Einzelnen Beitrag anzeigen
  #2237  
Alt 01.03.2007, 18:32
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard Marxizm hakkinda kisaca..

Marxizm’in neyi getirdiği ve neyi götürdüğü daima tartışma konusu olmuştur. Ayrıca neyi ön plana çıkardığı ve neyi ihmal ettiği de devamlı surette tartışılagelmiştir. Elbette bu konulara kişilerin yaklaşımı farklı olmuş ve farklı fikirler ileri sürülmüştür. Ancak eskiden Marxist olan ve Marxizm’in yayılması için ömrünü harcayan düşünürlerin yaşanan onca tecrübeden sonra söylemiş oldukları şeyler bizim için daha önem arzetmektedir. Nitekim bunların büyük çoğunluğu da Marxizm’in darlığından, insan unsurunu ihmal ettiğinden, tarihe yanlış baktığından ve dini yanlış anladığından söz etmiştir. Zaten gelinen nokta da bu eleştirilerin ne kadar haklı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu değerlendirmelere ilâve olarak şunları söylemekte yarar görmekteyim.

Dini ve Tanrı inancını ortadan kaldırmayı hedefleyen Marxizm’in kendisi de zaman içerisinde bir din haline gelmiş, taraftarlarınca kutsallaştırılıp yayılmaya çalışılmıştır. Nitekim Marxist ideoloji ve bu ideolojinin önde gelenleri de tanrılaştırılmıştır. İnsanlar da kutsallaştırılan değerlere karşı boyun eğmeye zorlanmıştır. Bir din haline gelen Marxizm tıpkı diğer dinler gibi kurallar ve yaptırımlar koymuştur. Marxist dünya görüşü ve bu çerçevede ileri sürülen dinsizlik, sorgulanmasına dahi izin verilmeden fetiş (put) durumuna getirilmiştir. Aykırı görüşlere karşı gerek toplum ve gerekse birey üzerinde yargılama ve koğuşturma uygulanmıştır. Kişinin doğal hakkı olan inanç ve mülkiyet özgürlüğü, özgürlük adına insanların elinden alınmıştır.

Marxizm"in toplumsal yapıyı “burjuva” ve “proletarya” gibi ayırıma tâbi tutması belki kapitalist toplumlar için doğru olabilecektir. Ancak ideal bir İslâm toplumunun kapitalist bir toplum olmayacağı herkesin mâlumudur. Kaldı ki bu ayırım insanlık tecrübesine de uygun değildir. Marx’ın iddiasının aksine bütün toplumlarda benzeri yapılanma görülmemiştir. Yani bünyelerinde sınıf çatışması olmayan, böyle bir oluşuma imkân tanımayan, gerek toplumun ve gerekse bireyin hakkının korunduğu (müslüman) topluluklar da olmuştur.

Marxizm’den önce de insanlık var olmuş, ezilenler hakları korunmuş ve sömürüye karşı çıkılmıştır. Ayrıca binlerce yıllık insanlık tarihinde Marxizm yok iken ezilen, mağdur olan ve bir şekilde ıstırap çeken insanların yardımına en başta din koşmuş burjuvaya (!), zalimlere, krallara ve sultanlara karşı onların haklarını savunmuş acılarını dindirmiştir. Günümüzün olağan üstü zor şartlarında dahi pek çok insan için din bir moral ve motivasyon kaynağı olmaya devam etmektedir.

Marx dini (Hırıstiyanlık) burjuvaziye hizmet ediyor olarak görmüş ve bu görüşünü de genellemiş idi. Doğrusu Marxizm"in bu tesbitini doğru çıkartacak bazı unsurlara XIX. ve XX. yüzyıl Batı toplumunda rastlanmış olabilir. Belki kiliseyle idareci sınıfın birlikte çalışması Marx’ı böyle bir noktaya getirmiş olabilir. Ancak her zaman ifade edildiği gibi Batı ve Batı kültürü insanlık için genel geçer bir örnek değildir. Dolayısıyla onların belirli dönemlerindeki toplumsal ve kültürel yapılarını ve bu süreçte karşılaştıkları buhran ve sıkıntılarını evrensel olarak kabul etmek de mümkün değildir.

Halbuki din (İslâmiyet) daha ilk gününden itibaren haksızlığa ve adaletsizliğe uğrayanların yanında yer almış, küçümsenen, ezilen, horlanan ve bir şekilde ayrımcılığa mâruz kalan insanların can simidi olmuştur. Bu durum Peygamber’in şahsında açıkça görüldüğü gibi ilerleyen yıllarda onun mirasçıları olan âlimlerin (özellikle hukukçular) tutumlarında da müşahede edilmiştir. İslâm hukuk tarihi, yöneticilerle (devlet adamları) fukahanın (hukukçular) tartışmalarıyla doludur. İstisnaları bulunsa da pek çok din âlimi çeşitli gerekçelerle devlet yönetiminde görev almayı reddetmiş, idarecilerin yanında bulunmamış, hapse atılmak (hatta kırbaçlanmak) pahasına dahi olsa yönetimin keyfî uygulamalarına onay vermemiştir. Onlar en zor anlarda dahi bireyin haklarını savunmuş, hukuku devletin bir gücü olarak değil, toplumun ve bireyin mutluluğu için idareye karşı bir kalkan olarak görmüşlerdir. İdareciler ve gücü elinde bulunduranlar ise dinî değerlerden dolayı kendilerine çekidüzen vermiş, halka karşı yumuşak davranmış ve onların haklarını gözetmişlerdir. Sonuç itibariyle Batı’da kilise ve ruhbanlık devletle beraber halkın üzerinde hâkim bir unsur olurken, İslâm dünyasında âlim ve hukukçular yönetime karşı, halkın ve bireyin yanında yer almış, onların sığınağı olmuştur. Dolayısıyla aradaki farkı iyi görmek ve ona göre konuşmak gerekmektedir.

Marx’ın tarih anlayışında da çok ciddi kusurlar bulunmaktadır. Bu ekolden etkilenen kişiler İslâm tarihi için de bu bakış açısını genellenmiş ve koskoca bir geçmişi karalamışlardır. İslâm tarihinde cereyan eden olayları kendi şartları içerisinde anlamak ve anlatmak yerine, dışarıdan bir yaklaşımla kendi gözlükleriyle görmeye çalışmış ve bu çerçevede sübjektif değerlendirmelerde bulunmuşlardır. İslâm tarihinde görülen ve başta Peygamber"in kişiliğinde ortaya çıkan erdemli ve bilge tutumlar görmezlikten gelinmiştir. Günlük yaşamdaki en basit ilişkiler, insanlar arasındaki olağan problemler, kişilerin alışkanlıkları, karakterleri ve inançları Marxist bir açıdan değerlendirilmiş, yaşamın tabii akışı içerisinde cereyan eden her şey Marxizm"in tarih anlayışına sığdırılmaya çalışılmıştır. İslâm tarihi özellikle Hz. Peygamber dönemi bilinçli bir biçimde göz ardı edilmiş buna karşın daha sonraki zamanlarda nadiren de olsa insan unsurundan dolayı ortaya çıkan ve günümüzde de karşılaşılan olumsuzluklar, çatışmalar ve bağnazlıklar abartılmış ve koskoca bir medeniyet karalanmaya çalışılmıştır.

Marxist tarih anlayışıyla hareket edenler İslâmiyet"in Tanrı inancını, peygamber anlayışını, insan sevgisini, Kutsal Kitabı olan Kur"an-ı Kerim"i bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde çarpıtarak karalamaya çalışmışlardır. Dinin sadece sosyal bir hadise olduğu kabulünden hareketle-ki bunun ne kadar yanlış olduğu ortadadır-İslâmiyet de materyalist ve pozitivist bir yaklaşımla tanımlanmaya çalışılmış, evrenselliği, aşkınlığı (vahiy boyutu) ve ahlak anlayışı gölgelenmiş, putperestliğe ve zulme karşıtlığı, eşitliğin ve adaletin yanında yer alışı ise görmezlikten gelinmiştir.

Hz. Peygamber"in insanlara yönelik bilgece tavsiyeleri ve haysiyetli yaşamı; zenginliğin ve şöhretin her şey olmadığına dair uyarıları; ırkçılık ve kabilecilikle ilgili yasaklamaları; köleliğe ve cinsiyet ayırımına şiddetli itirazı, haksızlık yapacak kişinin kızı dahi olsa cezalandıracağı gibi ilkeleri bir tarafa bırakılmış, yokolması için mücadele ettiği birtakım kötü niteliklerle haksız ve saygısız bir biçimde itham edilmiştir. Hz. Peygambere bunlar yapılırken geçmişte veya günümüzde dünyanın değişik bölgelerinde zaman zaman aralarında çocukların, kadınların, yaşlıların ve hasta insanların bulunduğu binlerce insanın ölümüne, aç kalmasına, yurtlarından sürülmesine ve acı çekmesine neden olan kişiler kahraman olarak ilân edilmiş, ideolojik nedenlerle, göklere çıkarılmıştır.

İslâmiyet diğer dinler gibi bünyesinde birtakım inanç konularını içermektedir. Bunlara inanmak veya inanmamak insanların tasarrufunda olan bir iştir. Bu noktada zorlama, baskı ve dayatma gibi yöntemler İslâm"a göre zaten insanın ve inancın doğasına aykırıdır. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi yüzyılımızda görülen ve kendine bilimsellik atfedilen birtakım ideolojiler İslâmiyet"in Tanrı, peygamber ve ahiret inancını çarpıtmış, değişik bir şekilde açıklama hakkını kendilerinde görmüşlerdir. O"nu dünyanın bazı yörelerinde görülen animist, totemist ve fetişist inançlarla bir tutmuş hatta Batı"da dejenere olmuş dinî kurumlarla kıyaslamaktan kaçınmamışlardır. Bütün bunlar yapılan şeylerin bilimle, ahlâkla, felsefeyle ve objektiflikle bağdaşmadığını açıkça ortaya koymaktadır.

Marx’ın fikirleri asrımızda büyük yankı uyandırmış pek çok insanın duygu dünyasını altüst etmiştir. Özellikle gelişmekte olan ya da geri kalmış bölgelerde maddî sıkıntılar içerisinde yaşayan pek çok insana cazip gelmiş onları tatlı hayallere sevketmiştir. Ancak Marx’ın görüşleri pek çok fikir gibi doğrusu ve yanlışıyla günümüzde etkinliğini ve cazibezisini yitirmiştir. Arkasında yılgınlık, hayal kırıklığı, üzüntü, hatta gözyaşı bırakarak kendi kabuğuna çekilmiştir.