Vaybee! Forum

Vaybee! Forum (http://localhost/forum/index.php)
-   Gesellschaft & Soziales (http://localhost/forum/forumdisplay.php?f=398)
-   -   Religion & Glauben (http://localhost/forum/showthread.php?t=4272)

kiyamx 14.03.2007 01:24

Islam daveti ve müslümanlar
 
Islam tamamlanmistir.

Onda hic bir eksiklik söz konusu olamaz.

Onun indirilisinin tek bir gayesi vardir.

O da hayati tümüyle kusatmis olan küfrün izalesi ve yerine ilahi nizami tesis etmek.

Namaz a , zekata, oruca vs davet etmekle bu gayeye ulasilamaz.

Bunlar kendileri icerisinde kapali birer ibadet türleridir.

Yani Namaz kilmakla namaz borcumuzu, oruc tutmakla oruc farizasini yerine getirmis oluruz ve olay biter.

Nasil ki namaz i eda etmekle orucu eda etmis olamayacagimiz gibi, tüm bu ibadetleri yerine getirmekle de islam i hayata hakim kilmis olmayiz.

Yapmis oldugumuz tek sey Insanlari islah etmekle icinde yasadiklari küfür sistemlerini yok olmaktan kurtarmak ve ömürlerini uzatmaktir.

Oysa bizden istenilen bunun tam tersidir. O da Küfrün yok edilmesi !

Islam, vakiayi degistirmek üzere gelmis bir dindir.

Vakia ise, hayat, toplum ve devletlerin küfür sistemleri üzerine kurulu olduklari gercegidir.

Icinde icki bulunana bir bardiga saf su doldurmak istediginizde, önce bardagin icerigini bosaltmaniz ve akabinde de ona su doldurmaniz gerekir.

Ickiyi tam bosalmaz, yari veya daha az birakirda gerisini suyla dorldurursaniz saf su degil, icki-su karisimi bir bardak elde edersiniz.

Tipki bu misalde oldugu gibi, küfrün hakim oldugu hayati, Allahin razi oldugu bir hayata cevirebilmek icin önce hayattan küfür izale edilmeli, sonra da yerine islam nizami hakim kilinmalidir.

Iste Toplumu degistirmenin tek ser`i yolu da budur.

Resulullahin mekkede yaptigi calisma da bundan ibaretti.

O, Mekkeye hakim olan batil inanc ve düsüncelere acikdan aciga savass acmis ve onlarla hic bir diyaloga ve orta cözüme razi olmamistir.

Dava belli idi. Küfrün izalesi ve hakkin ikamesi.

O, kendini kusatan sartlara ve zorluklara bakmaksizin vahye uyuyor ve kuranin emri dogrultusunda :

" Ey öttüsüne bürünen. Kalk ve uyar.."

ve yine

"sana indirilenleri onlarin kafalarini catltacasina teblig et"

Küfürle kiyasiya bir mücadeleye giriyordu.

Onlardan gelen hic bir orta cözüme ve anlasmaya yaklasmiyor:

" Sol elime ay i, sag elime de günesi verseniz ben asla bu dava dan vazgecmem. Ya davam da muzaffer olurum, ya da bu yoldu heder olur giderim "

diyor, yalnizligina ve gücsüzlügüne ragmen küfre boyun egmiyordu.

Iste Bugün de Islam davasini tasiyanlarin en bariz göstergesi bu tavizsiz ve caesaretli tutumlari olmalidir.

Islam, tüm boyutu ile biz müslümanlara inmistir. Onun sahibi süphesiz Allah(cc) tir. O Islami korumaktadir.

Fakat Islam sadece korunmakla insanlari kurtaracak ta degildir. Islamin hayata hakim olmasi ve onu düzenleyebilmesi ancak müslümanlarin bu yolda calismalari ile gereceklesebilir. Iste bizlere bu noktada cok ciddi sorumluluklar düsmektedir.

hatirlayalim :

Mekkede Islam ayet be ayet iniyordu. Fakat ayetlerin inmesiyle kalmiyor, onlari insanlara okuyor ve ona teslim olmalarini istiyordu Resulullah(sav)

Müsriklerden istenilen, batil fikir ve düsüncelerinden vazgecmeleri ve Islama teslim olmalariydi.

Bu yoksul ve kimsesizler icin zor degildi. Fakat idareyi ellerinde tutan ve lider konumunda olanlar icin de ayni cagri sözkonusu idi.Hatta resulullah agirlikli olarak bu liderlere yöneliyor, müslüman olmalarini ve güc kuvvetlerini islam icin seferber etmelerini istiyordu

Onlar Islama tabi olmadiklari müddetce onlara tabi olan halk ta Islama tabi olmuyordu. Zira güc, otorite ve yaptirim onlarin elindeydi.

Bundan dolayi bir Bedevi Islam davetini duyunca " Bu davete idareciler ve karallar karsi cakirlar ve kerih görürler " demisti.

Zira Onoarin Islama teslim olmalari demek, ororitelerinden ve konumlarindan vaz gecmeleri ve Bilal(ra) gibi bir köle ile esitlenmeleri anlamina geliyordu. Buna gurur ve kibirleri mani oldu. Ayrica onlar hayat sistemlerini sömürü ve cikar esaslari üzerine kurmuslardi.

Iste korktuklari sey de bütün bu imtiyazlarinin ve sistemlerinin ellerinden alinacagi idi.

Bir seferinde Resulullaha a(sav) geldiler ve söyle bir teklifte buundular:

"Ey Muhammed (sav). Bir yil biz senin dinine tabi olalim, bir yil da sen bizimkine tabi ol. Bakariz, hangi din daha faydali olursa digerinden vaz gecer ve ona uyariz "

Bu günümüzün deyimiyle bir diyalog ve koalisyon cagrisiydi.

Bunun üzerine kafirun suresi inzal oldu ve böyle bir ortakligi kesin kes reddetti.

Bugün küfürle yönetilen ülkelerde parti kurarark küfür yönetimlerine katilan müslümanlar bu duruma ne diyorlar acaba ?

Böyle bir yol vardi da Allah(cc) bunu bildigi halde Resulüne böyle bir birlikteligi yasaklamakla ona eziyet mi yapti, yoksa onlar bizim okumadigimiz ve bilmedigimiz baska ayetlere mi sahiptirler ?

Resulullahin yolu disinda tüm yollar batildirlar ve islam nazari acisindan kabul edilmezler.

Onlarin ne ser`i bir dayanaklari, ne de basarisiyla örnek gösterecekleri bir vakia vardir.

Onlar, Islam disi yönetimlere katilmakla birlikte Islamin bir parcasini alip, diger parcasini reddetmis gibilerdir.

Bununla da klmiyorlar, Müslümanlari bu yola davet ediyorlar ve vöylece küfre davet etmek gibi tehlikeli bir yol tutmus oluyorlar.
Bu tutumlari ayrica ugradiklari fiyaskolar ve lasgalaliklari yüzünden ümmete cok pahaliya mal oluyor. Rüsvet olaylari,, kisir makam cekismeleri, tavizler ve neticede sözden dönmeler müslümanlarin gücünü bosa cikariyor ve onlari umutsuzluga itiyor.

Kurtulus abcak ve ancak Resulullahin ayak izlerine basmakla gerceklesecektir.

Onun disinda kendine rehber arayanin rehberi ancak seytan (al) olacaktir.

S.a

kiyamx 14.03.2007 13:21

Islam daveti ve müslümanlar-2-
 
Islamin en büyük dinamizmi ; Emri bil maruf nehyi anil münker

Islam, hayattir.

Hayatin karsiligi ise fizyolojik manada ölümdür.

Bir taraftan hayat, diger tarafta ölüm !

Biri var olmamizin yegane sebebi, digeri yok olmanin adi.

Bu gercegi Kuran bize söyle ifade ediyor :

ENFÂL SÛRESİ(24)
Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah"ın ve Resûlü"nün çağrısına uyun ve bilin ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, onun huzurunda toplanacaksınız. Yaradilisimizin ve hayatta olmamizin tek bir sebebi vardir. O da kulluk ve Allaha ibadet etmektirIbadet ise ALLAH i yüceltmek, hayatimizi onun emir ve nehiylerine göre düzenlemektir



ZÂRİYÂT SÛRESİ(56)
Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.

Enfal suresinde „HAYAT“ olarak vasiflandirilan sey islamdir. O her ayetinde insana hayat vermekte ve onu canli kilmaktadir. Kurandan uzak olanlarin hali bir ölü gibidir, ki her yaptiklari is onlari hüsrana ve yok olmaya götürür.

NEML SÛRESİ(80)
Şüphesiz sen ölülere duyuramazsın. Arkalarına dönüp kaçarlarken sağırlara da çağrıyı duyuramazsın


Elbette Allah(cc) in ISLAM i hayat olarak tasvir etmesi taesadüfi degildir. ISLAM in uygulanmasi insanlara, topluma ve devlete tam anlamiyla hayat verir, onlari zararlardan korur ve ihtiyaclarini fitratina uygun bir sekilde karsilar.

Konumuza dönelim :

Emri bil maruf nehyi anil münker Islamin hayatta kalabilmesi icin olmazsa olmazlarin basinda gelir.

Ayattte gecen DAVAT lafzi tipki NASIHAT gibi Emri bil mauf nehyi anil münkerin diger bir ifadeleridir.

Islama davet etmek, iyiligi emredip kötülükten vazgecirmek en büyük farzlardan biridir.

Ancak onun sayesinde Islam canli kalir, hayatta gecerliligini korur ve kötülükler bertrafa edilir.

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ(104)
Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.

Burda hayirdan murat ISLAM dir, iylik ALLAH in iyi, kötülükte ALLAH in kötü olarak bize bildirdikleridir. Yoksa kisilerin anlayisina özgü iyilik ve kötülük anlayisi degildir.

Bu konuda Resulullah (sav) in su hadis i serifi de bu farzin ehemmiyetini anlamak acisindan cok vurucudur:

„Ya iyiligi emreder kötülükten nehyedersiniz, ya da ALLAH(cc) yaptiginiz dualari kabul etmez „

Peki Emri bil maruf nehyi anil münker neleri kapsar ?

Iste önemli olan soru budur.

Burda misal olarak ickiyi vermek istiyorum.

Icki Kuradnda haram kilinmistir.

MÂİDE SÛRESİ(9
Ey iman edenler! (Aklı örten) içki (ve benzeri şeyler), kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.

Simdi bir müslüman ickiye karsi nasil hareket etmeli ve bunun boyutu ne olmalidir ?

Icki icen bir insana rastladigi zaman onu bundan nehyetmesi ve Allaha kulluga davet etmesi gerekir. Emri bil maruf nehyi anil münker bunu gerektirir.

Fakat is bununla da bitmez. Zira Resulullah Bir haram görüldügünde onun fiilen engellenmesini, buna gücü yetmiyorsa diliyle nehyetmesini, buna da muktedir degil ise bugzetmesini ve ordan ayrilmasini emrediyor. Resulullahin hayati buna canli bir örnektir.

Esas olan bu haramin engellenmesidir ki bunun karsisindaki engellerin kaldirilmasi da buna dahil oldugu gibi, bu haram a sebep olan unsurlarda buna dahildir.

Bu farzi yeruine getiren bir müslüman sadece icki icen kisiyi engellemekle degil, ayni zamanda bu duruma sebep olan, üreten ve bu üretimi mesrulastiran sisteme karsi da harekete gecmelidir.

Toplumda haramlarin hakim olmasi ve islamin söz sahibi yapilmamasi yönetimle alakli bir meseledir ve asil cibanin basi bu yönetim ve sistemdir.

Hal böyle olunca Davetci icki icen birine davet görevini yerine getirirken daha fazlasiyla bu istenmeyen durumlarin kaynagi olan KÜFÜR SISTEMINI izale etmesi daha elzem ve öncelikli bir davet calismasi olur.

Iste böylelikle kendimizi Küfürle bir catisma ortaminda buluruz. Tipki Resulullah ve sahabesi gibi.

Ve yine böylelikle davet calismamiz feri ve tali bir calisma olmaktan cikip siyasi bir calisma olur.

Halki muhatap aldigi gibi, yöneticileri ve sistemi de muhatap alir ve tüm toplumdaki bozulmalarin hakim olan sistemden kaynaklandigini, korundugunu bilir.

O halde müslümanlarin en öncelikli gayesi hakim olan küfür sistemlerini yikmak ve yerine Insanlarin HAYAT bulacagi Islam Nizamini yerlestirmek olmalidir. Tali cözümlerle ugrasmak ve siyasi boyutta calismamak, batakligi kurutmadan sinek avina cikmaya benzer ki asla gayeyi tahakkuk ettiremez.

Siyasi bir calismanin nasil olacagi konusu da ayri bir konudur.

Fakat burda kastimiz asla ve asla mesru devletlerin catisi altinda bir parti kurmak veya onlara katilmak suretiyle calismak degildir !!

Zira bu, Küfürle hükmetmeyi gerektirir ki bu da haramdir.

s.a

henrymiller 14.03.2007 15:48

Deli Hoca kiz seni valla sevdim..hehe o.
 
ohne Text

14.03.2007 18:15

salak salak yazmay adevam ediyorsun
 
senin gercek nikin ne?kiz nikiyle girip burada manyak manyak konusmayi bi marifetmi zannediyorsun..ALLAH bilir sen bi erkeksin ve evde etek giyip dolasiyorsundur

14.03.2007 19:31

ich weiss schon was :D o.T.
 
ohne Text

aysenisahoca 14.03.2007 19:45

BUGÜN PICKEL QUETSCHEN YAPTIM
 
icinden hadis cikti.
Sayin dinci gerici yobaz kardeslerim, yeni hadis-te buhari hazretlerinden rivayet edildigine göre,
1.günde 100 defa domatesten sonra 77 defa da üstüne pickel quetschen yapmaniz gerekiyor.
2.dini konularla alay gecen icinizdeki bazi uyuslari burada cehennemlik ilan ediyorum.
3. pickel quetschen yapanlar düdüklü tencerenin sefaatine nail olma serefine erisecekler, digerleri armenier´larla hasrolunacak.
4. basörtüsü takip, pickellerini peceyle saklamayan kizlarin basörtüleri kabul edilmiyor.
5. abdes almadan önce pickel quetschen yapip, aldiktan sonra 77 defa hüü dost denilecek.

birdahaki hadis offenbarunguna kadar bol bol tevbe edin, dediklerimi aynen uygulayin,

hü dostlar, fii emanillah..

aysenisahoca 14.03.2007 21:02

BU FORUMDAKILER DINLE ALAY GECIYO
 
biri haric, hepsinden sikayetciyim, dini konularla alay gecilmez,sonra düdüklü tencereler size sefaat etmez.
eliize belinize dilinize ve yazi yazarken parmaklariniza saip olun, hüüüdostlar 77 erenler sizi korusun

fiii emanillah...

15.03.2007 00:28

Hz. Muhammed bugün yaşasaydı nasıl
 
giyinirdi ?..


SON günlerde kendisini ilgiyle takip ettiğim bir "dindar yazar"dan söz edeceğim sizlere...

Adı: İhsan Eliaçık...

Yazılarını iddiasız bir mecrada, "Haber10.com" adlı bir internet sitesinde yayınlıyor.

Dindarlığın alışılmış ve yaygın tutumlarına diken batırıyor...

Yani...

"Rahat kaçıran yazarlar" familyasından kendisi...

Kendisiyle ilgili elde ettiğim bilgiler şunlar:

İslamcı politik çizgiden geliyor.

80 öncesi Akıncılar örgütünde görev almış.

12 Eylül’de yargılanmış ve Mamak’ta hapis yatmış.

Sonra... İlahiyat okumuş...

Önceleri "radikal İslamcı" tezleri savunurken, adı konulmamış bir değişim geçirerek, Müslümanlığın kalıplaşmış anlayışlarına itiraz eder bulmuş kendini...

* * *

İlgiyle okuduğum bu yazar, benim gözümde bir tabu yıkandır.

Evet, tabu yıkıyor...

Ancak bunu ne popülizm uğruna yapıyor, ne de bir "yaranma duygusu" içine girerek yapıyor.

Ayrıca...

Alabildiğine "içeride" kalmaya da özen gösteriyor...

Dolayısıyla...

Onu "tabu yıkma" iddiasıyla ortaya çıkan, ancak daha sonra bizzat kendisi bir tabu haline gelen Yaşar Nuri Öztürk ile mukayese edemeyiz.

Zekeriya Beyaz’ı ise geçiyorum...

Çünkü arada sadece mahiyet değil, büyük bir derinlik farkı var...

* * *

Her makalesini ilgiyle okuduğum İhsan Eliaçık, son makalesine "Hz. Peygamber din adamı mıydı?" başlığını atmış.

Makalede, "Din adamlığı bir meslek midir? Peygamberler dünyadan ellerini eteklerini çekmiş, yaşlı ve ulu zatlar mıydı? Nasıl giyinirlerdi? Toplum içinde nasıl davranırlardı?" sorularına esaslı yanıtlar var...

Bu uzun makalenin her bölümü ilginç...

Ancak ben, Hz. Muhammed ile ilgili bölümlerine dikkat kesildim.

İhsan Eliaçık, "Hz. Muhammed bugün yaşasaydı hangi kıyafeti giyerdi?" sorusuna bakın nasıl yanıt veriyor:

"Her şeyden önce Hz. Peygamber, hiçbir zaman kendine özel bir din adamı kıyafetiyle dolaşmamıştır. Onu içinde yaşadığı toplumdan ayıran özel bir kıyafeti asla olmamıştır. Bu konuda kendini toplumdan ayırmamıştır. Ömrü boyunca Ebu Cehil nasıl giyiniyorsa öyle giyinmiştir. Demek ki Peygamber bugün yaşasaydı, hangi toplumda yaşıyorsa o toplumun genel, yaygın ve makul kıyafeti neyse öyle dolaşacaktı. Onu kıyafet bakımından halkından ayıramayacaktık. Onun bu konudaki sünneti budur."

Ne güzel değil mi?

İslami kesimin yıllardır tartıştığı "kıyafet" meselesi, bir paragrafta nasıl da etkili, ikna edici ve çarpıcı bir biçimde çözülmüş...

* * *

Daha önce de yazdım...

Yaşar Nuri Öztürk, bu memlekette "dini anlayışta değişim" yaşanmasının önünde en büyük engel oldu.

Çünkü...

Öztürk, kıvrak zekasıyla ve muazzam bilgi birikimiyle mevcut yanlışlara parmak basarken, alabildiğine hesaplı davrandı.

"İçeriden" konuşmadı...

Yanlış bulduğu dindarlık tezahürlerine şefkatsiz ve acımasız bir şekilde hücum ederken, dinle ilgisi olmayanlara alabildiğine anlayışlı yaklaştı.

Popülerleştikçe ipin ucunu kaçırdı...

İpin ucunu kaçırdıkça da hem inandırıcılığını, hem etki gücünü zayıflattı...

İşin daha vahimi, İslami kesimden çıkacak her türlü eleştirel yaklaşımın ve değişim talebinin önüne "Yaşar Nuri olgusu" çıkarıldı.

Her aykırı çıkış, "Yoksa sen de mi Yaşar Nurileşiyorsun?" takılmasıyla karşılaştı.

Böylece cesaret kırıldı...

Ben de diyorum ki:

"Yaşar Nuri gibi olmamak" adına cesaretini kırmamış, kendine güvenen ve "içeriden" konuşan bir yazar var karşımızda...

O yazarın adı: İhsan Eliaçık’tır.

Kendisini saygıyla selamlıyorum.


Ahmet HAKAN

15.03.2007 17:40

pickel dedigin beynin olmasin o.T.
 
ohne Text

1insanol 16.03.2007 01:16

Sevgili alpi
 
Bu teze göre afrikali ciplak kabiller, bizde yöresel giyisilerimizle Islam`i yasayabiliriz diyebilmeliller:::-----)

Degisenler degissin fakat,Islam Tamamlanmistir!....

A.HAkanda degistigi icin degisim rüzgarlarina kanad aciyor..

Birseydaha var, Cikip size demezlermi ki; Sizin giyisileriniz yöresel kiyafetininizmi?Yoksa HIRISTIYAN VE YAHUIDILERiNMI? ONLARA BENZEMEYIN Islam`in buyrugunudami degisitirdiniz?

Ne derler : INANDIGIN GIBI YASAMAZSAN , YASADIGIN GIBI INANIRSIN...
----------------------------------------
BIR MILLET KENDINI DEGISTIRMEDIKCE ALLAH`DA O MILLETI DEGISTIRMEZ.

1insanol 16.03.2007 01:27

o.T.
 
Müslüman Türk Milleti Kefenini basinda tasiyorken, Dünyanin efendisiydi!

Nezaman O kefen indirildi,

yerine frenk $apkasi yerlestirildi
o &apkanin altindaki cürümüs zihniyet beyinlere islendi
Asil bir millet köle edildi!

16.03.2007 22:06

Sen ve ben gibi
 
so einfach ist dasss

16.03.2007 22:08

aynen... her sey bir yorumdur o.T.
 
ohne Text

16.03.2007 22:09

Varsayim.... o.T.
 
ohne Text

16.03.2007 23:34

1insan dostum
 
Islam Gayet tabii Tamamlanmistir. Fakat bu tamamlanma icinde bir sekil yoktur.
Bir Kilik Kiyafet talimatnamesi hic yoktur.

Nerede yoktur ?..
Kuran da yoktur.

Peki Var olani kim koymustur ?

(... )

DIN ADAMLARI !..

Peki Islam da Din adami diye bir unsur var mi"dir ?..
YOKTUR !..


Vatikan kilisesinin balkonundan halkı selamlayarak “kutsayan” Katolik papalar…

Kilisede dev sakalı ve simsiyah cübbesi ile tütsüler içinde ayin yaptıran Ortodoks rahipleri…

Tapınakta nirvanaya duran Budist keşişleri…

Camide vaaz veren kırmızı fes üzerinde beyaz sarığı ile Sünni hocalar…

Kum şehrinde kum gibi kaynayan siyah, beyaz sarıkları ile Şii mollalar…

Dergahta post üzerinde muridlerine feyz dağıtan tarikat şeyhleri…

Cemevinde semah yaptıran upuzun beyaz sakalıyla Alevi dedeleri…

Velhasıl kendilerine özgü renkli kıyafetleriyle dünyanın değişik yerlerinde görmeye alışık olduğumuz o “din adamı” görüntüleri…

Acaba İslam’ın peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) böyle birisi miydi?

Hz. İbrahim, Musa, İsa bunlar gibi miydi?

Yazının başlığında geçen “din adamı” tabirinden, bir sınıf ve meslek olarak din adamlığını kastediyoruz. Çünkü insanların çoğu “Nasıl ki her mesleğin bir adamı var; din de bir meslek olduğuna göre onun da adamları olur” diye düşünüyor.

Acaba öyle mi?

Din bir meslek midir?


Meslek, kişinin geçimini sağlamaktan öte, üzerinden zengin olabildiği, mal mülk yığabildiği vasıta olduğuna göre, din de bu vasıtalarından birisi mi olmaktadır?

Peygamber denilince insanların aklına yazının girişinde tasvir edilen “din adamı” tipolojisi neden geliyor?

İkinci olarak Hz. Peygamber, şimdiki din adamlarının çoğu gibi yaşlı değildi. Peygamberliğe başladığında henüz 40 yaşına yeni girmişti. Onda “din adamı” denilince aklımıza gelen yaşlı, piri fani, “yeşil sarıklı ulu hoca” görüntüsü yoktu. Saçları kulak memelerinin altına inecek kadar uzundu ve genellikle de ortadan ikiye ayırırdı. Bugünkü tabirle “yağız bir delikanlı” görüntüsü vardı.

Keza Hz. İbrahim de Babil İmpatorluğu’nun resmi devlet tanrısı putlarını kırdığında “İbrahim adında bir delikanlının putlarımıza dil uzattığını duymuştuk” sözünden de anlaşılacağı gibi hayli gençti. Hz. Yusuf da vezirin karısının “delikanlısı” idi. Hz. Musa da Firavun’un sarayında yetişmiş ve tam gençlik çağında Mısır’ı terk etmişti. Hz. Zekeriya ise yaşlılığın son haddine varmışken Allah’tan çocuk istediğinde, peygamberlik görevine başlayalı yıllar olmuştu. İlk gençlik yıllarından beridir halkını uyarıyordu. Yani peygamberlerin hemen tamamı işe genç denilecek yaşta başlamışlardır. Dolayısıyla peygamber denilence insanların aklına din adamı görüntüsündeki yaşlı piri fanilerin gelmesi yanlıştır.

Üçüncü olarak, şu ana kadar göründüğü kadarıyla din adamları nedense hep zengin olur. Oysa Hz. Peygamber vefat ettiğinde peygamber olmaktan kaynaklanan bir serveti yoktu. “Geride birkaç kap ve bir kitap”dan başka bir miras bırakmadı. İslam’ın ilk üç halifesi (Ebubekr, Ömer, Ali) de vefat ettiklerinde aynı durumdaydılar. Fakat onlardan sonra ne yazık ki bunu göremiyoruz.

Dördüncü olarak, din adamlığının mantığında dünya lezzetlerinden uzaklaşma vardır. Ruhbanlar böyle iddia etmelerine rağmen buna tam da uymazlar. Oysa Hz. Peygamber böyle bir şeye iyi görmediği gibi her normal bir insan gibi yedi, içti, kadınlarla evlendi. Dolu dolu diyebileceğimiz bir aşk ve evlilik hayatı yaşadı. Eşleriyle zaman zaman sorunlar yaşadı. Her normal insan gibi acı ve tatlı günleri oldu. Torunlarını omuzunda gezdirdi, her gördüğünde yukarı atıp tutarak sevdi ve sevindirdi. Eşi Aişe’ye Fatma’ya Fatoş dememiz gibi “Aiş” diyerek takıldı. Oysa bunlar din adamı mantığına göre “ruhaniliği” bozan şeylerdir. Öyle ya, dünya lezzetlerini alabildiğine tadan, “beyaz tenden” uzak duramayan birisi nasıl “veli” veya “aziz” olabilir (!).

Dördüncü olarak Hz. Peygamber tapınaktan gelen birisi değildi. Hiçbir ayin yönetmemiş, dini fetvalar vermemiş, kutsal kitapları okumamıştı. Yörenin tanınmış “dini otoritesi” filan değildi. Bir okulda okumamış, diploması, “akademik kariyeri” vs. yoktu. Dağda koyun güdüyordu. Amcaları ile ticaret kervanlarına katılıyordu. 25 yaşında “Hilfu’l-Fudul” (Erdemililer İttifakı) adlı bir teşkilata “adalet” üzerine yemin ederek girmişti. Teşkilatın kurucuları arasında yer almıştı. Bu teşkilat Mekke’de haksızlığa uğrayan, zulme maruz kalan garibanları, kimsesizleri, yoksulları, yolu kesilenleri (İbn’us-Sebil) koruma ve kollama amacıyla kurulmuştu.

Örneğin böylesi bir olayda, Mekke’ye kızı ile birlikte gelen bir köylünün yolu kesilmiş, satmak için getirdiği malına ve kızına şehre hükmeden yedi-sekiz tefeci bezirgandan birisi olan Ebu Cehil el koymuştu. Adam yana yana derdine çare arıyordu. Oradan birisi “Muhammed adında bir genç var, ona git, böyle işlerle ilgileniyor, sana yardımcı olur” dedi. Adam, o yıllarda henüz 25 yaşlarında olan genç Muhammed’e gelerek derdini anlattı. Muhammed, derhal yanına kendisi ile aynı yaşlarda olan 10-12 kişilik bir gurubu alarak tefeci bezirganın evine kuşattı. Kapıya vurarak adamın malını ve kızını geri vermesini istedi. Mekkeli kodaman, önce itiraz etti sonra da hiç olmazsa kızın bir gece kendinde kalmasını istedi. Muhammed, bu söze öyle sinirlendi ki alnındaki damar görüyordu. Etrafındakilere işaret ederek kapıya yüklendi. Omuzuyla kapıyı kırmak için yükleniyordu. Derken gürültüden iyice rahatsız olan kodaman aşağı inerek kapıyı açtı. Muhammed yakasını toplayarak öyle bir sarstı ki Ebu Cehil daha sonra “Azgın bir deve gibi üzerime geliyordu” diyecektir. Sonunda çaresiz adamın malını ve kızını teslim etti. Muhammed adamın malını kendisine vererek kızıyla birlikte, yanına birkaç kişi daha katarak gideceği yere kadar yolcu etti. (İbn Kudame, El-Muhabber)

Böylesi olaylar gösteriyor ki Hz. Peygamber, daha ilk gençlik yıllarından itibaren post üzerinde köşesine çekilmiş oturan “yeşil sarıklı ulu bir hoca” tipinde değildir. Genç, aktif, dinamik, canlı ve hayatın doğrudan içinde birisidir.

35 yaşından itibaren de içten gelen bir yalnızlığa bürünmüş, dağlarda, ıssız tepelerde gökleri seyretmeye, yaşadığı şehre tepeden bakarak “Ben kimim ve bu hal neyin nesi?” diye sormaya, sorgulamaya başlamıştı. Çektiği varoluş sancısı onu geleceğe hazırlamaktaydı. Allah bu sancıyı karşılıksız bırakmadı. Hira mağarasından şehre inip, tarihin önüne çıkarak kendini peygamber olarak tanıttığında yanında Allah’tan başka hiç kimse yoktu.

Yine peygamber olduktan sonra, 60 yaşındaki şu olaya bakınız:

Mekke’nin fethinden sonra Hz. Peygamber (s.a.v) Hevazin ve Sakif kabilelerinin üzerine yürüdü. Yeni katılanlarla birlikte 15 bin civarında hayli kalabalık bir orduyla fatih ve muzaffer bir edayla, 4 bin civarındaki düşman kuvvetleriyle karşılaştılar. Müslümanların içinden “Mekke’yi de fethettik, artık kimse bize karşı koyamaz, topu topu dört bin kişiler.” sesleri yükselmekteydi. Dağılan düşman ordusuna bakarak ganimet toplamaya dalan Müslümanlar, düşmanın toparlanıp şiddetli bir ok yağmuruna başlamasıyla gerisin geri kaçmaya başladı. Eline ganimetten bir parça geçiren geri dönüp kaçıyordu. Ordunun dağılmaya yüz tutması üzerine ovada bir ses yankılamaya başladı; “Ben nebiyim, yalan yok, Ben Abdulmuttalib’in torunuyum!” diye bağıran bu ses, atını mahmuzlayarak düşmanın üzerine atılıyordu. Atın hemen yanındaki bir kaç kişiden “Ey Allah’ın kulları! Ey Ashabu’l-Şecere, Ey Ashab-ı Suretu’l-Bakara! Kaçmayın, geri dönün!” sesleri yükseliyordu. Bunun üzerine kaçmakta olanlar gerisin geri dönerek kişneyerek şaha kalkan, elindeki çakıl taşlarını ata ata düşmanın üzerine yürüyen bu cesur sesin etrafında kenetlendi. Hepsi birden tekrar yekvücut oldular ve son bir hamleyle düşmanı bozguna uğrattılar. Doğruluk ve dürüstlük timsali (el-emin) olmakla beraber, cesareti ve yiğitliği ile de gerçek bir lider olduğunu gösteren ve orduyu dağılmaktan kurtaran bu atlı Hz. Peygamber (s.a.v)’den başkası değildi. (Razi, Kurtubi, İbni Kesir, Taberi).

Demek ki onun dikkat çeken özellikleri, kılık kıyafetinde, din otoritesi olmasında, tapınak rahipliğinde, gizemli, sırlı, büyülü, tütsülü tavır ve edalarında değil; dürüstlük abidesi (el-emin) karakterinde, benliğini kuşatan yetim yüreğinde, muazzam ahlakında (hulg azim), haksızlıklara tahammülü olmayan karakterinde, adalet özleminde, yalnızlığa bürünüşünde (müdddesir), ağır sorumluluklar hissedişinde (müzzemmil), ufuklara dalarak yaşadığı korku ve titreme (huşu) ile kalabalıklar içinde kendini gösteren atılgan ve cesur kişiliğinde aranmalıdır.

Şimdi, böylesi bir kişilik hiç bugünkü “din adamı” profiline benziyor mu?


Öte yandan dikkatle baktığımızda, Hz. Peygamber’in, dini özel bir meslek olmaktan çıkarıp, genele yayarak (umum/ummi) hava gibi herkesin soluduğu bir hayat kaynağına döndürmek amacında olduğunu görürüz. Bunun içindir ki Kur’an onu “ummi nebi” olarak tanıtmıştır.

Şöyle ki:

Eski dünya dinlerinin (Yahudilik, Hıristiyanlık, Mecusîlik, Manihaizm, Hinduizm, Budizm vs.) tekelinde olan tanrı ve din konularını sokaktaki adamın aklına ve vicdanına hitap eder tarza indirmiştir. Yani dini muhayyileyi daha rasyonel hale sokmuştur. Her tür Haman, Ruhban, Brahman, Şaman vs. sultasını tarihe gömmüştür.

Örneğin, eski çağlarda göğe merdivenle çıkıp Tanrı ile konuşma anlamına gelen ve sadece din adamlarına mahsus olan miracı (u’ruc/mi’rac) “Namaz mu’minin miracıdır” diyerek sokaktaki adamın “tek kişilik” eylemine indirmiştir. “Ruhbanlık yoktur, cihat vardır” diyerek din adamlığının köküne kibrit suyu dökmüştür.

Tanrı’nın ne din adamlarına ne de krallara yönetme yetkisi vermediğini, hiç birisinin Tanrı’nın oğlu olmadığını ilan etmiş ve krallarla Tanrı arasındaki dini-politik bağı kesip atmıştır. Oysa eski çağlardan beri Tanrı’nın oğlu olma iddiasında olmayan bir kral neredeyse yoktu. Japon imparatoru Tanrı’nın oğlu olduğu iddiasından daha 1946 yılında resmen vezgeçmiştir. Bu nedenle “Allah birdir. Bölünmez bir bütündür. Doğurmaz ve doğurulmaz” diye başlayan İhlas suresi, Lehep ve Kafirun sureleri gibi son derece siyasi-politik mesajlarla yüklüdür.

Yine eski dünya dinlerinde din adamlığı bir meslek olarak icra edilir ve en önemli servet yığma kaynakları arasında yer alırdı. Toplum “tapınak” etrafında örgütlenmişti ve tapınak görevlileri de din adamlarıydı. Vergiler tapınakta toplanır ve din adamlarınca yönetilirdi. Tapınağa getirilen mallara “Tanrı malı” diye etiket vurulur ve sahipliğini de Tanrı veya onun yeryüzündeki oğlu olduğuna inanılan kral adına din adamları idare ederdi.

Eski çağlardaki Sümer, Akkad, Babil, İbrani, Arami, Hitit, Asur, Pers, Mısır, Roma tapınakları bunların örnekleriyle doludur.

Din adamları en eski çağlardan beri Şaman, Kâm (Türk), Brahman (Hind), Mog, Mithra (İran), Haman (Mısır), Druid (Britanya), Rişama (Sabiî), Sangha (Tayland), Lama (Tibet), Afkallu (Nebati), Flamen (Roma), Haham (Yahudi), Rahip (Hristıyanlık) vb. isimlerle anılırlardı.

Bunlardan özellikle MÖ.400-MS.200 yılları arasında bugünkü Suriye’de yaşayan Nebatiler önemlidir. Çünkü onlarda Allat, Manotu, Hubalu, Uzza gibi birçok tanrı veya tanrıça ile Afkullu adında din adamları sınıfı ve Tanrı kültleri için Bayta denilen kutsal mekanları vardı. Tanrılar genellikle abstrakt denilen dikili taşlar ile sembolize edilirlerdi.

Bunlar Müslümanlar için pek yabancı gelmeyecektir.

Çünkü bunun benzeri bir düzen Mekke’deki Kabe çevresinde kurulmuştu. Nebati tapınak rahiplerinin (Afkallu) yerini Mekke’ye hükmeden 7-8 tefeci bezirgan almıştı. Bu tefeci bezirganların başını da Hz. Peygamber’in amcası Ebu Lehep çekiyordu. Bu düzene Kur’an “Yeda Ebu Lehep” dedi ve ilk inen ayetlerde doğrudan hedef gösterdi: “Kahrolsun Ebu Lehep iktidarı, kahrolsun!” (Lehep Suresi: 1).

Eski dünya dinlerinin din adamları gibi, Mekke’ye hükmeden bu tefeci bezirganlar, Kabe’ye getirilen hediye kurbanlık ve malları yönetiyorlardı. Aralarında pay ederek üleşiyorlardı. Allah’ın evi Kabe’ye eski dünya dinlerinin tapınaklarına çevirmişlerdi. Kendileri de din adamlığı rolü üstlenerek böylesi bir menfaat çarkı kurmuşlardı. Kur’an, bu hediye ve malların (en’am) iç edilmesine dayalı menfaat çarkını en sert şekliyle eleştirdi. En’am suresini okuyun, bunu anlatır.

Hz. Peygamber’in ilk elden politik hedefi, menfaat tapınağına dönüştürülen Allah’ın evini, işte bu tefeci bezirganların elinden kurtarmak ve asli haline döndürmekti. Onun içindir ki bu düzenden nemalananlarca şiddetli tepkiyle karşılaştı ve asla affedilmedi.

Bu açıdan bakarsak Hz. Peygamber’in çıkışı, kendinden altı asır önceki Hz. İsa’nın çıkışına ne kadarda benzer. Hz. İsa’nın tapınağı basarak “din adamlarına” meydan okuyuşu İncil’de şöyle anlatılır:

“Tapınağı bir genç geldi. Avluda sığır, koyun ve güvercin satanları, orada oturmuş para bozanları gördü. İpten bir kamçı yaparak hepsini koyunlar ve sığırlarla birlikte tapınaktan kovdu. Para bozanların paralarını döküp, masalarını devirdi. Bir yandan da şöyle bağırıyordu: “Tanrı’nın evini ticarethaneye çevirdiniz, ey engerek soyu! Bu tapınağı yıkın, onu yeniden yapacağım…” (Mat. 21:12-13, Mar.11:15-17, Luk. 19:45-46. Yuh.2-13-19).

Bu sözlerle sığırlar, koyunlar anlamına gelen En’am suresinde anlatılanlar ne kadar da birbirine benziyor. Hz. Muhammed de, Kabe’de, amcası Ebu Lehep’in yüzüne buna benzer sözlerle haykırmıştı.

Demek ki, başta Hz. Muhammed olmak üzere, peygamberlerin ilk elden hedefi, tapınak bezirganı bu din baronlarıdır. Çünkü bunlar Allah’ın evini ticarethaneye çevirmekte, para bozmakta, mal yığmakta ve din adına servet biriktirmektedirler.

Nitekim tarihe baktığımızda Budha’nın Hind din adamları sınıfı Brahmanlara, Zerdüşt’ün İran din adamları Moglara (Molla?), Musa’nın Mısır din adamları Hamanlara, İsa’nın Yahudi din adamları Hahamlara karşı çıktığını, dahası çoğunun onlar tarafından yargılanarak ölüme mahkum edildiğini görürüz.

Bu tesadüf müdür?

Nasıl oluyor da bir peygamberin en azılı düşmanı bir din adamı olabiliyor? Bu ne yaman bir çelişkidir. Demek ki kafamızdaki “din adamı” imajını ciddi bir şekilde gözden geçirmemiz lazım.

Kuran’ı eline yeni alan sıradan bir Yahudi veya Hıristiyan vatandaşı, Bakara suresinin 40. ayetinden başlayıp 152. ayetine kadar yoğun ve oldukça sert bir Kitab-ı Mukaddes (Yahudi-Hıristiyan) geleneği eleştirisi ile karşılaşır. Buradaki eleştirileri okuyup da sarsılmaması mümkün değildir.

Aslında bu eleştiriler sokaktaki sıradan Yahudi veya Hıristiyan’a değil tümüyle “din adamları” (Haham-Ruhban) sınıfına yönelik eleştirilerdir.

Allah’ın ayetlerini az bir paha karşılığı satmaktan Allah adına ayet uydurmaya, halkın parasını din namına karınlarına doldurmaktan kitabı kendi tekellerine almaya kadar ne kadar “din adamı” karakteristiği varsa hepsi en sert ifadelerle yerden yere vurulur; “zillet, alçaklık, maymun iştahlılık, haram yiyicilik, nimeti inkâr, zalimlik, nankörlük” vs. bunlardan sadece bir kaçıdır.

Bu nedenle Kuran’ın din adamlarına yönelik eleştirisi, sokaktaki adamın, o dönemde artık birer “Tanrı A.Ş” veya “mabet bezirgânlığına” dönüşmüş “tapınağa” yönelik öfkesini yansıtır.

Keza Hz. Peygamber’e daha ilk günden itibaren sürekli karşı çıkan, kendisi dururken daha 40 yaşına yeni basmış bir yetimin Allah’ın peygamberi seçilmesini içine sindiremeyen, bu nedenle de başta Bedir ve Uhut olmak üzere bütün savaşlarda karşısına çıkan, karşısına çıkanları kışkırtan, yerel düzeyde başarılı olamayınca dönemin küresel gücüne (Bizans) giderek kendi ülkesini işgale davet eden, bunun için de Medine’deki adamlarına karşılama için bir mescid yaptırtan (Mescid-i Dırar) kişinin de 70 yaşında bir din adamı (rahip) olan Ebu Amir olduğu unutulmamalıdır. O Ebu Amir ki ihtirası onu yakıp bitirmiştir. Sonunda ağırlandığı Bizans saraylarında ölüp gitmiştir. Demek ki ihtirasların en tehlikelisi ve zararlısı din adamlarında görülenidir. Bu diğerlerine hiç benzemez.

***

Görülüyor ki Hz. Peygamber’in şahsında karşımızda, “hayatın dışında ve fakat üzerinde etkili” bir din adamı profili değil; bütün renkliliği ile “bizzat hayatın içinde yaşayan” bir peygamber örnekliği vardır.

Din adamı mantığı, bir yıldız veya sanatçı mantığı gibidir. Hayatın dışına çıkmayı, insani yönlerini mümkün mertebe insanlara göstermemeyi esas alır. İnsanlara hep etkileyici görünmek ister. Aksi halde gözden düşecektir.

Mantık bu olunca örneğin bir din adamı güya giderek ruhanilik kazanacak, azizliğe yükselecek ve hatta tanrılaşacak, gündelik hayatta fazla görünmeyerek “karizması” sarsılmayacak, böylece insanların ruhlarına uzaktan nüfuz edecektir.

Bu nedenle bütün din adamları veya din adamı özentisi içindeki kişiler kasıntılıdır. Alabildiğine kasılarak hem kendilerini hem de karşısındakileri gererler. Sıradan birisi gibi görünmeyi kendilerine yediremez, kıyafetleriyle, kisveleriyle, tavır ve edalarıyla toplumdan ayrı olmak isterler. Ağızlarını yayarak, ruhani pozlara bürünerek konuşurlar. Yanlarında rahat edemezsiniz. Bakmanız haram, kalkmanız haram, gülmeniz günah vs. gibi hisse kapılırsınız. En tabiî halleriyle kendileri olmak yerine, toplumun onlara biçtiği rolü oynarlar. Bu rolü oynamazlarsa insanların kendilerini terk edeceği endişesine kapılırlar. Yalnızlığa dayanamazlar. Çünkü kendilerini her daim ayakta tutacak bir yalnız yürekten yoksundurlar. Bu yalnız yüreğin ancak ve sadece, hiçbir yere sığmayıp sadece oraya sığabilen Allah aşk ve sevgisi ile ayakta kalabileceğini, sadece O’nunla güçlüklere göğüs gerebileceklerini bilmezler. Çocuklar gibi sevilmek, alkışlanmak, pohpohlanmak isterler. Bunun içindir ki insanlar nazarında en şöhretli kişi, aslında insanlar tarafından en çok sevilme ihtiyacı içindeki kişidir.

İnsanlar muhayyilelerinde ideal prototipler yaratır ve onlarla deşarj olurlar. Kimimize din adamı, kimimize sanatçı, kimimize yıldız, kimimize kahraman rolü vererek. Biz de bu sahte rolleri oynamak için kasıldıkça kasılır ve ona mahkum oluruz.

Oysa Allah’ı neden göremiyoruz diyen birisine “O’nu görmediğim an yoktur” diyenden daha mü’min, selamlamak için önünde secde eden birisine, yakasından tutup kaldırarak “Dik dur ve öyle selam ver, bizim selamlamamız budur” diye uyarandan daha asil ve “Ben kuru hurma yiyen bir kadının oğluyum” diyenden daha özgür kim olabilir?

Böyle birisi neden “din adamı” kisvesine bürünmeye ihtiyaç duysun?

recepihsan@gmail.com

xbaburx 17.03.2007 00:22

REDDİYE...Lutfen dikkatle okuyunuz
 
Yeni Şafak yazarı Sami Hocaoğlu, Hürriyet yazarı Ahmet Hakan"a ağır bir darbe vurdu. Hakan"ın önceki gün yayınladığı yazısında haber10.com yazarı İhsan Eliaçık"a dayandırdığı görüşlerin, Eliaçık"ın yazısı bağlamından kopartılarak elde edildiğini öne sürdü. Ahmet Hakan"ın yazısında Eliaçık"ın görüşlerinin saptırıldığını söylemekle kalmadı, bu "saptırmayı" da "fazla eforik bir ruh halinin eseri" ve "istismar" olarak nitelendirdi.

Üç yazıyı da dikkatinize sunuyoruz...

İşte Sami Hocaoğlu"nun bugün yayınlanan yazısı...

Hz. Muhammed bugün yaşasaydı Batılılar gibigiyinmezdi
SAMİ HOCAOĞLU - YENİ ŞAFAK

Bir Hürriyet yazarının “Hz. Peygamber bugün yaşasaydı nasıl giyinirdi?” başlıklı yazısından bir okur sayesinde haberdar oldum. Yazar, sevgili İhsan Eliaçık"ın “haber10.com” adlı sitede yayınlanan yazısından şu alıntıyı yapıyor:

“Her şeyden önce Hz. Peygamber, hiçbir zaman kendine özel bir din adamı kıyafetiyle dolaşmamıştır. Onu içinde yaşadığı toplumdan ayıran özel bir kıyafeti asla olmamıştır. Bu konuda kendini toplumdan ayırmamıştır. Ömrü boyunca Ebu Cehil nasıl giyiniyorsa öyle giyinmiştir. Demek ki Peygamber bugün yaşasaydı, hangi toplumda yaşıyorsa o toplumun genel, yaygın ve makul kıyafeti neyse öyle dolaşacaktı. Onu kıyafet bakımından halkından ayıramayacaktık. Onun bu konudaki sünneti budur.”

Ve bu alıntıdan yola çıkarak şu sonuca varıyor: “Ne güzel değil mi? İslami kesimin yıllardır tartıştığı “kıyafet” meselesi, bir paragrafta nasıl da etkili, ikna edici ve çarpıcı bir biçimde çözülmüş...”

1. yanlış: Eliaçık"ın yazısının, “kıyafet meselesini” çözmekle alakası yok. Zaten bunun için de yazılmamış. Makalenin başlığı şu: “Hz. Peygamber "din adamı" mıydı?” Makale yazarının başlığa çıkardığı soruyla, Hürriyet yazarının başlığa çıkardığı soru farklı tellerden çalıyor. Ne çıkış noktaları, ne varış noktaları aynı. Takdir edersiniz ki bu yakışıksız bir şey. Bu başlık altında yazılan bir paragrafı metnin içinde geçmeyen “Hz. Muhammed bugün yaşasaydı nasıl giyerdi?” gibi bir sorunun peşine takarsanız, buna “istismar” derler. Alıntı ahlakıyla da bağdaşmaz.

2. yanlış: Hürriyet yazarının kastı ile makale yazarının kastı alakasız. Hürriyet yazarı, bugün giydiğimiz batılı kılık-kıyafet tarzını Eliaçık"ın ilgisiz makalesi üzerinden, hatta Peygamber üzerinden meşrulaştırıyor. Bu kıyafetlerin bizim aba ecdadımızın kıyafetleriyle alakası yok. Daha dün kendilerine karşı savaşıp yenildiğimiz Batılıların aba ecdadının kıyafeti bunlar. Ve bu kıyafetleri benimsememiz de öyle güle oynaya olmadı. Şunun şurasında koca dünyada “kılık-kıyafet devrimi” yapılan kaç ülke var. Bu ülke belki de bu alanda tek. Unutmayalım bu memlekette “bazı kisvelerin (kıyafetler) giyilmesine dair kanun” adlı bir yasa hâlâ yürürlükte. Ecevit"in bile eleştirdiği “gardrob devrimleri”nin sonucunu, Hz. Peygamber"in meslek anlamında bir “din adamı” olmadığını anlatmak için kaleme alınmış güzel bir makalenin sırtından meşrulaştırmak, fazla eforik bir ruh halinin eseri olsa gerek.

3. yanlış: Kıyafet meselesinde İslami kesimin işi karışıktır. Eliaçık"ın ele aldığı boyuttan eleştirilmeyi bin defa hak eder. Fakat Hürriyet yazarının ele aldığı boyuttan yerden göğe haklıdır, yerlidir, asildir, onurludur. Bu konuda asıl eleştiri, İmamlar için tıpkı Hıristiyanlığın ruhban sınıfında olduğu gibi “İbadetle sınırlı özel bir din kisvesi” ihdas ve ibda eden laik devlete yöneltilmelidir. “Gardrob devrimi” ile “namaza özel kıyafet” bidatının aynı zihniyetten sadır olmasını ıskalayıp, “İslami kesimin kıyafet meselesinden” dem vurmak iyi niyetle bağdaşır mı?

İhsan Eliaçık"ın kendi bağlamı içinde haklı ve doğru tesbitleri, Hürriyet yazarının elinde bir yanlışa alet edilmiş. Bir doğru bir yanlışa alet edilince yanlış doğrulanmış olmaz, belki doğruya kast edilmiş, hatta "suikast" edilmiş olur.

Eliaçık, Peygamberimizin ömründe özel bir “din adamı” kıyafeti giymediğini söylüyor. Doğru. Bu “din adamı” sınıfı olan diğer kitablı ve kitapsız dinlere ait bir olgu. Özellikle de “ruhban sınıfı” olan Pavlusyen Hıristiyanlığa.

Bu "doğru"dan, galiplerin kıyafetini sırtına geçirmeye prim çıkar mı? Aksine Pers başkenti Hire ile sıcak ilişkilere sahip olan Ebu Cehil gibi azılı bir keferenin bile düşmanını taklit etmeyecek kadar "soylu" olduğunu gösterir. Dahası Hz. Peygamber"in asli görevlerinden biri olan “İslami kimlik oluşturma” misyonu çerçevesinde, “gardrob devrimi” gibi bir yola hiç başvurmadığını gösterir.

Aynı Peygamber, Kur"an"ın “aşağılık maymunlar” diye takbih ettiği taklitçiliği, “kim bir kavme benzerse o ondandır” diyerek reddetmiştir. Dış görüntüde "Müslüman farkı" oluşturacak uygulamalara gitmiştir. Mekke"de saçını Müşriklerin aksine ikiye ayırırken, Medine"ye göçünce Yahudilerin aksine saçını yanlara salarak "fark"a dikkat çekmiştir. Müslümanlara bıyık ve sakal şeklinde Yahudilerden farklı bir stil telkin etmiştir. Müslüman çocuklarına alabros tıraşı, sırf diğerlerine benzememe adına yasaklamıştır.

Bütün bu uygulamalarda "sünnet" sakal, bıyık, saç vs.nin şu veya bu tarzda olması değil, “Müslüman kimliğinin muhafazası”dır.

Mağlupların galipleri taklidi gibi tarihi bir yanılgıyı, ilgisiz bir yazı ve hatta Peygamber üzerinden meşrulaştırmanın hiç de masum bir yanı yok.

Şu kesin: Hz. Peygamber yaşasaydı taklitçilikten nefret ederdi. O yaşasaydı, asla ve asla Batılılar gibi giyinmezdi. Aşağılık duygusunun eseri olan mağlubiyet psikolojisini reddederdi.

xbaburx 17.03.2007 00:23

Bu da İHSAN ELİAÇIK IN adı gecen yazısı
 
Hz. Peygamber "din adamı" mıydı?
İHSAN ELİAÇIK - HABER10

Vatikan kilisesinin balkonundan halkı selamlayarak “kutsayan” Katolik papalar…

Kilisede dev sakalı ve simsiyah cübbesi ile tütsüler içinde ayin yaptıran Ortodoks rahipleri…

Tapınakta nirvanaya duran Budist keşişleri…

Camide vaaz veren kırmızı fes üzerinde beyaz sarığı ile Sünni hocalar…

Kum şehrinde kum gibi kaynayan siyah, beyaz sarıkları ile Şii mollalar…

Dergahta post üzerinde muridlerine feyz dağıtan tarikat şeyhleri…

Cemevinde semah yaptıran upuzun beyaz sakalıyla Alevi dedeleri…

Velhasıl kendilerine özgü renkli kıyafetleriyle dünyanın değişik yerlerinde görmeye alışık olduğumuz o “din adamı” görüntüleri…

Acaba İslam’ın peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) böyle birisi miydi?

Hz. İbrahim, Musa, İsa bunlar gibi miydi?

Yazının başlığında geçen “din adamı” tabirinden, bir sınıf ve meslek olarak din adamlığını kastediyoruz. Çünkü insanların çoğu “Nasıl ki her mesleğin bir adamı var; din de bir meslek olduğuna göre onun da adamları olur” diye düşünüyor.

Acaba öyle mi?

Din bir meslek midir?

Meslek, kişinin geçimini sağlamaktan öte, üzerinden zengin olabildiği, mal mülk yığabildiği vasıta olduğuna göre, din de bu vasıtalarından birisi mi olmaktadır?

Peygamber denilince insanların aklına yazının girişinde tasvir edilen “din adamı” tipolojisi neden geliyor?

***

Dikkatle baktığımızda başta Hz. Peygamber olmak üzere o her gün adını duyduğumuz peygamberlerin hiç birisinin böyle olmadığını görürüz.

Her şeyden önce Hz. Peygamber, hiçbir zaman kendine özel bir “din adamı” kıyafetiyle dolaşmamıştır. Onu içinde yaşadığı toplumdan ayıran özel bir kıyafeti asla olmamıştır. Bu konuda kendini toplumdan ayırmamıştır. Ömrü boyunca Ebu Cehil nasıl giyiniyorsa öyle giyinmiştir.

Demek ki peygamber bugün yaşasaydı, hangi toplumda yaşıyorsa o toplumun genel, yaygın ve makul kıyafeti neyse öyle dolaşacaktı. Onu kıyafet bakımından halkından ayıramayacaktık. Onun bu konudaki sünneti budur.

İkinci olarak Hz. Peygamber, şimdiki din adamlarının çoğu gibi yaşlı değildi. Peygamberliğe başladığında henüz 40 yaşına yeni girmişti. Onda “din adamı” denilince aklımıza gelen yaşlı, piri fani, “yeşil sarıklı ulu hoca” görüntüsü yoktu. Saçları kulak memelerinin altına inecek kadar uzundu ve genellikle de ortadan ikiye ayırırdı. Bugünkü tabirle “yağız bir delikanlı” görüntüsü vardı.

Keza Hz. İbrahim de Babil İmpatorluğu’nun resmi devlet tanrısı putlarını kırdığında “İbrahim adında bir delikanlının putlarımıza dil uzattığını duymuştuk” sözünden de anlaşılacağı gibi hayli gençti. Hz. Yusuf da vezirin karısının “delikanlısı” idi. Hz. Musa da Firavun’un sarayında yetişmiş ve tam gençlik çağında Mısır’ı terk etmişti. Hz. Zekeriya ise yaşlılığın son haddine varmışken Allah’tan çocuk istediğinde, peygamberlik görevine başlayalı yıllar olmuştu. İlk gençlik yıllarından beridir halkını uyarıyordu. Yani peygamberlerin hemen tamamı işe genç denilecek yaşta başlamışlardır. Dolayısıyla peygamber denilence insanların aklına din adamı görüntüsündeki yaşlı piri fanilerin gelmesi yanlıştır.

Üçüncü olarak, şu ana kadar göründüğü kadarıyla din adamları nedense hep zengin olur. Oysa Hz. Peygamber vefat ettiğinde peygamber olmaktan kaynaklanan bir serveti yoktu. “Geride birkaç kap ve bir kitap”dan başka bir miras bırakmadı. İslam’ın ilk üç halifesi (Ebubekr, Ömer, Ali) de vefat ettiklerinde aynı durumdaydılar. Fakat onlardan sonra ne yazık ki bunu göremiyoruz.

Dördüncü olarak, din adamlığının mantığında dünya lezzetlerinden uzaklaşma vardır. Ruhbanlar böyle iddia etmelerine rağmen buna tam da uymazlar. Oysa Hz. Peygamber böyle bir şeye iyi görmediği gibi her normal bir insan gibi yedi, içti, kadınlarla evlendi. Dolu dolu diyebileceğimiz bir aşk ve evlilik hayatı yaşadı. Eşleriyle zaman zaman sorunlar yaşadı. Her normal insan gibi acı ve tatlı günleri oldu. Torunlarını omuzunda gezdirdi, her gördüğünde yukarı atıp tutarak sevdi ve sevindirdi. Eşi Aişe’ye Fatma’ya Fatoş dememiz gibi “Aiş” diyerek takıldı. Oysa bunlar din adamı mantığına göre “ruhaniliği” bozan şeylerdir. Öyle ya, dünya lezzetlerini alabildiğine tadan, “beyaz tenden” uzak duramayan birisi nasıl “veli” veya “aziz” olabilir (!).

Dördüncü olarak Hz. Peygamber tapınaktan gelen birisi değildi. Hiçbir ayin yönetmemiş, dini fetvalar vermemiş, kutsal kitapları okumamıştı. Yörenin tanınmış “dini otoritesi” filan değildi. Bir okulda okumamış, diploması, “akademik kariyeri” vs. yoktu. Dağda koyun güdüyordu. Amcaları ile ticaret kervanlarına katılıyordu. 25 yaşında “Hilfu’l-Fudul” (Erdemililer İttifakı) adlı bir teşkilata “adalet” üzerine yemin ederek girmişti. Teşkilatın kurucuları arasında yer almıştı. Bu teşkilat Mekke’de haksızlığa uğrayan, zulme maruz kalan garibanları, kimsesizleri, yoksulları, yolu kesilenleri (İbn’us-Sebil) koruma ve kollama amacıyla kurulmuştu.

Örneğin böylesi bir olayda, Mekke’ye kızı ile birlikte gelen bir köylünün yolu kesilmiş, satmak için getirdiği malına ve kızına şehre hükmeden yedi-sekiz tefeci bezirgandan birisi olan Ebu Cehil el koymuştu. Adam yana yana derdine çare arıyordu. Oradan birisi “Muhammed adında bir genç var, ona git, böyle işlerle ilgileniyor, sana yardımcı olur” dedi. Adam, o yıllarda henüz 25 yaşlarında olan genç Muhammed’e gelerek derdini anlattı. Muhammed, derhal yanına kendisi ile aynı yaşlarda olan 10-12 kişilik bir gurubu alarak tefeci bezirganın evine kuşattı. Kapıya vurarak adamın malını ve kızını geri vermesini istedi. Mekkeli kodaman, önce itiraz etti sonra da hiç olmazsa kızın bir gece kendinde kalmasını istedi. Muhammed, bu söze öyle sinirlendi ki alnındaki damar görüyordu. Etrafındakilere işaret ederek kapıya yüklendi. Omuzuyla kapıyı kırmak için yükleniyordu. Derken gürültüden iyice rahatsız olan kodaman aşağı inerek kapıyı açtı. Muhammed yakasını toplayarak öyle bir sarstı ki Ebu Cehil daha sonra “Azgın bir deve gibi üzerime geliyordu” diyecektir. Sonunda çaresiz adamın malını ve kızını teslim etti. Muhammed adamın malını kendisine vererek kızıyla birlikte, yanına birkaç kişi daha katarak gideceği yere kadar yolcu etti. (İbn Kudame, El-Muhabber)

Böylesi olaylar gösteriyor ki Hz. Peygamber, daha ilk gençlik yıllarından itibaren post üzerinde köşesine çekilmiş oturan “yeşil sarıklı ulu bir hoca” tipinde değildir. Genç, aktif, dinamik, canlı ve hayatın doğrudan içinde birisidir.

35 yaşından itibaren de içten gelen bir yalnızlığa bürünmüş, dağlarda, ıssız tepelerde gökleri seyretmeye, yaşadığı şehre tepeden bakarak “Ben kimim ve bu hal neyin nesi?” diye sormaya, sorgulamaya başlamıştı. Çektiği varoluş sancısı onu geleceğe hazırlamaktaydı. Allah bu sancıyı karşılıksız bırakmadı. Hira mağarasından şehre inip, tarihin önüne çıkarak kendini peygamber olarak tanıttığında yanında Allah’tan başka hiç kimse yoktu.

Yine peygamber olduktan sonra, 60 yaşındaki şu olaya bakınız:

Mekke’nin fethinden sonra Hz. Peygamber (s.a.v) Hevazin ve Sakif kabilelerinin üzerine yürüdü. Yeni katılanlarla birlikte 15 bin civarında hayli kalabalık bir orduyla fatih ve muzaffer bir edayla, 4 bin civarındaki düşman kuvvetleriyle karşılaştılar. Müslümanların içinden “Mekke’yi de fethettik, artık kimse bize karşı koyamaz, topu topu dört bin kişiler.” sesleri yükselmekteydi. Dağılan düşman ordusuna bakarak ganimet toplamaya dalan Müslümanlar, düşmanın toparlanıp şiddetli bir ok yağmuruna başlamasıyla gerisin geri kaçmaya başladı. Eline ganimetten bir parça geçiren geri dönüp kaçıyordu. Ordunun dağılmaya yüz tutması üzerine ovada bir ses yankılamaya başladı; “Ben nebiyim, yalan yok, Ben Abdulmuttalib’in torunuyum!” diye bağıran bu ses, atını mahmuzlayarak düşmanın üzerine atılıyordu. Atın hemen yanındaki bir kaç kişiden “Ey Allah’ın kulları! Ey Ashabu’l-Şecere, Ey Ashab-ı Suretu’l-Bakara! Kaçmayın, geri dönün!” sesleri yükseliyordu. Bunun üzerine kaçmakta olanlar gerisin geri dönerek kişneyerek şaha kalkan, elindeki çakıl taşlarını ata ata düşmanın üzerine yürüyen bu cesur sesin etrafında kenetlendi. Hepsi birden tekrar yekvücut oldular ve son bir hamleyle düşmanı bozguna uğrattılar. Doğruluk ve dürüstlük timsali (el-emin) olmakla beraber, cesareti ve yiğitliği ile de gerçek bir lider olduğunu gösteren ve orduyu dağılmaktan kurtaran bu atlı Hz. Peygamber (s.a.v)’den başkası değildi. (Razi, Kurtubi, İbni Kesir, Taberi).

Demek ki onun dikkat çeken özellikleri, kılık kıyafetinde, din otoritesi olmasında, tapınak rahipliğinde, gizemli, sırlı, büyülü, tütsülü tavır ve edalarında değil; dürüstlük abidesi (el-emin) karakterinde, benliğini kuşatan yetim yüreğinde, muazzam ahlakında (hulg azim), haksızlıklara tahammülü olmayan karakterinde, adalet özleminde, yalnızlığa bürünüşünde (müdddesir), ağır sorumluluklar hissedişinde (müzzemmil), ufuklara dalarak yaşadığı korku ve titreme (huşu) ile kalabalıklar içinde kendini gösteren atılgan ve cesur kişiliğinde aranmalıdır.

Şimdi, böylesi bir kişilik hiç bugünkü “din adamı” profiline benziyor mu?

***

Öte yandan dikkatle baktığımızda, Hz. Peygamber’in, dini özel bir meslek olmaktan çıkarıp, genele yayarak (umum/ummi) hava gibi herkesin soluduğu bir hayat kaynağına döndürmek amacında olduğunu görürüz. Bunun içindir ki Kur’an onu “ummi nebi” olarak tanıtmıştır.

Şöyle ki:

Eski dünya dinlerinin (Yahudilik, Hıristiyanlık, Mecusîlik, Manihaizm, Hinduizm, Budizm vs.) tekelinde olan tanrı ve din konularını sokaktaki adamın aklına ve vicdanına hitap eder tarza indirmiştir. Yani dini muhayyileyi daha rasyonel hale sokmuştur. Her tür Haman, Ruhban, Brahman, Şaman vs. sultasını tarihe gömmüştür.

Örneğin, eski çağlarda göğe merdivenle çıkıp Tanrı ile konuşma anlamına gelen ve sadece din adamlarına mahsus olan miracı (u’ruc/mi’rac) “Namaz mu’minin miracıdır” diyerek sokaktaki adamın “tek kişilik” eylemine indirmiştir. “Ruhbanlık yoktur, cihat vardır” diyerek din adamlığının köküne kibrit suyu dökmüştür.

Tanrı’nın ne din adamlarına ne de krallara yönetme yetkisi vermediğini, hiç birisinin Tanrı’nın oğlu olmadığını ilan etmiş ve krallarla Tanrı arasındaki dini-politik bağı kesip atmıştır. Oysa eski çağlardan beri Tanrı’nın oğlu olma iddiasında olmayan bir kral neredeyse yoktu. Japon imparatoru Tanrı’nın oğlu olduğu iddiasından daha 1946 yılında resmen vezgeçmiştir. Bu nedenle “Allah birdir. Bölünmez bir bütündür. Doğurmaz ve doğurulmaz” diye başlayan İhlas suresi, Lehep ve Kafirun sureleri gibi son derece siyasi-politik mesajlarla yüklüdür.

Yine eski dünya dinlerinde din adamlığı bir meslek olarak icra edilir ve en önemli servet yığma kaynakları arasında yer alırdı. Toplum “tapınak” etrafında örgütlenmişti ve tapınak görevlileri de din adamlarıydı. Vergiler tapınakta toplanır ve din adamlarınca yönetilirdi. Tapınağa getirilen mallara “Tanrı malı” diye etiket vurulur ve sahipliğini de Tanrı veya onun yeryüzündeki oğlu olduğuna inanılan kral adına din adamları idare ederdi.

Eski çağlardaki Sümer, Akkad, Babil, İbrani, Arami, Hitit, Asur, Pers, Mısır, Roma tapınakları bunların örnekleriyle doludur.

Din adamları en eski çağlardan beri Şaman, Kâm (Türk), Brahman (Hind), Mog, Mithra (İran), Haman (Mısır), Druid (Britanya), Rişama (Sabiî), Sangha (Tayland), Lama (Tibet), Afkallu (Nebati), Flamen (Roma), Haham (Yahudi), Rahip (Hristıyanlık) vb. isimlerle anılırlardı.

Bunlardan özellikle MÖ.400-MS.200 yılları arasında bugünkü Suriye’de yaşayan Nebatiler önemlidir. Çünkü onlarda Allat, Manotu, Hubalu, Uzza gibi birçok tanrı veya tanrıça ile Afkullu adında din adamları sınıfı ve Tanrı kültleri için Bayta denilen kutsal mekanları vardı. Tanrılar genellikle abstrakt denilen dikili taşlar ile sembolize edilirlerdi.

Bunlar Müslümanlar için pek yabancı gelmeyecektir.

Çünkü bunun benzeri bir düzen Mekke’deki Kabe çevresinde kurulmuştu. Nebati tapınak rahiplerinin (Afkallu) yerini Mekke’ye hükmeden 7-8 tefeci bezirgan almıştı. Bu tefeci bezirganların başını da Hz. Peygamber’in amcası Ebu Lehep çekiyordu. Bu düzene Kur’an “Yeda Ebu Lehep” dedi ve ilk inen ayetlerde doğrudan hedef gösterdi: “Kahrolsun Ebu Lehep iktidarı, kahrolsun!” (Lehep Suresi: 1).

Eski dünya dinlerinin din adamları gibi, Mekke’ye hükmeden bu tefeci bezirganlar, Kabe’ye getirilen hediye kurbanlık ve malları yönetiyorlardı. Aralarında pay ederek üleşiyorlardı. Allah’ın evi Kabe’ye eski dünya dinlerinin tapınaklarına çevirmişlerdi. Kendileri de din adamlığı rolü üstlenerek böylesi bir menfaat çarkı kurmuşlardı. Kur’an, bu hediye ve malların (en’am) iç edilmesine dayalı menfaat çarkını en sert şekliyle eleştirdi. En’am suresini okuyun, bunu anlatır.

Hz. Peygamber’in ilk elden politik hedefi, menfaat tapınağına dönüştürülen Allah’ın evini, işte bu tefeci bezirganların elinden kurtarmak ve asli haline döndürmekti. Onun içindir ki bu düzenden nemalananlarca şiddetli tepkiyle karşılaştı ve asla affedilmedi.

Bu açıdan bakarsak Hz. Peygamber’in çıkışı, kendinden altı asır önceki Hz. İsa’nın çıkışına ne kadarda benzer. Hz. İsa’nın tapınağı basarak “din adamlarına” meydan okuyuşu İncil’de şöyle anlatılır:

“Tapınağı bir genç geldi. Avluda sığır, koyun ve güvercin satanları, orada oturmuş para bozanları gördü. İpten bir kamçı yaparak hepsini koyunlar ve sığırlarla birlikte tapınaktan kovdu. Para bozanların paralarını döküp, masalarını devirdi. Bir yandan da şöyle bağırıyordu: “Tanrı’nın evini ticarethaneye çevirdiniz, ey engerek soyu! Bu tapınağı yıkın, onu yeniden yapacağım…” (Mat. 21:12-13, Mar.11:15-17, Luk. 19:45-46. Yuh.2-13-19).

Bu sözlerle sığırlar, koyunlar anlamına gelen En’am suresinde anlatılanlar ne kadar da birbirine benziyor. Hz. Muhammed de, Kabe’de, amcası Ebu Lehep’in yüzüne buna benzer sözlerle haykırmıştı.

Demek ki, başta Hz. Muhammed olmak üzere, peygamberlerin ilk elden hedefi, tapınak bezirganı bu din baronlarıdır. Çünkü bunlar Allah’ın evini ticarethaneye çevirmekte, para bozmakta, mal yığmakta ve din adına servet biriktirmektedirler.

Nitekim tarihe baktığımızda Budha’nın Hind din adamları sınıfı Brahmanlara, Zerdüşt’ün İran din adamları Moglara (Molla?), Musa’nın Mısır din adamları Hamanlara, İsa’nın Yahudi din adamları Hahamlara karşı çıktığını, dahası çoğunun onlar tarafından yargılanarak ölüme mahkum edildiğini görürüz.

Bu tesadüf müdür?

Nasıl oluyor da bir peygamberin en azılı düşmanı bir din adamı olabiliyor? Bu ne yaman bir çelişkidir. Demek ki kafamızdaki “din adamı” imajını ciddi bir şekilde gözden geçirmemiz lazım.

***

Kuran’ı eline yeni alan sıradan bir Yahudi veya Hıristiyan vatandaşı, Bakara suresinin 40. ayetinden başlayıp 152. ayetine kadar yoğun ve oldukça sert bir Kitab-ı Mukaddes (Yahudi-Hıristiyan) geleneği eleştirisi ile karşılaşır. Buradaki eleştirileri okuyup da sarsılmaması mümkün değildir.

Aslında bu eleştiriler sokaktaki sıradan Yahudi veya Hıristiyan’a değil tümüyle “din adamları” (Haham-Ruhban) sınıfına yönelik eleştirilerdir.

Allah’ın ayetlerini az bir paha karşılığı satmaktan Allah adına ayet uydurmaya, halkın parasını din namına karınlarına doldurmaktan kitabı kendi tekellerine almaya kadar ne kadar “din adamı” karakteristiği varsa hepsi en sert ifadelerle yerden yere vurulur; “zillet, alçaklık, maymun iştahlılık, haram yiyicilik, nimeti inkâr, zalimlik, nankörlük” vs. bunlardan sadece bir kaçıdır.

Bu nedenle Kuran’ın din adamlarına yönelik eleştirisi, sokaktaki adamın, o dönemde artık birer “Tanrı A.Ş” veya “mabet bezirgânlığına” dönüşmüş “tapınağa” yönelik öfkesini yansıtır.

Keza Hz. Peygamber’e daha ilk günden itibaren sürekli karşı çıkan, kendisi dururken daha 40 yaşına yeni basmış bir yetimin Allah’ın peygamberi seçilmesini içine sindiremeyen, bu nedenle de başta Bedir ve Uhut olmak üzere bütün savaşlarda karşısına çıkan, karşısına çıkanları kışkırtan, yerel düzeyde başarılı olamayınca dönemin küresel gücüne (Bizans) giderek kendi ülkesini işgale davet eden, bunun için de Medine’deki adamlarına karşılama için bir mescid yaptırtan (Mescid-i Dırar) kişinin de 70 yaşında bir din adamı (rahip) olan Ebu Amir olduğu unutulmamalıdır. O Ebu Amir ki ihtirası onu yakıp bitirmiştir. Sonunda ağırlandığı Bizans saraylarında ölüp gitmiştir. Demek ki ihtirasların en tehlikelisi ve zararlısı din adamlarında görülenidir. Bu diğerlerine hiç benzemez.

***

Görülüyor ki Hz. Peygamber’in şahsında karşımızda, “hayatın dışında ve fakat üzerinde etkili” bir din adamı profili değil; bütün renkliliği ile “bizzat hayatın içinde yaşayan” bir peygamber örnekliği vardır.

Din adamı mantığı, bir yıldız veya sanatçı mantığı gibidir. Hayatın dışına çıkmayı, insani yönlerini mümkün mertebe insanlara göstermemeyi esas alır. İnsanlara hep etkileyici görünmek ister. Aksi halde gözden düşecektir.

Mantık bu olunca örneğin bir din adamı güya giderek ruhanilik kazanacak, azizliğe yükselecek ve hatta tanrılaşacak, gündelik hayatta fazla görünmeyerek “karizması” sarsılmayacak, böylece insanların ruhlarına uzaktan nüfuz edecektir.

Bu nedenle bütün din adamları veya din adamı özentisi içindeki kişiler kasıntılıdır. Alabildiğine kasılarak hem kendilerini hem de karşısındakileri gererler. Sıradan birisi gibi görünmeyi kendilerine yediremez, kıyafetleriyle, kisveleriyle, tavır ve edalarıyla toplumdan ayrı olmak isterler. Ağızlarını yayarak, ruhani pozlara bürünerek konuşurlar. Yanlarında rahat edemezsiniz. Bakmanız haram, kalkmanız haram, gülmeniz günah vs. gibi hisse kapılırsınız. En tabiî halleriyle kendileri olmak yerine, toplumun onlara biçtiği rolü oynarlar. Bu rolü oynamazlarsa insanların kendilerini terk edeceği endişesine kapılırlar. Yalnızlığa dayanamazlar. Çünkü kendilerini her daim ayakta tutacak bir yalnız yürekten yoksundurlar. Bu yalnız yüreğin ancak ve sadece, hiçbir yere sığmayıp sadece oraya sığabilen Allah aşk ve sevgisi ile ayakta kalabileceğini, sadece O’nunla güçlüklere göğüs gerebileceklerini bilmezler. Çocuklar gibi sevilmek, alkışlanmak, pohpohlanmak isterler. Bunun içindir ki insanlar nazarında en şöhretli kişi, aslında insanlar tarafından en çok sevilme ihtiyacı içindeki kişidir.

İnsanlar muhayyilelerinde ideal prototipler yaratır ve onlarla deşarj olurlar. Kimimize din adamı, kimimize sanatçı, kimimize yıldız, kimimize kahraman rolü vererek. Biz de bu sahte rolleri oynamak için kasıldıkça kasılır ve ona mahkum oluruz.

Oysa Allah’ı neden göremiyoruz diyen birisine “O’nu görmediğim an yoktur” diyenden daha mü’min, selamlamak için önünde secde eden birisine, yakasından tutup kaldırarak “Dik dur ve öyle selam ver, bizim selamlamamız budur” diye uyarandan daha asil ve “Ben kuru hurma yiyen bir kadının oğluyum” diyenden daha özgür kim olabilir?

Böyle birisi neden “din adamı” kisvesine bürünmeye ihtiyaç duysun?

1insanol 17.03.2007 00:41

Din adamligi
 
Islam disi sistemlerden türetildi

Sevgili alpi

ASLINDA Konu PEYGAMBERIMIZ BUGÜN ARAMIZA GELSE, NASIL GIYINIRDIDEN COK,HANGI MAKAMA OTURTULMALIYI SORMAK GEREKIR.Giyim kusamdan önce Islam Imani giyimi ele almis, "BEN GÜZEL AHLAKI TATMAMLAMAK ICIN GÖNDERILDIM"(1)Buyuran Peygamber(sav)Tevhit inanci üzerine güzel ahlaki bina etmis, dolayisiyle bu güzel ahlaktan Medeni bir giyim kusam dogmustur.
Bu taslari sallamaya calismak bana hedef saptirma gibi geliyor., $irk batakliginda yasayan bir toplumu giyimle oyalayacaklarina, Peygamber(sav) aramiza gelse Meclisimize cikip otururmuydu? Oturursa mevcut sistemle hükm edermiydi? yoksa Meclisi nedveye girmedigi gibi, bizim meclisimizede girmezmiydiyi,mevcut sistemin önde gelenlerine sorup tartismamiz gerekmezmi?(Bana Öyle Geliyorki Kuran`i Anayasasindan soyutlayan bir sitem, Peygamberi meclise bile sokmazdi)
seninde buyurdugun gibi Islam Peygamberi(sav) Ruhban sinifi olusturmadi,bilhassa o sinifi yikti. O hem Devlet reiziydi hem bas komutan.Onu ve Kur`an`i Devlet ve müesselerinden alasagi edenler, saray mollalarina ihtiyac duyduklarindan mevcut din adami kuralini getirdiler.

Imami Azamlar, Imami ceferler,vs imamlarimizda böyle bir sifata bürünmemisler,gecimlerini bilhassa calisarak temin etmislerdi.

17.03.2007 12:09

Peygamber aramiza dönse..
 
Giyimi Topluma uyacaktir.

Ama Meclisimize ciksa da Onun kanunlari ile hükmetmiyecektir.

Hüküm Allah in Kanunlari ile verilecek Ve Meclis tedbirler üzerinde tartisacaktir.

Meclisi Aradan yok etmeye Calismayalim,en azindan Öyle istedigimiz sanilmasin..

Cünkü Islam yeryüzüne Inmis en Insancil en demokratik DINDIR !.

Evet Verilecek Hüküm KURAN ile verilir.
Fakat Bu Hükmü uygulamak basarmak icin alinacak tedbir. SURA - Meclis ile alinir.

17.03.2007 12:14

Konuyu Sami Hocaoglu"nun pencerisnden
 
ve " Hain HAKAN " bakis acisindan degerlendirirsek;

Sami Hocaoglu Haklidir.

Ama Ben Ahmet Hakan in bir hain veya Satilmis bir kalem olduguna inanmiyorum.

Ön yargilardan Kurtulup yazarin ne deek istedigine Bakarsaniz daha iyi anliyabilirsiniz.

" Tabu yikmak " dan söz ediliyor.

O halde Öncelikle Günümüz Islam kavraminda " Tabu " varmidir ?..
Bunda bir anlasmaya calisalim.

17.03.2007 12:24

ATATÜRK ?..
 
Hepimizin Sahit olup yasadigi gibi Ülkemizde Bir " Atatürk gercegi " ve bu Gercegin yaninda Bir " ATATÜRK TABUSU " vardir.

Ben Bu konuyu burda Tartismak Istiyorum.
Ama Kizmadan Hakaret etmeden Neden Böyledir,bu durumdan kimler cikar saglamaktadir, kimler zarar görmektedir ?..

En son " Yasak " tuz biber ekti artik Bu zavalliliga.

Neydi en son yasak ?..

" You Tube " e erisim yasagi !..
Neden ?..
Atatürk e Hakaret edilmis !..

Ülkemizde Ve dünya da Atatürk den Cok daha önemli Degerlere Hakaret edilmektedir.

Mesela Dinimize
Mesela Allahimiza
Mesela Peygamberimize

Biz Halk Olarak Tepkimizi Gayet tabi Gösteriyoruz.Karinca kararinca Boykotlar filan uygulamaya calisiyoruz,en azindan Tepkimiz duyuluyor.

Ama Ya Birisi " Atatürk e Höt Dese " Interneti bile kilitliyecek kadar kendilerinden gecenler ?..

Onlarin Bir tepkisini Duydunuz mu ?..

Atatürk Türk Milletinin Lideridir.
Bir Dahidir " IZM " i vardir.
Fakat Elestiriye aciktir.
Cünkü Getirdigi " IZM " bir Kisim Insani Ihaya ettigi gibi Koskaoca bir Islam dünyasini Bassiz birakmistir.

Bu yüzden Bu insanlarin Sikayetleri olacaktir.

O halde;

Rahman ve Rahim olan Allah in adi ile diyelim ve konumuza basliyalim..

ama Lütfen kirip dökmeden.

xbaburx 17.03.2007 12:29

peygamberin koydugu tabuyu mu yıkacak!
 
hayin ahmet acısından bakmadım.reddiyesini yazan bir yazarın reddiyesini yayınladım.ayrıca peygamber bugun burda olsa gibi yaklasımları sacma ve cok riskli bulan birisiyim.cunku peygamber Allahın emrettiginin dısında bir sey ne soyler ne yapar.clinton bir ara arabistanda peygamber bu zamanda olsa kadınlarla araba surerdi benzeri bir laf etmişti.birisi cok guzel bir cevap vermişti.peygamber,Allah ne derse onu yapar.Siz eger su zamanda olsa sunu yapardı derseniz.1 peygamberligin ne demek oldugunu bilmiyorsunuz.2.Sirke bulanma ile karsı karsıyasınız cunku kendi ideolojik gorusunuze peygamberi mesnet kılmaya kalkarken Allaha bir seyleri yaptırmayı Allahın iradesine serh koymayı gozden kaçırıyorsunuz.

peygamber bu devirde olamaz.gelemez.bu dusunulemez.cunku peygamber zaten risaleti ve sunnetiyle zaten her devirde yasamaktadır.ayrıca peygamber kurandan bagımısız dusunulemeyecegi için kuranın indigi devre de sıkı sıkıya bagımlıdır.vb vb.uzatmanın geregi yok.ahmet hakan eforilk kişiliğinin dıs baskıyla artan ruzgarlarından birisine kapılıp bir yıgın sacmalık uretmiş.o kadar.

xbaburx 17.03.2007 12:31

o.T.
 
peygamber bu devre gelseydi bu kıyafetleri giyerdi.sen nerden biliosun?peygamberi sen mi gonderiosun?

17.03.2007 12:38

Peygamber in Koydugu tabu nedir ?..
 
Peygamber:

Benim adima Konusmayin,Hadis yazmayin, Yazdiginiz hadisleri imha edin dedigi halde ve Kütübü Sitte de bizzat Buhari ve digerlerinin kaleminden Yer aldigi halde; 750.000 hadis yazilmis ve dogrusu egrisine karismistir.

Peygamber KURAN birakmistir.
Öteki dokunulmaz Kitaplar nelerdir ?.. Sayarmisin ?..
Bunlar Tabu mudur ?..
Yazarlarinin ve kendilerinin Dokunulmazligi ile bu kitaplar tabudur !..

Peki bu tabulari Peygamber mi Koymustur?..

Hayir !..
O halde koyan kimdir ?..
Hangi hak ve sifatla Koymustur..

Bu hak ve sifati Söyledigin zaman Ahmet hakan in " DIN ADAMLARI "ortaya cikar.

17.03.2007 12:42

Sacmalamaya Baslama hemen
 
Peygamber in hayati ortadadir.
Toplumu ne giydiyse Onu giydigini ve örf lere uydugu aciktir.

Kendine Bir ayricalik arasaydi ebu cehil in Giydigini giymezdi..
O halde bu Gün aramizda olsa senin giydigini giymekte Sakinca görmeyecektir.

Yani Anliyacagin Kiyafet de bir Dini zemezeme olsaydi Peygamber bir kafir ile ayni kiyafeti giymezdi..

annadin ?..
:o)

xbaburx 17.03.2007 12:47

o.T.
 
Peygamberin sunneti:)bu noktada tartısmaya girmeyecegim.kısır olddugu son 4 senedir kanıtlanmıs bulunuyor.Reddiyede yazılanlar gayet acıktır ve kabul edilebilirdir.uzerine bir sey koymak gereksizdir.sunnet meselesini de mesele eden ben değilim.eforik kişilikli cagın mutatik etiklerine maruz kalmıs bilimum din adamı kılıklılar uydurmaktadır sunnet in o devre mahsus oldugunu.ve kuranın devrin şartlarına gore yorumlanması gerektigini.dort senedir tartısıoz sunnet hadis meselesini.kusura kalma aynı seyleri soylemekten coktan vazgectim.

ve lutfen yukarı da neden epygamber bu devre gelemez gelse de o geldiginde ne yapacagını goruruz anlamında soyledigim seylere bir sey soyle.peygamber sunneti ayan beyan ortadadır.kafire benzemeyin!

xbaburx 17.03.2007 12:48

lütfen yukardaki reddiyeyi tekrar okuyun
 
anlayın ondan sonra bir seyler yazın!ok?
o)

17.03.2007 13:12

Gel Beraber okuyalim :o)
 
1. yanlış: Eliaçık"ın yazısının, “kıyafet meselesini” çözmekle alakası yok. Zaten bunun için de yazılmamış. Makalenin başlığı şu: “Hz. Peygamber "din adamı" mıydı?” Makale yazarının başlığa çıkardığı soruyla, Hürriyet yazarının başlığa çıkardığı soru farklı tellerden çalıyor. Ne çıkış noktaları, ne varış noktaları aynı. Takdir edersiniz ki bu yakışıksız bir şey. Bu başlık altında yazılan bir paragrafı metnin içinde geçmeyen “Hz. Muhammed bugün yaşasaydı nasıl giyerdi?” gibi bir sorunun peşine takarsanız, buna “istismar” derler. Alıntı ahlakıyla da bağdaşmaz.

2. yanlış: Hürriyet yazarının kastı ile makale yazarının kastı alakasız. Hürriyet yazarı, bugün giydiğimiz batılı kılık-kıyafet tarzını Eliaçık"ın ilgisiz makalesi üzerinden, hatta Peygamber üzerinden meşrulaştırıyor. Bu kıyafetlerin bizim aba ecdadımızın kıyafetleriyle alakası yok. Daha dün kendilerine karşı savaşıp yenildiğimiz Batılıların aba ecdadının kıyafeti bunlar. Ve bu kıyafetleri benimsememiz de öyle güle oynaya olmadı. Şunun şurasında koca dünyada “kılık-kıyafet devrimi” yapılan kaç ülke var. Bu ülke belki de bu alanda tek. Unutmayalım bu memlekette “bazı kisvelerin (kıyafetler) giyilmesine dair kanun” adlı bir yasa hâlâ yürürlükte. Ecevit"in bile eleştirdiği “gardrob devrimleri”nin sonucunu, Hz. Peygamber"in meslek anlamında bir “din adamı” olmadığını anlatmak için kaleme alınmış güzel bir makalenin sırtından meşrulaştırmak, fazla eforik bir ruh halinin eseri olsa gerek.

3. yanlış: Kıyafet meselesinde İslami kesimin işi karışıktır. Eliaçık"ın ele aldığı boyuttan eleştirilmeyi bin defa hak eder. Fakat Hürriyet yazarının ele aldığı boyuttan yerden göğe haklıdır, yerlidir, asildir, onurludur. Bu konuda asıl eleştiri, İmamlar için tıpkı Hıristiyanlığın ruhban sınıfında olduğu gibi “İbadetle sınırlı özel bir din kisvesi” ihdas ve ibda eden laik devlete yöneltilmelidir. “Gardrob devrimi” ile “namaza özel kıyafet” bidatının aynı zihniyetten sadır olmasını ıskalayıp, “İslami kesimin kıyafet meselesinden” dem vurmak iyi niyetle bağdaşır mı?

İhsan Eliaçık"ın kendi bağlamı içinde haklı ve doğru tesbitleri, Hürriyet yazarının elinde bir yanlışa alet edilmiş. Bir doğru bir yanlışa alet edilince yanlış doğrulanmış olmaz, belki doğruya kast edilmiş, hatta "suikast" edilmiş olur.

Eliaçık, Peygamberimizin ömründe özel bir “din adamı” kıyafeti giymediğini söylüyor. Doğru. Bu “din adamı” sınıfı olan diğer kitablı ve kitapsız dinlere ait bir olgu. Özellikle de “ruhban sınıfı” olan Pavlusyen Hıristiyanlığa.

Bu "doğru"dan, galiplerin kıyafetini sırtına geçirmeye prim çıkar mı? Aksine Pers başkenti Hire ile sıcak ilişkilere sahip olan Ebu Cehil gibi azılı bir keferenin bile düşmanını taklit etmeyecek kadar "soylu" olduğunu gösterir. Dahası Hz. Peygamber"in asli görevlerinden biri olan “İslami kimlik oluşturma” misyonu çerçevesinde, “gardrob devrimi” gibi bir yola hiç başvurmadığını gösterir.


Birinci yanlista diyor ki Sami bey:

“Hz. Muhammed bugün yaşasaydı nasıl giyerdi?” gibi bir sorunun peşine takarsanız, buna “istismar” derler. Alıntı ahlakıyla da bağdaşmaz.

Pekiii Peygamber in o gün giydigini hatta ebu cehil ile ayni seyi giydigini Bu Gün tabulastirip Din haline getirir ve bunun disinda keyfine göre giyinenlere " Kem " bakarsaniz buna " ISTISMAR " demezler mi ?..


Ikinci yanlis da deniyorki:

Hürriyet yazarının kastı ile makale yazarının kastı alakasız. Hürriyet yazarı, bugün giydiğimiz batılı kılık-kıyafet tarzını Eliaçık"ın ilgisiz makalesi üzerinden, hatta Peygamber üzerinden meşrulaştırıyor. Bu kıyafetlerin bizim aba ecdadımızın kıyafetleriyle alakası yok. Daha dün kendilerine karşı savaşıp yenildiğimiz Batılıların aba ecdadının kıyafeti bunlar.


Pekiii Bizim atalarimiz Türklerin Arab fistani ile ne ilgisi var ?..

Kaldi ki Biz Arablari da yendik 600 yil Idaremiz altinda yasadilar..Onlarin kilik kiyafetini ve onlari yendigimiz halde Peygamber üzerinden Mesrulastirmak Din emri olarak dayatmak ,eforik bir ruh halimidir ?..

Ücüncü yanlis ise daha bi acikli:

Bu konuda asıl eleştiri, İmamlar için tıpkı Hıristiyanlığın ruhban sınıfında olduğu gibi “İbadetle sınırlı özel bir din kisvesi” ihdas ve ibda eden laik devlete yöneltilmelidir. “Gardrob devrimi” ile “namaza özel kıyafet” bidatının aynı zihniyetten sadır olmasını ıskalayıp, “İslami kesimin kıyafet meselesinden” dem vurmak iyi niyetle bağdaşır mı?
Diyor Sami Hocaoglu :o)

Yazida atif sadece hristiyan ruhbanlarina degil
Yahudi hahamlarina Budha lamalarina Dahasi dünya daki bütün Din kiyafetleri ile Allah in Gölgesi olmaya soyunan saklabanlara yapilmistir.
Ve denmistir ki:

Bu adanlarin hepsi zengindir ve Moruktur. Bir Duvara yaslanip Din koymakta Ve Allah -peygamber Üzerinden Kitleleri Saptirmaktadirlar.

Ve Eklenmistir ki:
Peygamberler Bu adamlar gibi degildi Gencti,ahlakliydi sosyaldi,Hayati dolu dolu yasadi Kadinlarla evlendi,cocuklari sevdi..
Yani Bu Moruklar icin haram olanlar Peygamberlere Helaldi :o)

Ve yine eklenmistir ki:

Peygamber e düsman olanlar " DIN ADAMI " idi :o)

Bu Gün de öyle degil midir ?..
Peygamberi 6 yasinda kizla nikahlayip 9 yasinda Gerdek yaptiranlar " DIN ADAMI " degilde profesör müdür ?..

Simdi Samicigimin Bütün Bunlari Iskalayip Ilahhi de Vallahi de Takunya, fes, taylasan,Islamdir diye geyirmesi " Iyi neyetle " Bagdasir mi ?..

Zorlarsan Bagdasir :o)

xbaburx 17.03.2007 13:26

Sen okudugunu anlamıyorsun:)
 
bir yazı bulup kendi soylemek istediklerin adına anlatmak istedigin yerleri okuyorsun:)yazının kokune kibrit suyu dokup yakıyorsun:)

hem yukarıda soylediklerin bir suru farklı alanda tartısma cıkaracak bir saldırganlıga sahip.

ben kafatascı bir tuk milliyetcisi değilim.turkler arapları değil peygamber sunnetini hatta dunyadaki diger muslumanlardan cok daha fazla içsellestirmişlerdir.ve sunnete uyarken de kendi yerel giysilerini kokten atmamışlarıdr.bu konuda uzun uzadıya yazacak değilim.arap yerel kıyafetleriyle turk yerel kıyafetlerini al mukayese et.ortunmek ve sunnet cercevesinde ortaya cıkmış aynilikleri araplara benzemek olarak algılayacak kadar bakarkorsen tek laf edemem.ayrıcana da iile de birine benzemem icab ediyorsa musluman araba benzerim.ok:)gocunmam!ama sunu da soyliyim insanlar sadece gocunmak için deişmezler.gocundukalrı için deişenleri ve toplumu deiştirmeye kalkanları reddiye cok ii vurguluyor.oraları da anlamaya calıs istersen.

ayrıca ihsan eliacık ın yazısında peygamberin ebu cehile benzememek için yaptıkları ayrıca medine eye gocunce yahudilere benzememek için yaptıkları da anlatılmıstır orayı da atlamıssın.lutfen daha dikkatli oku.içinde bulundugu topluma sekil veren bir peygamber var.toplumun içinde olarak bizzat kendisiyle.cunku peygamberdir.peygamber kendisi yapmıstır millet ona uymustur.tepelerine zebellah gibi dikilip kıyafet devrimi yapmamıstır.ok:)

yani alpi..ahmet hakan ne yapmıssa sen de aynını yapmıssın:)daha fazla uzatmanın geregi yok:)vakit kaybı.

17.03.2007 13:33

peki Öyle Olsun :O) o.T.
 
ohne Text

17.03.2007 13:39

Sizin ile ayni oksijeni soludugumuz gibi
 
ayni yaziyi da okuyoruz :o)
Ama bunlar iceride size ne yapiyorsa;
Ortaya böyle Azotlu bir sonuc cikiyor :o)

1insanol 17.03.2007 14:14

Ümmet olar biraz kavram kargasasi,
 
Birazda komplekslerimiz var

Islam basli basina bir hayat sistemidir.Hayatin tüm detaylari hakkinda müheyideler göndermis, görüsler bildirmis, bildirmekle kalmamis,Ilahi buyruklarin uygulabilirligini Peygamber(sav)araciligiyla hayata gecirtmistir.Yani Kur`an-i ilk yasayan tefsir eden peygamberdir..Hemde Allah(cc) gözetimi altinda....O azcik ayagini yanlis bassa Rabbi onu hemen uyarmis, O uyarislarinida Kur`an-i mubine yerlestirmis....Düsünebilen Insanlar icin buna öyle güzel ögretiler varki hayran kalmamak elde degil!Bundan Dolayi Peygambersiz Islam yasanmaz.O hep aramizdadir.
Islam HZ Ademle baslamis olmasi hasebiyle, Islamla celismeyen kültürlere dökünmamistir.binaenaley Kimse bize diyemez ki, HZ Peygamberin giyisisi Kafirlerden kalma bir gelenektir..."BEN GÜZEL AHLAKI TAMAMLAMAK ICIN GÖNDERILDIM"(1) Peygamber buyrugu ilahi ahlakin yer yüzünde tamamen yok olmadiginin bir isbatidir.Islam tefekkürüne sahip olanlar cok iyi anlarlar ki; sayet Islam gecmisteki bir adete dökünmaydiysa onu uyguladiysa, O gecmisten kalma ilahi ahlaktandir.kaldiki giyim kusami sadece geleneklere biraksaydi Kadinlar hakkinda tesettür ayetleri gelmezdi.

Bizler kavram kargasasi yasiyoruz
Batili anlamda düsünür, batili anlamda yer icer,batilillar gibi Zamani üc boyutta nesnelestirdigimiz icin, Islam`in Insan eksenli cikisini hazm edemiyoruz...

Peygambersiz Islam Düsüncesi oryantalistlerin Islam`a sokmaya calistiklari bir nifaktir.
Peygamberimizin Ayetlerle celismeyen Tüm hadis davranis ve hareketleri ayetler kadar önemli oldugunu bilmeliyiz..tabiri caizse Kuran Anayasaysa, hadisler anayasaya uygun kanunlardir.Onlari referans alamayanlarin yasam standartlarini incelersek görecegiz ki; ya eski yunani,yada Islamla taban tabana zit felsefi akinin komleksine dücar olmuslar.

Alinti bir yaziyla devam edecegiz

1insanol 17.03.2007 14:15

o.T.
 
"İslami Devlet Sİstem

Allah’u Teala bütün insanları hür yaratmış, hiç bir kulun diğerine hakimiyetini caiz görmemiştir. İnsan, fıtrat ve doğası gereği özgür ve bağımsız olduğundan canı ve malı üzerinde hakimiyet ve tasarruf hakkı vardır. Toplumda hiç kimse başkasına bir şeyi tahmil edemez, kimsenin malı ve canı üzerinde hiçbir hakka sahip değildir.

Toplumda insanların yetenekleri, ilmi ve akli yönden farklıdır. Bazılarının üstün yeteneklere sahip olması, ilminin çok olması, güç sahibi olması, zengin ve servet sahibi olması onlara diğerlerine hakim olma hakkını vermez.

Hz. Ali (a.s.) oğlu İmam Hasan’a (a.s.) yazmış olduğu mektupta şöyle buyuruyor: “Oğlum, başkasının kulu olma, Allah seni hür yarattı.”[1]

Diğer bir rivayette şöyle buyuruyor: “Hz. Adem, dünyaya köle ve cariye doğurtmamıştır. Bütün insanlar özgür yaratılmıştır.”[2]

Allah´ın Varlık Aleminde Mutlak Hakimiyeti

Şüphesiz bütün varlıkları ve insanları yaratan Allah’u Teala onların ilerlemesi, hidayeti, terbiyesi için de bir eğitim ve öğretim programı öngörmüştür. Yaratmış olduğu bütün varlıklar üzerinde mutlak tasarruf hakkına sahib olan Yaradan, insanların geçmişini, geleceğini, yaşantısının her alanını en iyi bilir, onun zarar ve faydasına olan şeylerden haberdardır. İnsanlar bilim ve teknoloji alanında ne kadar ilerlerse ilerlesinler varlık aleminin yaratılış hikmetini, dış dünyasının hakikatini, dünya ve ahiret maslahatını idrak etmekten acizdir.

İnsan, yaradanın karşısında boyun eğmeli ve kendisi için öngördüğü hüküm ve kanunlara uymalıdır. Kur’an- ı Kerim, Allah’ın mutlak hakimiyetini ve tek Velayet sahibi olduğunu şöyle beyan ediyor:

“Hakimiyet kayıtsız şartsız Allah´ındır, onların (insanların) Velayet sahibi hakk olarak onundur.”[3]

“(Müşrikler) Allah´tan başkasını mı kendilerine Veli seçtiler, Velayet sahibi yalnız Allah´tır.....”[4]

“.... Ondan (Allahtan) başka onlar için bir Veli yoktur ve hükmüne hiçkimseyi ortak etmez.”[5]

“İste bu makamda Velayet hakk olan Allah’ındır....”[6]

“... artık hüküm sahibi yüce ve büyük Allah’ındır.”[7]

Yukarida zikr ettiğimiz ayeti celileler hem tekvin makamında hem de teşri makamında Allah´ın şerikinin olmadığını, hiç bir kulun diğerine asalaten hüküm sürme, yasa koyma, canında, malında tasarruf hakkı olmadığını belirtiyor. Hatta Peygamberler ve onların varisleri de bu hükümden mustesna değillerdir. Hem velayetin hem de hakimiyetin yalnız Allah´a ait olduğu anlaşılmaktadır.

Peygamberlerin Velayet ve Hakimiyeti

Peygamberler, insanları hidayete ulaştırmak, kula kul olmaktan çıkarıp Hakka kul olmaya davet etmek, zülmetlerden nura çıkarmak, toplumda adaleti hakim kılmak için Allah tarafından ilim ve mucize silahlarıyla donatılarak insanlar arasından seçtiği kullardır.

Peygamberler ilahi mesajı insanlara ulaştırmak için görevlendirilmiş elçilerdir.

İlahi hükümler yalnız ibadi ve bireysel vazifeler değil, insan yaşantısının her alanını kapsayan, dünyevi ve uhrevi hayatında insanı saadete ulaşmada ihtiyaç olduğu her konuyu içerir.

Peygamberler de diğer insanlar gibi yalnız Allah’ın velayet ve hakimiyeti altında olmaları gerektiği için asaleten (hükmü evveli) diğer insanlara velayet ve hakim olma hakları yoktur. Ama insanların peygamberlere itaati ve onların velayetlerini kabullenmelerinin gerekliliği kendileri istediği için değil Allah’ın emri olduğu içindir.

a)-Peygambere mutlak olarak itaat edilmesi gerektiğini belirten ayetleR

“ Biz, her peygamberi ancak Allahın izniyle ona itaat edilsin diye gönderdik.”[8]

Ayette Peygamberlere itaat etmenin Allah’ın emriyle olduğu açıkca beyan ediliyor. Hem peygamberlere hatırlatıyor ki, kullarımın size itaati yalnızca benim emrimledir ve insanlara da bildiriyor ki, peygamberlerime itaat etmenizi ben emr ediyorum.

“ Sizin veliniz ancak Allah’dır ve Peygamberidir ve inananlar, namaz kılanlar ve ruku halindeyken zekat verenlerdir.”[9]

“ Ey inananlar, Allaha itaat edin, Peygambere ve içinizden emir sahiplerine itaat edin.”[10]

“ Peygamber, insanlar üzerinde, kendilerinden ziyade tasarruf ve velayet sahibidir.”[11]

“...kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse onu kıyılarından ırmaklar akan cennetlere sokar.”[12]

“Ve kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse onlar Allah’ın nimetleriyle nimetlendirdiği peygamberlerle, şehidlerle ve salih kullarla beraber olurlar, onlara katılırlar ve onlarla ne de güzel arkadaştır.”[13]

b)-Peygambere itaat etmeyenleri kınayan ve azapla korkutan ayetler:

“ De ki ; Allah’a ve Resulüne itaat edin. Fakat yüz çevirirlerse Allah kafirleri sevmez..”[14]

“ Ve kim Allah’a ve Resulüne isyan eder ve sınırlarını aşarsa onu daimi kalmak üzere ateşe atar ve onadır horlayıcı, aşağılık bir hale getirici azap.”[15]

“ O gün, bir gündür ki kafirlerle peygambere isyan edenler yerle yeksan olmalarını ve Allah’tan hiçbir sözü gizlememiş bulunmalarını dileyecekler.”[16]

“.... ve kim Allah’a ve Resulüne karşı gelirse bilsin ki Allah’ın cezası şüphe yok ki pek çetindir.”[17]

“ Bilmezler mi ki şüphesiz Allah’tan ve Resulünden kaçıp onlara yanaşmayanındır cehennem ateşi ve o, cehennemde ebedi kalır. Buysa pek büyük bir aşağılanmadır.”[18]

“ Allah’ın ve Resulünün emrine aykırı hareket edenler aşağılık bir hale gelir, rusvay olurlar. Nitekim onlardan öncekiler de aşağılık bir hale geldiler ve rusvay oldular, halbuki gerçekten de apaçık deliller indirmiştik ve kafirlere aşağılatıcı bir azap var.”[19]

c)- Peygambere bir önder ve hükümet başkanı olarak itaat edilmesini beyan eden ayetler:

“Fakat öyle değil; and olsun rabbine ki onlar iman etmiş olmazlar aralarında çıkan ihtilaflarda seni hakem etmedikçe ve sonra da yüreklerinde hiçbir sıkıntı, üzüntü duymadan verdiğin hükmü kabul etmedikçe ve tamamiyle sana teslim olmadıkça.”[20]

Ayet, müminlerin bireysel ve toplumsal yaşantılarında ihtilafa düştükleri anda Resulullaha gitmelerini, bunun onların imanlarının özünü oluşturduğunu belirtip Peygamberin ihtilafları yok edip toplumda huzuru sağlama ve idare etme makamında olduğunu beyan ediyor.

“ Biz sana Kitabı, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye bir gerçek olarak indirdik.”[21]

“Peygamber, inananlar üzerinde kendilerinden ziyade tasarruf ve vilayet sahibidir.”[22]

“ Allah ve Resulü bir işe hükmetti mi erkek olsun kadın olsun hiçbir inananın o işi istediği gibi yapmakta muhayyer olmasına imkan yoktur ve kim, Allah’a ve Resulüne isyan ederse gerçekten de apaçık bir sapıklığa düşmüş, sapıtıp gitmiştir.”[23]

“ Onlar aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Resulüne çağırıldıkları zaman içlerinden bir kısmı derhal yüz döndürürler.”[24]

Ayetlerde geçen “Hükm” kelimesi toplumsal bir göreve işarettir. Toplumun işlerinde ihtilaf ve kargaşanın yok olması ve adalet ve huzurun hakim olması için Resulullahın görevlendirildiği beyan ediliyor.

Kur’an, toplumu idare edip insanların işlerini yoluna koyacak, ihtilafın yok olmasını sağlayacak, toplumda adaleti sağlayacak sistemin Risalet olduğunu açıklıyor. Yani dinin kamusal alanda talebinin varlığı ve öngördüğü devlet sistemi “Nübuvvet ve Risalettir”.

Kur’an, bunu “Velayet” kavramıyla beyan ediyor. Nübuvvet ve Risalet kelimelerinin içerdiği manalara bakıldığında Risaletin, peygamberin kamusal alandaki görevlerine yönelik olduğu görülecektir. Yani devlet ve hükumet sistemine işaret etmektedir. Allah’ın Velayeti, tekvin ve teşri makamında olduğundan Resulullahın Velayeti, teşri ve icra makamı olacaktır. İşte bu icra makamı devlet ve hükumettir. Dinin ilk devlet modeli “Risalettir” veya “Velayet-i Resuldur”. Dinin siyasetten ayrı olduğunu savunanlar, Kur’an ve İslamın bir devlet modeli ortaya koyamadığını idda edenler Kur’an’ın bu alandaki ayetlerini reddettikleri gibi Resulullahın ve diğer peygamberlerin de rehberiyetini ve siyasi önderliğini inkar etmek zorunda kalacaklardır. Halbuki insanoğlu var olduğu günden beri Peygamberlerin siyasi önderlikleri hep sözkonusu olmuş ve toplumları idare etmişlerdir.

2. Bölümün Sonu

sabahyil@iqraa.de



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Nehc.ul Belağa / 31. Mektup

[2] Revyet.ul Kafi / c.8, s.69, h.26

[3] Enam / 57.

[4] Şura / 9-10

[5] Kehf / 26.

[6] Kehf / 44.

[7] Mumin / 12.

[8] Nisa / 64.

[9] Maide / 55.

[10] Nisa / 59.

[11] Ahzap / 6.

[12] Feth / 17.

[13] Nisa / 69.

[14] Al-i İmran / 32.

[15] Nisa / 14.

[16] Nisa / 42

[17] Enfal / 13.

[18] Tevbe / 63.

[19] Mücadele / 5.

[20] Nisa / 65.

[21] Nisa / 105.

[22] Ahzap / 5.

[23] Ahzap / 36.

[24] Nur / 48.

_ALINTI_

17.03.2007 14:35

Evet Güzel bir yazi
 
Islam Bir hayat Bicimidir.
Din Oldugu kadar da yönetimdir,YASADIR !..

Lakin onu uygulayacak Insanlik ne yazik ki mevcut degildir.
Asr-i Saadet ten öteye baktigimizda Ruhbaniyetin Kuran in Önüne gectigini, Kuran in Vazgecirmeye Caydirmaya yönelik " TAZIR kurumunun " Ruhbaniyetin elinde " Siyaseten katil kurumuna " dönüstügünü görüyoruz.

Zamanla bu Tazir Kurumu Sehzadelerin yok edilmesini Babalarin -dedelerin Katledilmesini Devletin Bekaasina degil de, " Allah in Emri "ne Isabet ettiriliyor.

Kuran in zina ya Ön gördügü suclar Nihayet Ruhbaniyetin elinde " RECM " e dönüsüyor.

Ve bunlar Ruhbaniyetin Keyfiyatina degil de Kuran emrine Isnat ediliyor.

Bizim Itirazimiz Hasa Allah in emrine-Yasasina degildir 1insan kardesim.

Bizim Itirazimiz O Dünya nin en Güzel Hukukunu Kendi Keyfiyatina indirgeyenleredir. Ve OLACAKTIR !..

Yoksa Allah in Emrini Hukukunu Layiki ile uygulayan bir yasam Tarzina Itiraz etmek icin Cilgin olmak gerekir.

Biz de Cilgin degiliz.

O en güzel e o en temiz e O alemlerin Rahmeti Peygamber e boynumuz egiktir.

17.03.2007 15:00

Atatürk !
 
bence bu soruyu sormadan önce atatürkün ne yaptigini ve kim oldugunu bi arastir. ondansonra hangi tarafa gelen hakaret sana daha agir geliyor onu düsün,sorunun cevabini bulursun. benim icin türkiyenin cumhuriyeti herseyden önce gelir. yasasin atatürk,yasasin cumhuriyet.

17.03.2007 15:26

aha bi paslanmis süper laik daha
 
adam güzelcene yazmis..okuduysan ve analadiysan(!) atatürkün kim oldugunuda yazmis..ama cikip senin cevabina bi bak..ezberlenmis köhnemis zihniyetin cevabi..atatürkün ne yaptigini gayet iyi biliyoruz bizde..ama atatürk öldükten sonra onun arkasina saklanan ve gercek emelleri aslinda baska seyler olan kisilerin yaptiklarinida biliyoruz ve görüyoruz...

alpinin yazisina gelince..hayatimda gördügüm en mantiksiz en salakca yapilan yasaklanma..o yunan itinin koydugu videodan sonra gösterilen tepkiler sayesinde youtube vodeoyu kaldirmisti en azindan..ee simdi bir daha ayni sey olursa ne olacak?..türkiyeden millet nasil sayfaya girip tepki gösterecek??

17.03.2007 16:36

Sevda hanim ..
 
Ben Islam Dini ile Alemlerin Rabbi ile ve Onun Alemlere Rahmet olsun diye gönderdigi Hz. Muhammed ile hic bir faniyi hic bir makami hic bir Cumhuriyeti Mukayese etmem.

Böyle bir niyetim de yok.

Atatürk ün yaptiklari da malumumdur.Ona yaptigi isleri Yaptiran kuvvet ise hepimimizin malumudur.

Is Böyle olunca Bir Mukayeseye yeltenmek Cahillik olur.

Benim amacim " Atatürk bir Tabu mu"dur ? " sorusuna Beraberce Yanit aramak.

Son olup bitenler Göstermistir ki:
O"nun dehasinin Gercekligi kadar O deha nin arkasina saklanip onu tabulastiranlar ve Hayatlarini Bu tabulasma ile Kazananlar da gercektir.

Ben Size Bir sey söylüyorum:

Atatürk Devrimleri ile Toplumu Modern Toplumlar hedefine Odaklamistir.
Fakat Bunu yaparken de Koskoca bir Islam Dünyasini Lidersiz Birakmistir.
Islam dünyasi da bundan hakli olarak sikayetcidir.


" Atatürk Vatani kurtardi " diye degil
Asirlardir Islam a Liderlik Yapan bir ülkeyi ve Islam in Halifesini Alasag etti diye..

Bilmem Anlatabiliyor muyum ?..

Atatürk cok Büyük Isler yapmistir.
Cok Büyük hatalar da yapmistir.

Bu Gün yaptigi hatalar düzeltilmesinden ziyade Tabulastiriliyor ve Onun yaptigi her sey e Dokunulmazlik " Kutsallik " biciliyor.

Ve biz kendimiz ile kavgali bir sekilde dünya dan Izole ediliyoruz.

Atatürk ün yaptigi Cok büyük isleri Hepimiz ezberledik..
Fakat hatalar ?..
Onlari neden Konusmuyoruz ?..
Konusani Iceri atiyoruz ?..
Internet sitelerine kilit vurmalara kalkiyoruz..
Hadi Bunlari yapiyoruz,Sansürlüyoruz yasakliyoruz,Cezalar veriyoruz.. Bu yapilan hatalari Yok mu ediyor ?..

Vallahi Atatürk ün Hatalari tartisilirsa insanlar Cehenneme filan gitmez..
Gidecek olan Bu Günkü adi koyulmamis Yasakci sansürcü anti demokratik hic bir hak ve hukuka dayanmayan rejimdir.

Siz "Yasasin Cumhuriyet" diyerek Halinizden memnun olabilirsiniz..

Ici Bos kavramlar insanlari genelde mutlu eder.Fakat bir gün Yasak Kendilerine konulunca veya rejimin Balyozu kafalarina inince Bu mutlulugun yapay oldugunu anlarlar...

Evet Yasasin Cumhuriyet,ama insanlarin Yasaklarla dislanmadigi horlanmadigi bir Cumhuriyet.

Hic Kimse Bu dünya üzerinde Yapmak istedikleri yüzünden Karanliklara atilmamistir.

Bunun örnegi Sadece bizim Cumhuriyetimzdir.
Binlerce Gencimizi kaybettik.

Onlar sadece Bir sey yapmak istediler.Ama yapmadilar.

Yapmadiklari bir sey icin fislendiler,iskenceler gördüler,Hayatlari kaydi.
Sag olsun sol olsun Dediler ki bu düzen yamuk.
Ve insafsizca cezalandirildlar.

Ne desek bu rejim e ?..

Komunizm mi ?..
Fasizm mi ?..

Yoksa Kemalizm mi ?..

Atatürk ün gösterdigi Medeniyet seviyesi:

Yapmak istediklerini Yapmadigin halde Ateslere atilmak mi ?..

Ne ?..

17.03.2007 19:14

YASASIN CUMHURIYET
 
Çok şükür dipdiriyiz
Kim demiş ki geriyiz?
Yamyamdan ileriyiz
Yaşasın Cumhuriyet!

Kulaklarım duymasın
Duyup ele uymasın
Varsın karnım doymasın
Yaşasın Cumhuriyet!

Yoksa bir suyum yoktur
Başka da neyim yoktur
Heykelsiz köyüm yoktur
Yaşasın Cumhuriyet!

Köyde herşey şahane
Enerji yok,bahane
Tezek var ya daha ne
Yaşasın Cumhuriyet!

Ne ararsan ara bol
Ceryan yoksa çıra bol
Su mu yoktur bira bol
Yaşasın Cumhuriyet!

Meyhane kerhane bar,
Gidene camii de var.
Biz laik"iz o kadar
Yaşasın cumhuriyet!

Bu devir neşe devri,
Ye iş yat yaşa devri
Sultan yok paşa devri
Yaşasın Cumhuriyet!

Azerbaycan yetimmiş
Batı Trakya kimmiş?
O işler eskidenmiş
Yaşasın Cumhuriyet!

Kerkük Musul şu anda
Boğulsun varsın kanda
Sulh var yurtta cihanda
Yaşasın Cumhuriyet!

Ya bu terör kargaşa
Canım gardaş gardaşa
Kapılmayın telaşa
Yaşasın cumhuriyet!

Arif be artık yetsin
Bu destan burda bitsin
Allah bizi affetsin
Yaşasın cumhuriyet!


Ozan Arif

17.03.2007 20:14

Bozulmus
 
On bir yıl sonra gördüm yurdumu
Toprağı bozulmuş,taşı bozulmuş
Açamadım kimselere derdimi
Halkın yüzde yetmişbeşi bozulmuş

Edirne"den Van"a Van"dan Mersin"e
Muğla"sından başla yürü Kars"ına
Kapılmayan yoktur para hırsına
İzmir"i ,Konya"sı Muş"u bozulmuş

Haramı helali incele de bak
Ya aptal diyorlar ya avanak
Haram dolu haram tencere tabak
Ekmeği bozulmuş,aşı bozulmuş

İyi varsa alınmasın sözüme
İyi miyi görünmedi gözüme
Bakarak kararmış üzüm üzüme
Kurunun yanında yaşı bozulmuş

Köprünün altından çok sular akmış
İyiler yerine lükse bırakmış
Sevdalar fuhuşa sekse bırakmış
Gönüllerin artık düşü bozulmuş.

Bir kahveye kırk yıl hatır yok şimdi
Ne kırk yıl kırk saniye çok şimdi
Hatıra gönüle karın tok şimdi
Gaddar olmayanın işi bozulmuş

Vatan vatan tabii vatan vatan da
Esrar satan da var,karı satan da
Çıkıyorlar akşam güneş batanda
Erkekler değişmiş,dişi bozulmuş.

Vatan için millet için döğüşmüş,
Mana için maddeyle boğuşmuş
İnsanlarda bile ölçü değişmiş
Bozulmaz dediğim kişi bozulmuş.

Baştakiler ne yaparsa elbette
Aynısını yapacaktır millette
Ah Arif ah,vatanımız cennet de
Velakin balığın başı bozulmuş.


Ozan Arif

tweet25 17.03.2007 22:38

Allah´a Inanmiyorum
 
Allah´a inaniyormusun?
Hayir, inanmiyorum.
Niye, sen ateist misin?
Hayir.
Nasil yani?
Allah´a inanmadigim icin ateist degilim.
Allah´a inanmayan ateist degil midir?
Evet, ama inananda ateisttir!
Anlamadim!?!
Cünki, iki cesit ateist vardir;
1) Allah´in var olduguna inanir,
2) Allah´in var olmadigina inanir.
Aralarindaki ortak nokta:
Her ikiside inanmakla yetinir, cogunlukla bilgiden yoksundur.
Biri, Allah´in var oldugunu kiyasiya ispatlamaya calisir, digeride var olmadigini.
Her ikisi de mümkün degildir;
Zira, Allah´in varligi ispat edilmez, yoklugunu ispat etmek ise imkansizdir.

Allah, idrak edilir.
Allah´a inanmak, giydigin elbisenin terzisine inanmak gibi sacmadir, eger o elbise kalibina göre dikilmisse, onu o hale getiren, en ince ayrintilarina kadar düzenleyen bir terzi vardir, buna inanilmaz, bilinir.

Allah, ancak idrak edildikten sonra, kendisine kayitsiz sartsiz teslimiyet gösterilir.
Kur-an-i Kerimin Allah´tan geldigine kesin kanaat getirmek, varligi idrak edilen ilah ile arasinda bir bag kurabildikten sonra, icerigine kayitsiz sartsiz teslimiyet.

"Akil sahiplerinden baskasi düsünmez"...


Alle Zeitangaben in WEZ +2. Es ist jetzt 09:52 Uhr.