![]() |
Cennette huriler varmış, kara gözlü
İçkinin de ordaymış en güzeli Desene biz çoktan cennetlik olmuşuz Bak bir yanda şarap, bir yanda sevgili.. ÖMER HAYYAM |
butun renkler ayni hizla kirleniyordu
birinciligi beyaza verdiler Özdemir ASAF |
Bizim Şarkımız / Roni Margulies
Bizim Şarkımız / Roni Margulies
Tu vois, je n’ai pas oublie La chanson que tu me chantait Bana Elsa’yı anımsatanlar anımsatmayanlardan daha az. Kaçınılmaz. Paylaştıklarımızı değil artık, paylaşmadıklarımızı farkediyorum. Öyle çok ki artık “Bak, bizim şarkımız” diyemeyeceğim şarkılar her duyduğumda. Okuduğum her kitapla bir yenisi ekleniyor tartışmadıklarımıza; yeni keşfettiğim lokantalar, gittiğim kentler, geceyarıları aklıma gelenler. Paylaştıklarımız kadar paylaşmadıklarımız da önemli bir yer tutuyor ama hayatımda. Anlamsız değilmiş ucuz duyarlıklar. Farkediyorum çünkü “bizim” olmayan şarkılar. Farkediyorum hâlâ. |
kadın vardır; aldatıcı! sarhoş eder, tehlikelidir..
kadın vardır; aldanırsın! boşa zaman kaybıdır.. kadın vardır; eğlendirir! gönlünü hoş eder ve gider.. kadın vardır; evlenirsin! biter.. "kadın" dedi içinden hüsn... "kadın"; "kadın vardır; sadece bir yerlerde var olduğunu bilmek bile yeter." |
Veda Zamanı
NUH KENİŞ -------------------------------------------------------------------------------- küsmesin gözlerin gözlerime bu akşam sönmesin mavisi şehrin puslu ışıklarında bir de yalnızlık vurmasın şimdi kaldıramam şarkılar vurdu vuracağı kadar ellerim ellerinde olsun bu akşam veda vaktine kadar üşüştü yanıma hatıralar hemen gitme ne olur ayrılığa vakit var kendin bilirsin istersen kalbine bir sor son defa gidelim mi diye evet cevabı gelirse gözlerini çevir usulca kalk yanımdan elimi bırak söz ağlamayacağım gitmene bak |
Severek Ayrılmak...
ERDEN ERKİN -------------------------------------------------------------------------------- Severek ayrılmak, erişilmezin yürekteki sancısı, yalnızlığın dinmeyen acısıdır. ERDEN ERKİN -------------------------------------------------------------------------------- SEVEREK AYRILMAK... Severek ayrılmak, tel örgüye takılarak pantolonunu yırtmaktır. Severek ayrılmak, ulaşılmaz aşkların tartışılmaz üstünlüğüdür. Severek ayrılmak, "Sen benim erişilmezim, vazgeçilmezim, unutulmazımsın" diyenlerin dayandıkları bir payandadır. Severek ayrılmak, ulaşılmaz yıldızların parlaklığının daha parlak, yakamozların daha parıltılı, martı çığlıklarının gitar mırıltısı olduğunu sanmak ve dalgaların kumsalı öptüğü yerdeki doğal büyünün tarifsiz kederine, derin acısına kapılmaktır. Severek ayrılmak, erişilmezin yürekteki sancısı, yalnızlığın dinmeyen acısıdır. Severek ayrılmak, bir kabukta iki badem içinin dış etkenler karşısında kabuklarından çıkması ve bir daha kabuklarına dönmemesidir. Severek ayrılmak, bir zamanlar taptığınız birinin yabancısı olmak, gözlerinizde acısını görmek, yüreğinizde sancısını duymaktır. Severek ayrılmak, elele bir çift gördüğünüzde, ayrılıkla biten bir film izlediğinizde yüreğinizde duyduğunuz derin sızıdır. Severek ayrılmak, yıllar sonra,"öyle değil, şöyle davransaydım sonuç daha değişik olurdu"nun muhasebesini yapmaktır. Severek ayrılmak, dua çiçeklerini ağlatmak, gökkuşağının canlı renklerini soldurmaktır. Severek ayrılmak, bir başkasıyla asla derken, sevdiğinizi bir başkasıyla gördüğünüzde, bu kadarı da fazla demektir. Severek ayrılmak, yeryüzündeki bütün yolların denize çıkmadığını, bütün nehirlerin ummanına akmadığını öğrenmektir. Severek ayrılmak, içinde derin bir hüzün, kumsalda yürürken uzun uzun, bir sarhoşun kafasında geçmişteki sancıların bilançosunu hesaplarken bu med ve cezir bileşkesinin kimyasını bir simyacı gibi düşünmektir. Severek ayrılmak, önünü görmeden hep geriye bakmaktır. Severek ayrılmak, istasyonda oturup, giden trenin dönmeyeceğini bile bile dönmesini beklemektir. Severek ayrılmak, zaman zaman duyduğu kalbindeki sancının ezikliğinin başka, vuruşlarının bambaşka olduğunu anlamaktır. Severek ayrılmak,"Bir dönüp baktım ki geçmiş seneler, içimde birikmiş neler neler olmuş kördüğüm, aynadaki gözlerimde gördüğüm, hala senin için yanmakta ve ağlamaktayım," demektir. Severek ayrılmak, boş bir şişe içinde başarı kutlamaktır. Severek ayrılmak, en yaşlı totemi bu gece yaşantımdan çıkaracağım derken, tapınağa her zamankinden daha çok gitmektir. Severek ayrılmak, milyonların yaşadığı bu kentte, yamaçtan inen huzursuz akşamların koynunda yalnızlığını paylaşacak bir dost bulamamak, caddeden geçen araçların motor gürültüsüyle sabahlamak, yeni bir güne başlarken, bir gün döneceksin diye kaç yıl aç ve muhtaç kaldım sevgiye demektir. Severek ayrılmak, yeryüzündeki bütün nehirlerin sevgidenizine akmasıyla ve sevgi denizinin ummanına kavuşmasıyla son bulacaktır. Ancak, ne zaman, nerede ve nasıl? İşte düşündüren budur asıl! Bak şimdi ileride kurulmuş bir fasıl. Hadi, ayrılsak ta sen de gel, söyleyelim birlikte unutulmaz şarkımızı: "Ben kumsalına geldiğim zaman, Sen deniz olursun, ben umman!" ERDEN ERKİN... |
Nazim Hikmet - vatan haini
VATAN HAİNİ
"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet. Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ." Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla, bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un 66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira. "Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ." Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim. Vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa, ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa, vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, ben vatan hainiyim. Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla : Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. |
Akrep gibisin kardeşim korkak bir karanlık içindesin akrep gibi
Serçe gibisin kardeşim serçenin telaşı içindesin Midye gibisin kardeşim midye gibi kapalı,rahat Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun kardeşim Bir değil beş değil yüzmilyonlarsın malesef Koyun gibisin kardeşim gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen Ve adeta magrur koşarsın salhaneye Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani Hani şu derya içinde olup deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf Ve bu dünyada zulüm senin sayende Ve açsak,yorgunsak,alkan içindeysek eğer Ve hala şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak Kabahat senin demeye dilim varmıyor ama Kabahatin çoğu senin canım kardeşim N.HİKMET 1947 yılında yazılan bu şiir, Nazım Hikmet'in hücresinin duvarlarını aşarak evrensel ufuklara açılmaya ve dünyanın ezilen, aldatılan bütün insanlarına ulaşmaya çalıştığını göstermektedir. Gelgelelim, çoğunluğunu emekçi halkın oluşturduğu bu insanlara sevgiyle yaklaşmak ve onların kurtuluşu uğrunda yılmadan savaşmakla birlikte, Nazım Hikmet halk dalkavukluğundan, popülist bakış ve söyleyişten uzak durur. Hatta söz konusu insanlardan üretici olmayan, işçi sınıfının bilincini taşımayan ücretliler ile küçük tüccar, memur, esnaf ve zanaatkarlardan korkak, bencil, sorumsuz, rahatına düşkün olanları eleştirmekten de geri durmaz. Bu şiirde 'akrep, midye, serçe, koyun' gibi benzetmelerle çıkarcılık, ürkeklik, kendine kapalılık ve bilinçsizliklerine parmak bastığı bu 'yabancılaşmış küçük insanları' - sevecenlikle de olsa- suçlar, sarsıp uyandırmak ister. |
SEN
sen esirliğim ve hürriyetimsin, çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin, sen memleketimsin... Sen ela gözlerinde yeşil hareler, sen büyük,güzel ve muzaffer, ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin. Nazim Hikmet Eşi Münevver Hanım için yazılmış bir şiirdir. Münevver Hanım, Nazım Hikmet'in anne yönünden akrabasıdır. 1934'te 17 yaşındayken İstanbul'a gelmiş, Nazım Hikmetle tanışmış, onu sevmiş, evlenmek istemiştir. Fakat Piraye Hanım'a bağlı olan şair buna yanaşmamıştır. Bunun üzerine Münevver Hanım hukuk fakültesini bitirip ressam Nurullah Berk ile evlenmiştir. Ama kocasına ısınamamış ve Nazım Hikmet'i unutamamıştır. 1948 yılında Nazım Hikmet'in hastalandığını duyarak hastaneye koşmuştur. Nazım Hikmet onu yıllar sonra yeniden görünce pek beğenmiştir: "Bayıldım doğrusu dayı kızına. Soyumun sopumun en güzel, en akıllı insanı. Onu 13 senedir görmemiş olmama kızıyorum şimdi. Yavrucağın yüzünü bile unutmuşum. Hasılı yeni bir insan, yeni bir dünya keşfetmiş gibiyim..." Bundan sonra ilişkileri ilerlemiş, dayı kızına iyice tutulduğunu anlayınca 1949 yılında eşi Piraye'den ayrılmıştır. |
ZULMÜ ALKISLAYAMAM
Zalimi asla sevemem, Gelenin keyfi icin gecmise kalkip sövemem Atiyi Karanlik görerek azmi birakmak, alcak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak. Kendi saglam, hissi, ruhu ölmüs Milletin! Iste en korkuncu hüsranin, helakin, hayberin! Müslümanlik nerde! Bizden geçmis insanlik bile. Adem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nafile! Kaç hakiki müslüman gördümse, hep makberdedir; Müslümanlik, bilmem amma, galiba göklerdedir; Istemem, dursun o payansiz mefahir bir yana... Gösterin ecdada az çok benziyen kan bana! Isterim sizlerde görmek irkinizdan yadigar, Çok degil, ancak Necip evlada layik tek siar. Varsa sayet, söyleyin, bir parçacik insafiniz: Böyle kansiz miydi -hasa- kahraman ecdadiniz? Böyle düsmüs müydü herkes ayrilik sevdasina? Benzeyip sirazesiz bir mushafin eczasina, Hiç görülmüs müydü olsun kayd-i vahdet tarumar? Böyle olmus muydu millet canevinden rahnedar? Böyle açliktan bogazlar miydi kardes kardesi? Böyle adet miydi bi-perva, yemek insan lesi? Irzimizdir çignenen, evladimizdir dogranan... Hey sikilmaz, aglamazsan, bari gülmekten utan!... "His" denen devletliden olsaydi halkin behresi: Payitahtindan bugün tasmazdi sarhos naresi! Kurd uzaklardan bakar, dalgin görürmüs merkebi. Saldirirmis ansizin yaydan bosanmis ok gibi. Lakin, ask olsun ki, aldirmaz otlarmis esek, Sanki tavsanmis gelen, yahut kiliksiz köstebek! Kâr sayarmis bir tutam ot fazla olsun yutmayi... Hasmi, derken, çullanirmis yutmadan son lokmayi!... Bu hakikattir bu, sasmaz, bildigin usluba sok: Halimiz merkeple kurdun ayni, asla farki yok. Burnumuzdan tuttu düsman; biz bogaz kaydindayiz; Bir bakin: hala mi hala ihtiras ardindayiz! Saygisizlik elverir... Bir parça olsun arlanin: Vakti çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanin! Davranin haykirmadan nakus-u izmihaliniz... Öyle bir buhrana sapmistir ki, zira, halimiz: Zevke dalmak söyle dursun, vaktiniz yok mateme! Davranin zira gülünç olduk bütün bir aleme, Beklesirken gökte yüz binlerce ervah, intikam; Yerde kalmis, na'sa benzer kavm icin durmak haram!... Kahraman ecdadinizdan sizde bir kan yok mudur? Yoksa, istikbalinizden korkulur, pek korkulur. Mehmed Akif 1913 |
Kimbilir Kaç Kişi Seni Sevdi
Kimbilir kaç kişi senin zarif hallerini sevdi Kaç kişi güzelliğini sevdi Belki gerçek aşkla; belki değil Ama bir tek kişi seni sevdi. Bir tek kişi değişen yüzündeki hüznü sevdi. Ahmet Muhip Dranas |
Zulmü Alkışlayamam
Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. Biri ecdadıma saldırdımı,hatta boğarım!... -Boğamazsın ki! -Hiçolmazsa yanımdan kovarım. Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam; Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam. Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale; Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale! Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum! Kanayan bir yara gördümmü yanar ta ciğerim, Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim! Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım. Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım! Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu... İrticanın şu sizin lehçede ma'nası bu mu? Mehmet Akif Ersoy |
BİR KEZ GÖNÜL YIKTIN İSE
Bir kez gönül yıktın ise, Bu kıldığın namaz değil. Yetmiş iki millet dahi, Elin, yüzün yumaz değil. Ne erenler geldi geçti, Bunlar yurdu kaldı göçtü. Pervaz urup Hakk'a uçtu, Hüma kuşudur kaz değil. Yol odur ki; doğru vara, Göz odur ki; Hakk'ı göre, Er odur ki; alçak dura, Yüceden bakan göz değil. Erden sana nazar ola, İçin dışın pür nur ola, Belî kurtulmuştan ola, Şol kişi kim gammaz değil. Doğru yola gittin ise, Er eteğin tuttun ise, Bir hayır da ettin ise, Birine bindir az değil. Yunus bu sözleri çatar, Sanki balı yağa katar. Halka meta'ların satar, Yükü gevherdir, tuz değil. Yunus Emre |
Siir severler siirlerinizi buradan paylasin lütfen, özel mesajla degil. Bana degil foruma yazin. Tskler.
SİYAH GÖZLERİNE BENİ DE GÖTÜR daha dokunmadan kurudu irem çöllere bir türlü yağamıyorum yeni bir koşuşun başlangıcında biraz deprem sonrası biraz şehir hülyası bir kalp yangınından geriye kalan siyah gözlerine beni de götür artık bu yerlere sığamıyorum pembe uçurtmalar yollandığından beri sarardı tiryaki menekşeleri sonbaharın tozlu kafeslerinde sevgi turnaları yakalıyorum turnalar gidiyor; ben kalıyorum avareyim, asûdeyim, yorgunum bilmiyorum neden sana vurgunum erzurum garında banklar üstünde uyku tutmuyor karanlıkları yitik düşlerimi kovalıyorum gölgeler gidiyor; ben kalıyorum binbir türlü kokuyorsa yaylalar siyah gözlerine beni de götür baharın koynundan koparıp sana ipek bir mendile sardığım yüreğimle şehzade gülleri gönderiyorum umutlar kalıyor; ben gidiyorum bütün yelkenlileri, deniz fenerlerini kaptanları sorgulayan yanından geçen küheylanların korku tûfanına yakalandığı siyah gözlerine beni de götür güneş ülkesinden gelen yiğitler benzeri olmayan bir dünya kursun cellat, ayrılığın boynunu vursun usul usul intizârı çürüten bu hercai diken, bu çılgın arzu sürüklüyor imkânsız muştuların eşiğine gönül vâdilerini bir ağaçtan düşen yapraklar gibi düşüyorum tanyerine ya topla yaralı kırlangıçları ya da bu vefâsız şarkıyı bitir özgürlüğe giden tutsaklar gibi siyah gözlerine beni de götür Nurullah Genç |
Kendimin bir siirini buraya ekliyorum
Baskalarinin siirlerini okumak güzel bir sey ama daha güzeli insanin kendisinin siir yazmasi. Duygularin sevda süzgecinden sözlerle damla damla kagida dökülmesidir siirler..
(Eski sevgiliye) Bana neler oldu sana ne oldu Unutalim artik olanlar olsun Burada basladik burada kalsin Seni gül sanmistim meger dikensin Aklim unut diyor kalbim dinlemez Dilimde zikirsin ama söylemez Elbet sonu vardir bu böyle bitmez Kaderimdin sandim yanlis bir falsin |
Paylasim icin tskler, cici bir deneme olmus :)
Yarış Herkes herkesi seviyor.. Hepsi de başka türlü seviyor. Herkes herkesi sevmesin,gerek yok. Adam azaldı, sevgi de elden gidiyor. 'Bana, sen haklısın diyorlar, Hayır hayır,ben çok haklıyım.*' bilen biliyor. Bu yarışın dışında kalanlar, Adamı sevgi, sevgiyi de adam ediyor Özdemir Asaf |
"bir baska ülkeye, bir baska denize giderim" dedin,
"bundan daha iyi bir baska sehir bulunur elbet. -bir ceset gibi- gömülü kalbim. aklim daha ne kadar kalacak bu corak ülkede? yüzümü nereye cevirsem, nereye baksam, kara yikintilarini görüyorum ömrümün, bosuna bunca yil tükettigim bu ülkede." yeni bir ülke bulamazsın, baska bir deniz bulamazsin. bu sehir arkandan gelecektir. sen gene ayni sokaklarda dolasacaksin. ayni mahallede yaslanacaksin; ayni evlerde kir düsecek saclarina. dönüp dolasip bu sehre geleceksin sonunda. baska bir sey umma- ömrünü nasil tükettiysen burada, bu kösecikte, öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde. konstantinos kavafis |
AH, BEN UYKUDAYKEN SEN BAŞUCUMA GELSEN
Ah, ben uykudayken sen başucuma gelsen, Petrarca'yı ziyaret ettiği gibi Laura'nın, (1) Değse bana nefesin tam yanımdan geçerken, İşte o zaman birden Aralanır dudağım! Kaç zamandır tutsağı karanlık bir hayalin, Bitmeli mi bu rüya? Şu kederli yüzüme, Bir yıldız gibi doğsun senin o gözlerin, İşte o an düşlerim Aydınlanacak yine! Bir kıvılcımın uçuştuğu dudaklarıma Tanrı'nın arıttığı o aşk parıltılarına, Bir öpücük kondur, melekten kadına dön, Ah o zaman ruhum Uyanır uykusundan! Victor Hugo |
Dört yol ağızlarında sağa sola sataşan
Boş öfkelerden, hiddetlerden uzak durun! Günün birinde kaplan kesilecek olan Halkın sevdiği bu kedilerden uzak durun! Halk dalkavuklarından, saray yağcılarından, Partisinin orta yolcu olduğunu söyleyen Çıkarcı, bencil politikacıdan uzak durun! Uzak durun bütün sönmüş köseğilerden, Göğüslerinde bir ruh taşımayanlardan, Ve ruhlarında Tanrıyı taşımayanlardan! Yalnızca bu adamların eline kaldıysak, Ulu Tanrım, içinde yaşadığımız bu çağda, Şair nasıl olur da bağırmaz acı içinde Nasıl olur da bağırmaz "yazık! yazık!" diye Bir gün utançtan yüzünü de gösteremez, Evinin eşiğinde, öyle bekler ayakta, İnmek üzere olan akşamın karşısında, Silinen, yitip giden güne göz yaşı döker, Ufkun dört köşesine, ufkun dört bir yanına Korkunç bir hayalet gibi küllerini saçar. (6) Bulutlarda gezen çakırdoğanları gibi Gülüşleri duyulur utkulu şairlerin, Yergici şairlerin, alaycı şairlerin, Aristofanes'lerin, (7) ve kara şairlerin. Sayısız utancımızı yüzümüze vurmak için, Petrone (8) karanlıkta uykusundan uyanıp, O ünlü Romalı üslubuna sarılırdı. Aşağılık, alçak çağımızın yöresinde Archiloque'un (9) topal vezni, aksayan vezni Bir kırbaç gibi hoplayıp zıplardı elinde. Ama Tanrı geri çekilmez hiçbir zaman, Bu güneş ki her şeye bir soluk kazandırır, Hiçbir zaman tümüyle yitip gitmedi gözden, Tümüyle batmadı gizlendiği tepelerden. O hep üzgün ve tasalı koyaklar için, Körleştirilmiş karanlık şu ruhlar için, Gururun yoldan çıkardığı yürekler için, Uçurumların üzerindeki bir doruğa Işınlarını bırakır, ışınlarını ve Bazı gerçekleri bırakır alınlar üstüne. Durmayın haydi yüce ruhlar ve düşünceler, Durmayın kemirilmiş sıkıntılı beyinler, Durmayın hasta yürekler, yaralı gönüller, Sizler dua edenler, güzel şeyler düşünenler! Haydi biraz cesaret, ey gelecek kuşaklar! Fırtınanın, boranın ormanda ağaçlarda, Kopardığı gürültüyle, istemeyerek de olsa Gelen sizler! haydi biraz daha cesaret! Dur durak bilmeksizin amaçsız dolaşanlar, Sizler! yolun zifiri karanlıklarında, Ellerini uzatarak düşünüzün şekillerini Gördüğüne inanan gezgin kuşkucular! Sizler, kafaları acı çeken düşünürler! Sizler, ilahi bir dehşetle dolu olanlar! Koyak'ın böğürtlerine sarkmış olarak Uçurumların kıyılarına tutunanlar! Sizler, bu kederli ve utkulu dalgaların Denizinde kazaya uğrayan ey insanlar! Sizler, denizden tir tir titreyerek çıkanlar! Sizler! Yalnızca yüreklerini kurtaranlar! Bütün sabahlarda, çiçeklerin arasında Sizler, güneşin doğduğunu gören bilgeler! Ve bu kutsal ışıkların içine gömülmüş Tan kızıllığında yeniden gelirsiniz siz. Sizler, ey savaşçılar! Gün doğmadan elini, Kolunu yıkamak için hazır bekleyenler! Sizler, odalarda düşler, hayaller kuranlar! Gözleri karanlığın içinde yitip gidenler! Sizler, ey sabrın ve direncin insanları! Sizler, ey hep mutlulukları dileyenler! Sizler, hâlâ İsa efendimizin eteğini Ve hâlâ umudu avuçlarında tutanlar! Sizler ellerinde lamba, bir şey arayanlar! Sizler tek silahı övendire olan çobanlar! Dayanın ey dağlarda, beldelerde olanlar! Dayanın, dayanın, ey vadilerde olanlar! Yeter ki her biriniz dar bir keçi yolunu Bir sabahın izini, bir karığı izlesin; Yeter ki hepinizin kara bir dalga olan Kıyısı Tanrı ve kuzey yeli bulut olsun; Yeter ki siz inancınızı eksik etmeyin, Yeter ki siz kıvançlıyken ya da kederliyken Bir çocuğa, bir yıldıza ya da bir çiçeğe Zaman zaman sevgi dolu gözlerle bakın; Yeter ki köle ya da özgür yurttaş demeden Her şeyde ve herkeste sevecek bir yan bulun, Yeter ki siz, teninizin her bir dokusunda Evrensel insanlığın titreştiğini duyumsayın. Dayanın, karanlığın ve köpüğün içinde Hedef çok yakında ortaya çıkacak, Sisin, dumanın içindeki insanlık soyu Bir sözcük değildir, bir bilmecedir ancak. Öne eğilmiş alınlarınızın üstünden Yeterince geceler ve fırtınalar geçti. Kaldırın gözlerinizi, kaldırın başınızı! Işık orada, yukarıda, yürüyün haydi! Ey halklar, kulak verin, kulak verin bu şaire! Ey halklar, kulak verin bu kutsal düşsevere! Gece alnı ışıklı olan yalnızca odur, O muştulayacaktır size karanlıkları, Delecek olan gelecek zamanları Açılmamış tohumu yalnız o bilebilir Bir kadın gibi tatlıdır erkek ve Tanrı, Ormanla ve dalgalarla nasıl konuşursa, Onun ruhuna da öyle usulca seslenir, Yumuşak, sevecen ve usul bir sesle. Çünkü O'dur bütün dikenlere karşın, Arzulara ve kederli olaylarla karşın, Yıkımlarınız içinde eğilip geleneği Toplayarak yürümeye devam eden odur. Gökyüzünün kutsayabildiği her şey, Ve yeryüzünün kapladığı her şey, Bereketli, verimli bir gelenekten doğar. Kökü geçmişe dayanan bütün düşünceler, İster insansal olsunlar ister tanrısal, Gelecekte de yaşar ve çiçekler açar. Işık saçıyor şair sonsuz gerçek üstüne Işık saçıyor şair, saçıyor alevlerini, Olağanüstü bir aydınlıkla ruhumuz İçin ışıl ışıl parlatıyor gerçekleri. Boğuyor ışığıyla, ışığıyla dolduruyor, Kenti, çölü, Louvre'u ve kulübeyi, Bütün ovaları, bütün dağları ve tepeleri, Kaldırıyor perdeyi gizlerin üzerinden Çünkü şiir kralları ve şiir çobanları, Yıldızdır, Tanrının yolunu gösteren. Victor Hugo O kadar cok sey yazilip cizildiki savasa dair bahari,sevdayi unuttu unutacak neredeyse sair. Nihat Behram |
KEDER SANA YAKIŞIYOR
Ne kadar değişmişsin görmeyeli, Ellerin güzelliğini kaybetmiş nasırdan, Hüzün rengi almış saçlarının her teli Gözlerine gölgeler düşmüş kahırdan, Gözlerin ki, gördüğüm gözlerin en güzeli Ne kadar değişmişsin ben görmeyeli Böyle mahzun kederli değildin eskiden Fıkır fıkır gülerdi gözlerinin içi Dudakların nemliydi sevgiden, arzudan Yapraklarına çiğ düşmüş karanfiller gibi Baygın kokusuna anılarla beraber giden Böyle mahzun kederli değildin eskiden Sevdiklerin vefasız mıydı bu kadar Ağlamaktan mı karardı gözlerin Bir zamanlar gözyaşını sevmezdin Şimdi nerden yaşardı gözlerin Hasta mısın, yorgun musun nen var Sevdiklerin vefasız mıydı bu kadar Arzular vardır bilirsin anlatılamaz Eskisi gibi kalsaydın ne olurdu Taptaze, ıpılık kar gibi beyaz Keder sana yakışmıyor gül biraz Arzular vardır bilirsin anlatılamaz. Victor Hugo |
Dilenci
Sen hergün köşebaşlarında Yırtık urbanla kirli ellerinle Avuç açan, sefil insan. İnan yok farkımız birbirimizden Sen belki tüm yaşamınca dilenecek; Beklediğin beş kuruşu biri vermezse Ötekinden isteyeceksin. Ama ben tüm yaşamım boyunca Tek bir kez dilendim Bir acımasız kalbin sevdası ile alevlendim. Öylesine boş öylesine açık kaldı ki elim, Yemin ettim bir daha dilenmeyeceğim. Victor Hugo Söylesem, ah söyleyebilsem derdimi, mehtaplı bir gecede açabilsem sana kalbimi, göreceksin seninle dolu... Desem, diyebilsem ki seviyorum seni, çılgınca aşığım sana... Ama demem, diyemem, çünkü aramızda dağlar, denizler, ve benim o kahrolası gururum var... Bu böyle sürüp gidecek, sen, seni sevdiğimi bilmeyecek, öğrenmeyeceksin... Ben her gece yıldızlara seni sevdiğimi söyleyeceğim, sana asla... Çünkü aramızda dağlar denizler, ve benim o kahrolası gururum var... Victor Hugo |
Das Lied der Verzweiflung
“Du schmiegtest dich ans Leid, klammertest dich an Sehnsucht, die Schwermut riß dich nieder, alles in dir war Schiffbruch!” Du glaubst nicht an sichere Häfen, nur an Geburt und Tod, dazwischen die Wellen, auftürmend oder sanft. Zerborsten sind Gewissheiten, in tausend Stücke, der Anker, der Halt versprach, nichts als Ballast. Lass sie treiben, die Planken, die Masten, auf den Wellen tanzen, ein Weilchen noch. Unwissende werden die stummen Reste finden, neu zusammenfügen, zu Tisch und Stuhl oder Geschichten. Sonnengedörrtes Treibholz, es wird aufgesammelt und erfrorenen Herzen etwas Wärme spenden. Alles in dir war Schiffbruch, es gibt kein Schiff mehr! Setz’ die Mütze ab, Kapitän! Es gibt nur noch dich! Pablo Neruda UMUTSUZ BİR ŞARKI Çıkıp geliyor hayalin beni saran geceden. Denize karıştırıyor inatçı yakınışını ırmak. Terk edilmiş, gün batımındaki rıhtımlar gibi. Ayrılık saati bu, ey terk edilmiş! Yağıyor yüreğime soğuk taç yaprakları. Ey yıkıntı uçurumu, vahşi mağarası kaza geçirenlerin. Sende toplanır savaşlar ve uçuşlar. Yükselir senden şarkı kuşlarının kanatları. Bir uzaklık gibi yuttun her şeyi. Deniz gibi, zaman gibi sende battı her şey! Saldırı ve öpüşün mutlu saatiydi o. Deniz feneri gibi parıldayan o esrime saati. Uçuş korkusu, kör dalgıç öfkesi, çalkantılı esrikliği aşkın, sende battı her şey! Kanatlandı, yaralandı ruhum pusun çocukluğunda. Kayıp keşif, sende battı her şey! Sarıp sarmaladın acıyı, tutunuyorsun arzuya, kendinden geçmişsin üzüntüyle, sende battı her şey! İttim gölge duvarını geriye, arzu ve eylemin ötesine, yürüdüm gittim. Ah, ten, benim tenim, sevip yitirdiğim kadın, seni çağırıyorum yaslı saatte, sana adıyorum şarkımı. İçine aldın sonsuz sevecenliği bir fanus gibi ve tuz buz etti seni sonsuz unutuluş. Oradaydı adaların kara yalnızlığı, orada sevda kadını, sardı kolların beni. Susuzluk ve açlık vardı, meyveydin sen. Acı ve yıkıntı vardı, mucizeydin sen. Ah kadın, bilmem nasıl erittin beni ruhumun toprağında, kollarının arasında! Ne korkunç ve ne kısa oldu sana olan tutkum! Ne zorlu ve ne esrik, ne gergin ve ne aç. Öpücükler mezarlığı, sönmedi hâlâ yangını mezarlarının yanar hâlâ kuşların gagaladığı verimli dalların. Ey ısırılmış ağız, ey öpülmüş organlar, ey aç dişler, ey sarmalanan bedenler. Ey umut ve çabanın çılgın bağlanışı, içinde kaynaşıp umutsuzlandığımız. Ve sevecenlik, su ve toz kadar hafif, başlar sözcük belli belirsiz dudaklar arasında. Yazgımdı bu içinde geçti özlem yolculuğum ve orada yıkıldı özlemim, sende battı her şey! Ey yıkıntı uçurumu, içine düştü her şey, çekmediğin hangi üzüntü kaldı, hangi dalgalar kaldı seni yutmayan. Yine de seslendin, şarkı söyledin dalgalardan dalgalara. Dikilip bir gemici gibi pruvasında geminin. Çiçek açarsın şarkılarla hâlâ, hâlâ kırılırsın akıntılarda. Ey yıkıntı uçurumu, açık ve acı kuyu. Solgun kör dalgıç, derinliklerin bahtsızı, kayıp kaşif, sende battı her şey! Ayrılık saati bu, hoyrat, bu gibi saat. Gecenin tüm zaman çizelgelerine işaretlendiği an. Sarar kıyıyı hışırdayan kuşağı denizin. Yükselir soğuk yıldızlar, göç eder kara kuşlar. Terk edilmiş, günbatımındaki rıhtımlar gibi. Titrek bir gölge kaldı ellerimde oynaşan. Ah, her şeyden uzak. Her şeyden uzak. Ayrılık saati bu. Ey terk edilmiş! PABLO NERUDA |
Louis Aragon
ELSA'NIN GÖZLERİ
Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm Orada bütün ümitsizleri bekleyen ölüm Öyle derin ki herşeyi unuttum içlerinde Uçsuz bir denizdir bulanır kuş gölgelerinde Sonra birden güneş çıkar o bulanıklık geçer Yaz meleklerinin eteklerinden bulutlar biçer Göklerin en mavisi buğdayların üzerinde Karanlık bulutları boşuna dağıtır rüzgâr Göklerden aydındır gözlerin bir yaş belirince Camın karılan yerindeki maviliğini de Yağmur sonu semalarını da kıskandırırlar. Ben bu radiumu bir pekbilent taşından çıkardım Benim de yandı parmaklarım memnu ateşinde Bulup bulup yeniden kaybettiğim cennet ülke Gözlerin Peru'mdur benim Golkond'um Hindistan'ım Kâinat param parça oldu bir akşam üzeri Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın Gördüm denizin üzerinde parlarken Elsa'nın Gözleri Elsa'nın gözleri Elsa'nın gözleri. Louis Aragon Mutlu Aşk Yoktur İnsan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an Mutlu aşk yoktur Hayatı Bu silahsız askerlere benzer Bir başka kader için giyinip kuşanan Ne yarar var onlara sabah erken kalkmaktan Onlar ki akşamları aylak kararsız insan Söyle bunları Hayatım Ve bunca gözyaşı yeter Mutlu aşk yoktur Güzel aşkım tatlı aşkım kanayan yaram benim İçimde taşırım seni yaralı bir kuş gibi Ve onlar bilmeden izler geçiyorken bizleri Ardımdan tekrarlayıp ördüğüm sözcükleri Ve hemen can verdiler iri gözlerin için Mutlu aşk yoktur Vakit çok geç artık hayatı öğrenmeye Yüreklerimiz birlikte ağlasın sabaha dek En küçük şarkı için nice mutsuzluk gerek Bir ürperişi nice pişmanlıkla ödemek Nice hıçkırık gerek bir gitar ezgisine Mutlu aşk yoktur Bir tek aşk yoktur acıya garketmesin Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin Mutlu aşk yoktur ama Böyledir ikimizin aşkı da Louis Aragon |
Louis Aragon
ELSA'YA ŞİİRLER'den
Sana büyük bir sır söyleyeceğim zaman sensin Zaman kadındır ister ki Hep okşansın diz çökülsün hep Çözülmesi gereken bir giysi gibi ayaklarına Bir taranmış Bir upuzun saç gibi zaman Soluğun buğulandırıp sildiği ayna gibi Zaman sensin uyuyan sen şafakta ben uykusuz seni beklerken Sensin gırtlağıma dalan bir bıçak gibi Ah bu söyleyemediğim işkencesi hiç geçmeyen zamanın Bu mavi çanaklarda kan gibi durdurulmuş zamanın işkencesi Buysa daha beterdir giderilmemiş istekten bitmez tükenmezcesine Göz susuzluğundan sen yürürken odada Ve bilirim büyüyü bozmamak gerektiğini Daha beter seni kaçak Seni yabancı bilmekten Aklın ayrı bir yerde gönlün ayrı bir yüzyılda kalmaktan Tanrım ne ağırdır sözcükler asıl demek istediğim bu Hazzın ötesinde sevgilim dokunurluğun erimi dışında bugün sevgim Sen ki benim saat-şakağımda vurursun Boğulurum solup alıp vermesen Tenimde bir duraksar ve yerleşir adımın Sana büyük bir sır söyleyeceğim her söz Dudağımda bir dilenen zavallı Acınacak bir şey ellerin için kararan bir şey bakışının altında İşte bunun için diyorum ikide bir seni seviyorum diye Boynuna takabileceğin bir tümcenin o parlakça kalp kristali Kaba konuşmamdan gücenme benim bu konuşma Ateşte şu tatsız gürültüyü çıkaran sudur o kadar Sana büyük bir sır söyleyeceğim bilmem ben Sana benzeyen zamandan söz açmayı Bilmem senden söz açmayı bilir görünürüm Tıpkı uzun bir süre garda El sallayanlar gibi gittikten sonra trenler Ve bilek söner yeni ağırlığından gözyaşlarının Sana büyük bir sır söyleyeceğim korkuyorum senden Korkuyorum yanınsıra gidenden pencerelere doğru akşam üzeri El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan korkuyorum senden Sana büyük bir sır söyleyeceğim kapat kapıları Ölmek daha kolaydır sevmekten Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam Sevgilim ELSA SEVDASI KORKUNÇ KORKULAR YAŞIYORUM 1 Korkunç korkular yaşıyorum Yazdığı o üç satır yüzünden Eldivenleri masanın üzerinde Bir karakedi yolumdan geçen Kuş, yıldız ya da merdiven Her şey buz gibi kötü bir işaret bana İnsana korku veren bir dille Ondan söz eder bütün bir dünya Cuma’nın bana bıraktığı bu Cumartesi O’nunla ne yapacak kimbilir Çekinirim bir sözcük O’nu incitir diye Söylenen her şey bana korku getirir Hem öyle niçin sessizliğe bürünmek Yandaki odada durup dururken Bir sırdır Onun bu suskunluğu Benim için farkı yok işkenceden Korkunç bir korkuyla çekinirim ben Var olabilen hemen her şeyden Yanlış anlaşılabilen bir cümleden Kaldırım taşlarından kiremitlerden O uyuyor bense ölmüş sanıyorum İşte bir önseziş daha Kalbim bir kapı gibi çarpar Çev: Gertrude Durusoy / Ahmet Necdet 2 YAĞMUR DAMLALARINI KISKANIRIM Yağmur damlalarını kıskanırım Öpücüklere fazla benzediğinden Her parlak şeyin gözleri Kıskanmak için haklı bir neden Kıskanırım kıskanırım Arıların sokmalarını bile Kıskanırım unutkanlığı ve belleği Uykuyu ve terkedilişi de Seçmiş olduğu kaldırımı Rüzgârın okşayan ellerini Benim o diri kıskançlığım Düş görürken uyandırır beni Kıskanırım bir şarkıyı bir sitemi Bir nefesi ve bir sızlanmayı Kıskanırım kıskanırım sümbülleri Hoş bir kokuyu bir anıyı Kıskanırım kıskanırım heykelleri Boş ve fettan bakışlarını Kıskanırım susmaya görsün Kıskanırım önündeki boş kağıdı Bir gülüşü ya da bir övgüyü Bir ürperişi kış gelince Değiştirdiği elbiseyi Bir an için dışarıya çıkınca Kömür tozlarıyla dolu bu dünya At tekme atar ısırır köpek Sen deli misin Giyiniyorsun Sokağa çıkacaksın demek Sokağa çıkacaksın ne serüven Hem de bensiz kötü bir oyun bu Öylesine korkarım arabalardan Ateş kadar korku verir bana su Günlerimin tümü O’nunla dolu Evren ise O’nun yansımasıdır Kırlangıçların hemen ardında Gökyüzü olduğu gibi kalır Cezayir menekşelerinin sapıklığı Parmaklarının arasındadır gözleri Elleriyle soğuktan bembeyaz olmuş Damların üstündeki karlar gibi Çev: Gertrude Durusoy / Ahmet Necdet 4 SENİN İÇİN Hatırlarım bir zindanı Hiç bir şeye benzemeyen Bir mezarlık hatırlarım Farkı yoktur memleketten Biraz kan o meydanda Geçenlerin ayağında Hatırlarım ben bu garı Orda üstleri aranan Şaşkın düşmüş insanları Askerleri kül renginde Paris’in güzel çölünde Hatırlarım binlerce şey Bir ölüyü uyur gibi Yolcular acele etti Tren devrilmişti sanki Akşam yakılan bu köyden Kapkara bir tablo çıktı Acınası o üç mezar Hatırlarım hatırlarım Tekrarlamak bir şey değil Kulak verilen radyoyu Yolda bir adımı dostu Yalancı mıdır anılar Her şey basit mi o kadar Alev bilir ancak külün Eskiden ne olduğunu Elsa senin için işte Söylemekteyim bunları Bu yangın anılarını |
İyilik ve Kötülük
Ve şehrin yaşlılarından biri, 'Bize iyilik ve kötülükten bahset.' dedi. Ve o cevap verdi: 'Yalnızca içinizdeki iyilikten bahsedebilirim, kötülükten değil. Çünkü kötülük, kendi açlık ve susuzluğu içinde azap çeken iyilikten başka ne olabilir ki? Gerçekten de iyilik, acıktığında en karanlık mağaralarda bile yiyecek arar ve susadığında kirli, durgun sulardan bile içer. Siz, kendinizle bir olduğunuzda iyisiniz; bununla birlikte, kendinizle bir olmadığınızda, kötü değilsiniz. Çünkü parçalanmış bir aile eşkiyaların ini değildir; sadece parçalanmış bir ailedir. Ve dümensiz bir gemi, tehlikeli adalar arasında amaçsızca dolaşır durur, ama dibe batmaz. Siz, kendinizden bir şeyler vermeye çabaladığınızda iyisiniz; Kendiniz için bir kazanç sağlamaya çalıştığınızda ise, kötü değilsiniz. Çünkü, bir şey kazanmak için uğraştığınızda, toprağa tutunan ve onun göğsünde beslenen bir kök gibisiniz. Doğaldır ki, meyve köke 'Benim gibi, olgun, dolgun ve bol bol veren ol..' demez. Çünkü, almak nasıl kök için bir ihtiyaçsa, meyve için de vermek bir gereksinimdir. Konuşurken tamamen uyanıksanız, iyisiniz. Ama, diliniz anlamsızca kekelerken uyukluyorsanız, kötü değilsiniz; Ve sürçen bir konuşma bile, zayıf bir dili güçlendirebilir. Amacınıza doğru sağlam ve cesur adımlarla ilerlediğinizde iyisiniz; Fakat oraya topallı* gittiğinizde de, kötü değilsiniz. Çünkü topallayanlarınız bile geri gitmez. Fakat güçlü ve hızlı olanlarınız, incelik gösterin ve topal birinin yanında asla topalllamayın. Siz, sayısız konuda iyisiniz ve iyi olmadığınızda ise, kötü değilsiniz. Sadece oyalanıyor ve tembellik ediyorsunuz. Ne yazık ki, geyikler kaplumbağalara çevikliği öğretemiyor. İyiliğinizin, üstün beninize duyduğunuz özlemde saklı ve bu özlem herbirinizde mevcut. Ancak bazılarınızda bu özlem, yamaçların gizemini ve ormanın ezgilerini taşı*, büyük bir güçle denize doğru akan bir sel gibidir. Ve diğerlerinde ise, dönemeçlerle ve kavislerle yolunu kaybeden, kıyıya ulaşmadan önce oyalanıp duran durgun bir ırmağa benzer. Yine de özlemi fazla olanın, az olana 'Neden bu kadar yavaşsın, neden duraklıyorsun? ' demesine izin vermeyin. Çünkü gerçekten iyi olan, ne çıplak birine, `Neden elbisen yok? ' diye sorar, ne de evsiz olana 'Evine ne oldu? ' der.' halil cibran -ermiş 1923 |
Ankara
Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar.. asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar... kimse keman çalmaz belki ama çok keman çalınsın balolarında diye yapılmış gri sisli binalar... alnının ortasında ciddi bir devlet asabiyeti. çok kötü günlermiş gibi en genç zamanlar, bu zulüm bu sevda bitmezmiş sevmek bir halkı sevmekse aşk o zaman sevmekmiş! (biz bir şeyi delicesine severiz ama tanrım neyi?) kahve önü çatlak mozaik bel kemiğine tehdit kürsüler üstünde çok sigara içen öğrenciler bir daha asla yaşayamayacağı aşkları teğet geçerken hep onu sevmeyenleri severek hep onu sevenin gözlerinden kalabalıklara kaçarak karışarak toplumcu gerçekçi yalnızlıklara, yüksek rakımlarda çatlamış dudaklarını bir izmirli güzele dayatmak varken (hep kardeş olacak değiliz ya, yaşasın halkların sevgililîğî!)... soyut bir sevdaya beşik kertilmiş olan dağda çoban, şehirde şark çıbanı sayılan, fırat'ın büyük elleri ararat'ın kızgin yelleri cilo'nun derin nefesleri hülasa kente hukuk mukuk okun mümkünse o arada da memleketi kurtarmaya gelmiş anadolu çocukları... ankara' ya öyle yakışırdı ki kar asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar (belki balkona kar seyretmeye çıkar diye sevdiğimiz kızlar, çok dibimiz donmuştur ve çoğu zaman bu kar mevzuu kızlara yeterince ilginç gelmemiştir hiçbir şey kapalı bir dükkan kadar hüzünlü gelmez insana ankara'da, yoksa bugün bir hayat yaşanmayacakmı duygusu çöker bütün bozkıra. Kimse keman çalmaz belki Belki bu fiim hiçbir zaman o kadar fiyakalı olmayacak ama Hiçbir lahmacunda o okul yolundaki üçüncü sınıf lokantadakinin tadını vermeyecek bir daha. Çok daha iyilerini yedim sonra bizzat Urfa'da hatta Ama hiçbirinde o kadar aç oturrnadım sofraya. Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar çok yabancı bir soluk duyulur bazı bilinmez bir dilin ıslığından anla ki sıkıldı bizim konsolosluktaki konuklar öyle deme ankara'yı sevmeyene bir zulümdür bu kadar insanın neden ankara'yı sevdiğini anlamadan ankara'da yaşamak yollarına hep sevdiğimiz insanların adlarını vermediler ama biz her duvara bilvesile onların adını yazarak yaşadık kül ve betondan mürekkep yaşadıkça yaşanılası gelen o tuhaf bozkır kokusunda. ankara'ya öyle yakışırdı ki kar. asfaltlar ışıldar... bir günden bir sürü gün yapan mesai saatlerinde hiçbir şey yapan hiçbir şey alıp hiçbir şey sunan rakıyı bol sulu içen dokunmasın için deği! çabuk bitmesin dîye devletimin tekel rakısı, hep kağıtlara bakarak, hep kağıtlardan bakarak hem neşet ertaş' ı hem bülent ersoy' u aynı anda sevmeyi başararak, karısının bayat ekmeklerden yaptığı tatlıyı çok beğenmeyerek ama yine de bu tasarrufunu takdir ederek boynu hep kıdemli bir atkının içinde saklıyken hep bir şeylere birilerine küsmüş gibi yürüyen... memurlar....... ankara'ya öyle yakışırdı ki kar.. asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar... biz, şimdi kapalı birr kuruyemişçi dükkanının -ki bütün plan kar altında tuzsuz ay çekirdeği çitileyip yanı sıra bafra içmektir- kötü ışıklandırılmış vitrininden umutsuzca içeri bakan, kimliği gereğinden fazla sorgulanmış, dan çok çıkar ulan kimliğini denmiş, -yani sistem kendi verdiği kimliği zırt pırt geri istemektedir- doğduğu yer yüzünden doğuştan kavgacı zannedilen ama pek çoğu kavgadan nefret eden kavgacı esmer cesur korkak çoğu kürt çoğu türk çocuklardık... ankara'ya öyle yakışırdı ki kar.... ha sonra belki ahmed arifin aklına hiçbir şairin aklına gelmeyecek -çünkü hiçkimse bir daha ankara' yı O'nun kadar sevemeyecek -bir şiir islenir: kar altındadır varoşlar hasretim,nazlıdır ankara..... ustam yine sen bilirsin ama hangi aralıkta bir şair ölmüşse işte o,en netameli aydır bence. ankara'ya öyle yakışırdı ki kar... asfaltlar ışıldar... yalanlar... şimdi ve sonra ne zaman ankara'ya kar yağsa elim gönlüm, çocukluğum buz tutar. Yilmaz Erdogan Hem siirleri güzel, hem onlari okuyus sekli güzel.... Ses tonu mükemmel..ich liebe das wenn Männer eine schöne Stimme haben. http://www.youtube.com/watch?v=R7m5kU9Mpfs |
Yeni bir sayfada sana bakmak - Yilmaz Erdogan
http://www.youtube.com/watch?v=t_nFg...eature=related
SANA BAKMAK her şey yapılabilir bir beyaz kağıtla uçak örneğin uçurtma mesela altına konulabilir bir ayağı ötekinden kısa olduğu için sallanan bir masanın veya şiir yazılabilir süresi ötekilerden kısa bir ömür üzerine. bir beyaz kağıda her şey yazılabilir senin dışında güzelliğine benzetme bulmak zor sen iyisi mi sana benzemeye çalışan her şeyden bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor belki tabiattadır çaresi senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin ve benim bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim anlarım bitkiden filan ama anlatamam toprağın güneşle konuşmasını sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla sen bana ışık ver yeter bende filiz çok köklerim içimde gizlidir gelen giden açan soran bere budak yok bir şiir istersin �içinde benzetmeler olan� kusura bakma sevgilim heybemde sana benzeyecek kadar güzel bir şey yok uzun bir yoldan gelen tedariksiz katıksız bir yolcuyum yaralı yarasız sevdalardan geçtim koynumda bir beyaz kağıt boşluğu her şeyi anlattım olan olmayan acıtan sancıtan bilsem ki sana varmak içindi bütün mola sancıları bütün stabilize arkadaşlıklar daha hızlı koşardım severadım gelirdim gözlerinin mercan maviliğine sana bakmak suya bakmaktır sana bakmak bir mucizeyi anlamaktır sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır aşk sorgusunda şahanem yalnız kelepçeler sanıktır ne yazsam olmuyor çünkü bilenler hatırlar hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar bahçıvanlar değil tüccarlardır sen öyle göz sen öyle toprak ve güneş ortaklığı sen teninde cennet kayganlığı iken sana şiir yazmak ahmaklıktır bir tek söz kalır dişlerimin arasından ben sana gülüm derim gülün ömrü uzamaya başlar verdiğim bütün sözler sende kalsın isterim ben sana gülüm derim gül sana benzediği için ölümsüz yazdığım bütün şiirler sana başlayan bir kitap için önsöz sana bakmak bir beyaz kağıda bakmaktır her şey olmaya hazır sana bakmak suya bakmaktır gördüğün suretten utanmak sana bakmak bütün rastlantıları reddedip bir mucizeyi anlamaktır sana bakmak allah'a inanmaktır! YILMAZ ERDOĞAN |
HEPSİ BU
değişen ben değilim dönüşen savaş yaşlanmakla ıslanmak aynı şey: bir yağmurun gölgesinde ihtiyarlamak şimdi ölüm bile yetmiyor acılarımızı tartmaya dostlar alıngan bir sahili pinekliyorlar bir merhaba'yı bıçaklar gibi artık selamlaşmalar değişen ben değilim dönüşen savaş artık zaman bile yetmiyor yaşadığımızı sanmaya yine de ışıklar bu kenti güzelmiş gibi gösteriyor geceleri... geceler... yani Ahmet Haşim'in kafiyeleri... seni aklıma düşüren yerçekimi değil yalancı yıldızlar öyle uzaksın ki üflesem soğuyacaksın sarılsam okyanus bir aşka yetecek kadar ve anımsatacak kadar sebepsiz bir ölümü, acılarımız ve kafiyelerimiz var... işte hepsi bu kadar... Yilmaz Erdogan http://www.youtube.com/watch?v=sIMOF...eature=related Bir insani sevmekle basliyordu hersey ve bosanmak icin en az iki sahit gerekiyordu. |
bende sana yetecek kadar ben kalmadi
BENDE SANA YETECEK KADAR BEN KALMADI
Sus pus olmuş, puslu bir İstanbul'muydu yüzün, yoksa çok bildik hüzünler mi taşınmıştı yüzüne Dolmabahçe da çay tadında.... Divit ucuyla yazılmış bir aşkın sureti vardı avuçlarında, tarih bir başka iklimin kıvamını gösteriyordu. Ben rehnedilmiş yelkovan gibi... hani akrep'i seven ama yüreği takvim yokuşlarında... Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı, sesinin sesimde yankılanmasının... sanki perdedekine üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün içime... Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim seyir defterimde.. ve ben amerikanca bir filmi kürtçe seyrediyorum... Kadın Beyoğlu'nun bir kış akşamında, üstündeki deri montun sahibine küs, soğukluğundan muzdarip yürüyordu... Adam da... Yürümek hiçbir şeyi çözmüyordu, bazı Aralık akşamlarında... Parmağında yaralı bir öyküyü taşıyordu adam... Kadının yüzünde bir hüzün... Hüzünlü aralık akşamında bir yüzük... Yüzüğün yüzünde dünya güzeli bir kadının kehaneti... ... Soğuğun ve karanlığın vehameti! Hayatı, bir başkasının pantolonu gibi, küçültülmüş, daraltılmış... İlk sahibinin o pantalonla yaşadığı şeyler, yani pantalonu pantalon yapan anılar, bazı ilkbahar bereleri yüzünden yapılan yamalar, ter tüketen yazlar... Hepsi daraltılmış... Yaşananlara bir beden büyük geliyor artık hayat! Bir aşkı paylaşmak için çok geç, bir paylaşıma aşık olmak içinse erken... Beni sevda yerimden vurdu yine zaman... Şimdi sana söylenecek tek cümle: Bende sana yetecek kadar ben kalmadı... http://www.youtube.com/watch?v=9EuyO...eature=related Yilmaz Erdogan |
sevmekten gidince
...
http://www.youtube.com/watch?v=7WclTjyiHfI Aşk yasaklandı artık halka açık yerlerde El tutmak yol açıyor diye hesapsız susmalara kaldırdık tüm tutuşmaları Yasak kelime oyunu yapmak Yalan söylemek mecburi ve serbest ayyuka çıkmak Artık yağmur sonraları toprak kokmak yok Tomurcuklanmak günah Ve bir insan gözü yüzünden yüz gün art arda uyumamak Kimse ölmesin diye Kimsenin aklında her sevdalı verdiği sözü geri alacak Güneşi ayı ve hatta hiç bir tabiat olayı Şahit gösterilmeyecek hiç bir sevdaya Ne deniyorsa onu atacak kalp Ve süresi 24 saate çıkarılacak meskun mahallerde ağlamanın ... Yilmaz Erdogan |
GİDERKEN (ÇUKUR)
Bilerek mi yanına almadın giderken başının yastıkta bıraktığı çukuru Güveniyordum oysa ben sevgimize vapur iskelesi ya da tren istasyonundaki saatin doğruluğu kadar Beni senin gibi bir de annem terketmişti ki göbeğimde durur onun yokluğundan bana kalan çukur Sunay Akin |
HANGİ AYRILIK?
Ve hangi sevgili var ki, benim kadar çaresiz? Hangi ayrılık var ki, böyle kanasın ve böyle acısın? Ve hangi taş yürek var ki, benim kadar ağlasın? Hangi gün karar verdin, küt diye çekip gitmeye? Hangi lafım dokundu sana, böyle inceden inceye? Hangi otobüs söyle, hangi uçak, hangi tren? Seni benden götüren, beni bir kuş gibi öttüren. Hangi kırılası eller dolanır, kırılası beline? Hangi rüzgar şarkı söyler, o ay tanrıçası teninde? Hangi çirkin gerçek uğruna, tükettin güzel ütopyamızı? Hangi boşboğazlara deşifre ettin, en mahrem sırlarımızı? Hangi cama kafa atsam? Hangi kapıyı omuzlayıp kırsam? Hangi meyhanede dellenip, hangi masaları dağıtsam? Bende bu sersem başımı, karakolun duvarına vursam. Kendimi caddeye atıp, arabaların altına savursam. Hangi tercih beni en hızlı şekilde öldürür? Hangi şekil öldürmez de, ömür boyu süründürür? Kayıp ilanı mı versem, şehir şehir dolanmak yerine? Ödül mü koysam, ölü veya diri seni bulup getirene? Hangi ayrılık var ki, böyle diş ağrısı gibi durmadan zonklasın? Hangi cam kesiği var ki, böyle musluk gibi içime damlasın? Hiç sanmam! ... Hasta kalbim bunu bir süre daha kaldıramaz! . Feriştah olsa, böyle eli kolu bağlı bekleyip duramaz. Hangi mübarek dua, Hangi evliya tesir eder, seni döndürmeye? Hangi aptal mazeret ikna eder, ateşimi söndürmeye? Olur mu be! . olur mu? Bu da benim gibi adama yapılır mı? Aşk dediğin mendil mi? Buruşturup bir kenara atılır mı? VEFA bu kadar basit mi? Alınır mı? Satılır mı? Hangi hırsız çaldı, seni yırtık cebimden? Hangi pense kopardı bizi birbirimizden? Hangi uğursuz hamal taşıdı valizini? Hangi çöpçü süpürdü yerden bütün izini? Hangi yaldızlı otel çarşaf serip barındırdı? Hangi süslü manzara seni kolayca kandırdı? Hangi şarlatan imaj böyle çabuk ilgini çekti? Hangi pembe vaadler o saf kalbini cezbetti? Dağ gibi adamı eze eze! ..... Hangi anası tipli parlak çömeze, Hangi alemlerde kahkahanı ettin meze? Hangi yamyamlara yedirdin o masum rüyamızı? Hangi mahluklar çiğnedi el değmemiş sevdamızı? Hangi bıçak keser şimdi benim biriken hıncımı? Hangi mermi dağıtır insanlara olan inancımı? Hangi bekçi, hangi polis artık zapteder beni? Ve! .. Hangi su bağışlatır? Hangi musalla temizler seni? Bu Nasıl Ayrılık?! Yusuf Hayaloglu http://www.youtube.com/watch?v=HBgIcVMS8yE |
Leman Sam - Gönül
Bunca yıl herkesten kaçtın
En sonunda buldum sandın Ansızın içini açtın Yapma dedim yaptın gönül Gözleri senden uzaktı Fark edilmez bir tuzaktı Sana böylesi yasaktı Yapma dedim yaptın gönül O bir yolcu sen bir hancı Gördüğün en son yalancı İçinde ki serin sancı Gitmez dedim kaldı gönül Sen istedin ben dinledim Senden ayrı olmaz dedim En sonunda bende sevdim Şimdi beni kurtar gönül Gözlerin bakar da görmez Ellerin tutar da bilmez Gece gündüz fark edilmez Demedim mi sana gönül Sabahın tam üçündesin Dertlerin en gücündesin Hâlâ onun peşindesin Gitme dedim gittin gönül Böylesi sevdiğin için Bir kördüğüm oldu için Ağlıyorsun için için Demedim mi sana gönül Sen istedin ben dinledim Senden ayrı olmaz dedim En sonun da bende sevdim Şimdi beni kurtar gönül http://www.youtube.com/watch?v=g8qTo7y6k1U |
lol machst hier voll die eigenunterhaltung,
zaten bicok vaybee user bukadar okumak ve anlamak dil gücüne sahip degil dir. kendi etrafina duvar kurmaya devam et aferim sana |
Bosver...okuyan ve anlayan cok bence..ama kabullenmek istemiyorlardir..
http://www.youtube.com/watch?v=UE3pJ-EHpIw
Şiir: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya Seslendiren: Ahmet Kaya Ayriligin hediyesi Şimdi saat sensizliğin ertesi Yıldız doğmuş gökyüzü ay aydın Avutulmuş çocuklar çoktan sustu Bir ben kaldım tenhasında gecenin Avutulmamıs ben. Şimdi gözlerime ağlamayı öğrettim Ki bu yaşlar Utangaç boynunun kolyesi olsun Bu da benim sana Ayrılırken hediyem olsun. Soytarılık etmeden güldürebilmek seni Ekmek çalmadan doyurabilmek Ve haksızlık etmeden doğan güneşe Bütün aydınlıkları içine sezebilmek gibi Mülteci isteklerim oldu arasıra, biliyorsun Şimdi iyi niyetlerimi Bir bir yargılayıp asıyorum Bu son olsun, son olsun. Şimdi saat yokluğunun belası Sensiz gelen sabaha günaydın! İşi gücü olanlar çoktan gitti Bir ben kaldım voltasında gecenin Hiç uyumamış ben Şimdi gözlerime ağlamayı öğrettim Ki bu yaşlar Utangaç boynun kolyesi olsun Bu da benim sana Ayrılırken hediyem olsun. Kafamı duvara vurmadan tanıyabilmek seni Beyninin içindekileri anlayabilmek ve Yitirmeden yüzündeki anlık tebessümü Bütün saatleri öyleyce Dondurabilmek için Çıldırasıya paraladım kendimi Lanet olsun Artık sigarayı üç pakete çıkarttım günde Olsun gözüm olsun, ne olacaksa olsun... |
mein vater hat den fehler gemacht...er hat den tod seiner mutter nicht verkraften koennen und noch jahre spaeter drum geweint...dies hat sein ganzes leben zerstoert, er war nicht faehig deutsch zu lernen (war franzoesich professor in türkei) sein diplom wurde nicht anerkannt, meine mutter hat er auch verloren und ich habe es gehasst das er in seinem Leben nicht einmal zu mir gesagt hat das er mich liebt, bis heute noch nicht....jetzt ist er alleine....
|
Ich stelle mir nichts schlimmeres vor als einen Elternteil in den Grab verabschieden zu müssen.. Es dürfte nicht einfach sein darüber hinweg zu kommen doch vielleicht wird es zwangsläufig eträglicher wenn man selbst Vater oder Mutter ist.. Eigentlich zeigt dieser Vorfall doch was für ein emotionaler Mensch er war. Vielleicht konnte er dies euch gegenüber nicht zeigen und hat falsch gehandelt obwohl er das eigentlich nicht wollte..
Vielleicht hatte er keine Kraft seine Fähigkeiten in die Tat umzusetzen. Ansonsten wäre es für so einen klugen und gebildeten Mann kein Problem gewesen die Deutsche Sprache zu erlernen.. Es ist nunmal nicht so ganz motivierend wenn einem sein Uni-Abschluss in einem fremden Land nicht anerkannt wird und wenn er deshalb wieder von vorne anfangen muss obwohl er sich auf neue Sachen gefreut hatte. Bitti denen yerden baslamak...güc ister, motivasyon ister...ekonomik güc ister..sabir ister.. Schade das alles so gekommen ist... |
Ja so ist das Leben halt...daran laesst sich nichts aendern deswegen sag ich nur:
http://www.youtube.com/watch?v=EtEjT3aSmK4&fmt=18 |
Bazi baslilklar okunumak icindir, sadece okunur, düsünülür ve "Gelincik zahmet
etmis arayip bulmus " diye de bu firsatta da ona tesekkür edilir. :) Ayrica ,Tafft kardes! Seni anliyorum. Saniyorum ki, o zirt pirt " ich mag dich", ya da "i love you"diyen ana-babalar, Amerikan fimlerinin bizde, bizim de duymak istedigimiz seyleri intiba ediyor olabilir.Bundan bahsetmen dogal. Ben de hic duymadim. Eksikligini de duymadim gerci! 3 cü ve 4.cü nesil eminim bu konuda daha hassas olacaktir.Ama sevilmedigimi veya hayirli bir evlat olmadigimi da yine de hic düsünmedim. Bir insanin annesi ve babasi bir kez olur,kalirlar ve gittikleri gün de o ebedi gidistir.Benim de tecrübem var. Bu yüzden gencligimizde yasadigimiz hakli veya haksiz kuru naz ve birtakim gurur meselelerinden dogacak tatsizliklar, daha sonra da bu kez kendimizi afedemeyeceginiz yeni anlara ve sucluluk duygularina yer acacagina ben simdiden garantileyebilirim. Inanin kacis yoktur.Insan daima cekemez. Daima yaslilarimizla huzurlu olmayi ve söylenmedik - ve cözmedik konu birakmamamaya özen göstermeliyiz. Bu benim ve bana belki düsmeyen nacizane bir tavsiyemdir tabii ki.Gerisi herkesin kendine kalmis. Sunu da unutmayalim,büyüklerimizin de hayattan beklentileri, genelde simdiki elde ettiklerinden cok daha farkliydi. Devamli bir ugras ve kavga icerisinde degilmiydiler?..Vatana dön, yok dönme, buradan emekli ol, yok olma, sonra sskdan emekli ol, yok olma,ol,ol. Cifte pasaport, Alman vatandasligina gecmek, kafasi esince türkiyeye ucakla ucmak vs. bunlar sunun surasinda kac yildir var ki!? Bir ömrün yorgunlugu pahasina bizlere yine de ellerinden gelen en iyi gelecegi yapmak ve sunmanin disinda baska bir sanslari var miydi acaba ? 1970 lerde hangisi acaba yilda 2, 3 cesit tatile cikiyordu!?..adama gülerlerdi.. sevgiler - saygilar. cok uzadi.. :) |
Aynen Fos.. izlenme sayisina bakilacak olursa bircok kisi sessizce okuyor..
İŞ OLSUN DİYE Bütün güzel kadınlar zannetiler ki Aşk üzerine yazdığım her şiir Kendileri için yazılmıştır. Bense daima üzüntüsünü çektim, Onları iş olsun diye yazdığımı Bilmenin... Orhan Veli KANIK |
Alle Zeitangaben in WEZ +2. Es ist jetzt 04:50 Uhr. |