’taki Haşr Sûresi’nin son üç âyetinde. “Eeee, ne var bunda!. İşte, Kur’ân o kadar azametli kitap ki, dağa bile inse, dağ paramparça olurmuş; ama insan bunun farkında değil işte!!!.” Demeyin lütfen sakın!. “Eğer inzâl etseydik (bilincinde açığa çıkarsaydık) bu Kur’ân’ı(n ihtiva ettiği anlamı) dağ gibi benlik sahibine, (kavrayacağı Hakikatin oluşturacağı) haşyet ile benliği paramparça olmuş görürdün onu!.. Bu misâlleri insanlara, üzerinde tefekkür etsinler diye veriyoruz!..” (Haşr:21) Bu âyetin anlam çevirisi bize göre böyle!. Oysa bu âyetin, dağın tepesine indirilebilecek bir Kur’ân’dan söz ettiğine inananlar çok! “Ötemizde gökte tanrı var” yanılgısından arınamadıysan, konu böyle de... İsmi, “Allah” olanı açıklayan “İhlâs Sûresi”nde anlatılan anlamı doğru kabul ediyorsak, konumuz o zaman ne olur? Dağ gibi benliği, kavrandığı takdirde paramparça edip silip atacak; insanın bilincini dehşete düşürüp şaşkın hâle getirecek o muazzam hakikat nedir acaba? Bunu nasıl anlayabiliriz? Bundan önceki yazılarımızı okumuş olanlar bilirler ki... Zâtı itibariyle mutlak gayb (bilinmez) olan “Allah”; Rubûbiyet işlevi ile, varlığın tüm mertebelerinde, sıfat ve isimlerinin özelliklerini açığa çıkartarak sayısız varlıklar, türler yaratmış; hem bunları hem de fiillerini halk etmiştir!. “Siz’leri ve fiîllerinizi halk etmiştir!” (Saffat:96) “Siz”leri kelimesinin işareti, ehlullah indinde, “isimlerinizi” demektir!.. Müsemma ise, yalnızca O’nun sıfat ve esmâsının terkip şeklinde fiîller âlemindeki açığa çıkışıdır!. Her birim, yalnızca O’nunla Hay (diri) ve Kayyum’dur (hayatı kâim)! Her birimden, her an açığa çıkan her oluşum, yalnızca, kendisini meydana getiren Allah isimleri bileşiminin terkip şeklinde o andaki dışa vurumudur!. İş böyle olunca... Bu durum gösterir ki, birime dayalı bir özellikten söz edildiğinde, gerçekte, birim ismi ardındaki esmanın ef’âl âleminde (fiiller boyutunda) ortaya çıkışından söz edilmek istenmektedir. Burada şunu da fark edelim ki... Yaradılış noktasında başlayarak, tüm birimlerin oluşumunda, aynı mertebeler ve boyutlar mevcuttur. Varlık katmanlar şeklinde tüm yaratılmışlarda mevcuttur. Bunu tarif için ister dinî mecazları kullanın ister bilimsel deyimler, sonuç hep aynı gerçeği vurgular. Birinde mevcut olan boyut, hepsinde aynı şekilde mevcuttur. Fark, açığa çıkanların farklarıdır. Öyle ise bu da bize şunu fark ettirir ki... “Zerre küllün aynasıdır” işâreti ile, Allah Rasûlü aleyhisselâmın bize hibesi, sırlar sarayının anahtarı değil, maymuncuğudur!. Öyle bir maymuncuk ki; sadece dış kapıyı açan anahtar değil; ehli elindeyse, tüm hazine odalarının kapısını açan bir maymuncuktur!. Sonra yolumuza devam etmek üzere, bir süre burada soluk alıp, bu arada şu Allah Rasûlü uyarılarını hatırlayalım: “Rasùlullah salla’llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: -Allah’ın yüzden bir eksik, 99 ismi vardır. Her kim bunları ihsâ ederse Cennet’e girer... 1.Hu vallahulleziy lâ ilâhe illâ Hu, 2.Rahman, 3.Rahîym, 4.Melîk, 5.Kuddûs, 6.Selâm, 7.Mü’min, 8.Müheymin, 9. Azîz, 10.Cebbâr, 11.Mütekebbir, 12.Hâlik, 13.Bâri, 14.Musavvir, 15.Ğaffar, 16.Kahhar, 17.Vahhab, 18.Rezzâk, 19.Fettah, 20.Alîm, 21.Kaabız, 22.Bâsıt, 23.Hafıd, 24.Râfi, 25.Muizz, 26.Muzill, 27.Semi, 28.Basir, 29.Hakem, 30.Adl, 31.Lâtif, 32.Habîr, 33.Halîm, 34.Azîm, 35.Gafûr, 36.Şekûr, 37.Âliyy, 38.Kebîr, 39.Hafîz, 40.Mukit, 41.Hasîb, 42.Celîl, 43.Kerîm, 44.Rakîb, 45.Mucîb, 46.Vasî, 47.Hakim, 48.Vedûd, 49.Macîd, 50.Bâis, 51.Şehîd, 52.Hakk, 53.Vekîl, 54.Kaviyy, 55.Metin, 56.Veliy, 57.Hamid, 58.Muhsî, 59.Mubdî, 60.Muîd, 61.Muhyî, 62.Mumît, 63.Hayy, 64.Kayyum, 65.Vâcid, 66.Macîd, 67.Vâhidül Ahad, 68.Sâmed, 69.Kaadir, 70.Muktedir, 71.Mukaddim, 72.Muahhir, 73.Evvel, 74.Âhir, 75.Zâhir, 76.Bâtın, 77.Vâli, 78.Müteâli, 79.Berr, 80.Tevvab, 81.Muntakim, 82.Afuvv, 83.Raûf, 84.Mâlik-el mülk, 85.Zül Celâl-i vel ikrâm, 86.Muksıt, 87.Câmi, 88.Ğani, 89.Muğnî, 90.Mâni, 91.Dârr, 92.Nâfi, 93.Nûr, 94.Hâdi, 95.Bedî, 96.Bâki, 97.Vâris, 98.Reşîd, 99.Sabûr, (celle celâluhü).” Bu uyarıda anahtar “İHS” kelimesidir!. Bazılarının yetersiz tercümesi olan “ezberleyip tekrarlamak” diye çevrilmesine karşın; “İHS” kelimesinin esas manası, “bu isimlerin işaret ettiği anlamlarını bilmek, bu anlamların kendinde ve tüm birimlerde açığa çıkışını müşahede etmektir”. Bu da sonuçta insanı, benliğinden arındırıp, “ALLAH ahlâkıyla ahlâklı olduğu”nu fark etmeye ulaştırır!. Bu kavrayışta da, dağ gibi benlik paramparça olur!. “Bâkî Allah”tır!. Ezelden Ebede bu böyledir!. Yok (fâni) yoktur; Bâkî, ezelden ebede Bâkî’dir! Şimdi yukarıdaki Rasûlullah aleyhisselâm cümlesine dikkat!. “......kim bunları İHS ederse cennete girer!” deniyor!. Arada, “kıyâmetten sonra” uyarması yok!. Bu isimlerin anlamlarının kendinde açığa çıkış mertebesini ve açığa çıkış sistemini ve dahi bunun nihâî anlamının ne demek olduğunu fark edip yaşamanın; insanı cehennemden (çeşitli nedenlerle yanmadan) çıkarıp onu cennete (huzur ve mutluluğa) erdireceğini söylüyor!. İman eden kendine etmiştir!. Küfr eden kendine etmektedir!. İman da gaybına, hakikatinedir! Küfr (inkâr, gerçeği örtmek) de gaybına, hakikatinedir! Çünkü, “Hakikat” mertebesinde (boyutunda) var olan, yalnızca O’nun sıfat ve isimlerinin işâret ettiği anlamlardır!. Evet bir solukluk bu mütaalâdan sonra, kaldığımız yerden düşünsel yolculuğumuza devam edelim... Bakın Allah Rasûlü Muhammed Mustafa aleyhisselâm ne diyor Haşr Sûresinin son üç âyeti hakkında: “Her kim sabahleyin üç kere, ‘euzü “B”-illahi’s Semî’il Alîmi min-eş-şeytân-ir-raciym’ deyip Sûre-i Haşr’ın son üç âyetini OKUrsa, Allahu Teâlâ ona yetmiş bin melek (kuvve) müvekkel kılar; akşama kadar ona salâvat getirirler; eğer o gün ölürse ŞEHÎD (sahne şehiti değil, Allah için bedeninden geçmek amacıyla ölümü göze almış kişi) olarak vefat eder... Onları akşam OKUyan da aynı durumdadır (sabaha kadar).” “OKU”nması bu derece değerli ve önemli; getirisi, akılları hayrete ve haşyete düşürüp, anlamın fark edilmesi hâlinde, dağ gibi benlikleri paramparça edecek olan Haşr Sûresi son üç âyetinde neye işâret ediliyor acaba?.. Niçin bu kadar büyük önem verilmiş bu âyetlerin anlamına? Bizim anladıklarımızdan, yazabileceğimiz kadarıyla: “O (ismi) ALLAH olan ki, tanrısallık yoktur hüviyet (benlik sahibi) O’dur!.. Âlim’dir (tüm incelikleriyle ne olup bittiğini bilendir) algılanabilen ve algılanamayan her boyutta. Rahman ve Rahîym O’dur (hakikatinde). O (ismi) ALLAH olan ki, tanrısallık yoktur hüviyet (benlik sahibi) O’dur!.. Melîk (hükmeden), Kuddûs (saf, arı, orijini değişmemiş), Selâm (varlık kendine teslim olmuş), Mü’min (gayba imanı açığa çıkarıp tereddüt ve şüpheyi yok eden), Müheymin (farkındalığı dışında hiçbir şey olmayan), Azîz (dilediğini yapan, misli olmayan), Cebbâr (yaratmış olduğu sistem sonucu dilediğini karşı konulmaz şekilde açığa çıkaran), Mütekebbir (kibriyâ, benlik sahibi)... ismi “ALLAH” olan şirk koşulmasından beridir (yalnızca şirk koştuğunu sanan olabilir!)... O (ismi) ALLAH olan ki, tanrısallık yoktur hüviyet (benlik sahibi) O’dur!.. HUviyet sahibi, Allah ismiyle anılan Hâlik (esmâsıyla-isimlerinin özellikleriyle) “yok”u var kılarak her şeyi meydana getiren; Bârî (yarattığı her birimi kendine özgü formülle açığa çıkaran), (farklı esmâ terkiplerini oluşturan); Musavvir (her birimi bir sûretle algılamayı oluşturan); O’na aittir tüm kemâl vasıfların isimleri!. Semâlarda ve arzda (bilinç veya madde olarak algılanan tüm boyutlarda) bulunan her ŞEY, (onun bir özelliğini ortaya çıkarmak suretiyle) tesbih hâlindedir (farkında olmasa da!)... Hu, Azîz’dir Hakîm’dir (hüviyet sahibi olan Zât, her ŞEYİ, bir hikmete dayalı olarak, bir sistem ve düzen içinde, oluşmasına karşı koyulmaz biçimde meydana getirendir)!. Bizim bâzı müşahedelerimize göre... Aslında bir kitap yazılası anlamlar gizli bu âyetlerin derinliklerinde... Ne çare ki, burada sadece bir gerçeğe, O’nun TEK’liği açısına dikkatleri yönlendirmek amacıyla bu kadarıyla değindik. Selâm olsun bu yazılanların ötesini tefekkür edebilecek beyinlere... Evet... O!... Her birimin ve zerrenin Hakikati; özündeki Rabbi, Melîki, İlâhı (Ulûhiyet mertebesinin özelliklerinin, yani sıfat ve esmâ mertebesinin olduğu boyut) olan, O!. Gerçekte, vehmî (var sandığın) benliğinin ardındaki gerçek, O!. Tanıyamaman yüzünden cehennem yangınlarını şimdiden yaşadığın; O!. Bilgisizliğin yüzünden hayâlinde yarattığın tanrıya tapınarak şirke düştüğün; bundan dolayı da mahrum kalıp hüsrana uğrayacağın; oysa özündeki, O!. Gökte ararken, sırrında, gizli derûnunda ve daha da içerinde erebileceğin, O!. Algılamakta olduğun her ŞEYin hakikatinde olan, O!. Fark ettiğinde, benlik dağını paramparça edip, “yok”luğunu, aslında hiç “var” olmamışlığını hissettirecek, O!. İnsan “ismi anılan bir şey değilken, yok iken”, kendi özellikleriyle varlığa çıkartıp; sonra tekrar “yok”luğumu fark ettirip; sonra tekrar bu gerçeği bilmiş olarak yaşatırken; bunun hakkını verememenin cehennemini ebediyen yaşatacak olan, O!. Sana, “ben” kelimesi ile işâret ettiğin varlık dağını paramparça edecek sırra işaret ettiği halde; farkındalığı da açığa çıkarmayan; bunun a’mâlığı ile dünyanı değiştirtecek olan, O!. Gel dostum; yarın her şeyinle terk edeceğin bu dünyanın, ölümle uyandığında senin için hiçbir anlam taşımayacak işleriyle kafanı bu kadar yorma!. Sonsuzlukta süregidecek yaşamın için bir şeyler yap!.. Sana, Hakikatinin ne olduğunu ve özelliklerini bildirmek için inzâl olmuş (gökten inmiş(!) değil), SIRLAR Kitabı Yüce Kur"ân’ı anlamak için biraz zaman ayır kendine!.. Allah Rasûlü sana ne getirmiş, niye getirmiş bunu sorgula!. Sonradan pişmanlık asla sana yarar sağlamayacak; elinden kaçırdığın devlet kuşunu bir daha kesinlikle yakalayamayacaksın!. Sana, sensiz, “Sen”dekini anlatan bu Muhteşem Kitap’taki bilgileri ve onu sana ileten Allah Rasulü ve son Nebî Muhammed Mustafa aleyhiselâmı değerlendiremezsen, bil ki sonun sükûtu hayâl ve hüsran olacaktır!. Zirâ ölünce (boyut değiştirince) göreceksin ki, var sandığın “tanrı” meğer hiç var olmamış!. AHMED HULÛSİ 16 Eylül 2005 |
Dün Carsafli Bir Kadin
Hastalanip doktora gitmis bir gaztenin basliginda yer aliyordu.
Bu kadini hastaneden disari atan ve vatandas yerine koymuyan o doktorlar hangi cagda yasiyorlar. Hindistanda budalar metrelerce sakal birakiyor onlar hastanelerden disarimi atiliyorlar. Türkiyede bozuk bir zihniyet var adam Saz caliyor icki iciyor buna medeniyet ismini veriyorlar ve birde üstüne bu sekil yasanti bir Ibadettir böyle yasamaniz lazim diye insanin üzerine cikmazlarmi. Türkiye komik bir ülke ve insanlarida cok komik dedigimiz gibi teknolojiden mahrum medeniyetten mahrum insan haklarindan mahrum bir zihniyet tarafindan yönetiliyoruz. Dün canakkalede mini etekli kadinlarmi top lari gössü üzerinde tasidi yoksam Carsafli kadinlarmi. |
Ginemi Hulusi
Adam ABD de kadinlari masada oynatiyor müritleride Türkiyede basi acik Antalyalarda diskolarda kurdunu döküyorlar.
Hadi ordan sende Sibob sizin zihniyetinizide gördük. Önüne gelen kitab yaziyor yorum yapiyor su insana tepeden bakan koministlere baya benzemeye basladiniz. Nuri Hulusi Adnan hepside atatürkcü Kuranda atatürkcülük laik lik kemalizim nerde yaziyor. |
bana Ayet göster
Din ve Devlet sisteminin ayri olduguna dair Peygamber efendimiz neden laik ci deyildi.
|
eski RAF teröristlerinimi
secelim yani ben NPD ye oy vermeyi düsünüyorum tüm koministleri ve solculari atsinlar Almanyadan :O)))))))))))
|
Reis bir kadin senin ve toplumun
haklarini cignemedigi sekilde istedigi sekilde giyinir kusanir veya kendini süsler....
Bakimli olmak güzel görünmek gayet dogal ve güzel bir davranistir... Bilmen gereken tek sey vardir oda suuu.... Dünyada 6 Milyar insan yasiyor.. bu demektir 6 milyar cesit Allah anlayisi 6 milyar DIN anlayisi.... O yüzden ancak Meclis kararlariyla bir arada yasama imkanimiz vardir.. cünkü DIN devlet yönetmez.. insanin ruhunu tedavi eder... Bunlari anlamalisin... yoksa hyatin boyunca dünyada mutsuz ve caresiz yasar huzur bulamazsin |
Alle Zeitangaben in WEZ +2. Es ist jetzt 17:47 Uhr. |