Vaybee! Forum

Vaybee! Forum (http://localhost/forum/index.php)
-   Gesellschaft & Soziales (http://localhost/forum/forumdisplay.php?f=398)
-   -   Religion & Glauben (http://localhost/forum/showthread.php?t=4272)

27.01.2006 18:31

AFERIN LOOOOO o.T.
 
ohne Text

27.01.2006 18:33

Cooolll o.T.
 
ohne Text

27.01.2006 18:34

TÜM insanlik cehennem serüveninden
 
gececektir...

Kuranda yeri belli....

Varmi bile aranizda ??????

Nur mal so nebenbei... da ja einige möchte gern Moslems hier IHRE PRIVATE UNTERDRÜCKUNGS RELIGION PREDIGEN

27.01.2006 18:51

o.T.
 
"aus diesem Cyberwelt"?!?

_____________

Sag mal, fällt es dir so schwer einen so knappen Text fehlerfrei zu formulieren!?

Langsam tust du mir irgendwie leid - nicht mal für eine Selbstdarstellung in der virtuellen Welt reicht es bei dir aus..

yazik yazik...


@asli34w

Noch ein weiteres Opfer der Cyberwelt? Oder einfach nur eine Mitläuferin, die sich dem Rudel anschließt und jetzt im Duett "mitbellt", um Komplexe und Minderwertigkeitskomplexe aus der Realität auszugleichen..:) wie sagt man so schön: Bellende Hunde beißen nicht, zumal die grössten Flaschen den meisten Lärm verursachen...:)

27.01.2006 18:59

o.T.
 
Süss finde ich ,wie du hier verzweifelt ernst genommen werden möchtest, aber nicht mal dafür reicht es aus...YAZIK YAZIK kann man da nur sagen, wie manche hier in der Cyberwelt ihre Komplexe und Minderwertigkeitskomplexe aus der realen Welt VERSUCHEN auszugleichen..:)

Es heißt übrigens "inhaltslos" und nicht "inhaltlos"...

Deine Orthografie ist genau so erbärmlich und armselig wie deine verzweifelten und frustrierten Versuche, ernst genommen zu werden...yazik yazik..

Achja, amüsant ist jedoch, dass du mir dennoch so viel Aufmerksamkeit widmest und ständig auf meine Beiträge gekränkt und gedemütigt reagierst...Mädel, noch ein weiterer Ratschlag von mir:

Tu dir selbst, deiner Familie, deinem Volk und der gesamten Menschheit einen Gefallen und spring einfach von der Brücke -dann gibt es einen Nationalfeiertag mehr, einen Weltfeiertag mehr, einen religiösen Feiertag mehr UND sogar einen Feiertag in deiner eigenen Familie mehr..:)

In diesem Sinne...

REST IN PEACE!!!

xstudentxnrw 27.01.2006 20:40

beyakil, beyfikir???? mi desek :O)
 
Kurani baska insanlarin belkide bazen kendine göre yorumlarini burada eklerken kendi aklini kullanmamis gibi bir rüzgar estiriyorsun..

Kurani yorumlarken iki üc ayeti birak bütün Kurani göz önünde bulunduramayan sen, hadisleri yorumlarken bunu nasil yapacaksinki? :O) senden baska bir yazi bekleyemezdik zaten.. senin yazi stiline yakinda olsa kopyalanmis bir yaziya benziyor ;O)

ah kendini cok akilli zannedem alpicigim.. bir gün hepimiz ölecegiz.. sende.. bundan kurtulus yok :O)

asil34w 27.01.2006 21:06

Cahil sensin bu durumda
 
1. gizemliperi diyer yazilarindada sürekli tüm dinlere saygi duyulmasini istedi ve kuranda her dinin her aldigini. Anlayacagin bunu okuyup anlayamayan sensin, anlayabilirsen tabiiki.

2. dar görüsünle kendini bilgili gösterme caban camura batti bu son yazinla.

3. hakaretin kuranda yeri varmi? Ne hakla normal bir soru soran bir kiza hakaret ediyorsun? Kendini nasil ondan üstün görebiliyorsun? Bu hakki sana kim veriyor? Allahmi? Kurani oku ve önce Imanin anlamini ögren!

4. yaziyorsan kendin icin yaz. biz diye toplum icin degil! ben seninle hemfikir degilim, cünkü ben riyakar degilim, Imanliyim.


Imanli bir insan önce Allahi, sonra Allahin tüm yaratiklarini, dogayi sever, saygi duyar.

asil34w 27.01.2006 21:16

:-) haklisin
 
gizemliperi ne kadar icerikli ve mantikli yazarsa yazsin, o icerige cevap yada yorum yapan yok. bu benimde ilgimi cekti betonbayram.
sadece saldiriyorlar.
kim saldirir? bilirsin artik.

hep ayni sahislar. ayni hakaretlerle. kiz Allah`a inandigini yaziyor, imansiz diyorlar. kiz dine tecavüz etmeyin, okuyun kurani diyor, sen nesin neye inaniyorsun diye soruyorlar.

neden olsa gerek? ;-)

asil34w 27.01.2006 21:21

tecrübemi konusuyor?
 
yorum yapamam, maalesef. senin kadar tecrübem yok. ama annenle tartisabilirim bu konuyu.

neden sana yeterince egitim vermemis diye. neden sana ciddiyet ve saygi ögretememis diye.

Bir fincan kahvesini icerek bana derdini acar kesin.

Bir sohbet nedir, diyalog nasil olusur, bunlari belki ögreten olur zamanla kücük oglan ;-)

aldirma, devam et aciz tavrinla, anlayan anladi ve taniyor seni.

büyürsen birgün, belki ciddiye alabilirim. ama daha cok vakit var o güne kadar.

asil34w 27.01.2006 21:30

Sehriyat
 
Bizim halkimizin din anlayisina göre sehriyatin gelmesini istermiydiniz?

Neden evet, neden hayir?

27.01.2006 21:53

Öyle demesek de sen Eksik Ayetleri
 
Yazsan buraya da biz de senden özür dilesek..
ama herzaman Oldugu gibi kuru SIKI atmya devam ediyorsun..
Bu yüzden Aslinda bir yaniti bile hak etmiyorsun..

:o)

27.01.2006 21:56

Sehriyat nedir ? Corba mi ?..
 
Ben sehriye Corbasini Cok severim..
Ama Ne zaman birisi Seriat gelse mi acabam dese Canim SIKILIR :o)

Bilirim ki yine corbayi ateste unutacak..

27.01.2006 21:59

ILIMSIZLIK ve ILIM DÜSMANLIGI
 
Seytanciligin hizmetindeki Tüm kadrolar tarih boyunca Bilim düsmanligi ile taninmis SER KADROLARIDIR !..

Seytan in Insanlik tarihindeki en büyük SALTANAT dönemi olan ENGIZISYON dönemi Yani RUHBAN SEYTANCILIGI bir bilim düsmanligi dönem ve saltanatir.

Seytan in Kahrina AZAP ve ISTIRABINA sebep olan temel degerlerden biriside ILIMDIR !.

Tüm basarisi aldatma eksenine oturan bir kuvvetin,aldatmayi hayatin disina itmenin temel dayanagi olan bilimden NEFRET ETMEMESI DÜSÜNÜLEMEZ !.

Tarih Boyunca BILIME karsi tavir koyanlarin Tesbiti SEYTANCILIGIN en Faal elemanlarinin adeta FOTOGRAFINI cekmek olacaktir !..

Bu tesbiti yaptigimizda Karsimiza DIN adina Kitleleri Hegemonya altina alan DIN ADAMLARI baska bir deyimle DINCI KADROLAR CIKMAKTADIR !

Tarihin En büyük BILIM DÜSMANLARI bu kadrolar icinden cikmistir.

Bu demektir ki:

Insanlik TARIHININ EN BÜYÜK SEYTANCILARI da ONLAR ARASINDADIR "!


Acacagim efendim .o)

yine ayetlerle fikihlarla Sünnetle..

simdilik hoscakalin

27.01.2006 22:07

Hangi Seytan"i TASLIYORSUNUZ ?..
 
İbadet adı altında her yıl dünyaya rezil oluyoruz. Şu işe bakın, kala kala bir ibadetimiz kalmış, onu da adam gibi yapamıyoruz. İslam’ın en evrensel ibadeti olan hac, bir tür ‘yıllık katliam’a dönüşmüş bulunuyor.

Ve dünya álem bu katliamı ibret ve dehşetle izliyor. Ekonomiden ticarete, sanayiden ziraate hemen her alanda perişan olan İslam dünyası, hiç değilse Tanrı ile kul arasındaki şu ibadeti insanca yerine getirebilse... Hiç değilse o alanda kendisine bir saygınlık sağlasa...

Nerede?

Despotların dayatması

Teknolojinin en cehennemî silahlarıyla çarpışan orduların haftalar süren savaşlarında otuz-kırk kişi bile ölmezken, Müslüman’ın en kutsal ve en evrensel ibadeti olan hacda her seferinde birkaç bin veya birkaç yüz kişi ölüp gitmekte...

Bahane hep aynı, hep insanlık dışı ve ilkel: Allah’ın takdiri... Allah’ın takdiri, öyle mi?

Yalancının Allah belasını versin! Allah kendine yönelenleri cezalandırıyor mu, be hey sersem?!

Sebep açık ve tek: Hac, haccı emreden Tanrı’nın istediği ve gösterdiği gibi değil, Tanrı adına hükümranlık kuran fıkıh despotlarınnın dayattıkları gibi yapılıyor.

Hac, Kur’an’ın emrettiği bir ibadet değil mi?

Evet!

Peki, Kur’an haccın ne zaman yapılacağını söylüyor?

‘Hac ayları’ denen üç ay içinde. Yani doksan günlük bir sürede... Siz ne yapıyorsunuz?

Haccı üç güne sakıştırıyorsunuz.

Allah’ın dediğini yapmayarak şeytana oyuncak olanlar, daha sonra şeytanı taşlamaya kalkarlarsa bunun sonu ne olur? Sonuç ortada: Allah, kendisiyle ádeta alay edenlerle alay ediyor ve onları şeytana yenik düşürüyor.

Hac emrini getiren Kur’an’ın tanıttığı hacda ‘şeytanı taşlamak’ diye bir şey var mı? Yok!

Peki, binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan bu geleneği ne diye sürdürüyorsunuz? Gelenek öyle istiyor! Geleneği ilahlaştıran despotlar öyle istiyor.

O zaman, máruz kaldıklarınız, dini kotaran Allah’ın değil, geleneği kotaran şeytanın beğendiği sonuçlar... Ne diye bağırıp çağırıyorsunuz?!...

Şeytanın adresi başka

Şeytan taşlayacaksınız, şeytan orada değil. Taşlanacak şeytanı Müslüman cámiaya gösteren birçok akılcı-Kur’ancı İslam düşünürü yaşadı, eser yazdı. Ben de yazdım. ‘Kur’an Açısından Şeytancılık’ adıyla yaklaşık üç yüz sayfa yazdım. Taşlanacak şeytanların adresi orada.

Gidin taşlayın da görelim. Bakın bakalım, şeytan taşlamak neymiş! Taşlayın da Müslüman dünyanın kaderi değişiversin!

Taşlayamazsınız! Çünkü size şeytanı değil, şeytanın adresini veren düşünce öncülerini taşlamayı öğrettiler. Şimdi gitmiş Mekke’de şeytan taşlıyorsunuz. O topraklardaki taşlanacak şeytanın yeri o sizin çakıl fırlattığınız yer değil...

Sizin taşladığınız şeytan şu melanetlerin hangisini yapıyor? Fıçılarla viski mi içiyor, üzerine tesettür giysisi geçirilmiş beyaz kadınları haremine takıp keyif mi yapıyor? Oğlancılık yapıp morfin mi çekiyor? Üstüne oturduğu petrodolarlarla kitlelerin beynini fesada vererek dünyayı İslam’dan nefret mi ettiriyor? Haçlılarla işbirliği yapıp Müslümanlar’a orada-burada kazık mı atıyor?

Bunları yapan bir şeytan ekibi var, ama o sizin taşladığınız yerde değil... Eğer Muhammedî ferasetiniz varsa ve yüreğiniz tutuyorsa gidin o esas şeytanları bulun ve onları taşlayın...

Ey Müslüman, kendine gel! Taşlanacak şeytanı tanı! O taşladığın, şeytan değil, senin hayalin. Şeytanın öyle taşlanmayacağını, senin taşlarını boşuna attırdıklarını, seni aldattıklarını artık anla! Şeytana da dünyaya da rezil olduğunu artık anla!

Bekir Coşkun, ‘şeytan taşlama’ adı altında şeytana rezil olmanın arka planını o ‘virtüöz’ kalemiyle ne muhteşem anlatıyor:

Taşlama değil rezillik

‘251 hacı şeytan taşlarken öldü... Çünkü Müslümanlar’ın kara yazgısı orada da hazır bekliyordu. Niçin? Çünkü Müslüman ulusların ortak kara yazgısıdır bu. Afrika’dan Asya’ya, Balkanlar’dan Yemen’e kadar, yeryüzünün neresinde bir Müslüman ülke varsa perişan, Irak, Afganistan işgal altında. Sudan’da ölen çocukları artık toprağa gömmüyorlar bile. Çeçenler tükendiler. Suudî Arabistan’ı, Emirlikleri, Mısır’ı ABD-İngiliz ajanları yönetiyor. Kaderinden kaçmak isteyen Müslümanlar, gemilere doluşup Akdeniz’de her gece can veriyorlar. Kısacası, nerede bir Müslüman ülke varsa sürünüyor.’

‘Çünkü; yobaz din adamları kendi iktidarlarını sürdürebilmek için çağdaş eğitime, çağdaş yasalara, çağdaş bir topluma izin vermiyorlar. Tüm çağdaşlaşma çabalarına engel oluyorlar. Çocukları ortaçağ eğitiminden geçirip kadınları reddediyorlar. Uygarlaşmayı günah sayıp medeniyeti lanetliyorlar. Son İslam ülkeleri toplantısında gördünüz; fetvalar vererek muhtemel reformları peşin ‘günah’ ilan ediyorlar’

‘Son bir yıldır Türkiye’nin de katıldığı kervanda dinciler; dini Allah’a ulaşmak için değil, iktidarlarını sürdürmek için kullanıp yobaz din adamlarının gücüne güç katıyorlar. Ve böylece geri kalmışlık sürüp gidiyor... Hacılar ne bilsinler! Onlar şeytanı taşladılar ama şeytan orada değildi.’ (Hürriyet, 4 Şubat 2004)

28.01.2006 01:30

bana niye söylüyorsun bunu? :)
 
ok verstanden.. :)) genel olarak. Ich weiss nicht wieviel zeit ich verschwendet habe, menschen das zu erklären. Ohne aufdringlich zu werden. En basiti -Dedikodu. Hat eigentlich in erster Linie nix mit Religion zu tun. Das Menschliche ist einfach das man das nicht tut.
Ama keiner will es Wahr haben.
Und wir kommen immer wieder in ein Teufelskreis. Wir befinden uns immer noch am Punkt -Null-. Wenn nicht schlimmer.

28.01.2006 01:37

Danke :)
 
simdi anladim seni :))
Insanlarin yatak odalari kimseyi ilgilendirmez. Ne bilmek isterim, ne anlatirim. Sex pratigi.. hm... zevk meselesi.. bilemem. Kim ne yaparsa yapsin :) bana ugramasinlarda.. ne diyebilirimki bu konuda??
Aramizda cok tuhaf insanlar yasiyor. Cok tuhaf zevklerle. Mann mann.. Frauen natürlich auch.. Nereye gidiyor bu insanlar??? Yapmalari önemsiz, kim yapmis, kim ne yapmis. Kalkipta özellerini nasil anlatabiliyorlar, ne sekilde anlatiyorlar, o beni sasirtiyor her defasinda.

28.01.2006 01:53

:) söze ne hacet!
 
seytan orada. O tasin ardinda. Kikir kikir gülüyor.
Yinede bir gün bende gidecegim (Allah nasib ederse). Dinim icin degil. Gidip görmek icin. Maksat ziyaret ise. Ziyarete gidecegim. Ama Seytan taslamaya gelince, oraya gidip tasliyacakmiyim, yoksa uzaktanmi izleyecegim bilmiyorum. Görevim yarimmi kalacak. Tammi sayilacak onuda bilmiyorum. Ama icimden gelmeyen birseyi yapmam cok mantiksiz. Alir tasi en fazla kendimi taslarim. Bugüne kadar yaptigim yalnislar icin. Kirdigim insanlar icin. Yani taslamak mecbur ise. 40 yada 41 tas sayarim (sayisini hatirlamiyorum)
bu bir.. yalanlarim icin..
bu iki.. kirdigim insanlar icin..
bu üc.. vs.. vs..

Yazinin bir politik yansimasi var.. ona hic bir sey diyemem. Kim ne biliyorsa onu okusun! Hepimizde cogu seyde hemfikiriz. Ama bir topluluk olusturamuyoruz, nedense?? kimsede tek basina hic birsey degistiremez!

xstudentxnrw 28.01.2006 04:36

arg niyete bas bas bagirarcasina göstere
 
bir kac misal verildi. kendinde biliyorsun. görülen oki, 100 sene boyunca sana cevap yetistirsem, sen yine belki birinin kafasina süphe girer mantigiyla olaya bakiyor gibi devam edersen bu isin sonu gelmez. dogrulari anlayabilmek icin, önce bir bazi seyleri degistirmek lazim.

buda zor bir sey degil. gercekten. zor olur diye korkmana gerek yok :O)

uzun bir sey yazmistim, hayirlisi kisa bir metinmis.. ;O)

xstudentxnrw 28.01.2006 08:33

tahrik edecekleri iyi biliyorsun galiba
 
;O)
niye hepinizi saymadin?

28.01.2006 09:49

Arkadasin biri ZD"me Imansiz oldugumu
 
Yazmis :o)

Seytan Taslamayi iman sanan Putperestlere Sunu sormak istiyorum.

Madem sizler imanlisiniz Bu Imaninizi KURAN ile pekistirin Ve seytan taslanacagina dair Hac emirlerini Iceren ayetleri getirin.

Getiremezseniz Bu Seytan Taslamayi nereden cikardiniz onu söyleyin..

Peygamber Seytan mi tasladi ?..

O Taslamadi ise Kim tasladi ?
Ömer mi ?
Ebubekir mi ?
Ali mi ?

Kim tasladi seytan i ?

Bunlarin Cevabini verin..
Verirken de neye kime ve Nasil IMAN ettiginizi bir daha gözden gecirin..

28.01.2006 09:55

SELAMLAR :o)
 
Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 10-03-04 18:12

Selamlar;

Seytan in egemenlik kurmasinin Sasmaz göstergelerinden biride ilimsizlik ve ilim düsmanligidir.

Seytan in kötülüklerini * TELBISU IBLIS * ( Seytan in kaosa itmesi-kirletip pisletmesi ) Adini verdigi Ünlü eserinde Ibnü"l CEZVI Bu noktayi ele alirken söyle yaziyor:

"" Seytan in Tasavvuf ve tarikat erbabini telbisi ( Adladip pisletmesi )nin esasi bu insanlari ilme sirt cevirir duruma getirilmesidir.
Seytan onlari: ILIM degil IBADET önemlidir diyerek aldatmistir.Bu aldanis üzerine Ilim kandilleri sönen tasavvuf ve tarikat cevreleri, Karanliklara yuvarlanmistir...Ilimlerinin yetersizligi yüzünden bilincsiz bir sekilde Uydurma Hadsilerin baskisi altinda kalmislardir..

Bu hal onlari kendi vesveselerine BATIN ILMI adini verip ILIMLERI ise ZAHIR
Ilmis diye kücümsemeye ve Nihayet BILIMI Inkara götürmüstür.. ( Teblisü Iblis ,188 )

Halkin Zihnine Bir ZEHIRLI KIYMIK gibi sokulmus bulunan bir slogana göre:

"" Seytan in bilgisi coktu ama yinede batti.O halde önemli olan ilim degil ibadettir ""

Bu zehirli slogana dayanak olabilecek tek bir VAHIY ÜRÜNÜ gösterilemez.
VAHYE GÖRE:

Seytan Bilgisi yüzünden degil Inadi ve CEHALETI yüzünden batmistir.

Günümüzde de Kuran ilminden cok Cehaletle istigal eden kitleler Seytan in konumunda seyr etmektedirler.

Peygamberden sonraki yüzyillarin özellikle Sekil ve merasimi öne cikararak Slogan ve kisve ile seckinlesmek isteyen Tarikat cevreleri,ilimin denetiminden kacmak icin yogun bir bilim düsmanligi gelistirdiler.Yukarida andigim slogan bu düsmanligin MASKELENMIS BIR IFADESIDIR !

Bu slogani Islam dünyasina Egemen kilmak isteyenler kendi hesaplarina uygun bir TAKVA anlayisi gelistirerek ILIMLE MÜCADELEYI bir tür TAKVA SAVASI halinde tanittilar.

Öyle ki onlarin katinda Ilimle TAKVA arasinda ters oranti vardir:
ILIM ARTTIKCA TAKVA AZALIR ! Cünkü Ilim arttikca insan biraz daha SEYTANLASIR !..

Bu anlayis KURAN in hayata sokmak istedigi anlayisin tam tersidir..

Kuran Allah a yakinlik ilim arasinda dogru oranti Göstermektedir.

Tarikat Seytanciliginin tam tersini söyler KURAN:

Ilim arttikca Takva ve ALLAH i bilmek artar ( Fatir ,28 )

Dogrusu su ki:

Ilim sahiplerinin Zaman zaman Din e ve Diyanete karsi cikislarinin sebebi,Ilmin dinden ve Allah dan uzaklastirici rol oynamasi yüzünden degildir;sebep Din adina ortaya getirilen anlayislarin Sahtelikler ve akildisiliklarla dolu olmasidir.

Seytan in ordusuna kayitli sahte din cevreleri buna hic deginmezler.Sanki ortada gercek bir Din var da ILIM SAHIPLERI buna karsi cikiyorlar !..

Bu yaptiklari isledikleri günahlara tas cikaran bir kötülüktür.
Cünkü bu kötülük Topluma ve Hatta bütün insanliga zarar vermektedir.

Anilan Kötülük Günümüzde ILMIN yerine eski Din temsilcilerinin kabullerini koyan bir taklitcilik seklinde sergilenmektedir.

"" Eski Ulemaya saygi "" seklinde yürütülen bu Ilim düsmanligi,Islam a ve insanliga Ihanetin en tehlikelilerinden biridir.

Setan ordusunun Dogal elemanlari olan dinci sömürü sinifi,Vahyin ilimsiz hic bir ise yaramiyacagi yolundaki ( Güven in vurguladigi gibi ) Kuransal Kabulüde Unutturmustur.

Baska hic bir kanit olmasa,Kuran in ilk emrinin ** IKRA- OKU ** olusu Bu söyledigimi belgelemeye yeter.Halbuki daha pek cok KURANSAK KANIT vardir ..

Kuran a göre vahiy Insanlik dünyasina indigi andan itibaren ilme dönüsmektedir.Bunun acik anlami sudur:

Vahyin muhatabi olan bizlerin,yeryüzüne inmis Vahiy ürünlerinden yararlanmamiz ancak bilim sayesinde mümkün olacaktir. Asirlardir Fark edilmeyen veya Üstü örtülen bu gercek su ayetlerde Ifadeye konmaktadir. ( Bakara,145; Ra"d,37 )

Bu iki ayette Peygamber e Vahy edilen gercekler **ILIM ** Olarak adlandirilmaktadir.Hz.RESUL ilim ile degil,Vahiy ile beslenen bir bilgi-isik odagi oldugu halde ,ona gelen mesajlara neden ILIM denmektedir ?

BIZE DERS VERMEK ICIN !..

Adete su söylenmektedir:

Iste VAHIY&gt yeryüzüne indi.Bundan sonrasi Ilimle ona yaklasarak yararlanmaya kaliyor.Artik O sizin icin iLIM konusudur.Eger o na ILIM ile yaklasmazsaniz

ZALIM DAMGASINI YERSINIZ !..

Hoscakalin..

simdilik gayet tabii.. :o)

28.01.2006 10:05

Kuran Ayetleri Bütün Süpheleri yok eder
 
Iskembe-i KÜBRA dan konusacagina AYETLERINI getir.
Esi benzeri olmayan bu Din in MUCIZE BIR KITABI VAR !..

Bana " Kirmizi baslikli kiz ile KURT " hikayesini anlatma..
Delillerini getir.

28.01.2006 10:10

KURAN yetmez diyenlere DE KI :
 
Göklerin ve yerin melekûtuna, Allah"ın yarattığı herhangi bir şeye bakmadılar mı; ecellerinin gerçekten yaklaşmış olabileceğini düşünmediler mi? Peki, bu kur"an"dan sonra hangi hadise/söze iman ediyorlar?( A"raf 185 )

**

Ayetlerimiz onlara açık-seçik parçalar halinde okunduğu zaman, bize ulaşmayı ummayanlar şöyle dediler: "Bundan başka bir kur"an getir yahut bunu değiştir." De ki: "Onu kendiliğimden değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkuya düşerim."( Yunus 15 )

**
Bu kur"an, Allah"ın berisinden birilerince yalan isnatlarla oluşturulmuş değildir. O, kendinden öncekinin tasdiki ve Kitap"ın ayrıntılı kılınmasıdır. Kuşku ve çelişme yoktur onda. Âlemlerin Rabbi"ndendir o.( Yunus 37 )

**


(87) Yemin olsun ki, biz sana ikişerlerden/ikililerden/iç içe kıvrımlar halindeki çift mânalılardan yedi taneyi ve şu büyük kur"an"ı verdik. ( HICR )

**


(91) Onlar ki kur"an"ı parça parça/bölük bölük/falcılık aracı yaptılar ( HICR )

**


(41) Biz, gerçeği, kur"an"da türlü biçimlerde ifade ettik ki, düşünüp anlayabilsinler. Fakat bu onların sadece kaçışlarını artırıyor. ( ISRA )

**

Kalpleri üzerine, onu anlamamaları için kabuklar geçiririz, kulaklarına da bir ağırlık koyarız. Rabbini yalnız Kur"an"da andığın zaman/Kur"an"da yalnız O"nu andığın zaman, nefretle geriye dönüp kaçarlar.( Isra 46 )

( Aynen sizin yaptiginiz gibi Yanliz KURAN YETMEZ diyerek ) :O)

**


(30) Resul de şöyle der: "Ey Rabbim, benim toplumum, bu Kur"an"ı terk edilmiş/dışlanmış halde tuttular." ( FURKAN )

**


(1) Tâ, Sîn. İşte bunlar Kur"an"ın ve açık-seçik beyanda bulunan Kitap"ın ayetleridir. ( NEML )

**


(92) "Ve Kur"an okumakla emrolundum. Artık kim yola gelirse kendi nefsi için gelir. Sapmışa gelince, böylesine de ki: "Ben uyarıcılardan biriyim. Hepsi bu!" ( NEML )

**


(85) Bu Kur"an"ı sana farz kılan, elbette ki seni vaat edilen yere/belirlenen sona götürecektir. De ki: "Hidayeti getireni de açık bir sapıklık içinde olanı da en iyi Rabbin bilir." ( KASSAS )


Ve Bizler KURAN diyenler: KURAN dedigimiz Icin Rabbimiz bizi Cehennemine koyacaksa:

VARSIN BÜTÜN CEHENNEMLER BIZIM OLSUN !..

28.01.2006 11:02

DINDAR ve DIN - CI
 
Hep söy*le*dik ve söy*le*me*ye de*vam edi*yo*ruz: Din*dar Al*lah""ın rah*me*ti, dinci ise Al*lah""ın mu*si*be*ti*dir.



Din*ci, din*da*rın kıy*me*ti*ni bil*me*yen*le*re, Al*lah""ın mu*sal*lat et*ti*ği bir be*la*dır.



Top*lu*mu*mu*zun te*mel sı*kın*tı*la*rın*dan bi*ri iş*te bu din*dar-din*ci ay*rı*mında ki*lit*len*miş bu*lu*nu*yor.



Bu ül*ke*yi yö*ne*ten*ler, yıl*lar ve yıl*lar, dindar üre*t*me*di*ler; ken*di eme*ği ve gay*re*tiy*le dindar ola*bi*len*le*rin de kıy*me*ti*ni bil*me*di*ler. On*la*rın bu aymazlığı, in*san sö*mür*me*yi ve Allah ile aldatmayı (deyim Kur""an""ındır) en ve*rim*li mes*lek haline getirenler ta*ra*fın*dan fark e*dil*di ve ala*bil*di*ği*ne boş ka*lan mey*da*na kor*kunç bir din*ci*lik sa*na*yii ku*ruldu.



Din*ci*lik (veya siyaset dinciliği); di*ni, çı*kar, koltuk, baskı, egemenlik ara*cı ya*pan bir sa*na*yi ko*lu*dur. İşin esası bakımından ne dini vardır ne de imanı. Onun dini-imanı, Tanrısı, ibadeti hep çıkarı ve hesabıdır.



Dincilik, ta*ri*hin en ve*rim*li ama en za*lim iş kol*la*rın*dan bi*ri*dir. Dinci ise bu sa*na*yi ko*lu*nu mes*lek edin*miş ola*nların adı-un*va*nı*dır.



Şimdi bu sa*na*yi kolu, tüm dünyanın nefesini kesiyor, uykularını kaçırıyor; o arada ül*ke*mi*zin de gırt*la*ğı*nı sı*kı*yor. Ne yazık ki, tek kutuplu dünyanın süper zalimleri, sömürülerine destekçi sağlamak için, bu dinci sektörün her türüyle işbirliği içine giriyorlar. Özellikle, kendilerine "İslam dünyası" diyen aldatılmış kitlelerin aymazlarıyla...



Ne*dir dindar ve ne*dir din*ci? Ana hat*la*rıy*la görelim:




Din*dar, her şey*den ön*ce, di*ni Al*lah""a var*ma*nın, O""nun hoş*nut*lu*ğu*nu ka*zan*ma*nın, da*ha iyi ve da*ha yet*kin in*san ol*ma*nın yo*lu ve ku*ru*mu bi*len ve bu an*la*yış*la ya*şa*ma*ya ça*lı*şan insan*dır. Bu*nun için*dir ki, din*da*rın te*mel me*se*le*si da*ha iyi*ye ve da*ha gü*ze*le ulaş*mak*tır. Dindar, bu inanç ve an*la*yış*la sü*rek*li iyi*lik ve ha*yır üre*tir. Din ona "İn*sa*na hiz*met Al*lah""a hiz*met*tir" de*di*ği için o hep baş*ka*la*rı*na bir* şey*ler ve*re*bil*me*nin gay*re*ti için*de olur.



Bu ruh ha*li, dindarı, şer*de pa*sif kal*mak*la ye*tin*me*nin öte*si*ne ge*çi*rir ve din*dar, sü*rek*li bir bi*çim*de ha*yır*da faal ol*ma*nın yol*la*rı*nı arar. Bir tür va*ro*luş se*be*bi olan bu "ha*yır*da faaliyet", dinda*rı top*lum için "Al*lah""ın rah*me*ti" du*ru*mu*na ge*ti*ren te*mel un*sur*dur.



Din*dar, ken*di*si*nin iyi ve ra*hat ol*ma*sıy*la işi*nin bit*ti*ği*ni ka*bul et*mez; baş*ka*la*rı*nın da iyi ve mut*lu olup ol*ma*dı*ğı*nı sü*rek*li göz*ler. Bu yaklaşım, din*da*rı, "Ken*din için se*vip is*te*di*ği*ni, baş*ka*la*rı için de se*vip is*te*me*dik*çe mü*min ola*maz*sın" nok*ta*sı*na ge*ti*rir. Bu*nun için*dir ki din*dar, hiç şaş*ma*dan ve ak*sat*ma*dan dü*rüst olur. İki*yüz*lü*lük, dinda*rın ha*ya*tı*na as*la gi*re*mez. Çün*kü iki*yüz*lü*lük sa*de*ce ima*nı şir*ke bu*laş*tır*mak*la kal*maz, dün*ya*yı da ber*bat eder.



Din*ci*nin ha*ya*tın*da ise "İyi ve gü*zel şey*le*ri sa*de*ce ken*din için is*te, baş*ka*la*rı*nın bun*la*ra sa*hip ol*ma*sı*nı ön*le!" il*ke*si yü*rür*lük*te*dir. Din*ci, baş*ka*la*rı*nın mut*lu ol*ma*sın*dan, cen*ne*te gir*me*ye mü*sa*it ha*le gel*me*sin*den akıl al*maz bi*çim*de ra*hat*sız olur.



Din*ci* için en bü*yük sı*kın*tı, dinda*rın var*lı*ğı*dır. Çün*kü dindar, baş*ka*la*rı*nın mut*lu ol*ma*sı*nı, cen*ne*te git*me*si*ni se*vinç*le kar*şı*la*ma*nın da di*nin ge*re*ği ol*du*ğu*nu söy*le*mek*te*dir. Bu söy*lem, din*ci*yi çok öfkelendirir.



Din*dar, iş*te bu se*bep*ler yü*zün*den*dir ki, din*ci ta*ra*fın*dan "ta*viz*ci, sos*ye*te*nin kur*ta*rı*cı*sı, günahkârların pa*pa*zı, bur*ju*va*zi*nin din fi*lo*zo*fu, mo*der*nist*le*rin gü*nah çı*ka*rı*cı*sı..." gi*bi sı*fat*lar*la it*ham edi*lir.



İtham ve iftira dincinin temel ibadeti, varoluş nedenidir. İftira ve itham, dincinin hayatında kazandığı haysiyetsizlik düşüşünü başka hiçbir zihniyette kazanamaz. Çünkü dinci, itham ve iftirayı "fî sebîlillah" (Allah yolunda) yaptığını söyleyerek, alçaklığı akıl almaz bir iblislikle taçlandırır.












Suç ve günah, en büyük günahkârlarda bile işleyene boyun büktürür, gözyaşı döktürür. Ama dincide suç ve günah bir ibadet şevkiyle işlendiği için dinci tip suç ve günah işledikçe yüceldiğini sanan sadist bir psikoloji sergiler.



Dinci, Allah""ın tüm yasakladıklarını "fî sebîlillah" damgası vurarak işlemenin şeytanî sanatını en iyi bilen tipik bir firavundur.



Din*dar için din, da*ha çok so*rum*lu ol*ma*nın, da*ha çok pay*laş*ma*nın, da*ha çok fedakârlığın yoludur. Dinci için ise din, baş*ka*la*rın*dan da*ha çok al*ma*nın, baş*ka*la*rı*nı da*ha ra*hat it*ham et*me*nin do*ku*nul*maz ve eleş*ti*ril*mez ku*ru*mu*dur. Bu yüz*den*dir ki, din*ci*nin elinde din bir ıs*tı*rap ve ka*hır ku*ru*mu*na dö*nü*şür ve in*san hak*la*rı*nı çiğnemenin kut*sal ara*cı ya*pı*lır.



Din*da*rın di*ni "in*san için" bir din*dir. Ay*nen Kur""an""ın gös*ter*di*ği gi*bi... Din*ci için ise din "in*sa*na rağ*men" bir din*dir. Ay*nen dinci hezeyan kitaplarının da*yat*tık*la*rı gi*bi...



Din*da*rı rü*ya*da gör*mek uğur ve be*re*ket*le yo*rum*la*nır, din*ci*yi gör*mek*se uğur*suz*luk ve fe*la*ket*le. Din*le-di*ya*net*le il*gi*si ol*ma*yan in*san*lar bi*le ma*hal*lelerinde, apart*ma*nlarında bir ve*ya bir*kaç din*da*rın ol*ma*sın*dan hu*zur du*yar. Bi*lirler ki, ba*şları*na bir dert gel*se, dindar hiç*bir ka*yıt ve şart ara*ma*dan onların ya*nın*da ola*cak*tır. Çünkü dindar rahmet adamdır.



Din*ci*ye ge*lin*ce, en dindar in*san*lar bi*le ma*hal*le ve*ya apart*ma*nların*da bir din*ci*nin ol*ma*sı*nı is*te*mezler. Çün*kü bi*lirler ki, din*ci, bir şe*kilde fe*sat üre*te*cek, or*ta*lı*ğı ka*rış*tı*rıp in*san*la*rı ra*hat*sız ede*cek*tir.



Gıy*bet et*mek, Al*lah""ın kul*la*rı*na suç ve ayıp bul*mak, en kü*çük bir kız*gın*lık anında on*la*rı ce*hen*ne*me gön*der*mek din*ci*nin âde*ta alâmeti fa*ri*ka*sı*dır.



Din*ci, fe*sad-ı âlem (dünyada bozgun çıkarmak) ve if*sad-ı di*n (dini yozlaştırmak) kötülüğü yayan bir mu*si*bet*tir. Ze*hir*li bir di*ken gi*bi, sü*rek*li bi*ri*le*ri*nin aya*ğı*na ba*tar. Bir di*ken*dir ki dinci, aya*ğı*nı*za bat*ma*sı için üs*tü*ne bas*ma*nız ge*rek*mez; o bir şe*kil*de ge*lip si*zin aya*ğı*nı*zı bu*lur.



Kı*sa*ca*sı, din*dar, Al*lah için iş ya*pıp de*ğer üre*ten rah*met in*san*dır; din*ci ise Al*lah ye*ri*ne iş yap*ma*ya kal*kan bir şer gücüdür.



Din*dar tüm can*lı*lar için bir rah*met, din*ci ise tüm can*lı*lar için bir zah*met*tir.



Din*dar, "ya*ra*tı*lan*la*rı Ya*ra*tan""dan ötü*rü" se*ver; din*ci ise ya*ra*tı*lan*la*rı Ya*ra*tan""dan nef*ret et*tir*mek üze*re ra*hat*sız eder. İs*lam""ın vic*dan adam*la*rın*dan bi*ri olan Mu*ham*med İk*bal, dinci*den söz eder*ken onun sa*de*ce dün*ya*yı de*ğil, ce*hen*ne*mi bi*le ber*bat ede*bi*le*cek bir ya*ra*tık ol*du*ğu*na dik*kat çe*ker...



Din*dar için aydınlığın ve hak*kın kay*na*ğı Kur""an""dır. Din*ci ise hida*yet ve hak*kın kay*na*ğı ola*rak ken*di*ni ve ken*di*si gi*bi dü*şü*nen*le*ri gö*rür. Bu yüz*den*dir ki, din*ci*nin en çok ra*hat*sız ol*du*ğu şey Kur""an""a yol*la*ma ya*pıl*ma*sı*dır.



Din*ci, ya*pay kut*sal ki*tap*lar (zü*bür) oluş*tu*rup bun*la*rı Kur""an""ın ye*ri*ne ge*çi*re*rek di*ni par*ça*la*ra bö*ler. (bk. Kur""an, Müminûn Su*re*si, 53) Din*dar için tar*tı*şıl*maz ki*tap tek*tir ve Kur""an""dır; din*ci içinse, tartışılmaz kitap, ilahlaştırdığı şeyhlerinin, efendilerinin hurafe dolu kitaplarıdır.



Din*dar için tar*tı*şıl*maz ki*şi de tek*tir ve Hz. Pey*gam*ber""dir. Din*ci ise men*fa*at*le*ri*ne uyan ki*şi sa*yı*sın*ca tar*tı*şıl*maz insan ka*bul eder.

Din*dar, düş*man*la*rı*nın bi*le ken*di*sin*den emin ol*du*ğu ki*şi*dir. Çünkü o, rah*met in*san*dır. O bi*lir ve ina*nır ki, bağ*lı*sı bu*lun*du*ğu Hz. Mu*ham*med hem âlem*le*re rah*met*tir, hem de Emin (gü*ve*ni*lir ki*şi) un*va*nı*na sa*hip*tir. Din*dar, mu*az*zez Pey*gam*be*ri*nin bu ni*te*lik*le*ri*ne göl*ge dü*şü*re*cek ta*vır*lar*dan uzak dur*ma*yı ha*ya*tı*nın en önem*li işi bi*lir.



Din*ci*ye ge*lin*ce o, dost*la*rı*nın bi*le gü*ve*ne*me*di*ği bir namerttir. Namertlik, dincinin temel huyları arasındadır. Dindar*da*ki ah*de ve*fa ah*la*kın*dan din*ci*de eser bu*la*maz*sı*nız. Onun ve*fa*sı bir tek şe*ye*dir: Çı*ka*rı... Din*ci, çı*ka*rı*na ters dü*şen hiç*bir şe*ye ve hiç*bir ki*şi*ye ve*fa gös*ter*mez. Bu*nun için*dir ki, din*ci*yi dost edin*mek, kob*ra yı*la*nı ile ya*ta*ğa gir*me*ye ben*zer.



Ah*de ve*fa, di*nin ve din*dar*lı*ğın omur*ga de*ğer*le*rin*den bi*ri*dir. Ve dinci*nin yok*sun ol*du*ğu şey*le*rin ba*şın*da da ah*de ve*fa gel*mek*te*dir... Bu tes*pi*tin bir uzan*tı*sı ola*rak, din*dar kıy*met bi*lir, şük*ran bi*lir in*san*dır. Din*ci ise nan*kör*dür. Ye*di*ği ek*mek di*zi*nin üs*tün*de*dir, aya*ğa kal*kın*ca dü*şer.



Din*ci nan*kör*lü*ğün en be*lir*gin te*cel*li alan*la*rın*dan bi*ri de ya*şa*dı*ğı ül*ke*ye nan*kör*lük*tür. Din*ci*nin iba*det ha*li*ne ge*tir*di*ği dav*ra*nış*lar*dan bi*ri de ken*di ül*ke*si*ne sö*vüp say*mak, ken*di ül*ke*siy*le kav*ga*lı olan*lar*la dost*luk kur*mak*tır. Bu dost*lu*ğun, di*ne-ima*na sö*ven*ler*le bi*le ku*rul*du*ğu*nu gö*rür*sü*nüz. Çün*kü dinci için din-iman, onun he*sa*bı*na ya*ra*dı*ğı sü*re*ce de*ğer ta*şır...



Dinci, kim*li*ği*ni ta*şı*dı*ğı, ço*cuk*la*rı*na ya*şa*ma ala*nı ola*rak bı*ra*ka*ca*ğı ül*ke*ye ha*ka*ret et*mek*ten, ona prob*lem çı*kar*mak*tan as*la çe*kin*mez.



Din*ci*nin alâmeti fa*ri*ka*la*rın*dan bi*ri de sü*rek*li bir bi*çim*de baş*ka*la*rı*nın di*ni-ima*nı hak*kın*da hü*küm ver*mek*tir. Dinci hiç dur*ma*dan in*san*la*rın di*ni-ima*nı, cen*ne*ti-ce*hen*ne*mi hak*kın*da fet*va çı*ka*rır. Din*ci, Al*lah""ın kul*la*rı ile uğ*raş*tı*ğı*nın on*da bi*ri ka*dar Al*lah""a kul ol*mak için uğ*raş*say*dı dün*ya cen*ne*te dö*ner*di...



Da*ha çok şey söy*le*ne*bi*lir ama bu ka*dar*la ye*ti*ni*yo*ruz. Ve di*yo*ruz ki:



Tür*ki*ye, din*da*rın rah*me*ti*ni yay*gın*laş*tır*mak, din*ci*nin de zah*me*ti*ni engellemek zorundadır. Rahmeti ta*nı*ma*ya ve zah*met*ten uzak kal*ma*ya ni*ye*ti olan*la*rın yo*lu "Kur""an""da*ki İs*lam"a çı*ka*cak*tır. Bu*nu ne ka*dar er*ken an*lar*sak o ka*dar er*ken kurtuluruz.


Prof Yasar Nuri ÖZTÜRK

28.01.2006 11:03

AKP -EU - USA teslisi ( Üclüsü )
 
Tarih boyunca tevhide musallat çok değişik teslis türleri üremiş veya üretilmiştir. Son zamanların en tahripkâr ve en ibret verici teslisi AKP-ABD-AB üçlüsünün oluşturduğudur.



AKP-ABD-AB teslisi, tevhidi boğma ihtirasının en çarpıcı ve şaşırtıcı örneklerinden birine vücut veriyor. Bu teslis, belki de tarihte ilk kez, Hilal’ın Haç’a, tevhidin teslise boyun büküşünün bir meziyet ve hizmet olarak Müslüman kitlelerin önüne çıkarıldığı sürecin ifadesidir.



Bu öylesine yıkıcı ve öylesine damardan giren bir teslis olmuştur ki, sadece siyasal birliktelikle yetinmemiş, İslam’ın en dinsel verilerini araç yaparak Müslüman dindarların ruhlarına, beyinlerine, vicdanlarına girmeye kalkmıştır.Ve ne yazık ki büyük ölçüde de başarılı olmuştur. Dinciliğiyle öne çıkmış büyük basın organlarında ünlü dergilere şu sloganın kapak olduğunu görebildik:



“İsa gelecek, insanlığı kurtaracak. İnsanlık onu bekliyor.”



Peki, Muhammed ne oldu, ne olacak? Hani ‘en son’ o gelmişti, hani son ışık ve son kurtarıcı o idi? Müslüman coğrafyalarda ilk kez rastlanan bu Haçlı meddahlığı, andığımız AKP-ABD-AB teslisinin yaman bir ürünüdür.



Bu havadan ilham alan başka ürünler de var. Son teslisin birinci unsuru AKP’nin dümen suyunda siyaset (veya şeytanet) üreten çevrelerin eşraf takımınca yapılan ‘önemli’ bir toplantıda, AB’ye teslimiyeti eleştirmeye kalkan birine, oradaki hıyanet ve alçaklık eşrafından birince şu ‘muknî ve susturucu’ cevap verilmiştir:



“Biz bu teslimiyeti boşuna tercih etmedik. Ankara’nın şerrinden Brüksel’in şefaatine sığındık.”



Ankara dedikleri, Atatürk Cumhuriyeti ve onun değerleri...O değerlerin sonucu olan nimetleri tepe tepe sömürürken hiç utanıp arlanmadan o değerlerin mimarına küfretmeyi sürdürüyorlar.




Kur’an’daki küfrün esas anlamlarından biri de nankörlük olduğuna göre bu alçaklığın temsilcileri kelimenin en ileri mânâsıyla kâfir değil de nedir? Bu nankör mantık şunu unutmuş görünüyor: Müslümanların kasalarını-keselerini boşaltıp dünyanın en kirli kara para imparatorluğunu CIA desteğiyle kurarken, Brüksel’in değil, Hz. Muhammed’in şefaati öne çıkarılmıştı. Yılar ve yıllar...



Şimdi ne oldu? Şimdi, Bush ve ekibi dünya egemenliğini ellerine aldılar; artık onların şefaatine sığınmak daha garantili, daha verimli bir yol haline geldi. Bu yola girmenin bir tek engeli vardır: Hakka saygılı bir vicdan. O da bu dinci eşraf denen alçaklarda yok. Sığındılar Brüksel’in şefaatine, kaldırıp attılar Muhammed’in şefaatini...

Ne ilginç kaderdir ki, yürüyüp giden Haçlı-Hilal savaşında iki taraf da Haçlı çıkarı için çalışıyor. Peki, nasıl iştir bu?



Hem Haçlı-Müslüman savaşı diyeceksiniz hem de amacın Haçlı zaferi olduğunu söyleyeceksiniz, böyle bir şey olabilir mi? Ne yazık ki, böyle bir şey oluyor. Ve aynen böyle oluyor. Sebep şu:



Hilalin, gerçek anlamda temsili yok. Ortada, gerçek anlamda bir Hilal yok. Hilali paravan yapıp Haç’a hizmet veren kişiler, kadrolar, yönetimler, devletler ve ekipler var. Bu bakımdan şu gerçeğin altını çizmek kaçınılmaz bir vicdan borcudur:



Günümüz dünyasında, Siyasal İslam denen ‘İslam’ı kemirici illet’ ile Haçlı çıkarları akıl almaz bir beraberlik kurmuş durumdalar. Hiçbir vicdan, olup bitenlere baktığında şu gerçeği inkâr edemez:



Siyasal İslam, Haçlı hesaplar için çalışır hale getirilmiştir veya gelmiştir.



Sebepleri tartışabilir, yorumlar getirebilirsiniz. Bizi ilgilendiren, sonuç. Ve sonuç budur.

Gücü, parayı, oyu, sloganı, halkı kandırmada kullanılacak tüm unsurları Müslümanlardan alan siyasal İslam, hizmeti Haçlılara veriyor. Hem de kaşınızın üstünde gözünüz var demeden; incinmesinler, gücenmesinler diye büyük özen göstererek. Son ABD seçimlerinin ortaya koyduğu sonucun şu olduğunda dünyanın ittifakı var:



Bush, İsa’nın misyonunu hedefine taşıyan ve İsa’dan işaret alarak hareket eden bir Evangelist kurmaydır. Bunun siyaset ve diplomasi diline çevirisi şöyle olur:



Bush’un arkasındaki güç, Evangelist köktendinciliğidir. O halde, Bush’un kavgası, bu gücün kavga etmesi beklenen karşı güçtür. O karşı gücün İslam’dır. Evangelismin en büyük düşmanı İslam’dır.


Irak yeni bir Vietnam mı?


Ne münasebet! Vietnam’da köktendincilik savaşı yoktu. Oysaki Irak’taki savaş, Haçlı köktendinciliğinin İslam’a karşı savaşıdır. Petrol, ikinci sırada bir beklenti...



Irak’ta bebelere, dedelere, ninelere, mâbetlere, kütüphanelere, Ramazan günü, Kadir Gecesi demeden kan ve kahır kusan öfkenin arkasında Evangelist köktendincilik var. Ateş yağmurundan yaralı olarak kaçıp son çare halinde İslam’ın mâbedine sığınan Iraklının kafasına keyifle kurşun sıkan Haçlı Coni’nin hıncı bir ‘kutsal hınç’ olmasaydı dünya böyle bir fotoğrafı seyretmek zorunda kalır mıydı?



Yıllar ve yıllar, “Egemenlik Allah’ındır; laik TC ise egemenlik milletindir diyerek Allah’ın hâkimiyetine karşı çıkmış, kâfir olmuştur!” diye fetva basan, şimdilerde ise Beyaz Saray’ı ‘yüce ruhların mekânı’, AB’ye üyeliği de İslam’ın ve Müslümanların kurtuluşu olarak gören İslamcılık adlı İslamdışılık, şimdi şu soruya neden cevap vermez:



“Hâkimiyet Allah’ın mı, Brüksel’in mi, Beyaz Saray’ın mı?”


Cevap veremez. En iyi yol, susmak. O da öyle yapıyor. İşte bir acaiplik daha:



Fransız Devlet Başkanı Jaques Chirac, Müslüman Türkiye’yi de kastederek “Hepimiz Bizans’ın çocuklarıyız!” dedi.



Ben şahsen Bizans’ın çocuğu değilim. Ama bu ülkede, kendini Bizans’ın çocuğu sayanlar ve bundan gurur duyanlar olduğunu biliyorum. Analarının önemli bir bölümü aslen Hıristiyan olan Osmanlı yöneticilerinin Bizanslı olduğunu öne sürüp bundan bazı sonuçlar çıkarmak isteyenlerin bulunduğunu da biliyorum. Ama ben, Bizanslı değilim...



‘Allah’ın hâkimiyeti’ diye yıllarca tepindikten sonra tüm hâkimiyetin Beyaz Saray’a veya Brüksel’e teslim edilmesini kurtuluş bilen siyasal İslamcıların Bizans çocuğu olup olmadıklarını tartışanlar da var. Chirac, belki de bu noktaya parmak basmak istiyor.



Bu noktaları tartışanlar, varsın tartışsın! Biz şu soruyu sormak istiyoruz:



Din-iman naralarıyla söylenen yalanların arkasına takılıp kendini de ülkeyi de Müslümanları da rezil-perişan eden ‘Allah ile aldatılmış kitle’, hâkimiyetin, siyasal İslam tarafından Beyaz Saray ve AB’ye devredilişinin arka planını hiç merak etmiyor mu? Fark ediyorsa gereğini neden yapmıyor? Yoksa, çıkarlara araç yapılan Allah’ın gazabı bu kitleye hak olmuştur da biz mi farkında değiliz?

28.01.2006 11:18

Müslüman i Müslüman a Kiskirtmak
 
“Komünizm geliyor” yaygarasıyla Türkiye’yi ürkütüp yarattığı Yeşil Kuşak İslamı ile bizi Demir Perde’ye karşı bedava şövalye olarak kullanan Haçlı Batı, şimdi aynı şeyi ‘Ilımlı İslam’ slogan ve projesiyle yapıyor. Tek fark, Türkiye’nin bu kez, gayri Müslimlere karşı değil, doğrudan doğruya İslam âlemine karşı kullanılmasıdır.



Yeşil Kuşak oyunundan çok daha zor bir iştir bu. Çünkü Müslümanı Müslümana karşı kullanmak söz konusudur. Artık “Allahsız komünistler geliyor, Allahsız komünizme karşı dine inananlar birleşmeli...” edebiyatı yeterli olmaz. Kaldı ki o edebiyatın ne kadar namussuz bir emperyalist edebiyat olduğu artık anlaşılmış bulunuyor.



Ucuz şövalyeyi cepheye sürmek için belli ki yine ‘İslam’ kullanılacak, ama bu sefer İslam’ı İslam’a karşı kullanmak söz konusu olduğundan Haçlı iblisliği de çare bulmakta zorlanıyor.

Nasıl yapacaklar bunu?



Önce, bir numaralı direnç noktası olabilecek değerleri yıkmak, Türkiye’nin ve Türk insanının omurgasını kırmak lazım. Omurga, Türkiye’yi farklı kılan Kemalist mirastır. Onu işe yaramaz hale sokmak gerekiyor. Onun petrolden daha güçlü olduğu anlaşılmıştır. Petrolün işini bitirdiler ama Kemalist mirasın işini bitiremiyorlar.



Çare şöyle bulundu: “Sizi model yapacağız” diyerek Türkiye’yi model olmaktan çıkarmak.



İlk iş, Kemalizm’in koruyucusu aydın güçleri bloke etmektir. Bu bloke edişin iki ayağı var: Birincisi, dinci ekipleri güçlendirmek, ikincisi, kilit noktalara oturtulan bazı teneke adamların morfinli salon nutuklarıyla Atatürkçü güçleri uyutmak. Ve tam bu sırada ‘Ilımlı İslam’ denen hıyanet ve fesat projesini işletmek. Neden bu ülke sormuyor bu ılımlı İslam hıyanetinin fesat kodamanlarına:



“Bizi İslam dünyasına model yapacaksanız bu modelin kaynağı olan mirasın yaratıcısına neden savaş açmış durumdasınız? Neden Atatürk’ten ve laiklikten vazgeçin diye avazınız çıktığı kadar bağırıyorsunuz?”



İngiliz yazar Andrew Mango oyunun belini kıran şu sözleri söylüyor:



“İslam coğrafyasındaki ülkeler tabii ki laik ve demokratik Türkiye’den ders alabilirler. Ama bugünkü Türkiye yerine 1930’ların Türkiyesine bakarlarsa ve o Türkiye’nin bu hale nasıl geldiğini incelerlerse. Bunu yaparlarsa kendilerini düzeltecek daha birçok şey öğrenebilirler.”



Niçin sevmezler Atatürk’ü?



Kişiliği, dehası, dirayeti ve milletine imanı, aşkı vardı da ondan. Sevmeleri için bu değerlerden birini veya birkaçını yitirmiş olmanız şart. Aksi halde sizi adam yerine koymazlar. İşlerine gelmezsiniz. Atatürk’ü niçin sevmediklerini anlamanıza yardımcı olsun diye bir olayı anımsayalım:



Yıl 1932. Birleşmiş Milletler’in nüvesi veya ilk şekli olan Milletler Cemiyeti (veya Cemiyeti Akvam) kurulmaktadır. Dünyanın bu en büyük uluslar topluluğuna katılmamız için Atatürk’e çevresi telkinde bulunuyor. Cevabı şu oluyor Atatürk’ün:



“Başvurmayı düşünmüyoruz, ama davet ederlerse katılırız.”




Ve topluluk, başvurma koşulunu Türkiye’yi davet için iptal ederek 43 üyenin oybirliğiyle Türkiye’yi katılıma davet kararı aldı. Ve Türkiye, işte bu davet üzerine o topluluğa katıldı.



Atatürk Türkiye’sinde o idik; bugün AB önünde ne olduğumuz belli. Oradan buraya nasıl gelindiğini anlamak için Atatürk’ün şu sözü bize yardımcı oluyor:



“Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvela biz, kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen bütün iş ve hareketlerimizle göstermeliyiz!”



Haçlı Batı, Cumhuriyet Türkiyesi’ni küllerden yaratan Mustafa Kemal’i sevebilir mi? Türk halkının onun mirasını değerlendirmesine seyirci kalır mı? Sen gel de bunu anlat dincilikle kafayı yemişlere! Atatürk’ün içtiği rakıların kadeh çetelesini tutan ahmak zihniyet, bu abur-cuburla uğraşırken, canına okumak isteyen Haçlıların nelerimizi alıp götürdüklerinin hesabını asla yapmıyor, yapamıyor. Atatürk’e kinle beslenen sadizmi bu hesabı yapmasına engel oluyor.



Adamların beyinleri ışık ve dirayet düşmanlığına uyarlanmış. Gerisi yok! Hep söyledim, hep söyleyeceğim: Haçlılar; Atatürk’ün yıkılması için Kâbe’nin yıkılmasını şart koşsalar, İslam dünyasında, bu namussuz şartı rahatlıkla ve zevkle kabul edecek alçaklar bulabilirler. Ve bunların sayısı az değildir.



Haçlı kodamanlar, bu eşsiz alçaklığın kokusunu çoktan almışlardır. ABD’si, AB’si onun için bastırıyor. Orada-burada birtakım fesat başlarını besleyip elde hazır tutuyorlar. Yeni bir İran yaratabilmenin hesabı içindeler. Ancak, Atatürk mirasının güçlü kalesi Türk ordusunu ‘istedikleri kıvam’a getirme işini tamamlamak zorundalar. Yoksa yeniden hayal kırıklığı yaşarlar.



Demek olur ki, Damat Ferit ekipleriyle mütareke edebiyatına bir süre daha ihtiyaçları var!..

28.01.2006 12:11

F -E -M -I -N -E - L !!.....
 
Feminizim, kadının kurtuluşunu ve özgürleşmesini amaçlayan bir hareketi olarak açıklanıyor. Bu noktada ya da bu açıklama etrafında çeşitli soruların sorulması kaçınılmaz. Gerçekten kadın kurtulması gereken bir durumda mıdır ya da kadın özgür değil midir? Kadının özgürlüklerini kim ve (ve ya ) ne kısıtlar? Bu soruların cevabını tarih verebilir kanısındayım. İngiliz feministlerinin yaptıkları sözcük oyunu; "erkeklerin tarihi" ("History is his story") aslında cevap niteliğindedir, büsbütün.

Çok eskilerde kadın ve erkek arasındaki biyolojik fark çok önemliydi, çünkü kadın hayatının çoğunluğunu ya hamile ya da çocuk emzirerek geçiriyordu. (Doğum kontrolu ve ana sütünün dışında başka gıdalar yoktu.) Bu yüzden kadınların çalışma alanları, evleri ve eve çok yakın arazilerle kısıtlanıyordu. Çabukluk ve kas gücüne dayanan işler ise erkekler tarafından yapılıyordu. "İlk işbölümü", kadın ve erkek arasında böyle gelişti.

Tarım toplumuna geçildiğinde, kadının üretimdeki rolü oldukça önem kazandı. Erkek avcılıkla uğraşırken, kadın tarlada çalışyor, tarım aletleri icat edebiliyordu. Bu çagda kadın, erkek hegamanyasında değildi büsbütün.Ama erkeklerin, avcılıktan hayvancılığa geçmesiyle, çoğaltabilecekleri "ilk mülkiyet" oluştu. Bu oluşumda ataerkil kavramını ve baskıcı, kısıtlayıcı erkek hegamonyasını ortaya çıkardı.

Orta çağda , insanlar bağımsız üretim birimleri içinde yaşıyorlardı. Yani bu oluşumda toplum, tüm ihtiyaçlarını kendi içinde karşılamaya çalışıyordu. Bir bakıma işbölümün genişlediği bir birlitelik; baziları yalnızca dericilik, bazıları yalnızca demircilik, vb yapıyorlardı. Bu çağda, ev kadını sözcüğü bugünkü anlamıyla pek örtüşmüyordu. Kadın pazarda takas edeceği ürünlerin yapımı ve ya üretimi için çalışırdı .Bu aile geçiminde önemli bir yer tutuyordu. Ayrıca, kadın işi, erkek işi ayrımı pek olmadığı için, kadının toplum ihtiyaçlarının karşılanmasında önemli bir yere sahipti. Kadın toprakta erkekler kadar ağır işlerde çalışıyor, ev-atölyesinde kocasıyla çalışıyordu. Bu nedenler dolayı da kadınlar söz hakkına, pazarlık gücüne sahiptiler.

Buna karşın burjuva ve soylu kadınlar erkek egemenliğine daha fazla boyun eymek zorundaydı. Bu zorunluluk, bu sınıftaki kadınların üretim gücü ve değeri olmamasına ve bundan dolayıda erkeklere bağımlı kalmalarına bağlanabilir. Burjuva kadınlarının toprak sahibi olmalarıda, mülkiyetin bölüneceği düşüncesinden ötürü pek mümkün değildi.

Eskiden atölyede ve toprakta yan yana çalışan kadın ve erkek arasındaki ilişkiler, ev-atölyelerinin seri üretim yapan manüfaktörlerin karşında durumamasıyla büyük değişimlere uğradı. (Buharlı makinelerin bulunmasıyla manüfaktörler yerlerini fabrikalara bırakacaktı.) Artık erkeklerin işyerleri manüfaktörler ve daha sonra da fabrikalar oldu. Bu sürecin doğal bir sonucu olarakta, kadınlar bazı mesleklerden dışlandılar. (Ev-atölyelerinin kapanmasından dolayı.) Maddi durumu iyi olan kadınlar evde oturmaya, üretimden uzaklaştıkları içinde bağımsızlıklarını, özgürlüklerini yitirmeye başladılar. Maddi durumu iyi olmayan kadınlar ise, toplumda küçük görülen ve aşağılanan yeni meslekler ürettiler: hizmetçilik, sekreterlik, fahişelik (hayat kadını) vb. Fakat resmi tarih bunları meslek olarak kabul etmemiştir. (Tabi bunu yaparken, oluşumunu da görmemezlikten gelmiştir.) Bunun yanında, evişlerini gören, çocuğunu yetiştiren ve kocasının bakımını üstlenen "ev kadını" tipini idealize etmiştir. Yani kadının bağımlılığı övülmüştür.
Kapitalizmin, insanların kendi yaşamlarını sürdürecek kadardan fazlasının üretilmesiyle ortaya çıkşmıştır demek çokda yanlış olmaz. Kapitalizm öncesi insanlar kendi ihtiyaçları kadar üretiyorlardı. Özel mülkiyet kavramı henüz olumamıştı. O zaman kulnanılan her alet herkes tarafından yapılabilinecek kadar basitti. Toprağı işlemeyi öğrenen insan, rastlantısal beslenmeden düzenli üretime geçti. İhtiyaç üzerinde ne kadar üretim yapılırsa o kadar çok değiş-tokuş imkanı ortaya çıkıyordu. Bu gelişmiş bir işbölümünü ortaya çıkarıyordu ama herkes aynı zamanda herşeyi üretebilecek konumdaydı. Paranın ortaya çıkışı ile birlikte, değiş-tokuş yerini ticarete bıraktı. Ticaret yapan birşey üretmeden, üretildiği yerde alıp, ihtiyaç olan yere ürünleri taşıyıp satarak kar elde etmeye başladı. Bu karda daha fazla mülkiyet edinebilmenin yolunu açtı. Tüccar ticaretten elde edilen bu karla başka insanları kendi için çalıştırmaya başladı. Makinelerin bulunmasından önce, en ilkel anlamıyla kapitalizm tarihteki yerini böyle aldı.Daha sonra kendini manüfaktörlerde gösterdi. Mülkiyet iyice belirginleşiyordu. Buharlı makinelerin bulunması ve bunun üretim alanına girmesi bu dengeleri büsbütün bozdu. Küçük işletmeler, rekabete dayanamayıp ya iflas ettiler ya da şubeleşip "ücretli" çalışan oldular. Bu dengesizlik farklı ve uzlaşmaz çıkarlara sahip iki sınıf oluşturdu: makinalara sahip olanlar (kapitalistler) ve ücret karşılığı çalışmak zorunda kalan insanlar (proleterya). Bir tarafta daha çok kar elde etmek isteyen kapitalistler, diğer yanda ise rahat ve en önemlisi kendi yaşamını kendi belirlemek isteyen ücretliler. Kapitalizmde en büyük haksızlık, üretenlerin neyin ve nasıl üretileceği konusunda söz sahibi olamayışlarıdır.

Kapitalizm başlangıçta, daha çok kazanmak daha çok çalıştırıyor ve bunun sonucu olarakda işgücündeki çabuk yıpranmalara yol açiyordu: işçiler ya hastalanıyor ya sakatlanıyor ya da erken ölüyorlardı. Bu kötü koşulları değiştirmek isteyen işçiler ve oluşturdukları hareketler şiddetle karşılaşıyorlar ve bu yolla baskı altında tutulmaya çalışılıyordu. Deneyimli işçilerin üretimi artırdığı farkedilince, bu politakalarda değiştirilmeye başladı. İşverenler, işçilerin emekli oluncaya kadar sağlıklı tutmanın daha çok çıkarlarına yaradığını farkettiler. Kadının sorumlulukları arasına kapitalizmin vazgeçilemez kar unsuru olan işgücüne bakma sorumluluğunu yerleştirerek bu politikayı hayat geçiriyordu. Yani kapitalizm, en değerli kar (ya da kazanç) sağlayan işgücü realitesini korumanın en ucuz yolunu; aile mekanizması içinde erkek ve kadının konumlarını belirleyerek çözüyordu. Bunu sadece bedensel ihtiyaçların karşılanması için yemek yaparak, evi temizleyerek vb değil aynı zamanda kocasının ruhsal durumunu dengeleyerek, işne teşvik ederek, çalışma sırasında karşılaştığı sorunları gidermeye çalışarakda yapar. Kadın bu " görevini" yaparsa erkek işe dinçleşmiş olarak gidecek ve üretim gücü daha yüksek olacaktır. Ancak kadının bu emeği hiçbir toplu sözleşmede göz önünde bulundurulmaz, bir bakıma bu emek çok değerli ve bedavadır. Eğer kadının yaptığı işler için kamu sektörünce sağlanmaya çalışılsa; yemek için lokantaya, kirlileri için temizlikçiye,ev işleri için hizmetçiye, başvurulsa, bu çok pahalıya gelecektir.
Ev kadını her zaman yedek işgücü, "gönüllü işgücü", demektir. Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde eğitim,sağlık ve kamu hizmetlerinde yapılan kısıntılardan doğan aksaklıkların giderilmesi, boşlukların doldurulması kadınlardan beklenir. Savaş zamanlarında ise yedek güç artık asıl güç olur. Savaştan önce kadının yapamıyacağı öne sürülen işler artık kadınlar tarafından yapılır.

Çalışma hayatında ise kadınlar aşağılanmaya çalışılır, genelde tek başlarına yetecek kadar ücret alamazlar. Çok uzun yıllar (ve belki biryerlerde halen) eşit işe farklı ücret politikası uygulanmıştır. Böylece kadınlara evlilik "yaşam sigortası" olarak sunulmuş ve benimsetilmeye çalışılmıştır. Bu politika aynı zamanda evine bağlı, "bağımlı " kadın imajını öven ve "dinçleşmiş iş gücü politikasının" devamlılığını koruyan bir içeriğe sahiptir. Yaşamını işine göre değilde, evliliğe göre kuran kadın doğal olarak bir gelecek olarak görmediği işyeri problemlerine de uzaktır. Çalışan evli kadınlar aynı zamanda evin bütün sorumluluklarınıda üstlenmek zorundadır. Ev işleri, varsa çocuk (ve ya çocukların ) bakımı, kocalarının bakımı hep kadının sorumluluğudur. Çocukları hastalandığında işe gitmemesi beklenen yine kadındır. Tabi kendine de bakmak ve bakımlı olmakda zorundadır. Zaten iş hayatında kadına uygun görülen işler genelde ev içindeki "görevlerinin" devamı niteligindedir. Özellikle hizmet sektöründe kadının yapabileceği iş genellikle garsonluk ve hizmetçiliktir. Bürolarda daktilo yazan, magazalarda satış elemanı olan, çocuk ve hasta bakıcılığı yapan hep kadındır. Bunları yaparken "güzel bir görünüş ve iyi bir yürek" beklenen kadından, aslında onun kadınsı çekiciliğini sunması beklenir. Kadınlardan becerileri yanında, evde "doğal görevi" olarak yaptığı işlerde beklenir: çay ve kahve yapmak, çiçekleri sulamak, çalıştığı yeri temizlemek gibi. Kadınlar sanayide ise paketleme, bantta küçük parçaların montajı ya da atölyede hep aynı parçanın dikilmesi gibi tekdüze işlerde çalıştırılır.

Kapitalist sistem ve (ve ya sınıflı toplum) içinde yetişmiş erkekte, kendine biçilmiş misyon gereği kadınların ezilmesinde ya da bu tarihsel sürecin oluşumunda yadsınamayacak kadar önemli bir role sahiptir. Erkeğin gözünde evi, ihtiyaçlarının karşılandığı bakımının yapıldığı yer, bunları gerçekleştiren ise evdeki kadındır. Bu anlayış çok "doğal " kabul edilmiş ve yeni nesillerde bu anlayışla yetiştirilmiştir. (Belki bütün kız çocukları "sen erkek misin!" sözleriyle yaptığı işten dolayı azarlanmıştır.) Genellikle sistem içinde ezilen erkek, kendi hakimiyetinde gördüğü evinde, evde yaşayan karısını ve (ve ya) çocuklarını ezerek psikolojide "yansıtma " denilen savunma mekanizmasını kullanılırlar. (Bu bir defa da kadın uygularsa çocuklarının üzerinde, gelecek sağlıklı nesillerden söz etmemiz mümkün olamıyacaktır.) Böylece kadın hem sistem hem de erkek tarafından ezilmiş olur. (Çocular için kadınıda eklersek baskı mekanizma sayısı üç olacaktır)

Kapitalizm kadın gücüne ihtiyaç duyduğunda ise "ücretilerin" isteklerinin hiçte yapılamaz şeyler olmadığını görürüz. 1960"lı yılarda kadın gücüyle ayakta duran tekstil sanayinde çalışanlara birçok sosyal haklar verilmişti:işyeri servisi, okul saatlerine uyacak şekilde çalışma saatleri, özel tatil günleri, alış-veriş yapılabilecekleri seyyar mağazaların fabrika bahçesine getirtilmesi gibi. Ama bunlar işgücü fazlalığı, sanayi krizleri nedenleri ortaya atılarak bu haklar geri alınmıştır.

Kapitalizm doğası gereği genelde insana, özelde kadına değer vermez. Hatta bu tarihsel süreç göstermiştir ki kadını olabildiğince ezmeye, onu metalaştırmaya çalışmıştır. Kapitalizmin eleştirisi olarak

28.01.2006 12:12

Devam ( Feminel )
 
George Santayana, " Kendi tarihlerini bilmeyen kuşaklara o tarihleri tekrar etmeye mahkumdur" der. Kadın sorunu, erkek sorunu gibi bu tarihsel gelişimden kolayca görüleceği gibi, kar amaçlayıp, aksine insanı ve onun ihtiyaçlarını önemseyen bir sistemde mümkündür. Russell, böyle bir sistemi şöyle biçimleştirmeye çalışmıştır. "Özel hayat" kavramını tartışmaya açıp, yeni bir "mimari" önermiştir: Tek tek ayrı mutfaklarda milyonlarca kadın aynı işi yapıyor. Bu işgücü müsrifliğini önlemek için, topluca yaşanılan yeni mimari yapılar önerilyor. Bu yapılarda mutfak, çamaşırhane gibi "özel hayat" statüsüne girmeyen yerler ortak kullanıma sunuluyor. Çocukların bakımı belirli bir süreden sonra (üç ay- altı ay) profösenel çocuk bakıcılarına bırakılyor. Yani çocuklar toplumun en önemli unsuru gerçegi ortaya konmuş oluyor. Böylece hem çocuklar sağlıklı yetiştirileceği hem de ebebeyinler bütün zamanlarını çocukla geçirmedikleri için, onları özleyecekleri ve birlikte oldukları zamanı daha ilgili ve sevgi dolu geçirebilecekleri düşünülüyor. İyi bir nufus planlanması ile işsizliği kaldırabilineceğini de savunuyor Russell. Günde dört saat çalışarak, bütün insanlığın aynı belki daha rahat yaşayabileceğini ortaya atmıştır. Gerçekten de rekabete dayalı bu sistemde insan ihtiyaçları tüketilmiyor, tüketilen ihtiyaç oluyor. Aynı zamanda dayanıklı mal üretimi yerine daha çok gelir getirsin diye daha çabuk bozulan mallar üretiliyor. Böylece dört saat çalışan kadın ve erkek kendilerine, eşlerine ve çocuklarına zaman ayırabilecektir. Üretim ve ürünler devlet tekelinde olduğu için kadın erkek, erkeğinde kadın üzerinde baskı kurması mümkün olmayacaktır. Kadın ve erkek her alanda eşit sayıldığından ikiyüzlülük olarak değerlendirilebilecek olan "çifte ahlak" anlayışıda ortadan kalkacağını iddia etmiştir.

Tarihsel süreç kadının kurtulması gereken bir konumda olduğunu hiçbir şüpheye yer bırakmadan gösteriyor. Ama aynı tarihsel süreç, kadınları ezen, baskı altında tutan, özgürlülüklerini kısıtlayan erkeklerinde aynı sistemin farklı dişlileri tarafından ezildiğini gösterir. Erkekler suçsuz değiller tabiki, ama kadınlarda öyle. Erkeklerin bir, kadınların iki, çocukların ise üç kez ezildiği bu sistem asıl suçludur. Kadının kurtuluşu, erkeğin kurtuluşu, çocuğun kurtuluşu, kısacası insanın kurtuluşu, kadın ve erkeğin bir arada omuz omuza verdiği insalığın kurtuluş mücadelesinden geçiyor. Ne erkek kurtulmadan kadın kurtulur, ne de kadın kurtulmadan erkek. Bu sistemden en çok faydalanan erkekler bile tam anlamıyla özgür değillerdir: mutsuz ve çok kazanma, daha çok kazanma hırsıyla varlar yalnızca. Yaşamı elde etmek olarak görüp, mutluğu neden elde edemediklerini bir türlü anlayamayarak, mutluluk taklitleri yaparak yaşıyorlar yalnızca

xstudentxnrw 28.01.2006 13:43

eski sayfalari arastir.. insan gibi niye
 
tin olsa belki yapardim..

xstudentxnrw 28.01.2006 13:45

yarinda hz muhammed arap degildi
 
türktü dersin :O)

bekliyorum

1insanol 28.01.2006 14:28

HAYATIN ANLAMI
 
Hayatin anlamini kavrayan ki$i, vahiyle ve vahyin sahibiyle irtibatini kurmu$ ki$i demektir.
Pascal`in “Bana filozoflarin degil,Peygamberlerin Rabbi lazim” feryadi sadece bir i$ik arayan bir insanin sözü olarak algilanmamalidir!
Zira istisnasiz bütün insanlarin fitratinda hakikatleri arama ve ya$ama yatmaktadir..
Hakikatleride ancak ve ancak yaratanin gönderdiklerinde bulabilen insan oglu..
Bazende kendini felsefi teorilerle yüklü Bati edebiyatina kaptirmi$tir.
Bahsi gecen felsefi akinlar ,insanligi ya bir buhrana ,ya cinnete yada ummadiklari bir anda intihara itiklemektedir..

felsefi akinlar genelde süpheci düsünce üzerinedir.ve faraziyelere dayanan,filozoftan filozofa degisen,düsünce fikirlerdir
sonucta ispati olmayan muallaktaki seyler.$üphe üstünde bir insan huzur bulamaz.vahiy inancinda süphe yoktur.filozoflarin da aslinda aradiklari bu son nokta yani vahiyle gelen bir olan Allah gercegi.

lakin bu gercegi bakar körler görememekteler yada nefislerine kullugu yediremeyen kibir sahibi kimseler görmek istememekteler.vahiy inancinda insan aradigi sorularin cevabini bulmustur.insanin Allah inanci ile herseyin bir sahibi oldugunu ve onu gözetip korudugunu bilmesi ona huzur verir.siginacak bir sonsuz gücün oldugunu bilmek insani en zor durumlarí asmasini kolaylastirir ve vahiyle gelen ebedi hayat vaadi.iste bunlar insanliga ümit veren huzur veren gerceklerdir...
genelde bati kökenli tabiatci ve cok zamanda cok tanrici fikirler tasiyan felsefi akimlar insanligi huzura degil,belirsizlik kafa karisikligina ümitsizlige iten ispatlanmamis hakikatten uzak süphelerdir.

Insan olarak kendimizi nekadar taniyoruz?
Hic kendimizi hesaba cekiyormuyuz?Bugün arzuladigimza yarin kavusunca, neden baska arzular pesinde kosuyoruz?
Ben bunlari kendime sordum, Umarim sizlerde sorma zahmetinde bulunursunuz.

Ne istedigini bilmeyen gönlüm

Ne istedigini bilmeyen gönlüm
İstekler pesinde kosup gidersin
Bi bilsen sende ne cevherler var,
Kullansan aslani koyun edersin

Güzeli görmüstü ezelden ruhum
Bundandir belkimde doyumsuzluklar
Dün arzuladim , bugün kavustum;
yinede doruhta, olumsuzluklar.

Karanlikta yildiza, kayb olunca günese,
Kosup yoruluyorum;
Anladim-ki doyuramaz evren bendeki a$ki
Cenneti gören gözün, genini tasiyorum.
Bundan bala kanmayip, pislige konuyorum
Ben anladi bendeki eksikligi,
Ruhumun gördügü YÜCE-yi` ariyorum

Kavradim-ki akillan taniyamam kendimi
aklim yikmalidir, madde bendini
Anca o zaman hürriyeti yakalar
Kayb olu verir benden, doyumsuzluklar..

28.01.2006 14:44

bla bla.. sadece tenkit etmek
 
cözüm ne arar sizde

28.01.2006 14:46

uns was ist die Lösung deiner Meinung o.
 
ohne Text

ladyburjuva 28.01.2006 17:08

Keraat vakti
 
Keraat vakti neden uyunmaz? Aciklamasi nedir?

kickboxer21 28.01.2006 17:34

o.T.
 
Kuran yetmez diyenler ?? kim bunlar neyin nesi?
Kurana inan hadislere inanma o anlamama
geliyor yani mesheplere inanma gibi birseymi?
Birazdaha aciklarsan sevinirim!
Simdiden tskler

28.01.2006 22:17

Seriat = Demokrasi
 
o yüzden herkes kendi sahsi DIN anlayisini af edersin ama kicina soksun diyebiliriz...

DININ asil amaci ortakliktir.. bunu anlamayanlardir SERIAT meriat LAGA LUGASI yapanlar..

CAHILLIK.. ILKELLIKTIR... baska bir sey degil

28.01.2006 23:43

es gibt keine LÖSUNG..
 
sind sind alle so selbstbewusst das wir keine anderen Meinungen akzeptieren. Nicht einmal drüber nachdenken möchten. Inzwischen ist es mir wirklich egal, wer was tut und was sagt. Ich kehre vor meiner eigenen Tür. Sollen es andere auch so machen.
Ziel ist einfach REINES HERZENS ZU SEIN!

29.01.2006 15:30

Du musst eines begreifen
 
ein Leben OHNE GESETZE gibt es nicht...

Jedes noch so primitive zusammen leben von Menschen Personen sogar das zusammen leben von Tieren erfordert eine GESETZESGEBUNG...

Deshalb sind Religion und Menschliche Erfahrungen von EXISTENZELLER BEDEUTUNG...

Auf diesen beiden SÄULEN BASIERT die Gesetzgebung der Menscheit...

SO ohne weiteres ohen fundierte Kenntnisse, kann man das gesamte Sytem nicht begreifen...

Reines Herzen bringt einem nicht weit... kapazität und Wissen ist es der dich im Leben weit bringt und reines Herzen musst du füpr dich selber sein... aber da du nicht alleine Lebst und auch andere um dich hreum hast... musst du ein Basis Wissen mitbringen.. deshlab gibt es Schulen Universitäten usw.... und Religion ist nur ein kleiner Teil des Ganzen

oezsu 29.01.2006 18:22

SERIAT DEVLETI
 
Ahmed Hulusi

Bana ulaştırılan samimî ve önemli bir mektuptaki “şeriat devleti” konusu dolayısıyla düşüncemi sizlerle paylaşmak istedim. Zira bu konu dolayısıyla insanlar, Allah’ın kendilerine vermiş olduğu sınırlı enerjiyi hakkıyla değerlendirememenin acısını çok fazla çekeceklerdir geleceklerinde!.

Mektup şöyle:

“Selam üzerinize olsun Üstad! Yazım biraz uzun ama lütfen okuyun. Yazılarınızı devamlı olarak takip eden ve sizin sayenizde bazı gerçekleri idrak etmeye çalışan bir gencim. Ama bazı konularda kararsız kalıyorum. Şu yazınız hakkında bir soru sormak istiyorum.

www.ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/insan/insan105.htm

Üstadım, burada İslâm devletine gerek yok demişsiniz. Allah aşkına dünyada şu an dahi onlarca Müslüman öldürülmekte olduğu ve güçlü bir İslâm devleti olmadığı halde bunun sebebini anlamış değilim. Bizim gayemiz tâbi ki Allah yolunda savaşmak olmalıdır diye düşünüyorum. İslâm devlete gelmiş değil insanlara gelmiş bir düzendir diyorsunuz ama eğer insanın içinde yaşadığı devlet Allah’ın kurallarını uygulamıyorsa nasıl İslâm’dan söz edebiliriz? Tâbi ki asıl önemli olan imanımızdır. Ama İslâm’ı daha fazla yaşamak varken niye sadece imanımızla yetinelim. Ben mesela İslâm’ı anlatamıyorum. Gerici damgası yiyorum, şeriatçı diyorlar. Şeriatçıyım yalan değil. Şer"i olanları uygulamakla mükellefim. Ama bunu bilmeyenlerin de öğrenmesini istiyorum. Şimdi sizin bu yazınız, “Din Allah’ın oluncaya kadar savaşın” emrine uyanları bir parça da olsa kararsızlığa itmez mi? Eğer İslâm devletine gerek yoksa niçin Rasûlullah (s.a.v) İslâm devleti kurdu? Onlar da kurulu düzen içinde İslâm’ı yaşayabilirlerdi. Ayrıca Allah da İslâm kanunlarını indirmezdi. Bunun çok önemli bir konu olduğunu düşünüyorum. Beni bilgilendirmenizi rica ediyorum. Benim yazımı okuduğunuz için de teşekkür ederim. Allah’ın selamı üzerinize olsun. Hayırlı günler...”

Şeriât devleti kurulmalı mı?..

Şeriât devleti nasıl olur?..

Yeryüzünde bir örneği var mı?..

Şeriat devletini kimler yönetecek?..

Bakın geçmişe dair bir devremi anlatayım size...

Henüz 18 yaşındayım; bu konulara yeni girmişim... Yalın olarak kelime çeviri bazında hadisleri ve Kurân’ı okumuşum... Büyük bir aşk ve enerji taşması hâli... Alabora olmuş duygu ve düşünceler!. Kadın eli tutmak bir yana, kafamı kaldırıp kadına bakmıyorum bile!.. O heyecanla, pencereden komşu hanımlara bağırıyorum başlarını örtmeleri için!. Sakal bıraktım, bere giyiyorum, şapka giyenlere ters gözle bakıyorum!

O heyecanla, o zaman çıkmakta olan “Yeni İstiklâl” dergisine şeriatçı yazılar yazıyorum değişik isimlerle... Şeriat uygulanmalı falan gibi konularda.

Bu arada İmam Gazâlî, Abdulkadir Geylanî, İbrahim Hakkı, Erzurumî, İmam Caferi Sadık, Hacı Bektaş Veli gibi “Tasavvuf”, yani İslâm’ın düşünsel yanını irdeleyen kişileri okumaya başladım. Konunun ezberci değil akılcı bir şekilde ele alınması gerekliliğini gördüm. İslâm’ın bambaşka bir yüzünü fark ettim tasavvuf ehli sayesinde!. Gerçek amacını keşfettim İslâm’ın!. Uygulamalarım, çalışmalarım değişti... Hayli açılımlar oldu... Bakış açım tümüyle farklılaştı ve 20 yaşındayken “TECELLİYAT” isimli kitabımı yazdım, o günkü anlayışımı anlatan.... O günden bugüne de bu bakış açım hiç değişmedi!.

O bakış açısı ve açılımlar olduğu zaman, yaşadığımız Müslüman toplumların “Şeriat” tepsisinde önümüze getirdiği ile, “orijin Şeriatın” birbirinden hayli farklı olduğunu tespit ettim.

Orijin İslâm’da, bugünkü lâik uygulamaların vermediği ölçüde insan hakları mevcuttur!. Başkalarına bilfiîl zarar verme söz konusu olmadıkça, İslâm kişiyi inancıyla başbaşa bırakır ve zorlamaz; cezalandırmaz!.

Allah Rasûlü ve Nebisi Muhammed aleyhisselâmın yaşadığı süreçte uygulanan kurallar ile, daha sonraki süreçte uygulanan Müslümanlık anlayışının çok çok farklı olduğu apaçık ortada idi...

Hadsiz hesapsız kişisel yorumlardan oluşan fetvalarla; kar topu gibi olan şeriat, günümüze ulaştığında bir çığ olmuştu!.

Geçmişte, tek bir İslâm Devleti olmamıştır Hazreti Âli’nin dünyadan ayrılışından sonra!. Hep saltanatlar veya diktatörlükler vardır!. Ondan önce ise zaten devlet kavramı yoktu... Kabile yaşamı, bir tür devlet yaşamına döndürülmeye çalışıldı!. Bugünkü devlet anlayışı ile o günkü devlet anlayışı arasında sadece isim benzerliği vardır!.

Kulaktan dolma dedikodu din bilgisiyle ancak hüsrana varılır!.

Kişiler kendi anladıkları İslâm’ı, ele geçirdikleri güç ile insanlara “orijin İslâm’mış” gibi kabul ettirerek saltanatlarını sürdürmüşlerdir yüzyıllardır.

“Orijin İslâm” Kurân ve Hadis’tir!.

Bugünkü yanlış kabul ise, “Kurân + Hadis + Kıyası Fukuha + ümmetin ortak kararı”dır!.

İşte yanlış bu noktada başlamaktadır!.

Kurân veya hadiste olmayan HER ŞEY, “KİŞİSEL YORUMDUR”, yani “FETVA”DIR ve kimseyi bağlamaz DİN ADINA!.

Hele hele, Kurân"da veya Hadiste olmayan bir konuya ilişkin kişisel yorumunun(fetva) Din hükmüymüş gibi uygulatılmaya kalkışılması, insanlara en büyük zulümdür!.

Bırakalım geçmişi bir yana...

Bugün dünya üzerinde, yalnızca Kurân ve Hadis temeline dayalı tek bir İslâm Devleti var mıdır?.. YOKTUR!.

Kişinin imanı veya İslâm anlayışı, “islam devleti” veya “şeriât devleti” kapsamına bağlı olsaydı, bugün yeryüzünde imanlı veya İslâmı kabul etmiş tek kişi olmazdı!. Oysa bugün binlerle evliyâullah, “İslâmî olmayan rejimlerle” yönetilen ülkelerde yaşıyor yeryüzünde!.

Mezheb, tarîkat, cemâat anlayışları dolayısıyla, bölgesel Müslümanlık anlayışları ihtiva eden; kendi anlayışları dışındaki tüm inananları “kâfir” gören dar ve sınırlı bakış sahiplerinin oluşturduğu devletleri nasıl İslâm’a bağlayıp, İslâm’ı küçültebilir, o yüzden İslâm’a laf getirtebiliriz?..

İSLAM’ın yüceliği beşeri yanlışlar yüzünden karalanmaktan münezzehtir!

Kendi cemâatlerinden olmayanı, kendi târikatlarından olmayanı, Müslüman kabul etmeyen; başı örtülü olmayan hanımı dinsiz, kâfir kabul edip, kendilerinden saymayan zihniyetler mi şeriât devleti kuracak da toplumları yönetecek elinde sopa ve satır ile?!

Hangi mezheb ya da tarikat veya cemâat anlayışına göre şeriat devleti kurulacak?... Böylece de, kaç kişi, kaç kişiye hükmedecek ALLAH ve DİN ADINA; diyerek!. Düşünebiliyor musunuz bunun sonucunu!.

Bugün Müslümanlar, böylesine birbirini dışlayan veya arkasından kuyusunu kazan anlayış farklılıkları içinde kümelenmişken; kendi görüşünde olmayanların kitaplarını yasaklayan bir kafa yapısına sahipken, nasıl bir birlikten ve o birliğin yönetiminden söz edilebilir ki!.

Gerçekçi olalım ve kendimizi aldatmaktan vazgeçelim. Köyümüz sınırları içinde düşünmekten arınıp, global bakmayı ve değerlendirmeyi öğrenelim!.

Kesin olarak bilin ki, “Mehdî” lakabıyla bildirilen YENİLEYİCİ, eğer olağanüstü kuvvelerle donanmış bir ordu beraberinde, beyaz atlı komutan olarak gelmezse, “şeriat devleti” beklentisi, insanların enerjisini yanlış yolda harcatan ham hayal olmaktan öteye gitmeyecektir!.

Hayal edildiği şekilde bir Mehdi’nin, ortaya çıkmayacağını 1985"te yazdım. Yenileyici"nin, ta o tarihlerde (1400-1410), işlevini yerine getirmeye başlamış olabileceğini yazdım... Yıllardır her sene hacda Mehdi çıkacağını bekleyenler hep boşa çıktılar!. Suudî saltanatı sürdüğü sürece de O Zât’ın açığa çıkacağını sanmıyorum! Bu benim kişisel düşüncemdir. Bundan sonra da ömrü olanlar haklılık derecemi bu konuda da göreceklerdir inşâallah!.

Yenileyici, diyelim 1980 ya da 1985 ten beri görevine başlamış, işlevini yerine getiriyorsa, bu kadar zamandır acaba neyle meşgul? Ne yapıyor?

Yaşadığınız günün gerçeklerini iyi görün!.

İslâm yeryüzünde, dar kafalı, şekilci anlayışlı, robot beyinli, ezberlediğini tekrardan öteye gidemeyen din âlimleriyle(!?) değil, işin hakikatini görüp yaşayan gönül ehliyle yayılmıştır!.

Devleti değil, gönülleri fethetmeye çalışalım!.

Allah yolunda savaşmak demek, Din hakkında bilgi sahibi olup, insanları Rasûlullah yolundan uyarmak demektir!. İnsanların neye, neden, nasıl iman etmeleri gereklerini onların anlayabileceği lisanla anlatmak, açıklamak; onları sürü olarak görüp gütmeye kalkışmamak, demektir!.

Yaşadığımız devir, insanların imanlarının kurtulmasına hizmet vermek devridir! Onlara anladıkları dilden anladıkları tarzda hitap etmek devridir! Ehlinin anlamakta zorlandığı lisanla yazılmış kitap veya hitaplarla topluma hiç bir mesaj verilemez!.

Rasûlullah, devrinde "kılık-kıyafet Müslümanlığı" yapmamıştır! “Gardıropçuluk” ilkel kafalara mahsus bir haslettir!. İlkel insanlar birbirlerinin kıyafetlerine ambargo koymaya kalkarlar!. Rasûlullah, Din gerçekleriyle ilgili olmayan konularda, yaşadığı putperest toplumun örf ve âdetlerine saygı göstermiştir!. Bu bize açık örnektir!

Mevcut yönetimlerin yanlış, haksız ve belki de inançsızlığı doğrultusunda amaçlı uygulamalarını, yerinde bulmamak ve karşı çıkmak ayrı şeydir; onun yerine bir başka yanlışı uygulamak uğruna ömrü hebâ etmek ayrı şeydir!.

Yıllardır, kapkaç olaylarını “gasp” kapsamında değerlendirecek tek bir kanun maddesi çıkartamayıp, toplumu rahatlatamayan kişilerden, daha büyük sorunların çözümünü nasıl beklersiniz?..

Yaşadığınız dünyanın gerçeklerini görün!. Kendinizi aldatmayın!. Bunun faturası en ağır fatura olacaktır!

Yıllardır, Türkiye’de perde arkasından “solcuları” veya “şeriât isteklilerini” dar kalıplı söylemlerle itekleyen aynı merkezin; ve bu süreçte de amaçlarına ulaşanların, kimler olduğunu iyi araştırın!. O söylemlere kanan devrimcilerin bugün hangi çizgide olduklarına bakın!.

Yıllar içinde, çeşitli sebeplerden dolayı, “DİN” anlayışı Türkiye’de yozlaşmış; gizli Kuran kurslarında, cemaat evlerinde, yetersiz ve kalıpsal bilgiyle bloke olmuş, kendi doğrusundan başka birşey bilmeyen beyinler, topluma din adına yön veren noktalara yerleşmiştir!.

Ölüp yok olup, kıyamette topraktan biteceğini düşünen din bilginleri(!) yetiştiren bu kurslar ve cemaatler, İslâm’ın önündeki en büyük perdelerdir esasta, devlet değil!.

İnsanlar kendi iyilikleri için, âcilen, bizzât yeni baştan DİN’i araştırmak ve sorgulamak zorundadır!.

Ömür geçiyor ve hızla tükeniyor!. Süre hızla azalıyor!. Yalnızca dünya yaşamında kazanabilecekseniz ebedi hayatı, bu sizin son ve tek şansınız!.

Türkiye’de sorun, “şeriat devleti” değil, gerçek İslâm Dini bilgisinin kasıtlı olarak örtülmesidir!.

Tek bir anlayış, tek bir yorum insanlara ezberletilerek DİN öğretilmiş olmaz!.

Ne devletin işine gelmektedir GERÇEK İslâm Dini’nin dillendirilmesi; ne de tarîkat veya cemâat ehlinin!.

Neden acaba?...

Bunu iyi sorgulamak ve düşünmek gerekir kanaatimce.

Hiç bir DİNÎ işlev, para karşılığı yapılmaz!. Yapılırsa, ticâret olur adı, Din’e hizmet değil!.

DİN, meslek değildir!. Meslek olmaz!.

Mesleği DİN olanın, işi de ticârettir!.

Din, para kazanmak veya dünyevi başka çıkarlar için kullanılabilir, ama bunun sonucu hüsrandan başka bir şey olmayacaktır!.

Kafasında “tanrı” yaratan, kendi anlayışına göre herşeyi mubah görebilir istekleri doğrultusunda... Ancak Hazreti Muhammed’in açıkladığı ALLAH’ı ve O’nun getirdiklerini anlayanların dünyası bambaşka bir dünyadır!.

Dünya GEÇİCİDİR!.

Hazreti İsa, kendisini siyâset için kullanmak isteyen Barabbas’ın oyununa gelmedi!.

Çünkü o “ALLAH” ehli idi... Biliyordu ki insanlar için önemli olan, “sonsuz olan ölümötesi yaşam”dır!.

Bıraktı onları kendi yaratılış şekilleri üzere dünyevi faaliyetlerle kulluklarını yapmaya!.

Yaşamlarında, şeriâtın ne olduğunu farketmemiş insanların, devlete şeriat isteme duyguları ne kadar enteresandır!.

Bütün bu konularda yanlış anlamanın gerçekte tek bir sebebi vardır:

Kurân işaretleri ve uyarıları ile Rasûlullah uygulamasının bir bütün olarak ele alınmayıp; içinden seçilen tek bir âyet veya hadisin doğrultusunda meseleye bakılması!. Gizli kurslarda veya evlerde ezberletilen yorumların gerçek orijin DİN sanılması!.

Devlet müsaade etse de, herkes görüşünü açıkça TV’lerde söyleyebilse, toplum gerçekleri anlayıp herşeyi değerlendirebilecek; telekomik ilahiyatçıları fark ettiği gibi!.. Ne var ki buna bile izin yoktur! Çünkü düşündüğünü dile getirme özgürlüğü yoktur ülkelerin çoğunda!.

Gerçek özgürlük, düşündüğünü özgürce dillendirebilme özgürlüğüdür! Uygar ve gelişmiş toplumlarda yaşanan bir özgürlüktür!. Bütün özgürlüklerin de başıdır!.

Yol uzun... Ömür kısa... Şiddetli depremler ve çöküntüler, meteorlar yolda!. Üçüncü dünya harbi kapıda... Deccal sırada!.. Yenileyici kendi işlevini yapmakta ortaya çıkmadan!..

Hakikata eremeden, Allah’ı bilemeden, Allah sistem ve düzenini kavrayamadan ve buna göre hazırlanamadan dünyadan ayrılmak her an söz konusu!

Dünya’da yaşamaktan amaç, özündeki Allah’a ait kuvveleri keşfedip onları uygulamaya sokarak sonsuz yolculuğa çıkmaktır!. Bunu başaramazsak, diri diri gireceğimiz mezarda başlayacak sonsuz yolculukta hâlimiz perişan olacak!..

Kâbirdeki üç soru, “Rabbin”, “Nebin”, “Kitabın” sorularıdır sana; Şeriat devleti kurup sopayla insanları hidayete eriştirip eriştirmediğin değil!.

“Biz isteseydik tüm insanlara hidayet ederdik” veya “... Sen onlar üzere zorlayıcı değilsin” âyetlerini iyi düşünmek gerek!..

Konu çok daha geniş, ama sıkmamak için kısa kesmek lazım...

Prensibimizi Rasûlullah koymuş:

“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; sevdirin, nefret ettirmeyin!..”

Allah kolaylaştıra...

AHMED HULÛSİ
21 Ocak 2006
North Carolina, USA

xstudentxnrw 29.01.2006 19:54

demek istedigi su:
 
hadisler uydurma inanma.. alimlere güvenme, sadece kendi kafani kullan..

ardindan enes gibi diger dinleride okuyup uygulamalisin.

ama dinini degistirirsen daha cok sevinebilirlermi bilemiyorum :O)


kac sefer cevabini aldilar, hep ayni seyi bir kac ay sonra tekrar ediyorlar :O)


Alle Zeitangaben in WEZ +2. Es ist jetzt 03:55 Uhr.