Einzelnen Beitrag anzeigen
  #29632  
Alt 20.09.2006, 21:29
Benutzerbild von roman
roman roman ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Birazda bilgilenin diye!!!

Xiii"ncü yüzyılda Hasan bin Sabbah, kartalların bile uçamadığı Alamut kalesinde, Batıniye tarikatını kurdu (bu
tarikata Melahide, İsmailiye, Haşhaşiye adları da verilmektedir). Öğrencilerini afyonla (haşhaş) sersemletip
istediğini yaptırıyordu. Selçukluların ünlü başbakanı Nizamülmülk böylelikle öldürülmüştür. Hasan bin Sabbah"a
göre, dinin bir içi, bir de dışı vardır. Gerekli olan, bademin kabuğu değil içidir. Kuran"ın dış anlamı değersizdir, iç
anlamsa kitaba bakarak anlaşılamaz. Bunu bildirmek için temiz yürekli (masum) bir imamın varlığı yeter. Temiz
yürekli imamın buyrukları kesin olarak yerine getirilmelidir.
Kutsal kitapların dış anlamlarını (zahir ilmi) peygamberler, iç anlamlarını (batın ilmi) da imamlar bildirirler. Tenzil
adı verilen dış anlamlar kafaları olgunlaşmamış insan sürülerini yönetmek içindir, gerçek tevil adı verilen iç
anlamlardadır. Örneğin, dış anlamda evli erkek ve kadınların birbirleriyle cinsel ilişki kurmalarını bildiren zina, iç
anlamda tarikat sırlarını açıklamak demektir. Dış anlamda ölüler dünyası olarak anlaşılan ahret, iç anlamda evrenin
dönerek kesintisiz insan oluşunu anlatır. Müstecip ve mezun derecelerini atlayanlar dai derecesine yükselince dış
anlamlardan kurtulurlar. Tasavvufun ünlü ilkesi şudur: Misk derler, bu laftır, miskin anlamı kokusundadır.
Bugün Hindistan, Afganistan, İran, Türkistan, Arabistan, Yemen, Suriye, Irak ve Anadolu"da yaşamakta olan
Batıniliğin en büyük imamı (sahib-i azam) Kerim dördüncü Ağa Han"dır. Kerim Han"ın, Peygamberin kızı Fatma"yla
Ali"nin soyundan gelme torunu olduğuna inanılır. Kendisine bağlı olanlar her yıl onu altın ve elmasla tartarlar. Her
yıl, ağırlığının paraca tutarı kendisine verilir. Babası Ahmet Ağa Han, Kerim Ağa Han"dan daha ağır olduğu için
1946 yılı tartısında 3.600.000 İngiliz lirası almıştı. Viii"nci yüzyılın sonlarına doğru imam olan Cafer-üs-Sadık"ın
(Fatıma"yla Ali soyundan 6. imam) oğlu İsmail"e bağlanmak amacıyla İsmaililer adıyla anılan günümüz Batınileri,
öğretilerini şu dört ilkede açıklamaktadırlar:
1- İmamlık, İsmail"in çocuklarına özgüdür.
2- İmamın her yaptığı gerçektir.
3- İmamın her sözü Kuran"dır.
4- İmam, yeryüzünde Tanrı"nın ruhunu taşıyan kutsal bir varlıktır. ondördüncü yüzyıl tasavvuf bilgini Şeyh Bedreddin,
Varidat adlı ünlü yapıtında, bu gerçeği, şöyle özetliyor: Tapınma (ibadet), içimizin arınması içindir. Gerçek
tasavvufçu, herkesin anlayamadığı şeyleri bildiği halde, bunları halka söylemez. Bildiklerini açığa vurursa onu
öldürürler. Buna, ikiyüzlülük diyebilirsiniz. Ama dışla için bir ayrılığı olmalıdır. Her inanış, kendi alanında
değerlendirilmelidir. Gerçek, halka daha işin başında ve açıkça söylenirse ya yollarını sapıtırlar, ya da o gerçeği
söyleyeni suçlarlar. Halk ve gerçek ayrı ayrı gözetilerek, ortalama bir yolla, halkı gerçeğe yavaş yavaş alıştırmak
gerektir. Bu alıştırmayı sağlamak için tasavvuf tarikatlarında dokuz derece vardır:
1- İlk derece, inceleme derecesidir (tasavvuf dilinde buna tafarrus deniyor). Dışarıda bulunanlardan içlerine
alacakları kişiyi uzun uzun incelerler. Kendini beğenmişlerle inatçıları bir yana ayırırlar, onlarla uğraşmazlar.
Tasavvuf dilinde şöyle sözler vardır: İçinde ışık olan evde konuşmayınız, çorak tarlaya tohum saçmayınız... Bu
sözlerin açık anlamı şudur: Felsefemizi anlayamayacak kadar budalaları, kendini beğenmiş ahmakları, inatçı
aptalları içimize almaya çalışıp bizi boş yere uğraştırmayınız... İnceleme süresi, ortalama bir yıl sürer. İnceleme
çalışması çok ilgi çekicidir: Her düşünceyi destekleyip o düşünceden yana görünerek inceledikleri kişiyi gereği gibi
konuştururlar. Kuşkucuların kuşkularını büsbütün artırırlar.
2- İkinci derece, alıştırma derecesidir (tasavvuf dilinde buna ta"nis deniyor). Bu derecede, tutumu iyice öğrenilmiş
kişinin dostluğu kazanılmaya çalışılır. Bu dostluğu günden güne güçlendirmek için her araca başvurulur.
3- Üçüncü derece, kuşkulandırma derecesidir (tasavvuf dilinde buna taşkik deniyor). Akıllıca düzenlenmiş
sorularla, içeriye almayı uygun gördükleri kişiyi iyice denerler, kuşkusunu artırırlar ya da uyandırırlar. Sorular
şöyledir: Cennetin kapısı niçin sekiz tanedir de cehennemin kapısı yedi tanedir?.. İnsanın kulağı ikidir de niçin dili
tektir?.. Namaz neden şu zamanda kılınır da bu zamanda kılınmaz?..
4- Dördüncü derece, bekleme derecesidir (tasavvuf dilinde buna talik denir). Yukarıdaki sorularla merakı
uyandırılan kişi, soruların karşılıklarını öğrenmek ister. Bu karşılıkları öğrenebilmek için yemin etmek gerektiğini
söyleyerek bekletirler. Kişinin kuşkusu, merakı ve tarikata girme isteği, böylelikle, tutku çizgisine yükselir,
dayanılamayacak bir duruma gelir.
5- Beşinci derece, yemin ettirme derecesidir (tasavvuf dilinde buna rabt denir). Tarikata girecek kişiye, kendisine
verilecek sırları hiç kimseye açıklamayacağı yolunda çok ağır yemin ettirilir. Bu yemin, bir törenle yapılır. Tören,
yeminin değerini artırmak için, bir hayli süslü ve özentilidir.
6- Altıncı derece, açıklama derecesidir (tasavvuf dilinde buna ta"sis denir). Son söz söylenmez. Ancak, yavaş yavaş
açık (zahir) ve gizlinin (batın) anlatılmasına girişilir. Açığın boşluğu karşısında gizlinin yüceliği, gücü belirtilir.
Gizlinin ancak, kendisi gibi yüksek anlayışlı kimselerce anlaşılabileceği, böylesine yüksek anlayışlı kişilere
söylenebileceği sezdirilir.
7- Sekizinci derece, çıkarma derecesidir (tasavvuf dilinde buna hal denir). Gizliyi öğrendikten sonra açığın hiçbir
değeri kalmadığı anlatılır. Böylece, birçok dinsel yükümler kaldırılır. Tapma biçimleri, akla ve gönül basamaklarına
yönelir.
8- Dokuzuncu ve sonuncu derece, sıyrılma derecesidir (tasavvuf dilinde buna insilab denir). Bu dereceye yükselen
kişi, artık dinsel yasaların, yasakların, törelerin, törenlerin tümünden kurtulur. Kendisiyle baş başa kalır.
Tarikata giriş, birçok tarikatlarda özel bir töreni gerektirir. Örneğin Bektaşilikte bu tören şöyle yapılmaktadır:
Tarikata girecek kimseye harici denir. Rehber adı verilen yol gösterici, kendisini mahfil"in kapısına getirmiştir.
Kapının dışında harici muhafız adı verilen bir dış bekçi, kapının içinde de dahili muhafız adı verilen bir iç bekçi
vardır. Haricinin üstünden dünyayı andıracak bütün mallar alınmıştır. Başı açık, gözleri bağlıdır. Rehberin de sol eli
omuzuna doğru göğsündedir. Haricinin boynuna tıyg-ı bend denilen bir ip bağlanmış ve bu ipe elin, belin, dilin
kilitlendiğini göstermek için üç düğüm atılmıştır. Rehber, dünyanın bütün kirlerinden temizlenmesi için hariciye
aptes aldırır. Ellerini yıkatırken, bu eller bundan sonra kimseyi incitmesin, ağzını yıkatırken, bu ağız bundan
sonra hiçbir yalan söylemesin, ayaklarını yıkatırken, bu ayaklar bundan sonra doğru yoldan şaşmasın, bir havlu
verip yüzünü kurulatırken de, bu ana kadar işlediğin bütün çirkab-ı ma-sivadan yüzünü sil der.
Rehber, kapıda, şu terceman"ı okuyarak haricinin içeri girmesi için izin ister: Bismişah, Allah Allah, eli erde, yüzü
yerde, özü darda, erenlerin dar-ı mansurunda, Muhammed Ali divanında, Pir huzurunda; boynu bağlı, başı açık,
canı kurban, teni terceman, müteehhil ikrarı vermek isteyen falanca adlı bir koç kuzulu kurbanımız var.
Erenlerimizin pendü nasihatıyla hareket etmek ister. Hanedan-ı ehl-i beyte tevelld ve teberra kılmak şartıyla
pirimiz hünkarımız Hacı Bektaş Veli efendimizin katarına katılmak ister. Getirelim mi, emir mürşidimizin, ne
buyrulur, şahım erenler?
Bektaşi babası, mahfildeki kardeşlerin oylarını alır ve haricinin içeri girmesine izin verir. Harici, içeriye, üçer
adımda bir durup peymançe" ye geçerek girer. Peymançe, henüz doğmamış çocuğun ana karnındaki duruşunu
andıran bir duruştur. Mahfilde üç, beş, yedi ve on iki olmak üzere kümelenmiş mumlar yanmaktadır. Rehber,
hariciyi, mürşit adı verilen aydınlatıcıya teslim eder. Mürşit, hariciye şöyle seslenir: Ey talip, Hacı Bektaş
efendimizin yoluna girmek istiyorsun. Bu yol çetindir, kıldan ince kılıçtan keskindir, melamet yoludur, demirden
yaydır. Erenler, gelme gelme, dönme dönme, gelenin malı, dönenin canı buyurmuşlar. Erenlerin nasihatlarıyla
hareket edecek kuvveti ve azmi kendinde buluyor musun, ne dersin?.. Talip, mürşidin bu sorusuna: "Allah eyvallah,
diye karşılık verir. Mürşit, bu karşılığı alınca şu sözleri söyler: Nefsinle mücadele et, herkese iyilikte bulun, batıla
uyma, kudretin varken affet, devletin varken mütevazı ol, kimseden mürüvvet ve insaf bekleme, eline, beline; diline
sahip ol, hakikat sırlarını faş etme: Mürşit, bu sözleri söyledikten sonra talibin başına bir taç giydirir, kulağına da
şu sözleri fısıldar: Şeriatta üstün varol, tarikattan haberdar ol, marifette payidar ol, hakikatte sabit kadem ol.
Bu sözlerin anlamı şudur: Harici şeriattan gelmektedir, tarikata girmiştir, marifet başka bir deyişle, açık anlamların
altındaki gizli anlamlar öğrenecek, gerçeğe ulaşacaktır.
Bundan sonra rehber, talibi mürşidin önünden alıp öteki makamların önüne götürür. O makamlar da talibe gerekli
bilgiyi verirler. Rehber, cümleden cümleye selam ve niyaz!.. diye bağırarak talibi yerine oturtur. Mürşit sol eline bir
kap su, sağ eline de bir tutam tuz alır: Halil İbrahim peygamber, Tanrı"ya itaat ederek nefsini Rahmana, malını
konuklara, cesedini ateşe, oğlunu kurban olmaya teslim ettiği halde gene de hamdetmekte kusur etmedi. Lanet
olsun ahdini bozana!.. diyerek acı tuzu tatlı suya atar ve talibe içirir. Su kabı elden ele dolaşarak bütün erenler birer
yudum içerler. Sonunda mürşit de bir yudum içerek, esselam ey hazırun! diye bağırır, işbu kişi teslim oldu ve
erenler yoluna niyet kıldı, huzurunuzda suya ve tuza ant verdi ki, yüz döndürmeye, bu yolda ve kapıda ola.
Su, bilimi ve bilgeliği (ilim ve hikmeti) tuz da tüzeyi ve erdemi (adalet ve fazileti) göstermektedir. Suyun, yaratıcı
ilk unsur olduğunda Tanrı düşüncesiyle insan düşüncesi birleşmektedir. İ.Ö. Vi"ncı yüzyılda filozof Thales ,ilk
yaratıcı maddenin su olduğunu söylemişti. İ.S. Vii"nci yüzyılda Kuran, Enbiya suresinde, biz her şeyi sudan yarattık
demektedir.