Abdülhamit’in soykırım provası
Abdülhamit’in soykırım provası
AYDIN AKYÜZ -
Berlin Anlaşması* (1878), Ermeniler için olduğu kadar Osmanlı İmparatorluğu için de bir dönemeçti. Balkan ulusların çoğu bağımsızlığını ilan etmiş, imparatorluk daralmış ve nüfusta Müslüman yoğunluğu artmıştı. Osmanlı yöneticileri ve egemenlerine göre bunun sorumlusu, ihanet içinde olan Hristiyanlardı. Hem Balkanlarda hem de Karadeniz kıyısı ve Kafkasya’da Türklerin de içinde olduğu Müslüman halklar; ya maruz kaldıkları katliamlar ve baskılar sonucu ya da kendisine yabancı gördüğü/benimsemediği bir iktidarın egemenliği altında yaşamak istemediği için Osmanlı’ya göç ediyorlardı. Bu dönem, muhacirlerin sayısı sekiz yüz bini bulmuştu. Bu göçler, Batı’da İstanbul’a ve Batı Anadolu’ya geçerken, Doğu’da ise Ermenilerin de yoğunlukla yaşadıkları vilayetlere yerleştiriliyorlardı. Muhacirlerin geldikleri yerlerde maruz kaldıkları katliamlar, baskı ve zulüm onlarda toplumun Hristiyan kesimlerine karşı bir tepki ve düşmanlığa yol açıyordu. Bu durum Türk, Kürt ve diğer Müslüman yerli halkları da etkiliyordu. Buna Abdülhamit’in izlediği Panislamcı politik çizgi ve inşa etmeye çalıştığı baskıcı, gerici istibdat rejimi de eklenince, Ermeniler başta olmak üzere Hristiyan halkların durumu kritik bir hal almaya başladı.
Ayrıca 1877-’78 Osmanlı Rus Savaşı’nda (93 Harbi) savaşın kaderi üzerinde önemli bir rol oynamayacak kadar az Kafkas Ermeni’sinin Rus ordusu içindeki varlığı ve Anadolu Ermenilerinin sınırlı bir bölümünün de onlara yardım etmiş olmasını; ne Osmanlı devleti ne de yerel Kürt ve Türk ağa ve eşrafının önemli bir bölümü unutacaktı. Yıllarca Ermenilere dönük saldırılar, önyargılar ve “Ermeni korkusu” yaratmanın propagandası olarak kullanılacaktı. Bu konuda gerçeklerle ilişkisi koparılmış hikayeler tarih kitaplarında yazılmaya devam ediliyor. Bugünkü Erzurum’da, masallarla süslenmiş Ermeni düşmanı ırkçı-şoven anlatımlar hak arasında yaygın.
Bu koşullar altında devletin yerel Kürt, Türk ve Çerkes egemenlerinin yönlendirdiği çetelerin ve kışkırttıkları Müslüman halkların Ermenilere dönük saldırılarında bu savaş ve akabinde imzalanan Berlin Anlaşması’ndan sonra bir tırmanış başladı. Anlaşmanın yarattığı umut ve güven, süreklileşmiş saldırılar Ermenileri daha fazla örgütlenmeye ve mücadele etmeye yöneltti.
Van, Bitlis, Erzurum, Arapkir, Diyarbekir, Harput, Sivas ve Muş gibi Kürdistan (bu bölgenin bir kısmı tarihi Ermenistan ya da Doğu Ermenistan olarak da anılır) illerinde önemli bir Ermeni nüfus yaşamaktaydı. “Van merkez sancağındaki Garzan, Adilcevaz, Bergiri (Muradiye) ve Marks (Müküs) kazaları dışında hiçbir yerde açık farkla çoğunlukta”(1) değillerdi. En yoğun bulundukları diğer sancaklarda en fazla nüfusun yarısı Ermenilerden oluşuyordu. Ermeniler, çoğunlukla kentli olsa da Erzurum, Muş ve Van kırsalında tarımla ve hayvancılıkla geçinen önemli bir nüfus yaşamaktaydı. Kürt komşuları gibi kendilerine ait küçük bahçeleri ve arazileri işliyor; gittikçe ortakçılığa ve kiracılığa zorlanıyorlardı.
Yeni düşüncelerle İstanbul, İzmir, Selanik gibi büyük kentlerde ve yurt dışında kaldıklarında tanışıyor; memleketine dönenlerin getirdiği yayınlar; Batı Avrupa ve ABD’nin bölgede açtığı misyon okulları aracılığıyla yaygınlaşıyordu. İlk olarak yurt dışındaki metropol kentlerde kurulan devrimci/demokratik Ermeni dernekleri, Anadolu kent ve köylerinde de yavaş yavaş çoğalıyordu. 1880’lerin sonunda, İran ve özellikle Rus sınırından yayınlarla birlikte silahlar da getirilmeye başlanmıştı.
“…Sosyalizm ve milliyetçilik düşünceleri, Ermenilerin yerel Kürt eşkıyadan sürekli zulüm gören ve devlet tarafından yeterince korunmayan köylü hemşehrilerini koruma girişimleriyle birleşti.”(2)
Ermeniler’de gelişmekte olan demokratik ulusal bilinç, 1880’lerde artık ulusal demokratik devrimci ve sosyalist örgütlerin ortaya çıkmasına zemin oluşturmuştu. 1880’de Erzurum’da Anavatan Müdafaası, 1885’de Van’da Arwenakan, 1887’de Cenevre’de Devrimci Hınçak (Çan Sesi, 1909’da Sosyal Demokrat Hınçak Partisi adını aldı), 1890’da Tiflis’de ulusal devrimci komitelerin birleşmesiyle Taşnaksutyan (Ermeni Devrimci Federasyonu) adlı örgütler ve partiler kuruldu. Devrimci şiddeti de benimseyen bu örgütlerin hedefi, bağımsız Ermenistan’ı kurmaktı.
“Öte yandan 1830’lu ve 1840’lı yıllarda Osmanlı yönetimi tarafından merkezileşme politikaları çerçevesinde Kürt beyliklerinin özerk yapılarına son verilip, aşiretlerin toprağa yerleştirilmesi kararı uygulanmaya konulmuştur. Bu süreçte göçlerle yerleşik düzende yaşayan topluluklar arasında süren gerginlikler, çatışmalar daha da artmıştır. Geleneksel hale gelen köy baskınları ve yağmalama olayları, haraç almalar bunlar arasındadır. Kafkaslardan Rus baskısından kaçıp gelen Müslüman göçmenlerin bir kısmı da bu yöreye yerleştirilmiştir. İç içe geçmiş yerleşimler oluşmuştur. Bu da karşılıklı çatışmaları beraberinde getirmiştir. Ermeni sorunu başlangıçta uluslararası diplomasiye Ermenilerin, Kürtlerin ve Çerkeslerin saldırısından korunması çerçevesinde dahil olmuştur.”(3)
Berlin Anlaşması’nda Ermenilerin korunması doğrultusunda alınan kararı, bazı Kürt aşiret reisleri kendilerine dönük tehdit olarak algıladılar. Bunlardan Şemdinanlı Şeyh Ubeydullah başı çeker. “Ermeniler Van’da bağımsız bir devlet kuracaklarmış ve Nasturiler de kendilerini İngiliz tebaası ilan edip İngiliz bayrağını yükselteceklermiş. Kadınları silahlandırmak zorunda kalsam da buna asla izin vermeyeceğim”(4) diyerek, isyan bayrağını kaldırır. Bölge aşiretlerden geniş tabanlı bir ittifak oluşturdu. Osmanlı yönetimi bu ittifakın bölgede zaten zayıf olan otoritesinin daha da zayıflatılacağını düşünüp müdahale ederek uzun uğraşlar sonucu bu isyanı 1881’de bastırdı.
HAMİDİYE ALAYLARI VE TOPRAK GASPLARI
Bu gelişmeler Babıali için uyarıcı oldu. Kürtleri merkeze daha fazla bağlayarak asimile etmek, Ermeniler üzerinde baskı kurmak, Rusya ve İran tarafından gelecek tehditlere karşı ve Kürtleri Doğu cephesi dışındaki savaşlara da katmanın bir yolu olarak Hamidiye hafif süvari alayları 1891’de oluşturulmaya başlandı. Hamidiye Alayları, ağırlıkla Ermenilerin yoğunlukta olduğu altı ilde oluşturuldu.
“Bu hafif süvari alaylarının çoğunluğu Kürt’tür. 1892’de (alay sayısı) 40 iken 1899’da 63’e çıkar. Bir alay 500-1000 kişidir. Bir alayın kurulmasını sağlayan her aşiret belli sayıda adam verir ve komuta aşiret reisinde olur. Devamlı hizmette olmazlar ve ancak hizmetteyken maaş alırlar. Bu sisteme bağlı aşiretler silahlıdır ve diğer aşiretlere baskı yapıp hakimiyet altına almayı sağlayacak üstünlüğe sahiptirler.”(5)
Kürt aşiret reisleri, Hamidiye Alayları’nın sağladığı güçten aşiret çıkarları için de yararlandılar. “…bölge halkı da kaynaklar üzerindeki kontrolünü artırmaya çalıştı, bunun arka planında daha büyük küresel bir süreç olan toprağın ticarileşmesi ve buna bağlı olarak toprağın değerinde meydana gelen artış yatıyordu. Milislere yazılan Kürt reisleri devletin başka amaçlarla sağladığı destekle kendi gündemlerini yürütmek için elverişli bir konuma geldiler ve çoğu Ermeni olan komşularının topraklarına ve kaynaklarına el koydular. Bu büyük şema içinde daha zayıf Kürt komşular da risk altındaydılar.”(6)
Hamidiyeli reisler katliamlarla, tehditle, şantajla, göçe zorlayarak Ermeni köylülerin topraklarına el koyuyorlardı. O dönem bir Ermeni’yi devrimci ya da sempatizanlıkla suçlamak, toprağına el koymanın yollarından biriydi. Bunun, her durumda doğru olması da gerekmiyordu. Topraklara el koymak her zaman zorla olmuyordu. Bunun yasal yolları da vardı. Köylüler, ağırlaşan vergiler karşısında malını ya da hasadını ipotek ettirmek zorunda kalıyordu. Borcunu ödemeyince de satış yoluyla el konuluyordu. Bu yeni bir yöntem olmasa da bu dönem Ermenilere karşı yaygın bir uygulamaydı.
Bazı bölgelerde devlet yöneticileri Ermenileri topraklarından söküp atma politikalarını destekliyorlardı. Ermenilerden boşalan topraklara Kürt aşiret mensuplarını ve Kafkasya’dan gelen Müslüman muhacirleri yerleştiriyorlardı. Yersiz yurtsuz kalan Ermeniler çaresiz Rusya başta olmak üzere başka ülkelere geçmek için izin almaya çalışıyorlardı.
Toprak meselesi, Ermenileri eyleme geçiren önemli konulardan biridir. Aynı şekilde Hamidiyeli Kürt aşiret reislerini de harekete geçiren önemli motivasyonlardandır. Hamidiyeliler, çıkar sağladıkları sürece devletle hareket ediyorlardı. Çıkarları olmadığında ya da çıkarlarına ters düştüğünde pekala farklı hareket edebiliyor ya da devlet yöneticilerini aldatıp farklı yönlendirebiliyorlardı. Ermenilerin tasfiyesi, devletin de Kürt ağa ve beylerinin de işine geliyordu.
Topraklar için başlayan kavga, her iki tarafı da dönüştürerek Ermeni ve Kürt ulusal bilincinin gelişmesini hızlandırıyor, iki halk arasındaki çelişkinin derinleşmesine yol açıyordu. Bu da, çatışmaların yaygınlaşmasına ve sertleşmesine neden oluyordu. Eşkıyalar, Hamidiye Alayları ve devlet saldırıları kadar toprak sorunları da Ermeni halkını hızla örgütlenmeye ve mücadeleye sevk ediyordu. Osmanlı’da oyun çoktu. Binlerce yıldır yan yana ve iç içe barış içinde yaşayan iki ezilen halk olan Ermeniler ve Kürtler arasına düşmanlık tohumları ekiliyordu.
Berlin Anlaşması’na kadar Ermenilere dönük çete saldırıları daha çok eşkıyalar, kimi Kürt ağaları ve rüşvetçi yerel devlet yöneticileri eliyle yapılıyordu. Bunlara Kafkasya ve Karadeniz kıyılarından katliam, baskı, zulümle göçe zorlanarak Anadolu’ya gelmek zorunda kalan, bu yüzden de Hristiyanlara kaşı nefret duyguları besleyen Çerkeslerin bir kısmı da eklemek gerek. Sonrasında ise saldırılar Babıali tarafından yönlendiriliyor ve teşvik ediliyordu. Askerler de bu saldırılarda aktif yer alıyordu.
|