![]() |
evet, hani Atasözü vardir onu anlatir:
alismis kudurmustan beterdir!
|
!!!
İyi ki doktor değiller...
İttihat ve Terakki geleneğinde... Doğru yoktur... Gerçek yoktur... Olaya yansız bakmak yoktur... Ne vardır? Propaganda vardır. Seçim ertesinde... Türk basınının özellikle bir kesimi ile halk iradesi arasındaki uçurumu iyi tahlil edebilmek için İttihat ve Terakki geleneğine iyi bakmak gerekir. Rezil olanlar...Aslında basının ittihatçılarıdır. Halkı... Türkiye’yi... Toplumu... İzlemek, anlamak, yorumlamak yerine düpedüz görevli propagandası yaptılar. * * * Toplumsal görev yapanlar bu kadar körleşebilir mi? Ya da toplumu... Okuru... Medya izleyicisini böylesine ‘körleştirme’ görevi üslenebilirler mi? Yazarlıkta... Çoğunlukla karşı karşıya gelmek de söz konusu olabilir. Ama bu ‘uzaylı’ İttihatçılar toplumu ileriye taşımak için değil... Geriye götürmek için çaba sarf etmekte. Yazdıklarına bakın... Daha doğrusu ‘yazmadıklarını’ araştırın. Demokrasi yok... İnsan hakları yok... Piyasa ekonomisi yok... İnsan yok... Ne var? Devlet, devlet, devlet. * * * Uzaylı İttihatçıların yansıttığı Türkiye ile gerçek Türkiye arasındaki farkı başka meslekler üzerinden somutlaştıralım. Türkiye’ye ait bu tespit ve yorumları yapanların tıp doktoru olduğunu düşünün. Başvurdunuz... Ve çare istediniz... Siz sol kulağım az işitiyor mu dediniz... Bunlar size karaciğer yağlanması teşhisi koyacak. Siz taşikardiden mi söz ettiniz... Bunlar size siyatik teşhisi koyacak. Tıp dünyasının böyle bir skandala müsamahası olabilir mi? Olamaz ise... Medyanın neden olsun? Niye olsun? Nasıl olsun? * * * Yazılı basın... Ak kağıt üzerine beyninizi dökmek demek. Yazılanları... Söylenenleri... Yorumları... Her an sınayanlar var: Biri hayat... Biri de okur. Yazılanlar arşivde... Hayatın nasıl aktığı da ortada. Hayatı okumakla... Hayatı yorumlamakla yükümlü biri işini böylesine kötü ve yetersizce yapmaya devam ediyorsa, bu tüm medyayı tepetaklak götürmez mi? * * * Önceki gün... İsmet Berkan, Radikal Gazetesi Genel Yayın Müdürü olarak, bu körleşme tashih edilmezse nelerin olacağını şöyle anlatmaktaydı: ‘Bu seçim de gösterdi ki Türk basınının, özellikle de tarafgirlikte sınır tanımayan köşe yazarlarının yansıttığı Türkiye ile gerçek Türkiye arasındaki mesafe çok ciddi biçimde açılmış. Biz gazeteler olarak bu mesafeyi bir an önce azaltıp makul bir seviyeye getiremezsek korkarım siyasetçiler tarafından bile ciddiye alınamaz hale geleceğiz.’ Deniz Baykal’ı eleştirirken... Aynı pişkinlik medyada da sürecek mi? * * * Üstelik hayatı doğru okuyanlara... Üstelik toplumu çok daha iyi anlayanlara... Daha derin... Daha ciddi... Daha dünyaya açık olanlara... Bu uzaylı İttihatçıların küfürü, hakareti, saldırısı da ayrı bir rezalet. Göremeyen... Görene nefret kusuyor. Çağdaş dünyada... Böyle bir medya kaldı mı? * * * Biraz okusalar... Biraz dünyaya kulak kabartsalar... Biraz sığlıktan taviz verseler... Bu kadar çuvallamayacaklar. Örneğin... Halk... Oyunu kullanırken yüzde 78.3 oranında ekonomik duruma göre oy vermiş. Siz bu zevatta herhangi bir ekonomik değerlendirmeye rastladınız mı? Rastladıysanız... Doğruluk payı ne idi? Hükümet bunlardan çok daha ciddi çalıştığı için zafer kazandı. Bunların kağıdı... Bunların kalemi... Bunların beyinselliği ciddi bir ilerlemeyi algılamaya bile yetmiyorsa, daha aşamalı bir meseleye nasıl yetecek? * * * Türk siyaseti gibi... Türk medyası da... Böyle kalamaz. Tez elden arınmalı. İttihatçıya da... Uzaylıya da ihtiyaç yoktur. İhtiyaç duyulan şey, işini yeryüzü standartlarında yapan meslek erbabıdır. 27 Temmuz 2007, Cuma Mehmet Altan (gazetem net.) |
Aynen..
Hep ayni partiyi secerler ama bu secdikleri partinin programini ve hedeflerini dahi bilmezler.
Yoksa parti cok ama kücük partilerin kendilerini tanitmak icin maddi imkanlari yok. |
caaaaarrrttt
kaba kart
yirtildimi kicin? |
noch eine eingedeutschte o.T.
ohne Text
|
ortaya atiyorsam
neden sen hemen sazan gibi üstüne atliyorsun
yeni evlenmis gelinler aklima geliyor sen öyle yazinca |
die naivität die du mir unterstellst
ist erschreckend. :) hier war Mr.Zufall zugange. Mal sehen, wann denn dieses Infantile Bewertungssystem eingestellt wird..? go for red!
|
und du bist Afrikaner oder was?
Man gehört immer zu der Gesellschaft, in der man sein Brot verdient, oder meinst du nicht auch?
|
das blödeste was ich seit langem gelesen
habe..
wenn ich so was lese wundere ich mich nicht wenn in deutschland türken verbrannt werden |
Kimilerinin varliklari sadece pislik...
Kimilerinin toplumdaki varliklari sadece pislik yapmakdan baretdir !
Iki torba gidaya oylarini, yani namuslarini serefslerini onurlarini haysiyetlerini satan zihniyet, satan SATILMISLAR ekmek veren elene iserde hainlikde eder ! Tipki pkk yandaslari serefsiz hainler gibi ! Türkiye Cumhuriyetinin nufüscüzdanina sahipdirler, Türkiye Cumhuriyetinin kisitli imkanlarindan faydalanirlar ama yinede ilk firsatda Türkiye Cumhuriyetine ve insanina hainlik kahpelik yapmakdan cekinmezler ! Ha pkk yandaslari ha akp yandaslari, bu iki grupda ayni bok yiginidir ! Toplumdaki varliklari pislik, serefsizlik, hainlik ve kahpelik yapmakdan öteye gitmezler ! Bu soyuszlarda onurmus haysiyetmis hic arama, cünki bu soyusz serefsiz namussuz hain kahpeler, begenmedikleri insanlara hizmet ederek karinlarini doyurmakdan bile cekinmezler ! :-)) Afrikalilar bile bu soyusz serefsiz hain kahpelerden daha onurlu ve haysiyet sahibi insanlardir ! |
YAHUDI MEDYASININ AGZIYLA KONUSMA REBELL
Biliyormusun senin gibi militarist, halk düsmani, demokrasiden nasibini almamislarla, yahudi medyasinin söylemi ne hikmetse hep ayni. Tüm dünya medyasi Türkiyede demokrasinin galip geldiginden bahsederken, senin siyonist patronlarin bak neler yazmislar, oku, sen oku millette senin kime hizmet ettigini görsün !!!
İsrail’de yayınlanan Jerusalem Post gazetesi, AK Parti’nin seçim zaferinin “kesinlikle kutlanacak bir şey olmadığını” yazdı. Gazete, Türkiye’de ordunun rejimi koruma konusundaki gücünün de azalmaması gerektiği değerlendirmesinde bulundu. Gazetede Küresel Uluslararası İlişkiler Merkezi Türkiye Çalışmaları editörü Barry Rubin tarafından kaleme alınan köşe yazısında, Türkiye ile ABD’nin artık müttefik olmadığı, AKP Hükümetinin İran’la, ABD’ye göre daha rahat olduğu ifade edildi. Uluslararası basının AKP için “ılımlı” nitelemesinde bulunduğuna dikkat çekilen makalede, ancak AKP’nin ciddi tehlikeleri olduğu ve yakından izlenmesi gerektiği kaydedildi. Uluslararası basın kuruluşlarının, AKP’nin İslami kökleri olmasına karşın Türkiye’nin AB üyeliğine ve güçlü bir ekonomi oluşturmasına odaklandığına vurgu yapılan makalede, bunun AKP tarafından projelendirilen bir imaj olduğu ve bunu kabul etmek içinde ortada bazı kanıtlar bulunduğu ifade edildi. “AKP’NİN UZUN DÖNEM AMAÇLARI RAHATSIZ EDİCİ” Halkın yarısının AKP’ye İslami bir amaçları olmadığına ikna oldukları, ekonominin de iyi gitmesi nedeniyle oy verdiğini yazan Rubin, ancak yine de AKP’nin “iyi huylu” olduğuna dair şüpheler oluşması için kanıtlar bulunduğunu kaydetti. Makalede, AKP’nin uzun dönem amaçlarının rahatsız edici olduğu değerlendirmesi yapıldı. Kimsenin ne olacağını bilmediği ifade edilen makalede, “Eğer dünya tehlikenin farkında değilse, ki en kötü senaryoda öyle, sorunu abartmayalım ama yok da saymayalım” denildi. Dış politika ele alındığında, AKP’nin ABD’ye nazaran İran’la daha rahat olduğu değerlendirmesi yapılan makalede, AKP’nin Orta Doğu’da, Irak, Lübnan, Mısır ve Filistin’de radikal İslam’ın yenilmesini isteyip istemediği de sorgulandı. Makalede, AKP’nin Türkiye’de radikal İslam’ı empoze etmek istemese de yurt dışındaki radikal İslam’a da düşman olmadığı yorumu yapıldı. “ABD VE TÜRKİYE ARTIK MÜTTEFİK DEĞİL” Bir zamanlar Batı yanlısı olan Türkiye’nin şimdi tarafsız olduğu değerlendirmesinde bulunulan makalede, “1946’dan bu yana süren ABD-Türk ittifakı öldü. Bu iki ülkenin düşman olduğu anlamına gelmez. Hala iyi ilişkileri var. Silahlı kuvvetleri geçmişte olduğu gibi aynı şekilde düşünüyor olabilir. Ancak iki Hükümet artık gerçekten müttefik değiller” ifadeleri yer aldı. PKK’nın bir terör örgütü olduğu ve Türkiye’nin Güneydoğu’sunu ele geçirmek istediği belirtilen makalede, ancak asıl sorunun bu olmadığı, iki hükümetin (Türkiye ve ABD) farklı taraflarda olduğu kaydedildi. Makalede, AKP’nin ekonomik bir krizle de karşı karşıya kalabileceği değerlendirmesi yapıldı. AKP’nin Meclis çoğunluğu yanında Cumhurbaşkanını da seçerse çok büyük bir güce sahip olacağına dikkat çeken Rubin, AKP’nin yargıçları seçerek yasaları düzenleyebileceği, Genelkurmay Başkanını seçerek ordunun müdahale yeteneğini engelleyebileceği, bürokrasiyi yandaşlarıyla doldurarak siyaseti İslami gündeme yaklaştırabileceğini yazdı. “ORDUNUN GARANTÖRLÜĞÜ DEVAM ETMELİ” Makalede, son olarak AKP’nin baskı altında tutularak merkezde kalması gerektiği değerlendirmesi yapıldı. Makalede, “Bu, Ordunun Türkiye’de demokrasi için garantörlüğünü devam ettirmesi, basının yıldırılmaması, mahkemelerin bağımsız kalması demek. Bu kontrol mekanizmalarında meydana gelecek erozyon, beraberinde bir felaketi de getirebilir” denildi. |
tayyip ve Ergün Poyrazi tutuklattirdi...
Ergün Poyraz tayyip, abdus gül ve akp hakkinda gercekleri belgeleriyle kitab yazdigi icin
( musanin cocuklari emine vetayyip, musanin gülü, musanin akp`si ) kitablarinin toplatilmasi icin mahkemeye verildi. Ama yalan yanlis, iftira atmadigi icin, yazdiklarini belgesiyle sundugu icin tayyipin abdusun ve akp`nin davalari red edildigi icin secimden hemen sonra Ergün Poyrazi tutuklattirdilar ve elindeki tüm belgelere el koydurdular ! Iste tayyipìn ve akp`nin demokrasi anlayisi ! Türkiyenin artik nazi almanyasindan hic farki yok ! Muhalif insanlar tutuklaniyor, terrörist ilan ediliyor ve hapise atiliyor ! Neymis Ergün Poyrazin sucu !? Tutuklanma ve hapse atilma nedeni: terrör örgütüne üye olmak ve devletin gizli belgelerini ele gecirmek ! Ulan serefsizler daha dün ceza evinde pkk`ya üye oldugu icin galtagin birini ceza evinden cikarip meclise soktunuz ve bir sürü maas veriyorsunuz. Bu galtakla beraber meclisde daha 22 pkk üyesi var. Her biri devlet maas alacak, her türlü imkandan saglanacaklar. Serefsizler hic utanmadan yabancidil diye Türkceyi veriyorlar hic kimse birsey demiyor ! Iste size akp ve onlarin demokrasisi ! :-)) Kimi dangalaklarda, yok RebeLLYeLL yahudi medyasinin diliyle diye geveleniyor ! :-)) Sizin pesinden kostugunuz soyu sopu belirsiz tayyip ve abdus pezolarinin yahudilere usaklik yaptigini belgeledigi icin Ergün Poyraz bugün hapisde ! Kitablarini toplatamadilar, tazminat davalari red edildi simdi devletin verdigi gücle orosbuluklarina bir yenisini ekliyorlar ! |
ERGÜN POYRAZ BIR CETE ÜYESIDIR !!!
Senin o salya sümük savundugun Ergün Poyraz, Türkiyedeki masum insanlari bombalayip katleden, cani bir cetenin, hain bir üyesidir. Ayrica yazdigi o bastan sona iftiralarla dolu kitapta yine bu cetenin bir tezgahidir. Zaten kitapta celiskilerle doludur, bir insan hem asiri dinci müslüman, hem yahudi, hem ermeni nasil olabiliyor kimse anlamis degil, sonuc olarak komik bir kitap. Böyle salya sümük aglamakta haklisin aslanim, maskeleriniz teker teker düsüyor, eee korkunun ecele faydasi yokmus..
|
o it yazdi
sende yeni evlenmis gelinin, gerdek gecesinde erkegin uckuruna atladigi gibi, olay abaliklama atladin degilmi
isine gelirse yazilanlar icin hemen dogru diyorsun degilmi 46.6 aslinda yüzdelik oy orani ama senin anirmana bakilirsa yüzde yerine sana giren santim olarak degistirmek lazim hadi yaylanda ense trasini görelim |
YENI DÖNEMIN ILK ISIKLARI…
Kaldığımız yerden devam ediyoruz… Abdullah Gül tekrar Cumhurbaşkanlığı adayı olacak, toplantı yeter sayısı bir sorun teşkil etmeyecek ve 11. Cumhurbaşkanı TBMM tarafından en geç üçüncü turda seçilecek.
Evet, seçimlerin haftası doldu. Ve yeni dönemin ilk ışıkları belirmeye başladı. Türkiye"nin bir filmi geri sarar gibi, askeri muhtıranın bir gün öncesine, 26 Nisan 2007 tarihine geri döndüğü ortada. Aradaki tek fark yüzde 47"lik devasa bir oy oranı ve bu oranının siyaset mekanizmasına sağladığı “devasa meşruiyet…” Yeni dönem, bu meşruiyet dalgası, bu demokrasi iradesi üzerine kurulu olacaktır. Türkiye kısa bir süre sonra bu dalganın ve bu iradenin etkisiyle bir önceki dönemin kurumsal krizini aşacaktır. Bu durum Türkiye için hem bir rahatlama hem bir başlangıç olacaktır. Bir kere siyasi alan sembolik ve fiili olarak genişleyecektir. Askeri vesayet rejimi en önemli cihazından mahrum olduğu oranda “sivilleşme” süreci biraz daha derinleşecektir. Öte yandan Yasemin Çongar"ın ifadesiyle Türkiye “toplumla, dünyayla ve devirle barışık bir cumhurbaşkanına sahip olacak”, Gül"ün muhtemel cumhurbaşkanlığıyla birlikte özellikle dış politik alanda ve demokratik reformlar konusunda güçlü ve birleşik bir yürütme iradesine kavuşacaktır. Rahatlamanın sadece politik değil, psikolojik olduğunu da söylemek lazım… Nitekim merkez medya da seçim sonuçlarıyla ilgili ilk şoku atlattıktan sonra, AK Parti"nin neden ve nasıl yüzde 47"ye ulaştığı sorusuna, ilginç bir şekilde “AK Parti 5 yıl boyunca başarılı olduğu için” yanıtını vermeye başladı. Bildiğini ve gördüğünü ilk kez ifade etmeye başladı Türk basını: AK Parti hükümetini düne kadar yerden yere vuran basın şöyle diyordu, AK Parti başarısını şöyle açıklıyordu: Ülkenin 80 yılının büyüme ortalaması yüzde 3-3,5"ken, dış konjonktürün de yardımıyla AK Parti döneminde bu oran yüzde 7"lere ulaşmıştı. Üstelik tek haneli enflasyon oranlarıyla… Yatırımda, milli gelirde, satın alma gücünde, hatta istihdamda artışlar olmuştu. Sağlık ve enerji alanında devasa reformlar yapılmıştı. Dahası dayanışma kurumları işler hale getirilmişti. Güneydoğu da epey öğretici oldu merkez medya ve Türkiye için… Gerçekten de temel hak ve özgürlük alanının genişletilmesi ve demokratik reformlar sonucu Güneydoğu"da tek bir siyasi görüşün kurduğu hükümranlık kırılmaya başlamıştı. Bu durum AK Parti"ye bölgede büyük bir oy artışı getirmişti. Evet, asıl önemli olan demokrasinin ağır ve riskli de olsa, derin sorunları kalıcı bir şekilde çözme gücünün bir kez daha ortaya çıkmasıdır. Nitekim uzun süredir çoğulculaşma eğilimi taşıyan Güneydoğu toplumsal dokusu, siyasi açıdan da aynı arayışta olduğu ortaya koymuş ve demokratik reformlara bu açıdan yanıt vermiştir. Artık bu ülkenin meseleleri bellidir. 1. Çıtayı daha yukarı çıkarabilmek için siyasi rekabetin refah ve özgürlük temaları etrafında yapılabilmesi... 2. Sivil aktörlerle, sivil bir anayasayla, siyasi tabuların tasfiyesiyle, hukukun ülkeye gerçekten egemen kılınmasıyla, demokratik adımların derinleştirilmesi… 3. En önemlisi devlette, hükümette ve uygulamada demokrasinin görünür hale getirilmesi… Hiç zor değil… Biraz akıl, biraz ilke, biraz gayret… Yeter ki gölge eden olmasın… Ali Bayramoğlu |
A.M:"CUMHURBASKANI ESI BASÖRTÜLÜ OLMALI"
Türk demokrasisinin çok partili döneme geçtiği ilk 10 yıla rekor destekle imza atan Menderes’in oğlu Aydın Menderes Cumhurbaşkanı eşi başörtülü olmalı dedi.
22 Temmuz seçimlerinin AK Parti’ye yeniden ve daha güçlü bir destekle iktidar yolunu açması, bizzat Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzından, merhum başbakan Adnan Menderes dönemine atıfla, "siyasi zafer" olarak duyuruldu. Türk demokrasisinin çok partili döneme geçtiği ilk 10 yıla rekor destekle imza atan Menderes’in oğlu Aydın Menderes, 1960’dan beri Türkiye’de hangi vesileyle olursa olsun babası Adnan Menderes’in adının anılmış, hatırlanmış olmasını minnetle karşılıyor. Son cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde DYP lideri Mehmet Ağar ve ANAP lideri Erkan Mumcu’ya en ağır uyarıları, eleştirileri getiren isimdi Aydın Bey. Bugünlerde "Meclis’e girmememiz hataydı" diyen Ağar’ı o gün Aydın Menderes, "Yeter söz milletindir" anlayışını, "Yeter, söz devletindir" anlayışına çevirdiği gerekçesiyle suçlamıştı. Türk siyasetinin boynuna geçirilen "darbe ilmiklerinin" ilk mağdurlarından biri onun babasıydı çünkü. Hassasiyeti de bundandı. Milletin iradesini eninde sonunda ortaya koyacağını da birkaç ay önce güçlü bir şekilde altını çizmişti. AK Parti’nin siyasi başarısı, MHP ve CHP’nin durumu ile cumhurbaşkanlığı seçimlerini Menderes ile konuştuk. - Seçim sonuçlarının anlamı ne, bu bir siyasi zafer mi? Seçim sonuçları büyük bir sürpriz olmadı benim için. Ancak AK Parti’nin belki oyları iki-üç puan tahminimin üstünde çıktı. Asgari yüzde 42 oy bekliyordum. İki seçmenden biri AK Parti’ye oy vermiş. Bir siyasi zaferdir bu. Bunun sebepleri filan tartışılır; ancak büyük bir başarı olması tartışılmaz. Kesin ve açıktır. MİLLET İRADESİNİ GÖSTERMEMİZ GEREKİYOR - Babanızın başarısına atfen 50 yıllık rekor kırıldı dendi… Oy yüzdesi itibariyle 1950-54-57 Demokrat Parti, 1965 Adalet Partisi’nin aldığı oylardan biraz geride; ancak 1969 AP’sinin aldığı oyla aynı seviyede. Sadece Tayyip Erdoğan’ın değerlendirmesinde Demokrat Parti 50’den 54’e oylarını artırarak ikinci defa iktidar olmuştur dedi. Demokrat Parti, yüzde 56,7’lik oran ve 5 milyon küsur oyla hâlâ en yüksek oy alan parti durumunda. Ama Erdoğan haklıdır, AP 1969’da ikinci kez seçilirken oran olarak oylarında yüzde 5’lik bir düşüş olmuştur. Ve Anavatan Partisi de 1987 seçimlerini kazanırken 35’e düşüp gerilemişti. İkinci defa iktidar olmanın tek örneği değildir AK Parti. Ama DP’den sonra oylarını artırarak iktidar olan ikinci parti konumundalar. Bu da bu büyük zaferi daha da fazla taçlandırmış oluyor. -Seçim sonucu yorumlarından biri "Halk, siyasetin siyaset aktörleri dışında yapılmasını istemiyor" oldu. Sonuç bunu gösteriyor mu? Çok açık. Muhalefet partilerine, özellikle de CHP’ye seçmen, cumhurbaşkanını mahkeme seçecekse, git seni de mahkeme seçsin, dedi. Benden niye oy istiyorsun? 26 Nisan’da CHP ile ANAP ve DYP Meclis’e girmemek suretiyle, 27 Nisan’da bir de e-muhtıra, iki üç gün sonra da Anayasa Mahkemesi’nin 367 ile ilgili kararı eklenince millet kendi iradesini kısıtlanmış, önü kesilmiş olarak gördü. Ve bunun karşısında da çok açık bir tavır koydu. Bu da AK Parti’ye çok oy kazandırdı. 2002’de yüzde 34 oy olan bir AK Parti’nin oylarını en az bir 10 puan artırmıştır bu 26-27 Nisan süreci. Bunu bir büyük başarıyı küçültmek için söylemiyorum. Ama burada milletin kendi iradesine ve demokrasiye sahip çıkışını seçimler münasebetiyle görmemiz ve göstermemiz gerekiyor. BU SONUÇ, GELECEĞE IŞIK TUTMALI - Neden? Herkes bundan üstüne düşen dersi çıkartsın diye. Yoksa seçim sonuçlarının çok fazla geriye dönük okunmasından yana değilim. İleriye dönük okunmalı sonuçlar. Geriye okuma siyaset sosyolojisi ve medyanın işi. Siyasetçiler ve halk geleceği doğru okumalı. - Merkez sağın iki partisiyiz diyen DYP ve ANAP da artık yok. Bunun sebebi nedir? Merkez sağ ortadan mı kalktı? Merkez sağ artık AK Parti’dir. Zaten 2002’de bu gözükmüştü. Ya da AK Parti merkez sağ. İster öyle söyleyin ister böyle. - Fark ne? Hiçbir fark yok. İsterseniz merkez sağı tarif edin, oradan AK Parti; AK Parti’yi tarif edin, oradan merkez sağ yorumları çıkar. - Genel çerçevesiyle merkez sağ nedir? Tarifiniz ne? Merkez sağın, ideolojik bir tarifini yapmak zor bence. Türkiye’de şu hususu gözden uzak tutmamak lazım; iktidara gelenler zaten merkez sağ oluyor. Türkiye’de iktidarın rengi merkez sağdır. AK Parti merkez sağdır dememizin sebebi, bugüne kadar merkez sağın yürüttüğü siyasete ve söylemlere sahip çıkmıştır. Kendinden önceki hükümetten farklı bir şey de yapmamıştır. Ama yaptıklarını doğru ve başarılı yapmıştır. Diğerleri gibi eline yüzüne bulaştırmamıştır. Yoksa bugün ne AKP, ne MHP’yi daha ideolojik tanımlamak zordur. İcraatlarıyla tanımlamak mümkündür. İlla merkez sağ olmak da iyi bir şey değildir. Bugün Türkiye’de merkez sağ olmamak da gerekebilir. Bunu çok da kutsamamak lazım. CHP VE MHP İÇİN GEREKEN… - Merkez sağ iktidarsa, şimdi yaşanan muhalefetsizlik mi? Bir yerde öyle. CHP bundan sonra zor bir dönemden geçecek. Kolay kolay kendini toparlayamaz. Deniz Baykal’ın gitmesi de hiçbir işe yaramaz. Kim gelirse gelsin yerine, olmaz. Mustafa Sarıgül deniyor. Sarıgül, Baykal ile kıyaslanınca onun karikatürü bile olamaz. Seçim gösterdi ki CHP, 1940-50’lerdeki tek parti zihniyetindeki CHP’ye döndü. Temel yanlışı bu. Ne zaman yaptı bu hatayı? 27 Nisan’da Meclis’e girmeyerek. Bugün Meclis’te temsil edilemeyen partilerden, büyük bir muhalefet başarısı ve iktidar alternatifi gözükmüyor. Burada MHP önemli hale geliyor. - MHP ana muhalefet olma şansı mı yakaladı? Becerebilirse öyle. MHP bunu başarabilirse sayısal olarak hiç önemi yok. Rahatlıkla ana muhalefet odağı olur. Becerebilirse, kendini merkez sağa, merkeze taşıyabilir. Altını çiziyorum, kendini Türkiye’nin her yerinden oy alabilecek bir parti haline getirirse MHP’lilerin önlerinde altın bir fırsat duruyor. Ama bugünkü genel başkanı ve yönetimi bende otomatik olarak bu fırsatı değerlendirebileceği gibi bir izlenim oluşturmuyor. - Ne tavsiye ediyorsunuz? Türkiye’nin her yerinden, her kesiminden oy alabilecek bir parti nasıl olunuyorsa onu olacaklar. Başka yolu yok. İsterlerse mümkün olur, ama o sıçramayı göstermek, o iradeyi ortaya koymak, yenilemek, değiştirmek kolay bir iş değil. Ümitsizliğim o noktada. Nasıl olsa böyle bir parti çıkacak günün birinde. AK Parti ilelebet iktidar değil. REFERANDUMDA ERDOĞAN’A PAS VERİLDİ - Cumhurbaşkanı seçilemeyen bir tablodan sonra yapılan bu seçim bir anlamda referandum muydu? Evet öyle. İki seçim bir arada yapıldı. Millet hem genel seçim için hem cumhurbaşkanlığı seçimi için oy kullanmış oldu. - Kim cumhurbaşkanı seçilmeli peki? Özde milletin dediği olacaksa, Abdullah Gül’ün seçilmesi lazım. Sözde milletin dediği olacaksa, kim seçilirse seçilsin, fark etmez. Gül’ün tek eşdeğerdeki alternatifi Tayyip Erdoğan’dır. Eş ağırlıkta olmasa da Meclis’in seçeceği cumhurbaşkanının eşi mutlaka türbanlı olmalıdır. Yoksa yüzde 50’nin de pek bir anlamı kalmaz. - Neden? Bu oylar taşıma oylar mı? Hayır oylar taşıma değil, geçici değil. Millet işi bitirdi. Bundan sonra top Erdoğan’ın ayağında. Golü o atacak, size gol pasını vermiş millet, hem de kaleci yok, Erdoğan boş kaleyi görüyor. Ofsayt yok. Atarsa gol olacak. Aksi takdirde milli irade Çankaya’nın eteklerinde kalır. YENİ CUMHURBAŞKANININ EŞİ BAŞÖRTÜLÜ OLMALI - Aday Gül olmadı, Erdoğan da olmadı. Ne olur? Üç ihtimali de söylüyorum bakın… Abdullah Gül ilki. Hayır Gül olmayacak diyorsa Tayyip Bey olacak. Arkadaşlık başkadır, siyaset başka. Siyasette eşit ağırlıktadır bu işler. Bunlar olmuyorsa eşinin başı örtülü birini Çankaya’ya çıkartmak için AK Parti’nin her şeyi yapması gerekir. - Siyaset dışı aktörler nerede olur yeni süreçte? Nerede olurlarsa olsunlar. O artık milletin meselesi değil. O AK Parti’nin meselesi. Bundan sonra milli iradeyi seçmen gelip Ankara’da mı koruyacak? Böyle bir görevi var mı? Milli iradeyi korumak için iki kişiden biri AK Parti’ye vermiş sandıkta. Bundan sonra o onun vazifesi. Yani millet mazeret dilekçesi kabul etmez. Ha şu 367 konusu var. Eğer 367 konusunda CHP-MHP Meclis’in önünü tıkar ve bundan dolayı Erdoğan, Abdullah Gül’ü veya eşi başörtülü birini cumhurbaşkanı yapamazsa, izleyeceği yol şu olmalıdır. Geçici olarak cumhurbaşkanı seçilir ve tekrar devreye cumhurbaşkanını halk seçsin denir, referandum sandığı konur. - Yani cumhurbaşkanını parlamenter sistem yerine halkın seçmesi için geçici bir cumhurbaşkanlığı öneriyorsunuz. Evet. O zaman AK Parti’nin diyeceği ya Abdullah Gül’ü Meclis’te seçelim ya da cumhurbaşkanını halk seçsin. Şimdi biz seçelim, ama zaten referandum var, buna gitmiş iş. Bunlar olmuyorsa, benim belirlediğim bir adaya siz oy vereceksiniz diyecek. Yani bu seçimde, AKP milli irade imtihanı verecek. Şartlar zordur, ama bunu getirmiştir. MHP ENGEL OLURSA CHP’LEŞİR - Yeni Meclis tablosuna baktığınızda erken seçim gözüküyor mu? Sorunsuz cumhurbaşkanı seçilebilir mi? Cumhurbaşkanlığı seçimi için kilit parti MHP. Bence MHP geleceğe oynayacaksa, hiç olmazsa bizim söyleşinin çıktığı günün ertesi günü, eşinin başı örtülü biri cumhurbaşkanı olmasında mahsur görmediğini açıklaması lazım. Olay budur. Yapmazsa, MHP küçülür, büyüyemez. Peki AKP sıradan birini cumhurbaşkanı yapmasını oy verenlere, ne yapalım bu kadar oldu, Türkiye’nin şartları zordu. Uzlaşmayla hareket ettik, cumhurbaşkanlığından daha çok önemli olan iktidardır derse ve bunu kabul ettirecekse onu bilmiyorum. O AK Parti ile seçmenine bağlı. Bu işin baş aktörü iki kişidir artık. Birisi Tayyip Erdoğan, öteki Devlet Bahçeli. Zira alınacak kararlar AKP iktidarı ile MHP’nin geleceğini çok yakından ilgilendiriyor. MHP bunu yapmadığı takdirde, CHP’lileşir. BİRLEŞMEMENİN FATURASI ANAP’A DEĞİL, DYP’YE KESİLDİ - ANAP lideri Mumcu ile DYP lideri Ağar nerede hata yaptı? ANAP beni ilgilendirmez; DYP 2002 büyük kongresinden itibaren ne yaptıysa yanlış yaptı. Düz ovada siyaset söylemi, Benelüks modeli yanlıştı. Merkez sağ bunu kabul etmez. Başbakan Türkiye’nin her yerinde ‘tek devlet tek millet, tek vatan tek bayrak’ dedi. AKP’nin aldığı oyların kodların biri de budur. Yoksa AK Parti MHP gibi tersi olurdu sadece doğudan güneydoğudan oy alırdı. Batıdan, başka yerlerden oy alamazdı. Onun için AK Parti kazandı. Anavatan ile DYP’nin birleşmesi başarılı olsaydı bundan dolayı çok büyük bir hayati oy artışı olmazdı, doğru. Fakat DYP bütün bunlara rağmen 4 Haziran günü ‘doğru ve dürüst’ bir aday yoklaması yapsaydı, yüzde 10’u aşabilirdi. Ölümcül yarayı 4-8 Haziran arasında aldı. Birleşememenin siyasi faturası ANAP’a değil, DYP’ye , yani Demokrat Parti’ye kesildi. KİLİT SORUNLARI ÇÖZME GÖREVİ YENİ İKTİDARDA - Bağımsızlarla, MHP’nin aynı çatıda olması gerilim sebebi mi? Ne MHP ne DTP kökenli bağımsızların hemen kavga edeceklerini zannediyorum. Daha ayağının tozuyla bu iktidarın DTP kökenli milletvekilleriyle bir dayanışma ve işbirliğine gireceğini zannetmiyorum. Çıkmaz sokaktır bağımsızlar. Aşırı giderlerse, AK Parti’ye oy kazandırırlar. Aşırı gitmezse de AK Parti’ye oy vermemiş olanları haklı çıkarmış olurlar. Saman alevi gibi, devamı olan şeyler değil bunlar. Durduk yerde kavga gürültü olmaz. İşi gücü bırakıp bağımsızlarla birileri uğraşırsa diyecek bir şey yok. Leyla Zana üç gün önce konuşsaydı, bir yarısı daha seçilemezdi bağımsızların. - AK Parti desteği bazı illerde yüzde 70’leri buldu. Doğu ve Güneydoğu halkı, Türkiye’nin bölünmeyeceğinin oylamasını mı yaptı? Kesinlikle. Niye AKP’ye verdiler? Özellikle AKP’ye kendi verdiği oylarla, iktidara taşıyacağını Güneydoğu ve Doğu Anadolu’daki Kürt kardeşlerimiz bilmiyorlar mı? Biliyorlar tabi ki… KÜRT MESELESİ IRAK’A ENDEKSLİ - Kürt meselesini çözme vazifesi de AK Parti’ye verildi denebilir mi? Kürt meselesini çözülüp çözülmemesi kolay bir iş değil. Uzun vadeli bir iştir. Kürt meselesi, küresel bir mesele haline gelmiş. Türkiye’deki gelişmeler, Kürt meselesinin geleceğini belirlemez. Bunun altını özellikle çiziyorum. Kürt meselesini çözüleceğini Irak’ın bölünüp bölünmemesi belirler. Türkiye, Suriye ve İran’ın bölünüp bölünmemesini de Irak’ın bütünlüğü belirler. Kürt meselesi başka türlü çözülmez. - Halk, "biz ayrılmak, söylendiği gibi Türkiye’den kopmak istemiyoruz, federasyon istemiyoruz" demedi mi oylarıyla? Doğru ama bundan sonra şartlar ne getirecek? Bizim Aydın’da turpun büyüğü heybede derler. Türkiye’nin en önemli meseleleri yeni iktidar dönemine kalmıştır. AB, ABD ilişkileri, cumhurbaşkanlığı, Kürt meselesi; daha doğrusu Irak’ın geleceği. Önemli ve hayati olan budur. Terörü de çözecek olan ne Türkiye’nin içi, ne tek başına bir askeri harekâttır. Her şey Irak’ta ne olacağına bağlıdır. Aksiyon |
Farklı düşünceler!
Meclis"e Ufuk geldi
Ufuk Uras mazbatasını aldı. Mutlu olduğum kadar da umutluyum, zira ilk kez Meclis"e gönderdiğim bir vekilim ve ondan beklentilerim var 29/07/2007 SİNAN DEMİREZ. Çok mutluyum. Ufuk Uras"ı Meclis"e yolladım, yolladık! Sonunda benim de, "İşte bu benim vekilim" diyebileceğim bir adam oturacak o sıralarda. Onu Meclis"e yollamak, orada, o sıralarda oturmasını coşkuyla arzulamak için birçok nedenim vardı. En başta belirteyim, solcu değilim, hayatımın hiçbir döneminde de olmadım. Beni en iyi tanımlayan ifade liberal demokrat oldu her zaman. Buna rağmen, beni Ufuk Uras"a yaklaştıran, oy verdirten ve hatta hakkında propaganda yaptıran, kendimce sağlam nedenlerim vardı! En başta şuurlu bir demokratım ve dünyayı, ülkemi korkulardan, paranoyalardan ve şüphelerden ibaret görmeyecek, göremeyecek kadar büyük bir sevgiyle bağlıyım bu topraklara. Bu ülke benim vatanım, gidecek başka bir yerim, olsa bile gitme niyetim yok, hiç yok! "Hainsin sen" diyerek üstüme çemkiren ve beğenmiyorsam terk etmemi salık verenlere inat, "sevene kadar buradayım" diye haykırıyorum içimden. Öğretilenden farklı düşünen beni ve benim gibileri hainlikle suçlayanlarysa ilkin öfkelenip, sonraları gülüp geçmeyi öğrenerek yaşayıp gidiyoruz hayatı. Zaman zaman zor oluyor ama insan her şeye alışıyor galiba. Vatanını bu kadar severken, hainlikle suçlanmaya bile... Bir önceliğim var! Bu topraklar üzerinde yaşayan her insanın, huzurlu ve insan onurunu gözeten bir hayata sahip olmasını çok önemsiyor, bunu her şeyin önüne koyuyorum. Sanal korku politikalarıyla insanların birbirinden nefret eder hale gelmesini büyük bir korkuyla izliyor, saygıdan uzak bir ötekileştirme operasyonuna dehşetle tanık oluyorum. Bizler birer tanığız, evet hayatımızı korkulara kurban ediyorlar, geleceğimizi kaybediyoruz. Tek bir korkum var, bu ülkeyi gün geçtikçe daha zor yaşanacak bir yer haline getiriyorlar. Ben bunu çocuklarıma anlatamam, hiçbir şey yapamadım, olanları sadece izledim, korkulara boyun eğdik, önümdekinden, arkamdakinden, sağımdakinden, solumdakinden korktum, başka da bir şey yapmadım diyemem. Buna vicdanım izin vermez ki, bu ülkeyi hep beraber daha yaşanır bir hale getirmek benim, bizim görevimiz. Çünkü ideoloji değil insanlık gözlüğüyle bakıyorum hayata. Bu ülke üzerinde yaşayan her bir insan için, hep beraber, özgürlükleri, hakları, halkları yücelten çözümleri hep beraber üretmeliyiz. Bu yüzden destekledim işte Ufuk Uras"ı. Şimdi ondan çok şey bekliyorum! Şimdilik Ufuk Uras"ın Meclis"e girmesini destekleyerek, bu uğurda bir şeyler yaptığımı, seyirci kalmadığımı düşünüyorum. "Keşke Baskın Oran da orada olsaydı" diye iç geçirmeden edemiyorum. Ama olsun, Baskın Oran"ın da dediği gibi Meclis"in ezberini bozmak için bir ses bile yeter, yetecek! İşte Ufuk Uras şimdi o ses olacak, içerdeki ses. 12 Eylül asker anayasasının da katkısıyla uzun süredir giremediğimiz Meclis"i, 28 yaşındaki benim için daha anlamlı bir hale getiren bir ses. İçim biraz olsun rahatlıyor. Bizim de çok işimiz var, oturup Meclis TV"yi izleyecek ve Ufuk Uras acaba bugün ne yapacak diye bekleyecek değilim, değiliz. Onu Meclis"e yollayan bir seçmen olarak bu ülkede gündeme gelmesini istediğim uzun bir listem var. Ufuk Uras bunları zaten biliyor, yapacak demeyin, bunları yazmak, peşine düşmek önce benim vatandaşlık görevim. Hepimiz bir şeyler yapmalıyız. Peşine düşmeliyiz, Meclis"teki babamızın oğlu olsa bile! Neler istiyorum? Atladıklarım için affola diyerek başlıyorum, her şeyi buradan yazmak zaten mümkün değil. Buyrun efendim, bakalım ben neler istiyorum. Tam işleyen bir demokrasi olmadan Cumhuriyet olamayacağını, olursa da Suriye"den, Ürdün"den farklı olamayacağını, laiklik dahil hiçbir kavramın, içi boşaltılıp gerçek anlamından uzaklaştırılarak milyonların mutluluğunun önüne bir set olarak çekilemeyeceğini biri Meclis"te söylemeli artık. Şu dış düşmanlar, mihraklar mevzusunun kocaman bir palavra olduğunu, kendi içinde korkularını aşmış, halkını mutlu etmiş bir demokrasinin bütün tehditleri, düşmanları aşacağını biri Meclis"te söylemeli artık. Kendi tarihiyle hesaplaşmanın hainlik değil erdem olduğunu, tarihiyle yüzleşmiş bir Türkiye"nin geleceğe daha sağlam ve güvenli yürüyeceğini biri Meclis"te söylemeli artık. Neredeyse, salt azınlık milliyetçiliğine evrilen bir garip solculuğun da aslında çok tuhaf bir şey olduğunu, sol denilen kavramın işçi, emekçi, ezilen ve dışlanan halkın sesi olduğunu biri Meclis"te hatırlamalı artık. "Laiklik elden gidiyor, din devleti geliyor" diyen sahte korku pompacılarına, statüko hevesçilerine, "Hayır efendim, din devleti falan gelmiyor, sadece sen koltuğunu kaybediyorsun, bütün mesele budur" diyebilecek bir sol görüş, bağımsız irade Meclis"te gürlemeli artık. Kişi başına 10 bin dolar hedefine gidilen o ulvi yolculukta kişi başına 10 bin korku istemeyenlerin de sesi Meclis"te gür çıkmalı artık. Uğur Kaymaz, Şemsettin Yavuzkaplan, Hrant Dink"inki gibi aşağılık ve haince işlenmiş cinayetleri, Susurluk olayını, 33 kurşun olayının meşum sanığı Mustafa Muğlalı isminin Van Özalp"da jandarma sınır karakoluna verilmesini, vatanımın dört bir yanında yaşanan ve önce insan onurunu aşağılayan faili meçhulleri, gözaltıları, kayıpları, Şemdinli olayını, Savcı Ferhat Sarıkaya"nın başına gelenleri ve diğerlerini birisi Meclis"in gündemine gerçekten taşımalı, haykırmalı artık. AKP"nin başlatmasını beklediğimiz sivil anayasa hamlesine karşı çıkmanın solculuk değil cahillik, statükoculuk olduğunu, gerçek bir solcu çıkıp göstermeli Meclis"te artık. 24 kez girilmiş ve tarumar edilmiş bir K. Irak"a yapılacak 25. müdahelenin çözüm değil sorun yaratacağını, asıl çözümün bölge halkını huzura kavuşturacak hamlelerle mümkün olacağını ve bölge halkının DTP harici çözümlere yöneldiğinin resmi olarak kesinleştiği seçim sonrası dönemin tam da bunun zamanı olacağını biri çıkıp Meclis"te söylemeli artık. Başörtüsü mevzusuna CHP tarafından geliştirilen ilkel, çağdışı ve dahi vahşi bakışın sol bir görüşün ürünü olamayacağını, Meclis içinden gerçek bir solcunun çıkıp söylemesi lazım artık. Yabancı sermaye girişi, yabancıların mülk edinmesi ve sonrasında yaratılan korkuların aslında ikiyüzlülük olduğunu, kanunları sağlam bir ülkenin ülkesine gelen yabancıdan korkmasının korkaklıktan başka bir şey olmadığını, yeni dünyada bu korkaklığa yer olmadığını, Almanya"da mülk edinen, yatırım yapan vatandaşlarımıza sevinir, gurur duyarken bu duruma gocunmanın en hafifinden ikiyüzlülük olacağını birisi çıkıp Meclis"te söylemeli artık. Yazının başında da dedim, mutluyum! Mutlu olduğum kadar da umutluyum, zira ilk kez Meclis"e gönderdiğim bir vekilim ve ondan beklentilerim var. Ben şimdi bunları yazarak vatandaşlık görevimi yerine getiriyor olmanın huzurunu yaşıyorum. Haydi Ufuk Uras! Bunları ve dahalarını Meclis"in çiğköfte kokan koridorlarında haykıracaksın biliyorum. Bütün kalbimle, kalbimizle arkandayız. İnanıyoruz ki, Meclis"e "Ufuk gelecek"! (Radikal iki.) |
Farklı düşünceler!
Neler oldu, neler olacak?
Bu iş burada bitmez. Bitirmek için fazla güzel. Aşağıdan gelen talep o kadar fazla ve kaliteli ki, bitiremeyiz. Ayrı bir daldan devam ediyoruz. İnsanlara politikanın seçimden seçime değil, gündelik hayatta yapıldığını şimdi göstereceğiz 29/07/2007 BASKIN ORAN. İki şey anlatacağım. Birincisi: Bu kadar başarılı bir kampanya yürütülmüşken, bu kadar büyük bir teveccüh gelmişken neden bu seçim yenilgisi? Bunun en açık yanıtı Prof. Nilüfer Göle"den geldi: "B. Oran, yandaşlarının ezberini bozamadığı için kaybetti". Nitekim bendeniz 31.133 oy aldım (yüzde 1.89). Aynı bölgeden DTP tarafından çıkartılan Doğan Erbaş da 45.775 (yüzde 2.78). Yani, toplam 76.908 (yüzde 4.67). Oy bölününce ikimiz de seçilemedik, oysa bölgeden son milletvekili 59.635"le seçildi. DTP tarafından karşısına aday çıkartılmayan Ufuk Uras 1. bölgede yüzde 3.7"yle seçildi. Öğretici olabilir. Bittabi, kampanya sırasında hatalar yapmış olabiliriz ve yaptık da. Bağımsızların kösteklenmesi için devlet her şeyi yaptı, ayrıca. Ama temel olay: 84 yıllık ezberleri, 1 ay 21 günde bozamadık. Neden karşına aday? "Neden DTP sonradan bir aday çıkardı?" sorusu sürekli geliyor. Verdiğim cevabı size de sunayım: "Ben DTP"nin yerine cevap veremem. Üstelik, sevdiğim bu insanların üzüntülerini daha da artıramam. Dahası, Kürtlerin TBMM"ye girmelerini TC"nin bekası açısından yaşamsal önemde buluyorum ve gerek DTP"nin gerekse Kürt kardeşlerimin oluşan bu duruma hiç layık olmadıkları düşünüyorum". "Aday çıkardık, çünkü" diyebileceklere aktarasınız diye size bir de kronoloji verebilirim: - 25 Mayıs Cuma Orhan Doğan ve iki eşbaşkan Ankara"daki evime konuk oldular ve beni destekleyeceklerini söylediler. - 01 Haziran Cuma İstanbul 2. bölgeden adaylığımızı açıkladık. Aynı gün Fırat Haber Ajansı DTP"nin desteğini duyurdu. - 02 Haziran Cumartesi 11.00"de DTP Ankara"da Bin Umut adaylarını ve beni desteklediğini açıkladı. - 04 Haziran Pazartesi DTP İstanbul İl Başkanı Doğan Erbaş aynı bölgeden aday oldu. Mutluyum. Çünkü DTP üst yönetimi aynı gün telefon etti, üzüntü belirtti ve konuyla bizzat ilgileneceğini söyledi. Arkasından, sayılamayacak kadar çok Kürt genci özellikle e-postalarla özür diledi. Bunun adı, iyi niyet"tir. Partinin yeni bir gençlik hastalığı yaşadığı ortada fakat Kürt insanının biraz da feodal kökenden gelen özelliği de ortada: Ağızdan çıkan sözü kutsal sayma duygusu ve ayrıca bir "Beyaz Türk" olarak şahsıma ve hareketimize gösterdiği muazzam teveccüh. Umarım, Kürt kardeşlerimin etnomilliyetçiliği aşma yolunda harcadığı bu çabaların taçlanmasına küçük bir vesile olurum ve çok onurlanırım. Bundan sonrası. İkinci söyleyeceğim şey: Bu iş burada bitmez. Bitirmek için fazla güzel. Aşağıdan gelen talep o kadar fazla ve kaliteli ki, bitiremeyiz. Ayrı bir daldan devam ediyoruz. Anlatayım. Partilerin yıllardır yaptığı şeyi biz sıfırdan başlayarak ve yalnızca bir ay yapabildik. İnsanlara politikanın seçimden seçime değil, gündelik hayatta yapıldığını şimdi göstereceğiz. Ağustos sonuna doğru 2. bölge ilçelerindeki "kanaat önderleri" kendi mahallelerinde değerlendirme toplantıları yapacak. Eylül ortasındaki genel toplantıda bu "kılcal damar"larımızdan gelecek bilgi, şikayet ve hepsinden önemlisi önerileri derleyeceğiz. "Şahdamarı"mız yani kuracağımız "komisyon"lar buradan beslenecek. Her konuda yasa tasarısı hazırlayacak: Nefret söylemi, sendikalar, çevre, TCK, ayrımcılığı önleme, siyasi partiler, YÖK, ve bittabi, Anayasa! Yanımızda, dört-beş orta boy devlete yetecek kadar uzman ve hoca var. Milletvekilliğine soyunmakla uğraşamayacak ama milletvekili oldukları takdirde olay yaratacak bu insanlar, aynen birer TBMM Komisyonu gibi çalışıp yasa tasarısı üretecekler. Sonunda bu tasarılar "Genel Kurul"a inecek". Orada dinleyen kılcal damarlarımızın huzurunda "kabul" edilerek Resmî Site"de (www.baskinoran.net) yayınlanacak. Ayrıca, TBMM"deki kafadaşlarımıza gönderilecek. Bu simülasyonlar, milliyetçi kavgalarla tıkanmış ve parti firavunları tarafından sindirilmiş bir TBMM"ye yasama faaliyeti nasıl yapılırmış, öğretecek. "Aynı ırmağa iki kere girilemez" Bu, Diyalektik"in Babası, Efes doğumlu toprakdaşımız Herakleitos"un sözüdür. Çünkü koşullar her şey için her an değişir. Ne geçen artık aynı sudur ne de giren aynı insan. Hiç sahte tevazuu gerek yok; zaten tevazu kibirden gelirmiş: Bizim bağımsız sol hareketimiz Türkiye"ye öyle yeni şeyler getirdi ki Türkiye"nin artık buradan geri dönmesi imkansızdır; buradan devam eder ancak: 1) Yeni söylem ve yeni ilkeler: Sürekli malum masalları dinleyen insanlar "Bunları çok duyduk. Artık ezberini boz" diyecek. Bir Kürt hak edip etmediğine bakmaksızın bir Kürt"ü, bir Alevi hak edip etmediğine bakmaksızın bir Alevi"yi, bir kadın hak edip etmediğine bakmaksızın bir kadın"ı seçmekten bahsettiği zaman artık uyaracak: "Ezberini boz! Başka türden daha değerli birileri var". 2) Yeni örgütlenme biçimi: Sivil toplum artık karar vermeye yönelik çalışacak. Gerçek bir "aşağıdan yukarıya" hareket yaratıyoruz. Kılcal damarlar şahdamarını besleyecek, şahdamarı Türkiye"yi. Bütün bunlar minimum bir hiyerarşiyle olacak. Örgütlenme tamamen gönüllü çalışacak. Merak etmeyiniz; bu hareket sıfırdan başlayarak bu muazzam kampanyayı aynen böyle götürdü ve böyle götürmeye fena halde teşne. Başarımız, yeni katılımları aynen bir ışığın kelebekleri çektiği gibi çekecektir. Tek farkımız, onları yakmak yerine yeniden üretmek olacak. 3) Yeni sol anlayışı: Hepsinden önemlisi işte bu üçüncüsü. 60"larda Marksizm bize "ezilen ve dışlanan"ların "emekçiler" olduğunu öğretti. Yıllar sonra ve epey zorlanarak (çünkü sol"da Kemalist çekirdek çok belirgindi) buna ikinci bir kategoriyi ekledik: Kürtler. Ondan sonra, ondan sonrası tufan. 71 ve 80 askerî darbeleri bizi ezdi geçti. Türkiye"nin sol kolunu kopardı attı. Canımızı zor kurtardık; yani kurtarabilenler. O hengame içinde, 80"lerle birlikte seslerini duyurmaya başlayan yeni toplumsal güçleri, bu yeni ezilmişlik-dışlanmışlık kategorilerini fark bile edemedik: Aleviler, engelliler, kadınlar, çevreciler, gayrimüslimler, Romanlar, sokakta kırmızı ışıkta kağıt mendil satan sekiz yaşındaki çocuklar, Çerkesler, eşcinseller, Lazlar, üniversiteye başörtülü alınmayan kızlar, vicdani retçiler, daha sayayım mı? İşte bağımsız sol hareket çağdaş solun, emekçilerin ve Kürtlerin yanı sıra bütün bunların kucaklanması gerektiğini öğretti Türkiye"ye. Bunların her birine de, yukarıda da söyledim, sadece kendini savunmamasını. Her ezilmiş-dışlanmışlık kategorisinin diğer bütün ezilmiş-dışlanmışları savunmasını. Kolay değildir efendim. Bırakınız "ortak oy pusulası"nda adlarımızın karınca duası gibi yazılmış olması rezaletini. 2004 ortasından itibaren bir ejderha gibi başını kaldıran ve bu arada yalnızca sahte sol"u değil, klasik sol"u etkisi altına alarak Batı/yabancı düşmanlığına dönüşen milliyetçiliği biz hem Nişantaşı hem Okmeydanı sokaklarında, "Milliyetçiler en çok millete zarar verir. Çünkü karşı milliyetçiliği tetikler" diye bangır bangır teşhir ettik. Vatanî hizmettir. Artık burada duramayız; vatana ihanettir. (Radikal iki.) |
!!!
Ozan Ceyhun
Sosyal demokrasi ve Kemalizm arasında bocalayanlar. 02/08/07 Seçimler sonrası Türkiye"sinde CHP ve "Kuzey Kore tarzı ömür boyu" başkanı tarafından oynanan "kabaremsi" oyunu izlerken Türkiye"de kendilerini sosyal demokrat sanan ama aslında "Kemalist" olanların SOL"a verdikleri zararı görememeleri beni şaşırtmıyor artık. CHP ve DSP"nin birçok konuda MHP"den farksız içerikleri ile sosyal demokrat partiler olmadıkları açık ve net bir şekilde ortada. CHP bu haliyle ve değişmediği sürece üyesi olduğu Sosyalist Enternasyonel"de galiba yanlış adreste. Klasik "Kemalist düşünce yapısı" ile Avrupa sosyal demokrasisi arasında büyük farklılıklar var! Özellikle belirtiyorum: Kemalizm konum değil! Ben sadece çağdaş modern sosyal demokrasi ile Kemalizmin aynı çatı altında barınabileceği mantığına karşıyım. Bu mantık Türkiye için büyük bir talihsizlik! Ne Willy Brandt ne de Gerhard Schroder ya da Tony Blair sosyal demokrasisi, CHP tarzı kemalist bir parti ile uyuşabilir. Bu nedenle Sosyalist Enternasyonal toplantılarında Baykal ve Öymen "Müslüman mahallesinde salyangoz satan" seyyar satıcılar kadar ilgi görmekteler. AB, globalleşme, "devletçiliği savunmaksı-zın" sosyal devletten yana olmak ve daha nice alanlarda "Kemalist" bir CHP"nin sosyal demokrat politikalara ayak uydurmasını beklemek oldukça "saf bir davranış olur. Bay-kal"lar, Anadol"lar ya da Topuz"lar AKP"li bir Er-tuğrul Günay kadar bile sosyal demokrat ilkelere sahip çıkmayarak Avrupa"daki sosyal demokratların "kara, kara düşünmesine" neden olmaktalar. AKP"nin başarısının ardından çıkan gerçek, Türkiye"de geniş yığınların da artık sosyal demokrasi kavramını "doldurmadan" ve de belki de "kendileri de ne olduğunu açıklayamadan" Kemalist programları sosyal demokrat politika gibiymişcesine ambalajlayıp sunanlara tepki gösterdiği. Bu son seçim açıkça gösteriyor ki SOL"da gerçek bir sosyal demokrat parti yok. Sosyalist Enternasyonal ilkelerine sonuna kadar bağlı ve modern sosyal demokrat dünya düşüncesini Türkiye Gerçeği"ne adapte edebilecek kadroların eksikliği Türkiye"de kemalistle-rin "kendilerini sosyaldemokrat sanarak" ya da "olmadıklarını bildikleri halde öyleymiş gibi pazarlayarak" açık kapatmaya çalışmaları nedeniyle AKP gerçekte sosyal demokrat bir partiye verilecek oyları da alabilmekte. "301" gibi bir utanç paragrafına sahip çıkmayacak, "Kürt Sorunu" tanımlamasından korkmayacak, "Kıbrıs Sorunu"nu" Kuzey Kıbrıs halkının "kendi kaderini tayin" ilkesini de göz önünde tutarak ele alabilecek, kota sistemi ile kadın adayların listelerde hak ettiği yerlerde olmasını toplumsal bir sorumluluk kabul edecek, global sorunlara global çözümler arayışı içinde olmayı "vatana ihanet olarak" görmeyecek ve enternasyonal bir sosyal demokrat işbirliğine açık olacak sosyal demokrat partiye acilen ihtiyaç var Türkiye"de. CHP"de Deniz Baykal istifa etse ne olur etmese ne olur, CHP kemalist kimliğinden arınıp sosyal demokrat bir parti olamadıktan sonra! İşte ana sorun burada! CHP tabanının sosyal demokrasi ve Kemalizm arasında bir karar vermesi gerekiyor artık. Ozan Ceyhun (birgün gazetesi.) |
seref edebiyatini
sereflilere birak
senin gibi ne idügü belirsiz mason usagi seref kelimesini agzina almasin |
Susuzda olsa yola devam ! :-))
Secimlerden önce barajlarda yok denilecek kadar su olmasina ragmen kesintisiz su verenler simdi 2-3 gün süreyle suyu kesiyorlar ! :-))
Hemde Ankara gibi büyük bir sehirde ! Birakin büyük bir sehiri, baskent baskent ! Herhalde bir ülkenin baskentinde su kesilmesi olsa olsa ancak gelismemis Afrika ülkelerinde rastlaniyordur ! :-)) akp`li belediye baskanin bu durumda vatandasa tavsiyesi "Ankarayi terk edin, baska sehirlerde akrabalari olanlar, akrabalarini ziyaret etsinler veya izin yapsinlar. Ben Ankara belediye iscilerine 2 ay izin verdim. Suc bizde degil, bundan iki sene evveli ben vatandasi uyarmisdim vs. vs. vs." Sanki sade vatandas ne yapacaksa !? :-)) Herhalde bu dangalak votgaci dinci sahtekar, vatandasdan evlerinin önüne baraj yaptirmalarini bekliyor !? :-)) Birde utanmadan sucu DSIye atiyor, sanki DSI ona bagli degilmis gibi bir ifade ! :-)) Neymis hastanelere, okullara,... Kizilnehirden tankerlerle su getirtecekmismismis... Kizilnehirin suyuda camurlu ve fabrika artiginin aktigi sudan ibaret olmasa cok güzel olacak ! :-)) Iki torba gidaya oylarini satan NAMUSSUZ SEREFSIZlere hakdir bu !!! Devam ettiginiz yolu görüyoruz ! Hatta ben daha ilerisinide görüyorum ! Yarin birgün 400 kusur milyar dolar borcu ödemek icin artik ananizimi, bacinizimi, kizinizimi, yoksa karinizimi satarsiniz bilemem ! Ama 5-10 seneye kalmaz Türkiyede satilacak birsey kalmadigi icin, Türk topraklarini satacaksiniz, paraclattiracaksiniz, bu bir gercek ! NAMUSSUZLAR SEREFSIZLER akp ve dtp secer !!!! |
46.6
serefsizlere böyle gecirdi halk
|
gözün aydin TÜRKIYE
bir numarali halk düsmani, cumhuriyetin gelmis gecmis en beceriksiz cumhurbaskani ve ayni zamanda masonlari laikligin savunucusu ve cumhuriyetin bekcisi olarak nitlendirecek kadar küstahlasan sezer denen adamdan kurtuldugumuz icin gözümüz aydin..
------------------ CEHENNEM OLUN GİDİN! Cumhurbaşkanı Sezer"in 45 dakika görüştüğü, laikliğin ve Atatürkçülüğün koruyucusu ve teminatı olduklarını açıkladığı Türkiye Masonları, 1935 yılında da Cumhurbaşkanlığı konutu olarak kullanılan Çankaya Köşkü"nü kovularak terk etmişlerdi. Mason localarının kapatılmak istenmesi üzerine Atatürk"ü ikna etmek için 11 Ocak 1935 tarihinde Cumhurbaşkanlığı konutuna çıkan Mason heyeti, Atatürk"ün büyük tepkisiyle karşılaşmıştı. Dönemin Van Milletvekili İbrahim Arvas anılarında bu tarihi gerçeği şu şekilde anlatıyor: Masonların Büyük Üstadı Mim Kemal, Atatürk"e hitaben: "Efendimiz biz zaten maiyet-i devletindeyiz fakat siz Meşrik-i Azam"ımız olursanız, bir pervane gibi etrafınızda dönüp dolaşırız demiş. Reis-i Cumhur da; ""peki bir şey soracağım, bana cevap veriniz de sonra... Siz Avrupa"da hangi locaya bağlısınız ve mektebinizin ismi nedir?" diye sormuş. Mason Üstadı Mim Kemal "Biz Cenova"ya tabiyiz ve Reisimiz Barca Mişon"dur" diye cevap verince küplere binen Mustafa Kemal Paşa, "Haydi defolun buradan, cehennem olun gidin. Yahudi uşakları! Benim milletim bana kahraman sıfatı verdi. Ben sizin gibi bir çift Yahudi"ye uşak mı olacağım? Bu gece sabaha kadar Türkiye"deki bütün locaları kapatmadığınız taktirde, yarın teşkil edeceğim Divan ı Harb-i Örfi"ye hepinizi verir ve astırırım. Haydi defolun karşımdan" diyerek masonları kovdu. İbrahim Arvasi"nin "Tarihi Hakikatler" isimli kitabının 71 ve 72. sayfalarında anlattığına göre; Atatürk"ten ağır hakaret işiterek kovulan masonlar, o gece adeta yıldırım hızıyla durumu İzmir, İstanbul ve Adana"daki localara bildirirler. Sabah olmadan Türkiye"deki bütün locaların kapanma kararlarını aldırıp, ilgili belgeleri daha sabah kahvaltısı sofrasından kalmayan Atatürk"ün önünü koyup derin bir nefes alırlar. _________________ |
Milliyetten.
Başkentte susuzluk manzaraları...
Günlerdir su sıkıntısı çeken başkentte, ıslah edilen İncesu deresinden sızarak bir apartmanın altında biriken su vatandaşların umudu oldu. Apartman sakinlerinden Cemal Özyürekli, caddenin altından İncesu deresinin geçtiğini belirterek, apartmanın zemininde biriken dere suyunu bir kuyuda toplayarak vatandaşlara dağıttıklarını söyledi. Özyürekli, 1997 yılından beri apartmanın temizliğinde kullandıkları suyu, son 4 gündür vatandaşlara dağıttıklarını söyledi. Suyun "kesinlikle içilmemesi gerektiği" konusunda vatandaşları uyardıklarını anlatan, apartman sakini "Bu su sadece tuvalet, banyo gibi yerlerin temizliğinde kullanılabilir" dedi. Özyürekli, Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığında sürekli tahlil yaptırdıklarını ve kurumun da suyun içilmesine onay vermediğini kaydetti. Apartman yöneticisi Ahmet Özkaya ise suyun sadece temizlik için kullanılabileceğini ifade ederek, içmek için kesinlikle uygun olmadığını söyledi. Özkaya, apartmanın altına arıtma sistemi olan bir su deposu yaptırmayı düşündüklerini belirterek, "Depo yapıldıktan sonra vatandaşlara suyu bedelsiz dağıtmayı düşünüyoruz" dedi. Söz konusu apartmandan su alan bazı vatandaşlar da kesintiler nedeniyle Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’e tepki gösterdi. Tuvaletleri temizlemek için bile su bulamadıklarını ifade eden bazı vatandaşlar, soruna çözüm bulunmasını isterken, kovalar ve poşetlerle evlerine su taşıdılar. • Hacettepe"de hasta kabulleri ve ameliyatlar durduruldu DEĞİŞİK ÖNLEMLER Su kesintilerinin bir haftayı aşkın süredir uygulandığı başkentte, bazı vatandaşlar su takvimine uyulmamasından yakınırken, esnaf da değişik önlemler alıyor. Mamak ilçesi Şahintepe Mahallesi ve civarında yaşayanlar, 31 Temmuzdan bu yana su alamıyor. Susuzluk nedeniyle bazı alışveriş merkezleri, pastane, kafe ve lokantalarda plastik çatal, bıçak ve tabaklarla servis yapılırken, bazı yerlerde de tuvaletlerin kullanılmasına izin verilmiyor. Şahintepe Mahallesi Muhtarı Hüseyin Aslan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, su kesintilerinin başladığı günden bu yana "bir gün bile" su alamadıklarını öne sürdü. Susuzluk nedeniyle bölge halkının zor günler geçirdiğini ifade eden Aslan, sıkıntılarını iletmek için ASKİ’yi aradıklarını ancak telefonların açılmadığını kaydetti. Aslan, Ankara Büyükşehir Belediyesince açıklanan su takvimine uyulmadığını savundu. Mahalle sakinleri ise "kentin susuz kalmasının belediyenin hatası" olduğunu iddia ederek, "Belediye hatasını neden bizden çıkarıyor? Mamak’a kasıtlı mı su verilmiyor?" dediler. Vatandaşlar, su ihtiyaçlarını Ankara çevresindeki köy çeşmelerinden su getirerek ve içme suyu satın alarak gidermeye çalıştıklarını belirttiler. ANKAMALL’DA TUVALETLERE KİLİT VURULDU Ankara’nın en çok ilgi gören alışveriş merkezlerinden Ankamall’de sudan tasarruf sağlanması amacıyla tuvaletler kapatıldı. Ankamall Operasyon Müdürü İsa Güven, su sıkıntısının büyük boyutlara ulaşması üzerine alışveriş merkezinde bazı tedbirler almak zorunda kaldıklarını bildirdi. Ankamall’de günlük su tüketiminin 500 tonun üzerinde olduğuna işaret eden Güven, su kesintilerinin uygulanmaya başlanmasıyla birlikte bu tüketimi yarı yarıya indirmek için "mecburen" 5 maddelik tasarruf tedbirini hayata geçirdiklerini anlattı. Güven, depoların sadece su kesintisi anında kullanılmasını sağladıklarını, temizlik ekiplerinin su kullanımını sınırlandırdıklarını, süs havuzlarını doldurmayıp, tuvaletleri dönüşümlü kullandırdıklarını ve yeşil alan sulanmasını durdurduklarını belirtti. Alışveriş merkezinde toplam 110 kabin içeren 28 kadın ve erkek tuvaleti bulunduğunu ve bu tuvaletlerde aşırı miktarda su tüketimi olduğunu dile getiren Güven, bunların bir kısmının kullanıma kapatıldığını, kalanların da dönüşümlü olarak kullanıldığını kaydetti. Tasarruf önlemleri sayesinde günlük su tüketimini 250 tona kadar indirdiklerine dikkati çeken Güven, "Toplam 720 tonluk iki su depomuz var ancak bunun 3’te 1’ini yangın riskine karşı muhafaza etmek zorundayız. Geriye kalan miktarda ancak bir günlük ihtiyacımızı karşılayabilir. Bu nedenle kesintilerin bir an önce son bulmasını umut ediyoruz" diye konuştu. PLASTİK ÇATAL VE BIÇAK SERVİS MASALARINDA YERİNİ ALDI Öte yandan, bazı benzinlik, lokanta, kafe ve pastanelerde de tuvaletler susuzluk nedeniyle kullanılamazken, işletmeciler bulaşığı azaltmak için plastik çatal, bıçak ve tabaklarla servise başladılar. İşletmeciler, bir haftadır yeterince su alamadıklarını dile getirerek, bu durumun hijyenik hizmet vermek açısından sıkıntı yarattığını ifade ettiler. Su ihtiyacını az da olsa gidermek için ücret karşılığı kullanma suyu getirdiklerini kaydeden işletmeciler, su kesintilerinin önüne geçilmemesi halinde taşıma suyunun da yeterli gelmeyeceğini anlattılar. Yeterince su temin edemediklerini için temizlik ve bulaşığın sorun olduğunu kaydeden işletmeciler, bu nedenle plastik çatal, bıçak ve tabaklarla müşterilere servis yapmak zorunda kaldıklarını sözlerine eklediler. "ANKARA KOKMAYA BAŞLADI" Susuzlukla mücadele veren kentte son olarak hastanelerde yaşanan su sıkıntınsın ardından şimdi de pis koku hakim oldu. Musluklardan akmayan sular nedeniyle kanalizasyonların dip çöküntüleri artınca, temizlenmeyen rögarlar nedeniyle Ankara kokmaya başladı. Çevre Mühendisleri Odası Ankara Şube Sekreteri Heval Sarıtaş, ANKA’ya yaptığı açıklamada, lavabolarda ve tuvaletlerde azalan kullanım suyu nedeniyle atıkların seyreltilemediğini vurguladı. “Dip maddesinin artması kokuya neden oluyor. Ankara’nın birçok bölgesinden vatandaşlar bize dahi koku şikayetinde bulunuyor" diye konuşan Sarıtaş, kesintiler beklenmeden rögarların temizlenmesi gerektiğini kaydetti. Sarıtaş, Ankara’nın kokma nedenini şöyle özetledi: “Bazı bölgelerinde 5 ila 8 günü bulan su kesintisi nedeniyle Ankara’nın kanalizasyon şebekesindeki su oranı yok denecek kadar azaldı. Daha önce suyla seyreltilen atıklar, susuzluk nedeniyle dip çöküntülerini artırdı. Gerekli temizlik de yapılmadığı için rögarlardan koku yükseliyor."(ANKA) ÇEŞMELERE HÜCUM Ankara’nın tamamına 3 gün süreyle su verilemeyeceğinin açıklanmasının ardından bir çok vatandaş çevre ilçe ve beldelerde bulunan çeşmelere yöneldi. Su sıkıntısı çeken bazı vatandaşlar, araçlarına doldurdukları bidonlar ve pet şişelerle, başta Çubuk, Gölbaşı, Kazan ve Kızılcahamam olmak üzere Ankara’nın ilçelerine kadar gidiyor. 2004 yılında Çubuk Belediyesi tarafından yaptırılan çeşmeler, "susuzluk" çeken Başkentlilerin imdadına yetişirken, Ankara’ya 28 kilometre uzaklıktaki Çubuk ilçesinde belediye tarafından yaptırılan 9 sokak çeşmesi, Ankaralılarını ilk tercihi arasında. Özellikle akşam saatlerinde otomobilleriyle Çubuk’a gelen çok sayıda vatandaş, beraberinde getirdiği bidon ve şişeleri doldurarak, bir kaç günlük su ihtiyacını karşılamaya çalışıyor. Çubuk Belediye Başkanı Adem Tuğluca, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Çubuk’taki sokak çeşmelerinden su tüketiminin son bir kaç gün içinde hızla arttığını belirterek, günde ortalama 10 bin metreküp su tüketildiğini bildirdi. Her bir çeşmede bir kaç tane musluk bulunduğunu ifade eden Tuğluca, muslukların "dokunmatik" özelliğinden dolayı tek damla suyun israf olmadığını vurguladı. KAZAN VE GÖLBAŞI DA TERCİH EDİLİYOR Ankara’nın Kazan ve Gölbaşı ilçelerine bağlı yerleşim birimlerindeki kuyu suyu bulunan yerleri tercih eden vatandaşlar da bölgede bahçe sulamasında kullanılan sulardan alıyor. Gölbaşı’nda Haymana Yolu üzerindeki Mogan Parkı’nın çıkışına yakın mesafede bulunan çeşme, çok sayıda vatandaşın su ihtiyacını karşılıyor. Sabah saatlerinden itibaren gece geç saatlere kadar yüzlerce vatandaş, arabalarından getirdiği bidonları bu çeşmede dolduruyor. Gölbaşı Belediyesi yetkilileri, ilçe sınırları içinde bulunan söz konusu çeşme ile Polis Akademisi yakınlarındaki bir çeşmede son bir kaç gün içinde aşırı yoğunluk yaşadığını belirterek, su doldurma sırası nedeniyle zaman zaman kavgaların yaşandığı bilgisinin kendilerine ulaştığını belitti. Yetkililer, ilçeye bağlı çevre köy ve mahallelerde de çeşmeler bulunduğunu hatırlatarak, bazı vatandaşların da buralara yöneldiğini anlattı. HEM MANGAL, HEM İÇME SUYU... Başkent’e 75 kilometre uzaklıktaki Kızılcahamam’ı ise özellikle içme suyu ihtiyacını karşılamak isteyenler tercih ediyor. Kızılcahamam Belediye Başkanı Adem Özbekler, Ankara’daki su kesintilerinin ardından Kızılcahamam ve çevresindeki çeşmelerin başında uzun kuyruklar yaşandığını bildirdi. Araçlarına bidonları yerleştiren vatandaşların, mangallarını da beraberinde getirerek, aynı zamanda bölgede piknik yaptıklarını dile getiren Özbekler, piknik dönüşü doldurdukları bidonlar ile Ankara’ya döndüklerini söyledi. Ankara’nın su krizi yaşadığı bir dönemde "Su Festivali" düzenleyeceklerini anlatan Özbekler, ilçenin adete bir "su cenneti" olduğunu vurguladı. SU FİRMALARI DAMACANA VE ŞİŞE BULAMIYOR Öte yandan, Ankara’daki su kesintilerinin ardından talep patlaması yaşayan Kızılcahamam’daki içme suyu üreticilerinden "Jav-Su" ve "Altın Su" firmalarının yetkilileri ise fabrikalarında su sıkıntısının bulunmadığını belirterek, damacana sıkıntısı yaşadıklarını bildirdi. Altın Su Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Filiz, yurt genelindeki su üreticilerinin, artan talepler karşısında damacana bulamadığını kaydetti. "Damaca almakta zorlanıyoruz. Aylar önce verdiğimiz damacana siparişlerimiz hala elimize ulaşmadı" diyen Filiz, sözlerine şöyle devam etti: "Elimizde damacana olmadığı için üretim kapasitemizi yarıya düşürdük ve şişe dolumunu azaltarak, damacanaya ağırlık verdik. Fabrikamızın önünde halka açık olan çeşmemizden su almak için Ankara’dan gelen piknikçiler, hafta sonları büyük kuyruklar oluşturuyor. Bu manzaraları görmek üzücü, fakat bu da ülkemizin bir gerçeği." Bu arada yetkililer, damacana üretimi yapan firmaların siparişleri yetiştiremediğini de vurgulayarak, PETKİM’den ham madde alamadıklarını iddia etti. |
Milliyetten.
Hacettepe"de hasta kabulleri ve ameliyatlar durduruldu
Ankara’daki su krizi hastaneleri vurdu. Hacateppe hastanesi hasta kabulu durdurması ve mevcut hastaları taburcu etmeye başlamasının ardından Gazi Hastanesi de tedbir amaçlı olarak ziyaretçi kabulüne ara verdi. ANKA’nın edindiği bilgiye göre, Hacettepe Hastanesi’nde ilk olarak bu sabahtan itibaren acil olmayan çocuk hastaları taburcu ediliyor. Hacettepe Üniversitesi Erişkin Hastanesi Başhekim Yardımcısı Prof. Dr. Yeşim Çetinkaya Şardan ANKA’ya yaptığı açıklamada, Hastanenin 1802 tonluk birden fazla deposunun bulunduğunu ancak bu suyun hastaneye en fazla 48 saat yettiğini bildirdi. Tedavi altındaki yatılı hastaların hastanede tutacaklarını, acil olmayan hastaların ise taburcu edildiğini ifade eden Şardan, planlanmış ameliyatların da su sorunu çözümlenene kadar ertelendiğini belirtti. Hastaneye 40 tankerin akşam 7’den sabah saatlerine kadar 800 ton kadar su yüklemesi yaptığını açıklayan Şardan, bu suyun en fazla öğle saatlerine kadar yeteceğini bildiren Şardan, tuvalet temizliği için bir miktar su ayrıldığını, geri kalan suyu ise ancak acil ameliyatlarda kullandıklarını söyledi. Şardan, tankerlerle su yüklemesi yapılmasının sorunlara çare olmadığını da sözlerine ekledi. Öte yandan, ANKA’nın araştırmasına göre Akay, Güven, Numune, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerinde şimdilik su sıkıntısı yaşanmıyor. (ANKA) |
Radikalden.
Susuzluğun başkent halleri.
İşte Ankara: Kimileri bulaşık sorununu imece usulü çözüyor, kimi patlayan vanayı görünce arabasını yıkıyor. FOTOĞRAF: BEHZAT MİSER Apartman bahçelerinde imece usulüyle yıkanan bulaşıklar, patlayan vanayı görür görmez durup otomobilini yıkayanlar, park hortumlarının önünde çoluk çocuk bidon dolduranlar! Felaket filmlerinden bir sahne sanmayın, burası Türkiye"nin başkenti Ankara BEHZAT MİSER. ANKARA - Yazı bunaltıcı bir sıcakla geçiren Ankara"nın bir yarısı dördüncü, diğer yarısı ikinci susuz günü geride bıraktı. Apartman depolarında, bidonlarda biriktirilen sular bitti. Bulaşıklar, kirli çamaşırlar dağ gibi yığıldı. Halk şebeke dışındaki sulara, kuyulara, belediye havuzlarına akın etti. Su sıralarında kavgalar yaşanıyor. Önce programlı su kesintisi nedeniyle, sonra patlayan ana su boruları nedeniyle susuz kalan 4.5 milyonluk Ankara sokaklarındayız. İlk durağımız dört gündür su alamayan Batıkent. Batıkentliler öbek öbek refüjlerde bekleşiyor. Merak edip yaklaşınca öbeğin su bidonlarını görüyoruz. Batıkentli belediyeye kızgın: "Dört gündür bir Allahın kulu da gelip "Halin nicedir" demedi!" Suyu nereden bulduklarını sorduğumuzda yanıtları tuhaf: "Çimlerin arasından!" Belediyenin çim sulamak için yaptığı yağmurlama sisteminden su alan Batıkentlilerden bir vatandaş, "Gece 04.00"de su için sıra vardı" derken Büyükşehir Belediye Başkanı Gökçek"e veryansın ediyor: "Avrupa"da olsa istifa ederdi." "Yandaki parkta su var, koş!" Sağlık ocağına giderken bidonlarla ilerleyen insanlara rastlıyoruz. Yakındaki parkta su bulunduğunu söylüyorlar. Oraya yöneliyoruz. Sulama çeşmesinin başında yüzlerce bidon ve onlarca insan sırada. Bir vatandaş, "Hiç olmazsa tuvaletler için su götüreceğim" diyor. Bekleyenler hep bir ağızdan konuşmaya başlıyor: "Belediyenin verdiği numaralar hep meşgul. Ne yapacağımızı şaşırdık. Yakında hepimiz kokacağız." Yol üstündeki sağlık ocağına gidiyoruz. Doktorlar "enterit" (kirliliğe bağlı enfeksiyonu) şikâyetiyle gelenlerde yüzde 10-15 artış olduğunu söylüyor. Özel poliklinik sahibi Dr. Servet Ünsal, ishal salgını bekliyor: "Suyun olmadığı yerde ishal salgını olur. Temennimiz, bunun tifoya dönmemesi. Bize her gün üç beş kişi ishal ve karın ağrısı şikâyetiyle geliyor." Demetevler semtinde Büyükşehir Belediyesi ekibinin bozulan bir vanayı tamir etmeye çalışırken motorla suyu dışarı verdiğini görüyoruz. Evine su götürenler, arabasını yıkayanlar, deposunu dolduranlar anında birikiyor buraya! Pazartesi akşamı Demetevler"i rafting sahasına çeviren su borusu patlamasının olduğu yerdeyiz. Gece gündüz çalıştığını söyleyen bir işçi "Abi bizim evde de küçük çocuk var. Bir an önce çocuğumu suya kavuşturmaya çalışıyorum" diyor. 200 metre uzakta olan fıskiyeli havuz şırıl şırıl çalışıyor. Patlamadan zarar gören SSK Blokları"ysa içler acısı durumda. Tüm zemin katları su basmış durumda. Eşyalar kullanılmaz durumda. Nuray Öztürk, "Zaten durumumuz iyi değildi, daha da kötü oldu. İki çocuğum var, onları ablamın yanına gönderdim, iki gündür sokakta yatıyorum. Evim çamur içindeydi, belediyeden geldiler temizliyorlar ama eşyalarımın hemen hepsi gitti" diye feryat ediyor. Bu arada, belediyeden arıyorlar ve belediyenin gıda yardımı yapacağını söylüyorlar. Bekliyoruz ama gelmiyorlar... Ankara bugün ve yarın da susuz Dayan Ankara: Patlayan ana hat borusunun tamiri bugün bitecek. Ancak şebekeye su ağır ağır verileceği için 10 Ağustos gecesine kadar başkentte su yok. 11 Ağustos cumartesiden itibaren üç dört gün tüm semtlere su verilecek. Haydi yağmur duasına: Ankara Müftülüğü, Miraç Kandili dolayısıyla 10 Ağustos Cuma günü yağmur duasına çıkılacağını açıkladı. 200 bin üniversitelinin dikkatine: Gazi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kadri Yamaç"ın "Eğitime bir ay geç başlayalım" önerisine diğer rektörler soğuk. Hacettepe Rektörü Prof. Dr. Tunçalp Özgen, "Eğitime zamanında başlayacağız" yanıtını verirken ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ural Akbulut, "Dünya üniversiteleriyle paralel eğitim yapıyoruz. Geç açılmamız mümkün değil" dedi. Başkentte 200 bin üniversiteli okuyor. Ankaralı davacı: Ankaralı Ertan Keskinsoy, su kesintileri nedeniyle ASKİ yöneticileri hakkında suç duyurusunda bulundu. Büyükşehir Belediyesi binası önünde toplanan bir grup, protesto eylemi yaptı. Grup adına yapılan açıklamada, Ankara"da belediyenin, belediyeciliğin iflas ettiği günler yaşandığı söylendi. |
Hürriyetten.
Başkentte hastanelere su şoku.
Susuzlukla boğuşan Ankara"da şimdi de hastanelerde ameliyat şoku yaşanıyor. Hastanelere tankerlerle taşınan sular sadece 1 saat yeterken, hastane personeli çaresiz. Ankara"daki su krizi hastaneleri vurdu. Hacateppe hastanesi hasta kabulu durdurması ve mevcut hastaları taburcu etmeye başlamasının ardından Gazi Hastanesi de tedbir amaçlı olarak ziyaretçi kabulüne ara verdi. Hacettepe Hastanesi’nde ilk olarak bu sabahtan itibaren acil olmayan çocuk hastaları taburcu ediliyor. Hacettepe Üniversitesi Erişkin Hastanesi Başhekim Yardımcısı Prof. Dr. Yeşim Çetinkaya Şardan yaptığı açıklamada, Hastanenin 1802 tonluk birden fazla deposunun bulunduğunu ancak bu suyun hastaneye en fazla 48 saat yettiğini bildirdi. Tedavi altındaki yatılı hastaların hastanede tutacaklarını, acil olmayan hastaların ise taburcu edildiğini ifade eden Şardan, planlanmış ameliyatların da su sorunu çözümlenene kadar ertelendiğini belirtti. Hastaneye 40 tankerin akşam 7’den sabah saatlerine kadar 800 ton kadar su yüklemesi yaptığını açıklayan Şardan, bu suyun en fazla öğle saatlerine kadar yeteceğini bildiren Şardan, tuvalet temizliği için bir miktar su ayrıldığını, geri kalan suyu ise ancak acil ameliyatlarda kullandıklarını söyledi. Şardan, tankerlerle su yüklemesi yapılmasının sorunlara çare olmadığını da sözlerine ekledi. Öte yandan, Akay, Güven, Numune, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerinde şimdilik su sıkıntısı yaşanmıyor. ENFEKSİYON RİSKİ KORKUTUYOR Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbni Sina Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Murat Akal hastanenin 1000 tonluk bir depoya sahip olduğunu anlatarak, tankerlerle sürekli su taşındığını ancak iki saatte doldurulan suyun yarım saatte boşaldığını ifade etti. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Ayşe Dursun ise su sıkıntısı nedeniyle hasta kabulünü durdurmadıklarını ama hastaneye ziyaretçi yasağı getirdiklerini belirterek, polikinikler dışındaki servislere insan girişini de enfeksiyon riskine karşı engellediklerini aktardı. Yemekleri de tek kullanımlık kaplarda dağıtmaya başladıklarını dile getiren Dursun, su tüketimini en aza indirdiklerini, 1000 ton kapasiteli depo suyunuysa sürekli klorlayarak mikroplardan arındırmaya çalıştıklarını anlattı. KESİNTİDEN SONRA AKAN SUYA DİKKAT Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi ve Enfeksiyon Hastalıkları Derneği üyesi Prof. Dr. Serhat Ünal, mide ve bağırsak enfeksiyonlarına karşı Ankaralıları uyardı. Su kesintisinden sonra ilk akan suyun yeşil bir renkte ve kötü kokulu olabileceğini dile getiren Ünal, bu suyun ancak "tuvalet temizliği" için uygun olduğunu söyledi. SUYU KAYNATIN Uzmanlar uyarıyor: Su kesintilerinden sonra verilen suya dikkat etmek gerekir. Sebze, meyve yıkamada, diş fırçalamada, yemek yapmada asla kullanılmamalıdır. Suyu muhakkak kaynatıp kullanın. |
!!!
Hattuşa"da susuzluk .
Mahfi Eğilmez. 09/08/2007 Anadolu"nun ortasında, Kızılırmak yayını merkez alarak yükselmeye başlayan Hitit krallığı imparatorluğa dönüştükten bir süre sonra yıkılarak tarih sahnesinden çekilmiş. Pithana"ya kadar geri gidersek M.Ö. 1800"lerde, Labarna ile başlatırsak M.Ö. 1600"lerde tarih sahnesine çıktığını kabul etmemiz gereken Hititler, M.Ö. 1200"lerde ya da bir başka ifadeyle bronz çağın bitip demir çağın başladığı geçiş döneminde yıkılmış. Yani aşağı yukarı Truva savaşının yapıldığı düşünülen tarihlerde. Yıkılışla ilgili en yaygın kuram deniz kavimlerinin göçü kuramı. Deniz kavimleri adı verilen insanlar Ege denizinden ordular halinde Anadolu"ya çıkmış ve önlerine ne geldiyse yakıp yıkmış görünüyorlar. O tarihlerde yıkılıp giden yalnızca Hititler değil, Anadolu"daki bütün krallıklar yıkılmış. Bronz çağ uygarlıkları neredeyse toplu bir yıkıma uğramış. Buna karşılık Anadolu"nun ucunda ve ötesinde Asurlar yeniden büyük bir güç olarak ortaya çıkmaya başlamış. Tarih üzerinde en uzun ve sürekli imparatorluğu kurmayı başaran Mısır, yıkılmadan kalmayı ve bu dalgayı da atlatmayı başarmış. Bu göç dalgalarının olduğu dönemde Mısır"da firavun olan III. Ramses (Hititlerle Kadeş savaşını yapmış olan II. Ramses ile karıştırılmamalı) bu göç ve savaş dalgalarını tapınak duvarlarına yazdırdığı sözleriyle şöyle tanımlıyor: "Deniz kavimlerinin önünde kimse dayanamıyordu. Birdenbire dağılıp yıkıldı devletler. Hatti, Kizzuwatna, Kargamış, Arzawa, Alaşiya. Hiçbir ülke onların silahları karşısında dayanamadı." Deniz kavimlerinin gelişiyle yaklaşık M.Ö. 1200"lerde başlayan dönem oldukça karanlık. Henüz karanlık çağlar diye adlandırılan o döneme ilişkin tam bir bilgi çıkarılabilmiş değil. Ama bugünkü kuramlar biraz daha farklı. Yani Hitit imparatorluğunun bu göç dalgasıyla yıkıldığı kabul görmekle birlikte bu yıkılışın tek başına bu olayla değil ama birden çok olayın birleşmesiyle ortaya çıktığı düşünülüyor. Her şeyden önce Anadolu"da uzun süren bir kuraklık döneminin yaşandığı ve bronz çağın asıl olarak tarımsal üretime dayalı ekonomik yapısının bu kuraklık karşısında çöktüğü düşünülüyor. Mısır, nehir taşmasıyla ıslanan topraklarda tarım yaptığı için kuraklıktan bu kadar fazla etkilenmediği halde, yağmurla sulanan topraklarda tarım yapan Hititler ve öteki Anadolu krallıkları bundan çok etkilenmiş görünüyor. III. Hattuşili"nin iktidarı döneminde Heşmi Şarruma adlı bir Hitit prensinin Mısır"a gönderildiği ve Mısır"dan tahıl talebinde bulunulduğu ve II. Ramses"in kendisinden istenen tahılı yolladığı biliniyor. Mısır"daki Karnak tapınağında yazılı metinlerde IV. Tuthaliya zamanında Mısır"dan tahıl yardımı istendiği ve Mısır Firavunu Merneptah"nın da Hititlere tahıl yardımı yaptığı yazılmış bulunuyor. Bunun yanı sıra imparatorluğun son yıllarına denk gelen bir başka tahıl yardımı isteğinin de Mısır ya da Ugarit"e yönelik olarak yapıldığına ilişkin kırık bir tablet var elde. Bu olaylar bize Hitit İmparatorluğu"nun yıkılışından önceki dönemlerde uzun bir kıtlık dönemi yaşadığını ve ekonomik büyümesinin durduğunu gösteriyor. Aynı kuraklık Hititlere bağlı Anadolu"daki öteki krallıkları da etkilediğine göre Hititler haraç da alamamış olsalar gerek. Başka türlü Mısır"a el açmazlardı herhalde. İmparatorluğun en görkemli döneminde 30 bine çıktığı tahmin edilen başkent Hattuşa"nın nüfusu, bu uzun kuraklık sonrasında çok azalmış ve kentin direnecek gücü kalmamıştı. Kim bilir bundan 3200 yıl kadar önce Fırtına tanrısı Teşup"a ve Bereket tanrıçası Hepat"a ne yağmur duaları etmişti başkent Hattuşa"daki rahipler. Anadolu"da uzun süreli kuraklıklar, buna bağlı üretim kayıpları ve yağmur duaları yeni değil. İlginç olan şey 3200 yıl sonra hâlâ kuraklığın esiri olmaya ve benzer dualardan medet ummaya devam etmek. Radikalden. |
!!!.
Deve sırtında hurma yiye yiye...
Bugün TBMM Başkanı da belli olacak, THY personelinin greve gidip gitmeyeceği de... Göcek Koyu"nun yatlarıyla, şıkıdım kıyı lokantasının masalarından ve biraz ötedeki plajdan bikini mayolarıyla lokantaya gelen güzel vücutlu genç hanım gruplarının dünyalarından; ne Ankara"nın gündemi görünüyor, ne dünkü Milliyet"teki haberlerin başlıkları, ne de NASA"nın uyarıları. * * * Göcek Koyu, 21. yüzyılla bütünleşmiş canlı bir kartpostalı sergilemeye çalışırken, bendenizin de aklından Necip Fazıl"ın bir gençlik şiiri geçiyor nedense: Boynuma doladığım güzel putu görseler, Öğrenirdi insanlar neye tapacağını. Kör olsa da açılır gözüm ona sürseler, İsa"nın eli diye bir kadın bacağını. * * * Türkiye, "ulus-devlet" modeliyle, ona bağlı "yerel yönetim saltanatları"nın aşılmakta olduğunu; herhalde 40-50 yıl sonra ancak anlayabilecek. Ve yeni bir çağda, küreselleşme sürecinin yarattığı kaçınılmaz bir evrenselleşmeye değinenlere de, sinirlenip durmaya devam edecek. * * * Vaktiyle de, "fraklı, silindirli çağdaş bir görüntü" arkasındaki, yoksul insan yığınlarının çaresizliğini dile getirmeye çalışmış şairlere, yazarlara, ressamlara, müzisyenlere de, müthiş öfkelenilmişti. * * * Öfkelenme möfkelenme, sinirlenme minirlenme... Dünkü Milliyet"te Yıldız Yazıcıoğlu"nun başkentle ilgili bir haberi, koskocaman bir başlıkla şöyle verilmişti: "Ankara perişan - 18 saat arayla meydana gelen ana boru patlamasıyla Ankara"daki su kesintisinin boyutları daha da büyüyor. İki gündür suyu kesik olan bölgeler beş gün susuz kalacak" * * * Yeryüzündeki 200 devlet arasında, başkentlerinin adı bilinenlerin sayısı iki elin parmaklarını ya geçer, ya geçmez; Roma, Paris, Madrid, Lizbon, Brüksel, Berlin, Londra, Stockholm falan... * * * Bu başkentlere o kimliği siyasal liderler değil, binlerce yıllık insan kuşaklarının içinden akıp geçtiği tarih vermiştir. Ve çoğu da bir ırmağın çevresinde kurulmuştur. * * * Bir gün İsmet Paşa"ya sormuştum: - Neden Ankara"yı başkent yaptınız, diye? Verdiği yanıt şu olmuştu: - Senden yana olanlara bir şeyler vermezsen, neden senden yana olsunlar ki... * * * Göcek Koyu kıyılarından görünmese bile; bizim başkent bir yandan su kesintileri, bir yandan da önce Gıda Toptancı Hali"ni, sonra da Demetevler"i pesperişan eden su baskınlarıyla, -hadi bir eski deyim kullanalım- "ismiyle müsamma" olmaktan çıkmakta. * * * Yine dünkü Milliyet"te, Hazine"den geçinmeli makam sahiplerininkini değilse de, bendenizinkini, akrep kıskaçlarıyla sıkıştırıveren şu haber vardı: "Trafik faciası: 24 ölü - Adıyaman"dan yola çıkan fındık işçilerini taşıyan ancak 17 kişi yerine 23 kişinin seyahat ettiği minibüs ile meyve yüklü kamyon Kangal"da çarpıştı. Araçlarda bulunan 24 kişiden kurtulan olmadı" * * * Bu arada ABD"nin "Uzay ve Havacılık Dairesi" NASA da, 2040 yılında Türkiye"nin tamamen çölleşeceğini açıkladı. NASA"ya göre Türkiye"de, her yıl tarımda 500 milyon ton, ülke yüzeyinde de 1.4 milyar ton toprak erozyonla kaybediliyor. * * * Sanki gizli bir iç sömürgenin tepesine kurulmuş gibi garip bir izlenim veren Hazine"den geçinmeli makam sahiplerinin "yönetim saltanatı" ile, "vatanı ve milletiyle devletin bölünmez bütünlüğü" ilkesinin kutsallaştırılmış olması; ne başkentin acıklı bir matraklaşmaya uğramasına; ne 33 yıl içinde ülkenin tam bir çöle dönüşeceği uyarılarının, korku sepetlerinden çıkarılıp atılmasına; ne de orman yangınlarının İstanbul"a kadar zıplamasındaki sinsi nedenlerin ortadan kaldırılmasına; geçerli bir deva olabilmekte. * * * Son moda bir öğüt de boyuna yaygınlaşıyor. - Depremle de, kuraklıkla da birlikte yaşamaya alışmalıyız. * * * İstanbul"daki 850 bin sakıncalı bina ile birlikte yaşamaya alışmış görünüyoruz. Kuraklıkla da yaşamaya alışmak için, Büyük Sahra"da ve Gobi Çölü"nde staja hemen başlamak gerekiyor. Susuz bir başkente parlamentoya develer üstünde hurma yiye yiye giden temsilcilerimizin manzarası; Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda çağdaş uygarlık düzeyine doğru hareketlenmiş seferberliğimizin yeni bir kanıtı olarak, herhalde bir kez daha hayran bırakacak bize dünyayı. * * * Evrenselleşmeyi elimizin tersiyle ite ite, o kadar imrenilecek başarılara imza atıyoruz ki... Uzaydaki astronotlar bile, "onlar-biz" ayrımı ile "biz bize benzeriz" saptamasının yarattığı mucizeleri "Uzay Mekiği"nden izlerlerken: - Ah keşke, diyorlar; bizler de "bir astronot cihana bedel" diyebilseydik. * * * Göcek Koyu bütün bu hengâmenin çok dışında... Üstelik Av. Taner Aktop"un yakın dostları olan turistik tesis yöneticilerinden bazıları da, tıpkı Taner gibi, -50 yıla yakın bir arayla- bizim liseden. * * * Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, hangi makasların açılıp, hangilerinin kapanacağı varsın belli olmasın. Bendeniz, Necip Fazıl"ın "Kadın Bacakları" şiirinin 2"nci kıtasını da mırıldanmaktan alamıyorum kendimi: Mermer sütunlardaki ilahi güzelliğe, Kadın bacaklarıdır şekil veren diyorum. Bacakları bir kalın örtüde saklı diye, Mermerde kalbi çarpan Venüs"ü sevmiyorum. * * * Keşke Başbakan Tayyip Bey de, aramızda olsaydı da; biraz da bambaşka bir boyutta tadını çıkarsaydı dünyanın. Çünkü gitgide ekşiliği daha da artacağa benziyor politikacılığın. Artık besbelli ki 21. yüzyıl, politikacıların yüzyılı olmayacak. Çetin Altan. (Milliyetten.) |
!!!.
Türk Silahlı Vekilleri.
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül"ün giderayak Kabine üyelerine 9 milimetrelik tabanca hediye etmesi ciddi merak uyandırdı. Acaba her bakan son toplantıya kendi görev alanından bir armağanla mı geldi? Mesela Enerji Bakanı üyelere elektrik verdi, Kültür Bakanı tarihi eser, Maliye Bakanı yumurta getirdi; Kadından Sorumlu Bakan çaresizce gülümsedi de Milli Savunma Bakanı da Western filmlerini hatırlatırcasına tabancaları mı masaya serdi? Yoksa Gönül, Çankaya için adı geçtiğinden, "Şimdilik bunlarla idare edin, Köşk"e çıkarsam makineli tüfek de vereceğim" mi demek istedi? Hediyesini verirken göz kırpıp "Kullanırken beni hatırlarsınız" dedi mi? * * * Vekilleri bilmem, ama birileri kullandıkça bizim Sayın Gönül"ü hatırlayacağımız kesin... Türkiye gibi yılda 3 bin kişinin ateşli silahlarla öldürüldüğü bir ülkede devlet yetkililerinin bireysel silahlanmayla mücadele etmek şöyle dursun, silahlanmaya öncülük etmeleri akıl almaz bir hatadır. Hatırlatalım, burası Meclis çatısı altında bir milletvekilinin diğerine kurşun sıkıp öldürdüğü bir ülkedir. Böyle bir Meclis"in, böyle bir Kabine"nin, milyonu bulan ruhsatlı silah taşıyıcılarına "Aman dikkat" demesi beklenebilir mi? Bu kafayla Türkiye"nin bir "maganda kurbanları kabristanı", daha doğrusu bir "bireysel silahlanma cenneti" olması önlenebilir mi? * * * Hadi vatandaşın bir kısmı, çığ gibi büyüyen hırsızlığa, kapkaca, sokak çetelerine karşı devletin kolluk güçlerine güvenmediği için silahlanıyor; "Evde bulunsun, belki lazım olur" diyor. Ya yanında koruma ordusuyla gezen bakanların silah tutkusunu nasıl açıklamalı? Sosyologlara sorsanız topluma ve kendine güvensizlikten dem vuracaklardır. Antropologlar, kültürel genlere sinmiş "at-avrat-silah" tutkusundan söz edeceklerdir. Psikologlar ise Freud"a atıf yaparak, "silahın erkeklik organının bir simgesi olarak görüldüğünü" söyleyeceklerdir. Argomuzda erkek cinsel organına "balta, kargı, tabanca, makineli, pompalı" gibi (konvansiyonel ve ateşli türden) silah isimleri takılması, cinsel birleşmenin "silahı doğrultmak, piştovu patlatmak, tabancayı ateşlemek, bombalamak, roketlemek, patlatmak" diye adlandırılması boşuna değil... Silahını da organı gibi hem ödüllendirme hem cezalandırma için kullanan erkeklerin ülkesi burası... Nasıl gerdeğe de, tecavüze de aynı "silah"la giriyorsa, takımını kutlamak için de, lanetlemek için de kurşun sıkabiliyor. Ve piştov, çoğu zaman günahsız kurbanların başına patlıyor. * * * Bu Freudyen yorumların bakanlarımızın bilinçaltında yansımaları var mıdır bilmem; bildiğim şu ki, bakanların o tabancaları iade etmesi, sadece onların "topluma silahını doğrultmuş" gibi görünmelerini önlemekle kalmayacak, silahlanma çılgınlığına karşı da örnek teşkil edecektir. Meclis"te ya da Kabine"de daha fazla kadın olması oraları maçoluktan kurtarmaz; bunun için Bakanlar Kurulu salonunu vahşi batıda bir şerif odası görüntüsünden çıkarmak daha inandırıcı olur. Sayın Bakanlar! Lütfen silahlarınızı bırakın! Elinizi başınıza koyup düşünün! Sonra görevinizi teslim edin. Can Dündar- Milliyetten. |
!!!.
Gökçek susuyorsa, Başbakan yanıtlasın!
Başbakan Erdoğan, parti içi ve dışı, "derin" ve hassas dengeleri tutturmak için ter dökerken, bir de başına Gökçek sorunu çıktı. Ne zaman televizyonu açsam, karşımda çamur deryası içinde yüzen arabalar, sular altında kalan evler ve işyerleri, yarı bellerine kadar suyun içinde eşyalarını kurtarmaya çalışan zavallı insanlar... Sanırsınız ki o görüntüler, Başbakan"ın dediği gibi "dünyada 21. yüzyılın yükselen yıldızı olmaya aday" bir ülkenin başkentinden değil, kişi başına milli geliri 700 - 800 dolar olan, azgelişmiş bir ülkenin kenar mahallesinden... Aslında siyasetin bu denli hararetli gündemi olmasa, kimsenin şu yaz sıcağında televizyon haberlerinin peşine düşeceği yok, ama ne yapalım bu da AKP"nin şanssızlığı! Eh, şans hep AKP"den yana gülecek değil ya... Fatura ödeme zamanı Evet, başta Abdullah Gül ve Bülent Arınç olmak üzere eski "dava" arkadaşlarını küstürmeden "yola devam" etmek, TBMM Başkanı"nı, Cumhurbaşkanı"nı ve hükümeti kazasız-belasız belirlemek için günlerdir yoğun çaba harcayan Başbakan Erdoğan, artık "mesaisinin" bir bölümünü de Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek"e ayırmak zorunda. Normal bir memlekette, 13 yıl işbaşında olduğu halde bu kadar basiretsiz davranan bir belediye başkanının, anında halktan özür dileyip istifa etmesi gerekir. Ama canım Türkiyem, ne zaman normal bir memleket oldu ki... Ankara bu kadar susuz kalmışken, oy kaybetmemek için seçim öncesinde hiç su kesintisi yapılmaması, herhalde sadece Gökçek"in inisiyatifi değil, AKP üst yönetiminin de isteğiydi. Tıpkı evlere dağıtılan gıda torbaları ve kömürler gibi... Şimdi de faturayı ödeme zamanıdır! Yanıt bekleyen sorular Radikal gazetesi dün Gökçek"e önemli sorular yöneltmiş. Eğer Gökçek susuyorsa Başbakan Erdoğan"a bu soruları yanıtlamak düşer. Hem kendisi de Gökçek"le aynı yıl İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğuna oturduğundan ve ilk iş olarak İstanbul"un susuzluk sorununa çare getirdiğinden, bu konuda hayli deneyim ve bilgi sahibidir. Soru 1: Gökçek görevi aldığında kentin su rezervi 2 milyar 850 milyon metreküptü, hâlâ öyle. Başkentin su rezervi neden 13 yıldır hiç artmadı? Soru 2: Arıtma tesisinin 2 ana borusunun birer gün arayla patlamasının nedeni, borulardaki hava alınmadan suyun pompalanması olabilir mi? 2 günlük kesintinin ardından, kente su verilmeden önce, borulardaki hava alınmış mıdır? Soru 3: Ana borular patlayınca, kente su iletecek kanal kalmadı. Ankara, neden tek arıtma tesisine bağlı? Sistemin yedeği niye yok? Soru 4: 250 milyon dolarlık Işıklı Barajı"nın yatırımını "gereksiz" diye reddeden Gökçek, ASKİ"nin 350 milyon dolarını, yol ve kavşak yapımına harcamış mıdır? Gökçek, Ankara"nın üstünü süslerken altını ihmal etmiş midir? Sayın Başbakan"dan ayrıca "zekâ seviyemiz bu kadar büyük afeti öngöremedi"nin ötesinde ciddi bir özeleştiri ve "Ankaralılar anne-babalarını görmeye gitsin, okullar 2 ay geç açılsın"ın dışında çözüm önerileri beklediğimizi de hatırlatalım. Meral Tamer- Milliyetten. |
Birgünden.
08/08/2007
Belediyeden komik savunma Ankara Büyükşehir Belediyesi Basın Koordinatörü Avni Kavlak, Ankara"da ardı ardına yaşanan ana su borusu patlamalarında belediyenin bir kusuru olmadığını öne sürdü. Kavlak, gazetecilerin, "Ana su borularının çürük olup olmadığı kontrol edilmiyor mu?" şeklindeki sorusuna aynen şu yanıtı verdi: "50 yıllık ömrü olan boruların ne durumda olduklarına bakmak gibi bir sistem yok. Başkent"in her yerine döşenmiş olan ve üzerlerinde de tonlarca toprak olan hatlarda arıza olup olmadığını kontrol edecek bir sistem bulunmuyor." Bu gerekçe, İnşaat Yüksek Mühendisi Mustafa Gürbüz tarafından komik bulundu. Gürbüz, "Bugünkü teknoloji, su borularının ne durumda olduğunu gösterebilecek durumdadır. Belediye bu teknolojiyi getirmiyorsa görevini yapmıyor demektir. Bence su borularının patlamasının nedeni, zamanında yenilenmeyen boruların suyun basıncına dayanamayışıdır" dedi. Diğer yandan, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek"in, su borularının patlamasında, Yenimahalle Belediyesi"ne ait bir iş makinesinin boruların geçtiği bölgede çalışma yapmasının etkili olduğunu söylemesi de uzmanlar tarafından gerçekçi bir değerlendirme olarak kabul edilmedi. "SU GELİNCE DE TEHLİKE VAR" Bu arada, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Recep Akdur"un açıklamaları, Ankaralı için sadece susuz geçen günlerin değil, suyun gelmesinden sonraki günlerin de tehlike ar-zettiğini ortaya koydu. Aktur, "Su verilmeye başlandıktan sonraki 3 gün boyunca bu suyun içilmemesi gerekir" dedi. Su kesintisi nedeniyle şebekede negatif bir basınç oluştuğunu, bu basıncın çevredeki kirli suları ve maddeleri şebekenin içine emdiğini anlatan Akdur, "Bu kirli su ve maddeler, verilmeye başlanan suyla karışarak musluktan akar" diye konuştu. Böyle bir kirliliğin musluktan akan suda hemen fark edilebileceğini ifade eden Akdur, "Bu kirli suyun içilmesi, besinlerin yıkanmasında ya da banyoda temizlikte kullanılması sakıncalıdır" değerlendirmesinde bulundu. Aktur, sudaki böyle bir kirliliğin, kesinti bir saat bile uygulansa ortaya çıkabileceğini, ancak 3 günlük kesintide su borularının tamamen temizlenmesinin daha fazla zaman alacağını bildirdi. Susuzluk olayına yönelik tepkiler yoğun şekilde devam ederken, CHP Ankara Millet vekili Yılmaz Ateş, Ankara"da su borularının patlamasından dolayı su altında kalan ev ve işyerlerinin gördüğü zararın kimler tarafından karşılanacağını sordu. Ateş, İçişleri Bakanı tarafından cevaplandırılması istemiyle TBMM Başkanlığına sunduğu soru önergesinde, Ankara"daki su kesintilerinin halka duyurulan program çerçevesinde yapılmadığını, bir taraftan su sıkıntısı yaşanırken, diğer taraftan boruların patlaması sonucu ev ve işyerlerinin su altında kaldığını belirtti. OSTİM Öz Ankara Gıda Toptancı Sitesi ile Demetevler"de su borularının patlaması sonucu 300"ün üzerinde ev ve işyerini su bastığını kaydeden Ateş, su borularının patlaması nedeniyle esnafın trilyonlarca liralık malının ziyan olduğunu, kayıtlarının silindiğini, alacaklarını tahsil edemez, borcunu ödeyemez duruma geldiğini savundu. Yılmaz Ateş, 10 yılı aşkın süredir su şebekesi altyapısının yenilenmediğini belirterek, bu konuda bir proje olup olmadığının açıklanmasını istedi. Su borularının patladığı semtlerde salgın hastalık veya gıda zehirlenmesi karşısında önlem alınıp alınmadığını soran Ateş, şunları kaydetti: "Vatandaşa el atmayan belediye ve devlet görevlileri hakkında yapılan bir işlem var mıdır? Vatandaş ve esnafın uğradığı zarar tespiti nasıl yapılıyor, kim, hangi makam yapıyor? Esnaf ve semt sakinlerinin uğradığı zararı, kim ne zaman karşılayacak? Bu zarar, görevini yapmayan belediye başkan ve bürokratlarına rücu edilecek midir? Zarara uğrayan esnafın vergi, Sosyal Sigortalar Kurumu, BAĞ-KUR ödemelerinde bir erteleme, kolaylık sağlanacak mıdır?" BETÜL DÖNGEL ANKARA * * * Sıkıntı gündelik yaşamı da vurdu ŞEHİR şebeke suyunun verilemeyişi, Ankara"da günlük yaşamı derinden etkilemeye başladı. Su kesintilerinden sonra Ankara"da damacana suya olan talep de patladı. Bayiler gelen siparişleri karşılamakta güçlük çekiyor. Damacana su bayii Mahmut Kerimoğlu, "Sular kesilmeden önce günde ortalama 80 adet damacana su siparişi alıyorduk. Bu sayı şimdi 160-170"yi buluyor. Dağıtıma yetişemiyoruz. Ayrıca ana bayilerden de istediğimiz kadar su temin edemiyoruz" dedi. Susuzluk, Ankara"daki parkların çimleri ile çiçeklerinin de kurumasına neden oluyor. Büyük harcamalarla yapılan Mavi Göl, Göksu ve Mogan Park rekreasyon alanları yer yer bozkır görüntüsüne büründü. Diğer yandan, evlerde saksı içinde yetiştirilen çiçekler de susuzluktan etkilendi. Yüzünü yıkayacak su bulmakta güçlük çeken Ankaralı, çiçeklerini susuz bırakmanın üzüntüsünü de yaşıyor.Susuzluk esnafı da vurdu. Hijyen koşullarının sağlanamayacağını düşünenler lokantalara, kebapçılara daha az gider oldu. Hamamlar taşıma suyla ayakta durmaya çalışıyor. Berber ve kuaförler de sıkıntılı. Bu arada, şu günlerde yüz binlerce Ankaralının tatil nedeniyle kent dışında olduğu, onların dönüşüyle birlikte susuzluk sorununun daha ciddi boyutlara ulaşabileceği belirtiliyor. |
Ahmet Necdet Sezer
Bazi sahislar Fetullah Gülen´e yakin olan cevrelerin yaydigi bir yalani, bir asparagas haberi bu siteye tasidilar.
Neymis, Cumhurbaskani Mason Locasini kabul etmis. Bu dogru degil, kanitini size sunacagim. Ancak arkadaslar dinci yobaz olduklari icin Atalari olan Erbakan ile karistirmis olacaklar Sezer´i. Erbakan cüppeli bir cok seyh ve ückagitciya Basbakanligin kapisini acmisti. ABDullah Gül Disislerinin kapisini PKK´ya, yani Zana ve arkadaslarina acmisti. Buyrun, söz konusu kanitim. Iddia, Mason Localari 11.01.2005 tarihinde Cumhurbaskani tarafindan Cankaya´da kabul edilmislerdir. Cumhurbaskanligi Resmi Sitesinde Cumhurbaskanimizin 11.01.2005 tarihli programini size acikliyorum: Tarih: 11.01.2005 --:-- -- Yani hic bir program yapilmamis o gün. Ne bir heyet agirlanmis, ne de baska bir faaliyet olmus. Cumhurbaskani o gün calismis. Yalanlar bununla bitmiyor ki. Yazilanlarin her tarafi yalan. Baska yerden sözde bilgi calip böbürlenerek bunu etrafa yayarsan iste böyle madara olursun sonra. 1. Mason Localari 11 Ocak 1935 tarihinde kapatilmamistir! 2. 14 Ekim 1935 Mason Localari Türkiye genelinde tüm faaliyetlerini durdurmuslardir ve kendilerini fesih etmislerdir. Kesinlikle kapatilmasi söz konusu degil. Gercekler bunlar. Onlar yalan söylemeye devam etsinler. Inanan vardir, ancak bunlara inananlar bu sacmaliklara inanip buraya koyanlardan daha da ileri zeka olduklarindan hic kuskum yoktur! |
sezer , masonlar ve onlarin savunucusu
o kendini bilir
meger ne kadar mason taraftariymissin sen demek ki mason localari kendilerini feshetmisle röylemi sende inandin bu sacmaliga az tarihi bilgin olsaydi assagida yazilanlari anlamis olurdun atatürk 10 ekim 1935 de mason localarinin kapatilmasina dair emir vermistir..bundan 3 gün sonra 13 ekimde icisleri bakanligi bu localari kapattirdi.. geri acanda 1947de cdöneminde ismet inönüdür ne büyük tesadüf..35 de atatürk localari kapattiriyor ve 3 sene sonra ölüyor..daha dogrusu öldürülüyor.. senin gibi ahmaklarda halen cikip masonlari savunsun ayrica sezer loca mensuplarini köskte agirlamadi diyecek kadar da bagnazsin.. inanmiyorsan bi de locadakilerin konu hakkinda ciklamlarina bak lavuk |
Bu soysuzlarin sahtekarlik kanlarina...
Bu SOYU SOPU BELIRSIZ DINCI PIC SEREFSIZ HAIN YOBAZLARIN YALANCILIK SAHTEKARLIK KANLARINA silamis !
Neleri dogruki iddialari dogru olsun ! Herseyden din diye inandiklari islam sahtekarlikdan yalandan dolandan ibaret bir din ! Iste pesinden gittikleri dini liderleri ortada ! Her biri bati hakkinda atip tutarlar, istedikleri mevkiye gelince önceden söylediklerini unuturlar ! Iste fetos götlegi, iste tayyip pezosu, iste abdus dürzüsü, vs. vs. vs. ! Ama en güzel örnek bizzat kendileri ! Hem müslüman olduklarini iddia ederler hemde allahin kuranin lanetledigi, dost edinmeyin, öldürün, savas edin diye emir ettigi hiristiyan ve yahudilere hizmet ederler ! :-)) BU SOYU SOPU BELIRSIZ DINCI PIC SEREFSIZ HAIN YOBAZ YALANCI SAHTEKARLARIN DINLERI PARA IMANLARI EURO OLMUS ! :-)) OARA ICIN SATMAYACAKLARI DEGER YOKTUR ! OLMADIGINIDA SON SECIMLERDE GÖRDÜK! 2 TORBA GIDAYA OYLARINI SATANLARDA NE ONUR; NE HAYSIYET; NE GURUR; NE SEREF NEDE NAMUS OLUR ! YOKDA!!!!!! |
o soysuz dediklerin
senin soyunu sopunu 22 temmuzda öyle bi becerdilerki
baksana beynine kadar erismis arkandan giren soktugmun cyberangeli seni gelsene gercek nikinle dümbük |
Gökçek Ankara"yı nasıl susuz bıraktı?
Gökçek Ankara"yı nasıl susuz bıraktı?
Gökçek eleştirilerin odağında. DSİ defalarca uyardı. Susuzluğu önleyecek proje ihale bile edildi. Ancak "Kaynak yok" diyen Gökçek, ASKİ"nin parasını yol ve kavşaklar için harcadı 10/08/2007 LEVENT TOSUN. NERMİN FENMEN. Ankara deniz veya akarsu kenarına kurulmamış nadir kentlerden biridir. Ancak eski Ankaralı aklını ve bilimi kullanarak su sorununu çözmüştür. Ankaralılar bundan 1800 yıl önce Roma Hamamı"na Elmadağ"dan künklerle su taşımışlardır. Hem de küçük bir taşra hamamına değil, 130 x 80 m büyüklüğünde bir imparatorluk hamamına. Bent deresine ismini veren bendin arkasında su toplayıp kaleye su çıkarmışlardır. O halde yaşanan su sorununun nedeni Ankara"nın yerleşim yerinin yanlışlığı değildir. Küresel ısınma tüm dünyayı etkilemektedir; sadece Ankara"yı değil. Dünyada bize benzer hangi kentte bu şekilde sular kesilmektedir? Hangi şehirde yöneticiler kent halkına "geçici olarak göç etmeyi" tavsiye etmektedirler? O halde su sorununun nedeni küresel ısınma da değildir. 2007 Ankara"nın en yağışsız yılı değildir. Bundan önce daha yağışsız yıllar olmuş ama sular kesilmemiştir. Hem eğer yağış olmamışsa Kızılırmak suyunun alınacağı Kesikköprü ve Hirfanlı barajlarındaki 6 milyar metreküp su nasıl birikmiştir? O halde su sorununun nedeni kuraklık da değildir. Sorunun temelinde beceriksizlik, keyfilik, planlamadan ve bilimsellikten uzaklaşmak yatmaktadır. Ankara"nın suyu nereden geliyor? Ankara"ya su sağlayan yedi adet baraj var: Bu barajlardan Çubuk-I ve Bayındır barajları kirlenme ve kapasite düşüklüğü nedeniyle kullanımdan çıkarılmıştır. Çalışmakta olan beş baraj ve depolama kapasiteleri şunlardır; Çamlıdere: 1 milyar 220 milyon metreküp Kurtboğazı: 92 milyon metreküp Eğrekkaya: 85 milyon metreküp Akyar: 47 milyon metreküp Çubuk-II: 25 milyon metreküp Çamlıdere barajının kapasitesinin yüksek tutulmuş olması, henüz yapılmamış olan Işıklı Barajı"ndan gelecek suyu depolamaya yöneliktir. Çamlıdere"nin kendi havzasından toplanan su, yalnızca 130-150 milyon metreküptür. Barajların depolama kapasitesi: 1 milyar 470 milyon metreküp. Ankara"nın yıllık su gereksinimi: 420 milyon metreküp. Barajlar tam dolu olsa uzun süre yetecek suyumuz olacaktı. Çamlıdere Barajı halen kapasitesinin çok altında kullanıldığından barajlarımızda toplanan su miktarı 400 milyon metreküp civarındadır. Işıklı barajı devreye girmediğinden mevcut barajlar Ankara"nın gereksinimini ancak karşılayacak düzeydedir. Barajlardaki doluluk oranının yüzde 5"lere düşmesiyle kalan suyun Ankara"da ağustosu çıkarıp çıkarmayacağı dahi tartışma konusudur. "İki gün var-iki gün yok projesi" ile sürenin ekim başına kadar uzatılması hedefleniyor. Ülkemizde bir su kaynağının tahsisi, merkezi bir otorite tarafından yapılır. Su kaynaklarının yönetimi Devlet Su İşleri"nin (DSİ) görevidir. 1968 tarihli 1053 sayılı yasa ile büyük kentlerin su sorunlarının çözümünde, DSİ"ye de görev veriliyordu. (18 Temmuz 2007"de yapılan değişiklikle bu yasa "belediye teşkilatı olan tüm yerleşim yerleri"ni kapsıyor.) 1053 sayılı yasa uyarınca kentlerin içme suyu temini için projelendirmeyi ve bir kısım yatırımı DSİ gerçekleştiriyor, maliyeti yerel yönetimlerden alınıyor. Yasaya göre: Madde 1- Ankara ve İstanbul şehirlerinin içme, kullanma ve endüstri suyunu temin etmek için DSİ yetkilidir. Madde 2- Su kaynağını oluşturan barajlar, iletim hatları ve arıtma tesisleri DSİ tarafından, depo ve dağıtım şebekesi belediyelerce yapılır. Madde 4- DSİ tarafından yapılacak işler için sarf edilecek bedelin tamamını ilgili belediyeler DSİ"ye borçlanırlar. Borçlanma şartları, DSİ ile ilgili belediye arasında yapılacak protokol ile tespit edilir. Gecekondulaşmanın da etkisiyle Ankara"nın hızla artan nüfusu 1960"larda su sorununu dayanılmaz duruma getirmişti. 1968 yılında DSİ bir master plan hazırladı. Ankara"nın 1970-2020 yılları arasındaki 50 yılı planlandı. Önce Ankara"nın nüfus artışı ve su gereksinimi hesaplandı. Buna bağlı olarak hangi barajların hangi yıllarda devreye girmesi gerektiği planlandı. Plana göre 1974 yılında Kurtboğazı Barajı devreye girdi. Master Plan uyarınca 1978"de devreye girmesi gereken Çamlıdere Barajı, tünel açmadaki bazı sorunlar nedeniyle ancak 1985"te devreye girdi. Duraklama devri ve Işıklı barajı İncegez Barajı yerine yapılan Eğrekkaya 1992"de, Akyar ise 2000"de devreye girdi. Çamlıdere Barajı"nın kapasitesi büyük tutulmuştu. Çünkü daha sonraki etaplarda inşa edilecek olan Işıklı sistemlerindeki baraj suları tüneller ile Çamlıdere"de biriktirilecekti. Işıklı baraj sistemi Ankara"nın yaklaşık 100 km kuzey batısında Gerede civarında yapılacak ve kente aşağıdaki yıllarda su vermeye başlayacaktı: Işıklı 1.etap 1993 Işıklı 2.etap 2000 Işıklı 3.etap 2010 Yapımına 1970"lerin sonunda başlanan Çamlıdere Barajı"ndan Ankara"ya su üç tünelden geçerek geliyor. Tünellerin ikisi kısa; 2-3 km, Kınık tüneli ise 16 km. O yıllarda DSİ uzun tünel konusunda yeterli donanıma sahip değildi ve arazinin özellikleri önceden bilinmiyordu. Kazıldıkça ortaya çıkan sorunlar çözülmeye çalışıldığından tünel yapımı uzun ve zorlu bir süreç oldu. Işıklı baraj sisteminden suyu Çamlıdere barajına getirecek tünel ise 32 km uzunluğunda olacaktı. Kınık tünelinde yaşadığı zorluklar nedeni ile DSİ tünel yöntemine sıcak bakmıyordu. Master Plan revizyonu Başka bir yöntem bulunması için 1994 yılında ihale açıldı; 2050 yılındaki 7 milyonluk Ankara için mevcut master plan (1970-2020) revize edilecekti. İşi rakiplerinin neredeyse yarı fiyatına alan ortak girişimde Japonya"dan devlet kuruluşu bir müşavir şirket de vardı. Yapılan uzun çalışmalar sonucunda (1994-2000) "Işıklı Barajı"ndan başlayan kısa bir tünel yapılması ve suyun pompa ile dağların üzerinden aşarak Çamlıdere Barajı"na akıtılması" yöntemi benimsendi. Pompa demek "Devamlı enerji harcamak ve pahalıya su elde etmek" demekti ama DSİ bu sonuçtan memnundu; uzun tünel açılmayacaktı. Japon müşavir de memnundu; Japonya"dan kredi alınacaktı, pompalar da herhalde Japonya"dan gelecekti. Başbakan Japonya"ya gidiyordu. Gitmişken kredi anlaşmasını da imzalayacaktı. Ancak, bu kredinin geri ödenmesi için DSİ ile Ankara Büyükşehir Belediyesi"nin protokol imzalaması gerekiyordu. İş suya düşüyor Belediye protokolu imzalamadı. "Eğer para benim cebimden çıkıyorsa ihaleyi de ben yaparım" diye mi düşündü, yoksa tünel yerine pompa seçeneğini mi beğenmedi, bilinmez. DSİ Hazine Müsteşarlığı"na bir yazı göndererek kredi hakkında bilgi verdi ve "2010"a kadar Gerede sistemi devreye girmezse Ankara"da su sıkıntısı yaşanabileceği"ni bildirdi. Hazine Belediye"den görüş sordu. Ankara Büyükşehir Belediyesi"nin Hazine Müsteşarlığı"na gönderdiği 9 Mart 2004 tarihli yazı ise su konusunda yaşadığımız sorunun ana nedenini ortaya koyuyor. Yazıda özetle şunlar belirtiliyordu: "Hazine garantili borçlarımızın artırılmaması için su temini projelerini yap-işlet-devret modeli ile yapmayı düşünüyoruz. Metro belediyemizin öncelikli projesidir. Gerede Işıklı projesini DSİ yapsın." Sonun başlangıcı DSİ, 2006 yılında belediyeyi yeniden uyardı. Önlem alınmazsa Ankara"yı büyük bir kâbusun beklediğini belirtti. Haziran 2006"da belediyenin DSİ"ye gönderdiği yazıda "2006 yazı itibarı ile Ankara"da ciddi bir şekilde su sıkıntısı çekilmesinin muhtemel görünmediği" bildirildi. Ve böylece, ASKİ"nin kaynakları, su ve kanal işleri yerine kuruluş yasasında olmadığı halde yollar ve köprülü kavşaklara harcandı. Gerede sisteminden su gelince İvedik Su Arıtma Tesisi"nin genişletilmesi gerekecekti. Mevcut tesisin yanında bu iş için ayrılan alana da ASKİ Spor Salonu yapıldı. Barajlarda sular azalmaya başlanınca ASKİ bir şeyler yapma gereği duydu. Kurboğazı Barajı"na su akıtacak olan Kavşakkaya Barajı için 31 Mayıs 2005"de ihale açtı. Katılan dokuz firmanın teklifleri 8-12 milyon dolar arasındaydı. Bu arada ne olduysa, belediye işi kendisi yapmaya karar verdi. Belediye Başkanı şöyle diyordu: "Baraj ihaleye çıksaydı 100 milyon dolara mal olurdu. Biz yapıyoruz. 20 milyon dolara mal oluyor." İnşaat alanında taşeronlar ve belediye kamyonları yan yana çalışıyorlar; ama baraj hâlâ devreye giremedi. Ankara Belediyesi, 1970-2020 Master planında yer alan Gerede Işıklı sistemlerinin önemini, su sıkıntısı baş gösterince, daha yeni kavradı. Pompalı sistemden vazgeçildi. Tekrar eski tünelli sisteme dönüldü. Tünelin ne şekilde yapılırsa daha uygun olacağının araştırılması işi bir müşavirlik şirketine daha yeni verildi. Bunun da ötesinde; Kızılırmak"tan su getirilmesi projelendirme çalışmaları acele olarak tamamlanıp borular döşenmeye başlandı. Sular gürül gürül akmaya başlayınca bu proje ile Ankara"yı kurtaranları halkımız kahraman ilan edecek! Kızılırmak suyu Halbuki Kızılırmak suyu Ankara için yeni değildi. O zamanki adıyla Ankara Sular İdaresi Umum Müdürü Eşref Özand 1957 tarihli Büyük Sakarya Projesi isimli kitabında şöyle diyordu: "Su, evsaf itibariyle çok bulanık ve ayni zamanda tuzlu olup tuz miktarı bilhassa asgari sarfiyat devresinde normalden 10 misli kadar fazladır. Sakarya"ya nazaran 40 km daha kısa olmasına rağmen gerek suyun tuzlu, gerekse tasfiye tesisatı işletmesinin daha güç ve masraflı olması ve ayni zamanda pompajda iki misli daha enerji sarfı icap ettirmesi sebebiyle Kızılırmak sureti halle uygun görülmemiştir." DSİ"nin 1968 tarihli Master Planı"nda da Kızılırmak suyu irdelenmiş: "Pompa gideri nedeniyle bu seçenek devre dışı bırakılmasın. Hattın bir bölümünde tünel açılarak pompa gideri azaltılabilir. Su kalitesi Dünya Sağlık Örgütü standartlarına uygun değil. Kirlilik yüksek. İleride bu suyun arıtılması yöntemleri de irdelenmeli. Kızılırmak"tan su alınırken nehrin aşağısında kalan yörelerin sulama, elektrik üretimi, kullanma suyu gereksinimi de göz önüne alınmalı." Belediye bu bilimsel önerileri göz önüne almadan Kızılırmak"tan su getiriyor. DSİ Kızılırmak"tan su alınmasına karşı çıkıyor. Aralık 2005 tarihli raporunda suyun içme suyu olamayacağını söylüyor. Tünel açma seçeneği, zaman kısıtlaması yönünden, gözardı edilmiş. Suyu dağlardan aşırmak için yüksek bedeller ödeyeceğiz. Daha az pompa istasyonu ile suyu aktarabilmek mümkün. Büyük kapasiteli pompalar kısa sürede bulunamayacağı için küçük pompa kapasiteli beş pompa istasyonu yapılacak. Yani, pahalı seçenek tercih ediliyor. Bu kadar kısa sürede yeterli miktarda çelik boru bulunamadığı için piyasadan bulunacak borulara göre hat döşeyeceğiz. Yüksek basınçlı yerlerde çelik boru, alçak basınçlı yerlerde camelyaf takviyeli plastik (CTP) boru kullanılacak. Gölbaşı tarafından gelen ve Dikmen tepelerine kadar yükselmiş olan su buradan cazibe (yerçekimi) ile kente dağılabilir. Ama su henüz arıtılmamış olduğundan önce yokuş aşağı İvedik arıtma tesislerine kadar götürüp, sonra Çankaya tepelerine doğru yeniden pompa ile basacağız. Çünkü, kısa sürede ancak bunlar yapılabilir... Nasıl arıtılacak? İvedik arıtma tesislerine gelen Kızılırmak"ın suyunun burada arıtılması öngörülüyor. Tüm bilimsel veriler Kızılırmak suyunun içme suyu olarak uygun olmadığını söylüyor. Günümüz teknolojisiyle kanalizasyon suyunu bile arıtıp içmek mümkün. Deniz suyunu arıtarak içme suyuna dönüştüren ülkeler var. Ancak Kızılırmak"ın suyunda bulunan klorür ve sülfatların arıtılması için gerekli ters ozmoz teknolojisi İvedik tesislerinde bulunmuyor. Sivas"tan başlayarak yukarı Kızılırmak havzasındaki tüm kirlilik yükleri uzun yıllar boyunca Hirfanlı Baraj gölünde birikti. Kayseri"nin tüm atıksularını taşıyan Karasu ile Kırşehir"in atıksularını taşıyan Kırşehir Çayı Hirfanlı Barajı öncesi Kızılırmak"a akıyor. Kızılırmak nehrinin doğal yapısından kaynaklanan sertlik (kalsiyum klorür), sülfat ve tuz değerleri yüksek. Kalsiyum klorür suyun sertliğini artırır, sabun ve deterjanın köpürmesini engeller, suyun taşındığı boru ve kaplarda kireç tabakası oluşumuna yol açar. Klorürlerin kentsel içme suyu şebekesindeki en önemli etkisi, aşındırıcı özelliğidir. Metal borularda klorür, tepkimeye girerek suda çözünen metal tuzları oluşturmakta, böylece içme suyu içinde metallerin artmasına neden olmaktadır. İçme suyuna karışan kurşun ve bakır, çocuklarda gelişim bozuklukları ve zekâ geriliğine, yetişkinlerde ise mide sorunlarına ve beyin hasarına yol açabilmektedir. İçme suyunda litre başına 250 miligramın üzerindeki sülfat varlığı suyun kokusunu ve tadını olumsuz etkiler. 1000 mg üzerindeki varlığı da ishale yol açar. Dünya Sağlık Örgütü, litrede 500 miligramı aşan miktarlarda sülfat taşıyan içme suları için halkın uyarılmasını önermektedir. İvedik arıtma tesislerindeki su litrede 15-20 mg sülfat içermektedir. Kızılırmak suyunda ise 350 mg civarındadır. Halkın uyarılması gereken bir diğer nokta da, bu suların kaynatılmaması gerektiğidir. Su kaynatılırken buharlaşacak, içindeki zararlı maddeler daha da yoğunlaşacaktır. 21. Yüzyıl Ankarası 21. Yüzyıl Ankarasının gündemi işte bu konulardır. Özellikle son 10 yıldır yaşanan ihmal, umursamazlık, plan ve bilimsellikten uzaklaşma sonucunda gelinen nokta ortadadır. Yağışların azlığı altyapı eksikliğimizi görmemizi öne almıştır. Şimdi, günü kurtarma çabaları zamanıdır. Bu da bilimsellikten daha da uzaklaşılmasına neden olmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti"nin başkenti buna layık değildir. Levent TOSUN: Eski Ankara Sular İdaresi Genel Müdürü, Makina yüksek Mühendisi Nermin FENMEN: Kimya yüksek Mühendisi. Radikal. |
kuduruk köekler gibi saldiracak yer
arayin siz
nurettin sözen zamaninda istanbula günde 2 saat su verilirdi yagmur yagdirmak icin yagmur bombasi kullanirdi..cagdaslik bu ols agerek hahahahahah 46.6 !! |
Yağmur duası yerine "istifa,
Yağmur duası yerine "istifa duası"na çıkalım
Dün, Ankara Kocatepe Camii"nde yağmur duasını izledim. Sabahtan öğleye kadar da bir hastanedeydim. Susuzluktan ameliyatlar durmuş, acil olmayan hastalar taburcu edilmişti. Tankerle lağıma benzer bir su verilmişti. Salgın hastalık ihtimali belirmişti. Ve çölde kurulan ülkelerde bile kesinti olmazken, izlediği politikayla başkenti çöle, başkentlileri çılgına çeviren Belediye Başkanı Melih Gökçek, bir acz örneği sergileyerek, "Allah"ın bu kadar afet vereceğini öngöremedik. Müslümanlar Ankara için dua etsin" demişti. Gökçek bir de "dua atlası" vermişti: Özellikle Kızılcahamam ve Çamlıdere"ye önce kar, sonra yağmur yağması için dua edecektik. Bunun üzerine Ankara Müftülüğü, başkentin 750 camiinde yağmur duası yapılacağını duyurdu. Aslında âdet gereği, çocuklarla hayvanların bir alanda toplanıp dua etmesi gerekirmiş, ama Ankara"da bunu yapmak zormuş. "Yarabbi bizi sula!" Kandil günüydü. Kocatepe"de olağanüstü bir hareketlilik vardı. Girişte Kızılay, pet şişede su dağıtıyor, müminler içme suyuyla abdest alıyordu. Az sonra, yağmur duasının yapılacağı meydana siyah takım elbiseli koruma ordusu giriş yaptı. Bu, yaklaşan devlet ricalinin habercisiydi. Başbakan Erdoğan, duaya, Keçiören"deki bir camide katılmıştı. Çiçeği burnunda Meclis Başkanı Köksal Toptan Kocatepe"de cumaya geldiğinde imam, duaya başlamıştı bile... "Yarabbi, bizi sula" diye yakarıyordu: "Sen Rahimsin... Halimizi görüyorsun. Meyvelerimiz kuraklık içinde, hayvanlarımız susuz. Irmaklarımız kuruyor. Günahkârız. Kusurumuza bakma. Bizlere acı. Merhamet eyle. Ellerimizi açtık, sana yakarıyoruz. Bize rahmetini gönder." Eller bu kez göğe değil, yere çevriliydi. Gözlerini kapatan cemaat, göğüs hizasında ileri uzattığı elleriyle havayı yere doğru bastırarak Mevla"dan yağış diledi. Çıkışta konuştuğum bir ak sakallı ihtiyar, "Bu farz değildir, ama iyi gelir. Aramızda temiz gönüllüler varsa Mevlam yağmur gönderebilir" dedi. İstifa duası lazım Gönülleri bilmem, ama haftalardır süren kesintiler nedeniyle Ankara"da bedenlerin temiz olmadığı kesin... Alışveriş merkezlerinde tuvaletler kapalı. Bazı lokantalar plastik çatal bıçakla servis yapıyor. Çeşme başlarında kavgalar çıkıyor. Tanker musluklarından irin akıyor. Başkent leş kokuyor. Felaket "Geliyorum" dediği halde kimsenin bir şey yapmamasına bakılırsa, yakında bazı camilerde "yağmur duası" sürerken, diğerlerinde "salgın hastalıklardan korunma duası"na başlamamız gerekecek. Belki de daha kalıcı bir çare olarak, krizi yaratan Melih Gökçek için "istifa duası"na çıkmalıyız. Önce tedbir, sonra dua Yağmur duası muhtemelen Şamanizmden kalma bir ritüeldir. İnananların duaya çıkmasında yadırganacak bir şey yok. Ancak, insanoğlunun seküler akılla tanışmasından bir asır sonra, 21. yüzyılın başında, Türkiye"nin başkentinde, belediyenin politikasızlığından, beceriksizliğinden doğmuş bir sorunun çözümü için, devlet ricalinin çağrısı ve katılımıyla yağmur duası düzenlenmesi, acınılası bir acz göstergesi... Neyse ki, ideolojinin meteorolojiye karıştığı noktada, beklediğimiz sağduyulu sesi dün Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu"ndan duyduk: "Susuzluk Allah"ın cezası değil. Tedbir almamanın cezasını çekiyoruz" diyen Bardakoğlu, adeta Gökçek"e hitap ederek yapılacak işi şöyle özetledi: "Önce tedbir al, sonra Allah"a yalvar." AB duası da var mı? Camiden çıkarken düşündüm de, bugün ani bir sağanak patlarsa, bunun ilhamıyla hükümet kılını kıpırdatmadığı konularda, bizi mesela bir "deprem duası"na ya da "terör duası"na çıkarabilir. Yarın Başmüzakerecimiz, "Avrupa"daki siyasi krizi öngöremedik. Hadi tam üyelik için duaya" dediğinde çocuklarla hayvanları genişçe bir meydanda toplayıp ellerimizle havayı Batı"ya doğru hızlı hızlı ittirsek Avrupa Birliği"ne girebilir miyiz acaba? Can Dündar. Milliyet. |
Yağdır Mevlam akıl!
Yağdır Mevlam akıl!
Gökçek önceki akşam TGRT Haber"deydi: "Bütün Müslümanlara sesleniyorum, dua edin. Allah her şeye kadirdir. Yağmura "Yağ" demesi kâfidir" Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek"in makamından önceki gün telefon geldi: "Başkanımız bu gece saat 22.00"de TGRT Haber"de olacak ve Ankara"daki susuzlukla ilgili olarak bütün soruları cevaplayacak. Meral Hanım"ın programı izlemesini istedi. Daha sonra da yorumlarını bekliyor." Hal böyle olunca bir yanda asistanım Özlem, diğer yanda bendeniz aldık elimize kâğıt-kalemi (daha doğrusu o bilgisayarını ben defterimi) ve günün yorgunluğuna direnerek geçtik televizyonlarımızın başına... Koskoca bir başkent hem nasıl susuz bırakılır, hem de o susuz şehri nasıl sel götürür? Bu tarihte eşi-benzeri görülmemiş icraatın baş mimarı Gökçek, tam saatinde çıktı ekranlara ve dedi ki: Çocuk kandırır gibi... "Melih Gökçek"e gücü yetmeyen köşe yazarları ve siyasetçiler, bir linç kampanyasına başladılar ama, şimdi ben Ankara Büyükşehir Belediyesi"nin hiç kusuru olmadığını, yapması gerekenleri fazlasıyla yaptığını belgeleriyle anlatacağım." Ne var ki sayın Gökçek kusura bakmasın ama bütün program -sunucuları ve yöneltilen soruların da katkısıyla- inandırıcılıktan çok uzak, hatta çocuk kandırır gibiydi. "Tek çözüm Rabbim"in yağmur vermesi, kar vermesi. Avustralya Cumhurbaşkanı, Polonya Başbakanı da çıkıyor yağmur duasına. 8-10 yıl önce Ankara"da bundan daha kötü bir susuzluk yaşanmıştı. "Dua istiyorum" dedim Ankaralılara: "Suyumuz bitmek üzere. Öyle bir dua edin ki önce kar, sonra yağmur yağsın. Yağmur karı eritsin!" İnanır mısınız, aynen öyle oldu ve 1 gecede 59 milyon metreküp su geldi. Barajlar aldı-başını gitti. Bütün Müslümanlara sesleniyorum, dua edin. Allah her şeye kadirdir. Yağmura "Yağ" demesi kâfidir!" "Kadrolu" protestocu Program boyunca Gökçek"in "üzerine düşeni fazlasıyla nasıl yaptığını", belge diye gösterdiği çoğu gazete kupürüne rağmen pek anlayamadık. Buna karşılık DSİ"nin, rakip belediyelerin, "kadrolu protestocuların" ve selefi Murat Karayalçın"ın Ankaralılara ve Gökçek"e "yaptıkları" hakkında epey fikir sahibi(!) olduk: "Benden önceki belediye (Karayalçın) yıllarca Çubuk 1 Barajı"ndan lağım suyu içirmiş. 2 belediye nasıl daha fazla su harcarım da Melih"i zora sokarım telaşında. Çok büyük kuyruk acısı var. Kadrolu protestocuların elinde bir pankart. Pankartı tutan da bir bayan! Çok üzüldüm. Pankartta "Tatile de gitmeyeceğiz, dua da etmeyeceğiz" yazıyor. Etme zaten, sen etme. Ben ağzı dualı insanlara sesleniyorum. Senin ettiğin dua da kabul olmaz zaten." DSİ"den daha güçlü ve daha hızlıyız. Bıraksınlar işimizi yapalım." 4 - 5 aylık su varsa... Çoğu Ankaralı gibi benim merak ettiğim tek bir konu var artık: Susuzluk skandalının başlangıcından beri ekranlarda hep aynı istatistik var: Ankara"da barajlardaki su seviyesi % 4. Bu % 4"lük seviye, Gökçek"in önerdiği gibi okulların geç açılmasını ve Ankaralıların 2 ay tatile gönderilmesini gerektirecek düzey midir? Hal böyleyse Ankara"ya su verilmeye başlandıktan sonra tekrar kesintiye gidilmemesi nasıl mümkün olabilecektir? Yoksa DSİ"nin açıkladığı gibi başkentin 4 - 5 ay yetecek suyu var mıdır? Meral Tamer. Milliyet. |
Alle Zeitangaben in WEZ +2. Es ist jetzt 13:39 Uhr. |