Einzelnen Beitrag anzeigen
  #2373  
Alt 10.03.2007, 12:27
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard Tüketici Toplum

İçinde bulunduğumuz toplumu en iyi belirleyen ya da özetleyen sözcükler belki de bunlar: "tüketici toplum". Bu yalnızca benim ülkeme has bir durum mu diye düşünüyorum; ama aklıma birden dünyamızın artık küreselleşmiş olduğu geliyor. Yani bir yerde var olan, heryerde oluyor. O zaman "özgünlük" diye bir şey kalmadığı bir toplumdayız diye düşünebilirim. Hatta şunu da iddia edebilirim : Küreselleşme yozlaştırmayla denk düşüyor. Aynı giyinen, aynı müziği dinleyen; aynı dansı eden kocaman yalnız bir kalabalık canlanıyor gözümün önünde. Küreselleşmenin başarısı budur bence; tüm dünyadaki insanları biribirine benzetmek; onları ürettiklerinin tüketini yapmak.


İçimde kızgın bir ses söylevler veriyor : " Tüketiyoruz; aklımıza ne gelirse onu tüketiyoruz. Baktık tüketilecek gibi değil; çok güçlü bağları var; vaz mı geçiyoruz? Hayır! Tabi ki hayır; o zaman da yozlaştırıyoruz; içini boşaltıyoruz. Kültürel anlamda tam bir tükeniş içerisindeyiz. Ciddi bir kimlik problemiyle karşı karşıyayız ve "kimlik" insan ihtiyaçlarının en önemlisidir. Bu sürecin bilinçli yaşanmaması için ise sürekli olarak kültürel saldırılara maruz kalıyoruz. Medya; mitolojilerde anlatılan korkunç canavarlar da canavar; acımasız bir savaşçı olarak sürekli bizi tüketiyor. Yeni dünyanın sloganı ; bu satılabilir mi ("Is it marketable?"). "Presentable", "vizyon" kelimeleri var daha sonra; ve bunların yanına türkçelerini yazmama gerek yok. Bunlar bize benimsetildi; birileri televizyonlar sürekli tekrarlayarak ezberletti bize. Küreselleşmeciler yaptıklarından çok mutlu; keyifleri yerinde gülümsüyorlar. Yarattıkları kocaman kelek bir karpuz. Ben küçük ama lezzetli karpuzları özlüyorum. Yarın içi kıpkırımız karpuzları da yapmayı başaracaklar; ama o özgün tadı, o özgün kokuyu veremeyecekler. Hormonlu yiyeceklerin tüketicisi olmaya mahkum edildik. Neden kimse bundan duyduğu mutsuzluğu dile getirmiyor; neden ? Bir cevap geliyor aklıma; çoğu o özgünlüğün tadını hiç almadı ki; nasıl özlesin; nasıl karşılaştırsın ve bulunduğu koşulların farkına varsın. Ama ya diğerleri..."

Bu öfkenin haklı bir çıkış olduğunu düşünüyorum. Çünkü yaşamımız elimizden alınıyor; biz duruyoruz. Hollywood sağolsun; bütün duygularımıza onlar hakim. Medya sağolsun; bizim neyi ne kadar bilmemiz gerektiğini; ve olayları nasıl görmemiz gerektiğini anlatıyorlar. Bizim gövdemizin üzerinde taşıdığımız şeylere kullanmamıza gerek kalmasın istiyorlar. Ne kadar da düşünceli ve iyiler bunlar. Tüketeceğimiz fikirleri üretiyorlar yani. Tembel insanoğlu; aklını kullanmıyor; verileni alıyor; benimsiyor; kendi gerçeği yapıyor. İnsanlarla konuşamak ne zor oldu; konuşurken karşındaki kah "Gülgün Feyman" kah "Ali Kırca", kah "Reha Muhtar" oluyor. Sözcükleri bile değiştirmeyecek kadar tembelleşmiş insanlar. Hiç soru sormamış kendine; karşısındakine, yazana, çizene. Hep almış; yani hep tüketmiş. Sonra farklılıktan bahsediyor ama farkında değil ki; farklı olması gerektiği de ona benimsetilmiş. Bu laflarda aslan medyanın.

Yok oluyoruz insan kardeşlerim. En sağlam dayanağımız şu dünyada aşkımızdı, sevdamızdı; o da yozlaştırılıyor. İnsanlar birbirni sevmezse; ama kelimen tam ve gerçek anlamıyla sevmezse; nice olur bu dünyanın hali. Aşk deyince önümüze "seks" sürüyorlar. Eğlence sektörü diye bir şey var. Ekonomide çok büyük bir payı olan bir sektör. Aşkın kökeninde yalnızlığa direniş yatar. İnsanının yalnızlığını kırdığı gerçek nokta sevdanın başladığı yerdir. Peki ne sunulur güzel kardeşlerim bize: "Sevip acı çekeceğine; parayı ver al. İçkini içerken yanına dünyalar güzeli bir kadın mı istiyorun; ver parayı gelsin biri. Ne istiyorsun; aşk mı? Aşk kalmadı ama istersen onun yerine sana; istediğin kadar sehvet verelim. Sana pahalıya patlar ama istersen... "

Artık satılan; satın alınan bir çağdayız. Herşeyin bir bedeli var. Bizde bedel ödüyoruz: Yalnız ve Mutsuzuz. Bu kadar çok şeyin içinde nasıl olupta mutsuz olduğumuza; bu kadar insan içinde nasıl olupta yalnız olduğumuza şaşarak...

"Ne ekersen onu biçersin" derler ya; durumuz bu. Duygularımız, düşüncelerimiz tarla gibi kullanıldı. Dilenen fikirler, istenen duygular ekildi. Hasat vakti; bine bin veriyor. Yani bu yozlaşma sürecinin ideloglarının başarısını gönülden kutluyorum. Yani ancak bu kadar başarılı olunabilinir. Akıllara hakim olan görüşlere; insanlara hakim olan düşüncelere bakıpta şok olmamak ne mümkün.

Bulunduğumuz koşullar o kadar karışık ki; insanlar kolayca aldanabiliyor. İnsanın en temel ihtiyacı nedir kimlik. Sizin kimlik sorunuzu sizin adınıza çözüyorlar; bir takım tutuyorsun; bir siyasi partiye sempati duyuyorsunuz; bir şarkıcı seçiyorsun; bir tv kanalı seçiyorsun; al sana kimlik. Şimdi yok kardeşim onları ben seçtim diyeceksiniz. Bende güleceğim tabi... Zorunlu seçmeli diyeceğim gülerken. Neyi seçiyorsun; sana uzatılanları... Hiç kendini bulmana; sunulanların dışındaki fikirlere; kendine; düşünmene; soru sormana izin veriyorlar mı? Emin evet denilecek bu soruya; bende yeniden düşünemeniz; ve hatta iyice düşünmeniz konusunda ısrar edeceğim.
İnsanın en temel çelişkilerinden biri "ait olmak ve birey olmaktır." Birey olmak yerine size bencil olmayı; ait olma yerine de takım tutmaya yakın şeyleri. Bilinçli bir seçimle yanyana olmak değilde; bir sürünün parçası olmak sunulacak.

Ölüm korkunuzdan para kazanmak için sigortacılık kurumu ortaya çıkacak. Yani aklınıza gelen her türlü ihtacınız ve duygunuz birileri tarafından sıkı sıkı düşünülüyor; inceleniyor ve üzerinde nasıl para kazanılacağı hesaplanıyor. (Mesala; "Sevgiler günü için özel indirimli günler" afişleri...)

Yazılacak, söylenecek çok söz var. Ama sonuç? Ne vadediyorum sonunda? Ama cevabım Johanna Grenberg"ten: "Sana Gül Bahçesi Vadetmedim". Vadedilen sadece bu yanlışlıklara rağmen kendimi koruyabilecek kadar güçlü olduğumuzdur. Tüm bu olumsuzluklara rağmen; kendimiz varedebilir; yanlızlığımızı kırabiliriz. Yaşamın amacı insanın mutluluğudur bence. kendi mutluluğumuz için yaşayabiliriz. Şehvetin değil aşkın; bencilliğin değil bireyselliğin; kalabalıkların değil toplumsallığın; kısacası insanın kendi öznelliğinin peşinden gidebiliriz.


__________________