Einzelnen Beitrag anzeigen
  #1  
Alt 08.12.2014, 15:16
upload
 
Beiträge: n/a
Standard Tarih, Milliyetçilik ve “İçimizdeki Ermeniler:” Açığa Çıkan Irkçılık

Türk Tarih Kurumu başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun Kayseri’de Avşarlar Sempozyumu’nda yaptığı konuşma ciddi bir tepkiye neden oldu. Bu tepki İsmail Türüt-Ozan Arif’in “plan yapmayın plan” şarkısı sonrası ortaya çıkan tepki gibi belli bir süre gündeme oturmayı da başardı. Hrant Dink cinayetinin ardından ortaya çıkan duyarlılık ile bu tür ırkçı açıklamalar artık sık sık karşı karşıya gelmeye başladı. Türk milliyetçi örgütlenmeleri ve söylemindeki ırkçı girdi arttıkça bu tür tepkilerin daha örgütlü ve yaygın olarak gündeme getirilmesi gerekmektedir. Zira Türkiye’de milliyetçi hareket içerisinde ırkçı söylem ve linç örgütlemeye çalışan paramiliter bir damar etkinliğini her geçen gün arttırmakta. Bundan dolayı Türkiye’deki milliyetçiliğin ırkçı özellikler barındırmadığını dile getiren yaygın kanaatin daha ciddi sorgulanması gerekmektedir. Her şeyden önce diğer birçok şey gibi sabit bir milliyetçilik olgusundan bahsetmek mümkün değildir. Milliyetçilik mefhumu da zaman ve mekan ile ilişkisi dahilinde Türkiye tarihi boyunca birçok farklı özelliği bağrında barındırmıştır. Belli dönemlerde farklı unsurlar, milliyetçi düşünce ve harekete rengini vermiştir. Irkçılık da Türk milliyetçi söylemi ve hareketi içerisinde belli zamanlarda öne çıkmaktan geri durmamıştır.

Yusuf Halaçoğlu’nun açıklaması ve ona sahip çıkmaya çalışan milliyetçi grupların savunuları çok ciddi bir ırkçı damarı açık ediyor. Hrant Dink’in katledilmesi ardından on binlerin meydanlarda “Hepimiz Ermeniyiz” diye haykırması da uzun süren bir milliyetçi hezeyana yol açıyor, ırkçı söylem sıradan milliyetçi söylem içerisindeki yerini ayan ediyordu. Dink’in katlinden sonra ortaya çıkan milliyetçi söylem kabaca ikili bir vurgu yapıyordu. Bunlardan birincisi Dink cinayetinin kınanması gerektiği ile birlikte “belli çevrelerin” bu olaya yol açacak bir şekilde “olayı kaşımış” oldukları “gerçeğinin” vurgulanmasıydı. Avrupa Birliği süreci, alt-üst kimlik tartışmaları, 301. maddeye itirazlar, toprak satışları vb. gelişmeler “vatandaşı” ve milleti geriyor, sonunda Türkleri ve “milli direnci” yok etme çabaları ortaya bu cinayeti çıkarıyordu. Her ne kadar cinayet tüm milliyetçi kalemşörlerce kınanmış da olsa, cinayetin bu şekilde açıklanması açıkça onu haklı kılmaya çalışıyordu.

Kısa bir süre içerisinde binlerce insanın “Hepimiz Ermeniyiz” sloganıyla sokaklara çıkmasıyla birlikte milliyetçi söylemde ikinci vurgunun biraz daha öne çıkmaya başladığını gördük. Cinayeti ortaya çıkaran, “milli refleksi” provoke eden şartların açıklanmasından ziyade, milliyetçiler birden içimizdeki “gizli Ermeniler”den dem vurmaya başladılar. Asıl tehlike aslında buradaydı. Zira Türkiye’deki cemaatiyle, diyasporasıyla, Ermenistan Cumhuriyeti’yle Türkiye karşıtı faaliyette bulunanların yeri yurdu belliydi. Ancak yıllar önce Müslümanlığa geçmiş ancak “Türk’e karşı” hıncını unutmamış önemli sayıda bir kesim alttan altta çalışmaya devam ediyordu. Hatta Dink’i katledenler de kuvvetle muhtemel bu gizli Ermeniler olmalıydı. Öyle ya bu cinayetten en fazla zarar gören milliyetçilere göre Türkler ve Türk milliyetçileriydi. Dink’in Ermeni dönmeleriyle ilgili söylem ve araştırmaları önemli mevkilerde yuvalanmış ama gerçek kimliklerini, Türkiye düşmanlıklarını unutmamış gizli Ermenileri harekete geçirmişti.

Bu anlayışa göre bir Türk’ün “Hepimiz Ermeniyiz” diye “böğürmesi” de mümkün değildi. Bu olsa olsa “gerçeğin bir ifadesi” olabilirdi. Meydanlarda Ermeni olduklarını söyleyenler aslında “gizli Ermenilerdi.” Yine PKK’nın da Dink’e düşman olduğu bu meyanda dile getiriliyordu. Dink’in “Müslümanlığa dönmüş Ermenilere” ve “asıl Kürtlerin Ermenilere karşı birçok katliam yaptığına” ilişkin söylemlerinin onu PKK için bir hedef haline getirdiği dile getiriliyordu. Böylece aslında PKK ile dönme Ermenilerin ortaklığından da dem vurulmuş oluyordu. Yine aynı minvalde Kürtler içerisinde gerçek benliklerini kaybetmemiş “Kripto Ermenilerin” sayıları da ayrıntılı bir şekilde gündeme geliyordu. Alevi Kürtler içinde 50 bin dolayında kripto Ermeni olduğu bilgisini Halaçoğlu’ndan aylar önce Ramazan K. Kurt MHP’nin gazetesi Ortadoğu’da ilan ediyordu. Ancak ona göre Sunni Kürtler arasında da iki yüz bin kadar “gizli Hıristiyan” veya “Müslüman” Ermeni varlığını korumaktaydı.

Daha önce de bir vesileyle belirttiğim gibi milliyetçi söylemdeki Türklük tanımının ırk ve kan ile yapılmasına belli kriz durumlarında veya çatışmalarda daha fazla rastlanıyor. Bu durumda vatandaşlık temelli, ortak kadere atıf yapan, değişik Atatürk milliyetçiliği tanımlamalarıyla harmanlanan söylem içinden ırkçılığın uç verdiğine şahit oluyoruz. Daha çok çeşitli biçimlerde Türklüğün altında sıralanan birçok farklı unsur çok kolaylıkla ihanet edebilecek etnisiteler olarak tanımlanabiliyor. Ancak bunlar arasında Ermenilerin müstesna bir yeri mevcut. Zira Kürtlerden Lazlara birçok unsur Türklük içinde tanımlanabilirken Ermenilik hiçbir zaman asimile edilemeyecek, kendi benliğini ve hususiyetlerini hiçbir zaman unutmayacak bir unsur olarak ortaya çıkıyor. Zira Kürtlerin aslında Türk oldukları tezi birçok kez gündeme gelebiliyorken, Müslüman olmuş, Kürtlerin arasına karışmış Ermenilerin kendi kimliklerini hiçbir zaman unutmamış olduklarının altı mutlaka çiziliyor.

Türk Tarih Kurumu Başkanının açıklamaları da aslında bu zihniyetin bir devamı niteliğinde. Halaçoğlu’nun Türkiye’deki nüfus grubunun “mozaik” olarak tanımlanmamasını da istediği kısa açılış konuşmasında tepki çeken iki nokta bulunuyordu. Bunlardan bir tanesi bugün “pek çok Kürt” denilen insanların aslında Türkmen olduklarıydı. İkincisi ise kendilerini Kürt Alevi olarak tanımlayanların önemli bir kısmının da aslında Ermeni dönmeleri olduklarıydı. Ona göre Türklere karşı olan kinlerini unutmamış bu Ermeni dönmeleri aynen yukarıda özetlenen mantığa paralel olarak Türkiye aleyhine çalışan başlıca organizasyonları ortaya çıkaran gruptu. Nitekim Halaçoğlu açıklamasının tepki çeken kısmında “bizim zannettiğimiz gibi bir Kürt hareketi değil PKK veya TİKKO hareketi” demeyi ihmal etmiyordu. Böylece muğlak da olsa Sunni Kürtlerin aslında ırken Türk, Alevi Kürtlerin ise kendilerini gizleyen Ermeniler oldukları iddia edilmiş oluyordu.

Milliyetçi örgütlerler ve yayınlar ile TTK Başkanının açıklamalarındaki bariz ırkçılık belli bir paralel düşünceyi ortaya çıkarmaktadır. Halaçoğlu’nun açıklamasının ardından Tarih Vakfı eski ve yeni yönetim kurulu üyelerinin yaptıkları açıklamada da belirtildiği gibi “kişilerin belirli etnik kimliklere mensubiyetlerinin ya da o etnik kimliklerle geçmişte belirli soy bağlarının bulunmasının, onları doğrudan doğruya bugünün sorunları karşısında eski aidiyetlerinin gerektirdiği düşmanca tutumlara sevk edeceği düşüncesi” açık ırkçılıktır. Ermeniliği her şeyden önce Türk’lüğün karşıtı ve düşmanı olarak tanımlayan zihniyet milliyetçi söylemde gayet yaygındır. Bu söylem Kürtlerin de aslında Türk olduğu varsayımıyla birlikte gündeme getirildiğinde aslında çatışanın Ermenilik ve Türklük olduğu da ortaya konulmuş olunuyor. Zira bu yolla Kürt hareketi olarak bilinen “düşman” faaliyetler de Ermeni ürünü sayılarak önemli bir nüfusa sahip Kürtler, Türklük içinde tanımlanabiliyor.

Halaçoğlu’nun konuşmasının ardından gelen tepkiler milliyetçi basın tarafından TTK’nın Ermeni iddialarını boşa çıkartmasının bir sonucu olarak görüldü. Soykırım iddialarını bilimsel olarak yalanladığı için Halaçoğlu’na karşı bir süredir bir kinin var olduğunu dile getiren milliyetçi cenah onun Ermeni ve bölücülerin boy hedefi haline geldiğini ifade etti. Ali Öncü herhangi bir ayrım yapmaya bile gerek duymadan yapılan açıklamanın “Ermenilerin gerçek yüzlerini ifşa” ettiğini iddia etti. Bu noktada bölücülük ile Ermeniler genellikle aynı paket içinde beraber dile getirildiler. Halaçoğlu’nun aslında ne demek istediğini açıklamak isteyenlerden Altemur Kılıç, bahsedilenin Kürt Aleviler olduğunu belirterek Türk Alevilerin bu açıklamadan neden alındıklarına bir anlam veremedi. Zira Halaçoğlu Türk Sunilerle Türk Alevilerin öz be öz Türk olduklarını söylemekte ve böylece “tarihimizin en acı nifakına” son vermekteydi. Ona göre aslında bu açıklamayla Türk Alevilerin Türklüklerinin teyit edilmesiyle güvende oldukları teyit ediliyordu. Yani onlar için telaşa mahal yoktu.

Ancak Kılıç’a göre Halaçoğlu’nun asıl vurgusu Birinci Dünya Savaşı’nda bazı Ermenilerin tehcirden kurtulmak için Müslümanlığa dönmeleri ve çoğunun da kendilerini Kürt-Alevi göstermeleridir. Burada Ermeni dönmesi olmayan Kürt-Alevilere ilişkin ayrı bir açıklama mevcut değildir. Yani Kürt-Aleviliğinin Ermeni dönmelerin kendilerini gizlemek için uydurulan bir kategori olduğuna dair bu cenahta güçlü bir inanç mevzu bahistir. Nitekim Kürtlere ilişkin olarak Kılıç, Halaçoğlu’nun kendilerini Kürt sayan birçok aşiretin aslında Türk olduğunu söyleyerek onları rencide edecek bir söylemde bulunmamaktadır. Zaten bir zamanlar “Türk, Öztürk” gibi soy adlarını alanlar onlar değil midir ki şimdi rahatsız olsunlar. Kılıç, Türklüğün Türkiyelilik, alt-kimlik üst-kimlik tartışmalarıyla sulandırılmaya çalışıldığını da eklediği yazısında, Türklükten neyi anladığını da aslında gayet net açık etmektedir. Ramazan K. Kurt da “Kürt asıllı” Türkler ile Torosların dağ köylerindeki Yörüklerin yaşayışındaki benzerliklere atıfla Halaçoğlu’nun açıklamalarına destek bilgiler vermeye çalışmaktadır. Yine aynı yazar “Alisiz Aleviler” olgusunun asıl dikkat çekilmesi gereken nokta olduğu belirtmektedir. Bu öyle bir bağlamda gündeme getirilmektedir ki, bu gizli Ermeniler PKK/TİKKO gibi hareketlere kaynaklık ederlerken aynı zamanda toplumda güç ve iktidar sahibi kişiler olarak da resmedilmektedirler. Böylece bu unsur hem nifak tohumu eken bir unsur olarak ele alınmakta, hem de bir eli yağda bir eli balda bir vaziyette oldukları ima edilerek hedef haline getirilmektedirler. İkinci tasvirin özellikle alt orta sınıfların hıncını körükleyeceği aşikardır.