Vaybee! Forum

Vaybee! Forum (http://localhost/forum/index.php)
-   Gesellschaft & Soziales (http://localhost/forum/forumdisplay.php?f=398)
-   -   Religion & Glauben (http://localhost/forum/showthread.php?t=4272)

peren 20.10.2005 19:51

Islamda Kadin erkek esitligi
 
Degerli Alp bana yazmis oldugun cevaba karsilik yeni bir makale yaziyorum, aslinda assagiya bir kez yazdim, yalniz gözünden kacabilir düsüncesi ile tekrar buraya yazmak ihtiyaci hissettim. Benim icin önemli bir konu:
Bir degil bir kac ayeti misal vermistim. Bütün Kurani burayi kopyelemek istemiyorum. Bir kac ricam olacak degerli düsünür ve Kuran bilirkisimiz yüce Apl001:
Burada bir tane Nisa 34 degil bir kac sureyi örnek olarak gösteriyorum, lütfen bir sureyi aciklayip digerlerini "S" gecme.
Bana farkli tercümelerle geliyorsun, bende sana belki yardimci olurda sürekli tercümeler üzerine tartismak zorunda kalmayalim diye Harun Yahya nin tercümelerin buraya ekledim (Harun bey bir islam alimidir bir coklari icin). Yok O"nuda begenmedim dersen baska büyük Islam düsünürlerinden tercümeler arayacagiz, elbet bir gün senide benide mutlu edecek ortak payda da bulustugumuz bir tercüme bulunur, EVRENSELLIK budur zaten:-)
Sayet Kuran evrensel ise her kesin farkli yorumuna birakilmamali. Zaten asil can alici konu budur. Senin de bahsettigin gibi bir sürü alim, hoca vs. cözememis, normal ölümlü disardaki cahil insan bunu nasil cözecek? Hani nerde Kuranin evrensel olusu? Herkes, her daim, her alanda ve her zamanda ayni seyi anlamalidir degilmi? Yoksa Kuran herkesin yorumuna acikmidir? Bu benim mantigima yatti, zaten arapcayi kimse bilmiyor.
Bir kere evrensel bir kitabin arapcada ve sadece ama sadece arapcada yazilmasi bir hatadir. Evrensellik burda bitiyor (yada sizin degiminizle farkli bir boyut aliyor, bunada yakistiracagin anlamli! bir kelime oyunun vardir, bekliyorum). Sonra iki kisi bunun üzerine tartisacagi sirada: yok efendim o kelimenin tercümesi sudur, bu kelimenin tercümesi böyledir.
KURAN EVRENSEL!
bütün kanitlar insan aklina yatkin:-)
und daraus resultiert: die erde ist eine scheibe:-)
Neyse tekrar konuya dönüyorum:
1. NISA 34
Benim verdigim örnek: Allah"ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah"ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.(Nisa/34)
Harun Yahya"dan Nisa 34: Allah’ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde ‘sorumlu gözeticidir.’ Saliha kadınlar, gönülden (Allah’a), itaat edenler, Allah nasıl koruduysa görünmeyeni koruyanlardır. Nüşuzundan korktuğunuz kadınlara (önce) öğüt verin, (sonra onları) yataklarda yalnız bırakın, (bu da yetmezse hafifçe) vurun. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın. Doğrusu Allah yücedir, büyüktür. (Nisa Suresi, 34)
2. BAKARA 228
"Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinda belli hakları vardır.Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler." (Bakara/228)
Harun Yahyadan: Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç ‘ay hali ve temizlenme süresi’ beklerler. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorlarsa Allah’ın rahimlerinde yarattığını saklamaları onlara helal olmaz. Kocaları, bu süre içinde barışmak isterlerse, onları geri almada (başkalarından) daha çok hak sahibidirler. Onların lehine de, aleyhlerindeki maruf hakka denk bir hak vardır. Yalnız erkekler için onlar üzerinde bir derece var. Allah Aziz’dir. Hakim’dir. (Bakara Suresi, 228)
Perenden bir cümle: (Erkeklerin kadınlardan üstün olduğunu kesinlikle belirten bir ayet...)
3. NISA 3
Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdir de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.(Nisa/3)
Harun Yahya aciklamasi: Yetimlere mallarını verin ve murdar olanla temiz olanı değiştirmeyin. Onların mallarını mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu, büyük bir suçtur. Eğer yetim (kız)lar konusunda adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, bu durumda, (onlarla değil) size helal olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın. Şayet adaleti sağlayamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir (eş) ya da sağ ellerinizin malik olduğu (cariye) ile (yetinin). Bu sapmamanıza daha yakındır. (Nisa Suresi, 2-3)

peren 20.10.2005 19:54

Das was ich dazu denke
 
Alles sollte so einfach wie möglich gemacht sein, aber nicht einfacher!(A. Einstein)
Anlayana:-)
Saygilar

xbaburx 20.10.2005 23:47

kişi yazdığından ayrı değildir.
 
yazdığım yazıları eleştir cevap ver beni değil kişilere takılma sözleri retorik bir aldatmacadan baska bir sey değildir.bu tarz batılı kimliğe sahip insanlar için genel bir hastalıktır cubku decartes in dusunuyorum o halde varım kalıplaşmasından olsa gerek varlıklarını düsüncelerine baglarlar.her seyi soyut aklın verilerine göre yorumlamaya kalkarlarKİŞİLİK BAKIS ACISI ÖZNELLİĞİN MERKEZİLİĞİ gibi konuları "S" gecerler.şairin bir sözü vardır. DOĞRU YALANCININ ELİNDE DOĞRU OLMAZ.
istedikleri kadar bilimsel sonuclar zırvalasınlar kişilik bozuklugu olarak görülecek davranısları sergilerlerse sözlerinin bir önemi yoktur..tabi masal anlatmıyorsa..

hasılı kelam dindar insanların yaklasım olarak kişi merkezli düsünmeleri sözlerin çıktıgı kafayı havada ucusan laf canbazlıklarından ayırma AKILLILIGIDIR.böylelikle aldatılmaları neredeyse imkansız hale gelir.

bir de işin yalancılık kısmına değinecek olursak bir muminin Allahın tek ilah oldugundan muhammed sav in onun kulu ve elçisi oldugundan kuranın Allahın kelamı oldugundan kesinlikle suphesi yoktur.MUMİN EMİN OLMUŞ DEMEKTİR.her seyiyle emin oldugu bir konuda birisi ne derse desin mumin için zırvadan yalandan öte gecmez.dolayısıyla ilkönce kişiyi sorgular ve sarsmaya calısır.kendine gelsin diye.ve kişi o kişi kendisini kendi attıgı yalana inandırmak için o kadar komplike düşünür ve yalan kompleksi dizerki kişi hayrete düser ve bunca zırvalıga cevap verme sacmalıgından kaçınmaya calısır.benim anladıgım kadarıyla senin yapmaya calıstıgın bu.ve peren hanımın anlamaya yanasmadıgı bu.yukseklerden indigi takdir de kendisini varettiğini düsündüğü FİKİRLERİNİN ne kadar bs oldugunu görmek zorunda kalacagı için bu yukseklik tutkusunu korumak zorunda kalıyor.istesen de inmez.

batı felsefesinin ve yasam tarzının insanı tarumar eden yıkıcıgılıgından kaçamayan insanların her saplantısına cevap yetistirmek zorunda değildir mumin.dediğin gibi arastırmayı cok seven peren hanım islam alimlerin binlerce ciltilik eserlerinden hangilerini değindiği konulara dokunanlarından bari hangisini okuyup da incelemiş.oryantalistlerin ve pozitivistlerin din yorumlarından hareketle ayet sıralamayı marifet bilmek pek akıllıca olmasa gerek.peren hanımın esaslıca bir islam felsefesi kelam akaid okuması icab ediyor.okursa bakalım hala bir seyler sıralamaya cur et edebilecek mi?ama curetkar oldugunu zaten kanıtlamıs durumda:)

Sende biliyorsun dostum.islamın kaynakları inanılmaz ölçüde saglamdır.ve islamda en temel esas yalanın yasaklanmasıdır.Allahın kelamına sahit olmus rasuluyle yasamıs insanların inanılırlıgı yaniye kişiye inanmak kişiyi ön planda tutmak batılı zihn,in hezeyanlarından kat bekat ölçüsüzce kuvvetlidir.bir yıgın laf canbazlıgından ibaret olan zihin karmasasından baska bir seyi iafade etmeyen yaklasımların karmasıklıgına kanarak kişi imanından oalcak değil.aldatmacanın aslıda GUYA BUNUN BİLİMSEL AKLA ARASTIRMA İNCELEME VE DENEYE DAYANMASI.
Sahabenin arastırma deney ve gözlemleri bunlarınkini yuz milyon kere katlayıp toz haline getirmege yeter.kendi yalanına sarılmaktan baska caresi olamayanların caresizliğine acımaktan ve Allah akıl versin de hidayet bulsunlar demekten baska cıkar yolumuz yok zannımca..

yazıların hakkaten mukemmel.Allaha emanet ol.vesselam.

xbaburx 21.10.2005 00:14

kişiye saldırma kolaylıgına düştüm
 
zannımca:)yok öyle değil.söylediklerinize cevap verebilmek için pc basından birkaç saat kalkmamak icab ediyor.ve cevapların doyurucu olması içinde baya emek harcamak da icab ediyor tabi.ve bir yazıda bu kadar cok benim acımdan zırvaya cevap yetistirmek de kolay diil tabi.cok tutarlı görünen zırvalar..asagıdaki yazıda kişilik farkına değindim.sizin düsünme sistematiğiniz ile bizim düsünme sistematiğimiz birbiriyle kıyaslanamaz.yani tamamen ayrı yollara cıakcagı kesin olan düsünme sekilleri..siz bizi sizin düsünme seklinize göre düsünmeye bu yöne itmeye calsıyorsunuz..sizin sistematiğinizle sizin dusuncelerinize ulasılır..burada kişilik ve düsünme sistemi üzerinde durmaya calısıyorum daha cok.bu dar ortamda da ancak bu yolla bir yere varılır dusuncesindeyim.aksi halde bir yıgın malumat saldırısından baska bir seye maruz kalmayız.

sizi tanımlama cabam dusuncelerinizi zaten tanımlamıs olmamdan kaynaklanıyor.kişilik deiğim seyde fikri alanda serdettiğiniz dusuncelerle alakalı.toplumsal alanda insana dönük bir yalancılıkla suclamadım. daha genis vakitlerde konusmak üzre.

saygılar.

6666mahfuz 21.10.2005 07:10

Bakara 228.
 
228-Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç adet süresi beklerler ve Allah"ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri, kendilerine helâl olmaz. Eğer Allah"a ve ahiret gününe inanıyorlarsa gizlemezler. Kocaları da, barışmak istedikleri takdirde o süre içersinde onları geri almaya daha layıktırlar. O kadınların, üzerlerindeki meşru hak gibi, kendilerinin de hakları vardır. Yalnız erkekler için, onların üzerinde bir derece vardır. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

(Bu üstünlük aile reisliginden ibarettir.)

6666mahfuz 21.10.2005 07:28

Nisa 3.
 
3- Eğer (kendileriyle evlendiginiz takdirde) öksüz kızlarla evlendiğinizde onlara karşı adaletli davranamamaktan korkarsanız, hoşunuza giden diğer kadınlardan iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz. Eğer adaleti gözetmemekten korkarsanız, o zaman bir tane ile veya elinizin altındakiyle (sahip olduğunuz câriye ile) yetinin. Doğruluktan ayrılmamak için bu daha elverişlidir.



(Yaratilistan gelen kiskanclik duygusuna ragnen ayetin, erkeklere birden fazla kadinla evlenme izni vermesi öteden beri -daha ziyade gayr-i müslimlerce- tenkit ve itiraza konu edilmistir. Ancak Islam`in bu iznini diger talimati ve hayatin degisen sartlari icinde ele almak gereklidir. Islam`a göre zina kesin olarak haramdir.; su halde zinaya giden yollari tikamak gerekir. Erkegin güclü ve yeterli, kadinin ise zayif ve isteksiz olmasi veya dogurdan olmamasi halinde, savas vb. sebeblerle erkeklerin azalmasi ve kadinlarin cogalmasi gibi durumlarda , erkegin birden fazla kadinla evlenmesi zaruri olabilir. Böyle durumlarda erkegin birden fazla kadinla evlenmesi bir emir degil, bir izindir. ikinci ve ücüncü...es olacak hanim da buna mecbur degildir. Ayrica bu izin kayitsiz, sartsiz olmayip adalet sartina baglanmis., buna riayet edemeyeceginden korkanlara bir kadinla yetinmeleri emredilmistir. Bütün bu kayitlar ve sartlar bir arada düsünüldügü zamand Islam`in bu izinin, zaman icinde degisen sartlara ayak uydurma bakimindan en müsait yol oldugu acikca anlasilacaktir.)

6666mahfuz 21.10.2005 07:48

Nisa 34.
 
34- Erkekler, kadın üzerine idareci ve hakimdirler. Çünkü Allah birini (cihad, imamet, miras gibi işlerde) diğerinden üstün yaratmıştır. Bir de erkekler mallarından (aile fertlerine) harcamaktadırlar. İyi kadınlar, itaatkar olanlar ve Allah"ın korunmasını emrettiği şeyleri kocalarının bulunmadığı zamanlarda da koruyanlardır. Fenalık ve geçimsizliklerinden korktuğunuz kadınlara gelince: Önce kendilerine öğüt verin, yataklarından ayrılın. Bunlar da fayda vermezse (bunlarla yola gelmezlerse)dövün. Eğer size itaat ederlerse kendilerini incitmeye başka bir bahane aramayın. Çünkü Allah çok yücedir, çok büyüktür.


(Erkeklerin maddi ve manevi özellikeri ile ekonomik rolleri onlarin aile reisi olmalarini tabii kilmistir. Aile kücük bir toplumdur. Toplum düzenle yasar. Düzen ise bir reisi, bir idareciyi zaruri kilar. Islam`da devlet baskanindan aile resine kadar her idareci ilahi talimata göre haraket etmek, yönetmek mecburiyetindedir; su halde onlara itaat bu talimata itaat demektir. Idare eden veya edilen bu talimatin disina cikar, itaatsizlik ederse, müeyyide uygulanir. Burada bahis mevzuu olan zevcenin itaatsizligidir. Care olarak önce ögüt vermek, sonra yatak boykotu ve daha sonra da dövme tavsiye edilmistir. Kur´an i bize teblig eden Hz. Peygamber (s.a.) hicbir zaman kadin dövmedigi gibi, &gt Kadini esek döver gibi dövüp de günün sonunda onu koynunuza alip yatmaniz olacak sey degilmidir?&gt buyurarak ümmetine uyarmistir. Dövme müeyyidesi kullandigi taktirde kadinin canini yakmayacak ve vücüdünde iz birakmiyacak sekilde uygulanmasi gerektigini de ifade buyurmustur. Su halde dayagi Islam getirmemis, aksine onu hafifleterek ortadan kaldirmaga yönelmistir. Ayrica kadina da, kocasindan sikayetci olmasi halinde hakem ve hakime basvurma, hakkini arama imkani vermistir.)

kocasinan 21.10.2005 11:15

Bir Film
 
Aşagıda verdiğim linke gittiğinizde karşınıza bir kaydet penceresi çıkacak.Orada bilgisayarınızda nereye kaydetmek isterseniz seçin rar ile açıp izleyin.Bakın bakalım dünya üzerindeki çocuklar arasında ne kadar bir fark var.Cevap göndere bilirsiniz.


<a href="redirect.jsp?url=http://www22.megaupload.com/files/60913e3ab9b2945db46543def2acac8d/AVSEQ02.rar" target="_blank">http://www22.megaupload.com/files/60913e3ab9b2945db46543def2acac8d/AVSEQ02.rar</a>

21.10.2005 11:58

Peren hanim :o)
 
Siz ne kadar Mutsuz olsanizda Tarihi gercek budur. Islam tarihinde Belgelidir.

Ve Tarih Biliyorsunuz Bilimdir :o)

Benim takildigim Sizin Gibi bilime deger veren Insanlarin dedikodulari kanit diye buraya sunmaya kalkmalari :o)..

Ayrica sunuda Yazmakta yarar Görüyorum:

Bu Güne kadar Yüzlerce ateist bilim adami Kuran gercegini cürütmeye calisti :o)

Gayet tabii bu Durum " Cücelerin Hüsrani " olarak tarihe gecti. :o)

" Kuran in Taklit edilemezligi " baslikli yazim BIR KANITTIR !..

Bunu Cürütmeye veya benzeri bir eser Yaratmaya gücünüz yetiyorsa BUYRUN !..

Bütün Bilim adamlarini da yaniniza yardimcilar olarak alin..

Tarih Her Tahrifati ortaya cikarmis ve cürütmüstür. Incil ve tevrat bunun en acik örnegidir..

Arzu ederseniz Onuda kanitlarim..

Bana Ilhan Arsel ve Turan dursun Hikayeleri ile gelmeyin.. Kanit getirin..

Kirmizi baslikli kiz hikayelerini Tutmam pek..

Hoscakalin

21.10.2005 12:05

Hristiyanlik = PAGANIZM !..
 
Katolik Inancinin Bütün gelenekleri Paganisttir.

Isa nin dogum günü olan 25 Araliktan Hac a gerilip öldürülmesine kadar ve 3 gün sonra geri gelmesine kadar En ince ayrintilari ile pagan mitolojisinde mevcuttur.

a&ltyrica sunday-Sonntag Paganlarin Yani günese tapanlarin tatil günüdür :o)

tartismak isterseniz Ayrintilara girebilirim...
Isa nasil tanrilastirildi ?
Karisi ki cok soylu bir hanimdi Nasil ** Fahise ** damgasi ile Tarihten silinmeye calisildi ?..
Yalanlar iskenceler cinayetler entrikalar..

Ayrica Size Leonardo da vinci nin Kilise icin yaptigi meshur ** Aksam yemegi ** Tablosuna bakmanizi öneririm..

Oradaki 12 Havariden birisi Kadindir ( Maria magdelena ) Yani karisi.. Isa nin Hemen yani basinda sag tarafinda oturur B hristiyan aleminin gözünden kacmistir :o)

ayrica Tabloyu bir sekil olarak görürseniz yani insanlara sekil olarak bakarsaniz Tablonun Orta yerinde Bir ** M ** harfi görürsünüz Bu da maria magdelena dir. Yani papa nin tarihten silmek istedigi isa nin karisi..

Hoscakalin

:o)

21.10.2005 12:13

o.T.
 
Ne Komiktir ki;

Hristiyanlar bilmeden Her sunday ya da Sonntag Bir PAGAN ayinine giderler :o)
Bizim Müslümanlarda Pagan tanrisi i Bekler dururlar :o)

Gelip de 40 yil hüküm sürecek müslüman olacak diye..

Isa nin tanrisalligi Yani Tanri nin oglu oldugu NIKAIA Konseyinde oy birligi ile Ortaya cikmistir :o)
Ölümünden 400 yil sonra IZNIK de :o)

Roma impratoru Constantine Isa yi tanri nin Oglu olarak kabul etmekle Paganlarin hristiyanliga karsi gelmesini önlemis ve hristiyanlarin kendilerine kutsal bir kanalla baglanmalarina vesile olmustur.

KATOLIK ROMA KILISESI !...

Dügüm Burada !..

Constantine Isa nin Satatüsünü ölümünden 400 yil sonra yükselttigi icin Tarih kitaplarini yeniden yazmak icin cesur bir hamle yapmasi gerektigini biliyordu.. Bu yüzden Isa nin insani özelliklerini anlatan kutsal kitaplari lanetleyen Onu tanri gibi yüce gösteren Incilleri yücelten yeni bir incil yazilmasi gerekiyordu..
Eski Incilleri yasakladi toplatip yaktirdi..
yasaklanmis incilleri Imparatorun yazdrdiklarina tercih edenler Kafir veya cadi ilan edilip yakiliyordu..

Ama Bu kadar Zulme ragmen bazi eski inciller günümüze kadar gelmislerdir..

Lut gölü yazmalari 1950 de Yahuda cölünde Kurman vadisinde bir magrada bulundu..
Birde 1945 de kipti yazmalari bulunmustu..... Bu yazimlar isa peygamberi insani terimlerle acikliyordu :o)

Ve Vatikan bu yazimlara el koydu hala Kütüpanelerinde dir.


Hristiyan sembolleri tamamen Pagan sembolleridir.
Misirlilarin Günes cemberleri hristiyanlarin azizlerinin kafasinda ki halkalara ( Halelere ) Dönüstü :o)

Tanrica ISIS in mucizevi bir sekilde gebe kaldigi Oglu HORUS u emzirdigini remeden sekiller ve heykeller Hz. Meryem in bebek isa yi emzirdigi modern sahnelere dönüstü..
Katolik ayinlerindki tüm görsel Unsurlar psikoposluk taci,sunak ,Ilahi okumak ,kominyon Dogrudan pagan dininden alindi..

Pagan dinindeki Tanri MITHRA tanrinin oglu diye bilinir 25 aralik da dogmustu

sonra bir tas mezara gömüldü 3 gün sonra yeniden dirildi..

Bu arada 25 aralik Osiris in ,Adonis in Dionisos un dogum günüdür.

Krisna dogdugunda tütsü altin ve laden recinesi ile beraber gelmisti..
Hristiyanligin kutsal günü bile Paganlardan calintidir.


Simdi Anliyabiliyor musunuz Roma Imparatorlugunun nasil Mucizevi bir sekilde hristiyan oldugunu..

Aslinda gercek hristiyanlarin pagan dinini alarak Putperest oldugudur.

Ve bu gercek ortaya cikacak diye Vatikan in ödü kopar..


Bütün Bunlar Da vinci nin Ölümsüz zekasi altinda ortaya konulan sifrelerle korunmus Zamanimiza gelmistir.


Sion Tarikati Balik burcunun bittigi dönemi aciklama yüzyili olarak kabul eder ve balik burcu Yani iki bin yillik süre Bitmistir.. Yani Zamanimiz aciklamanin yapilacagi belgelenecegi ve Sonuc itibari ile vatikan in tarih in karanliklarina gömülecegi zamandir..

Bekliyelim..

iyi ki bu zamanda yasiyoruz enteresan bir yüzyil

:o)

Leonardo da VINCI Isa nin el yazitlarini meshur tapinak sovalyelerinden devralan SION ( Koruyucular ) Tarikatinin Üstad adi verilen baskanlarindan birisidir..

Bu Bilgiler maria magdelena Yani isa nin hanimi tarafindan kIZLARI oLAN SARAH a devredilmistir. 4 sandik yazittir. hristiyanligin ve Isa nin kendi el yazisi ile ögretilerini icerir.

Papaligin Asirlar önce baslattigi ilk hacli seferleri bu Yazitlari eli gecirebilme amaci ile yapilmistir. dogan tehlikeden ötürü Sion Tarikati Yazitlarin Yerini Olagan üstü sayilacak sekilde sifrelemistir..

bu sifrelerin son düzenleyicisi leonardo da VINCI dir.. Bu Sifrenin Bulundugu Tasa Kilit tasi denir..
Cok Ince bir papirus a yazilan sifre 5 harften olusan birbine gecmis Bir tas kürdedir sifreyi bilmeden Acilmasi imkansizdir.. icinde sise icinde Saklanan bir sirke ile tehdit altindadir yani Tas Küre kirilmak istenirse Sise de kirilacak ve sirke papirus u aninda eritecektir.


Bilgilerin yazitlarin icerigi Muhtesemdir.

Mesela ilk koruyucular olan tapinak sovalyeleri ki 9 kisidir. bu yaztitlarin bilgisi isiginda ilk modern bankaciligi kurarak Zengin olmuslardir..

Vatikan in Bunu ele gecirmek istemesi hem Yalandan kurtulmusi hemde kimsenin elinde olmayan bilgilerle gücünü 4 e 5 e katlamasi demektir.

Bu bilgilerin icinde altin kesit gibi matematiksel Harikalarda vardir.

21.10.2005 12:33

Yaratici nin MÜHRÜ : ** PHI **
 
öncelikle Bu "PHI" PI ile karistirilmasin PHI yaraticinin elinin degdigi her seyde her varlikta Sabittir. Doga nin temel tasidir.
Bitkilerde hayvanlarda insanlardaki Boyutlar hep ayni orana PHI nin 1 e oranina kesinlikle baglidir.

Bu Oran : bir nokta -alti-yüz-on-sekiz sayisini verir.yani: 1 .618

Simdi Bir idda ortaya atildi Kanitlamakta grekir Buyrun:

hic bir ari kovaninda disi ve erkek arilarin sayisini incelediniz mi ?
Elbette disi arilarin sayisi erkek arilarin sayisindan fazladir..

Peki Dünya nin her hangi bir yerinde her hangi bir kovanda yasayan disi arilarin sayisini erkek arilarin sayisina böldügünüzde hep ayni sayiyi elde ettiginizi biliyor muydunuz ?

Her halde hayir :ol)

Bu Sayi PHI dir.Yani 1.618

Peki spiral deniz kabuklularinin Her spiral capinin digerine oranini biliyormusunuz ? 1.618 yani PHI..

Cam Kozalaklari Bitki sapindaki yaprak düzenleri böcek kesitleri Yaraticinin elinin Ilahi kudretinin degdigi her sey bu sayiyi verir 1.618 yani PHI..

VITRUVIUS ADAMI !..
Bunu hic duydunuz mu ?
Dünya üzerinde Anatomi yi temsil eden bir yapittir ve ilk olarak Leonardo da VINCI tarafinfdan resmedilmistir.

Ve insan Vucudunun oranlarinin her zaman PHI yi verdigi de onun tarafindan bulunmustur. Insan vucudunun sekli ne olusa olsun bu orani verir Cüceler de de devler de de :o)

kadin erkek hic degismez..

simdi deneyin:

Basinizdan yere kadar olan mesafeyi ölcün.
Göbek eliginizden yere kadar olan mesafeyi ölcün..
Ilk mesafeyi ikincisine bölün Ortaya cikan sayi 1.618 olacaktir hic sasmaz :o)

Omuzunuzdan parmak ucunuza kadar olan mesafeyi dirseginizden parmak ucuna kadar olan mesafeye bölün ne cikacak ? :o)

evet PHI..

Kalcadan yere kadar olan mesafeye diz kapaginizdan yere kadar olan mesafeye bölün.. yine ayni :o)

Parmak eklemleri ayak parmaklari belkemigi bölümleri: PHI-PHI-PHI !..

Sevgili arkadaslar her biriniz ilahi mührün Vuruldugu altin Oran in yürüyen birer örnegisiniz :)
ve dünya daki bütün ünlü eserler sanat eserleri Yaratanin Ilahi elinin güzelligini Taklite calisarak yapilmislardir.
Paha bicilemiyen eserler PHI yi tasir iceriklerinde..

Bu dizime :

FIBONACCI dizimi derler

...................... 1-1-2-3-5-8-13-21...............................

Her sayinin kendisinden önceki iki sayinin toplamina esit oldugu bir sayi dizimidir. Ayrica komsu sayilarin bölümleri PHI yi verir..

Mesela 5 köseli yildizi bu dizimden kaynaklanir ve otomatikman Phi yi verir.

Fakat asirlar boyunca Tarot adi altinda Bir ideoloji ile Kilisenin yasaklari bu Yildizin verdigi sifrelerle gecilmistir.

kilisenin 5 köseli yildizi Cadilik simgesi veya sihir olarak Afaroz altinda tutmasi bosuna degildir.

5 köseli yildiz Venüs gezegenin her dört yilda bir yaptigi eliptik hareketlerden meydana gelen bir sekildir ve PHI nin en üst düzeyde Kusursuz bir ifadesidir.

Bu Bilgiler Iznikte Yok edilen orginal Incil de yer aliyordu..Ve hala da yer aliyor.

Hoscakalin

peren 21.10.2005 13:03

The Da Vinci Code
 
Alpinin söyledikleri "the Da vinci Code" adli kitapta yer almaktadir. Bunun gibi bir cok hiristiyan alemi yalanlarini ortaya cikarir "the Da Vinci Code". Bunun yani sira Da Vincinin diger calismalarida ele alinir (mesela "Madonna on the Rock", "Mona Lisa"). Su an filme alindigini duydum, okumayi sevmeyenler filmide seyredebilir.
Saygilar

peren 21.10.2005 13:08

The Da Vinci Code
 
Alpin ne yapmaya calistigini anlamis degilim ama makaledeki bir cok bilgi "The Da vinci Code" da mevcuttur. Yakinda bu kuranda geciyor falan derse hic sasmayin.
Saygilar

21.10.2005 13:14

DIE ILLUMINATI :o) ( Aydinlatilmislar )
 
Bu Kitap da Dan BRAWN in kitaplarindan biridir.

Tavsiye ederim :o)

21.10.2005 13:16

:o) anliyacaksin o.T.
 
ohne Text

resit23 21.10.2005 15:15

FASTEN???
 
Mir kommt es so vor ob dieses
Jahr nicht gerade viel Fasten,
kommt es mir nur so vor oder ist
es wirklich so???????

peren 21.10.2005 15:21

Die Beiträge sind nich hinreichend!
 
Sonunda kisisel satasmalarinin sebebini anlamis oldum. Kisaca kendimi savunmak istiyorum:
Yazinin bir kac yerinde benim yazdiklarimla sizleri süpheye düsürmeyi düsündügümü yada sizlerin benim gibi düsünmeniz icin caba gösterdigim suclamlarinda bulunmussun; bu elbette dogru degil. Kimse benim makalelerimi okumak veya cevap yazmak zorunda degil. Amacimi bir kac kez yazdim, sorustuyorum, arastiriyorum, mantigima (tabiiki benim mantigima) ters düsen olaylari elmden geldigince ispati ve kaniti ile (bu genelde Kurandan sureler yada hadisi serifler seklinde oluyor) tartismaya sunuyorum.
Ben böyle yetistim, böyle ögrendim ve bu sekilde ilerlemekdeyim. Bizler (kasdim ben ve cevremde tanidigim bildigim kisiler) disaridan beyin yikama yada asilsiz arkasi olmayan konulari sadece ailemiz inaniyor! Ve ya toplum öyle yapiyor ya da cogunluk bu yola gidiyor! diye o sürüye katilmayip arastirmayi tercih edenleriz. Dinim yada irkim yada milletim coklugu arkasina saklanmadan bizden! olmasada bir insan sadece insan oldugu icin saygi gösterenleriz. Müslüman olmasada deprem yikintilari altinda kalmis cocuklara irk, din, millet ayrimi yapmadan yardim eli uzatanlariz. Bunu yapmak sebebim ne kainatin yaraticici, ne O"nun bana gönderdigi söylenen kitaplar, bu benim/biziz. Nasil mi oluyor? Elimizden geldigince cevremizde nasil bir kaynak varsa burada yogunlasmaya calisiyoruz. Kritikde alarak, olumlularida okuyarak, mümkün oldugu kadar kendi akil ve matigimizida kullanarak bir sonuca variyoruz. Sayet varilan sonuc bizim arkasinda durabilecegimiz bir sekil aldi ise (das ist nämlich Frucht unserer Untersuchungen/Analysen. Unsere eigene Meinung) tartismaya sunularak bir de saglamasi alinir. Bu asama, yani tartisma asamasi elbette arastrima konumunda da olur. Bu sekilde gözden gercekden bir sey kacmadigi garantilenmisde olur. Ben her zaman "bilmek" inanmakdan daha iyidir diye düsünüyorum. Bilince ulasacabilecegim her konuda yogunlasmaya caba gösteririm. Bunda ne kadar basarili olurum yada olmusumdur o da tartisilacak ayri bir konudur. Der weg ist das Ziel!
Kendi irademle bir seyleri arastirabilme, sorgulayabilme, analiz edebilme ugrasimimin meyve vermesi benim icin hürriyeti ve hatta insanligimi tattigim en güzel örneklerden biridir. Hürüm diyebiliyorsam gögsümü gere, gere önemli etkenlerden biride kadin olmama ragmen düsünülebilecek her ortamda esimle!, is arkadaslarimla! Paramla! Mirasimla! Ailemle! Cocugumla! Duygularimla! Zekam ve Aklimla gercek ben Peren olarak hareket edebilmem ve ilk etapta bir KADIN! damgasi yemememdir. Ilk önce Insan/Perenimdir sonra Kadin! Gercekden kendimi esit hissetmem ve öyle de kabul edilmem dir!
Sen yazindan müminin inanc seklini izah etmissin, inanmistir böyle kalir demissin. Bu bende böyle degil. Ben degismeyen tek sey degisimin kendisi sözünü destekliyorum. Aklim ve mantigim dogrultusunda sürekli bir "olgunlasma" prozedürü icerisindeyim. Tabiri caiz ise " haricten gazel okuyanlarin" pek sansi yoktur. Aklim ve mantigima uymayan bana ve yasayis seklimede kolay, kolay yansiyamaz. Aklim ve mantigim benim sekillenmemde, olgunluk prozedürümde önemli bir rol oynadigi icin bunu gelistirmek benim asil amaclarimdandir. Elimden geldigince yapabildigim kadar kizimida bu sekilde yetistirmek isterim.
Dies ist eine kurze Zusammenfassung, von dem was ich bin! Du solltest nicht versuchen aus dem was ich geschrieben habe eine Peren zu formen! Denn alles was geschrieben ist unterliegt der logischen Interpretation/Betrachtung des Lesers. Aller höchstens kannst Du daraus ableiten, mit welcher Präzision ich mich an die Arbeit gemacht habe, mit welchen Wörtern ich mich ausdrücke, wie ich mich ausdrücke. Denke aber nicht dass es hinreichend ist um Meine Charaktereigenschaften abzuleiten. Denn dann fange ich an Dir vorzuwerfen, dass Du immer! so handelst! Lauter vorwürfe aber wenig verstand!
Quod erad demonstrandum!
Saygilar

21.10.2005 16:11

küstah! o.T.
 
ohne Text

21.10.2005 18:39

Tesadüfler & TESADÜFLER :o)
 
Arapça alfabedeki her harfin sayısal bir değeri vardır. Yani Arapçada her harf bir rakama tekabül eder. Bundan istifade edilerek çeşitli hesaplamalar yapılır. İşte yapılan bu hesaba "ebced hesabı" ya da "hisab-ı cümel" denir. 115

Kuran"da ebced, alfabe düzeninin her bir harfinin bir rakama tekabül etmesi özelliğinden faydalanan Müslümanlar, bunu çeşitli sahalarda kullanmışlardır. Cifr ilmi de bu yöntemlerden birisidir.

Cifr; İstikbalde muhtemel olacak işlerden haber veren ilmin adıdır. Buna göre sembolik şekiller ve harflerin ebced sayı karşılıkları üzerinde yapılan yorumlar, bu sahayla meşgul olan kimselerin başvurdukları yollardan biridir. Ebced ile cifr yöntemleri arasındaki en önemli fark: Ebced gerçekleşmiş olanın, cifr ise gerçekleşmesi muhtemel olanın ilmidir. 116

Bu hesap yöntemi, çok eski tarihlere kadar uzanan ve daha henüz Kuran indirilmeden önce kullanımı çok yaygın olan bir yazım şeklidir. Arap tarihinde geçen tüm olaylar, harflere rakam değeri verilerek yazılır ve böylece her olayın tarihi de kayda geçilmiş olurdu. Bu tarihler, her kullanılan harfin özel rakam değerlerinin toplanmasıyla elde ediliyordu.

İşte söz konusu bu ebced yöntemiyle, Kuran"da geçen bazı ayetler incelendiğinde, bu ayetlerin anlamlarına uygun olarak birtakım tarihlere denk geldiğini görürüz. Ve bu ayetlerde bahsedilen olayların, ebced hesaplarıyla elde edilen tarihlerde gerçekleştiğini gördüğümüzde ise, söz konusu ayetlerde olaya ilişkin gizli bir işaret bulunduğunu anlarız. (Doğrusunu en iyi Allah bilir.)


1969 Yılında Ay"a Çıkılmasına Kuran"da İşaret Edilmektedir



Saat (kıyamet vakti) yakınlaştı ve Ay yarıldı. (Kamer Suresi, 1)


"Şakka" kelimesi Arapçada "ikiye yarılma, ayrılma" manasından başka "çizilme, kabartma, toprağı sürme, toprağın kazılması" gibi manalarda da kullanılmaktadır:



Biz şüphesiz, suyu akıttıkça akıttık, sonra yeri yardıkça yardık; böylece onda taneler bitirdik, üzümle, yoncalar, zeytinler, hurmalar, boyları birbiriyle yarışan ve içiçe girmiş ağaçlı bahçeler. Meyveler ve otlaklıklar. (Abese Suresi, 25-31)


Görüldüğü gibi bu ayette "şakka" kelimesi "ikiye yarılma, ayrılma" manasında değil, "toprağın yarılıp, çeşitli ekinlerin bitmesi" manasında kullanılmıştır. "Şakka" kelimesi bu şekilde değerlendirildiğinde (Kamer Suresi, 1. ayetinde geçen) "Ay"ın yarılması" anlamı yanında, aynı zamanda 1969 yılında Ay"a çıkma olayında Ay toprağı üzerinde yapılan faaliyetler de anlaşılır. (En doğrusunu Allah bilir.) Nitekim bu konuda çok önemli bir işaret daha vardır. Kamer Suresi"nde geçen bu ayetin bazı kelimelerinin ebcedi bizlere 1969 rakamını vermektedir. Bu hesaplama yönteminde vurgulanması gereken önemli bir nokta da, yapılan hesaplamalarda çok büyük ya da çok ilgisiz sayıların çıkma olasılığıdır. İlgili sayının elde edilme ihtimali son derece zayıf olmasına rağmen, böylesine net bir rakamın hesaplanması oldukça dikkat çekicidir.



Saat yakınlaştı ve Ay yarıldı...
HİCRİ: 1390 MİLADİ: 1969


1969"da Amerikalı astronotlar Ay üzerinde incelemeler yapmış, Ay"ın toprağı çeşitli aletlerle kazılmış, yarılmış ve örnek alınarak Dünya"ya getirilmiştir.



115) İsmail Yakıt, Türk-İslam Kültüründe Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme, s. 36.
116) İsmail Yakıt, Türk-İslam Kültüründe Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme, s. 56.


**

Bir ^Tesadüf daha :o)

Kuran ilmi ilerledikce tesadüflerde cogalmaya basladi Gibime geliyor :o)

Bir tesadüf e Daha ne dersiniz ?..

Kuran da Kamer ( ay ) olarak gecen ay tam olarak 27 kere gecer ..
ayni sekilde Ay in dünya etrafindaki eliptik turu da 27 gündür.

ya u nasil bir tesadüf ?..

Geceleri gök yüzünde en parlak yildiz olan SIRIUS yildizi Kuran da Necm ( yildiz ) suresinin 49 ncu ayetinde gecmektedir.

arapca karsiligi SI"RA olan Sirius yildizinin sadece 49.ayetde gecmesi ilgi cekici bir durumdur.

Cünkü bilim sirius yildizinin hareketlerindeki düzensizlikten yola cikarak onun bir cift yildiz oldugunu kesfetti ve gözle görülemeyen diger yildiza SIRIUS-B - ismini verdi

Sirius B nin yani gözle görülemiyenin Sirius a nin yani gözle görülenin etrafinda yaptigi tur 49 yildir :o)


komiklige bakin ki Gün ( Yevm ) kelimesi de kuran da 365 kere geciyor :o)


beni Gülmekten öldüren Bir baska tesadüfte DNA hakkinda :o)#

" Yok dediler biz babalarimizi bulduk Onlarda böyle yapiyorlardi " ( Suara 74 )

Bu ayet de Allah i inkar eden kisiler Bu aliskanliklarinin kendilerine babalarindan kaldigini baha´ne ediyorlardi..

Biliyorsunuz Babalarin özellikleri Cocuklara DNA sayesinde aktariliyor :o)

Yukaridaki ayeti arabca yazdiginiz zaman surede bulunan 227 ayetin icinde sadece 74.ayetde DNA harfleri yanyana geliyor yazalim:

" Kaalu bel vece(dna) abaena kezalike yefalun ( suara 74 )

Burada da kelime sayisi ile ayet numarasini toplarsaniz Karsiniza DNA nin kesfedildigi Tarih cikiyor " 1953 " :o)

Ne kadar komik degil mi ?..

:o)

1299 kelime sayisi + 74 = hicri 1373 miladi: 1953.

DNA 1953 yilinda Watson ve Crick adinda iki bilim adami tarfindan kesf edilmistir.


Arzu eden olursa tesadüfler zincirine devam edebilirim :o)

Bazi insanlar benim burnumun kaf daginda oldugunu söylüyor ve beni azarliyorlar sonra :o)

21.10.2005 18:42

Asal sayilar * O KURAN KORUNMUSTUR *
 
Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 10-08-05 15:05

Rahman , Rahim , ALLAH"ın adıyla


Matematikçiler bir teori hakkında tanım yapmadan önce özel bir merakla üzerine giderler.
Teorinin birimlerinin genelde fiziksel varlıkları yoktur :
Dokunamazlar, tartamazlar veya koklayamazlar.
Teoriyi kesinleştirmek için önemli bulgular elde etmek zorundadırlar.
Bu bulgular birer Delil içermektedir.
Asal sayılar da bir Delil oluşturulmasında en önemli rolu oynamaktadır.


Asal Sayı :
Asal sayı, sadece 1"e ve kendisine bölünebilen sayıdır.
Asal sayı olmayan sayılar da bölünebilir sayılardır (Composite).

Asal sayılar özel sayılardır ve aynı zamanda diğer sayıların oluşmasında rol oynayan temel sayılardır.
O yüzden, asal sayılar kriptolojide yani Şifre ile yazılan yazılarda önemli bir yer tutmaktadır.
Doğada bile bazı böcek türleri üreme zamanlarını asal sayılara göre planlamışlardır,
böylece kendilerini yırtıcı hayvanlara karşı korumuş olmaktadırlar.
Görülüyor ki, Asal sayılar insanların fantazisi değil,
tam tersine ALLAH"ın sisteminde önemli yer tutan bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
ALLAH, her bir hücreyi, her bir canlıyı belli bir sistem içinde yaratmaktadır.
Yarattığı zaman da Kendi imzasını üzerine atmaktadır.
Asal sayı , bir doğa fenomenidir.
ALLAH, Asal sayıları bir Sistem oluşturmak ve aynı zamanda Kendi Mesajının iletilmesi için kullanmaktadır.
Dünya"da yaşayan insanların % 70 "i farklı diller konuşsa da,
Matematik , tek evrensel Dildir.
O yüzden de, ALLAH"ın Asal sayıları kullanması tesadüf değildir.
Bu, insanlık için bir aydınlatmadır, ilimdir.
Bu, dikkatimizi çekmek için yapılan ALLAH"ın duyurusudur.

Şimdi, Asal sayılarla ilgili ilginç ve şaşırtıcı örneklere
ve bunların ALLAH"ın kitabı Kuran, 666 , ile arasındaki bağlantıya ve uyuma bakalım.

Kuran"da, ALLAH kelimesi 2698 defa geçmektedir.
Burdaki Mesaj, ALLAH"ın Bir olduğudur.
"Bir" kelimesi Arapça, Aramice ve İbranice "Vahid" demektir ve sayısal değeri 19 "dur.
19 sayısı 8 . asal sayıdır ve içerdiği Mesaj - ALLAH Birdir.
Bu sayı Matematikte İlk sayı olan , 1 ile Son sayı olan , 9 sayısını içermektedir.
Bu aynı zamanda, ALLAH"ın en önemli özelliklerinden biri olan ve Kuran"da 57:3 ayetinde bildirilen
Alfa ve Omega "dır.

ALLAH kelimesinin geçiş sayısını , 2698 ,
İlk sayı , 1 ile Son sayı , 9 arasına yerleştirelim.

1 2698 9

Bu sayı Asal sayıdır ve bu sayı 11901 . Asal sayıdır.
Böylece, 11901 . Asal sayı 1 2698 9 olmaktadır.
Bu kendilerine özgü olan iki sayıyı topladığımızda :

11901 + 1 2698 9 = 138890 (19x7310)

Kuran"ın Asal sayısı olan (Primer) 19"a bölünebilen bir sayı ortaya çıkmaktadır.
Daha ilginç olanı, geriye Kuran"da şahit olabilecegimiz sure ve ayet içeren bir sayı daha ortaya çıkmasıdır.
73:10 ayeti ALLAH"ın Mesajını, Elçisini ve Delillerini inkar eden, umursamayan insanlara yönelik verilen
bir Mesajdır ve ALLAH"ın Elçisinin bu tür insanların söylentilerine karşı sabırlı olmasını
ve onlardan güzel bir şekilde ayrılmasını bildirmektedir.

Yukardaki sistemde : 11901 126989

Dijit no : 11 Dijit toplam : 47

11 + 47 = 57 (3x19)

"Kuran" kelimesi Kuran"da 57 defa geçmektedir ve ALLAH , 3:19 ayetiyle de Kendi Dinini bildirmektedir.

Kuran"da, 666 , 73:10 ayetine baktığımızda,
bu ayette ALLAH kelimesi 2662 . defa geçer ve bu ayet Besmele hariç 5483. ayettir.
Muhammed"e iniş sırasına göre baktığımızda ise bu ayette
ALLAH kelimesi 1. defa geçer ve bu ayet Besmele hariç 81. ayettir.

666 + 73 + 10 + 2662 + 5483 + 1 + 81 = 8976 (66x8x17)

Kuran"da, 8:17 ayeti şu Mesajı vermektedir : ALLAH , herşeyi Yapandır.
ve Arapça "ALLAH" kelimesinin sayısal değeri de 66 "dır.
Yukarıda olduğu gibi, Mesajı tam bir matematiksel fonksiyon içinde görmekteyiz.

66 8 17.....ALLAH , herşeyi Yapandır.


Yukardaki sayıya bakalım. 66 817 . Asal sayı , 838951 "dir.
Bu kendilerine özgü olan iki sayıyı topladığımızda :

66 817 + 838951 = 905768 (19x8x5959)

Kuran"ın Asal sayısı olan (Primer) ve 8. asal sayı olan 19"a bölünebilen bir sayı ortaya çıkmaktadır.


Şimdi de, 2698 . Asal sayıya bakalım.
2698 . asal sayı 24 24 7 "dir.
Bu sayıda iki defa 24 sayısı ve 4. asal sayı olan 7 sayısı bulunmaktadır.
24 sayısı 8 "e 3 (8x3) ile bölünmektedir. Böylece, bu sayıda 8 ve 7 "yi birlikte görmekteyiz.
8 ve 7 "nin 19 "un alt/yan elemanları olduğunu ve Mesaj içerdiğini delilleriyle bildirmiştim. Hatırlayın !.

Bu sistemde : 2698 24247

D. no : 9 D.toplam : 44

9 x 44 = 396 (66x6)

ALLAH , 7 Göğü ve Yeri (Dünyayı) 6 günde yaratmıştır.
Daha da ilginç olanı, 39:6 ayeti 8 çift ve 3 karanlıktan bahseder ki
biz bunu yukardaki sayıda 24 24 7 "deki 24 sayısında görmekteyiz.
Sayıları topladığımızda : 39 + 6 + 8 + 3 = 56 (8x7)
Gerçekten, Asal sayının Mesaj ve Kuran ile nasıl bir uyum içinde olduğunu görmekteyiz.

Önceden dediğimiz gibi, 19 sayısı 8 . asal sayıdır ve
Kuran"da 8:17 ayetinde belirttiği gibi ALLAH , her şeyi Yapandır.
19 8 817 sayısı bir Asal sayıdır ve 17887 . Asal sayıdır.
Bu kendilerine özgü olan iki sayıyı topladığımızda :

17887 + 19 8 817 = 216704 (8x27088)

Kuran"da 27:88 ayetinde belirtildiği gibi
bu, herşeyi belli bir sistem içinde yürüten ALLAH"ın dizaynıdır.

8:17 ayetinin verdiği Mesaj - ALLAH , her şeyi Yapandır.
Matematikte geçersiz bir sayı olan ve aynı zamanda ayıracı rolu üstlenen 0 sayısını
bu sayının sonuna yerleştirelim...8170.
8170 . asal sayı 83719 "dur.
Kuran"da, 83 : 7 ve 19 ayetleri iki önemli kayıttan bahseder.
7 ve 19 sayıları da asal sayılardır.
83:7 ayeti "Siccin" olan kaydın sayısal düzenlenmiş bir kayıt olduğunu ve
Cehenneme gidecek olan insanların kaydı olduğunu belirtmektedir.
83:19 ayeti ise "Illiyin" olan kaydın sayısal düzenlenmiş bir kayıt olduğunu ve
Cennete gidecek olan insanların kaydı olduğunu belirtmektedir.
Böylece, İnsanları Cennete ve Cehenneme gönderecek olan Kayıtlar ALLAH"ın elindedir
çünkü O , herşeyi Yapandır.
İnsanlar bu Dünyada yapmış oldukları , yaşamış oldukları herşeye bu kayıtlarda şahit olacaklardır,
ayrıca kayıtlarında her saniyeyi farklı pozisyon ve şekillerde görebileceklerdir.
O yüzden, ne bir söz söyleyebileceklerdir ne de bir özür dileyebileceklerdir.
Çünkü kendi kendilerine şahitlik yapacaklardır.

Şimdi de, 1221 sayısına bakalım.
Kuran"da 19 sayısı 74:30 ayetine yerleşmiştir ve bu ayetin sayısal değeri 1221 "dir.
7 sayısı 4. asal sayıdır. 30 sayısı da 19. bölünebilir (Composite) sayıdır.
19. asal sayı , 67 "dir ve 67. 19 sayısı Kuran"da 74:30 ayetine yerleşmiştir.
19 sayısı , ALLAH"ın imzasıdır ve 1221 sayısı da Üzerinde ALLAH"ın imzası olduğu Mesajını vermektedir.
1221 . asal sayı 9901 "dir.
Kuran"da, 99:1 ayeti Depremi doğrudan vurgulayan bir ayettir.
1999 senesindeki Türkiye Depremi de bu imzaya sahiptir, 1221. Hatırlayın !
Bu kendilerine özgü olan iki sayıyı topladığımızda :

1221 + 9901 = 11 122

11:122 ayeti ALLAH ve Elçisine karşı gelen insanlara yönelik Mesaj vermektedir.
Gerçekten, Mesajı ilettikten sonra bekledik ve inkar eden Türkiye toplumunun başına gelen felaketi gördük.

Kuran"da, 11:122 ve 99:1 ayeti arasında, Besmele hariç 4544 ayet ve
Besmele dahil 4632 ayet bulunmaktadır. Bu sayıları Kuran, 666 , ile topladığımızda....

666 + 4544 + 4632 = 9842 (7x1406)

Kuran"ın indirilişinden 1406 (19x74) sene sonra Kuran"ın asal sayısı (Primer), 19 , 1974 yılında keşfedilmiştir.
7 sayısı 4. asal sayıdır. 19 sayısı, ayet numarası 30 "a yerleşmiştir ki
30 sayısı da 19. bölünebilir (Composite) sayıdır.
19. asal sayı , 67 "dir ve 67. 19 sayısı Kuran"da 74:30 ayetine yerleşmiştir.
19 asal sayısı 74:30 ayetine yerleştirilmiş ve bu ayetin sayısal değeri 1221 "dir.
Böylece, tekrar başa döndük ve aynı Mesaja tekrar şahit olduk.


Son olarak, 666 , Kuran ve onun delili olan 19 sayısına bakalım.
Matematikte geçersiz bir sayı olan ve aynı zamanda ayıracı rolu üstlenen 0 sayısını
bu iki sayının arasına yerleştirelim..
666 0 19

Bu sayı , 54024 . Asal sayıdır.
54:24 ayeti, ALLAH ve Elçisine karşı gelen insanlara yönelik Mesaj vermektedir.
ALLAH"ın Elçisi Mesajı iletmiş fakat çoğu inkar etmektedir.
Bu kendilerine özgü olan iki sayıyı topladığımızda :

54024 + 666 0 19 = 720043 (19x37897)

Kuran"ın Asal sayısı olan (Primer) 19"a bölünebilen bir sayı ortaya çıkmaktadır.


Ayrıca, 66619 . Asal sayı 836189 "dır.
Bu sayılarda :

D. no : 11 D. toplam : 63

11 + 63 = 74 , Kuran"ın , 666 , asal sayısı (Primer) olan 19 sayısının geçtiği Sure sayısını vermektedir.
7 sayısı 4. asal sayıdır.


Sonuç olarak, ALLAH , 19 sayısını Kendi kitabında bir güvenlik sistemi oluşturmak için kullanmıştır.
ALLAH, tanrı rolu üstlenmeyi düşleyen Şeytanın Dünyada insanları ALLAH"ın yolundan,
ALLAH"ın Dininden ayırmak için her yolu deneyeceğini,
ALLAH"ın ayetlerini, kelimelerini değiştireceğini bildiğinden
son kitabı olan Kuran"ı koruyacağını garantilemiştir.
O yüzden, Rabbimiz olan ALLAH"a bunun için teşekkür etmeliyiz
çünkü O , insanlara karşı En Merhametli olandır.
O"nun izniyle, bizi doğru yola iletmek için Kuran"daki Delil ve bunun sonucunda Mesaj ve İlim ortaya çıkmıştır.
O"nun izniyle, Şeytan ve onu destekleyenlerin bu Dünyada neler yaptıklarını ve neler yapabileceklerini
daha yakından görerek şahit olmaktayız.
ALLAH , ilmimizi arttırsın (20:114) . O , Herşeyi Bilendir (4:170).



Övülmeye Layık olan Yalnız ALLAH"tır.
En Yüksekte olan ALLAH, Mükemmel ve Muhteşemdir.


Rahman , Rahim , ALLAH"ın adıyla



Kuran"daki (666) Sure - Ayet & 19

Sure ve Ayetlerin 19 ile ilişkisini inceleyelim.


1.grup ( Sure ve ayet numarasını toplayalım)

6:165………. 6 + 165 = 171 (19x9)

15:99……….15 + 99 = 114 (19x6)

21:112………21 + 112 = 133 (19x7)

39:75………..39 + 75 = 114 (19x6)

41:54………..41 + 54 = 95 (19x5)

42:53……….42 + 53 = 95 (19x5)

50:45……….50 + 45 = 95 (19x5)

55:78……….55 + 78 = 133 (19x7)

56:96……….56 + 96 = 152 (19x8)

70:44……….70 + 44 = 114 (19x6)

88:26……….88 + 26 = 114 (19x6)

107:7………107 + 7 = 114 (19x6)


Sure sayılarını yanyana yerleştirelim....

6 15 21………………. 88 107 (19x....…....…)


Dijit no = 24 (8x3) Dijit toplam = 95 (19x5)


24 + 95 = 119 (7x17)



Sure toplamı : 590 Ayet toplamı : 854

590 + 854 = 1444 (19x19x4)


Kuran"ı (666) yerleştirelim.....

590 854 666 (19x……………)


Kuran (666) ve sure - ayet sayılarını yanyana yerleştirelim.


666 6 165 ……………………107 7 (19x….......……..)




2.grup (Sure ve ayet numaralarının dijitlerini toplayalım)

9:127…………9+1+2+7=19

22:78…………2+2+7+8=19

26:227……….2+6+2+2+7=19

45:37………...4+5+3+7=19

54:55…………5+4+5+5=19

64:18………..6+4+1+8=19

72:28……….7+2+2+8=19

77:50……….7+7+5+0=19

78:40……….7+8+4+0=19

84:25………..8+4+2+5=19


Sure sayılarına bakalım....


Dijit no = 19 Dijit toplam = 99

1997 senesinde bu sayılara şahit olduğumda,
Deprem suresi 99. sureyi ve 1999 yılını ilk düşündüğüm zaman olmuştu.
1999 senesi Türkiye"nin kuruluşunun 76. (19x4) yılı olacaktı.


Sure ve ayet sayılarına bakalım...

Dijit toplam = 190 (19x10)


Sure ve ayet sayılarını toplayalım :


Sure toplam : 531 Ayet toplam : 685

531 + 685 = 1216 (19x8x8)



Kuran"ı (666) yerleştirelim.....

666 531 685 (19x…………..)


3.grup (Sure ve ayet numaralarını yanyana koyalım)

27:93 2793(19x147)

28:88 2888(19x19x8)

32:30 3230(19x170)

40:85 4085(19x215)

43:89 4389(19x231)

66:12 6612(19x348)

89:30 8930(19x470)

98:8 988(19x52)

106:4 1064(19x56)

108:3 1083(19x19x3)


Sure ve ayet sayılarını toplayalım :


Sure toplam : 637 Ayet toplam : 442

Kuran"ı (666) yerleştirelim.....

637 442 666 (19x..............)



Sure 9 : 127

9 . sure 127 ayetten oluşur. 9. surenin her ayetinin arapça son harfine bakalım.
Aşağıda harflerin geçiş sayısını göreceksiniz :

1 Be

1 Lam

4 Ra

35 Mim

86 Nun



Bu harfleri Arap alfabesine göre sıraladığımızda,
minimum kullanılan son harfleri ve onların geçiş sayısını göreceğiz :


1 1 4 (6x19)

Be Lam Ra



Maksimum kullanılan son harfler , Mim ve Nun "dur.


Mim : 35 (kere) x 40 (sayısal değeri) = 1400

Nun : 86 (kere) x 50 (sayısal değeri) = 4300


1400 + 4300 = 5700 (19 x 300)


Eğer 9. sure 129 ayet olsaydı,
Mim harfi 37 olacak ve sistem bozulacaktı.


9. sure 127 ayetten ibarettir ve Mim harfi, 40 , 35 adettir.
Mim harfi, ebced diziliş sırasına göre 13. harftir.



9 127 + 13 + 35 + 40 = 9215 (19x485)



Minimum kullanılan son harflere ve geçtiği ayetlere bakalım………

Ayet : 38 Lam
39 Ra
73 Ra
74 Ra
78 Be
116 Ra

-----------------------------------

Ayet toplam : 418 (19x22)



Son harflerin geçiş sayıları……… 1 , 1 , 4 , 35 , 86
Şimdi, sayıları Tek dijite indirgeyerek toplayalım.



1................ 1
1................ 1
4.................4
35...............8
86......14.....5
---------------------

Toplam : 19


Kuran (666), Sure - ayet no (9:127) , son harflerin geçiş sayısını yanyana koyalım.


666 9 127 1 1 4 35 86 (19x…………)



Şimdi, son harflerin geçiş sayılarını ve sayısal değerlerini yanyana koyalım.

1 2 1 30 4 200 35 40 86 50 (19x……………)

Be Lam Ra Mim Nun




Kuran (666), sure - ayet no ( 9 127),
harflerin geçiş sayılarını ve sayısal değerlerini yanyana yerleştirelim
ve sonuna Bahattin Uzunkaya"yı (468 102) ekleyelim.


666 9 127 1 2 1 30 4 200 35 40 86 50 468 102

(19x……………….)


Dijit no: 30 Dijit toplam : 102




Kuran"da, Be harfi ile başlayıp Nun harfi ile biten yalnız 2 sure bulunur…….

1.... Övgü ve 9.... Ültimatom………….1 9



Kuran (666),
1. ve 9. sureye ait Sure no - ayet no - ayet sayıları toplamını toplayalım.


666 + 1728 + 91278128 = 91280522 (19x4804238)




Surelerin ayet sayılarını en uzundan en kısaya doğru
ve 19. numaraya gelene kadar dizelim


No Sure Ayet No Sure Ayet

1 2 286 11 11 123

2 26 227 12 5 120

3 7 206 13 23 118

4 3 200 14 21 112

5 37 182 15 12/27 111

6 4 176 16 18 110

7 6 165 17 10 109

8 20 135 18 15 99

9 16 128 19 19 98

10 9 127 …………………



No 19 " da , Sure 19

No 19 "da, Sure 19 ve ayet sayısı 98
1998 (666x3)
Mesaj…..666 19 (Kuran ve onun delili)


No 10"da ise, Sure 9

10 + 9 = 19……127 ayet içeren sure 9 doğru yerinde.


Numaraları ile birlikte Sure - ayet sayılarını yanyana yerleştirelim.


1 2 286 ..........…10 9 127…...15 12 111 27 111….....19 19 98
No Sure Ayet

(19x.............................................)



Besmelenin İki kelimesi :
Rahman – Rahim (En Merhametli)


İkisinin de beraber geçtiği yerlere bakalım.
Sure ve Ayetler :

1:1 1:3 2:163 27:30 41:2 59:22



Dijit no = 19 Dijit toplam = 55 (Rahman Suresi)


Mesaj.....................Rahman Birdir



Ayet sayılarını yanyana yerleştirelim :


1 3 163 30 2 22 (19x…………)



Rahman ve Rahim kelimelerinin sayısal değerlerine bakalım :


Rahman kelimesinin sayısal değeri : 329
Rahim kelimesinin sayısal değeri : 289


329 289 (19x17331)



Sure ve ayet sayılarının toplamı ile
Rahman ve Rahim kelimelerinin sayısal değerlerini toplayalım

Sure Ayet

1 1
3

2 163

27 30

41 2

59 22

----- ----------

130 221



130 + 221 + 329 + 289 = 969 (19x51)



Kuran"da (666), Rahman ve Rahim kelimesi birlikte 5 surede geçer.
Ayrıca, sure-ayet sayılarını ve Rahman - Rahim kelimelerinin
sayısal değerlerini de toplayalım.


666 + 5 + 11 + 13 + 2163 + 2730 + 412 + 5922 + 329 + 289 =

12540 (19x660)......(19x66x10)


10 sayı içeren bu sistemde, ALLAH"ın (66) imzası (19) bulunmaktadır.
10. tek sayı, 19 sayısıdır ve Mesaj ;
Rahman, Rahim olan ALLAH Birdir.



Övülmeye Layık olan Yalnız ALLAH"tır.
En Yüksekte olan ALLAH, Mükemmel ve Muhteşemdir.


Rahman, Rahim, ALLAH"ın adıyla


Matematikte Permutasyon, belli sayıların birbirleriyle farklı şekillerde meydana getirdikleri sıralı oluşumlardır.
Bu, belli sayı ve/veya harflerin biraraya gelerek meydana getirdikleri ve Kod ile Şifre olarak kullanılan
Birleşik teorinin bir parçasıdır.

Kuran"da, ALLAH , 66 , kelimesi, 2698 , defa geçmektedir.
2698 sayısının permutasyonu şu sonucu verir :

2698,2689,2986,2968,2869,2896,6982,6928,6892,6829, 6298,6289,9826,9862,9268,9286,9682,9628,8269,
8296,8926,8962,8692,8629

Yukardaki 24 (8x3) sayının toplamı : 166650

(66 x 2525)


Burada ilginç olan, toplam sayının da, Kuran"da 2698 defa geçen ALLAH kelimesinin
sayısal değeri olan 66 sayısına bölünüyor olabilmesidir.

Kuran"da, ALLAH , Kıyamet gününde Meleklerle birlikte geleceğini söyler.
Ve Kuran"da, 25:25 ayeti işte bu noktaya değinir.

"O gün, gök yarılıp yoğun bulutlar içinde olacak, Melekler topluca inecekler."


25:25 ayetinde 1788. ALLAH kelimesi ve
Muhammed"e iniş sırasına göre de 109. ALLAH kelimesi geçmektedir.

2525 + 1788 + 109 = 4422 (66x67)

67 sayısı, 19. Asal sayıdır ve verilen Mesaj : ALLAH (66) Birdir (19)
Bu, Kuran ve Matematiğin ortaya çıkardığı gizlenmiş Mesajdır.
Ayrıca, yukarıdaki sistemde...

D. no : 11 D. toplam : 48

11 x 48 = 528 (66 x 8)

8. Asal sayı, 19 sayısıdır ve verilen Mesaj yine aynıdır : ALLAH (66) Birdir (19)


ALLAH"ın izniyle , Kaf tablosuna sahibiz.
Kaf tablosunda, 25:25 ayetinde 1383. ALLAH kelimesi geçmektedir.
Sure ve Ayet sayısını,
Kuran"a göre , Muhammed"e indiriliş sırasına göre ve Kaf tablosuna göre ALLAH kelimesi geçiş sayıları ile
toplayalım.

25 + 25 + 1788 + 109 + 1383 = 3330 (666x5)

2698 sayısının permutasyon sonucu toplamı : 166650
Bu iki sayı arasındaki benzerlik şaşırtıcıdır
ve bunun sonucunda ortaya çıkan 1 sayısı, Birliği , işaret etmektedir.

Şimdi, bu sayıya , 166650, farklı bir açıdan bakalım.


1 66 650

1 , Bir
66 sayısı, ALLAH kelimesinin sayısal değeri
65 sayısı, "huve ilahun vahid"....
"O, Tek Tanrıdır" "ın sayısal değeri


ALLAH Birdir - O , Tek Tanrıdır

İşte ortaya çıkan Mükemmel Mesaj.


Şimdi de, bu sayının çarpanlarına farklı bir açıdan bakalım : 66 & 2525
2525. ALLAH , 66 , kelimesi 60:6 ayetinde geçmektedir.
Sure ve Ayet sayılarını toplayalım.

60 + 6 = 66 ...ALLAH kelimesinin sayısal değeri


60:6 ayetinde ALLAH , 66 , kelimesi 2 defa geçmektedir.

60 + 6 + 66 + 66 = 19 8

19 sayısı, 8. Asal sayıdır ve Kuran"ın sayısal şifresi, Delili ve aynı zamanda ana Mesajıdır.
19 ..... Bir.
ALLAH Birdir.


60:6 ayetinde, 2525. ALLAH kelimesi ve
Muhammed"e iniş sırasına göre de 1646. ALLAH kelimesi geçmektedir.

60 + 6 + 2525 + 1646 = 4237 (19x223)


Kuran"da, 666 ,
Kaf tablosunda, 60:6 ayeti 3340. ayettir,
bu ayette 6458. Kaf, 100 , harfi ve 1912. ALLAH, 66 , kelimesi geçmektedir.

666 + 606 + 3340 + 6458 + 100 + 1912 + 66 = 13148 (19x 6 92)

6:92.....Nimet dolu Kitap - Kuran, 666
Ahirete inananlar, buna inanacaktır ve Namaz"ı gözeteceklerdir.

Sure ve Ayet sayılarını Kuran , 666, ile topladığımızda
Namaz "daki önemli sayılardan biriyle karşılaşacağız.

6 + 92 + 666 = 764

Haftada ya da 7 Günde, ALLAH"ı, 764 defa "ALLAHUEKBER" diyerek yüceltiriz.
6 x 111 + 98 = 764



Son olarak, şahit olduğumuz sayıya bir kez daha bakalım : 166650
166650. Asal Sayı , 2258 227
Kuran"daki Ayetler karşımıza çıkar : 22:58 - 22:7
22:7 ve 22:58 ayetleri arasında, 45 defa ALLAH, 66 , kelimesi geçmektedir.

45 + 66 = 111

Namaz"da , Günde , ALLAH"ı, 111 defa "ALLAHUEKBER" diyerek yüceltiriz.


22:7 ve 22:58 ayetleri arasında, 51 ayet bulunmaktadır.

45 + 66 + 51 = 162 ....."El- Salat" (Namaz) "ın sayısal değeri


Kaf tablosunda, 22:7 ve 22:58 ayetleri arasında ise.....

36 (6x6) defa ALLAH , 66 , kelimesi geçmektedir.


Övülmeye Layık olan Yalnız ALLAH"tır.
En Yüksekte olan ALLAH, Mükemmel ve Muhteşemdir.

Dünya da hic bir zeka Kuran a bir Virgül bile sokup eksiltemez..

O KURAN KORUNMUSTUR !..

21.10.2005 18:50

Bu adam :o)
 
19 sistemini kesfeden adamdir ve bundan dolayi kendisini Allah in elcisi olarak görmektedir. ( Uyarici ) Peygamber degil.. Sadece bir uyarici..

Türkiye de olan deprem ve felaketleri Daha önceden Cumhur baskani Sezer Ve tayyip erdogan a Bildirmesi ile ünlüdür. yazdigi mektuplar =Olaylar öncesi medya da yayinlanmistir. Ve belgelidir.

Artik deli midir Veli midir onu bilemem ama Belgeler ortadadir.

roman 21.10.2005 18:59

Sevgili Alpi!!!
 
Dostum, ben bu yazıları bir tartışma olsun diye aktarmıyorum.

Bir genel bilgi olsun, sevgi, saygı, tahammül ve hoş görü olsun diye sunuyorum.

Amacım bu kadar yetersiz bilgiler ile donanımlı insanların biraz olsun ufkularını açabilmek, bu dünyanın tüm insanlığa ait olduğunu yansıtmak, paralel toplulukların gizli veya açık oluşturulmasının önüne geçebilmek ve tüm insanlığa saygıyı ve sevgyi olutumasına biraz olsun katkılar sunabilmektir.

Adı üzerinde bunlar yalnızca araştırmalar düzeyinde olan geniş kapsamlı uzun bilgilerin ve yılların büyük birikimleri ile oluşturulmuş yazılardırlar.

Bu yazıları Da vincnin şifreleri ile ve çok değer verdiğim sanatçı ressam tabloları ile açıklamaya çalışmak yersiz bir girişimdir.

Paganizim çok cüce kalmakta.

Bunları birer etüt yazıları olarak algılamak çok daha doğru olur.

Kaldı ki bu sayfaların çapını çok ileri derecede aşan yazılardır, yazıların gerisini zaman ile aktarmaya başladığım an, pek çoğunun hiç duymadığı çok geniş bir bilimsellik ve kelime haznesi çıkacaktır ortaya.

Ama, şimdilik bu kadar, zaman ile aktaracağım...

Sealamlar...

21.10.2005 18:59

MODERN ÖN YARGILAR :o)
 
Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 08-04-03 18:42


Canim HALKIM !..

Bazi Insanlar arastirmaci ve bilim adamlarinin ATEIST oldugunu Savunuyorlar..ateist denince ilk akla gelen sahislari Bu arkadaslarin da katkilariyla birlikte inceliyelim :o)
Modern dönemin ateist düşünürleri dini bir fenomen olarak ele almış indirgemeci bir yaklaşımla onu tanımlamaya çalışmışlardır. Özünde inançlar kümesi olan dini, bilimsel bir obje gibi ele alarak tek bir ilkeden hareketle izah etme yoluna gitmişlerdir. Doğal olarak Tanrı inancını da şuradan veya buradan kaynaklanmıştır diyerek reddetmişlerdir. Ancak bunu yaparken de pek çok şeyi gözden kaçırmışlardır. Çünkü daha işin başında onlar inancın mahiyetini yanlış anlamışlardır. Çoğunlukla dar bir çerçeve çizerek dini de o çerçeveye oturtmaya çalışmışlardır. Halbuki tek bir ilkenin ya da dar bir çerçevenin dini ve Tanrı inancını bütün boyutlarıyla izah etmesi mümkün değildir.
Modern dönemde felsefeci, dini sadece teorik bir problem olarak ele almış tartışmaya çalışmış, psikolog onu sadece duyguyla alâkalı bir şey olarak görmüş birtakım tahlillere girişmiş, sosyolog ise onu toplumsal bir olay gibi düşünmüş fonksiyonunu yorumlamaya çalışmıştır. Yine ekonomistler de dini, iktisadî bir yaşamın gölgesinde görmeye çalışmış, antropolog ise neredeyse onu dünyanın geri kalmış yörelerindeki (ilkel) insanların davranışlarında aramaya koyulmuştur. Çağımızın başında bu ve bunun gibi dar çerçeve içerisinde din tanımlanmaya ve güya çürütülmeye çalışılmış ancak sığ kalındığının farkına varılmamıştır. Ne yazık ki modern dönemdeki ateistlerin hemen hemen çoğunda bu sıkıntılar görülmüştür. Nitekim pek çok insan bu durumun farkına varmış daha sonra fikirlerinde değişiklik yapmıştır.

Elbetteki yukarıda sözü edilen hatalı davranışın karşısında çok güçlü itirazlar yükselmiş ve yapılan yanlışlıklar dile getirilmiştir. Batı dünyası kendi bünyesindeki zaaflar nedeniyle güçlü ateistlerin ortaya çıkışına sebebiyet vermişse de her şeye rağmen onlara karşı esaslı cevaplar vermek gücünü göstermiştir. Nitekim XX. yüzyılın başında rüzgâr gibi esen ve ortalığı kasıp kavuran pozitivist hareket asrımızın ikinci yarısında hızını kaybetmiş ve pek çok ateist için tatlı bir nostaljiye dönüşmüştür. Bir anlamda pozitivizmi ve ateizmi doğuran Batı elde ettiği tecrübeler sayesinde onları dizginlemeyi de bilmiştir. Batı da dizginlenen pozitivizm ve bu bölümde bizimde ele alacağımız fikirler ne yazık ki dünyanın gelişmekte olan ya da az gelişmiş bölgelerinde hâlâ yaşamını sürdürmeye devam etmektedir. Bunun nedenlerinden biri de Batı"da sadece bilimsel bir var sayım olan ve rahatlıkla eleştirilebilen fikirlerin bu bölgelerde birer ideoloji haline gelmesi ve insanlara (sorgulanmasına da fırsat verilmeden) empoze edilmeye çalışılmış olmasıdır.

Modern dönemde ateistlerden gelen eleştiriler karşısında bir gerçek daha ortaya çıkmış bulunmaktadır. O da gerek dinin ve gerekse insan yaşamının bir teoriyle ya da bir tek açıklamayla izah edilemeyecek kadar basit ve dar olmadığıdır. Yani insanın ve inancın kompleks bir yapı arzettiğidir. Bu özellikleri dikkate almadan yapılacak her türlü açıklama eksik kalacaktır. Nitekim bu hatayı işleyen teoriler de zamanla tarih sahnesinden silinmeye mahkûm olmuşlardır.

İnsanı ve din fenomenini bütün olarak ele almayan, onu parçacı bir tutumla değerlendiren sadece ateistler olmamıştır. Bazı dindarlar ve mezhepler arasında da benzeri tutum ve davranışlar görülmektedir. Onlar da inanmalarına rağmen dini kendi noktalarından hareketle bazan dar bir şekilde tarif etmişlerdir. "Din budur" diye ortaya koydukları şeyler bazan inanan insanların tepkisini dahi almıştır. Onların bu yanlış tutumu da ateistleri daha büyük bir yanlışa sürüklemiş, o kişilerde söz konusu tariflerin çürütülmesiyle dinin de yok edilebileceği duygusunu ortaya çıkartmıştır. Halbuki din ne o kişinin tarifine sığacak kadar dardır. Ne de ateistin, o kişinin görüşünü eleştirmesiyle yok olacak kadar basit ve sıradan bir şeydir. Dolayısıyla modern dönem ateizmini değerlendirirken bu noktanın kesinlikle gözden kaçırılmaması gerekmektedir.

Bu girişten sonra çeşitli açılardan dini eleştiren ve çağımızda oldukça etkili olan ateist düşünürleri ele almakta yarar görmekteyim. Bu düşünürler sırasıyla Comte, Feuerbach, Marx, Freud, Nietzche ve Sartre"dır. Doğrusu yüzyılımızda ateist denilince hemen akla gelen kişiler de bunlardır. Ancak bu düşünürlerin fikirleri yanında, yaşamları dahi bir bütünlük arzetmeyip karmaşık bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla çocukluk, gençlik ve olgunluk dönemlerinde ya da ömürlerinin son yıllarında nasıl bir kişiliğe ve yaşama sahip oldukları daima göz önünde bulundurulmalıdır. Yine çevrelerinin, aldıkları eğitimlerin, gördüklerinin ya da tecrübe ettikleri şeylerin fikirleri üzerinde çok önemli olduğu da unutulmamalıdır. Çünkü sonuç itibariyle onlar da bizim gibi insanlardır. Her insan gibi onların da güçlü ya da zayıf yönleri olabilmekte, olaylar karşısında etkilenen ya da tepki veren bünyeleri bulunabilmektedir. Dolayısıyla onların fikirlerini ve var sayımlarını kişiliklerinden ve çevrelerinden bağımsız olarak genel geçer birer hakikatmiş gibi savunmanın bir anlamı olmayacaktır. Kaldı ki onları peşinen reddetmekte anlamsız bir tavırdır. Önemli olan şey ön yargılardan arınmış bir şekilde, aklın gösterdiği doğrular çerçevesinde ve insanlık tecrübesini de göz önünde bulundurarak bu kişilerin düşüncelerini değerlendirmektir. Nitekim kendileri de bu süreci yaşamış, inişli çıkışlı bir grafik izlemiş ve taraftarları da zaman zaman öz eleştiri de bulunmuşlardır.

Kendini ateist gören insanların çoğunluğu inançsızlıklarını bu düşünürlerin fikirleriyle desteklemeye ve temellendirmeye çalışmışlardır. Yine pek çok ateist dinle ilgili eleştirisini bu kişilerin fikirlerinden hareketle ortaya koymaya gayret göstermiştir. İşin daha çarpıcı olan yönü bu düşünürlerin dünyasından olmayan ve aynı kültürde yaşamayan kişilerin dahi onların fikirlerini sahiplenmesi ve savunmasıdır. Halbuki kendine hitap eden bir şey bulunmadığı gibi kendi kültüründe de o düşünürlerin takılacağı bir problem bulunmamaktadır. Durum böyle olunca eleştiri yapamadan ya tamamen kabullenmek ya da peşinen reddetmekle karşı karşıya kalınacaktır. Dolayısıyla ateizm konusunda öncelikle bu düşünürlerin tanınması ve fikirlerinin bilinmesi gerekmektedir. Elbetteki dünyadaki ilk ateistler bunlar değildir, sonuncusu da olmayacaklardır. Ancak günümüz dünyasında kitleler üzerinde en çok etkili olan ve ateizmi teoriden çıkartıp pratik yaşama dönüştürenlerin bu kişiler olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla büyük bir önemi haizdirler.

Ateistler sayesinde Batı dünyasındaki dinî inançlar (hıristiyanlık-kilise öğretileri) büyük yara almış ve kendi kabuğuna çekilmek zorunda kalmıştır. Ancak bugün aynı şeyin devam ettiği söylenemez. Bırakınız İslâm dünyasını, bugün Batı dünyasında insanların çoğunlukla bir şekilde dine inandıkları, en azından karşı çıkmadıkları görülmektedir. Hatta bireysel olarak ateist olan kişilerin dahi bazan kültürel açıdan dine (hıristiyanlık) sahip çıktığı ya da politik gerekçelerle o dinin menfaatlerini savunduğu bilinmektedir.

Batı dünyasında bazı ateistlerin de kendi içlerinde ne kadar tutarlı olup olmadıkları ayrı bir tartışma konusu olmaktadır. Ancak burada önemli olan bir konu da şudur. Ülkemizde ya da gelişmekte olan diğer bölgelerde bazı çevrelerce Batı dünyasının dinsiz olduğu ve Tanrı’ya inanmadığı söylenmektedir. Bunu söyleyenlerin arasında da birbirinden farklı iki kesim bulunmaktadır. Birincisi Batılı olmayı amaçlayan, kendi kültüründen ve dininden uzaklaşan hatta kendi insanından utanan ve değişim isteyen kişilerdir. Bunlar kısaca Batı’da cereyan eden reform ve Rönesans hareketlerinin, dinsizlikle sonuçlandığını ve bizlerinde gelişmesi için bu yolu takip etmemiz gerektiğini söylemeye çalışmaktadırlar. Ancak bu kişilerin kendi dinsizliklerini yaymak için Batı’yı öyle takdim etmek istedikleri gözden kaçmamaktadır. İkincisi ise kendisinden başka herkesi din dışı kabul eden katı muhafazakâr (gelenekselci) kişilerdir. Bunlarda kendi zaaflarını ve problemlerini unutturmak için hedef saptırmakta ve ayırım yapmadan eleştiri oklarını karşı tarafa göndermektedirler. Her iki kesimin de yanıltıcı oldukları aşikardır. Dolayısıyla Tanrı inancı ile ilgili tartışmalarda bu durumun gözden kaçırılmaması gerekmek-tedir.

Ateist arkadaslarin yorumlarini bekliyorum efendim..

Hep DIN e elestiri olmaz degil mi ya ? :o)

Bakalim Kac kiloluk ATEIST ler :o)

Yoksa bunlar TEL-VOLE ATEISTLERI mi ???

:o)

Lütfen Bana agonistik filan Oldugunuzu söylemeyin Ve Yüzümde aptalca bir tebessüm olusmasina neden olmayin..

Öyle Bir Fotografa sahip olmak istemiyorum :o)

21.10.2005 19:04

Gayet Tabii Galvani
 
Yazilarini merakla bekliyorum..
Benim Niyetim hristiyanlik dinini ve onun harmonisini Kücümsemek Filan degil..

Sadece Incilde olan tahrifleri Ortaya cikarmak Amacim..

Dan Brawn in yazdiklari tamamen dogrudur. Tamam kendisi Bir Roman yazmistir Fakat Yazisini Sekillendirdigi Teknik bilgiler tamamen gercektir Bir Hayal dünyasini yansitmaz.

Hoscakal

21.10.2005 19:09

o.T.
 
31.
Allah’a yönelen, ona ortak koşmayan kimseler (olun). Kim Allah’a ortak koşarsa, sanki gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere sürüklüyor gibidir ( HAC )

Hac suresinde 1291 kelime yer alir.

Ucus Kavramindan bahseden tek ayet olan hac in 31nci ayeti ni kelime sayisi ile toplarsaniz ne olur ?..

Komiklik olur :o)

1291+31 =1322 ( Hicri ) 1905 ( miladi )..

Wright kardesler Ilk Ucaklari ile 1905 de Havada yarim saat ucmayi basardilar :o)

Al bir Komik tesadüf daha..

:o)


32.
Denizde dağlar gibi yüzen gemiler, O’nun varlığının delillerindendir. ( SURA )

Kelime sayisi 1866 + ayet numarasi 32 = 1898

Ilk deniz alti :o)

Hollanda adli Ilk Modern deniz alti daglar gibi yüzmee basladi denizde..
Periskopu ve Gözetleme kulesi üstte Gövdesi altta..

ne komik degil mi ß..

Gayet tabii tesadüf..

Zaten evrim filan da tesadüf degilmiydi ?..

Öyleydi ..

:o)

roman 21.10.2005 19:10

Mutlaka Sevgili Alpi... Amacımız
 
Aydın bir Müslümanlığın oluşmasıdır.

Selamlar...

21.10.2005 19:17

MEKTUPLAR
 
Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 10-08-05 15:53

Bu mektup, Kuran - Türkçe çevirisi ve "19-ALLAH Birdir" kitabıyla birlikte ;

Tayyip Erdoğan - T.C. Başbakanı & (AKP Genel Başkanı)
Deniz Baykal - (CHP Genel Başkanı)


ve E - mail yoluyla Meclisteki Üyelere ve Medya bağlantılı kişilere gönderilmiştir.




Aralık (12) , 21 , 2002


Rahman , Rahim , ALLAH "ın adıyla

Yıllardır ne yazık ki ALLAH"ın Mesajı ile ilgilenmediniz
ve ilgilenmemekte israr ediyorsunuz. Bunun sonuçlarını çeken ise yine sizsiniz.

Hatırlayın !
17 Ocak 1998 tarihinde Artı Haber dergisi 5. sayısı ile ALLAH"ın Mesajı iletilmiş
ve bu Mesaj ile ilgilenmeyen ve onu önemsemeyen Türkiye toplumu 19 ay sonra
ALLAH"ın azabı ile büyük bir yara almıştır.
Bunun arkasından ne zaman uyarılsanız, inkar ettiğinizden dolayı bir kriz ve sıkıntı ile
karşı karşıya kalmaktasınız.
Kuran"ın ALLAH"ın kitabı olduğuna inanan her insan bilir ki
ALLAH"ın Mesajını, ALLAH"ın Elçisini inkar eden her toplum bir şekilde bunu ödemektedir. Tarihte yerle bir olmuş böyle toplumların örneği Kuran"da açık bir şekilde anlatılmıştır.
Tarih tekerrür ettiğinden, bugün de aynısını Türkiye"de yaşamaktayız.
Türkiye, ya bir sosyal, ekonomik, siyasi Kriz ile ya da bir doğal felaket ile bunu ödüyor.
İçinizde hiç mi aklını kullanabilen insan yok !?

23:76….."Şüphesiz , onları azaba uğrattığımızda bile , Rablerine dönmediler
ve yalvarmadılar."

23:77…"Ardından onların üzerlerine şiddetli bir azabın yolunu açtığımızda tamamen
şok oldular."


Kurtuluşunuz, ancak İslam"dadır.
O yüzden, ALLAH"ın Dini olan İslam"a gelin ve ALLAH"ın Elçisini izleyin.

Bu tarihten (21 Aralık 2002) itibaren 13 gün süre !
3 Ocak 2003 ,
vereceğiniz olumsuz kararın sonuçlarını çekeceğiniz tarihin başlangıcı olacaktır.

**

Rahman , Rahim , ALLAH"ın adıyla


Türkiyenin orta bölgesinde, Afyon - Bolvadin"de, 3 Şubat 2002 tarihinde bir Deprem
meydana gelmiştir. Bu elbetteki, Mesaj"da belirtilen 3. Darbe olmasa da
belki de ondan önceki son bir uyarıdır.

17 Ağustos (8), 1999 Depremi ile 3 Şubat (2), 2002 "deki bu Deprem arasında
901 gün bulunmaktadır. Bu Ültimatomu (9:1) hatırlayacaksınız. Bakın !
1 ve 9 sayıları, Kuran"ın korunmasında büyük bir rol oynamaktadır.
19 sayısı, Kuran"ın matematiksel mucizesi ve de Delilidir.

1 Ocak, 2000 tarihi çoğunlukla herkesin 3. Milenyumun başlangıcı olarak kutladığı
bir tarihtir, 3. Milenyum İnsanlık tarihinin Son Milenyumu olacaktır.
1 Ocak, 2000 ile 3 Şubat, 2002 tarihleri arasında
109 hafta bulunmaktadır. 1 ve 9 sayılarına bir kez daha şahitlik etmekteyiz.
Aynı zamanda bu tarihler arasında, 765 gün bulunmaktadır.
Bu birbirine bağlı iki sayıyı, 109 & 765 , toplayalım.

109 + 765 = 874 (19x46)

46 sayısının önemli bir yeri vardır. Kaf tablosunda, ALLAH kelimelerinde
2 composite (bölünebilir) sayı kullanılmıştır ; 4 & 6 . Bakın !

874 sayısı önemli sayılardan sadece biridir.
ALLAH, Sure 74"de , bunun büyük mucizelerden biri olduğu üzerine yemin etmektedir.
Bakın !
Göreceksiniz ki, 666 ve 19 sayıları mükemmel bir Mesaj ve Delil oluşturmaktadırlar.

Kaf harfinin geçtiği 874. ayet , 8:4 ayetidir.
Kuran"da , 8:4 ayetinde 2014. Kaf harfi geçmektedir. Bakın !
Kuran"ı Kerim "e ve Dinimizin yılı olan 2014 yılına tanıklık edeceksiniz.

Kaf tablosunda, 874. ALLAH kelimesi 9:11 ayetinde bulunmaktadır.

Bu Depremin Saati nedir ?

9:11

9:11...Eğer tövbe ederler, namazı gözetirler ve zekatı verirlerse
artık onlar Dinde kardeşlerinizdir. Biz, bilen bir toplum için ayetleri böyle açıklıyoruz.

Bu Mesaj, bütün insanlar içindir.
ALLAH"ın Dinine girmek isteyenler için bir Davettir.


Kuran"da , 9:11 ayetinde, ALLAH kelimesi sayısı , 1117 "dir.

11:17....Rabbinden açık bir delil üzerinde bulunanlar,
ki onu O"ndan bir şahit de desteklemektedir,
ve ondan önce de Musa"nın kitabını bir örnek ve bir rahmet kılmıştık,
işte bunlar inanacaklar.....

Ben, ALLAH tarafından bir şahidim ve Kuran"daki Kaf harfini insanlara deklere ettim.
Gerçekten, Kaf harfi Kuran"ı temsil etmektedir ve o , 666 "dır.

Gregoryen takvimine göre Milenyum, 1 Ocak 2001 tarihine kadar başlamamıştır.
Buna göre, 1 Ocak, 2001 ile 3 Şubat, 2002 tarihleri arasında
57 hafta bulunmaktadır. "Al-Kuran" , Kuran"da 57 defa geçmektedir.
Aynı zamanda bu tarihler arasında, 399 gün bulunmaktadır (57x7).
577 sayısı , 50:1 ayetinin sayısal değeridir.
Sure 50 , Sure Kaf "tır ki onu Bahattin uzunkaya , 468 102, deklere etmiştir.


50 + 1 + 577 + 468 102 = 468730 (19 x 24670)


Kuran"da, 6 sure sayısı 19x..."dır ve bunların toplamı, 399 "dur.
(19+38+57+76+95+114 = 399). Bakın !


Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmed N. Sezer"i , 21 Aralık, 2000 tarihinde uyardım
ve ilgilenmediği için , 60 gün sonra, Türkiye"de 19 Şubat, 2001 tarihinde
büyük bir ekonomik kriz yaşandı.
21 Aralık, 2000 ile 3 Şubat, 2002 tarihleri arasında
58 hafta - 410 gün (günler dahi) bulunmaktadır.
Bu birbirine bağlı iki sayıyı, 58 & 410 , toplayalım.

58 + 410 = 468 ....Bahattin "in sayısal değeri


Türkiye"de, bugünkü Hükümet, 57. Hükümettir.
Bu Hükümet, 28 Mayıs (5) , 1999 tarihinde kurulmuştur.
Onlar ise hala Bu Gerçeği inkar etmektedirler !
57. Hükümet, 17 Ağustos 1999 Depreminden (günler dahil) 82 gün öncesinde kurulmuştur.
Kuran"da, 19 numaralı 82 ayet vardır.
Herşey , ALLAH"ın kontrolunda yürümektedir.
Fakat onlar israrla Bu Gerçeği inkar etmektedirler !
28 Mayıs , 1999 ile 3 Şubat, 2002 tarihleri arasında
140 hafta- 982 gün bulunmaktadır.
Bu birbirine bağlı iki sayıyı, 140 & 982 , toplayalım.

140 + 982 = 112 2

Kaf tablosunda, Şahit olduğum Mesaj : Bakın !
66 165
(Sayısal Değer) -"ALLAH" "Lailaheillallah" "ın sayısal değeri
(ALLAH) (ALLAH"tan başka tanrı yoktur)


Depremin saatini, 9 11 ve
Kuran"ı, 666 , toplarsak....

9 + 11 + 666 = 686 (7x98)

7:98...Bugünkü toplulukların halkı, gündüz vakti eğlenirken kendilerine azabımızın
gelmeyeceğini garanti edebilir mi ?

Bu Deprem, 3 Şubat 2002 tarihinde saat 9:11 AM "de yani gündüz vakti olmamışmıdır ?

911 + 666 = 1577 (19x83)

15:77....Bu, inananlar için bir işarettir.


Şimdi, En son iletilen Mesaj ve Uyarının tarihine bakalım : 21 Aralık , 2001.
21 Aralık , 2001 ile 3 Şubat, 2002 tarihleri arasında
6 hafta bulunmaktadır. Deprem 6 şiddetinde meydana gelmiştir.
6 sayısı matematikte mükemmel bir sayıdır
ve 66 sayısı da ALLAH kelimesinin sayısal değeridir. Bakın !

21 Aralık , 2001 ile 3 Şubat, 2002 tarihleri arasında
6 hafta - 44 gün bulunmaktadır.
Bu birbirine bağlı iki sayıyı, 6 & 44 , toplayalım.

6 + 44 = 50

Sure 50 , Sure Kaf "tır ve Kuran gerçeğini işaret etmektedir.

21 Aralık , 2001 ile 3 Şubat, 2002 saat 9:11 arasında
1065 saat bulunmaktadır.

Kuran"da, Besmele hariç 1065. ayet , 36:3 ayetidir.

36:3....Sen gerçekten Elçilerden birisin.


Depremin Günü ve Saatini toplayalım.

3,2 + 2002 + 9,11 = 2945 (19x155)

Deprem, Türkiye"nin başkenti Ankara"nın tam 155 mil uzağında meydana gelmiştir.
Ankara , Mesajın iletildiği yerdir.
2945 sayısının ise ayrı bir önemi vardır.
Bu sayının, Kaf tablosunda Kaf harfi ve ALLAH kelimesi ile Asal sayılar arasında
bir bağlantısı bulunmaktadır. Bakın !


21 Aralık , 2001 ile 3 Şubat, 2002 saat 9:11 arasında
63,911 dakika bulunmaktadır.
İlginç olan şudur ki , Depremin Saati olan 911 sayısını vermekte ve
böylece 9:11 ayetiyle bağlantı sağlanmaktadır.


Kuran"da, 666 , 9:11 ayeti Besmele dahil 1253. ayettir.

666 + 1253 = 19 19 (19x101)

9 + 11 + 1253 = 1273 (19x67).. 9 . sure sonundaki ALLAH kelimesi geçiş sayısı ve
19. asal sayı 67 "dir.

9:11 ayetinde, 1117. ALLAH kelimesi geçmektedir,
ve bu ayet, Besmele hariç 1246. ayet , Besmele dahil 1253. ayettir.

9 + 11 + 1117 + 1246 + 1253 = 36 36
36 sayısına kadar sayıların toplamı da, 666 "dır.

Son olarak, 3 Şubat , 2002 Depremi
yılın bitimine 331 gün kala meydana gelmiştir.

3:31....
Bildir : Eğer ALLAH"ı seviyorsanız, beni izlemelisiniz.
O zaman ALLAH da sizi sevecek ve suçlarınızı bağışlayacak.
ALLAH, Bağışlayandır , En Merhametli olandır.



:o)

roman 21.10.2005 19:20

4-
 
4
ESKİ ANTLAŞMA TARİHSEL OLARAK GÜVENİLİR Mİ?









BÖLÜME BAKIŞ
Eski Antlaşma El Yazmalarının Güvenilirliliği Metinsel İletim: Kopyalama Süreci Ne Kadar Hatasızdı? El Yazmalarının Miktarı Eski Antlaşma Metninin Tarihi Ölü Deniz Tomarları İbrani Olmayan El Yazması Deliller ÖzetEski Antlaşma’nın Arkeolojik Ve Tarihsel Olarak Onaylanması Giriş Ve Tanım Bir Uyarı Arkeolojik Verilerin Yorumlanması . Arkeolojiye Karşı Kısa Bir Sürede Artan İlginin Temel Nedenleri Taşlar Bize Sesleniyor: Eski Antlaşma Bilgilerine Arkeolojik Desteğin Birkaç Örneği Eski Antlaşma Bilgilerinin Belgeler İle Kanıtlanması Eski Antlaşma’nın Yeni Antlaşma Tarafından Onaylanması İsa’nın Onaylaması İncil Yazarlarının Onaylaması


1A. ESKİ ANTLAŞMA EL YAZMALARININ GÜVENİLİRLİLİĞİ
Bu bölüm, Yeni Antlaşma’nın güvenilirliğini ortaya koyan delillerden daha farklı deliller içeren, Eski Antlaşma’nın tarihsel güvenilirliği üzerine yoğunlaşmıştır. Hem 3. hem de 4. bölümlerde ilgilendiğimiz konu, Kutsal Kitap’ın esinlenmesi değil, tarihsel güvenilirliğidir. Kutsal Kitap’ın esinlenmesi, bu kitabın 2. bölümünde işlenmiştir.
Eski Antlaşma’nın güvenilirliği, en az üç temel metodlarla ispatlanmaktadır: (1) Metinsel iletim (tarih boyunca yapılan kopyalama sürecinin hatasızlığı), (2) Eski Antlaşma’nın arkeoloji aracılığı ile elde edilen sağlam deliller ile onaylanması ve (3) Yine arkeoloji tarafından keşfedilmiş metinsel deliller.


1B. Metinsel İletim: Kopyalama Süreci Ne Kadar Hatasızdı?
Eski Antlaşma’nın tarihsel güvenilirliğini keşfetmenin bir yolu, metinsel iletimin kusursuzluğunu incelemekten geçmektedir (orijinal metinlerden günümüzde basılmakta olan kopyalara uzanan yol). Antik çağlardan kalma diğer edebiyat eserlerinde olduğu gibi, elimizde orijinal metinler yoktur. Ancak, Kutsal Yazılar ile diğer antik çağların edebiyat eserleri ile kıyasladığımız zaman, kopyalama işlemiyle görevli İbranilerin ulaştığı kesinlik, şaşırtıcı boyutlardadır.
Gleason Archer şöyle ifade etmiştir;

İletim açısından baktığımızda, Eski Antlaşma’nın, varlığından haberdar olduğumuz diğer Hristiyanlık öncesi edebiyat eserlerinden çok büyük farlılıklar gösterdiğini açıkça anlamamız gerekmektedir. Zaten Eski Antlaşma’dan başka, çok yaygın zaman dilimlerinde oluşmuş herhangi bir ulusa ait el yazması eseriyle pek karşılaşamamaktayız. Ancak, Mısırca yazılmış olan Ölüm Kitabı gibi eserlerle karşılaştığımız zaman, bu el yazması kopyaların birbiri ile gösterdiği farklılıklar çok kapsamlı ve ciddi boyutlardadır. Örneğin, Ani Papirüsünün (On sekizinci hanedanlık zamanında yazılmıştır), on beşinci bölümünün içeriği ile Turin Papirüsünün (Yirmi altıncı hanedanlık ya da daha sonraki bir zamanda yazılmıştır) arasındaki fark şaşırtıcı boyutlardadır.
Birçok tümce eklenmiş ya da çıkarılmış ve bazı bölümlerde aynı metindeki birbiri ile bağlantılı gibi gözükmekte olan sütunlar çok farklı anlamlar içermektedir. İbrani metinlerindeki tanrısal yetkinliği bir yana bıraktığımız zaman, birbirinden asırlar sonra üretilmiş olan metinlerin birbiri ile olağan bir ayrılık ve değişiklik sergilememesi için tek bir sebep yoktur. Örnek olarak, 1947 senesinde Ölü Deniz yakınlarındaki 1 numaralı Kumran mağarasında keşfedilen iki kopya, Yeşaya’nın elimizdeki en eski el yazması kopyasından (M.S. 980) bin sene daha yaşlı olmasına rağmen, elimizdeki standart Eski Antlaşma ile kelimesi kelimesine karşılaştırıldığında, yüzde doksan beşlik oranında birebir uyum görülmüştür. Geriye kalan yüzde beşlik oran ise, kalem hatasından ve imlâ farklılıklarından oluşmaktadır ve sunulan esinleme mesajının anlamında en ufak bir farklılık oluşturmamaktadır. (Archer, SOT, 23-25)

Robert Dick Wilson’un muhteşem araştırmaları, Kutsal Yazılar’ın gerçekliğinin ve güvenilirliğinin, Eski Antlaşma İsrail’ini çevreleyen kültürlere kadar dayandığının izini ortaya koymuştur:

İbranice Kutsal Yazılar, 26 ya da daha fazla yabancı Kralların isimlerini içermektedir ve bu isimlere o çağda yazılmış diğer metinlerde rastlanılmaktadır. Bu kralların isimleri, genellikle ya kendi yaptırdıkları anıtlarda olduğu gibi, ya da hükmettikleri zaman içindeki metinlerde, aynen Eski Antlaşma metinlerindeki gibi yazılmaktadır. Gözlemlenen yazım farklılıkları ise, o metnin kaleme alındığı tarihteki İbrani imlâ kurallarında yapılan değişikliklere bağlılığın bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Harfleri ya da okunuşları kesin olarak açıklanamayan iki ya da üç isim olmasına rağmen bu birkaç örnek, bütün İbrani metinlerinin yanlışlığını iddia ettiremez. Tam aksine, Yahudiye ve İsrail krallarının isimleri aynı çağda yazılmış olan Asur metinlerinde aynen, günümüzdeki İbrani metinlerdeki yazıldığı şekliyle rastlanılmaktadır.
Mısır, Asur, Babil ve Moav dillerinden İbraniceye yapılan 144 tercüme ve İbraniceden bu dillere yapılan 40 tercüme ya da toplam 188 tercüme olayı incelendiğinde, 2300 ile 3900 sene boyunca yazılan bütün Eski Antlaşma metinlerindeki isimlerde, harfi harfine bir uyum olduğu görülmektedir. Orijinal el yazması metinlerin yazarlarının en geçerli filolojik prensiplere uyum içerisinde yazmış olmaları, onların uzmanlığının ve titizliğinin en büyük delilidir. Daha da ötesi, asırlar boyunca İbrani metinlerinin aynı titizlikle kopyalanmış olması, edebiyat dünyasında eşi benzeri olmayan harikulâde bir olaydır. (Wilson, SIOT, 64, 71)

Profesör Wilson şöyle devam etmektedir,

Ne Kutsal Kitap’a saldıranlar, ne de onu savunanlar, isimlerin asırlar boyunca doğru bir şekilde aktarılmış ya da hatasız bir şekilde temsil edilmiş olmasının doğal ve kolay bir şey olduğu fikrine bir an için bile kapılmasınlar. Bu tip bir araştırmanın içine girmemiş olan okuyucuların dikkatini, Mısır’daki Kralların isimlerinin verildiği Manetho’ya ve Mısır eserlerine çekmek istiyorum. Manetho, M.Ö 280 senelerinde, Ptolemy Philadelphus zamanında, Mısır’da putperest tapınaklarında yüksek rahip unvanına sahip bir şahıs idi. Josefus, Eusebiyus ve diğerlerinin eserlerinden parçacıklar halinde alıntılar yaptığı Eski Mısır hanedanlıkları hakkında bir eseri kaleme almıştır.
31 hanedanlıktan sadece 20’sinden 40 kralın ismini vermiştir. Manetho’nun verdiği yazılış şekli ile, bu isimlerden 49 adedini eserlerin üzerindeki isimlerle karşılaştırdığımız zaman, ünsüz harfleri ile birebir tanıyabilmekte, 28 adedini ise kısmen tanıyabilmekteyiz. Diğer 63 tanesi ise, tek bir harfi ile bile tanınamamaktadır. Eğer Manetho’nun orijinal metinlerden bu isimleri aldığı doğru ise (ki 49 ismin uyumu bizlere bu olasılığın geçerliliğini göstermektedir), 50’den fazla tanınamaz durumdaki isimlerde mevcut olan yüzlerce değişiklik ve hata ya onun kopyalama konusundaki hatasına bağlıdır ya da onun yazdığı metinleri kopyalayanların suçudur.

Wilson, M.Ö. 2000 ilâ M.Ö. 400 seneleri arasında kronolojik bir sıra ile hüküm sürmüş yaklaşık kırk kralın varlığından bahsedildiği zaman: “Aynı ülkenin kralları ya da başka ülkelerin kralları hakkında bilgi verme açısından olaya baktığımız zaman, hayal edilebilinecek en yüksek seviyedeki kusursuzluğu yakalamış olan Eski Antlaşma’nın, bizlere güvenilirliği ve sağlamlığı konusundaki en büyük delili, bu krallar grubu sunmaktadır.” Bir ek bilgi olarak, böyle bir kusursuzluğun şansa bağlanması durumunda neler olacağını da araştırmıştır: “Matematiksel olarak hesaplandığında, bu kusursuzluğun sadece tesadüflere bağlanma olasılığı 750.000.000.000.000.000.000.000‘da birdir.” (Wilson, SIOT, 74-75)
Bu bulgular ışığında, Wilson şu sonuca varmıştır:

Orijinal metinlerin kopyalarının, 2000 sene boyunca kusursuz bir şekilde iletilmiş olmasının kanıtlandığını kimse reddedemez. İki bin sene önce var olan başka metinlerin kopyalarının böyle bir anlayışla günümüze ulaştığını düşünmek mümkün olsa bile, daha önce bahsettiğimiz gibi, bugün elimizdeki kopyaların sunduğu isimler ile orijinalleri mevcut olan Babil metinleri kıyaslandığında benzerlikler ortaya konulmuştur; günümüzdeki klâsiklerin modern baskıları ile kıyaslandığı zaman tam aksi bir şekilde, birbirinden binlerce yıl arayla yazılmış olan papirüsler, 2000 seneden fazla bir süre içinde sadece küçük metinsel değişiklikler yaşamış ve özellikle bilimsel ve ispatlanabilme açısından doğruluğunu, kralların isimlerinin ve sayısız yabancı terimlerin İbrani metinlerinin içine yerleşmiş, doğru bir şekilde yazılmış ve bizlere kadar ulaşmış olması ile ispatlamıştır. (Wilson, SIOT, 85)

F. F. Bruce şu ifadede bulunmuştur: “Masoretlerin kopyaladığı, İbrani Kutsal Kitap’ının ünsüz harflerden oluşan metinleri dikkat çekici bir aslına uygunluk içerisinde binlerce yılı aşkın bir süre boyunca kopyalanıp daha sonraki nesillere ulaşmıştır.” (Bruce, BP, 178)
William Green şu sonuca varmıştır “rahatlıkla şunu ifade edebilirim ki, antik dönemin hiçbir eseri bu kadar hatasız bir şekilde iletilmemiştir.” (Green, GIOT, 81)
İbrani metinlerin iletiminin doğruluğu hakkında, Cambridge Üniversitesinde kütüphane yetkililerinden olan Atkinson, şöyle bir yorumda bulunmuştur; “biraz mucizevi değil mi?”
Yahudi hahamlar, yüzyıllar boyunca İbrani metinlerin iletimini titizlik ile korumuşlardır. Bu bölüm bu titizliğin sonuçlarını gözler önüne sermektedir.


1C. El Yazmalarının Miktarı
Eski Antlaşma, Yeni Antlaşma’nın sahip olduğu gibi aşırı miktarda el yazma kopyaya (MSS) sahip olmasa da, bugün elimizdeki el yazması adedi gayet hatırı sayılı rakamlardadır. İbrani el yazmalarının sayısının düşük olması konusunda birkaç sebep sunmak mümkündür. Birinci ve en belirgin sebep olarak, eskiliği ve eskimeyi söyleyebiliriz; iki ile üç bin senelik bir zaman dilimi eski metinlerin sağlam bir şekilde günümüze kadar kalmasını beklemek için çok uzun bir dönemdir. Buna rağmen elimizde bulunan birkaç satırlık delil bile kullanılan malzemenin kalitesinin çok iyi olduğunu ortaya koymaktadır. İlk olarak elimizdeki el yazmalarının adedini ortaya koymamız gerekmektedir. Günümüzde korunmakta olan birkaç adet çok değerli İbrani el yazması koleksiyonları mevcuttur.
İbrani el yazmalarının ilk koleksiyonu Benjamin Kennicott (1776-1780) isimli bir şahıs tarafından oluşturulmuş ve Oxford tarafından yayınlanan bu listede 615 adet Eski Antlaşma el yazması sıralanmıştır. Daha sonra, Giovanni de Rossi (1784-1788), 731 adet Eski Antlaşma el yazması sıralamış ve yayınlamıştır. Çağımızdaki en önemli el yazması keşfi ise, Cairo Geniza (1890’ler) tarafından gerçekleştirilenler ve Ölü Deniz Tomarlarıdır (1947 ve takip eden yıllar). Kahire’deki sinagogun tavan arasında depo ya da geniza olarak adlandırılan yerde, eski iki yüz binden fazla el yazması tomarı ve parçacıkları keşfedilmiştir (Kahle, CG, 13 ve Wurthwein, TOT, 25) ve bunlardan on binlercesi Kutsal Kitap’a aittir. (Goshen-Gottstein, BMUS, 35)

On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru, Kahire’de, M.S. 882 senesine kadar Saint Michael kilisesi olarak kullanılmış olan sinagogda sayısız miktarda, altıncı yüzyıl ile sekizinci yüzyıl arasında yazılmış el yazması tomarı ve parçacıkları keşfedilmiştir. Bu el yazmaları, eski ya da hatalı el yazmalarının uygun bir şekilde yok edilene kadar istiflendiği, depo işlevini gören (geniza olarak adlandırılan) odacıkta, yerde bulunmuşlardır. Bu geniza, duvar arkasında kalmış ve bu keşif gününe kadar tamamen unutulmuştur. Bu küçük odacık, içinde İbranice ve Aramice Kutsal Kitap metinlerini de içeren, 200.000 gibi korkunç bir adette el yazmasını barındırmış ve korumuştur. Kutsal Kitap metinleri M.S. beşinci yüzyıldan kalmadır. (Dockery, FBI, 162-163)

Artık Kahire - Geniza’da bulunan el yazmalarının yarısının ev sahipliğini Cambridge Üniversitesi yapmaktadır. Diğer yarısı ise dünyanın her tarafına yayılmış durumdadır. Kahire Geniza konusunda bir otorite olan Paul Kahle, tam 120 adetten fazla ender bulunan “Babilliler” isimli grup tarafından hazırlanmış olan Masoretik el yazması teşhis etmiştir.
İbrani Eski Antlaşma el yazmalarının en kapsamlı koleksiyonu ise, Leningrad’daki İkinci Firkowitch koleksiyonudur. Kutsal Kitap’tan ve Masora’dan tam 1.582 adet parşömen parçayı (725’i kağıt üzerinde) kapsamaktadır. Ayrıca Antonin koleksiyonunda 1.200 adet İbranice el yazması parçaları mevcuttur (Wurthwein, TOT, 23). Paul Kahle’nin yorumuna göre, Antonin koleksiyonundaki el yazmaları ve parçacıklar da, Kahire - Geniza’dan getirilmiştir. (Kahle, CG, 7) Firkowitch Koleksiyonundaki (M.S. 929 -1121 senelerine ait) on dört adet İbrani Eski Antlaşma el yazması kopyası da Kahire-Geniza’dan getirilmiştir.
Kahire-Geniza el yazmaları tüm dünyaya yayılmış durumdadır. Amerika’da bulunanlar arasında iyi durumda olanların bazıları New York’taki Yahudi İlâhiyat Seminer’inde, Enelow Memorial koleksiyonunda barındırılmaktadırlar. (Goshen-Gottstein, BMUS, 44)
British Museum (Britanya Müzesi), 161 adet İbrani Eski Antlaşma el yazması kataloglamış bulunmaktadır. Oxford Üniversitesinin Bodleian kütüphanesi, 146 adet Eski Antlaşma el yazması listelemektedir ki, bunların her biri çok sayıda parçacıkları içermektedir. (Kahle, CG, 5) Goshen-Gottstein’in tahminlerine göre sadece Birleşik Amerika Devletlerinde bile yüzde beşi Kutsal Kitap’a -beş yüz adet el yazmasından daha fazla- ait olan on binlerce Sami dili el yazması parçacıkları mevcuttur. (Goshen-Gottstein, BMUS, 30)
En önemli İbrani Eski Antlaşma el yazmalarının yazılım tarihleri, M.Ö. üçüncü yüzyıl ile M.S. on dördüncü arasında değişmektedir. Bunların arasında en çok göze çarpanları, M.Ö. üçüncü yüzyıl ile M.S. birinci yüzyıldan kalan Ölü Deniz Tomarlarıdır. Bu tomarlar, Eski Antlaşma kitaplarından bir tanesinin tümünü (Yeşaya); Ester hariç, diğer Eski Antlaşma Kitaplarından binlerce parçayı kapsamaktadır. (Geisler, BECA, 549) (Bu bölümün içerisindeki “Ölü Deniz Tomarları” bölümüne bakınız.)
Ölü Deniz Tomarları’nın, kendilerinden sonra yazılmış el yazmalarının geçerliliğini ispatlamak gibi çok özel bir katkısı olmuştur. Örneğin, British Müzesinde korunmakta olan Cairo Kodeks (Kahire Kodeksi-M.S. 895), Ölü Deniz Tomarları’nın keşfinden önce elimizdeki en eski Masoretik el yazmasıydı. Bir diğer ismi, Kodeks Cairensis’dir. Masoretik, Musa ben Asher ailesi tarafından hazırlanmıştır.
Önceki ve Sonraki peygamberleri içermektedir, ancak bu el yazmasına ait olan Eski Antlaşma’nın geri kalan kısmı bulunamamıştır. (Bruce, BP, 115-16)
Kodeks of Prophets of Leningrad (Leningrad Peygamberlerinin Kodeksi-M.S. 916) içerisinde Yeşaya, Yeremya, Hezekiel ve on iki kısa kitabı yazmış peygamberleri içermektedir.
Eski Antlaşma’nın en eski el yazması Leningrad’da bulunmakta olan, Kodeks Babilicus Petropalitanus’dur (M.S. 1008). Haham Aaron ben Musa ben Asher’in M.S. 1000 yılından önce yazılmış olan metinlerinin düzeltilerek yazılmış halidir. (Geisler, GIB, 250)
Aleppo Kodeks (M.S. 900+), çok ayrı değeri olan bir el yazmasıdır. Bir süre için kaybedildiği düşünülmüş, ancak 1958 senesinde tekrar keşfedilmiştir. Ne yazık ki kayıplara karıştığı dönemde hasara uğramaktan kurtulamamıştır. 1947 yılında İsrail ayaklanmaları esnasında kısmen hasar görmüştür. Aleppo Kodeks, elimizdeki Eski Antlaşma’nın tümünü kapsayan en eski masoretik el yazmasıydı.
British Museum Kodeks (M.S. 950), Yaratılış’ın bazı parçalarından Yasa’nın Tekrarı’na kadar tüm bölümleri kapsar.
Reuchlin Kodeks of Prophets (M.S. 1105) Bu metinler, Masoret"e ben Naphtali tarafından hazırlanmıştır. Bu el yazmaları, kopyalama sürecine ne kadar güvenebileceğimiz konusunda bazı soru işaretleri oluşturmaktadır. Metinsel tenkitçilerin, Eski Antlaşma el yazması kopyalarında bulabileceği değişik tipte hatalar mevcuttur (bu konu 4. bölümün ilerleyen kısımlarında irdelenecektir). Bu hataların doğası, bütün mesajı bozacak kadar ciddimidir yoksa mesajın verdiği manayı anlamamızı tamamen imkânsız hale getirmiş midir? Eğer, cevap evet ise, Tanrı’nın plânı bozulmuş mudur? Tanrı, esinlemesini, gelecek jenerasyonların doğru anlayabileceği bir şekilde iletememekte midir? Eğer Tanrı, Kutsal Yazılar’ın standart ve yetki içeren kopyalarını yazan kişileri denetleyici bir eylemde bulunmadıysa, o zaman bu kişiler, bu mesajı değiştirip onu bozmuş olmalılar. Eğer mesaj hatalı ise, esinlenmiş bir metni insanlığa sunmaktaki bütün amaç yok olmuş durumda olmalıdır; çünkü bu yapıdaki bir mesaj, içerisinde hem gerçekleri hem de yalanları barındıracaktır, insanlar üzerine hüküm getirmek yerine, hükmü insanların eline bırakacaktır.


2C. Eski Antlaşma Metninin Tarihi
Haham Aquiba, M.S. ikinci yüzyılda, tam ve eksiksiz bir metin oluşturma arzusuyla söylediği şu sözler ile tarihe geçmiştir: “Metnin hatasız iletimi (Masoret), Tevrat için bir kale suru gibidir.” (Harrison, IOT, 211) Yahudilik inancından birbiri ardına gelen aydınlar, her türlü hataya sebep olabilecek unsurları, bu surun dışarısında bırakarak, Kutsal metinleri standartlaştırma ve koruma için görevlendirilmişlerdir:
- ¨ Sopherim (İbranice anlamı: “yazıcılar”); Yahudi aydınlarından ve yetkililerinden olan bu kişiler, M.Ö. beşinci ve üçüncü yüzyılları arasında görev yapmışlardır.
- ¨ Zugoth (“çiftler”, metinsel uzmanlar); M.Ö. ikinci ve birinci yüzyıllarda bu görevi üstlenmişlerdir.
- ¨ Tannaim (“tekrarcılar” ya da “öğretmenler”); M.S. 200 senesine kadar göreve devam ettiler. Eski Antlaşma metnini korumanın yanı sıra, Tannaimların eserleri arasında Midrash (“metinsel tefsir”), Tosefta (“ilâve”), Mishnah (“tekrarlar”) ve Gemara (“öğrenilmesi gereken meseleler”) olarak ikiye ayrılmış olan Talmud (“tarifname”)’u sayabiliriz. Talmud, aşama aşama M.S. 100 ve M.S. 500 seneleri arasında derlenmiştir. Tannaimlerin, İbrani Kutsal Kitap’ını korumuş olması çok doğal bir durum idi, çünkü derleme üzerine yoğunlaşmıştı.
- ¨ Talmudists (M.S. 100-500): Geisler ve Nix, ikinci yazıcılık geleneği (M.Ö. 400’den M.S. 1000) dönemini şöyle açıklamıştır:

Eski Antlaşma birinci yazıcılık geleneğini takiben, Sopherim’in döneminde (c. 400 M.Ö.-c. M.S. 200), ikinci bir Talmud dönemi başlamıştır (c. M.S. 100-c. 500), bu dönem ise, daha yaygın bir şekilde bilinen Masoretik geleneğine yol açmıştır (c. 500-c. 950). Ezra, bu gruplardan birinci ile çalışmıştır ve İsa’nın zamanından sonraya kadar Kutsal Kitap derlemecileri olarak tanınmışlardır. M.S. 100 ve 500 seneleri arasında Talmudiler (tarifname ve öğreti), Tevrat’a dayalı bir İbrani sivil ve kanoniksel yasa koyucu kurul olarak gelişmiştir. Talmud, temel olarak, M.Ö. 300 ile M.S. 500 seneleri arasında yaşamış olan Yahudi öğretmenlerin görüşlerini ve kararlarını temsil etmektedir ve Mishnah ve Gemara isimli iki kısımdan oluşmaktadır. (Geisler, GIB, 306)

Bu dönem esnasında zamanının büyük bir kısmı, İbrani sivil ve kanoniksel yasalarının kataloglanması için harcanmıştır. Talmudiler, sinagog tomarlarını iletmek için çok karışık bir sistem kurmuşlardı.
Samuel Davidson, Talmudiler’in, Kutsal Yazılar hakkında uyguladıkları bazı disiplin kurallarını bizlere iletmektedir. Bu titiz uygulamalar aşağıda sunulmuştur: (Geisler tarafından oluşturulmuş sayılı liste kullanılmıştır)

[1] Bir sinagog tomarı, temiz hayvanların derisi üzerine yazılmalıdır, [2] sinagogun bu amaçla kullanması için, bu deriler özel olarak bir Yahudi tarafından hazırlanmalıdır. [3] Bu tomarlar, temiz hayvanlardan elde edinilecek iplikler ile bağlanmalıdır. [4] Her deri tomarında, tüm kodeks boyunca eşit şekilde dağıtılacak, belli bir sayıda kolon olmalıdır. [5] Kolonların uzunluğu 48 satırdan az ya da 60 satırdan fazla olmamalıdır; genişliği otuz adet harften oluşmalıdır. [6] Kopyalar tek tek satırlardan oluşmalıydılar, eğer bir cümlenin üç ya da daha az kelimesi alt satıra kayarsa, kopya geçersiz sayılırdı. [7] Mürekkep, ne kırmızı ne yeşil ne de başka bir renk olmamalı, siyah olmalıdır ve belirli bir tarife göre hazırlanmalıdır. [8] Gerçek bir kopya kendinden sonrakiler içinde bir örnek olarak teşkil edeceğinden, yazıcı hatasız olmalı. [9] Ne bir Söz ne de bir harf, hatta bir yod (İbranice de bir harf) bile, yazıcı önündeki kodekse bakmadan, ezberden yazılmamalıdır... [10] Bütün ünsüzlerin arasında bir saç ya da iplik kalınlığında bir boşluk olmalıdır; [11] Bütün yeni parashah (kısım) ya da bölümler arasında, dokuz ünsüz genişliği, [12] Bütün kitapların arasında, üç satır boşluk olmalıdır. [13] Musa’nın beşinci kitabı, tek bir satır halinde bitmelidir; ancak diğer kitaplar için bu prensip geçerli değildir. [14] Tüm bunların yanında, yazıcı özel Yahudi kıyafetini giymelidir, [15] bütün bedenini yıkamalıdır, [16] Tanrı’nın ismini yazmaya başlamadan önce, kalemini hokkaya yeniden batırmalıdır, [17] bu isim yazılırken, kendisine seslenen kişi bir kral bile olsa, dikkate almayacaktır. (Davidson, HTOT, 89)

Davidson, sözlerine devam etmiştir: “Bu şartlara uymadan yazıldığı tespit edilen tomarlar ya yakılır ya da toprağa gömülürlerdi; okullarda sadece okuma amacı ile kullanılmak üzere gözden uzaklaştırılırlardı.”
Talmudiler, bir el yazısı kopyayı tamamladıkları zaman, onun birebir ve kesin bir kopya olduğu konusunda hiçbir şüphe duymazlar ve bu yeni kopyaya da aynı yetkiyi verirlerdi.



Bundan dolayı, ellerindeki eski kopyaları daha değerli görmek yerine, daha mükemmel ve daha az yıpranmış olan yeni kopyaları tercih etmek, geleneksel bir Yahudi alışkanlığı olmuştur. - - SİR FREDERİC KENYON


Frederic Kenyon, Our Bible and Ancient Manuscripts (Kutsal Kitap’ımız ve Eski El Yazmaları) isimli eserinde, eski kopyaların yok edilmesi konusunda daha açıklayıcı bilgiler sunmaktadır:

El yazmalarının kopyalanmasında gösterilen aşırı hassasiyetin aynısı, eski kopyaların yok edilmesinde de gösterilmiştir. El yazması bir kopya olan Talmud, kurallara harfen uyularak yazıldığı ve hakkettiği onayı aldığı zaman, yetkisi kabul edilir, diğer kopyalar ile aynı değere sahip olurdu. Eğer hepsinin doğruluğu ve kesinliği aynı ise, bir el yazmasının eskiliği, onun değerini ya da önemini artırcı bir kriter olamazdı, tam aksine, kullanılan malzemeler zaman akışı içerisinde eskiyeceği ve aşınacağı için, eski olmak, bir el yazmasına pozitif bir dezavantaj sunmaktaydı. Hasar görmüş ya da mükemmelliği bozulmuş olan bir kopya, en kısa zamanda kullanılamaz olarak kabul edilirdi.
Bütün sinagoglarda, hasar görmüş, eskimiş el yazmalarının terk edildiği, “Gheniza” isimli ahşaptan bir dolap bulundurulurdu. Günümüzde, elimizde bulunan birçok el yazması kopya, bu dolaplarda keşfedilmiştir. Bundan dolayı, ellerindeki eski kopyaları daha değerli görmek yerine, en mükemmel ve en az yıpranmış olan yeni kopyaları tercih etmek, bir Yahudi alışkanlığı olmuştur. “Gheniza” denilen dolaplarda terk edilen kopyalar, zamanla ya toz olurlar ya da dolabın aşırı şekilde dolmasından dolayı yakılırlardı.
Tüm bunlardan dolayı, Eski Antlaşma’nın en eski kopyalarının elimizde olması bizleri ne şaşırtmakta ne de telaşa sürüklemektedir. Şu ana kadar sayılmış olan sebeplere, birde Yahudilerin maruz kaldığı tarih boyunca tekrar eden zulümleri eklersek (mal ve mülke verilen zararları göz önüne alırsak), antik el yazmalarının yok olma olasılığını haklı çıkarmasına rağmen, elimizde bugün var olan metinler, Masoretik metin olarak bilinen metinlerin korunduğunun en güzel ispatı olarak kabul edilmelidir. (Kenyon, OBAM, 43)



“Masoretler, çok ileri bir disiplin düzeyine erişmişlerdi ve ellerindeki metinlere insan aklının alabileceği en büyük saygıyı gösterirler ve keşfettikleri karmaşık bir güvenlik sistemi ile yazım hatalarını engellerlerdi. Örneğin, her kitaptaki her harfin kaç kere tekrar ettiğini sayarlar, Pentateuch’un orta harfi ile tüm Eski Antlaşma’nın orta harfini tespit ederler ve bunlardan daha detaylı kontrol yöntemlerini kullanırlardı. Değişik toplamların hatırlanabilmesi için rakam cetvelleri oluşturmuşlardı. Wheeler Robinson, masoretler hakkında ‘sayılabilinecek her şeyi sayarlardı’ demiştir.” - - F. F. BRUCE


“Kutsal Yazılar’a saygı gösterme ve bu metinlerin saflığına itibar etme, Yeruşalim’in düşüşünden sonra ilk defa ortaya çıkan bir kavram değildir.” (Green, GIOT, 173)
Masoretler, M.S. 500 ve M.S. 950 seneleri arasında, Eski Antlaşma metnine en son formunu veren Yahudi aydınlardır. M.S. 70 senesi içinde tapınağın yıkımı ve Yahudilerin topraklarından sürülmesi ile birlikte, Yahudiler şu konuların önemini kavrayıp bu konulara hızlı bir şekilde eğilmişlerdir: (1) Metinlerin standartlaştırılıp, kanonun kesinleşmesi, (2) noktalama işaretlerinin standartlaştırılıp, en doğru telâffuzun sağlanması ve korunması için sesli harflerin kullanıma sokulması. Onlara Masoretikler denmiştir, çünkü sesli harfleri, aksanları ve sıra dışı bir imla içeren bazı kelimeleri göz önüne alarak yazım içinde sesli geleneğini oluşturmuşlardır (masorah). Sopherim’in noktasız, (sesli harfleri olmayan İngilizce gibi düşünebilirsiniz), ünsüz alfabesini kabul etmişler ve her kelimeye en doğru gramatik formunu ve okunma şeklini vermesi için, ses noktalarını eklemişlerdir. Aynı zamanda, ılımlı bir şekilde metinsel eleştiride bulunmuşlarıdır. Sessiz metinle yazılmış olan bir kelimenin hatalı olabileceği konusunda şüphe duydukları an, çok ustaca bir metodla bu hataları düzeltmişleridir. Sopherim’den aldıkları kelimenin ünsüz harflerine dokunmadan, aynısını koruyarak, ancak bu kelimeye sadece ses noktaları ekleyerek, hem eski kelimeyi korumuş hem de bu yeni kelimenin en doğru ifadesini sunmuşlardır, aynı zamanda bu oluşan yeni kelimenin eski formunu da, sayfanın altına çok küçük harflerle not olarak düşerek, herhangi bir karışıklık oluşmamasını garantiye almışlardır. (Archer, SOT, 63)
Masoretik eylemlerin merkezi ya da okulu olan ve birbirinden tamamen bağımız olan iki yerin isimleri şunlardır: Babilli ve Filistinli. En meşhur Masoretler, dokuzuncu yüzyılın sonları ile onuncu yüzyılın başlarında yaşamlarını sürmüş olan Moses ben Asher (ve onun oğlu Aaron) ve Moses ben Naphtali isimli, Celile’deki Taberiye içinde yaşayan Yahudi aydınlarıydılar. Ben Asher metni, günümüzde Yahudilerin kullandığı standart İbrani metnidir ve en iyi şekilde Kodeks Leningradensis B19 A (L) ve Aleppo Kodeks’i tarafından sunulmaktadır.
Masoretler (masora’dan gelir, “gelenek”), metinin standartlaştırılması ve yazımı gibi çok büyük emek isteyen görevi kabul etmişlerdir. Genel merkezleri, Taberiye içindeydi. Masoretlerin devamını sağladığı metinlere, “Masoretik” metin denmiştir. Çalışmaların sonucunda ortaya çıkan bu metinler, en doğru okumayı sağlayabilmek için ses noktalarını içermektedir. Masoretik Metin, bugün elimizde bulunan standart İbrani metni oluşturmuştur.

Masoretler, çok ileri bir disiplin düzeyine erişmişlerdi ve ellerindeki metinlere “insan aklının alabileceği en büyük saygıyı gösterirler ve keşfettikleri karmaşık bir güvenlik sistemi ile yazım hatalarını engellerlerdi. Örneğin, her kitaptaki her harfin kaç kere tekrar ettiğini sayarlar, Pentateuch’un orta harfi ile tüm Eski Antlaşma’nın orta harfini tespit ederler ve bunlardan daha detaylı kontrol yöntemlerini kullanırlardı. Değişik toplamların hatırlanabilmesi için rakam cetvelleri oluşturmuşlardı. Wheeler Robinson, bu konuda ‘sayılabilinecek her şeyi sayarlardı’ demiştir.” (Bruce, BP, 117)

Yazıcılar, gerek Yeşaya kitabında, gerekse bütün Eski Antlaşma’da, tek bir ünsüz harf bile eksik yazılsa, bunu tespit edebilecek düzeydeydiler. Yazılım esnasında o kadar çok koruyucu sistem geliştirmişlerdi ki, ellerindeki Kitap’ın kopyalama işlemi bittiği anda, ellerindeki kopyanın kesinlikle hatasız olduğundan emin olurlardı..
Sir Frederic Kenyon bu konuda şunları ifade etmiştir:

Kaydetme çeşitleri, okumalar, gelenekler ya da benzeri uygulamalar haricinde Masoretler, metinsel eleştirmenliğin çember alanına girmeyen birçok hesaplamaların da sorumluluğunu üstlenmişlerdir. Her kitabın ayetlerini, kelimelerini ve harflerini rakamlandırmışlardır. Her birisinin ortasındaki kelimeyi ve harfi tespit etmişlerdir. Ayetleri, alfabenin harflerine göre ya da bazı rakamlara göre sıralandırmışlardır. Şu an bizler için önemsiz gözükebilecek bu detaylı çalışmalar, metnin hatasız bir şekilde kopyalanmasını sağlamak için çok hassas bir koruma işlevini görmekle beraber; yüceltilmeyi hak eden bu Kutsal Yazılar’a duyulan saygının en ileri ifadesi olmuşlardır. Masoretler, Yasa’nın tek bir yotunun, başlığının ya da bir harfin en ufacık parçasının yok olmaması ya da atlanılmaması için derin bir kaygı duymuşlardır. (Kenyon, OBAM, 38)

Yukarıda bahsi geçen İbrani el yazmalarının sağlamlığının kanıtları hakkındaki tartışmaların üzerinde olan bir gerçek var ise, o da Yahudilerin Kutsal Yazılar’a gösterdiği saygıdır. Ancak Yahudilerin, Kutsal Yazılar’ına olan saygılarından dolayı, kopyalanmış olan metinlerin hatasızlığını garanti ettiğini iddia edemeyiz. Aslında bu daha çok bizlere, onların Kutsal Kitap’a duydukları batıl saygıyı göstermektedir. Talmud’a göre, yerine getirilmesi gereken şartlar arasında sadece kullanılacak derinin tipi ya da kolonların ebadı değil, aynı zamanda, Tanrı’nın isminin yazılmasından önce yerine getirilmesi gereken dini törenlerde vardır. Kurallar; kullanılacak mürekkebi, kelimelerin arasındaki boşlukların ebadını ve akıldan bir şey yazmama gibi detayları kapsamaktaydı. Satırlar, -hatta harfler- belli bir metot ile sayılmaktaydı. Eğer bir el yazmasında, bir tane bile hata tespit edilse, elenir ve yok edilirdi. Yazıcılık resmi bir görevdi ve kopyalama işlemi esnasında aşırı titiz bir dikkat gösterme sorumluluğunu içermekteydi. Elimizde az el yazması kopya olmasının bir sebebi de budur, çünkü kurallar, kusurlu kopyaların yok edilmesini buyurmaktaydı. (Geisler, BECA, 552)



Elimizdeki Kutsal Yazılar’a saygımızı kazandıran bütün delillere sahibiz. Çok uzun bir zaman ve asırlar gelip geçmiş olsa da, hiç kimse O’na ne bir kelime ekleme, ne bir kelime çıkarma ya da bir heceyi değiştirme cüretini gösterememiştir. Doğduğu andan itibaren, O’nu, Tanrı’nın buyruğu olarak kabul etmek, onlara uymak ve gerekirse seve seve O’nun için canını vermek, her Yahudi için bir içgüdüdür. - - FLAVYUS JOSEFUS, BİRİNCİ YÜZYIL TARİHÇİSİ


M.S. birinci yüzyılda yaşamış olan Yahudi tarihçi Flavyus Josefus, şu ifadede bulunmuştur:

Bizler, bize ait olan Kutsal Yazılar’a olan saygımızı uygulamalarımızla ispatladık. Şu ana kadar, gelmiş geçmiş asırlar boyunca, hiçbir kişi ne bu yazılara bir şey ekleme, ne onlardan bir şey çıkarma ne de bir kısmını değiştirme cesaretini bulamamıştır; ancak bütün Yahudiler için doğdukları andan itibaren bu kitapların tanrısal bir doktrin içerdiğine güvenmişler, onlara sadık kalmışlar ve mecbur kalındığında da bu kitaplar uğruna canlarını vermekten çekinmemişlerdir. Tarih boyunca defalarca ve kitleler halinde esaret altına alınmış olanlarımız için, herkesin önünde işkencelere ve katliamlara dayanmak, ama ne yasamız aleyhinde ne de bu yasaları taşıyan kitaplar aleyhinde bir kelime söylememek, yeni bir şey değildir. (Josefus, FJAA, alıntı yeri: JCW, 179, 180)

Josefus, Kutsal Yazılar’a olan İbrani saygısı ile Yunanlıların edebiyatlarına olan saygısını karşılaştırarak devam eder:

Hangi Yunanlı, aynı sebep uğruna bu kadar çok eleme göğüs gerer? Kendi ulusunun bütün eserlerini kurtarmak için en ufak bir kişisel zararı göze almaz. Yunanlılar için bunlar sadece, yazarlarının keyfi doğrultusunca şekil bulmuş hikâyelerdir. Bu yargım; çağdaşlarının bazılarının tarihsel olayları anlatmak için kendisini tehlikeye attıklarını bilen, ancak ilgi alanlarına girmeyen bu konularda, gerçekleri bilen kişilerden bilgi arama zahmetine katlanmayan eski tarihçilerin varlığı ile haklı çıkmaktadır. (Josefus, FJAA, alıntı yeri : JCW, 181)

Tüm bunlara rağmen, M.S. 1000 yıllarından günümüze ulaşmış olan en eski Masoretik el yazmalarının geçerliliğinin kabul edilmesi, İsrail’in Ölü Deniz sahillerinde bulunan şaşırtıcı bir keşfi beklemiştir.


3C. Ölü Deniz Tomarları
Herhangi bir Kutsal Kitap uzmanına, Ölü Deniz Tomarlarının keşfinden önce, Eski Antlaşma’nın güvenilirliliğine olan inancın artması için nasıl bir keşif gerçekleşmesini hayal ettiğini sorduysanız, alacağınız cevap şöyle bir şey olurdu: “Orijinal Eski Antlaşma el yazmalarına dair daha eski tanıklıkların keşfi.” Şu büyük soru işaretini dile getiren ilk kişi, Sir Frederic Kenyon olmuştur: “Masoretik dediğimiz ve kökleri M.S. 100 yıllarına dayanan bu İbrani metni, Eski Antlaşma kitaplarının yazarlarının ilk olarak yazdıkları orijinal metni dürüst bir şekilde yansıtıyor mu?” (Kenyon, OBAM, 47)
Ölü Deniz Tomarları’nın keşfinden önce şu soru işareti belleklerimizde dolaşmaktaydı, “bugün elimizde olan kopyalar, birinci yüzyıl ve daha önceki kopyalar ile kıyaslandığı zaman ne kadar hatasızdır?” Eski Antlaşma’nın, elimizdeki en eski tam kopyasının tarihi, onuncu yüzyıldan kalmadır. Böylece şu büyük soru ortaya çıkmıştır: “Bu metin defalarca kez kopyalandığına göre, bu metne güvenmemiz doğru mudur?” Ölü Deniz Tomarları şaşırtıcı cevabı sunmuştur.


1D. Ölü Deniz Tomarları Nedir?
Tomarlar, kırk bin adet el yazması parçacıklardan oluşmaktadır. Bu parçacıkların bir araya getirilmesi ile tam beş yüz adet kitap oluşturulmuştur. İsrail’in Ölü Deniz sahillerindeki, Kumran"da dini cemaatin, M.Ö. birinci yüzyıl’dan, M.S. ikinci yüzyıla kadar olan tarihini aydınlatan Kutsal Kitap dışı birçok kitaplar ve parçacıklar keşfedilmiştir. “Zadokite metinleri”, “Toplum Kuralları” ve “Disiplin El Kitabı” gibi kitaplar, bizlere günlük Kumran hayatının amacı hakkında derin bilgiler sunmaktadır. Birçok farklı mağarada bulunan el yazmalarında, Kutsal Kitap’taki ayetler hakkında yorumlar içeren kitaplar da bulunmaktadır. Ancak, Ölü Deniz Tomarları’nın en önemli metinleri, kuşkusuz İsa’nın doğumundan bir yüzyıl öncesinden kalma, Eski Antlaşma metin kopyalarıdır.


2D. Ölü Deniz Tomarları Nasıl Bulunmuştur?
Ralph Earle, tomarların nasıl bulunduğu konusunda, Tanrı’nın her şeyi sağlayıcı ilgisini gösteren olayı bizlerle paylaşarak, akılda kalıcı ve öz bir cevap sunmaktadır:

Bu keşfin hikâyesi, modern çağımızın en büyüleyici hikâyelerinden birisidir. 1947 senesinin Şubat ya da Mart aylarının içinde, Muhammed isimli bir Bedevi çocuk çoban, kaybolan keçisini aramaktadır. Eriha’nın sekiz mil güneyinde, Ölü Deniz’in batı yakasındaki bir tepede, bir delik içerisine bir taş atar ve aşağıdan gelen testinin kırılma sesine şaşırarak, delikte bir keşif yapmaya karar verir. Aşağıda yaptığı araştırma, onu hayretler içinde bırakan bir manzara ile karşılaşması ile sonuçlanır. Mağaranın zemininde, şeritten kumaşlara sarılmış, deri tomarların içinde olduğu büyük testiler görür. Testiler, zamanında dikkatlice mühürlendikleri için, tomarlar neredeyse 1900 sene boyunca hiç bozulmadan korunmuşlardır. (Bulgular, bu tomarların M.S. 68 senesinde oraya yerleştirildiğini göstermiştir)
Ölü Deniz Mağarası içerisinde bulunan tomarlardan beş tanesi, ismini aldıkları, Yeruşalim’deki Suriye Ortodoks Manastırı Baş Piskoposu tarafından satın alınmıştır. Bu arada, diğer üç tomar ise, gene oradaki İbrani Üniversitesinden, Profesör Sukenik tarafından satın alınmıştır.
Tomarlar ilk bulunduğunda, halkın dikkatini çekmemiştir. 1947 Kasım’ında, Profesör Sukenik, mağaradaki iki testiyi ve üç tomarı satın aldıktan iki gün sonra günlüğüne şöyle yazmıştır: “Ümitlerimizin de ötesinde olan bu keşif, belki de Filistin içerisinde yapılmış en büyük keşiflerin bir tanesidir.” Ancak o yıllarda bu önemli sözcükler yayınlanmamıştı.
Nihayet, 1948 Şubatının içinde, İbranice okumasını bilmeyen başpiskopos, Yeruşalim’deki Amerikan Şark Araştırma Okulu’nu aradı ve onlara bu tomarlardan bahsetti. İlâhi takdirin bir sonucu olarak, o dönemde okula vekaleten müdürlük yapan John Trever isimli genç eğitimci, aynı zamanda muhteşem bir fotoğrafçıydı. Çetin ve adanmışlıkla dolu bir çalışma devresinden sonra, 24 feet uzunluğundaki ve 10 inç yüksekliğindeki Yeşaya tomarının her bir sütununun tek tek fotoğraflarını çekti. Bu resimleri tek tek levhalara bastıktan sonra, bir kaç kopyasını uçakla Johns Hopkins Üniversitesinden, geniş çevrelerce tanınan ve Amerikan Kutsal Kitap Arkeologlarının başkanı olan Dr. W. F. Albright’a gönderdi. Geri gelen cevapta Albright şöyle yazmıştır: “Çağımızın en büyük el yazması keşfinden dolayı sizi yürekten kutlarım!…Ne kadar inanılmaz bir keşif! Artık el yazmalarının orijinalliği konusunda, dünyadaki hiç kimse en ufak bir şüphe duyamayacak.” Kendisinin bu el yazmaları hakkındaki tarihlemesi, yaklaşık M.Ö. 100 olmuştur. (Earle, HWGB, 48-49)


3D. Ölü Deniz Tomarlarının Değeri
Ölü Deniz Tomarlarının keşfinden önce, elimizdeki en eski ve eksiksiz İbrani el yazmasının yazılım tarihi, M.S. 900 senesiydi. İsa’nın zamanı olan M.S. ilk yüzyıldan sonra yazılmış olan bu metinlerin hatasız iletimine ne kadar güvenebilirdik? Arkeoloji ve Ölü Deniz Tomarları’na bu konuda çok minnettarız, çünkü artık elimizdeki metinlere güvenebileceğimizi biliyoruz. Ölü Deniz mağaralarının içinde bulunan tomarların bir tanesi, Yeşaya kitabının tamamının el yazmasını içermektedir. Paleontolojik çalışmalar sonucunda bu tomarın yazılım tarihi, M.Ö. 125 olarak tespit edilmiştir. Bu el yazması, bizlerin sahip olduğu herhangi bir MSS’den bin yıldan daha önce yazılmıştı.
Bu keşfin en önemli özelliği, aralarında bin sene bulunan Yeşaya tomarının (M.Ö. 125), Yeşaya Masoretik Metnine (M.S. 916) tüm detaylarında izlenilen yakınlığıdır. Bu yakınlık bizlere, bin sene boyunca yaşanmış olan kopyalama sürecindeki şaşırtıcı kusursuzluğu sergilemektedir.

Yeşaya 53’deki 166 kelimede, sadece 17 harfte tereddüt yaşanmaktadır. Bunların on tanesi, cümlenin anlamını etkilemeyen, ancak kelimenin yazılım şeklindeki farklılıktan kaynaklanmakta, dört tanesi bağlaç kullanımında gözüktüğü gibi, stil değişiminden kaynaklanmakta ve son üç harf ise, ayet 11’de eklenmiş olan ve anlamı etkilemeyen “ışık” kelimesinden gelmektedir. Daha da ötesi, bu kelime LXX ve IQ tarafından da (Ölü Deniz Mağaralarında bulunmuş olan bir Yeşaya tomarı) desteklenmektedir. Böylece, 166 kelimeden oluşan bir bölümde, bin yıllık bir iletim ve kopyalama sürecinden sonra, sorunlu olarak gözüken tek bir kelime (üç harften oluşmakta olan) mevcuttur ancak, bu kelime parçanın anlamını değiştirmemektedir. (Burrows, SS, 304)

Gleason Archer’in ifade ettiği gibi, Kumran cemaatinin Yeşaya kopyaları, “elimizdeki standart İbrani metni ile kelime kelimesine karşılaştırıldığında, yüzde 95 gibi bir oranla tıpa tıp benzer olduğu tespit edilmiştir. Yüzde 5lik oran ise, açıkça görülen kalem hataları ve yazılım değişikliklerinden oluşmaktadır.” (Archer, SOT, 19)
Millar Burrows, şu sonuca varmıştır: “Bir metnin, bin senelik bir dönem içerisinde çok az bir farklılık göstermiş olması, bir tür mucizedir. Bu tomar hakkında yazdığım ilk yazımda da daha önce belirttiğim gibi, ‘Bu yazının içerisine baktığımız zaman, ortaya koyduğu temel önemini; Masoretik geleneğin güvenilirliliğinin ispatını görmekteyiz’.” (Burrows, TDSS, 304)


4D. Tomarlar Ne İçermektedirler?
Tomarlar tarafından bizlere ulaştırılmış olan sekiz yüz el yazmasını burada tek tek incelememiz mümkün değildir. Aşağıdakiler, tomarlar hakkındaki bilgilerimizin temelini oluşturan ilk çalışmalar ve 4 nolu mağaradan çıkartılıp, kısa bir süre önce yayınlanan metinler de dahil olmak üzere son kırk sene boyunca incelenmiş olan metinlerden örneklerdir. Bu metinler değişik kategorilere ayrılmışlardır: Kutsal Kitap metinleri, Kutsal Kitap yorumları, mezhepsel (secterian) metinler, kutsallığı olmadığına inanılan (pseudepigraphical) metinler, vahiy niteliğindeki (apocalyptic) metinler, mistik ya da törensel metinler. (Price, SDSS, 86)
Ölü Deniz Tomarları Keşifleri: 1 nolu mağara, Arap bir çoban çocuk tarafından keşfedilmiştir. Bu çoban mağaradan, yaklaşık yedi adet civarında tam tomar, bir miktar da parçacık tomarlar almıştır.
Yeşaya A (IQIs a): St. Markos Manastırı Yeşaya Tomarı, en meşhur kopyalardan birisi olmakla beraber, satır üstlerinde ve sayfa altlarında birçok düzeltme içermektedir ve bu kitap elimizde bulunan en eski tam kopyasıdır.
Yeşaya B (IQIs b): İbrani Üniversitesi Yeşaya Tomarı tam değildir, ancak yazılı metni, Masoretik Metin ile kıyaslandığı zaman, Yeşaya A’ya göre daha uyum sergilemektedir.


Eski Antlaşma Kitaplarının Kumran El Yazmaları
Kanonsal Bölümleme (İbrani Kutsal Kitabına Göre) Eski Antlaşma Kitabı (İbrani Kutsal Kitabındaki Sıralamaya Göre) Kumran El Yazmalarının Adedi (?=olası parçacıklar)
Pentateuch (ilk beş kitap) Yaratılış 18+3?
(Tevrat) Mısır’dan Çıkış 18
Levililer 17
Çölde Sayım 12
Yasa’nın Tekrarı 31+3?
Peygamberler (Nevi’im) Yeşu 2
Hakimler 3
Önceki Peygamberler 1-2. Samuel 4
1-2. Krallar 3
Sonraki Peygamberler Yeşaya 22
Yeremya 6
Hezekiel 7
On ikiler (Kısa Kitap Yazan Peygamberler) 10+1?
Yazılar Mezmurlar 39+2?
Özdeyişler 2
Eyüp 4
Beş Tomarlar Ezgiler Ezgisi 4
Rut 4
Ağıtlar 4
Derlemeci 3
Ester 0
Daniel 8+1?
Ezra-Nehemya 1
1-2 Tarihler 1
Toplam 223 (233)


Diğer 1 nolu Mağara Parçacıkları: Bu mağarada aynı zamanda şu kitaplara ait parçacıklar da keşfedilmiştir: Yaratılış, Levililer, Yasa’nın Tekrarı, Hakimler, Samuel, Yeşaya, Hezekiel, Mezmurlar ve bazı Kutsal Kitap’a ait olmayan eserler: Enoch, Musa’nın Sözleri (daha önce bu kitap hakkında hiçbir bilgi yoktu), Özgürlük Kitabı (Book of Jubilee), Nuh’un Kitabı, Levi’nin Vasiyetnamesi (Testament of Levi), Tobit ve Süleyman’ın Bilgeliği. Aynı zamanda, Daniel’in ilgi çekici parçalarından olan 2:4 (bu parçada metnin lisanı, İbraniceden Aramiceye geçmiştir), bu mağarada keşfedilmiştir. 1 nolu mağarada ayrıca şu kitapların yorumlarından parçacıklar keşfedilmiştir: Mezmurlar, Mika ve Sefanya.
2 nolu Mağara: 2 nolu mağara ilk kez Bedeviler tarafından keşfedilmiş ve yağmalanmıştır. 1952 senesinde burada yapılan kazı çalışmaları sonucunda, yüz adet el yazmasından parçalarda; Mısır’dan Çıkış kitabından iki tane, Levililer kitabından iki tane, Çölde Sayım kitabından dört tane, Yasa’nın Tekrarı’ndan iki ya da üç tane, Yeremya, Eyüp ve Mezmurlar kitaplarından birer tane ve Rut kitabından ise iki tane keşfedilmiştir.
4 nolu Mağara: Keklik Mağarası ya da 4nolu Mağara, Bedeviler tarafından yağmalandıktan sonra, Eylül 1952’de tekrar araştırılmıştır ve en fazla tomar içeren mağara olduğu anlaşılmıştır. Kelimelerle ifade etmek gerekirse, binlerce parçacık, ya Bedevilerden satın alınarak ya da arkeolojistler tarafından mağarada yapılan araştırmalar sonucunda tekrar gün ışığına çıkartılmıştır. Bu parçacıklar; dört yüz tanesi tanımlanmış olan, yüzlerce el yazmasını içermektedir. Bu keşifler sonunda, Ester haricindeki bütün Eski Antlaşma kitaplarından en az yüz adet parça bulunmuştur.
4 nolu mağarada keşfedilen, M.Ö. 3. yüzyıldan kalma, Samuel kitabından bir parça ise, (4qsam b) elimizdeki en eski, Eski Antlaşma kitap parçasıdır. Aynı zamanda Mezmurlar, Yeşaya ve Nahum kitapları hakkında yorum metinlerinden parçalar da bulunmuştur. 4 nolu mağaranın tüm içeriğinin, Kumran kütüphanesinin kapsam alanını gözler önüne serecek bir kapasitede olduğuna inanılmaktadır. Keşfedilen kitapların sayılarına bakılarak yapılan yorumlara, Kumran"lıların en sevdikleri kitapların adet sıralamasında göre: Yasa’nın Tekrarı, Yeşaya, Mezmurlar, Kısa Kitapları yazan Peygamberler ve Yeremya olduğu saptanmıştır. Daniel 7:28 ve 8:1’i içeren bazı parçalarda, lisanın Aramiceden İbraniceye dönüştüğü gözlenmiştir.
7 ve 10 nolu Mağaralar: 1955 senesi içinde araştırılan 7 ve 10 nolu mağaralardan, belirgin bir Eski Antlaşma Kitabı el yazması çıkartılamamıştır. Ancak Jose O’Callahan tarafından, Yeni Antlaşma’ya ait olduğu iddia edilen, ancak üzerindeki tartışmaların devam ettiği bazı metin parçaları çıkartılmıştır. Eğer bu metin parçalarının Yeni Antlaşma’ya ait olduğu ispatlanırsa, M.S. 50 ya da 60 senesinden kalma bu el yazmaları, elimizdeki en eski Yeni Antlaşma el yazmaları olacaktır.
11 nolu Mağara: Bu mağara, 1956 senesinin başlarından itibaren araştırılmaya başlanmıştır. Eksiksiz ve iyi korunmuş bir durumda olan 36 adet Mezmur ile, daha önceleri elimizde sadece Yunanca metni olan ve apokrifaya ait olan Mezmur 151, burada keşfedilmiştir. Levililer kitabının bir kısmının iyi durumda olan bir tomarı, Yeni Yeruşalim Vahiy"inin geniş parçaları (Apocalypse of New Jerusalem) ve Eyüp kitabının (açıklamalı) Aramice Targum’u bu mağaradan çıkartılmıştır.
Son zamanlarda Ölü Deniz Tomarları üzerine yapılan detaylı çalışmalar, bizlere keşfedilen parçalar hakkında daha detaylı bilgiler ve envanterler sunmaktadır. Gleason L. Archer, Jr., A Survey of Old Testament Introduction isimli eserinde bu konuda ek bir bilgi sunmaktadır. Murabba’at Keşifleri: Kumran’da kâr getiren keşiflerinden teşvik alan Bedeviler, araştırmalarına devam edip, Beytlehem’in güneyindeki bazı mağaralarda, üzerlerinde yazılım tarihleri olan ve İkinci Yahudi İsyanından (M.S. 132-135) kalan el yazması metinler ve belgeler keşfettiler. 1952 senesinin Ocak ayından itibaren bu mağaralarda sistemli kazılar ve araştırmalar başlamıştır. Daha sonraki tarihlerden kalma bu el yazmaları, Ölü Deniz Tomarlarının eskiliğini anlamamıza yardımcı olmuşlardır.
Bu mağaralarda aynı zamanda, Kısa Kitap yazan Peygamberlerden Yoel’in ikinci yarısından, Hagay’ın sonuna kadar olan ve Masoretik Metin ile uyum içinde bir tomar daha keşfedilmiştir. Bilinen en eski Sami dili papirüs (üzerindeki yazı silinerek, tekrar kullanılmış bir papirüstür), ikinci kez eski İbrani harfleri (M.Ö. yedinci ve sekizinci yüzyıllar) ile yazılmış şekli ile burada keşfedilmiştir. (bakınız Barthelemy)
Kumran dokümanlarının metinsel eleştiri bakımından olan önemi, aşağıdaki Eski Antlaşma uzmanlarının değişik perspektiflerden yaptıkları yorumlardan anlaşılabilinir:
Ölü Deniz Tomarlarının birinci ve en önemli etkisi, metin uzmanlarını ellerindeki İbranice el yazması delillerinden bin sene geriye götürmüş olmasıdır. Kumran keşiflerinden önce Eski Antlaşma kitaplarının eksiksiz olarak en eski el yazması kopyalarının tarihi, M.S. onuncu yüzyıl civarları idi. Eski Antlaşma’nın tümünün en eski kopyasının tarihi ise, M.S. on birinci yüzyılın başları idi. Ölü Deniz el yazmaları ise, Eski Antlaşma metninin sağlamlığının delili olarak o ana kadar bilinen her metinden daha eski kanıtlar sunmuştur. (Brotzman, OTTC, 94-95)
Kumran’daki tomarların keşfinden önce elimizdeki en eski el yazmaları, yaklaşık M.S. 900 yıllarından kalmakta idi. Ölü Deniz Tomarları’nın; Yeşaya, Habakkuk ve diğerlerini içeren bazı el yazmalarının yazılış tarihi ise, M.Ö. 125 senesidir. Bu keşif bizlere, elimizdeki el yazmalarından bin sene daha eski el yazmaları sunmuştur. Ancak, asıl önemli sonuç ise, Kumran keşfinde ortaya çıkan Yeşaya tomarı ile, bin yıl sonrasına ait olan Masoretik İbranice metin Yeşaya’sı arasında büyük bir farklılık olmayışı idi. Bu keşif, elimizdeki İbrani metnin sağlamlığını ispat etmiştir. (Enns, MHT, 173)
Elimizdeki materyaller ile Ölü Deniz Tomarları bir araya geldikleri zaman, tarih, din ve dini edebiyat konularındaki bilgilerimizin ufkunun sınırlarını genişleten bir etki oluşturmuşlardır. (Harrison, AOT, 115)
Ölü Deniz tomarlarının, Kutsal Kitap çalışmalarında; bildiklerimizin onaylandığı ve gerçek olarak kabul edilmiş olan birçok verinin tekrar gözden geçirilmesine gerek kalınmayacağı yeni bir döneme geçişi sağladığına hiçbir şüphe yoktur. Hristiyanlık öncesi orijinal Eski Antlaşma metnini oluşturma ve Tanrı’nın Söz’ünün günümüzün çağdaş okuyucusuna daha anlaşılabilinir bir biçimde sunulabilmesi için, bundan daha faydalı bir olay gerçekleşmemiştir. (Harrison, AOT, 115)

Sonuç olarak Masoretler, hak ettikleri en büyük övgüleri, kendilerine emanet edilmiş olan Sopherim ünsüz metnini, azimli bir şekilde muhafaza etme konusunda gösterdikleri aşırı titizlik sayesinde hakketmişlerdir. İnsanlık medeniyeti tarihi boyunca, ister dini, ister lâik olsun, hiçbir antik edebi eserin korunması için gösterilmemiş olan gayreti, Masoretler ve Sopherimler, İbrani Kutsal Yazılar’ın hatasız korunması için göstermişlerdir. Kutsal Metinlerin kâhyalığı konusunda o kadar özen gösteriyorlardı ki, ünsüz harfleri ilgilendiren en bariz düzeltmeleri bile yapma cüretini göstermiyorlardı ve onlara emanet edilmiş olan Vorlage hiçbir değişikliğe uğramadan gelecek nesillere aktarılıyordu.
Sadakatlerinin bir sonucu olarak, bugün elimizdeki İbranice metin ile İsa ve havarileri hayattayken ya da bir asır sonra yetkin kabul edilen İbranice metin; bütün temel konuları ile kıyaslandığı zaman birbiri ile tutarlıdır. Geçmiş yüzyıllardaki en güvenilir el yazmalarının karşılaştırmaları sonucu güvenilirliği ortaya konmuş olan Eski Antlaşma metninin, ayrıca Kumran’da elde edilen delillere bakılarak karşılaştırılıp revize edilmesi sonucu, yetkinliği tartışılmaz bir Eski Antlaşma’ya sahip olduğumuz ispatlanmıştır. Tüm bunların sonucu olarak, Tanrı’nın Esinlemesinin ilk orijinal şeklinin, metinsel hâli ile tedarik edilmemiz için, bütün gerekli koşullar yerine gelmiştir. W F. Albright’ın dediği gibi, “İbrani Kutsal Kitap’ının sesli harfsiz metnine, kusursuz olmasa da, diğer Yakın Doğu edebiyat eserinin içinde eşi olmayan bir şekilde, doğruluğunun korunmuş olduğunu bilerek, huzur içinde güven duyabiliriz.” (Archer, SOT, 65)


__________________________________________________ ____
[Septuagint] düzensizdir, ancak bizim elimizdeki İbrani el yazmalarından, bin sene önce yazılmış bir İbrani metin üzerine oturtulduğundan çok faydalıdır.

- - PAUL ENNS
__________________________________________________ ______


4C. İbrani Olmayan El Yazması Deliller
Eski çağlardan kalma değişik Eski Antlaşma tercümeleri, metin araştırmacıları için çok değerli tanıklıklar oluşturmaktadır. Örneğin Septuagint (LXX), M.Ö. üçüncü yüzyıldan kalma bir metinsel geleneği korumakta iken, Samiriyeli Pentateuchal* (ilk beş kitap) geleneği, M.Ö. beşinci yüzyıla kadar dayanmaktadır. Bunlarla beraber, Masoretik metni de sayınca, elimizde üç adet Eski Antlaşma metinsel geleneği bulunmaktadır ki, tenkitçi bir yaklaşımla değerlendirildiği zaman bu geleneklerin çokluğu, Eski Antlaşma metninin güvenilirliği için bol bol destek sunmaktadır. Metinsel güvenilirliliğin en temel ispatları, Samiriyeli Pentateuch’un tanıklığından ve özellikle LXX’in düzeltilmiş ve karşılaştırılmış metninden gelmektedir.


1D. Septuagint, ya da LXX
Yakın Doğudaki Yahudiler, Aramice için kendi ana İbrani dillerini terk etmişler, aynı şekilde Mısır’daki İskenderiye gibi, Helenistik merkezlerde de, Yunanca için Aramiceyi terk etmişlerdir. Büyük İskender’in fetihleri esnasında, Yahudilere makul düzeyde imtiyazlar sunulmuştur. Aslında İskender, Sur (M.Ö. 332) kuşatması sırasında Yahudilerin, kendisine karşı izlemiş oldukları politika sayesinde onlara karşı bir sempati beslemiştir. İskender’in, Yahudilerin Tanrı’sına olan hürmetini göstermek için Yeruşalim’e gittiği kayıtlara geçmiştir. İskender, yeni yerler fethettikçe, buralarda genellikle İskenderiye ismini taşıyan ve halkının arasında Yahudilerinde bulunduğu yeni yerleşim birimleri kurmuştur.
Yahudiler, kendi ana vatanlarından dağıldıkları için, o çağın ortak lisanında yazılmış Kutsal Kitap’lara ihtiyaç duyulmuştur. Septuagint (“yetmiş” anlamına geldiği için genellikle LXX olarak kısaltılmıştır) ismi, İbrani Kutsal Kitap’ının, Yunanca tercümesine, Mısır Filadelfyası Kralı Ptolemy’nin (285-246 M.Ö.) hükümdarlığı esnasında verilmiştir.
F. F. Bruce, bu çevirinin isminin kaynağı hakkında ilginç bir tercümeyi bizlere sunmuştur. Bu tercüme, M.Ö. 250 seneleri civarında (daha gerçekçi bir hesaplama M.Ö. 100 senesinden biraz daha önce), Kral Ptolemy’nin saray görevlisi Aristeas tarafından, kardeşi Phiocrates’e yazıldığı düşünülen bir mektuptur:

Ptolemy, edebiyatın hamiliğini üstlenmiş ve 900 sene boyunca dünyanın kültür harikalarından birisi olan Büyük İskenderiye kütüphanesi onun zamanında törenle hizmete açılmıştır. Mektup, Ptolemy’nin kütüphanecisi olduğunu bilinen Phalerumlu Demetrius’un, Kral’ın Yahudi yasalarına olan ilgisini nasıl çektiğini ve Yeruşalim’deki Eleazar’a bir delegasyon göndermesi için Kral’a verdiği tavsiyeleri tarif etmektedir. Yüksek rahip, tercüman olarak, İsrail’in her on iki oymağından altışar tane ihtiyar seçip, onları süslenmiş ve doğru olarak hazırlanmış bir Tevrat ile beraber İskenderiye’ye göndermiştir. İhtiyarlar; kraliyet yemeklerinden yemiş, şaraplarından içmiş ve karşılıklı fikir alış verişleri bilgeliklerini ispatlamışlardır; yerleştikleri Pharos adasındaki (feneri ile de meşhur olan bir ada) evde, yetmiş iki günde, müzakereler ve mukayeseler ile, üzerinde hemfikir oldukları şekilde Pentateuch’u, Yunancaya tercüme etme görevlerini tamamlamışlardır. (Bruce, BP, 146, 147)

Yunanca, Septuagint Eski Antlaşması, İbrani kanonundan tercüme, içerik ve düzenleme kalitesi bakımından farklılıklar göstermektedir. İbrani Eski Antlaşma’sının yirmi iki kitabına ek olarak LXX; İbrani kanonunun hiçbir zaman parçası olmamış bazı kitapları da içermektedir. Muhtemelen bu kitaplar, Yunanca konuşulan yörelerde dolaşırken, İbrani kanonunda yer almamıştır. LXX tercümesinin kalitesi, bu durumu ortaya koymakta ve bazı gözlemleri ortaya koymaktadır: (1) LXX, mükemmellik konusunda farklı yollar izlemiştir, örneğin, Tevrat harfi harfine kopya edilmiş ama, Yazılar (İbrani Kutsal Yazılar’ın üçüncü bölümü) bölümünde serbest tercüme uygulanmıştır. (bakınız: Sir Frederic Kenyon, Text of Greek Bible, 3d ed, A. W. Adams tarafından syf 16-19’da gözden geçirilmiş ve ele alınmıştır.) Adams, Eyüp kitabının orijinal LXX’de, İbrani karşılığından altıda bir daha kısa olduğuna dikkat çekmekte ve Yeşu, 1. Samuel, 1. Krallar, Özdeyişler, Ester ve Yeremya’da bazı belirgin farklılıklar olduğunu belirtmektedir. Ayrıca, diğer kitaplardaki küçük uyumsuzluklardan da bahsetmektedir. Bu farklılıkların sebebi, Septuagint’in en büyük zorluklarından birisidir. (2) LXX’in yazılım amacı, İbrani metnin yazılım amacıyla birbirinden farklıdır. LXX, sinagoglarda halkın kullanımı için yazılırken, diğeri inceleme ve çoğaltma amacı ile yazılmıştır. (3) LXX, Eski Antlaşma metinlerinin iletimi için cesur ve öncü, aynı zamanda başarılı bir denemesidir. (4) LXX, genel olarak orijinal İbrani metnin okumasına sadıktır, ancak tercümanların konusunda uzman İbrani aydınları olmadığına dair iddialar vardır.
Septuagint hakkında Paul Enns şunları belirtmiştir: “Tercüme açısından, tam olarak düzenli bir halde olmasalar dahi, elimizdeki İbrani el yazmalarından bin sene önce yazılmış İbrani metin üzerine oturtulmaları bakımından çok faydalıdırlar. Daha da ötesi, Yeni Antlaşma yazarları, bazı yerlerde Septuagint’den alıntı yapmışlardır; bu da bizleri Eski Antlaşma metnini kavramamız konusunda bir adım ileri götürmektedir.” (Enns, MHT, 174)
“LXX etkilerine baktığımız zaman, bu leksikonun her sayfası (Yeni Antlaşma ve Diğer Erken Hristiyan Edebiyatının Yunanca-İngilizce Leksikonu [Bauer, Arndt ve Gingich]) edebiyatımız (M.S. birinci yüzyıl) üzerinde diğer bütün etkilerden daha ağır basmaktadır.” (Bauer, GELNT, xxi)
Septuagint (LXX), Eski Antlaşma’nın Yunanca tercümesi, M.Ö. 250 senelerinde başlamıştır ve önem sıralamasında Masoretik Metin ile aynı değerdedir. Yeni Antlaşma zamanlarında çok yaygın bir şekilde kullanılmaktaydı. Yeni Antlaşma’da yer alan 250 Eski Antlaşma alıntısının çoğunluğu, bu eserden yapılmıştır. LXX’nin, Masoretik Metinden uzaklaştığı noktalar konusunda bazı uzmanlar, LXX tercümanlarının metin konusunda bazen kendi inisiyatiflerini kullandıkları yorumunu yapmışlardır. Kumran metinlerinden biliyoruz ki, bu farklılıklar tercümanların bir şekilde, Proto-Septuagint ailesi adını verdiğimiz, farklı İbrani metin kullanmalarının sonucu olarak ortay çıkmıştır. (Yamauchi, SS, 130, 131)
LXX’nin, bugün elimizde olan Masoretik Metine olan yakınlığı (M.S. 916), on üç yüzyıllık bir iletimin güvenilirliğini ortaya koymaktadır.
LXX ile Eklesiastikus, Özgürlük Kitabı ve diğer apokrafiye ait kitaplarda bulunan ayet alıntıları, bugün elimizde bulunan İbrani metin ile M.Ö. 300 senesinde kullanılan metnin aynı olduğunun delilidir.
Geisler ve Nix, Septuagint’in dört önemli katkısını listelemişlerdir: “[l] Yunanca ve İbranice konuşan insanlar arasındaki dini uçurumu birbirine bağlayan köprü görevi görmüş ve İskenderiye’deki Yahudilerin ihtiyaçlarını karşılamıştır. [2] Yahudilerin İbranice Eski Antlaşma’sı ile Yunanca konuşan Hristiyanların kullanması için gerekli olan Eski Antlaşma arasındaki tarihsel boşluğu kapatmıştır. [3] Misyonerlere değişik dillere ve lehçelere tercüme etmek için, anlaşılması bakımından daha üstün bir Kutsal Kitap sunmuştur ve [4] İbrani Eski Antlaşma metni ile güçlü bir uyum içinde olması, metinsel eleştirilerdeki bazı soru işaretlerini ortadan kaldırmıştır.” (Geisler, GIB, 308)
Yahudilerin Septuagint’e olan ilgilerinin kaybolması konusunda, F. F. Bruce iki sebep sunmaktadır:
- 1. “M.S. birinci yüzyıldan itibaren, Hristiyanların, Eski Antlaşma’nın bu versiyonunu benimsemeleri aynı zamanda, Hristiyan inancını korumak ve propagandasını yapmak amacı ile özgürce kullanmalarından dolayı.” (Bruce, BP, 150)
- 2. “M.S. 100 seneleri civarında, Yahudi uzmanlar tarafından yeniden gözden geçirilmiş standart bir İbrani Kutsal Kitap metni oluşturulmasından dolayı.” (Bruce, BP, 151)
Eski Antlaşma’nın, Yahudiler için yapılmış ve zamanında çok popüler olmuş olan bu tercümesi, yıllar sonra Yahudiler için cazibesini yitirmiştir.


2D. Hexapla
Hexapla (altı cilt), Origen tarafından ikinci yüzyıl içinde oluşturulmuştur ve kaçınılmaz olarak LXX ile bağlantılıdır.
Hexapla’ya ayrıca, Josefus, Philo ve Zadokite Metinleri (Ölü Deniz Kumran cemaati edebiyatı) eklendiği zaman hepsi, “M.S. 40 ilâ 100 seneleri arasında Masoretik [Metin]’e yakın bir metnin varlığına tanıklık eder.” (Skilton, Infallible Word isimli eserinde, “Kutsal Yazılar’ın Yayılması” başlıklı yazı [sempozyum], 148)

Origen’in Hexapla’sı (c. 240-50): M.S. üçüncü yüzyılda yapılmış olan bu Eski Antlaşma tercüme çalışması, dört adet Yunanca metinsel geleneği oluşturmuştur: Septuagint ve Aquila versiyonları; Theodotion ve Symmachus. Bu karışık durum, metinsel eleştiriciliğin ilk göze çarpan adımlarının atılmasına vesile olmuştur ve İskenderiyeli Origen’in Hexapla’sı (altı cilt) bu adımın kendisidir (M.S. 185-254). LXX’in o zamanlarda var olan el yazması kopyalarının arasında tespit edilen farklılıkların çokluğu, İbrani metin ile LXX arasındaki uyumsuzluklar, bir de Eski Antlaşma’nın Yunanca tercümelerini tekrar düzeltme çabaları göz önüne alındığı zaman, Origen’in, Yunanca konuşan Hristiyan dünyasına tatminkâr bir Eski Antlaşma sunma yolunda yaptığı çabanın çok isabetli olduğu görülmektedir. Hem metinsel yazım hatalarını düzelttiği, hem de Yunanca metin ile İbranice metin arasındaki uyumsuzlukları kaldırdığı için, onun bu çalışması yeni bir versiyon oluşturmaktan daha çok, eski bir eserin çeşitli nüshalarına bakılarak tespit edilen en uygun metni oluşturma çalışması denilebilir. Böylece, onun iki ciltlik çalışmasında görülen amaç, Eski Antlaşma’nın çeşitli revizyonlarının, hatalı LXX’den daha üstün olduğunu ortaya koymak ve kusursuz İbrani metin ile kusurlu LXX arasında karşılaştırmalar yapmaktır. Bunu gerçekleştirirken, İbrani Eski Antlaşma’sını, Tanrı’nın, gerçekleri insana açıklamak için kullandığı “kusursuz bir metin” olarak kabul etmiştir….
Hexapla, altı paralel sütundan oluşan bir yapı ile hazırlanmıştır. Her sütun, Eski Antlaşma’nın orijinal İbranice ya da mükemmel bir versiyonunu içermekteydi, bu da o çağlardaki kitapların pazarlanması için, bu eserin çok büyük olmasına sebep olmuştur. Altı sütun şu şekilde düzenlenmiştir: Sütun bir, orijinal İbranice; sütun iki, orijinal İbranicenin Yunan harfleri ile yazılmış versiyonu; sütun üç, ayetlerin Aquila tarafından yapılmış olan tercümeleri; sütun dört, Symmachus’un deyimsel revizyonu; sütun beş, Origen’in kendisinin yaptığı LXX revizyonu; sütun altı, Theodotion’un Yunanca revizyonu. (Geisler, GIB, 507-508)

Bu çalışmanın anıtsal bir değeri olmasına rağmen, modern bir metinsel eleştirmenin, kendisinin ve Origen’in amaçları arasındaki farkı iyi bir şekilde gözlemlemesi gerekmektedir. Bu konu Kenyon tarafından az ve öz bir şekilde ortaya konmuştur:

İbrani metine en yakın şekilde Yunanca bir metin oluşturma Origen’in amacı ise, o zaman bu prosedür yeterlidir. Ancak bizler için amaç, orijinal Septuagint’in tekrar oluşturulması ise... Masoretik metinden önce, İbranicenin nasıl bir şey olduğunu anlamamız için bu eser, elimizdeki en iyi kanıtlardan bir tanesidir. Talihsiz olan tek durum, Origen’in doğal isteğiyle kaleme aldığı bu metinde, kritik hiçbir nokta olmaması olduğu için, Theodotion’dan yapılan eklemeler orijinal ve ilk yazılmış Septuagint’in bir parçası olarak gözükmektedir. (Kenyon, OBAM, 59)

Bu talihsiz durumun gerçekleşmiş ve “fonetik işaretlerinden arındırılmış olan Septuagint metninin kopyası, o günün İbrani metni ile uyum içerisinde olan bir Septuagint’e ulaşmak yerine, bozulmuş bir Yunanca Eski Antlaşma metninin yayılmasına sebep olmuştur.” (Geisler, GIB, 509)
F. F. Bruce, bu konuda şöyle yazmıştır, “Eğer Origen’in Hexapla’sı bütünüyle elimize geçseydi, paha biçilmez bir hazine olurdu.” (Bruce, BP, 155)

__________________________________________________ _____
Samiriye Pentateuch metninin ilginç bir yönü ise, Masoretik Kutsal Kitap ve genel Yahudi-İbrani edebiyat formundan daha eski bir İbrani alfabe ile yazılmış olmasıdır.
- - F.F. BRUCE
__________________________________________________ ______


3D. Samiriye Pentateuch’u
Samiriyeliler, uzun ve sert bir kültürel ve dini çekişmelerden sonra Yahudilerden, M.Ö. dördüncü ya da beşinci yüzyılda ayrılmışlardır. Samiriyeliler kendi revize edilmiş Pentateuch"larını yazdıkları için, bu bölünme esnasında yanlarında Kutsal Yazılar’ı da götürdükleri tahmin edilmektedir.
Samiriye Pentateuch’u kaba bir bakış ile yeni versiyon değil, İbrani metnin kendisinin el yazması bir kopyasıdır. Musa’nın ilk beş kitabını kapsamaktadır ve antik İbrani yazım stili ile yazılmıştır. M.Ö. ikinci yüzyılda, Yunanlılara karşı çıkan Maccabean isyanı esnasında bu yazı stili tekrar kullanılmaya başlandığı için, Kumran’dan çıkan bazı Kutsal Kitap el yazmalarında da bu stilin kullanıldığı tespit edilmiştir. Metin eleştirmeni Frank M. Cross, Jr., Samiriye Pentateuch’unun da, Maccabean döneminden geldiğine inanmaktadır.
Samiriye Pentateuch metninin bir formu da, eski kilise babalarından, Sezariyeli Eusebiyus (c. 265-339) ve Eusebius Hieronymus (c. 345- c. 419) tarafından bilindiği de bilinmektedir. Ancak bu metinler, 1616 senesinde, Pietro della Vale tarafından Şam’da keşfedilene ve Kutsal Kitap uzmanları arasında büyük bir heyecan dalgasını oluşturana kadar, modern Batılı aydınların eline ulaşamamıştır. Bu metin, 1815 senesinde Wilhelm Gesenius tarafından, metinsel eleştiri bakımından ele alınınca, değersiz olduğu ilân edilene kadar Masoretik Metine üstün sayılmıştır. Günümüze yakın bir zamanda ise, A. Geiger, Kahle ve Kenyon gibi uzmanların çalışmaları sonucu, Samiriye Pentateuch metninin değeri tekrar beyan edilmiştir.
Elimizdeki hiçbir Samiriye Pentateuch metninin el yazması kopyası, on birinci yüzyıldan eski değildir. Samiriye cemaati, tomarların bir tanesinin, Kenan diyarının fethinden on üç sene sonra, Musa’nın büyük torunu Abisha tarafından yazıldığını iddia etse de, yazarlığın sahte olduğunun ortada olması, bu iddiayı kolaylıkla reddetmemizi gerektirir. En eski Samiriye Pentateuch kodeksi, içerisinde 1149-1150 senelerinden kalma bir satış kağıdı içermektedir, ancak el yazmasının kendisi bu tarihten daha önce yazılmıştır. El yazmalarının bir tanesinin 1204 senesinde ve diğerinin de 1211-1212 seneleri içinde yazıldığı bilinmektedir ve bu el yazmaları şu an, Manchester’daki John Rylands Kütüphanesinde saklanmaktadır. New York Halk kütüphanesinde korunmakta olan başka bir el yazmasının yazılım tarihi ise, c. 1232’dir.
Samiriye Pentateuch metninde, Masoretik metinden yaklaşık altı bin adet önemsiz farklılık saptanmıştır. Bu farklılıkların bin dokuz yüz tanesinde Samiriyeli metin, Masoretik metin ile uyuşmasa da, Septuagint ile uyuşmaktadır. Farklılıkların bazıları kasıtlı olarak Samiriyeliler tarafından kendi dini uygulamalarını ve lehçelerini korumak amacı ile yapılmıştır. Masoretik metin ise, Yahudi lehçesini ve geleneklerini sürdürmüştür.
Samiriye Pentateuch metninin ilginç bir yönü ise, Masoretik Kutsal Kitap ve genel Yahudi-İbrani edebiyat formundan daha eski bir İbrani alfabe ile yazılmış olmasıdır. M.Ö. 200 senelerinde Yahudiler, bu eski “paleo-İbrani” alfabesi yerine, Arami alfabesini ya da köşeli karakterli alfabeyi kullanmaya başlamışlardır. Kumran’dan çıkan bazı el yazmalarında bu karakterleri görmek mümkündür. Paleo-İbrani alfabesi genel olarak; Moavite Taşı, Şiloha Yazıtları ve Lachish Mektuplarında görülen alfabe ile aynıdır, ancak Samiriyeliler bu alfabeyi biraz daha süsleyerek kullanmışlardır. (Bruce, BP, 120)
Paul Enns, Samiriye Pentateuch hakkında; “Eski Antlaşma metni için çok değerli bir tanık” demiştir. (Enns, MHT, 174) Bu metin, Pentateuch’u içerdiği için, metinsel okumaları saptama konusunda çok değerli bir yardımcı olmuştur. Bruce, “Kutsal Kitabın içeriği hakkında, Samiriye Pentateuch metni ile Masoretik metin [M.S. 916] arasındaki farklılıklar, uyumu engelleyecek seviyede değildir” demiştir (Bruce, BP, 122).
Sir Frederic Kenyon, LXX ve Samiriye Pentateuch ikilisinin, Masoretik Metin ile uyuşmadığı durumlar için: “Orijinal okunuşu yansıtmaktadırlar” demiştir ancak, LXX ile Masoretik Metnin karşı karşıya olduğu durumlarda bazen bir tanesi, bazen diğeri haklı olsa bile, bu farklılıklar metinden değil, tefsirden gelmektedir.


5C. Eski Antlaşma Metinlerine Diğer Tanıklıklar


1D. Aramice Targumlar
Targumlar (kopyalar), yazılı bir form olarak karşımıza M.S. 500 senelerinde çıkmıştır.
Targum kelimesinin basit olarak anlamı, “tefsir”dir. Targumlar, Eski Antlaşma’nın Aramice olarak açıklamalarıdır.
Targumların orijini, Geisler ve Nix tarafından şöyle açıklanmıştır:

Yazıcıların, Ezra (Neh. 8:1-8) zamanından beri, İbrani Kutsal Yazılar’ı hakkında Aramice olarak sözlü açıklamalar yaptığı konusunda birçok kanıt mevcuttur. Bu açıklamalı anlatımlar, birebir tercüme olmadıkları halde, Tevrat’ın artık kullanılmayan dil formlarını anlama konusunda çok büyük yardımları olmuştur… Bu yardıma olan ihtiyaç, İbranicenin halk arasında her geçen gün daha az kullanılması sonucunu ortaya çıkmıştır. M.Ö.’ki son yüzyıllarda bu aşamalı süreç, Eski Antlaşma’nın her kitabının sözlü açıklamalı anlatımı ya da tefsiri oluşana kadar devam etmiştir (Targum).
İbrani kanonu, metni ve tefsiri, hem Jamnia (c. M.S. 90) haham okullarından, hem de Yahudilerin, Filistin’den M.S. 135’deki sürgünlerinden çok daha önce pekiştirildiği için, M.S.’sının ilk asırlarında, bu Targumların yazımına karar verilmiştir ve eski zaman bilgileri resmi bir metine dönüşmüştür. En eski Targumlar yaklaşık M.S. ikinci yüzyılda, Filistin-Aramicesi ile yazılmıştır, ancak Hristiyanlık öncesi döneminde de Targumların mevcut olduğuna dair deliller mevcuttur. (Geisler, GIB, 304, 305)

Geisler ve Nix, bazı önemli Targumlar konusunda biraz daha detaya girmektedirler:

M.S. üçüncü yüzyıl civarlarında, Tevrat üzerine bir Aramice Targum, Babil"de bulunmuştur... geleneksel olarak, Onkelos’a özgü olarak kabul edilmiştir... Bir diğer Babil Aramice Targum’u, hem Önceki hem de Sonraki Peygamberleri de içermektedir ve Jonathan ben Uzziel Targum’u olarak tarihe geçmiştir. M.S. dördüncü yüzyıldan kalmadır ve üslûp olarak hem daha serbesttir hem de metnin tercümesinde daha açıklamalıdır. Bu Targumların ikisi de sinagoglarda okunmuştur… Yazılar (Mezmurlar, Özdeyişler ve Eyüp), sinagoglarda okunmadıklarında dolayı, onlar için resmi bir Targum olmamasının bir açıklamasını yapmaya gerek yoktur. Ancak gayri resmi bazı versiyonlarının halk tarafından kullanıldığı bilinmektedir. M.S. yedinci yüzyılın ortalarında Pseudo-Jonathan isimli bir Pentateuch Targum’u ortaya çıkmıştır... Yeruşalim Targum’u da M.S. 700 senelerinde ortaya çıkmış olsa da, sadece birkaç parçacığı günümüze kadar gelebilmiştir. (Geisler, GIB, 304, 305)

Yahudilerin esaret günleri esnasında Kildani lisanı, İbranicenin yerini almıştır. Bu yüzden, Yahudilerin konuştukları lisanda, Kutsal Yazılar’a ihtiyaçları oluşmuştur.
F. F. Bruce, Targumların geçmişi hakkında birkaç ilginç noktayı bizlere şöyle açıklar:

Sinagoglarda Kutsal Yazılar’ın okunmasına, kullanılan dil olan sözlü Aramice açıklama metinlerinin eşlik etmesi, daha çok M.Ö. dönemini kapatan yıllarda yaygınlaşmıştır. Okuduklarını anlamayı isteyen sıradan halk için, İbranicenin kullanımı azalmasının doğal bir sonucu olarak, anladıkları bir lisanda Kutsal Yazılar’ın tefsiri ile beslenmeleri gerekmekteydi. Bu sözlü tefsiri cemaate okumakla görevlendirilmiş kişiye, methurgeman (tercüman ya da tefsirci), tefsirin kendisine de, targum denilmekteydi.
Methurgeman… cemaatin okuduklarını orijinal Kutsal Yazı sanmaması için, tomardan okumasına izin verilmemekteydi. Şüphesiz ve hatasız bir tefsir gerçekleşmesi için ayrıca bir seferde, Pentateuch metninden bir ayet, Peygamberlerden ise üç ayetten fazla tercüme etmeleri yasaktı.
Bu şekilde devam ederken, Targumların kaleme alınmasına karar verildi. (Bruce, BP, 133)

J. Anderson, The Bible, the Word of God (Kutsal Kitap, Tanrı’nın Söz’ü) isimli eserinde, incelemelerini şöyle aktarmıştır: “Günümüzdeki metinler ile Eski Targumların oluşturuldukları metinlerin aynı olmasının en büyük faydaları, İbrani metnin orijinalliğinin ispatlanmasını da içermektedir.” (Anderson, BWG, 17)
Geisler ve Nix, şu sonuca ulaşmışlardır: “Metinsel bir eleştirmen için, bu Targumların çok büyük bir önemi yoktur, ancak tefsir ilmi ile uğraşan kişiler için bilgili hahamların Kutsal Yazı’yı nasıl bir üslûp ile tefsir ettiklerini anlama bakımından çok önemli eserlerdir.” (Geisler, GIB, 305)


2D. Mishnah
Mishnah (M.S. 200): “Mishnah (tekrar etme, açıklama, öğretme), M.S. 200 senelerinde tamamlanmış ve Musa’nın zamanından o güne kadar gelen bütün sözlü buyrukları tasnif etmiştir. Tevrat birinci, Mishnah ise ikinci yasa olarak da bilinir. Bu eser İbranice olarak yazılmıştır ve sözlü yasayı içerdiği gibi gelenekleri de içermektedir.” (Geisler, GIB, 502)
Ayet alıntıları Masoretik Metine çok yakındır ve onun güvenilirliğine tanıklık etmektedir.


3D. Gemara
Gemara (Filistin, M.S. 200: Babil, M.S. 500). “Gemara (tamamlama, başarma, öğrenme), İbrani lisanı yerine Aramice olarak kaleme alınmıştır ve temel olarak Mishnah üzerine yapılmış geniş bir yorum kitabıdır. İki farklı gelenek ile hazırlanmıştır: Filistin Gemarası (c. M.S. 200) ve hem daha geniş hem de daha yetkin olan Babil Gemarası (c. M.S. 500).” (Geisler, GIB, 502)
Aramice yazılmış olan ve Mishnah üzerine bina edilen bu yorum kitapları, Masoretik Metnin metinsel güvenilirliğini ortaya çıkarmada büyük bir pay sahibidir.
Mishnah ve Filistin Gemarası, Filistin Talmud"unu oluşturur.
Mishnah ve Babil Gemarası, Babil Talmud’unu oluşturur.


Mishnah + Filistin Gemarası = Filistin Talmud"u.

Mishnah + Babil Gemarası = Babil Talmud’unu oluşturur.


4D. Midrash
Midrash (M.Ö. 100-M.S. 300): Eski Antlaşma İbranice metninin üzerine yapılmış bir doktrin çalışmasıdır. Midrash alıntıları sağlam bir şekilde Masoretiktir. Midrash (metinsel çalışma, metinsel tefsir) aslında, İbranice ve Aramice yazılmış olan İbrani Kutsal Yazılar için hazırlanmış resmi bir doktrin ve vaaz açıklamasıdır.
Midrashim (çoğul), M.Ö. 100 ve M.S. 300 seneleri arasında toplanılan materyalden hazırlanmıştır. Midrash (tekil) içinde iki ana bölüm vardır: Halakah (prosedür), Tevrat’ın detaylı bir açıklamasıdır ve Haggada (bildiri, açıklama); bütün Eski Antlaşma’yı kapsayan yorumlardır. Midrashim sadece yorumlardan oluşur, ancak Targumlar ise, açıklamaları da içerir. Midrashim, atasözlerini ve meselleri de içinde barındıran, Eski Antlaşma üzerine yapılmış elimizdeki en eski sinagog vaazlarının bazılarını içermektedir. (Geisler, GIB, 306)


5D. Diğer Önemli Keşifler
Nash Papirüsü: Elimizdeki en eski Eski Antlaşma İbrani el yazmaları arasında, bir adet hasarlı Shema (Yasa’nın Tekrarı 6:4-9) kopyası ve iki parçacık On Emir (Mısır’dan Çıkış. 20:2-17; Yasa’nın Tekrarı 5:6-2 1) vardır. Nash Papirüsünün, M.Ö. ikinci yüzyıl ve M.S. birinci yüzyıl aralarında yazıldığı tahmin edilmektedir.
Kahire Kodeksi: Kodeks, kitap formunda sayfaları olan bir el yazması derlemesidir. Kitabın sonunda bulunan ve başlığı basımcının adını ve tarihini gösteren yazıya göre Kahire Kodeksi (C) M.S. 895 senesinde Moses ben Asher tarafından, Filistin’in Taberiyesinde kaleme alınmış ve sesli noktaları eklenmiştir. Sonraki Peygamberleri (Yeşu, Hakimler, 1. ve 2. Samuel, 1. ve 2. Krallar) ve Önceki Peygamberleri (Yeşaya, Yeremya, Hezekiel ve Kısa kitap yazan Peygamberler) içermektedir.
Aleppo Kodeksi: Aleppo Kodeksi, Shelomo ben Baya’a (Kenyon, OBAM, 84) tarafından yazılmıştır ancak, kitabın sonunda bulunan ve başlığı basımcının adını ve tarihini gösteren yazıya göre, sesli noktaları (ör, ünlü harfler) Moses ben Asher (c. M.S. 930) tarafından yerleştirilmiştir. Örnek bir kodeks olmasına rağmen, uzun bir süre kopyalanmasına izin verilmemiştir hatta yok edilmesi için ferman çıkartılmıştır. (Wurthwein, TOT, 25) Suriye’den, İsrail’e kaçırılmıştır. Günümüzde belgelenmiş, fotoğraflanmış ve İbrani Üniversitesi tarafından yayınlanmış olan Yeni İbrani Kutsal Kitap’ını oluşturmuştur. (Goshen-Gottstein, BMUS, 13) Ben Asher metni için sağlam bir yetki sunmaktadır.
Leningrad Kodeksi: Kitabın sonunda bulunan ve başlığı basımcının adını ve tarihini gösteren yazıya göre Leningrad Kodeksi, Samuel ben Yakup tarafından Eski Kahire’de, 1008 senesinde, Aaron ben Musa ben Ashar tarafından 1000 senesinde yazılmış bir el yazmasından (artık kayıp) kopyalanmıştır. (Kahle, CG, 110) İbrani Kutsal Kitap’ının tamamını kapsayan en eski el yazmalarından birisidir.
Sonraki Peygamberlerin Babil Kodeksi: Babil Kodeksi (V [ar] P), Peygamberlerin Leningrad Kodeksi (Kenyon, 85) ya da [St.] Petersburg Kodeksi (Wurthwein, TOT, 26) olarak da bilinir. Yeşaya, Yeremya ve On ikileri kapsar. 916 senesinde yazıldığı iddia edilse de asıl özelliği, bu kodeks sayesinde, Babil Okulunun Masoretik yazıcıların eklediği noktalama işaretlerinin tekrar keşfedilmesi olmuştur. 1105 tarihli Reuchlin Kodeksi, artık Karlsruhe’dedir. Britanya Müzesi el yazmasında olduğu gibi (c. M.S. 1150), Taberiyeli Masoret olan Ben Naphtali’nin karşılaştırmalı çalışmalarını kapsamaktadır. Ben Asher metninin aslına uygunluğunun tespitinde, bu eserlerin çok büyük yardımı olmuştur. (Kenyon, OBAM, 36)
Erfurt Codices: Erfurt Codices/Kanunları (I E2, E3), Tubingen Üniversitesi Kütüphanesi içinde listelenmiştir. Ben Naphtali metin ve noktalama geleneğini az ya da çok (daha çok E3 içinde) sergilemektedir. E1, on dördüncü yüzyıl el yazmasıdır. E2, büyük bir olasılıkla on üçüncü yüzyıldan kalmadır. E3, en yaşlılarıdır ve 1100 senesinden önceden kalmıştır. (Wurthwein, TOT, 26)


2B. Özet


1C. Metinsel Tenkitçiliğin Kuralları
Aşağıdaki liste, uzmanlar tarafından hangi okumanın doğru ya da orijinal olduğunun tespit edilmesine yardımcı olması için hazırlanmış kriterlerden oluşmaktadır ve yedi adet maddeden ibarettir.


DOĞRU BİR METNİN SEÇİLMESİ İÇİN KILAVUZ
- Daha eski metinler tercih edilmelidir, çünkü orijinal metine daha yakındırlar. - Anlaşılması daha zor olan metinler tercih edilmelidir, çünkü yazıcıların zor metinleri kolaylaştırma eğilimleri vardır. - Daha kısa metinler tercih edilmelidir, çünkü yazıcılar Kutsal Yazılar’dan bir metin çıkartma değil, yeni eklemeler yapma eğilimindedirler. - Farklılıklar tespit edilen kopyalarda, en açıklayıcı olan kopya tercih edilmelidir. - Geniş coğrafi alanlara yayılmış olan metinler tercih edilmelidir, çünkü bu tip el yazmalarının ya da versiyonların birbirini etkileme olasılığı daha azdır. - Yazarın genel stiline en yakın olan metin tercih edilmelidir. - Doktrinsel bir yargıyı yansıtmayan metinler tercih edilmelidir. (Wurthwein, TOT, 80-81)


2C. Tekrar Eden Parçaların Karşılaştırılması
Eski Antlaşma el yazmalarının kalitesinin ispatlanmasında kullanılan bir yöntemde, Masoretik metinde yer alan, tekrar eden parçaların karşılaştırılmasıdır. Bazı Mezmurlar iki kere yazılmıştır (örnek: 14 ve 53); Yeşaya 36-39, aynı zamanda 2. Krallar 18-20’da tekrar etmektedir; Yeşaya 2:24, Mika 4:1-3’e tamamen paraleldir; Yeremya 52, 2. Krallar 25’in tekrarıdır ve Tarihler’in büyük bir kısmı Samuel ve Krallar’da bulunabilir. Bu parçaların incelenmesi, sadece büyük bir metinsel uyumun ispatlanması değil, aynı zamanda kelime kelime gerçekleşmiş bir çoğaltma sürecinin ispatıdır. Bu paralel parçaların tek bir kaynağı olduğunu farz etsek bile, Eski Antlaşma metinlerinin radikal bir revizyona gidilmediği sonucuna bu parçalardan varabiliriz.

3C. Arkeolojiden Destek
Eski Antlaşma metninin orijinaline olan sadakatinin ispatlanmasında, arkeolojinin çok büyük etkisi olmuştur. Sayısız keşif, Kutsal Kitap metinlerinin kesinliğini, sık sık kullanılmış olan yabancı Kralların isminin doğruluğunu bile onaylamıştır. Kutsal Kitap metinlerinin kesinliği konusundaki arkeolojinin verdiği onay, birçok kitapta kaleme alınmıştır. Arkeolog Nelson Glueck’in üzerinde durarak ifade ettiği gibi, “Kesin olarak şunu söyleyebiliriz, şu ana kadar yapılan hiçbir arkeolojik keşif, Kutsal Kitap referansları ile çelişmemektedir.” Bu iddiasına şu cümlelerle devam etmiştir: “Kutsal Kitap’ın tarihsel sunuları, özellikle arkeolojik bulgularla sağlamlaştırıldığında, inanılmaz derecede kesinlik sergilemektedir.” (Glueck, RDHN, 31) (Daha detaylı bir çalışma için bu bölümün 2A kısmına bakınız, “Eski Antlaşma’nın Arkeolojik ve Tarihsel Olarak Onaylanması.”)


4C. Septuagint ve Masoretik Metin
Septuagint, İsa ve havarilerin kullandığı Kutsal Kitap’tır. Yeni Antlaşma alıntılarının çoğu Masoretik Metin ile farklılık gösterdiği durumlarda bile, direkt olarak buradan alınmıştır. Bir bütün olarak ele alındığı zaman Septuagint, Masoretik Metin ile yakın bir paralellik içerisindedir ve onuncu yüzyıl İbrani metninin aslına uygunluğunun onaylanmasıdır.
Eğer elimizde başka hiçbir delil olmasaydı bile, Masoretik Metnin aslına uygunluğu davası, metinsel karşılaştırma ve Yahudi yazıcılık sisteminin olağanüstü titizliği göz önüne alınarak, güven içerisinde bir sonuca bağlanabilinirdi. Ancak, 1947 senesinin başlarında gerçekleşen Ölü Deniz Tomarları’nın keşfi ile, elimize Masoretlerden ulaşan İbrani metinlerinin sağlamlığı, ezici bir şekilde ispatlanmıştır. Masoretik Metin tenkitçileri, el yazmalarının adedinin az ve yazılım tarihinin çok geç olduğunu öne sürmüşleridir. Ancak, Ölü Deniz Tomarları’ndan elde edilen eski el yazmaları parçaları bile, bizlere neredeyse tüm Eski Antlaşma’nın kontrolü imkânını sunmaktadır.
Bu kontrol için kullanılan el yazmaları parçaları, Büyük Masoretik el yazmalarının yazılım tarihinden bin sene daha önce kaleme alınmıştır. Kahire-Geniza ve Ölü Deniz mağaralarındaki keşiflerden önce, M.Ö 150-100 seneleri arasında yazıldığı saptanan Nash Papirüsü (On Emrin ve Shema, Yasa’nın Tekrarı 6:4-9 bölümlerinin el yazması parçaları), Hristiyan çağının başlamasından önce bilinen tek İbrani metinidir.


5C. Samiriye Pentateuch’u ile Uyum
Samiriye Pentateuch’u ve Eski Antlaşma’nın İbranice metni arasında birçok küçük farklılıklar bulunsa bile, aralarında sağlam bir uyum söz konusudur. Daha önce bahsedildiği gibi, Masoretik Metin ile, mevcut olan altı bin adet farklılığın çok büyük bir kısmı, yazım farklılıklarına ve kültürel ifade farklılıklarına dayanmaktadır. Bu farklılıklardan ise bin dokuz yüz adedi, Septuagint ile uyum içindedir (örneğin: Yaratılış 5 ve 11’de rahipler için verilen tarihler). Bazı Samiriye Pentateuch farklılıkları ise, mezhepseldir, örneğin; tapınağın Yeruşalim yerine Gerizzim dağında kurulmasının emredilmesi gibi (Çıkış. 20:17’den sonra). Ancak, şuna da dikkat etmek gerekir, Samiriye Pentateuch el yazmalarının çoğu on üçüncü ve on dördüncü yüzyılın sonlarından kalmadır ve hiçbir tanesi onuncu yüzyıldan önce yazılmamıştır. (Archer, SOT, 44) Ancak Samiriye Pentateuch’u, yüzyıllarca önce yollarını ayırdığı genel metin ile bütün genel konularda tam bir uyum içindedir.


6C. Ölü Deniz Tomarları’nın Kontrolü
Ölü Deniz Tomarları’nın keşfi ile uzmanlar, İbrani el yazmalarının yazılım tarihini, Masoretik Metin el yazmalarınınkinden bin sene daha önce olarak tespit ettiler ve bu da onlara İbrani metnin aslına uygunluğunu saptama imkânı vermiştir. Tüm kitapların kelime kelime karşılaştırılması sonucunda ise, yüzde 95’lik bir uyum saptanmış ve geri kalan yüzde 5’in ise, imlâ ve yazıcı hatası olduğu tespit edilmiştir. Kumran’dan elde edilen Yeşaya tomarı (IQIs a) gözden geçirilmiş, standart bir tercüme oluşturmakla görevli kişileri, Masoretik Metinde sadece on üç adet değişiklik yapmak zorunda bırakmıştır; bunlardan sekiz tanesi daha önceki el yazmalarında da tespit edilmiş olan değişimlerdir ve geriye kalanların sadece birkaç tanesinde dikkat çekici değişiklikler olmuştur. (Burrows, WMTS, 30-59) Yeşaya 53’deki 166 İbranice kelimenin harflerinden sadece Yeşaya B tomarındaki on yedi tanesi Masoretik Metinden farklıdır. Bunlardan on tanesi imlâ farklılığı, dört tanesi stil farklılığı ve diğer üç tanesi ise “ışık” (ayet 11’in içinde) kelimesinin eklenmesi sonucu ortaya çıkmıştır ki, bu da anlamı derin bir şekilde etkilememektedir. (Harris, IC, 124) Daha da ötesi, bu kelime aynı ayet içerisinde hem Septuagint’de, hem de Yeşaya A tomarı içinde de bulunmaktadır.


7C. Sonuç
Septuagint ve Samiriye Pentateuch’u ile aynı zamanda diğer dahili ve harici metinlerle yapılan çapraz kontroller sonucunda, güvenilirliği onaylanmış binlerce İbranice el yazması, Eski Antlaşma’nın güvenilirliği için bizlere sınırsız delil sunmaktadır. Tüm bunların ışığında bu davayı Kenyon’un şu ifadesi ile karara bağlamak gerekir, “Hristiyan birey, bütün Kutsal Kitap’ı eline alıp, korku veya tereddüt etmeden, elindekinin nesillerden nesillere kayba uğramadan aktarılmış, Tanrı’nın gerçek Söz’ü olduğunu söyleyebilir.” (Kenyon, OBAM, 23)
Eski Antlaşma metni, önemli bir şekilde Yeni Antlaşma metni ile bağlantılı olduğu için, onun güvenilirliği aynı zamanda Hristiyanlık inancını da desteklemektedir. Bu, sadece Mesih’in gelişi ile ilgili olarak yapılmış olan doğaüstü iddialar açından değil, aynı zamanda İsa ve Yeni Antlaşma yazarlarının doğruladığı Eski Antlaşma’nın tarihselliğinin geçerliliği açısından da çok büyük önem taşımaktadır. (Geisler, BECA, 552-553)

Bu konuda daha detaylı bir çalışma için aşağıdaki kaynaklara başvurunuz:
Allegro, I. M. The Treasure of Copper Scroll, 2. Gözden geçirilmiş basım.
Archer, G. L., Jr. A Survey of Old Testament, Giriş, Ek 4.
Barthelemy, D. ve J. T. Milik. Ten Years of Discovery in Judean Wilderness
Cass, T. S. Secrets from the Caves.
Elliger, K. ve W. Rudolph, eds. Biblia Hebraica.
Geisler, N. L. “Bible Manuscripts” Wycliffe Bible Encyclopedia içinde.
Geisler, N. L. ve W. E. Nix. General Introduction to the Bible.
Glueck, N. Rivers in the Desert: A History of the Negev.
Goshen-Gottstein, M. “Biblical Manuscripts of the United States.” Textus 3 (1962).
Haris, R. L. Inspiration and Canonicity.
Kahle P E. Cairo Geniza.
Kenyon E. G. Our Bible and Ancient Manuscripts.
Kittel R. ve P. Kahle, eds. Biblia Hebraica.
Mansoor, M. The Dead Sea Scrolls.
Trever J.C. “The Discovery of the Scrolls.” Biblical Archaeologist 11 (Eylül 1948).
Vermes, G. Trans. The Dead Sea Scrolls in English.
Wurthwein, E. The Text of the Old Testament: An Introduction to the Biblia Hebraica.


2A. ESKİ ANTLAŞMA’NIN ARKEOLOJİK VE TARİHSEL OLARAK ONAYLANMASI


1B. Arkeolojinin Tanımına Giriş
Arkeoloji bilgi dalı, diğer fiziki ilimler arasında son zamanlarda belirgin bir önem kazanmıştır. Ancak Kutsal Kitap eleştirmenliği ve Kutsal Kitap metinlerinin aslına uygunluğu üzerine yaptığı araştırmaları gibi, birçok alana yaptığı katkılar bakımından da çok önemlidir.
Arkeoloji kelimesi, iki Yunanca kelimenin birleşiminden ortaya çıkmıştır: “Eski” ya da “Antik” anlamındaki Archaios ve “kelime, bilimsel inceleme veya çalışma” anlamında kullanılan Logos. Birebir kelime anlamı olarak “Geçmişin incelenmesidir.” Webster ise Arkeolojinin anlamını şu cümlelerle ifade etmiştir: “Geçmiş beşeri yaşamlarının ve eylemlerinin maddi kalıntılarının bilimsel çalışması. (ör: fosil, kalıntı, araç gereç ve anıt gibi…)” (Merriam Webster’s Collegiate Dictionary, 10. baskı, Springfield, Mass.: Merriam-Webster, Inc.1997) Bu açıklamaların ışığında, bir arkeoloğun görevi; toplumdan geriye kalan ne varsa bunları toplamak ve bu buluntuların ne anlam ifade ettiğini ortaya çıkarmak olduğunu anlıyoruz.
Arkeoloji, bir tezin ispatlanması üzerine çalıştığı için, birçok modern bilim dalından çok farklıdır. Modern bilim için bir tezin dayanak noktası, bu tezin deneyler ile tekrar tekrar gerçekleştirilmesidir, ancak o zaman gerçek olarak kabul edilir. Diğer taraftan arkeolojinin tekrar eden gerçekler sunmasına imkân yoktur. İncelediği konu hakkında harici bir delil, metin ya da bilgi elde edemedikçe; salt gerçekleri değil, sadece konjonktürleri sunabilir. Kutsal Kitap arkeolojisinin eşsiz bir farkı ise bu noktada ortaya çıkmaktadır.
On dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda, Kutsal Kitap’a, yüksek eleştiricilik denilen akımdan yoğun bir saldırı gerçekleşmiştir. Tenkitçiler, Kutsal Kitap’ın hataları olduğunu ve arkeolojinin “gerçeklerine” uyması için tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini öne sürerek, Kutsal Kitap’ın tarihselliğinin temellerini yok etmeye çalıştılar. Ancak günümüzde roller değişmiştir.
Nelson Glueck, bu konuda şu açıklamayı yapmıştır:

“Bütün arkeolojik keşifler içerisinde bir tanesinin bile, Kutsal Kitap’ın sunduğu ve doğru bir şekilde anlaşılmış olan bir ifade ile çelişmediğini belirtmenin gerekli olduğunu düşünüyorum.” (Glueck, alıntı yeri: Montgomery, CFTM, 6) Bu ifadenin, bir Yahudi aydın tarafından yapılmış olduğuna özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum. Kendisi bir Hristiyan olmadığı halde, arkeolojinin Kutsal Kitap’ı onayladığını ifade etmektedir.
Bu kitabın amaçları doğrultusunda, Kutsal Kitap’ın arkeolojik onaylanması, kalıntısal delil ve metinsel delil olarak iki kategoriye ayrılmıştır. Kalıntısal delil; önceki toplumların, Kutsal Kitap’taki bir olaya direkt olarak tanıklık etmekte olan kalıntıları olarak tanımlanabilinir. Diğer taraftan, metinsel delil ise, Eski Antlaşma’da sunulan tarihsel olayları direkt ya da dolaylı yoldan onaylayan Kutsal Kitap dışındaki metinlerdir (yazılı dokümanlar). Bu iki kategorideki delillerin de, arkeolojik bir doğası vardır.


2B. Bir Uyarı
Arkeoloji, şu ana kadar Kutsal Kitap ile çelişki içinde olmamış olsa da, bu konuda bir uyarı yapmamız gerekmektedir. Sık sık, “Arkeoloji, Kutsal Kitap’ı ispatlamaktadır” gibi ifadeler duymaktayız. Arkeoloji, Kutsal Kitap’ın “Tanrı tarafından esinlenip, açıklandığını” “ispatlayamaz”, ancak arkeoloji, “Kutsal Kitap olaylarının ve metinlerinin tarihselliğini” “ispatlayabilir.”
Ben arkeolojinin, Kutsal Kitap eleştirmenliğine katkıda bulunduğuna inanıyorum, ancak bu katkının esinleme ve vahiy alanında değil, kaydedilmiş olan metinlerin tarihselliği, aslına uygunluğu ve güvenilirliği alanlarında olduğuna inanıyorum. Farz edelim ki, On Emrin yazıldığı taş levhalar bulunmuş olsun. Arkeoloji, bunların taş levha olduğunu, üzerlerinde On Emrin yazılı olduğunu ve bu levhaların Musa zamanından geldiğini onaylayabilir, ancak bu levhaların Musa’ya, Tanrı tarafından verildiğini onaylayamaz.
Millar Burrows’a göre arkeoloji, “bizlere bir askeri harekâtın topografyası hakkında birçok bilgi sunabilir, ancak Tanrı’nın doğası hakkında hiçbir şey söyleyemez.” (Burrows, WMTS, 290)
Ancak, arkeolojinin de bazı limitleri vardır ve bunların başında yeterli delil bulma gelir. “Eski Yapıtların Tarihçileri” isimli eserinde, Edwin Yamauchi, şöyle yazmıştır; “arkeolojik delilleri kullanırken, sık sık elimizdeki delillerin ne kadar az olduğunu fark etmeme hatasına düşeriz. Elimizdeki olası delillerin; ilk parçanın, ikinci parçasının, üçüncü parçasının, dördüncü parçasının, beşinci parçası olduğunu söylemek, bir abartı değildir.” (Yamauchi, SSS, 9)
Joseph Free, Arkeoloji ve Kutsal Kitap Tarihi isimli eserinin içinde arkeoloji ve Kutsal Kitap ilişkisi sorusunun cevabını yazmaya çalışmıştır:

Yorumcuların kafalarını uzun süre karıştırmış olan birçok Kutsal Kitap parçasının üzerlerine yeni arkeolojik keşiflerin ışığı tutulduğu zaman, hepsinin anlamı ortaya çıkmıştır. Başka bir ifadeyle, arkeoloji, Kutsal Yazılar’ı aydınlatmakta ve Kutsal Kitap’ın tefsirine ve yorumuna çok büyük katkılarda bulunmaktadır. Kutsal Kitap’ı aydınlatmanın yanı sıra, arkeoloji, tenkitçiler tarafından tarihsel olmadığı ya da bilinen gerçeklere uymadığı varsayılıp, reddedilen sayısız parçanın geçerliliğini onaylamıştır. (Free, ABH, 1)

__________________________________________________ ______
Kutsal Kitap’ı aydınlatmanın yanı sıra, arkeoloji, tenkitçiler tarafından tarihsel olmadığı ya da bilinen gerçeklere uymadığı varsayılıp, reddedilen sayısız parçanın geçerliliğini onaylamıştır.
- - JOSEPH FREE
__________________________________________________ ______


Aynı zamanda arkeolojinin, bütün “radikal eleştirilerin” yanlışlığını kanıtlamadığını da unutmamak gerekir. Bu tenkitçiler, bazı önceden varsayımları yüzünden olaylara objektif bir açıdan bakamamaktadırlar. Burrows, bu konuda gayet açıktır: “Arkeolojik keşiflerin, tenkitçilerin bütün teorilerini çürüttüğünü söylemek doğru bir yaklaşım olmaz. Modern bilimsel tenkitçiliğin temel tutumlarının ve metodlarının yanlışlığının ispatlandığını iddia etmek, daha büyük bir yanılgı olacaktır.” (Burrows, WMTS, 292)
Ancak, bu bölümde göreceğiniz gibi arkeoloji, radikal eleştirilerin vardığı yargıların çoğunun geçersiz olduğunu ortaya koymuştur ve tartışmasız doğru olduğuna inanılan “yoğun tenkitçiliğin kesin sonuçlarının” ne kadar kesin olduğu sorusunun ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu yüzden, arkeoloji ile yapılan çalışmalarda sadece gerçekleri aramak değil, aynı zamanda, gerçekleri sunan kişilerin varsayımlarını gözden geçirmek çok önemlidir.
Örneğin, Albright, radikal tenkitçiler tarafından sorgulanan ve Süleyman’ın büyük saltanatı ile ilgili olarak bulunan bir delil hakkında şu yorumu yapmıştır: “Bir kez daha, geçmiş yarım yüzyıl hakkında yapılan radikal eleştirilerin sunduğu fikirlerin büyük bir şekilde düzeltilmesi gerektiğini gördük” (Albright, NLEHPC, 22)
Bazı kişiler, doğaüstücülerin ve doğaüstücülüğe karşı çıkanların, arkeoloji üzerinde asla uzlaşamayacaklarını, çünkü bu grupların, tamamen zıt gruplarda oldukları gibi bir temelsiz iddiayı ortaya atmışlardır. Bu iddia bize, arkeolojik bulguların, kendi kişisel görüşümüze göre yorumlayabileceğimiz fikrini vermektedir.
Joseph Free, “Arkeoloji ve Yoğun Tenkitçilik” isimli eserinde bu iddiaya gayet ikna edici bir şekilde karşılık vermektedir:

Bu görüşe göre, yapılan bir arkeolojik keşif, doğaüstücülere başka, doğaüstücülüğe karşı çıkanlara başka anlam ifade edecektir ve bundan dolayı da inanç savunması alanında çok küçük ve önemsiz bir fayda sağlamaktadır.
Aslında işin doğrusu bu değildir. Örneklemek gerekirse: On dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan bir Kutsal Kitap eleştirmeni rahatlıkla, bir zamanlar Sargon’un yaşamadığını, Hititlilerin ya hiç var olmadıkları ya da var oldularsa bile hiç iz bırakmamış bir toplum olduklarını, ataların iletilerinin daha geç bir dönemin tarihi kapsadığını, tanıklık çadırının yedi ayaklı şamdanının daha sonra ortaya çıkan bir konsept olduğunu, Davud-i İmparatorluğun Kutsal Kitap’ta belirtildiği kadar kapsamlı olmadığını, Kral Belşassar’ın asla yaşamadığını, daha birçok olası hatanın sunulduğunu ve Kutsal Kitap içinde birçok imkânsızın yer aldığını iddia edebilirdi.
Arkeolojik keşifler ise, tam aksine, Sargon’un yaşadığını ve Ninova’nın on iki mil kuzeyinde, görkemli bir yerleşim bölgesinde yaşadığını, Hititlilerin sadece var olmadıklarını, aynı zamanda çok ileri bir toplum olduklarını ve ataların, Kutsal Kitap’ta ilettiklerinin içinde oldukları çağın gerçekleri ile uyum içerisinde olduğunu, yedi ayaklı şamdanın Eski Demir çağında var olduğunu, Davut’un İmparatorluğu içinde olduğu söylenen ve ismi verilen önemli bir şehrin kuzeylerde yer aldığını, Kral Belşassar’ın yaşadığını ve Babil’i yönettiğini ve daha birçok olası hatanın sunulduğu ve Kutsal Kitap içinde birçok imkânsızın yer aldığı iddialarının tamamen yanlış olduğunu göstermiştir.
Tabii ki bir kişinin teolojisi, bazı ikincil konularda, gerçekleşen bir arkeolojik keşfin ortaya çıkarttığı gerçeklerin yorumlanmasında etkili olabilir. Ancak olayları ister geniş bir çerçevede, ister küçük detaylar bazında ele alınca, keşifler, ister doğaüstücüler tarafından, ister doğaüstücülüğe karşı çıkanlar tarafından yapılmış olsun, gerçektir. Yazar olarak ben hâlâ, Sargon’un yaşamadığını, Hititlilerin hiç var olmadıklarını ve Kral Belşassar’ın asla yaşamadığını iddia edecek olan bir doğaüstücülüğe karşı çıkan birey tanımıyorum. Teolojilerine rağmen birçok dürüst aydının hemfikir olduğu birçok nokta vardır, ancak liberallerin delilleri, arkeolojiyi ya da bunların yeterliliğini önemsemedikleri birçok nokta mevcuttur. Bizler, Kutsal Kitap’ın kitaplarının yazarları, yazılım tarihleri, eksiksizliği ve güvenilirliği konularının doğruluğuna, dokümanların sunduğu gerçekler ışığında inanıyoruz. (Free, AHC, 30, 31)


3B. Arkeolojik Verilerin Yorumlanması
Arkeolojik verilerin Hristiyanlık ile ilgisini gözden geçirirken, aşağıdaki üç noktayı kendimize kılavuz almamızın çok faydası olacaktır. Birincisi, gerçek anlam sadece bağlamı ile ele alındığı zaman ortaya çıkar. Arkeolojik deliller; günün, yerin, materyallerin ve stilin bağlamı ile yakın bir ilişki içerisindedir ve nasıl anlaşıldığı, yorumcunun varsayımlarına bağlıdır. Bu yüzden, elde edilen bütün deliller hakkında yapılan yorumlar, Hristiyanlık ile dostane bir tavır içinde olmayabilir. Bir veri hakkında yorum yapmadan önce, bu varsayımların hatasız olup olmadığını gözden geçirmek çok önemlidir.
İkincisi, arkeoloji özel bir bilim dalıdır. Fizikçiler ve kimyacılar, araştırdıkları bazı süreçleri tekrar oluşturmak yoluyla her türlü deneyi tekrarlayabilirler ve sonuçlarını defalarca izleyebilirler. Arkeologlar ise yapamazlar. Onların elindeki tek şey, bir zamanlar yaşamış olan bir medeniyetten geriye o andan kalan delillerdir. Onlar, şu anki anın olasılıklarını değil, geçmişin tekliğini incelerler. İnceledikleri toplumları tekrar yaratma imkânları olmadığı gibi, elde ettikleri sonuçlar, diğer bilim dallarında olduğu gibi test edilemezler. Arkeoloji, elde ettiği delillere olası ve akla yatkın açıklamalar getirmeye çalışır. Fizik gibi kanunlar yapamaz. Bu yüzden de sonuçları tekrar gözden geçirilmeye ve düzeltilmeye açıktır. En iyi yorum, delile en iyi açıklamayı getiren yorumdur.
Üçüncü olarak ise, arkeolojik deliller, parçalar halindedir. Olan biten her şeyin sadece bir parçacığını yansıtabilir. Bundan dolayı, yeni delillerin keşfi bütün resmi değiştirebilir. Bu durum özellikle, çok uzun boşluklar içeren veya elimizde konu ile ilgili çok az delil olduğu zaman varılan kanaatler için geçerlidir. Arkeolojik keşifler sonunda, Kutsal Kitap hakkındaki birçok tenkitçi görüşler fikirlerini değiştirmek zorunda kalmıştır. Örneğin, uzun zaman boyunca Kutsal Kitap’ın, Hititlerden bahsetmesinin bir hata olduğu düşünülürken (Yar. 23:10), Türkiye’de keşfedilen Hitit kütüphanesi (1906), bunun bir hata olmadığını ortaya koymuştur. (Geisler, BECA, 48, 49)

__________________________________________________ ______
Stratigrafinin, bilimsel analizlerin ve müze araştırmalarının yardımı ile arkeologlar, eski çağlarda yaşamış olan insanların gündelik hayatlarını dikkate değer bir yakınlık içerisinde tekrar oluşturmayı başarmaktadırlar.

- - WILLIAM F. ALBRIGHT
__________________________________________________ ______


4B. Arkeolojiye Karşı Kısa Bir Sürede Artan İlginin Temel Nedenleri
Neden son yıllarda arkeoloji, eskisine göre daha fazla ilginin odağı olmuştur? William F. Albright, arkeoloji alanındaki istikrarlı ilerleyişin dört faktörünü tespit etmiştir:

- “Japonya’da dahil olmak üzere, birçok ülkede yaşanan arkeolojik keşiflerin sayısındaki ciddi artış. Kazı alanlarındaki bu hızlılığa, müze alanlarının genişleyerek ve yayınların artarak ayak uydurması. Sonuç olarak, sadece daha fazla kazı değil, aynı zamanda bu kazılar hakkında daha fazla yayın olması.”
- “Neredeyse mucize gibi gözüken, Arkeolojik kazı metodlarında yaşanan gelişmeler. Bu gelişmeler, hem yer kabuğu katmanlarının analizini (Stratigrafi), hem de keşfedilen objelerin sınıflandırılmasını ve tarihlendirilmesini (tipology) kapsamaktadır.”
- “Tarihleme için radyo karbon (carbon isotope 14) gibi doğal bilimlerden elde edilen sayısız yeni tekniğin kullanılması.”
- “Son on seneye kadar haberdarı bile olmadığımız, değişik lisanlardan ve alfabelerden gelen sayısız metinin şifresinin çözülmesi ve yorumlanması. İyi bir şekilde muhafaza edilmiş çivi yazısı tabletlerin ve Mısır hiyeroglif papirüslerin, ses linguistiğinin ve filolojik metodların uygulanması, bu metinlerin hızlı ve aslına uygun bir şekilde yayınlanmasını mümkün kılmıştır. Yeni bir metnin, yeterli sayıda ipucu ya da kodun çözülmesi için bol miktarda materyalin bulunması sonucu, deşifre edilmesi hızlanmıştır. Batı Asya ve Mısır’daki kalıntıların altından çıkan ve üç bin yıllık bir süreden beri korunmuş olan çivi yazısı tabletlerinin sayısı neredeyse sonsuzdur. Yeni fırınlama ve tekrar oluşturma teknikleri, çok az bir kayıpla bu tabletlerin kurtarılmasına olanak sağlamıştır.”
“Stratigrafinin, bilimsel analizlerin ve müze araştırmalarının yardımı ile arkeologlar, eski çağlarda yaşamış olan insanların gündelik hayatlarını dikkate değer bir yakınlık içerisinde tekrar oluşturmayı başarmaktadırlar.” (Albright, ADS, 3)


5B. Taşlar Bize Sesleniyor: Eski Antlaşma Bilgilerine Arkeolojik Desteğin Birkaç Örneği
Arkeoloji, Kutsal Kitap metinlerinin, ekonomik, kültürel, sosyal ve politik geçmişini anlayışımızı geliştirir. Aynı zamanda arkeoloji, İsrail’i çevrelemekte olan diğer dinleri anlamamıza katkıda bulunmaktadır.


1C. Sodom ve Gomorrah
Kutsal Kitap’ta ismi geçen ve ayrıca beş adet şehrin, bahsedilen coğrafi bölgelerde yer alması ve bunların gerçekten önemli ticari merkezler olduğu ispatlanana kadar, Sodom ve Gomorrah’ın yıkımının aslının olmadığı düşünülüyordu. Bu şehirlerin Kutsal Kitap’ta anlatılan yok oluşlarının da aslına uygunluğu konusunda bir şüphemiz yoktur. Elde edilen deliller, bu şehirlerde şiddetli deprem hareketlerinin gerçekleştiğini ve yer katmanlarının bazılarının çatladığını ve gök yüzüne doğru yükseldiğini ortaya koymaktadır. Bu bölgede aşırı miktarda katran ve zift bulunmaktadır, Kutsal Kitap’ta, Tanrı’yı reddeden bu şehirlere gökten kükürt yağdığı (kükürt çukurları) anlatılmaktadır. Bu bölgede tortulaşmış taşların, yüksek ısıdan dolayı birbirine kaynadığına dair deliller bulunmuştur. Jebel Usdum (Sodom dağı) isimli dağın tepesinde, bu tip bir derin yanmanın delilleri mevcuttur. Çok uzun bir geçmiş zamanda bu tip bir devasal yangının gerçekleştiğine dair elimizde sabit deliller mevcuttur, bu devasal yangın, Ölü Deniz altındaki petrol havzasının ateş alıp patlaması ile açıklanmaya çalışılmıştır. Tüm doğa, Tanrı’nın hükmü altında olduğuna göre, bu açıklama, bu olayın mucizeviyatından bir şey eksiltmez. Bu olayın gerçekleştiği zaman, uyarılar ve meleklerin ziyareti bağlamında, mucizevi doğasını ortaya koymaktadır. (Geisler, BECA, 50, 51)


2C. Eriha
Eriha’daki kazı çalışmaları sırasında (1930-1936), Garstang, o kadar şaşırtıcı bir delil bulmuştur ki, o ve iki takım arkadaşı, keşfettikleri delilin açıklaması için yazılı ve imzalı bir antlaşma yapmaya karar vermişlerdir. Buldukları delil hakkında Garstang şöyle konuşmuştur: “Asıl ilginç olan ise, duvarların dışarıya doğru ve istilâcıların rahatlıkla şehre girmelerine imkân verecek bir şekilde tamamen yıkılmış olmasıdır. Peki garip olan nedir? Çünkü, saldırıya uğrayan şehirlerin duvarları içeriye doğru yıkılırlar, dışarıya doğru ve tamamen değil.
Yeşu 6:20’de şunları okumaktayız: ‘Halk bağırmaya başladı, kâhinler de borularını çaldılar. Boru sesini işiten halk, daha yüksek sesle bağırdı. Kentin surları çöktü. Herkes bulunduğu yerden dosdoğru kente girdi. Böylece kenti ele geçirdiler.’ Duvarlar dışarıya doğru yıkılmıştır.” (Garstang, FBHJJ, 146)

Biblical Archaeology Review (Wood, DICJ, 44-59) için yazan Bryant Wood, arkeolojik deliller ve Kutsal Kitap’ta anlatılanlar arasındaki uyumu aşağıda listelemiştir:
- Şehrin surları sağlamlaştırılmıştır. (Yeşu 2:5, 7, 15; 6:5, 20).
- Saldırı tam hasat zamanından sonra, baharda gerçekleşmiştir. (Yeşu 2:1; 3:15; 5:16).
- Orada yaşayan halkın yiyecekleri ile beraber oradan kaçma şansları yoktur. (Yeşu 6:1).
- Kuşatma kısa sürmüştür. (Yeşu 6:15).
- Bütün duvarlar, olası bir deprem sonucu dümdüz olmuşlardır. (Yeşu 6:20).
- Şehir yağmalanmamıştır (Yeşu 6:17, 18).
- Şehir yakılmıştır. (Yeşu 6:24).


3C. Saul, Davut ve Süleyman
Saul, İsrail’in birinci kralı olmuştur ve onun Giva’daki kalesi, kazılar sonucu ortaya çıkartılmıştır. Bu kazılar esnasında dikkate değer keşiflerden bir tanesi de, o günlerde kullanılan ana silâhlardan bir tanesinin sapan olduğunun ispatlanmasıdır. Bu keşif, hem Davut’un, Golyat’a karşı zaferine, hem de Hakimler 20:16’daki “yedi yüz seçme adam da bunların arasındaydı. Hepsi de bir kılı, sapanla vuracak kadar iyi nişancıydı” ifadesine dair bir referanstır.
Saul’un ölümünden sonra, Samuel bizlere onun zırhının, Bet She’an"daki, Aştarot tapınağının (Kenan diyarı bereket tanrıçası) içine konduğundan bahseder. Ancak Tarihler kitabında, kafasının, bir Filistin mısır tanrısı olan Dagon’un tapınağına konduğundan bahseder. Bu kayıtların, iki düşman toplumun, aynı yer ve aynı zamanda tapınakları olamayacağı düşüncesi ile yanlış ve hatalı olduğu iddia edilmekteydi. Ancak, yapılan kazıların ortaya çıkardığı gibi, bu alanda geniş bir hol ile birbirinden ayrılmış iki adet tapınağın varlığı ortaya çıkmıştır. Bu tapınakların bir tanesi Dagon için, diğeri ise Aştarot içindir. Görünüşe bakılırsa, Filistinlilerin Kenan tanrıçasını kabul ettikleri ortaya çıkmaktadır.
Davut’un hükümdarlığının en önemli başarılarından bir tanesi, Yeruşalim’in fethidir. Bu ayetlerde kuşku uyandırdığı iddia edilen kısım ise, İsraillerin şehre Şiloha Havuzu’na giden bir tünelle girmeleridir. Bu havuzun o tarihlerde şehrin surlarının dışında olduğu zannediliyordu, ancak 1960 senesinde yapılan kazılar, kentin surlarının havuzu içine aldığını ortaya koymuştur.
Süleyman dönemi ile ilgili arkeoloji ve Kutsal Kitap uyuşması, diğerlerinden daha az değildir. Süleyman’ın tapınağının olduğu yerler, Müslümanların kutsal yerlerine yakın olduğu için şu anda kazılamamaktadır. Ancak, Süleyman’ın zamanı içinde yapılmış olan Filistin tapınaklarının dizaynı, dekorasyonu ve kullanılmış olan malzemeler, Kutsal Kitap’taki anlatımı ile uyum içerisindedir. Tapınağın kendisinden elde edilen tek delil ise, 1979 senesinde, Yeruşalim içindeki bir dükkânda bulunduktan sonra, 1984 senesinde geçerliliği onaylanan ve 1988 senesinde İsrail Müzesi tarafından sergilenen ve üzerinde “YAHVE’nin Tapınağına Aittir” yazan, küçük bir nar şeklindeki asa başlığı süslemesidir.
1969 senesindeki Gezer kazıları esnasında neredeyse bir tepeyi kapsayacak kadar büyüklükte bir kül yığını bulunmuştur. Bu küllerin içinde yapılan araştırmalar sonucunda, birçok İbrani, Mısır ve Filistin kalıntıları ele geçirilmiştir. Açıkça bu üç kültüründe aynı zamanda orada olduğu kesindir. Bu keşif, Kutsal Kitap’ta yer alan bu konudaki ayetleri bilmeyen araştırmacıları şaşırtmıştır. “Mısır Firavunu gidip Gezer"i ele geçirmiş ve ateşe vermişti. Orada yaşayan Kenanlıları öldürerek, kenti Süleyman"la evlenen kızına armağan etmişti.” (1. Krallar 9:16) (Geisler, BECA, 51, 52)
1989 sensinde, Alan Millard tarafından, Biblical Archaeology Review isimli yayında “Kutsal Kitap, Kral Süleyman’ın Zenginliğini Abartıyor mu?” başlıklı bir makalede şunlar yazılmıştır; “Kutsal Kitap metinlerini okuyan ve onun güvenilirliği hakkında sübjektif bir kanıya varmak isteyenler -doğal olarak- Süleyman’ın hazinesi ile ilgili ifadeleri salt abartı olarak algılarlar. Kutsal Kitap’ın, Kral Süleyman’ın hazinesindeki altının miktarı ile verdiği bilgi, hem inanılmazdır hem de hayal bile edilemeyecek kadar fazladır.
Kutsal Kitap’taki Kral Süleyman’ın altınları ile ilgili verilmiş olan bilginin geçerliliğini daha ispat etmedik, ancak Kutsal Kitap metinlerini, diğer antik metinlerle ve arkeolojik keşifler ile kıyasladığımız ve bu konuda araştırmalara devam ettiğimiz zaman, Kutsal Kitap metinlerinin, hem altının kullanımı hem de altının miktarı konularında, içinde bulunduğu çağın uygulamaları ile tamamen bir uyum içinde olduğunu görürüz. Bu, her ne kadar bize bu konudaki Kutsal Kitap metinlerinin doğruluğunu ispatlamasa da, bu miktarların makul olduğunu gösterir.” (Millard, DBEKSW, 20)


4C. Davut
Arkeolog S. H. Horn, arkeolojinin Kutsal Kitap metinlerinin incelenmesine yaptığı yardım konusunda şu bilgiyi vermektedir:

Arkeolojik keşifler, Davut’un Yeruşalim’i fethedişi hakkında ilginç noktaları aydınlatmıştır. Bu fetih hakkındaki Kutsal Kitap ifadeleri (II. Samuel 5:6-8 ve I. Tarihler. 11:6), arkeolojik delillerin ortaya çıkardığı gerçekler bilinmediği zaman biraz üstü kapalı kalmaktadır. II. Samuel 5:8’de şöyle yazılıdır, “Davut o gün adamlarına şöyle demişti: "Yevuslular"ı kim yenilgiye uğratırsa Davut"un nefret ettiği şu "Topallarla körlere" su kanalından ulaşmalı!" ‘Körlerle topallar saraya giremeyecek’ denmesinin nedeni işte budur. Ayrıca bu ayete I. Tarihler 11:6’yı ekleyelim, “Davut, ‘Yevuslular"a ilk saldıran kişi, komutan ve önder olacak’ demişti. İlk saldırıyı Seruya oğlu Yoav yaptı, böylece ordu komutanı oldu.”
Yıllar sonra, Yeruşalim’in fethini anlatan garip bir resim gördüm. Bu resimde, ressam kentin surlarının dış yüzünde, demirden su borusu yapılmış oluklara tırmanan askerleri resmetmişti. Bu resim, tamamen mantıksız bir çalışma idi, çünkü eski çağlardaki kentleri çevreleyen surların dış yüzeylerinde, ne borular ve de oluklar mevcut idi, o çağlarda, sadece taşların içinden yürüyen ve suyun akıp gitmesini sağlayan, damlalık denilen boşluklar vardı. Arkeolojik kazıların bu konuyu açıklığa kavuşturmasında, şüphesiz bu su olukları yanlış yorumlanmıştı. Peki, bu Seruya oğlu Yoav’ın tırmandığı su kanalı nedir?
İleride büyük bir şehir olacak olan Yeruşalim, o günlerde, ovaya uzanmış bir dağ burnunun üzerindeki tepelere kurulmuş, küçük bir şehir idi. Bu pozisyonu onun doğal gücünü oluşturmaktaydı, çünkü üç tarafı derin vadiler ile çevrilmişti. Bu yüzden Yevuslular, böbürlenerek bir kör ya da topalın bile şehirlerine saldıran güçlü bir orduya karşı savunabileceğini iddia ediyorlardı. Ancak, şehrin su rezervleri yetersizdi ve şehir halkı, su ihtiyacının çoğunu, şehrin doğusunda yer alan bayırın pınarından sağlamaktaydı.
Böylece, şehir halkının bu pınara gitmeden su ihtiyacını karşılaması için Yevuslular, kayaların içinde titiz bir çalışma sonucu tüneller inşa etmişlerdi. Birinci adım olarak, pınardan şehre doğru ilerleyen yatay tüneli yapmışlar, ancak doksan feet kazdıktan sonra, doğal bir mağara ile karşılaşmışlardır. Mağaradan kırk beş feet yüksekliğinde dikey bir kuyu açtıktan sonra, bu kuyunun ucundan, 135 feet uzunluğunda meyilli bir tünel daha kazmışlardır. Bu tünelin sonunda ise, su kaynağından 110 feet yukarıda olan şehrin merkezine ulaşan merdivenler bulunmaktadır. O yıllarda bu pınar, düşmanların onu fark etmemeleri için, bir şekilde gizlenmekteydi. Yevuslu kadınlar su elde etmek için bu basamaklardan aşağıya inip, üst tünelde ilerleyip, bu kuyuya su tulumlarını sarkıtmaktaydılar. Su, bu kuyuya ulaşmak için önce kaynaktan yatay alt tünele doluyor, oradan mağaraya doğal akışı ile ulaşıyordu.



Bu keşif, Davut’un isminin Kutsal Kitap dışındaki antik bir kaynakta ilk defa rastlanılması anlamına gelmektedir. Bu yazıtın, sadece yalın bir şekilde [Davut]’dan değil ancak [Davut’un Evi]’nden ve [İsrail Kralı]’ndan bahsetmesi, bu keşfi daha da önemli kılmaktadır. . . Sami dili alfabesinde İsrail hakkında referans içeren en eski Kutsal Kitap dışı kaynak budur. - - AVARAHAM BIRAM


Ancak cevabı verilemeyen bir soru vardı. Kırk sene önce, R. A. S. Macalister ve J. G. Duncan tarafından yapılmış olan kazılarda, Yevuslular ve Davut döneminden kaldığına inanılan bir duvar ve kule keşfedilmişti. Bu duvarın izleri, tünelin girişinin batısındaki, Ofel tepesinin kenarlarından geçmekteydi. Bu durumda ise giriş, hem koruyucu şehir duvarlarının dışında kalmakta hem de düşmanlardan gelecek saldırılara açık kalmakta idi. Neden tünelin girişi şehrin içerisinde değildi? Bu bilmece, Kathleen Kenyon’un, Ofel’de yaptığı son kazılarda çözülmüştür. Macalister ve Duncan’ın keşfettikleri duvar ve kule için belirledikleri tarihlerin hatalı olduğunu, aslında bu kalıntıların Helenistik döneme ait olduğunu tespit etmiştir. Gerçek Yevuslu duvarının, tepedeki bayırın daha alt kısımlarında olduğunu ve tünel girişinin doğusundan geçtiğini böylece, bu girişin güvenli bir şekilde eski şehir alanında bulunduğunu ortaya çıkartmıştır.
Yeruşalim’in dört mil güneyindeki Beytlehem’in yerlisi olan Davut. . . su kanalından ulaşarak şehre giren ilk kişinin, komutan ve önder olacağı konusunda vaatte bulunmuştur. O esnada, ordunun başında zaten general olan Yoav, unvanını kaybetmek istemediği için saldırının önderliğini kendisi üstlenmiştir. Şehirleri kuşatılmış olan halk, bu kadar cüretkâr bir plânın uygulandığını anlamadan, İsraillilerin tünelden geçtikleri, su kanalından tırmandıkları ve şehrin içine ulaştıkları aşinadır. (Horn, RIOT, 15, 16)

Avaraham Biram (Biram, BAR, 26), 1994 senesi içinde gerçekleşen yeni bir keşiften söz etmektedir:

M.Ö. dokuzuncu yüzyıldan kalma dikkate değer bir yazıt, hem [Davut’un Evi]’nden, hem de [İsrail Kralı]’ndan bahsetmektedir. Bu keşif, Davut’un isminin Kutsal Kitap dışındaki antik bir kaynakta ilk defa rastlanılması anlamına gelmektedir. Bu yazıtın sadece yalın bir şekilde [Davut]’tan değil, ancak [Davut’un Evi]’nden ve [İsrail Kralı]’ndan bahsetmesi bu keşfi daha da önemli kılmaktadır. . . Sami dili alfabesinde, İsrail hakkında referans içeren en eski Kutsal Kitap dışı kaynak budur. . . Bu yazıtın ispatladığı en önemli bulgu, Kutsal Kitap’ı minimize etmeye çalışan tenkitçilerin iddialarına rağmen, hem İsrail hem Yahuda krallıklarının, o dönemde çok önemli krallıklar olduğudur.


5C. Özet ve Sonuç
Henry M. Morris şu sonuca ulaşmıştır: “Arkeolojik materyaller ile Kutsal Kitap’ın tam bir uyuşumunu gerçekleştirme çabalarımızın bazı problemler ile karşılaştığı doğrudur, ancak bu problemlerin hepsi daha detaylı bir araştırma ve çalışma ile cevaplanabilecek nitelikte sorunlardır. Kutsal Kitap’ta aktarımı yapılmış olan tarihi dönemlerin, şüphe içermeyen ve geçerliliği ispatlanmış olan sayısız arkeolojik deliler doğrultusunda en ufak bir çelişki içermemesi, elimizdeki Kutsal Kitap’ın hatalı olduğunu gösteren bir tane bile arkeolojik bulgu olmaması dikkat çekici bir unsurdur.” (Morris, BMS, 95)

Eski Antlaşma’nın aktardığı tarih dönemlerinin her birisi hakkında, Kutsal Yazılar’ın gerçekleri anlattığını ispatlamak için yeterince arkeolojik delile sahibiz. Hatta birçok olayda, Kutsal Yazılar, bahsettiği dönemlerin tarihi ve gelenekleri ile ilgili ilk elden tanıklığı bizlere sunmaktadır.
Birçok kişi Kutsal Kitap’ın doğruluğu hakkında şüphe duyarken, zaman ve devam eden araştırmalar, Tanrı’nın Söz’ünün istisnasız bir şekilde tenkitçilerin iddiaları karşısında haklı olduğunu ortaya koymuşlardır.
Aslında, antik dünyadan günümüze kalan binlerce kalıntı, Kutsal Kitap’ın çizdiği resmin dış ve iç hatları ile örtüşmüş, daha da ötesi şu ana kadar şüphe içermeyen hiçbir arkeolojik bulgu Kutsal Kitap ile çelişmemiştir. (Geisler, BECA, 52)

Henry Morris şu eklemede bulunur:

Kutsal Kitap tarihinin, diğer yazılara göre çok eski dönemleri kapsaması ve 19. yüzyılın evrimci önceden varsayımlarının ortaya atılması; birçok uzmanın Kutsal Kitap’ın sunduğu tarih anlatımının büyük bir kısmının efsaneden ibaret olduğu konusunda ısrarcı bir yaklaşım sergilemelerine sebep olmuştur. Kutsal Kitap tarihinin doğruluğunun ispatlanması için o dönemde insanlığın elinde, antik el yazmalarından başka bir delilin bulunmayışı, bu tip öğretişlerin ikna ediciliğini arttırmıştır. Ancak günümüzde, arkeolojinin dikkate değer keşifleri sonucunda Kutsal Kitap’ın, en azından İbrahim’e kadar ispatlanmış tarihsel geçerliliğini reddetmek mümkün değildir. (Morris, MIP, 300)



Yeni keşifler, Pentateuch’un içindeki detayların tek tek tarihsel doğruluğunu ya da edebi eskiliğini onaylamaya devam etmektedir…. İşte bu yüzden, Pentateuch geleneğinin arkasındaki sağlam Tevrat karakterini reddetmek, katıksız bir aşırı eleştiriciliktir. - - WILLIAM F. ALBRIGHT


6B. Eski Antlaşma Bilgilerinin Belgeler ile Kanıtlanması


1C. Eski Antlaşma Tarihinin Güvenilirliği
Bu gün elimizde, Eski Antlaşma’nın doğruluğunun ispatlanmış kopyaları vardır ve de bu el yazmalarının içerikleri tarihsel olarak güvenilirdir.
En büyük arkeologlardan birisi olarak tanınan William F. Albright, şu ifadede bulunmuştur: “Arkeolojinin, sağlam Eski Antlaşma geleneklerini onayladığı konusunda kimsenin şüphesi olamaz.” (Albright, ARI, 176)
Profesör H. H. Rowley, (alıntı yapan: Donald F. Wiseman: Revelation and the Bible) şu iddiada bulunmuştur: “Günümüzün aydınları, kendilerinden öncekilerden daha muhafazakâr varsayımlarla yola çıktıkları için değil, deliller tüm bu gerçekleri güvence altına aldığı için, eskiden tarihsel değeri yok olarak kabul edilip, saygı gösterilmeyen atalar hakkındaki anlatımlara, daha fazla itibar göstermektedirler.” (Rowley, alıntı yeri Wiseman, ACOT, Henry, RB, 305)
Merrill Unger, konuyu şöyle özetlemiştir: “Eski Antlaşma arkeolojisi, Kutsal Kitap’ın tarihine sayısız miktarda bilgi ekleyerek, bütün ulusları yeni baştan keşfetmiş, önemli kişileri yeniden diriltmiş ve şaşırtıcı bir şekilde bütün tarihi boşlukları doldurmuştur.” (Unger, AOT, 15)

__________________________________________________ ______
Ancak günümüzde, arkeolojinin dikkate değer keşifleri sonucunda Kutsal Kitap’ın, en azından İbrahim’e kadar ispatlanmış tarihsel geçerliliğini reddetmek mümkün değildir.

- - HENRY MORRIS
__________________________________________________ ______


Sir Frederic Kenyon’un söylediği gibi, “Eski Antlaşma’nın, On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı boyunca tahrip edici eleştirilerine maruz kalan kısmı hakkında, arkeolojinin keşfettiği deliller ile yetkisinin tekrar bina edildiğini, hatta arkeolojinin, geçmişi ve o günün koşulları hakkında bilgiler sunup, daha bilimsel bir şekilde inceleme imkânı sunarak, değerini arttırdığını söylemek meşru hakkımızdır. Arkeoloji, bu konudaki son sözlerini daha söylememiş olsa da, bugün ulaştığımız sonuçlar, inancımızın da işaret ettiği gibi, bilginin artışı ile Kutsal Kitap’ın da değeri artacaktır gerçeğini ispatlamıştır.” (Kenyon, BA, 279)
Arkeoloji, elimizdeki Masoretik metnin sağlamlığını ve doğruluğunu onaylayan sayısız delil keşfetmiştir. Bernard Ramm, Yeremya Mührü hakkında şunları yazmıştır:

Arkeoloji, aynı zamanda elimizdeki Masoretik metnin aslına uygunluğunu sağlam bir şekilde ispatlayan birçok delil sunmuştur. Yer sakızından yapılan ve şarap testilerini mühürlemek için M.S. birinci ve ikinci yüzyılda kullanılan, Yeremya Mührü diye isimlendirilen mührün üzerinde, genel olarak Masoretik metin ile uyum içerisinde olan Yeremya 48:11 baskısı vardı. Bu mühür, “…el yazmalarının yazıldığı dönem ile mührün yazıldığı dönem arasında bu ayetlerin değişmeden nakledildiğini kanıtlamaktadır.” Bundan başka, M.Ö. ikinci yüzyıldan kalma olan Roberts Papirüsü ve Albright tarafından M.Ö. 100’lerden kaldığı belirlenen Nash Papirüsü elimizdeki Masoretik metnin aslına uygunluğunu ispatlamaktadır. (Ramm, CITOT, 8-10)

William Albright, şu doğrulamayı yapmıştır: “Eski Antlaşma’nın harfsiz metninin, eskimeye rağmen, Yakın Doğu edebiyat eserleri arasında aslına en uygun korunma konusunda eşsiz olduğunu söyleyebiliriz. Ural-Altay edebiyatının antik dönemleri ile kıyaslandığı zaman, Kutsal Kitap’taki İbrani Şairliğine tutulan ışık, bizlere onun kompozisyon ve nakledilme konusundaki eşsizliğini göstermektedir.” (Albright, OTAAE, alıntı yeri Rowley, OTMS, 25)
Arkeolog Albright, arkeolojinin ortaya koyduğu sonuçlara göre Kutsal Yazılar’ın aslına uygunluğu hakkında şunları yazmıştır: “Elimizdeki Pentateuch’un içindekiler, genel olarak en son gözden geçirilmelerinde, çok daha eskidirler; yeni keşifler devam ettikçe, içinde detayların tek tek tarihsel doğruluğu ya da edebi eskiliği doğrulanmaktadır. . . .Bu yüzden, Pentateuchal geleneğinin sağlam Tevratsal karakterini reddetmek, bir aşırı eleştiricilik tutumudur.” (Dodd, MNTS, 224)
Albright, tenkitçilerin eskiden söyledikleri hakkında şu yorumda bulunmuştur,

Yakın bir zamana kadar, Kutsal Kitap tarihçileri arasında, Yaratılış bölümünün atalardan kalan ve İsrailliler ülkelerini fethettikten sonra ortaya çıkan, ya kamp ateşi etrafında oturan hayalperest efsanecilerin anlattığı bir destan ya da Bölünmüş Krallığın yazarları tarafından uydurulmuş bir hikâye olduğuna inanma modası hakimdi. Aydınlar arasındaki tanınmış isimlerin bile Yar. 11-50 bölümleri arasındaki her şeyin daha sonradan eklendiğine ya da Monarşi dönemi esnasında uzak geçmiş hakkında hiçbir şey öğretilmemiş olan yazarların, eskileri kapsayan ürünleri olduğu konusunda yazdığı yazılara rastlamak mümkündür. (Albright, BPFAE, 1, 2)

Albright, artık her şey değişti demektedir: “1925 senesinden sonra yapılan arkeolojik keşifler tüm bu fikirleri değiştirmiştir. Eski aydınlar arasındaki birkaç sabit fikirli kişi haricinde neredeyse, atalardan gelen bu geleneksel öğretişlerin tarihselliğini sağlam bir şekilde destekleyen ve hızla çoğalan bulgular karşısında etkilenmemiş bir tane bile Kutsal Kitap tarihçisi kalmamıştır. Yaratılış öğretişinin geleneğine göre İsrail’in ataları, M.Ö. ikinci milenyumun son yüzyılları içinde ve birinci milenyumun ilk yüzyılları içerisinde Trans-Ürdün, Suriye, Fırat havzası ve Kuzey Arabistan yörelerindeki yarı-göçmen halklar ile sıkı bağlar kurmuşlardır.” (Albright, BPFAE, 1, 2)


Millar Burrows şöyle devam eder:

Durumu daha açık bir şekilde kavrayabilmek için iki tip doğrulamayı birbirinden ayırt etmek gerekir, genel ve özel. Genel doğrulama; belirli noktaların, kesin olarak kanıtlarla ispatlanmasına gerek duyulmadan diğer bilgiler ile uyum içinde olma durumudur. Açıklamak veya örneklemek için sunulan her şey genel doğrulama olarak da kabul edilebilinir. Resmin çerçeveye oturması, melodi ve eşlik eden unsurların uyum içinde olması. Bu tip bir delilin gücü devamlı artış gösterir. Kutsal Kitap tarafından sunulan geçmiş, resminin içindeki unsurların, arkeolojinin bize sunduğu deliller ile uyum içinde olduğunu keşfettikçe, direkt bir kanıtlama olmasa bile, genel olarak verilen bilgilerin doğruluğuna olan inancımız artmaktadır. İster efsane, ister kurgu olsun eninde sonunda zaman aşımından ve çelişkilerinden dolayı kendi kendisine ihanet edecektir. (Burrows, WMTS, 278)

Şikago Üniversitesi profesörü Raymond A. Bowman, arkeolojinin Kutsal Kitap ve tenkitçi varsayımlar arasında bir denge unsuru olduğunu belirtmektedir: “Kutsal Kitap anlatımının geçerliliğinin ispatlanması, Kutsal Kitap’ın geleneksel öğretişlerine yeni bir bakış açısı ile bakılmasına ve Kutsal Kitap tarihine daha muhafazakâr bir yaklaşım ile yaklaşılmasına sebep olmuştur.” (Bowman, OTRGW, alıntı yeri: Willoughby, SBTT, 30)
Albright, “Archaeology Confronts Biblical Criticism” isimli eserinde şunları söylemektedir: “Arkeolojik ve eski metinlerden elimize geçen bulgular, Eski Antlaşma’nın sayısız parçasının ve ifadesinin tarihsel geçerliliğini ispatlamıştır.” (Albright, ACBC, 181)
Arkeoloji, Kutsal Kitap’ın Tanrı tarafından esinlenip, açıklandığını ispatlamaz, ancak arkeoloji, Kutsal Kitap olaylarının ve metinlerinin tarihselliğini ispatlayabilir. Olayların ait oldukları iddia edilen zaman dilimine uyup uymadığını belirleyebilir. G. E. Wright şöyle yazmıştır: “Belki İbrahim’in gerçekten yaşadığını hiçbir zaman ispatlayamayabiliriz ancak, yaşamı ve dönemi hakkında anlatılanlar ile ikinci milenyum başlarının tarihinin mükemmel bir uyum sergileyip, daha sonraki çağların bu uyumu gösteremediğini ispatlayabiliriz.” (Wright, BA, 40)
Yale’den Millar Burrows, Kutsal Yazılar’ın aslına uygunluğunun ispatlanmasında arkeolojinin değeri hakkında şunları söylemiştir:

Kutsal Kitap, arkeolojik delillerle tekrar tekrar desteklenmektedir. Aslında kazı çalışmalarının tümü uzmanların, Kutsal Kitap’ın, tarihsel metinlerin toplaması olduğuna duydukları itibarı arttırmıştır. Bu onaylama hem genel hem özel açıdan geçerlidir. Kutsal Kitap’taki kayıtların sık sık arkeolojik bulgular ile aydınlanması ve açıklanabilmesi, bizlere bu metinlerin resimdeki yerine tam olarak oturması için gerçekten eski çağlardan kalma bir eserin ürünü olması gerektiğini göstermektedir. Bu genel onaylamanın içinde, metinlerin defalarca değişik detaylarının da ispatlandığını görmekteyiz. Verilen yer ve şahıs isimlerinin, dönemleri için doğru isimler olduğu ortaya çıkmaktadır. (Burrows, HAHSB, 6)

Joseph Free, şu anısını anlatmaktadır: “Bir keresinde Yaratılış kitabının elli bölümünün her birisinin, arkeolojik keşifler sonucu ya aydınlandıklarını ya da ispatlandıklarını tespit ettim-aynı tespiti hem Eski, hem de Yeni Antlaşma’nın bütün bölümleri için geçerli sayabiliriz.” (Free, AB, 340)



Kutsal Kitap, arkeolojik delillerle tekrar tekrar desteklenmektedir. Aslında kazı çalışmalarının tümü uzmanların, Kutsal Kitap’ın, tarihsel metinlerin toplaması olduğuna duydukları itibarı arttırmıştır. - - MILLAR BURROWS


2C. Yaratılış
Yaratılış kitabının açılış bölümleri (1-11) hakkındaki eski genel görüş, Antik Yakın Doğuda başka örnekleri de bulunan eski mitolojik öykülerden kaynaklanmış olan tipik bir ürün olduğudur. Ancak bu görüş, sadece Yaratılış kitabı ile başka antik kültürlerin yaratılış hikâyeleri arasındaki benzer noktalara odaklanarak oluşturulmuş bir görüştür. Ancak, insan ırkının ve genel bir esinlemenin, bir aileden türediğini iddia ettiğimize göre, bu tarihsel gerçeğin birçok kültürde izine rastlanması çok doğal bir durumdur.
Önemli olan ise, aradaki benzerliklerden daha çok farklılıklar olmalıdır. Babil ve Sümer kayıtlarına göre yaratılışın, sınırlı tanrılar arasındaki bir sürtüşme sonucu gerçekleştiğini okumaktayız. Bu anlatıma göre bir tanrı, öldürülüp ikiye bölündükten sonra, bir gözünden Fırat, diğerinden de Dicle nehirleri akmaya başlamıştır. İnsanlık ise, kötü tanrının kanı ile kilin karışımı sonucu ortaya çıkmıştır. Bu hikâyeler bizlere tarihi bir olayın mitolojik bir kalıba sokulduğu zaman uğrayacağı bozulmayı ve beşeri fikirler ile eklemeler yapılacağının göstergesidir.
Daha da küçük bir olasılık ise, Yaratılış 1. bölümün yalın ve zarif edebi anlatımının bir mitoloji öyküsünden ortaya çıkmasıdır. İbrani metinlerinin, Babil efsanelerinin basitleştirilmiş ve günahtan arındırılmış şekli olduğuna dair olan yargı ise, tamamen mantıksızdır. Antik Yakın Doğu’da efsaneler ile ilgili temel kural şudur: Küçük olaylar veya gelenekler devasallaştırılarak (resmiyet kazandırılarak ve kişisel süslemelerin eklenmesi ile) efsaneleştirilirler, ancak bunun tam tersi gerçekleşmez. Elimizdeki deliller bize, Yaratılış’ın bir tarihselleştirilmiş efsane olmadığını göstermektedir. Daha çok, Kutsal Kitap dışı tarihi kaynakların sunduğu gerçekler, efsaneleştirilmişlerdir. (Geisler, BECA, 48, 49)


1D. Tell Mardikh: Ebla’nın Keşfi
Bu yüzyılda gerçekleşen en önemli arkeolojik keşiflerin bir tanesi de, Ebla’nın keşfidir. Roma Üniversitesinde arkeolog olan Profesör Paolo Matthiae, 1964 senesinde o zamanlar neresi olduğu bilinmeyen bir şehrin sistemli kazılarına başlamıştır. Matthiae’nın azmi ve öngörüşü sayesinde, 1974 ve 1975 seneleri içerisinde büyük bir kraliyet sarayı ortaya çıkarılmıştır. Bu sarayın içerisinden on beş bin tablet ve parçalar halinde metinler ele geçirilmiştir. Kitabe okuma uzmanı olan Giovanni Pettinato, keşiflerin antik metin özelliklerini tespit edebilmek için Matthiae ile beraber çalışmıştır. Günümüze gelindiğinde bu tabletlerin çok azının tercüme edilebilindiği görülmektedir. Bu gün kesin olarak bilinen bir şey varsa, o da bu antik kazı alanının, Yakın Doğu’yu yönetmiş büyük bir imparatorluğun başkenti olan, bir zamanların önemli kenti Ebla olduğudur. Ebla’nın konumu, Kuzey Suriye’deki günümüzde var olan Aleppo şehrinin civarıdır.
Ebla’daki uygarlığın zirve noktası, M.Ö. üçüncü milenyumun içinde olmuştur (atalar dönemi ile aynı dönem). Her ne kadar Ebla metinlerinin tercüme edilen kısımları, Kutsal Kitap karakterlerinden ya da olaylarından bahsetmemiş olsa da (bu konudaki tartışmalar devam etmektedir, kesin bir karara varılamamıştır), Kutsal Yazılar’la kıyaslama yapabilmemiz için bizlere faydalı olan olayların arka plânları ve yer isimleri ile ilgili hatırı sayılır miktarda bilgi sunmuşlardır. Her ne kadar bu keşfin en etkileyici özelliği, Suriye tarihinin aydınlanması için yaptığı katkı olsa da, aslında Ebla’nın Kutsal Kitap çalışmalarındaki etkisi muhteşem olmuştur. Şu ana kadar buz dağının sadece tepesi ortaya çıkarılmıştır. Tüm delillerin ortaya çıkması biraz daha zaman alacaktır, buna rağmen Kutsal Yazılar’a destek olan keşifler aşağıda sıralanmıştır.


1E. Kutsal Kitap’taki Yerleşim Birimleri
Ebla arşivlerinde, Kutsal Kitap yerleşim birimleri ile olan referanslar konusunda, Kitchen şunları söylemiştir:

Ebla tabletlerinde bahsi geçen yerleşim birimlerinin elimizdeki en eski yazılı kayıtları burada bulunmaktadır ve bu yerleşim yerlerinin bir çoğunun Kutsal Kitap açısından önemi vardır.
Ebla tabletlerinde bizlere en fazla faydayı; Hazor, Megiddo, Yeruşalim, Lakiş, Dor, Gazze, Aşdot gibi Filistin yer isimlerinin kullanılması sağlamıştır. Arkeolojik bilgiler, bize bu yerleşim birimlerinden bazılarında M.Ö. üçüncü milenyumda yaşam olduğunu bildirmiştir (Erken Bronz Çağı III-IV) ve bu tabletler bu yerleşim birimlerinin olası şehir devletleri olarak önemini ispatlamıştır. En sonunda Kenan diyarının ismi, M.Ö. üçüncü milenyumun sonlarında kayıtlarda yer almıştır ve bu kayıt elimizdeki Kutsal Kitap haricindeki en eski kayıttır. Ebla metinlerinin içinde Kenan ile ilgili yazılanları öğrenmek, gerçekten ilginç olacaktır. (Kitchen, BIW, 53, 54)


2E. Kutsal Kitap’taki İsimler
“Ebla olayının en önemli katkısı bu ve benzeri isimlerin bir kez daha (i) insanlar tarafından kullanıldığını ispatlaması (tanrılar, belli kavimler ya da hikâye kahramanları tarafından değil) ve (ii) başta bu isimler olmak üzere, birçok bu tip ismin antikliğini göstermesi olmuştur.” (Kitchen, BIW, 53)
Dr. Giovanni Pettinato, İsrail, İsmail ve Mika gibi İbrani isimleri hakkında, Ebla varyasyonlarıyla bizlere açık bir şekilde göstermiştir. (Pettinato, RATME, 50)


3E. Antik Yakın-Doğu Haracı
Bazı kişiler, Süleyman’ın imparatorluğunun en yüksek döneminde topladığı haracın miktarını hayal ürünü bir abartma olarak kabul ederler. Ancak Ebla’daki keşifler, bizlere bu kayıtlara farklı bir yorum getirme olanağını vermiştir.

Ebla imparatorları, güçlerinin doruğunda iken, sahip oldukları gelir inanılmaz derecede yüksek idi. Sadece bir keresinde Mari isimli kralı yenip 11,000 libre gümüş ve 880 libre altın miktarında haraç almışlardır. Bu tonlarca gümüş ve üçte bir tonun üzerindeki altın, tam bir ganimet sayılmıyordu bile. Gene de, Ebla hazinesinin kapasitesi düşünüldüğü zaman “iştah açıcı” bir ekstra idi. Ekonomik bir genel durum muhasebesi yaptığımız zaman, on beş asır sonraki Süleyman’ın bütün imparatorluğundan elde ettiği toplam temel gelirin, 666 talant (yaklaşık yirmi ton) altın olması (I. Krallar 10:14; II. Tarihler 9:13), bu hayalperest abartma iddialarını biraz havada bırakmakta, hatta Kutsal Kitap’taki diğer antik krallıklar ile kıyaslandığında biraz tatsız tuzsuz bırakmaktadır.
Bu kıyaslama, ne Süleyman’ın bütün imparatorluğundan elde ettiği toplam temel gelirin 666 talant altın olduğunu ne de onun krallığının, Kralların tasvir ettiği kadar organize olduğunu ispatlar. Ancak, açık olarak şunları göstermektedir: (i) Eski Antlaşma verileri, çağının bağlamı içinde incelenmeli, onlardan izole edilmemelidir ve (ii) Eski Antlaşma metinlerinde portresi çizilen olaylar kendisi dışındaki standartlar ile mukayese edildikleri zaman, ne imkânsız ne de inanılmazdırlar. (Kitchen, BIW, 51, 52)


4E. Dini Uygulamalar
Ebla tabletleri, birçok Eski Antlaşma dini uygulamalarının, bazı Kutsal Kitap tenkitçilerinin kabul ettiği kadar “geç” uygulamalar olmadığını ortaya koymuştur.

Rahipler, tarikatlar ve sunular gibi konularda Ebla tabletleri, M.Ö. üçüncü, ikinci ve birinci milenyumda, Mısır, Mezopotamya ve Anadolu için M.Ö. ikinci milenyumdan kalma Kuzey Suriye Katna ve Ugarit yazıtlarından bildiklerimizin, Suriye-Filistin için de geçerli olduğunu göstermiştir. Tarih öncesi çağlardan Greko-Romen dönemine kadar, organize tapınak tarikatlarının, kurbanların ve dinsel törenlerin, Yakın-Doğu din hayatının vazgeçilmez unsurları olduğunu görmekteyiz.
Din hayatının bu unsurlarının “geç dönemin sofistike uygulamaları” olarak adlandırılması gerektiği ve Babil sürgününden önce bütün antik Doğu halkları arasında sadece İbranilerin bunları bilemeyeceği gibi temelsiz, M.S. on dokuzuncu yüzyıl teorilerinin geçersizliği ortaya çıkmıştır. En azından yarım düzinesi bulunmuş olan Eblalıların tapınaklarında, ayin düzenlenmesinden en azından 1000 sene sonra kurulmuş olan Musa’nın tapınma çadırının (ç.ref. Levililer) ya da Süleyman’ın tapınağının, M.Ö. beşinci yüzyıl idealist yazarları tarafından uydurulduklarına dair dahice fikre, rasyonel bir temel bulunmamaktadır. (Kitchen, BLW, 54)

Giovanni Pettinato, Kitchen tarafından bahsi edilen özellikler hakkında şu yorumu yapmaktadır:

Tanrılara tapınmayı içeren Ebla tarikatlarının, Dagan, Astar, Kamos, Rasap isimli tapınaklarını Ebla tabletlerinden öğreniyoruz. Bu inanç adına yapılan sunular arasında ekmek, içecekler hatta hayvanlar mevcuttur. Bu konuda özellikle, bir ay içerisinde tüm kraliyet ailesi tarafından değişik tanrılara yapılan hayvan sunularından bahseden iki tablet (TM, 75, G, 1974 ve TM, 75, G, 2238) çok önemlidir. Bu tabletlerde yazılanlardan bir örnek, “En’den tanrı Adad’a 11 kuzu sunu”, “En’den tanrı Dagan’a 12 kuzu sunu”, “En’den, Edani şehrinin tanrısı Rasap’a 10 kuzu sunu.”
Eblaların inançlarının ilginç yönlerinden bir tanesi de, rahip ile rahibelerin değişik kategorilere ve rahiplerin mahhu ve nabiutum isimli iki farklı sınıfa ayrılmış olmasıdır. Bunlardan ikinci sınıfın Eski Antlaşma’da doğal bir benzeri mevcuttur. Kutsal Kitap’ın olağanüstülüğünü açıklayabilmek ve olayların arka plânlarını anlayabilmek için, aydınlar şu ana kadar Miro’ya bakmışlardır ancak, yakın gelecekte bu ilgilerini Ebla üzerine yoğunlaştıracaklardır. (Pettinato, RATME, 49)


5E. İbranice Kelimeler
K. A. Kitchen, Kutsal Metinler hakkında liberal uzmanların sahip olduğu tenkitçi görüş hakkında şunları söylemiştir: “Yetmiş ya da yüz sene kadar önce, bu kadar geniş ve derin bir perspektife sahip değildik; bunun sonucu olarak, Eski Antlaşma kitaplarının ve tarihinin kuramsal olarak yeniden inşa edilmesinin uygun bir hale getirilmesi için özellikle Alman Eski Antlaşma uzmanları, İbranice birçok kelimeyi, ‘geç’- M.Ö. 600 senesi ve sonrası- olarak sınıflandırmışlardır. Bu basit yöntem ile elde edilen tek şey, günümüzde ‘bilimsel’ olarak tekrar inşa edilmesine karşı oluşan doğal önyargılar olmuştur.” (Kitchen, BLW, 50)

__________________________________________________ ______
Buradan çıkarttığımız dersler açıktır-açık olmalıdır. Batı Sami dillerinin iki bin yıllık tarihi ve gelişmesi ile kıyaslandığı zaman, Kutsal Kitap İbranicesindeki kelimelerin tarihlendirilmesi ve kullanımının tamamen gözden geçirilmesine ihtiyaç vardır.

- - KENNETH KITCHEN
__________________________________________________ ______

Bu konudaki ifadelerine şöyle devam etmiştir:

Ancak, Eski Antlaşma İbranicesinde kullanılmış olan kelimelerin tarihsel geçmişi hakkında elimizdeki bilgilerin çığ gibi büyümesi, bu önyargıların değişmesi eğilimini doğurmuştur. Eğer ele alınan kelime, M.Ö. 2300 yıllarında Ebla içinde ve M.Ö. 1300 yıllarında Ugarit içinde kullanılmış ise, bu kelimenin M.Ö. 600’dan kalma “geç” bir kelime olarak sınıflandırmak için ya da standart Aramicenin daha oluşmadığı bir dönemde bu kelimeyi “Aramaizm” olarak adlandırmak için, çok geniş bir hayal gücüne sahip olmak gerekmektedir. Bu durumda, bu kelime erken bir kelime değil, Kutsal Kitap İbranicesinin atalardan kalma bir mirası olmaktadır. Daha da ötesi, az kullanılan kelimeler için ortaya çıkan bağlamlar arttıkça, bu kelimelerin anlamının doğrulanması ya da düzeltilmesi için elimize daha fazla imkân geçmektedir. (Kitchen, BIW, 50)

Bu kelimeler hakkında Kitchen şunları belirtmiştir:

Eğer, Ebla’daki şehir yöneticilerini incelersek, “liderler” için kullanılan kelimenin nase olduğunu görürüz ki, aynı kelime nasi olarak, İsrail oymaklarının liderleri için (ör. Çölde Sayım 1:16, 44, vb.) ve Süleyman (I. Krallar 11:34) gibi tamamen insan olan diğer yöneticiler için, Kutsal Kitap İbranicesinde kullanılmıştır. Eski moda Kutsal Kitap tenkitçileri, bu kelimeyi “geç” bir kelime olarak sınıflandırmışlardır ve “rahipsel bir kod” olarak varsaymışlardır.
Hetem kelimesi, “altın” anlamına gelmektedir ve İbranicede daha sık kullanılan zahab kelimesinin daha çok şiirsel bir eş anlamıdır ve genel olarak “geç” bir kelime olarak sınıflandırılmış ve elenmiştir. Bu kelime, Mısırca tarafından, Kenancadan M.Ö. yirmi asır önce alınmıştır ve artık-hâlâ 1000 sene öncesinde-kutim şekli ile M.Ö. 2300 senesinde Ebla’nın Eski-Kenancasında tekrar vuku bulduğu bilinmektedir. (Kitchen, BIW 50)

Şöyle devam eder:

İbranice bir kelime olan tehom yani “derin”, Babilceden alınmamıştır, bu kelimeyi Ural dillerinde thmt (M.Ö. on üçüncü yüzyıl) şekli ile, aynı zamanda bin sene önce de Ebla’da (ti’amatum) görmek mümkündür. Bu terim Sami dillerinde genel bir yaygınlığa sahiptir.
Hem eskiden var olduğu hem de anlamının doğru olduğu ispatlanan ve ender olarak kullanılan İbranice kelime olan ereshet (tutku), Kutsal Kitap’ta, Mezmur 21:2 (İbr. 21:3)’de olmak üzere, bir kere kullanılmıştır. Ural dillerinde M.Ö. on üçüncü yüzyıl civarlarında kullanılmış olmasının yanı sıra, bu kelime bin sene önce de Ebla’da irisatum (Eblaca ya da Eski Akatça) olarak Sümerci/Eblaca kelime tabletlerinde kullanılmıştır.
Son olarak, bir zamanlar “geç” bir fiil olduğu iddia edilen ha-dash/ hiddesh, “yeni olma”, “yenilenme” uzak geçmişte -yine- Ural dillerinde (hadath) ve Ebla’da (h) edash (u) yerini bulmaktadır. Bunu gibi birçok kelime mevcuttur. (Kitchen, BIW, 50, 51)

Kitchen şu sonuca varmıştır:

Buradan çıkarttığımız dersler açıktır-açık olmalıdır. Batı Sami dillerinin iki bin yıllık tarihi ve gelişmesi ile kıyaslandığı zaman, Kutsal Kitap İbranicesindeki kelimelerin tarihlendirilmesi ve kullanımının tamamen gözden geçirilmesine ihtiyaç vardır. Gerçek şudur ki, erken Batı Sami dilleri içinde, M.Ö. üçüncü ve ikinci milenyumda, engin ve zengin bir kelime hazinesi mevcuttu ve bu hazine ileriki zamanlarda Kenanca, İbranice, Finikece, Aramice, vb. gibi diğer dillere miras kalmıştır, ancak bu miras dengesiz bir şekilde dağılmıştır. Bu dillerin bir tanesinde, günlük konuşmanın bayağı bir kelimesi olan kelime, bir diğerinde, yüksek sanat eseri şiirlerde kullanılan, bir başkasında ise, geleneklerle ilgili olarak kullanıma sahip bir kelime olmuştur. Sonuç olarak, “geç” ya da “Aramaizm” olarak sınıflandırılan İbranice kelimelerin (özellikle şiir dalında) aslında, erken Batı-Sami dillerinde yaygın bir şekilde kullanılan kelimeler olduklarını ve ileriki dönemlerde, İbranicede ender kullanılırken, Aramicede daha fazla kullanıldıklarını görmekteyiz. (Kitchen, BIW, 51)


3C. Nuh Tufanı
Yaratılış ile ilgili metinlerdeki Tufan hadisesi, diğer antik versiyonlar ile karşılaştırıldığı zaman, aslına uygunluğunu işaret edici bir şekilde, daha fazla gerçekçi ve daha az mitolojik bir yapıya sahiptir. Genel benzerlikler, bizleri sadece Musa’nın aktarımına değil, diğer metinlerinde yazılmasına sebep veren bir tarihsel olayın çekirdeğine doğru yöneltmektedir. Temel hikâye benzer, isimler farklıdır. Sümerliler, Nuh’u, Ziusudra olarak adlandırmışlardır. Babilliler ise, Utnapishtim olarak. Bir insana belirli bir boyutta bir gemi inşa etmesi söylenmiştir, çünkü Tanrı(lar) dünyada büyük bir tufan gerçekleştirecektir. Bu insan da, kendisine söyleneni gerçekleştirir, tufandan canlı çıkar ve gemiden çıktıktan sonra bir kurban sunar. Tanrı(lar), yaşamın yıkılmasından sonra rahatsızlık duyar(lar) ve insanla bir antlaşma yapar(lar). Tüm bu ana hatların benzerliği, bizlere gerçekleşmiş bir tarihsel olayı işaret etmektedir.
Tüm dünya etrafında benzeri tufan anlatımı mevcuttur. Yunanlılar, Hintliler, Çinliler, Meksikalılar ve Havaililer aynı tufanı anlatmaktadırlar. Sümer krallarının bir tarihsel sıralamasında, bu tufan referans noktası olarak alınmıştır. Olağandışı uzun bir hayat yaşayan sekiz kralın ismi sıralandıktan sonra (on binlerce yıl), listeye şu cümle ile ara verilmiştir: “[Arkasından] tufan, bütün [dünyayı] silip süpürdü ve krallık [tekrar] gökyüzünden indirildiği zaman, krallık [ilk olarak] Kish’indi.”
Bu konudaki orijinal hikâyeyi Yaratılış kitabının sunduğuna dair birçok geçerli sebep mevcuttur. Diğer versiyonlarda metnin bozulduğunu belli eden detaylar mevcut iken, sadece Yaratılış kitabında tufanın senesi ve Nuh’un hayatı ile, kronolojik ilişkisi olan diğer olayların seneleri verilmektedir. Aslında Yaratılış kitabının tufan kısmı, bir tür gemilerdeki seyir defterleri gibi yazılmıştır. Kübik Babil gemisinin kimseyi kurtarması mümkün değildir, çünkü formundan dolayı, her dalgada başka bir yana yatacak ve içindekilerin bir oraya bir buraya çarpmasına sebep verecektir. Ancak Kutsal Kitap’taki geminin formu ise, dikdörtgen prizmasıdır, alçak uzun ve geniş formu onun rahatlıkla dalgalarla mücadele etmesine yardımcı olacaktır. Pagan metinlerin ilettiği yağmur süresi (yedi gün), tasvir ettikleri yıkımı oluşturmak için yeterli bir zaman dilimi değildir. Anlatımlarına göre, suların en azından on yedi bin feet civarındaki birçok yüksek dağı aşması gerekmekteydi, bu koşulları göz önüne aldığımız zaman ise, yedi günlük bir yağış yetersiz kalmaktadır. Babillilerin anlatımındaki bir günlük şiddetli yağış ise, daha gerçek dışı bir iletimdir.
Yaratılış kitabı ile diğer versiyonların dikkat çekici bir büyük farklılığı ise, bu geminin kahramanına, ölümsüzlüğün hediye edilmiş olması ve kahramanın yüceltilmesidir. Kutsal Kitap ise, Nuh’un günahına odaklanmaktadır. Sadece gerçekleri iletmeye adanmış bir versiyonda bu gerçekçi itiraf yer alabilirdi.


4C. Babil Kulesi
Elimizde, dünyada bir zamanlar tek bir lisanın geçerli olduğuna işaret eden belli miktarda delil mevcuttur. Sümer edebiyatının birçok yerinde bu gerçek ile ilgili imalara rastlamaktayız. Dil bilimcileri ise lisanları sınıflandırırken, bu teoriden faydalanmaktan çekinmemektedirler. Peki, ya Babil Kulesi (Yar. 11) diye adlandırılan kuleye ve bu kulede dillerin birbirisine karışmasına ne demeli? Arkeolojik çalışmalar bizlere, M.Ö. 2044’den M.Ö. 2007’ye kadar hüküm sürmüş olan Ur kralı Ur-Nammu’nun, ay tanrısı Nannat’a tapınmaları için bir zigurat (kule/piramit gibi bir tapınak) inşasının emrini verdiğini göstermektedir. Ur-Nammu’nun inşa ettirdiği eserler arasındaki beş feet eninde ve on feet yüksekliğinde bir stele (anıt), kendisi hakkında birçok bilgiyi bizlere ulaştırmıştır. Bir panelde, kendisinin bu büyük kulenin inşasını başlatmak için, elinde harç dolu bir kap ile durduğunu anlatan bir resim mevcuttur; böylece tanrılara ne kadar sadık ve alçak gönüllü olduğunu anlatmakta ve bir işçi gibi çalıştığını göstermektedir.
Bir başka kil tablette ise, bu kulenin tanrıları kızdırdığını ve insan eliyle yapılan kuleyi yıktıklarını, onların konuşmalarını değiştirdiklerini ve onları dünyanın dört bir yanına dağıttıklarını görmekteyiz. Bu anlatım ciddi bir şekilde Kutsal Kitap’taki anlatımlara benzerdir.
Kutsal Yazılar’a göre, Babil Kulesinden önce, “Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı.” (Yar. 11:1) Kulenin inşası ve yıkılması ile beraber, “RAB bütün insanların dilini orada karıştırdı ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıttı.” (Yar. 11:9) Günümüzün birçok filoloji uzmanları, dünya dillerinin buna benzer bir şekilde oluşmuş olabileceği gerçeğine inandıklarını söylemektedirler. Ünlü dil bilimcilerden Alfredo Trombetti, bütün dilleri ilk oluşumlarına kadar takip edebildiğini ve hepsinin tek bir orijinden geldiğini ispatlayabileceğini söylemektedir. Max Mueller’de, ortak bir orijine inanan uzmanlar arasındandır. Otto Jespersen ise, ilk lisanın insana Tanrı tarafından direkt bir şekilde verildiğini söyleyecek kadar ileri gitmiştir. (Free, ABH, 47)


5C. Atalar
İbrahim, İshak ve Yakub’un hayatlarının yazarları, Yaratılış kitabının ilk bölümleri kadar zorluklarla karşı karşıya kalmasalar da, o dönemlerde elde bulunan delillerle desteklenemedikleri için uzun süre efsane olarak kabul edildiler. Daha fazla bilgiye ulaşıldıkça sonuç olarak bu hikâyelerin gerçekliği onaylanmış oldu. İbrahim’in dönemindeki hukuki kurallar bizlere, ataların Hacer’i kamptan atmakta tereddüt etmelerinin sebebinin, İbrahim’in, onu maddi olarak desteklemek konusunda bulunan yasal düzenlemeler olduğunu göstermektedir. Ancak, Tanrı’dan gelen yeni bir yasadan sonra İbrahim, Hacer’i gönderebilmiştir.
Mari mektupları, Abamram (İbrahim), Yakup-el ve Benyaminliler gibi birçok ismin tarihteki kullanılmışlığını ortaya çıkarıştır. Bu mektuplarda bahsedilen bireyler, Kutsal Kitap’taki kişiler olmasa da, en azından bu isimlerin o dönemde kullanıldığını göstermiştir. Bu mektuplar aynı zamanda, Yaratılış 14’deki beş kral ile dört kralın savaşının kayıtlarının da gerçekliğini onaylamaktadır. Bu kralların isimleri, o dönemin öne çıkan uluslarının isimleri ile uyum içerisindedir. Örneğin, Yaratılış 14’de Amor"lu kral Aryok’dan bahsetmektedir; Mari mektuplarında ise bu kralın ismi, Ariwwuk’tur. Tüm bu deliller ışığında, Yaratılış’ın kaleme alınmasında kullanılmış olan kaynağın, İbrahim’in zamanında yaşamış olan bir görgü tanığı olduğu sonucuna varmaktayız. (Geisler, BECA, 50)
Kitchen tarafından yapılmış başka bir çalışmada (Kitchen, TPAMH, 48-95), ataların Orta Bronz Çağ’da yaşadığını işaret eden arkeolojik bulgulardan bahsetmektedir.

Kutsal Kitap verileri, antik dünyanın objektif gerçekleri ile esrarengiz bir biçimde uyuşmaktadır ki, bu da Kutsal Kitap dönemlerinin genel güvenilirliğini ortaya koymaktadır. (48)
Kölelerin değerini belirlemek için kullanılan bir önemli değer birimi de, gümüş parçalardır (şekel). Antik Yakın Doğu kaynaklarından edindiğimiz bilgiler sayesinde, kölelerin değerleri hakkında M.Ö. 2400 ile M.Ö 400 arası, 2000 senelik bir dönem hakkında detaylara sahibiz. Dış kaynaklardan gelen bulguların oluşturduğu sağlam delil, bizlere Kutsal Kitap’taki kölelerin değerlerinin bahsedildiği (Yaratılış 37:28; Mısır’dan Çıkış 20; Mısır’dan Çıkış 21:32; 2. Krallar 15:20) bölümlerle kıyaslama olanağını sunmuştur. Kutsal Kitap’taki bu bölümlerde verilen köle fiyatları, kendi dönemi için yaygın olan değerler ile uyum içerisindedir. (52)

Artık bizlere miras kalmış olan dış kaynaklı delillerinde ışığında-Mısır’dan Çıkış’tan, İsraillilerin Kenan diyarına girişine kadar atalardan, birleşmiş monarşi ve arkasından İsrail ve Yahuda krallıklarının bölünmesi ve Sürgün dönemi ile geri dönüşe kadar olan bölümlerin- ana hatlarının gerçekten kusursuz olduğunu görmekteyiz. (94)


1D. İbrahim’in Soyu
İbrahim’in soyunun tamamen tarihsel olarak doğru olduğunu bilmekteyiz. Ancak, burada kullanılan isimlerin birey ismi mi ya da şehir ismi mi olduğu konusunda; antik şehirlerin kurucuların ismi ile anıldığının bilinmesine rağmen, gene de bazı soru işaretleri mevcuttur. İbrahim hakkında kesin olan bir şey varsa o da, tarihte böyle bir şahsiyetin var olduğudur. Burrows’tan da okuduğumuz gibi: “Elimizdeki tüm bulgular, böyle bir şahsiyetin tarihte var olduğudur. Yukarıda belirtildiği gibi, ismi birçok arkeolojik kaynaklarda geçmese de, Babilonya’da, tam olarak Kutsal Kitap’ta belirtilen dönemde ismi geçmektedir.” (Burrows, WMTS, 258, 259)
İbrahim’in yaşadığı dönemin M.Ö. on dördüncü ya da on beşinci yüzyıllar olduğunu kabul ettirme konusunda geçmişte bazı çabalar olmuştur ki, bu iddia edilen zaman, onun yaşadığı dönemden çok daha sonradır. Ancak, Albright’ında gösterdiği gibi, bahsetmiş olduğumuz bulgular ve diğer deliller sayesinde elimizde, “nedensiz yere uzayıp gelmiş olan bu geleneksel iddiaya karşı verilen yer ve kişi isimlerinin, tarihsel olarak doğruluğunu ispatlayan yeterli miktarda delil mevcuttur.” (Garstang, FBHJJ, 9)


2D. Esav’ın Soyu
Esav’ın soyunda, Horlulardan bahsedilmektedir (Yar. 36:20). İbranice mağara kelimesi ile Hor kelimesi arasındaki benzerlik yüzünden, uzun bir süre Horluların, “mağarada yaşayanlar” kavmi oldukları öne sürülmüştür. Ancak günümüzdeki bulgular, bu göze batan savaşçı kavmin atalar zamanında Yakın Doğu içinde yaşadığını ortaya koymuştur. (Free, ABH, 72)


3D. İshak: Kutsama Bölümü (Yaratılış 27)
Joseph Free’nin işaret ettiği gibi, İshak ile ilgili ilginç bölümlerden bir tanesi de, Yakub’un aldatmasını keşfetmesine rağmen, kutsamasını geri almamasıdır. Ancak, Nuzi Tabletlerinin de ifade ettiği gibi bu tip kutsama, kesinlikle yasal ve bağlayıcı bir hüküm getirmekteydi. Bu yüzden de kutsamasını geri alamamıştır. Tabletlerin bir tanesinde, bir adamla evlenmek üzere olan bir kadın ve evleneceği adamın kıskanç erkek kardeşlerinin çekişmesi üzerine olan dava kaydedilmiştir. Bu adam davayı kazanmıştır, çünkü babası ağzıyla bu kadını oğluna vaat etmiştir. O dönemlerde ağızdan çıkan sözlerin sahip olduğu değer, günümüzdekilerden çok daha yüksekti. Nuzi metinlerinin geldiği kültür, Yaratılış’ın kültürüne çok benzer bir kültürdür. (Free, AL, 322, 323)
G. Wright, bu ciddi durumu şöyle açıklamıştır: “Kutsamalar ya da ölüm döşeğindeki istekler, hem Nuzi metinlerinin yazıldığı toplumda hem de atalar zamanında geçerli olarak kabul edilmekteydi. Bu tip kutsamalar ciddi olaylardı ve geri dönüşü mümkün değildi, bunu, İshak’ın bu kutsamayı Yakub’un rol yapması sayesinde kendisinden kopartmış olduğunu anlamış olmasına rağmen, gene de bu kutsamaya sadık kalmasından hatırlamalıyız. “İshak"ı bir titremedir sardı. Tir tir titreyerek, "Öyleyse daha önce avlanıp bana yemek getiren kimdi?" diye sordu, "Sen gelmeden önce yemeğimi yiyip onu kutsadım. Artık o kutsanmış oldu.” (Yar. 27:33) (Wright, PSBA, alıntı yeri Willoughby, SBTT, 43)
Nuzi kayıtları hakkında çalışma yapmış olan Cyrus Gordon, üç noktaya işaret etmektedir: “Bu metinler, Atalar dönemindeki Kutsal Kitap kutsamaları ile şu açıdan uyum içerisindedir: (a) Sözlü bir eylem idi, (b) yasal geçerliliği vardı, (c) ölmek üzere olan bir baba tarafından oğluna söylenirdi.” (Gordon, BCNT, 8)
Böylece, hakkında yetersiz bilgiye sahip olduğumuz bir kültür üzerine bir az daha fazla ışık tutulmuştur.


4D. Yakup


1E. Esav’ın İlk Oğulluk Hakkını Devretmesi
Gordon, bizlere Yaratılış 25’de yer alan bu olay hakkında şunları iletmiştir: “Yakub’un ikiz kardeşi Esav’dan ilk oğulluk hakkını devralması, aile yaşamı içinde yaşanan olayların bir çoğundan daha büyük bir oranda zimmetine mal geçirme olarak gözükür. Nuzi tabletlerinden bir tanesinde benzeri bir olay olduğu görmüştük.” (Gordon, BCNT, 3, 5)
Gordon’un bahsettiği tableti bizlere Wright şöyle açıklamaktadır: “Esav’ın ilk oğulluk hakkını ikiz kardeşi Yakub’a satması, Nuzi tabletlerinde bir adamın, kardeşinin miras yoluyla sahip olacağı bir koruluk karşılığında üç kuzu vermesi olayı ile paralellik göstermektedir. Ancak, Esav’ın durumuyla karşılaştırıldığında, bu kişi çok daha avantajlıdır: ‘Yakup"a, "Lütfen şu kızıl çorbadan biraz ver de içeyim. Aç ve bitkinim" dedi. Bu nedenle ona, Edomi adı da verildi. Yakup, "Önce sen ilk oğulluk hakkını bana ver" diye karşılık verdi. Esav, "Baksana, açlıktan ölmek üzereyim" dedi, "İlk oğulluk hakkının bana ne yararı var?" Yakup, "Önce ant iç" dedi. Esav ant içerek, ilk oğulluk hakkını Yakup"a sattı. Yakup, Esav"a ekmek ve mercimek çorbası verdi. Esav yiyip içtikten sonra kalkıp gitti. Böylece Esav ilk oğulluk hakkını küçümsedi.’(25:30-34).” (Wright, PSBA, alıntı yeri: Willoughby, SBTT, 43)
Free, bu olayı şöyle aktarır: “Nuzi tabletlerinden bir tanesinde, bir koruluktan oluşan miras hakkını, üç kuzu karşılığında erkek kardeşi Kurpazah’a devreden, Tupkitilla ismindeki bir adamın kaydı geçmektedir. Esav’da kendi ilk oğulluk hakkını, arzuladığı kızıl mercimek çorbasından içmek için benzer bir sistemle devretmiştir.” (Free, ABH, 68,69)
S. H. Horn, “Recent Illumination of Old Testament” (Christianity Today) isimli eserinde, renkli bir tablo çizmektedir: “Esav, haklarını kaptaki pişmiş bir çorba için satmıştır, ancak Tupkitilla, kendisininkini hâlâ canlı olan bir yemek için satmıştır.” (Horn, RIOT, 14, 15)


2E. Yakup ve Lavan Bölümü (Yaratılış 29)
Cyrus Gordon, Yaratılış 29’u, Nuzi Tabletlerindeki benzer bir olay sayesinde daha iyi anlayabileceğimizi iddia etmektedir: “Lavan, Yakup’un ev halkından olmasını istediği için, ona evlenmesi için bir kızını vermeyi kabul etmektedir: ‘Lavan, "Onu sana vermek, başkasına vermekten daha iyidir" dedi, "Yanımda kal.’ (Yaratılış 29:19). Yakup’un, Lavan’ın ev halkına katılması konusunda bizim iddiamız ile Nuzi metinlerindeki Wullu’nun evlat edinilmesi olayı arasındaki yaklaşık benzerlik, bu bölümün kavranmasına yardımcı olmaktadır.” (Gordon, BCNT, 6)



Nuzi tabletlerinden bir tanesinde, bir koruluktan oluşan miras hakkını, üç kuzu karşılığında erkek kardeşi Kurpazah’a devreden, Tupkitilla ismindeki bir adamın kaydı geçmektedir. Esav’da kendi ilk oğulluk hakkını, arzuladığı kızıl mercimek çorbasından içmek için benzer bir sistemle devretmiştir. - - JOSEPH FREE


3E. Çalınan İlâhlar Bölümü (Yaratılış 31)
Bu olayı daha iyi anlamamızda, diğer Nuzi keşiflerinin faydası olmuştur. Aşağıdaki metin, J. P. Free’nin, “Arkeoloji ve Kutsal Kitap” (His Magazine) isimli yazısından alınmıştır. Bu yazı, hem bu bölümü açıklamakta hem de Nuzi tabletlerinin geçmişi hakkında bilgi vermektedir:

Bugün Yorgan Tepe ismi ile bilinen Mezopotamya yerleşim biriminde, 1925 senesi içinde yapılan kazılarda 1,000’den fazla kil tablet bulunmuştur. Sonradan devam eden çalışmalarda 3,000 tablet daha bulunmuştur ve bu antik alandan çıkan tabletlerin “Nuzi Tabletleri” olduğu ortaya çıkmıştır. Yaklaşık M.Ö. 1500 senelerinde yazılmış olan bu tabletler, Kutsal Kitap’taki atalar döneminin (İbrahim, İshak ve Yakup) koşullarını aydınlatmıştır. Bu dönemden bir alıntı yaparsak: Yakup ve Rahel, Lavan’ın evini terk ederken, Rahel, Lavan’ın aile ilâhlarından, “terafim” adında olanı çalmıştır. Lavan, bu hırsızlığı fark ettiği anda, kızlarının ve damadının peşin düşmüştür ve uzun bir yolculuk sonrası onları yakalamıştır (Yaratılış 31:19-23). Yorumcular, uzun süre Lavan’ın, yerel satıcılardan elde edebileceği bu ilâh resimlerinin peşinden neden bu kadar büyük zahmetlerle koştuğunu merak etmişlerdir. Nuzi tabletleri, aile ilâhlarını çalan bir damadın olayını nakletmektedir ve bu metine göre, aile ilâhlarına sahip olan bir damat, kayın pederinin malına hak iddia edebiliyordu. Bu tabletler bize, Lavan’ın endişesinin sebebini göstermektedir. Nuzi tabletlerinde bulduğumuz bu ve diğer deliller, atalar döneminin arka plânında yatanlar ile uyuşmaktadır ve bu bölümlerin ait oldukları dönemden 1000 sene sonra yazıldığını iddia eden tenkitçi görüşü desteklememektedir. (Free, AB, 20)

Arkeolojiye, Kutsal Kitap’ın yazıldığı dönemler hakkında bizleri aydınlattığı için teşekkür borçluyuz.


5D. Yusuf


1E. Köle olarak Satılma
K. A. Kitchen, Ancient Orient and Old Testament isimli kitabında, Yaratılış 37:28’de, M.Ö. on sekizinci yüzyıl için bir kölenin doğru bedelinin iletildiğini söylemiştir: “Yaratılış 37:28’de, Yusuf"un yirmi gümüşe satıldığını görmekteyiz ve bu bedel, M.Ö. on sekizinci yüzyıl için geçerli bir miktardır, bu tarihten daha önceleri, kölelerin fiyatı daha ucuzdur (ortalama on, on beş gümüş). İlerleyen yıllarda ise kölelerin fiyatları istikrarlı bir şekilde artmıştır. Yazılanlar ile kültür tarihinin uyumunu gösteren küçük bir detay daha. (Kitchen, AOOT, 52-53)


2E. Mısır’a Yolculuk
Bazı kişiler, Yusuf’un Mısır’a gidişine uzun süre şüphe ile bakmışlardır. Millar Burr ise, şu durumun altını çizmektedir: “Kıtlık zamanında Mısır’a gidilmesi hakkındaki kayıtlar (12:10; 42:1, 2) aklımıza, Mısırlıların aynı sebepten dolayı Mısır’a gelen Asyalılar hakkında ilettiklerini hatırlatmaktadır. Beni Hasan’daki mezarın duvarlarında, İbrahim’in zamanından çok uzak olmayan bir dönemde, ziyaret için Mısır’a gelen Samilerin resimleri işlenmiştir.” (Burrows, WMTS, 266, 267)
Howard Vos, (Yaratılış ve Arkeoloji) Mısır’daki Hyksos’un varlığına işaret etmektedir:

Yabancıların Mısır’a girişi hakkında, elimizde Knumhotep’un mezarındaki resimden çok daha fazlası mevcuttur. M.Ö. 1900 civarlarında Hyksos’un, Nil Havzasına sızdığını gösteren birçok bulgu elimizdedir. Diğer birlikler ise M.Ö. 1730 senelerinde gelmiş ve Mısırlı yöneticileri ezip geçmişlerdir. Eğer, İbranilerin Mısır’a gelmeleri için erken bir tarih ararsak, birçok yabancının açıkça Mısır’a girdiğini göz önüne alarak, Hyksos sızmaları zamanında olması mümkündür. Eğer, İbranilerin, Mısır’a girmeleri için M.Ö. 1700 ya da 1650 senelerini kabul edersek, Hyksos’un Mısır’ı yönetiyor olduğunu ve diğer yabancıların da gelmesine izin vereceğini düşünmek çok mantıklıdır. (Vos, GA, 102)

Vos, Hyksos kabileleri ile Kutsal Kitap arasında dört bağlantıyı tespit etmiştir. İlk olarak, Mısırlılar, Hyksoslular ile İbranileri birbirinden farklı iki kavim olarak algılamışlardır. İkinci olarak, Yusuf’un halkı hakkında (Çıkış. 1:8) bilgisiz olan yeni Kral, Mısır kökenli ve milliyetçi bir Mısır kralı idi.


3E. Yusuf’un İkramları
Aşağıda sunduğumuz metin, Howard Vos’un, Yaratılış ve Arkeoloji isimli kitabından, Yusuf’un eşsiz ilerlemesi ile ilgili tartışmalardan oluşmuş olan bölümünden alınmış bir özettir:

Yusuf’un kölelikten, Mısır’ın yöneticiliğine atanması, bazı tenkitçilerin gözlerinin kısılmasına sebep olmuştur, ancak elimizde buna benzer olayların Nil yöresinde gerçekleştiğine dair arkeolojik kayıtlar mevcuttur.
Kenanlı olan Meri-Ra, Firavun’un zırh taşıyıcısı olmuştur, bir diğer Kenanlı BenMat-Ana, baş tercüman konumuna getirilmiştir ve bir Samili olan Yanhamu ya da Jauhamu, Amenhotep III’ün vekili olmuştur ve Yusuf’un kıtlık öncesinde ve esnasında üstlendiği sorumluluğun benzeri olarak, deltadaki tüm tahıl ambarlarının sorumlusu yapılmıştır.
Firavun, Yusuf’u yönetici yaptığı zaman, ona bir yüzük ve bir altın zincir ya da bir yakalık verilmiştir ki, bu Mısırlı yetkililerin terfi etmesinde uygulanan normal prosedürdür. (Vos, GA, 106)

E. Campbell, Amorna dönemi ile ilgili olarak yorum yaparken aynı zamanda, bu dönem ile Yusuf’un yönetici olması arasındaki paralelliği ortaya koymaktadır:

Rib-Adda mektuplarındaki bir birey, hem Filistin şehirlerinin prensleri ile güney arasında, hem de Kutsal Kitap ile ilginç bir bağ kurmaktadır. Bu bireyin ismi Yanhamu’dur ve bu kişi Rib-Adda mektuplarının bir bölümünde, kralın musallil’i olarak tanıtılmıştır. Bu unvanın anlamıysa, tüm olasılıklar göz önüne alındığı zaman, kralın yelpazecisi olarak tespit edilmiştir ki, bu onurlu unvan sadece krala çok yakın olanlara sunulmakta idi ve bu kişiler ülke yönetimi hakkındaki konularda fikirlerini paylaşma yetkisine sahiptiler. O dönemde, Yanhamu’nun, Mısır yönetiminde çok önemli bir yere sahip olduğunu görmekteyiz. Onun ismi, yukarı ve aşağı Filistin-Suriye prensleri ile yapılan yazışmalarda geçmektedir. Rib-Adda döneminin başlangıcında Yanhamu, Yarimuta isimli Mısır ekmek sepetlerindeki mamullerin dağıtımından sorumluydu ve gördüğümüz gibi Rib-Adda, sürekli olarak onun hizmetinden faydalanmaya ihtiyaç duymaktaydı.
Yanhamu ismi, Sami dillerinde kullanılan bir isimdir. Bu da doğal olarak Yaratılış Kitabı’nın içindeki Yusuf ile her ikisinin de yabancılar ile ilgili yiyecek işlerinden sorumlu olmalarından daha büyük bir paralelliği ortaya koymaktadır. Yanhamu, Yusuf bölümünün arka plânının, Mısır kaynakları tarafından mükemmel bir doğrulanmasını sunmaktadır, ancak kesinlikle bu iki kişinin aynı insan olduğunu ya da aynı dönemde var oldukları anlamına gelmez. Aslında Yusuf, bazı sebeplerden dolayı, bundan bir önceki döneme daha çok uymaktadır, ancak kesin bir tarih belirtmemize yarayacak delil yetersizliği, bizi bu tespitten alıkoymaktadır. Samililerin, Mısır içerisinde yüksek otorite içeren konumlara yükselebilmeleri açık bir gerçektir: Hatta yerli liderliğin çok kuvvetlendiği ya da çok aile içinde kaldığı dönemlerde tercih sebebi olmaları, yüksek olasılık içermektedir. (Campbell, alıntı yeri: Burrows, WMTS, 16, 17)



O dönemde, Yanhamu’nun Mısır yönetiminde çok önemli bir yere sahip olduğunu görmekteyiz. Onun ismi, yukarı ve aşağı Filistin-Suriye prensleri ile yapılan yazışmalarda geçmektedir. Rib-Adda döneminin başlangıcında Yanhamu, Yarimuta isimli Mısır ekmek sepetlerindeki mamullerin dağıtımından sorumluydu ve gördüğümüz gibi Rib-Adda sürekli olarak onun hizmetinden faydalanmaya ihtiyaç duymaktaydı. - - G. E. CAMBELL


Mısır hükümdarlığı içerisinde Samilerin yönetime yükselmeleri hakkında Kitchen, çeşitli antik papirüslerden referanslar yaparak, şu yorumu yapmıştır:

Mısır Orta-Krallığın geç (M.Ö. 1850-1700) döneminde, Mısır’daki Asyalı kölelerin, yetkililerin ev halkına nasıl bağlandığı bilinmektedir ve Samililer, hükümdar Hur gibi yüksek mevkilere yükselebilmişlerdir (hatta Hyksos döneminden önce tahta bile oturmuşlardır). Yusuf’un kariyeri rahat bir şekilde, geç on üçüncü ve erken on beşinci hanedanlık dönemlerine uymaktadır. Tüm çağlarda, rüyaların etkisi bilinen bir gerçektir. M.Ö. 1300 senelerine ait Mısır’dan kalma, bir rüya tabirleri kitabı kopyası ve birkaç yüzyıl daha erken çağlardan kalma, Asur M.Ö. birinci milenyum rüya tabirleri kitapları elimizde mevcuttur. (Kitchen, BW, 74)


4E. Yusuf’un Mezarı
John Elder, Prophets, Idols, and Diggers isimli eserinde şu açıklamayı yapmıştır:

Yaratılış kitabının son ayetlerinde Yusuf’un nasıl, “Tanrı kesinlikle size yardım edecek; sizi İbrahim"e, İshak"a, Yakup"a ant içerek, söz verdiği topraklara götürecek ve o zaman kemiklerimi buradan götürürsünüz” diye akrabalarına ant içirdiğini, arkasından da Yeşu 24:32’de, İsrailliler, Mısır"dan çıkarken Yusuf"un kemiklerini de yanlarında getirdiğini ve bunları Yakup"un Şekem"deki tarlasına gömdüklerini okumaktayız. Yüzyıllardır Şekem’de Yusuf’un mezarı olarak bilinen mezar durmaktadır. Birkaç sene önce bu mezar açılmış ve içerisinde Mısırlıların usulüne göre mumyalanmış bir beden, Mısır yetkililerin sahip olduğu cinsten bir kılıç ve diğer eşyalar bulunmuştur. (Elder, PID, 54)


6D. Atalar Hakkında-Arkeolojik Deliller Hakkında Karar
Nuzi keşifleri, bu bölümlerin aydınlanması açısından çok değerli bir rol üstlenmiştir. S. H. Horn metinlerin etkilendiği altı noktayı işaret etmektedir:

Diğer [Nuzi] metinleri, bizlere o dönemdeki kültürlerinde aynen atalar gibi, oğulları için genellikle bir babanın gelin seçtiğini iletmiştir; bir kişi, evleneceği kızın babasına başlık parası ödemek zorundaydı, ancak bu parayı ödeyecek gücü yoksa aynı Yakup gibi, kayın pederi için çalışmak durumundaydı; bir babanın sesli olarak ilân ettiği bir isteği, aynen aldatılmayla da olsa, Yakub’u bereketleyen İshak’ın kutsamasını geri alamaması gibi, değiştirilemezdi; bir gelin evlendiği zaman, aynen Lea ve Rahel’in babalarının yaptığı gibi bir cariyeyi yanına kişisel hizmetlisi olarak verirlerdi; eğer dini objelerden ya da ilâh putlarından bir tanesi çalınırsa, bunun cezası ölümdü; aynen Yakup’un kayın pederinin ilâhının putunu çalana ölüm cezasını uygulayacağını bildirdiği gibi. Yahuda ve gelini Tamar arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinde hakim olan kurallar, antik Asur ve Hitit hukukunda da açık bir şekilde belirtilmiştir. (Horn, RIOT, 14)

Arkeolojinin kesinlikle Kutsal Kitap’ın arka plânı hakkındaki bilgilerimize çok büyük katkısı olmuştur.


6C. Asur İstilâsı
Asurlular hakkındaki bilgilerimizin büyük bir kısmını, M.Ö. 722 senesinde kuzey krallıklarını hükümdarlığı altına almış olan Esarhaddon’un oğlu Ashurbanipal’ın sarayı içinde yirmi altı bin tablet bulunmasına borçluyuz. Bu tabletlerde Asur imparatorunun fetihleri ve bu fetihlere direnenlerin karşılaştığı korkunç cezalandırmalar hakkında bilgiler edinmekteyiz.
Bu metinlerin birçok yerinde, Kutsal Kitap’ın tarihsel doğruluğunu bir kez daha görmekteyiz. Eski Antlaşma’daki Asur kralları hakkında yapılan bütün referansların doğru olduğu ispatlanmıştır. Bir süre için hakkında bilgi bulunamayan Sargon’un sarayı keşfedilip, bu alanda kazı çalışmaları yapılması sonucunda, Yeşaya 20’de bahsedilen savaşı betimleyen bir duvar resmi bulunmuştur. Shalmaneser’in kara dikili taşı, Kutsal Kitap karakterleri hakkındaki bilgilerimize ek kaynak olmuştur, bu taşta Jehu’nun (ya da memuru), Asur kralına eğilirken çizilmiş resmi mevcuttur.
Sennacherib’in kayıtlarındaki en ilginç kısım ise, Yeruşalim’in kuşatılmasını anlatan bölümdür. Şehri almaya kalktığı zaman, aynen Yeşaya’nın bildirdiği gibi binlerce adamı ölmüş ve sağa sola dağılmış, neticede şehri fethedememiştir. Bu durumda kendi zaferi ile böbürlenme şansı kalmayan Sennacherib, kulaklarına hoş gelecek bir şeklide olayı yansıtmıştır (Geisler, BECA, 52):

Bir Yahudi olan Hizkiya’ya gelince, o benim boyunduruğuma baş eğmedi. Ben de, onun sağlam duvarlarla çevrili 46 güçlü şehrini ve çevresindeki sayısız köyünü kuşatmaya aldım. Bu yerlerden; 200,150 yaşlı ve genç, erkek ve dişi kişiyi, atları, katırları, eşekleri, develeri, sayısız küçük ve büyük baş hayvanı sürüp kendime ganimet olarak aldım. Onu da kafesteki bir kuş gibi, kendi kraliyet mülkü olan Yeruşalim’e tutsak ettim. (Pritchard, ANET, alıntı yeri: Geisler, BECA, 52)


7C. Babil’deki Esaret Günleri
Eski Antlaşma tarihinin, Babil’deki esaret günlerini anlatan bölümlerinin sayısız detaylarının tarihsel doğruluğu onaylanmıştır. Babil’in meşhur asma bahçelerinde bulunan kayıtlarda, Yehoyakim"in ve beş oğlunun giderlerinin karşılandığı, onlara kalacak yerler verildiği ve çok iyi davranıldığını görmekteyiz (Krallar 25:27-30). Hiçbir yerde geçmeyen, Belşassar ismi ise, bazı sorunlara sebep olmuştur. Onun ismi, Babil krallarının isim listesinde yer almamaktadır; ancak Nabodoniyus oğlu Belşassar’ı (Daniel 5), kendi yokluğunda birkaç seneliğine ülke yönetimini devrettiğini belirten bir kayıt bırakmıştır. Her ne kadar Nabodoniyus hâlâ kral da olsa, başkentte yönetimi elinde tutan kişi Belşassar olmuştur. Aynı zamanda, Ezra tarafından iletilen Koreş fermanının, Yeşaya’nın peygamberliklerine gerçek olamayacak kadar birebir uymaktadır. Ancak bu emrin yazıldığı bir silindirin bulunması, bu metnin doğruluğunu ortaya koymuştur. (Geisler, BECA, 52)


8C. Lakiş Mektupları


1D. Keşfetmemiz Gereken Arka Plân
William F. Albright, Religion in Life isimli kitabının, “Yirmi Yılık Arkeoloji Çalışmaları Sonucunda Kutsal Kitap” bölümünde bizlere son bulguları tanıtmıştır:

Gün ışığına 1935 senesinde kavuşan, M.Ö. altıncı ve beşinci yüzyıllardan gelen yeni dokümanlardan bahsetmiştik. 1935 senesi içinde, J. L. Starkey, çoğunluğu kırık çömlek parçaları üzerine mürekkeple yazılmış mektuplardan oluşan Lakiş Çömleklerini keşfetmiştir. 1938 senesinde bulunan diğer çömleklerle birleştirildiği zaman bu parçalar, Yeremya zamanından kalma eşsiz İbranice nesir metinlerini oluşturmuşlardır. Babil’de, Almanlar tarafından bulunan ve 1939 senesinde E. F. Weidner tarafından kısmen yayınlanan Nebukadnessar’ın istihkak listesi, Sürgün dönemine biraz daha ışık tutmuştur.. . . Biraz geç keşfedilmiş de olsa, Ezra ve Nehemya zamanındaki Yahudi tarihini ve edebiyatını anlamamız için, Aramice papirüslerin ve Mısır’da yazılı çömleklerin bulunması ve yayınlanması tartışmasız bir önem taşımaktadır. Bu metinlerin içindeki dört büyük grup şu ana kadar yayınlanmıştır ve hepsinin yayınlanması durumunda, bu konudaki son yirmi senede yayınlanan tüm bulguların toplamın iki mislinden daha fazla bulgu yayınlanmış olacaktır. (Albright, BATYA, 539)

R. S. Haupert, bu keşifler hakkında “Lakiş- Yahuda’nın Sınır Kalesi” isimli bir araştırma yazısı yazmıştır. Bu mektupların yazarlarını ve arka plânını incelemiştir:

En iyi korunmuş olan mektuplar, Hoşaya (Kutsal Kitap’tan güzel bir isim: Neh. 12:32; Yer. 42:1; 43:2) tarafından yazılmıştır; anlaşıldığı kadarıyla ikinci derecede bir ordu subayı olan bu kişi, Lakiş’e çok uzakta olmayan bir gözlem noktasından ya da ileri karakoldan, Lakiş’deki komutanı Yaoş’a mektupları göndermiştir. Bu mektupların hepsinin, birkaç gün ya da hafta içerisinde olduğu kanaati ise, üzerlerine yazıldıkları çömleklerin aynı şekil ve tarihli testilere ait olmaları ve hatta beş tanesinin birbiri ile birleştirildiğinde aynı kaptan çıkmış olduklarının görülmesidir. İkisi hariç tüm mektupların, nöbet odasında bulunmuş olması, bu mektupların Yaoş tarafından Hoşaya’dan geldikten sonra orada saklandığını ortaya koymaktadır. (Haupert, LFFJ, 30, 31)


2D. Yazılım Gününün Belirlenmesi ve Tarihi Durum
Albright, Bulletin of American Schools of Oriental Research isimli bültende, “En Eski İbrani Mektupları: Lakiş Çömlekleri” adında bir makale yazmıştır. Bu makalede bu mektupların yazıldığı ortamı ele almıştır:
“Bu anlatımın incelenmesinin akışı içerisinde, dikkatli bir okuyucunun, Lakiş metinlerinin, klâsik İbranicenin mükemmel bir örneği olduğuna dair olan inancı, deliller doğrultusunda artacaktır. Kutsal Kitap İbranicesi ile bu metinler arasındaki dil kullanım farkları, Torczner’in öngördüğünden çok daha az ve önemsizdir. Yeremya’nın kitabında anlattığı politik ve sosyal durumlar ile mükemmel bir uyum içinde olan bu mektuplarda, kendimizi Yeremya’nın çağında bulmaktayız. Kutsal Kitap İbrani tarihinde Lakiş mektupları, Samiriye Çömlekleri ve Elephantine Papirüsü kadar değeri yüksek bir kitabedir.” (Albright, OHL, 17)
G. E. Wright, “Kutsal Kitap Arkeolojisinin Günümüzdeki Durumu” isimli yazısında, mektupların yazılım tarihini, içsel delillere bağlı olarak saptamıştır:
“Mektup XX’de, ‘Kral Sidkiya’nın dokuzuncu senesinde’ cümlesi geçmektedir. Sidkiya"nın krallığının dokuzuncu yılında, onuncu ayın onuncu günü, Babil Kralı Nebukadnessar, bütün ordusuyla Yeruşalim önlerine gelip ordugâh kurdu. (II. Krallar 25:1; bu tarih M.Ö. Ocak 588’de başlayıp, M.Ö. Temmuz 587’ye kadar devam eden Yeruşalim kuşatmasıdır-II. Krallar 25:2, 3).” (Wright, PSBA, alıntı yeri: Willoughby, SBTT, 179)
Millar Burrows (Bu Taşların Anlamı Nedir?), Wright ile hemfikirdir: “Lakiş delilindeki bahsi geçen iki yıkım vuku bulmuştur; bunlar şüphesiz M.Ö. 597 ve 587 senelerindeki Nebukadnessar’ın fethi ile ilgilidir. Günümüzde meşhur olan Lakiş mektupları, bu ikinci yıkımın kalıntıları arasında bulunmuştur.” (Burrn, WMTS, 107)
Albright, bu buluntuların yazılım gününün belirlenmesi konusuna son noktayı koymaktadır: “Starkey, bu keşif ile ilgili çok faydalı bir çalışma gerçekleştirmiştir; çömleklerin keşfedildiği yerdeki arkeolojik durumu bizlere iletmiş ve bu keşfin yazılım tarihi olarak Sidkiya’nın hükümdarlığının sonu, Lakiş’in yıkımı olarak belirlemiştir. Gerçekler o kadar açıktır ki, Torczner, bu tarihlemeye olan itirazlarını geri almak zorunda kalmış ve bütün araştırmacılar tarafından bu tarih kabul edilmiştir.” (Albright, OHL, 11, 12)



Yeremya’nın kitabında anlattığı politik ve sosyal durumlar ile mükemmel bir uyum içinde olan bu mektuplarda, kendimizi Yeremya’nın çağında bulmaktayız. Kutsal Kitap İbrani tarihinde Lakiş mektupları, Samiriye Çömlekleri ve Elephantine Papirüsü kadar değeri yüksek bir kitabedir. - - WILLIAM F. ALBRIGHT


3D. Eski Antlaşma’nın Arka Plânı
Yeremya 34:6, 7’de şunlar yazılmıştır: “Peygamber Yeremya, bütün bunları Yeruşalim"de Yahuda Kralı Sidkiya"ya söyledi. O sırada Babil Kralı"nın ordusu Yeruşalim"e ve Yahuda"nın henüz ele geçirilmemiş kentlerine -Lakiş"e, Azekâ"ya- saldırmaktaydı. Yahuda"da surlu kent olarak yalnız bunlar kalmıştı.”
İsrail, Nebukadnessar’a karşı boşuna bir direnişte bulunuyordu. Bu ayaklanma esnasında Yahuda tek bir yönetim altında birleşmemişti. Yeremya, boyun eğmeyi önerirken, Yahudi liderler sadece direnmeden bahsediyorlardı, direndiler ve Nebukadnessar’ın ordusu karşısında ciddi bir yenilgi aldılar. Direnişin son günlerinde İbrani özgürlüğünün son sembolleri ise, Yeruşalim’in otuz beş mil güney batısındaki Lakiş ve Azekâ idi. Lakiş’ten günümüze, içlerinde oldukları durumu tasvirlerle betimleyen bir sıra mektup kalmıştır. Bu mektupların, bizlerin Kutsal Kitap tarihini daha iyi anlamamıza çok büyük katkıları vardır. Bu keşfe, Lakiş Mektupları ya da Çömlekleri adı verilmiştir.



Bu mektupta aynen Yeremya’nın kitabında iletildiği gibi, hem Nebukadnessar’ın ordusunun Yahuda etrafındaki baskısını arttırdığını hem de Lakiş ve Azekâ arasındaki yakın ilişkiyi bulmaktayız. - - JOSEPH FREE


4D. Mektupların İçeriği ve Gedalya Mührü
Daha rahat bir anlaşımın sağlanması için, mektuplar numaralandırılmıştır. Haupert bizlere, Mektup II ile Mektup VI’yı kapsayan bölüm ile ilgili şu genel bilgiyi sunmuştur: “Bu mektup grubu, baştan sona kadar incelendiğinde (Mektup II-VI), Hoşaya’nın kendisine yöneltilen suçlamalar çok açık olmasa da, üstüne karşı devamlı olarak kendini savunmakta olduğu görülmektedir. Her ne kadar bu kişinin Yeremya’nın, Babilliler"e karşı savaşmak yerine, boyun eğmeyi ileten mesajından etkilendiğini söylemek istesek de, bu konuda kesin olarak emin değiliz.” (Haupert, LFFJ, 31)
Arkasından bu mektupların bazılarını şöyle ele almıştır:


1E. Mektup I
“Mektup I… her ne kadar isimler listesinden oluşsa da, dikkat çekici tarafı, bu dokuz isimden üç tanesinin-Gemarya, Yaazanya ve Neriya -Eski Antlaşma’da sadece Yeremya kitabında geçmesidir. Kullanılan dördüncü isim ise Yeremya’dır ki, bu isim Eski Antlaşma’da sadece peygamber Yeremya için kullanılmamıştır. Beşinci bir isim ise, sadece bu dönem ile sınırlı olmayan Mattanya ismidir ki, Kutsal Kitap öğrencileri bu ismi, Kral Sidkiya’nın tahta çıkmadan önceki ismi olarak hatırlayacaklardır.” (Haupert, LFFJ, 31)


2E. Mektup III
Haupert şöyle devam eder:
“Mektup III’te Hoşaya, Yaoş’a, Mısır’a gitmekte olan bir kraliyet misyonunun varlığını ve bu gruptan bir kısım kişinin kendi karakoluna (ya da Lakiş’e) erzak almak için uğradığını rapor etmektedir. Bu mektup, Sidkiya’nın yönetimindeki Mısır yandaşlarının entrikalarına dair bir ima içermektedir. Bazı mektuplarda, ‘peygamber’ diye kişiye yapılan referansları, bazı yazarlar kesinlikle Yeremya ile bağdaştırmaktadırlar. Bu olasılığın doğru olma ihtimali çok yüksek olsa da, kesin olmamız mümkün değildir ve elimizdeki delilleri çok fazla zorlamamız gerekir.” (Haupert, LFFJ, 32)


3E. Mektup IV
J. P. Free (Arkeoloji ve Kutsal Kitap Tarihi), ismi çok sık geçen Mektup IV’ten de bahsetmektedir:

Yeremya zamanında, Babil ordusu Yahuda içindeki şehirleri kasaba kasaba ele geçirirken (yaklaşık M.Ö. 589-586), bizlere Kutsal Kitap’ta Lakiş ve Azekâ isimli şehirlerin (Yer. 34:7) düşmediği anlatılmıştır. Bu iki şehrin hâlâ direnmeye devam etmesinin, Lakiş mektupları ile doğrulanması çok çarpıcı bir olaydır. Mektup No. 4, ileri karakolda görevli bir ordu subayı tarafından, Lakiş’deki üstlerine yazılmıştır ve şöyle söylemektedir, “Komutanımızın belirttiği tüm işaretleri Lakiş’den beklemekteyiz, çünkü Azekâ"yı göremiyoruz.” Bu mektupta aynen Yeremya’nın kitabında iletildiği gibi, hem Nebukadnessar’ın ordusunun Yahuda etrafındaki baskısını arttırdığını hem de Lakiş ve Azekâ arasındaki yakın ilişkiyi bulmaktayız. (Free, ABH, 223)

Haupert, bu olaya başka bir açıdan bakmaktadır: “Mektup IV’teki son ifade, bizlere Yahuda Krallığının çöküş dönemine girdiğini kişisel bir ipucu ile iletmektedir. Hoşaya şu sonuca varmıştır: ‘Araştırılsın ve (komutanım) bizlerin Lakiş’den gelecek olan ateş işaretlerini beklediğimizi görecektir, komutanımızın belirttiği tüm işaretleri Lakiş’den beklemekteyiz, çünkü Azekâ’yı göremiyoruz’. Bu ifade aklımıza hemen Yer. 34:7’deki bölümü getirmektedir.” (Haupert, LFFJ, 32)
Wright, Azekâ’nın görülememesi olayına şu açıdan bakmaktadır: “Hoşaya, ‘Azekâ’yı göremiyoruz’ derken bu şehrin düştüğünü ve artık işaret gönderemediğini ifade ediyor olabilir. Her durumda, kesin olarak öğrendiğimiz bir şey, Yahuda krallığında işaret sisteminin kullanıldığıdır ve bu işaretler ateş ya da duman ile verilmektedir. Bu mektupların yazıldığı hava, kuşatma altındaki bir ülkenin endişelerini ve düzensizliğini ifade etmektedir. Bu mektuplar için belirlenen yazılım tarihi, M.Ö. 589 (ya da 588) senesinin sonbaharıdır.” (Wright, PSBA, alıntı yeri: Willoughby, SBTT, 179)


4E. Mektup VI
Joseph Free, Mektup VI ile Yeremya’nın yazıları arasındaki yakın ilişkiyi işaret etmektedir:

1935 senesi içinde, J. L. Starkey, on sekiz adet kırık çömlek parçaları üzerine, bir ordu subayından Lakiş’te üstlenmiş komutanına mürekkeple yazılmış mektuplardan oluşan Lakiş Çömleklerini keşfetmiştir. W. F. Albright, bu mektuplardan bir tanesinde (No. 6), [“A Brief History of Judah from the Days of Josiah to Alexander the Great,” Kutsal Kitap Arkeoloğu, Vol.9, No. 1, Şubat, 1946, syf. 4.] ordu subayı, kraliyet yöneticilerinin (sarim) her tarafa insanların “cesaretlerini kıran” mektuplar gönderdiklerinden yakınmaktadır. Bu Lakiş mektubunu yazan subay, yetkililerin aşırı iyimserliğinin etkisini ifade etmek için, “cesaretlerini kıran” ifadesini kullanmıştır, aynı ifadeye Yeremya (38:4) kitabında, Yeremya’nın, Yeruşalim’in düşüşü hakkında yaptığı gerçekçi peygamberliklerinin yarattığı etki hakkında kullanıldığını da görmekteyiz. Kraliyet yöneticilerinin Yeremya’yı itham ettikleri suçun aynı ile itham edilmektedirler. (Free, ABH, 222)


5E. Gedalya Mührü
John Elder, Lakiş Çömleklerinin yanı sıra keşfedilen ve Lakiş’in Kutsal Kitap anlatımına değer kazandıran önemli bir başka bulguyu işaret etmektedir:

Yakınlardaki Lakiş şehrinin kalesinin, kısa bir süre içinde iki kez yakıldığına dair yeterince delil toplanmıştır, bu ise Yeruşalim’in iki istilâsına açık bir işarettir. Lakiş’te, kilden bir mühür bulunmuştur ve bu kilden mührün arkasında yapıştırıldığı papirüsün parçacıkları hâlâ durmaktadır. Bu mühürde şu yazılıdır: “Eve hükmeden, Gedalya’nın malıdır.” Bu önemli şahsiyete aynı zamanda II. Krallar 25:22’de rastlamıştık: “Babil Kralı Nebukadnessar, Yahuda"da kalan halkın üzerine Şafan oğlu Ahikam oğlu Gedalya"yı vali atadı.” (Elder, PID, 108, 109)


5D. Lakiş Keşiflerinin Önemi ve Sonuç
Haupert, sonuç olarak şunları söylemiştir: “Lakiş Mektuplarının ne kadar önemli olduğunu ifade ederken, söylenenler abartı değildir. Eski Antlaşma’yı destekleyen bu kadar eski başka bir delil yoktur (Ölü Deniz Tomarlarından önce). Bu mektubu yazan kişiler (bu mektuplar grubunda birden fazla kişinin mektupları vardır), klâsik İbraniceyi eşsiz bir ustalıkla kullanmışlardır. Artık elimizde Yeremya’ya ek olarak, yeni bir Eski Antlaşma edebiyatı metni vardır.” (Haupert, LFFJ, 32)
Arkeoloji, Kutsal Kitap’ı ispatlamaz. Babil Sürgünü hakkındaki büyük şüphe bulutlarına sahip olanlar için bu keşifler, yüzde yüz bir ispat değildir. Ancak, geleneksel fikre inanan bir kişiye, şüphecilerle aynı düzeyde tartışma olanağı vermektedir. Artık kimse kendisini Torrey’inki gibi ideallere inanmaya mecbur hissetmeyecektir.
Free, bu konudaki çalışmasının sonunda yalın bir ifade ile şunları söylemiştir: “Özet olarak, arkeolojik keşifler, nokta nokta Kutsal Kitap kayıtlarının tarihsel olarak doğru olduğunu göstermiş ve güvenilir olarak kabul edilmesini sağlamıştır. Kutsal Kitap’ın tarihsel doğruluğunun onaylanması, çok istisnai birkaç genel durum dışında geçerlidir.” (Free, AHAS, 225)
NOT: Bu alanda daha derin bir çalışma için, ya Free ya da Albright’ın çalışmalarını inceleyin. Bu iki kişi, bu bölümde de gördüğünüz gibi, bu alanda çok yoğun bir çalışma gerçekleştirmişlerdir.
Free, Joseph P.: Archaeology and Bible History ve 1956-1957 seneleri arasında Bibliotheca Sacra’da yazılmış bir seri makale.
Albright, William Foxwell: Archaeology of Paletsine and the Bible, “King Jehoiachin in Exile,” Biblical Archaeologist; ve Religion in Life’da “The Bible After Twenty Years of Archaeology.”


3A. ESKİ ANTLAŞMA’NIN YENİ ANTLAŞMA TARAFINDAN ONAYLANMASI
Eski Antlaşma’nın tarihselliğinin onaylandığı bir başka yer ise, Yeni Antlaşma’dır. Yeni Antlaşma’da, İsa’nın, Havarilerin ve diğer birçok İncil karakterlerinin, Eski Antlaşma’nın doğruluğu ve yazarı hakkında ifadeler mevcuttur.


1B. İsa’nın Onaylaması
Yeni Antlaşma’da İsa’nın, Tevrat’ı Musa’nın yazdığına inandığını belirttiği ayetler:
Markos 7:10; 10:3-5; 12:26
Luka 5:14; 16:29-31; 24:27, 44
Yuhanna 7:19, 23
Özellikle Yuhanna 5:45-47’de İsa, Tevrat’ın Musa tarafından yazıldığına olan inancını net bir şekilde ifade eder:
“Baba"nın önünde sizi suçlayacağımı sanmayın. Sizi suçlayan, umut bağladığınız Musa"dır.
Musa"ya iman etmiş olsaydınız, bana da iman ederdiniz. Çünkü o benim hakkımda yazmıştır.
Ama onun yazılarına iman etmezseniz, benim sözlerime nasıl iman edeceksiniz?”
Eissfeldt’in de ifade ettiği gibi: “Yeni Antlaşma’da kullanılan isim, açıkça tüm Pentateuch, Musa’nın Kitabı‘nı kapsamaktadır ve tartışmasız olarak Pentateuch’un yazarı olarak Musa’yı göstermektedir.” (Eissfeldt, OTI, 158)


2B. İncil Yazarlarının Onaylaması
Yeni Antlaşma yazarları da aynı şekilde, Tevrat ya da “Yasa” kitabının Musa tarafından yazıldığına inanmaktadırlar :
Havariler, “Musa’nın Yasa’yı yazdığına” inanıyorlardı. (Markos 12:19)
Yuhanna, “Kutsal Yasa Musa aracılığıyla verildi” diye yazmıştır. (Yuhanna 1:17)
Pavlus, Pentateuch metninden bahsederken “Musa… yazıyor” iddiasında bulunmuştur. (Rom. 10:5)
Bu iddiayı içeren diğer ayetler:
Luka 2:22; 20:28
Yuhanna 1:45, 8:5; 9:29
Elçilerin işleri 3:22; 6:14; 13:39; 15:1, 21; 26:22; 28:23
1. Korintliler 9:9
2. Korintliler 3:15
İbraniler 9:19
Esinleme 15:3

Geisler ve Nix, Eski Antlaşma olaylarına, Yeni Antlaşma’nın yaptığı aktarımların çok faydalı bir listesini çıkartmışlardır (aşağıda).
Elimizdeki delilleri inceledikten sonra, benim derin kanaatime göre, ellerimdeki Kutsal Kitap’tır (Eski ve Yeni Antlaşma, beraber olarak) ve sonuç olarak bu Tanrı’nın Söz’üdür.


ESKİ ANTLAŞMA OLAYI YENİ ANTLAŞMA REFERANSI
1. Evrenin Yaratılması (Yar. 1) Yuhanna 1:3; Kol. 1:16
2. Adem ve Havva’nın Yaratılması (Yar. 1-2) 1. Tim. 2:13, 14
3. Adem ve Havva’nın Evlenmesi (Yar. 1-2) 1. Tim. 2:13
4. Kadının Ayartılması (Yar. 3) 1. Tim. 2:14
5. İtaatsizlik ve Adem’in Günahı (Yar. 3) Rom. 5:12; 1. Kor. 1
6. Kayin ile Habil’in Kurbanları (Yar. 4) İbr. 11:4
7. Kayin tarafından Habil’in Öldürülmesi (Yar. 4) 1. Yuhanna 3:12
8. Şit’in Doğumu (Yar. 4) Luka 3:38
9. Hanok’un Yukarı Alınması (Yar. 5) İbr. 11:5
10. Tufan öncesi Evlilik (Yar. 6) Luka 17:27
11. Tufan ve İnsanlığın Yıkımı (Yar. 7) Matt. 24:39
12. Nuh’un ve Ailesinin Korunması (Yar. 8-9) 2. Pet. 2:5
13. Sam’ın Soy Kütüğü (Yar. 10) Luka 3:35, 36
14. İbrahim’in Doğumu (Yar. 12-13) Luka 3:34
15. İbrahim’in çağrısı (Yar. 12-13) İbr. 11:8
16. Melkisedek’in Ondalığı (Yar. 14) İbr. 7:1-3
17. İbrahim’in Aklanması (Yar. 15) Rom. 4:3
18. İsmail (Yar. 16) Gal. 4:21-24
19. İshak’a vaat (Yar. 17) İbr. 11:18
20. Lut ve Sodom (Yar. 18-19) Luka 17:29
21. İshak’ın Doğumu (Yar. 22) Elçilerin İşleri 7:9, 10
22. İshak’ın Sunusu (Yar. 22) İbr. 11:17
23. Yanan Çalı (Çıkış. 3:6) Luka 20:32
24. Kızıl Deniz’den Geçiş (Çıkış. 14:22) 1. Kor. 10:1, 2
25. Su ve Man Sunulması (Çıkış. 16:4; 17:6) 1. Kor. 10:3-5
26. Çölde Yılanın Yukarı Kaldırılması (Say. 21:9) Yuhanna 3:14
27. Eriha’nın Fethi (Yeş. 6:22-25) İbr. 11:30
28. İlyas’ın Mucizeleri (1. Krallar 17:1; 18:1) Yakup 5:17
29. Yunus, Koca Balığın Karnında (Yun. 2) Matta 12:40
30. Ateşteki Üç İbrani Genç (Dan. 3) İbr. 11:34
31. Daniel, Aslanın Mağarasında (Dan. 6) İbr. 11:33
32. Zekeriya’nın Öldürülmesi (2 Tar. 24:20-22) Matta 23:35

21.10.2005 19:24

o.T.
 
Yukarida Yazdiklarimin baglaminda bir gercegi de söze Getirmek niyetindeyim..

Hosunuza gitmese bile gercektir ve alpi söyler&lt :o)

Atatürk Türkiyesinde Laiklik cercevesinde Yasaklar icinde Bir atilim gerceklesti sabirla,Külfet icinde yilmadan...

Gerici denilen insanlar okudular üniversitelere gittiler Davalarini savundular
Bu Gün Türkiye cumhuriyeti basbakani o atilimin elemanlarindan..

Pekiii Her seye hayir diyenler nerede ?..

Hala ayni yerde vizyonsuz Bilgisiz Inancsiz..

Ve hala protesto ediyorlar :o)

ama artik kimse onlari dinlemiyor..

Farkindalar mi acaba ?..

Türkiye de Burjuvazi den filan söz ediyorlar hala :o)

Türkiye de burjuvazi olmadigini Bir agalik sistemi oldugunu hala anlayamadilar..

Burjuvalarin satolari yüzlerce yillik gelenekleri Aile-soy resimleri filan olur ve onlar uluslar arasi ticaret de söz sahibidirler rekabete girisirler Ülkelerine Faydalari dokunur Ve o ülkeler bu aileler sayesinde uluslar arasi ekonomide Ve Ekonominin verdigi Söz hakki ile Güc sahibi olurlar..

Türkiye de ise Devletin verdigi Kaynaklarla agalar mal üretir devlete Rüsvet verir ve ürettigini Yine devlete ordu ya suraya buraya satarak zengin olur..
Yani devlet aga sistemi halkin kanini emer Agalar zengin olur halk fakir Uluslar arasi alanda devlet ise SOYTARI..


Ve artik bu ilerici insanlar ak deniz kiyilarinda Kaschlarini kaldirarak Rakilarini icerken yerli halki begenmiyen aydinlarimiz.. Türkiye nin yakasindan düsecektir.

Ya vizyon sahibi olacak Dinlerini Milletlerini ülkeleri düsünecek adam olacaklardir ya da Fallari ne yazik ki kapalidir.

Türkiye artik tutulacak bir ülke degildir.
Gencligi vizyonu inanci ve Inanilmaz bir kültürü vardir.
Ve Bu kültürü getiren Kalbini Koyan Insanlara Türkiye de her zaman yer vardir.

Altyalardan gelen Müthis soy devri kapanmis ! Gönülden türkiye icin devri baslamistir.

Gönül bagi da dünya nin en muhtesem dini Islamdir..

idda ediyorum:

Türkiye yi gelecek on yil icinde durduracak bir güc yoktur.

Hoscakalin

roman 21.10.2005 19:36

Kutlarım Alpi! o.T.
 
ohne Text

21.10.2005 20:07

Buyrun
 
Genel olarak boşanmış olan kadınlar, kendilerini üç kurû" tutup beklerler. Herhangi bir nedenle kan görmeyenler, hamile olanlar, bir erkekle zifafa girmemiş olanlar, küçükler ve cariyeler başka âyetlerle burdaki genel hükmün dışında özel hükümlere tâbidirler. Kurû" ve akra", kelimesinin çoğuludur ki zıt anlamlı sözcüklerden olarak, hayız ve tuhur (temizlik) anlamlarıına gelen ortak bir sözcüktür. Bu bakımdan mücmeldir. Bu sözcüğün anlamının belirlenmesi, anlamı bakıp araştırma ile açıklamaya bağlıdır. İmam Malik ve Şâfiî, bunu tuhur (temizlik) ile tefsir etmişler de Ebu Davud ve Tirmizî"de tahriç olunduğu üzere, Hz. Âişe"den rivayet olunan, "Cariyenin boşanması iki kez ve iddeti iki hayzdır." hadisi ve buna uygun olarak İbnü Ömer"den İmam Şâfiî hazretlerinin de rivayet ettiği diğer hadisi şeriften anlaşılan iddette, "kar""ın hayız demek olduğu açıklanmış ve sayısında fark varsa da bu açıdan cariye ile hür olan kadının iddetinde fark bulunmadığı üzerinde görüş birliği olan ve âyetin ilerdeki ifadelerinden anlaşıldığı üzere beklemekten amacın rahmin temizliğinin ortaya çıkması olup bu temizliğin hayız ile anlaşılacağının açıkça belli olmuş bulunmasına ve fıkıh kitaplarında açıklanan daha bazı destekleyici delillerin ışığı altında Hanefi imamları bunu hayız ile tefsir etmişlerdir ki Raşit halifeler, Abdullah"lar (abadile) Übeyy b. Kab, Muaz b. Cebel, Ebüdderda, Ubâde b. es-Sâmit, Zeyd b. Sâbit, Ebu Musa el-Eş"arî ve Ma"bedilcühenî (Allah hepsinden razı olsun) hazretlerinin görüşleri de budur. Buna göre hür ve bâliğe olan boşanmış kadınlar tam üç âdet görünceye kadar kendilerini tutup bekleyeceklerdir.

Ve onlara Allah Tealâ"nın rahimlerinde yaratmış olduğu hayız veya cenin her ne ise onu gizlemeleri câiz olmaz ve saklamakla yararlanmaya kalkışmaları helâl değildir. Eğer onlar Allah"a ve ahiret gününe iman ediyorlarsa bunları saklamazlar, olduğu gibi söylerler, bu konuda söz kendilerinindir.

BÜULE; "ba"l"in çoğuludur. Ba"l bir zamanlar tapılan bir putun ismi olduğu gibi yükseklik anlamı ile seyyid ve mâlik yani efendi, koca ve karı anlamlarına da gelir. Erkeklerin ba"li denilince, onların hanımları; hanımların ba"li denilince onların kocaları demek olur ki burada böyledir. O halde âyetin meâli: Ve o boşanmış kadınların efendileri, yani onları boşayan ve fakat ric"î boşama (talâk) ile boşayıp henüz efendiliğini koruyan kocaları, onları bu süre zarfında ric"at ile (dönerek) yine nikâhlarına almaya herkesten daha çok hak sahibidirler. Hatta iddet süresinde erkek söz veya fiil ile ric"at (dönüş) yapmak ister de, kadın razı olmazsa söz erkeğindir. Eğer o efendiler aile arasında bir düzeltme (yani anlaşmazlığı ortadan kaldırmak) isterler, ona zarar verme ve ayrılmaları fikrinde bulunmazlarsa bunu yapabilirler. Bu da hukuk açısından, yaptıkları boşamayı, bâin olarak yapmayıp ric"î olarak vermeleri ile anlaşılır. Buna rağmen içten içe amaçları geçinmek olmayıp kadının iddetini uzatarak ona zarar vermek gibi bir kötü niyyet ile ilgili olursa, sırf kalbî olan bu nokta da, "Ancak kalplerinin kazancı ile, yalan kasdı ile, bile bile yalan olarak yapılan yeminlerden sorumlu tutar." (Bakara, 2/225) âyeti gereğince ilâhi sorumluluğu hak ederler. Ve kadınlar için erkekler üzerinde, erkekler için kadınlar üzerinde bulunan haklara benzer, ma"rufa uygun olarak, yani tanınması ve korunması vacip (gerekli) hukuk mevcuttur ki bunlar birçok âyetlerde açıklanmıştır. Bu âyetlerden olmak üzere, "Onlarla güzel geçinin..."

(Nisa, 4/19), "Ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salmaktır..." (Bakara, 2/229), "Çocuk kendisine ait olana da, emzirenlerin yiyecekleri, giyecekleri uygun şekilde üzerlerine yükümlülüktür..." (Bakara, 2/233), "Erkekler, kadınlar üzerinde yöneticidirler. Çünkü bir kez Allah birini diğerinden üstün yaratmış, bir de erkekler mallarından harcamaktadırlar..." (Nisa, 4/34), "Ve aldığnız kadınlara mehirlerini gönül hoşnutluğu ile verin..." (Nisa, 4/4), "Ve eğer bir kadını bırakıp da yerine diğer bir kadın almak istiyorsanız, öncekine yüklerle mehir vermiş bulunsanız da içinden bir şey almayın..." (Nisa, 4/20), "Kadınlarınız arasında her yönden âdil davranmaya ne kadar düşkünlük gösterseniz de yine güç yetiremezsiniz. Bari (birine) büsbütün meyledip de ötekini askıda kalmış gibi bırakmayın..." (Nisa, 4/129)... Şimdi bu hükmün geneli içinde şu da anlaşılıyor ki nikâh esnasında mehir belirlenmemiş ise mehr-i misil de gerekir. Bununla birlikte, erkekler için kadınlar üzerinde fazla bir derece vardır. Evlenme amacında erkekler kadınlara ortak olmakla birlikte üzerlerinde bulunurlar, onları ve ellerindekini gözetir, muhafaza ederler, onları yönetir ve harcamada bulunurlar. Ailenin yükünü erkekler çekerler. Erkeklerin bu gibi yönlerden yerine getirecekleri fazla yükümlülüğe karşılık üstünlük ve dereceleri de fazladır; fakat bunu kötüye kullanmamalıdırlar. Allah azizdir (çok güçlüdür), hakimdir (hüküm ve hikmet sahibidir). Hükümlerine karşı gelenlerden intikamını alır ve onun hükümleri hikmetlerle ve yararlı şeylerle doludur.

229- Şer"î bakımdan nikâh bağının ortadan kaldırılması demek olan talak (boşamak), iki kezdir. Boşamanın ardından hüküm de ya dönüp iyilikle yaşamak ve iyi muamele ile tutmaktır-Demek ki, boşamak için açık bir irade beyanı olan boşama sözcüğü iki kez ric"î boşama ifade eder veya dönmeyip iyilikle, güzellikle salıvermektir. Ve önceden nikâh için onlara vermiş olduğunuz mehirlerden boşama karşılığında bir şey almanız size helâl olmaz. Bu helâl olmazsa diğer mallarından hiç olmaz. Erkekler buna tenezzül etmemeli, kadınlara baskı yapıp boşama bahanesiyle verdiklerini geri almaya veya onlardan yararlanmaya kalkışmamalıdır, böyle bir şey kesinlikle haramdır. Ancak o karı koca Allah"ın belirlemiş olduğu sınırlarda duramayacaklarında endişe ederler, sevişemeyip karı-koca hukukunu gözetemeyecekleri, meşru olmayan bir duruma düşecekleri zannında bulunurlarsa hüküm böyle değildir. O zaman ey hakimler! Bu ikisinin Allah"ın belirlediği şer"î sınırlarda duramayacaklarından korkar, bunu bazı belirtilerden anlarsanız, o zaman kadının nikâh bağından kurtulmak için boşamaya karşılık, gerek mehir ve gerek diğer başka şeylerden verdiği bedelde ne veren karı ve ne de alan koca, ikisine de günah yoktur. Bu şekilde mal karşılığı nikâhtan sıyrılmak caizdir. Ve bu, bir bâin talak (boşama) olur. Ve boşamanın da böyle, kadına dönülmesi caiz olmayan bâin diye bir çeşidi vardır.

Rivayet olunur ki Abdullah b. Übeyy b. Selûl"ün kızı Cemile, kocası Sabit b. Kays"i sevmezmiş. Resulullah"a gelmiş de, "Ya Resulallah! Ne ben, ne Sabit, başlarımızı hiç bir şey bir araya getiremeyecek. Vallahi dininde, ahlâkında bir ayıbını görmüyorum. Ancak İslâm"dan sonra küfre düşmeyi çirkin görüyorum; ona da buğzumdan, nefretimden (kinimden) tahammül edip dayanamıyorum. Bir gün perdenin bir tarafını kaldırıp baktım, karşıdan bir kaç kişi içinde gördüm; ne göreyim içlerinde en siyahı, en kısası en çirkin yüzlüsü o." demiş, sonra bu âyetin inmesi ile Sabit"ten mehir olarak aldığı bahçeyi ona verip hul" olmuş (mal karşılığında boşanmış)tu.

İşte bu hükümler, Allah"ın belirlediği sınırlardır. Artık bunları aşmayınız. Ve her kim Allah"ın koyduğu sınırları aşmaya kalkışırsa, işte onlar zalimlerden ibarettirler. Bu aşma ile kendilerini ilâhî gazap ve cezaya hedef kılacaklarından bu zulmü de en önce kendilerine yapmış olurlar. Âyette zamir ile yetinilmeyip de yüce Allah"ın isminin tekrar ortaya çıkarılıp zikredilmesi, ilâhî azameti hatırlatmak içindir.

230- Sözü edilen iki boşamadan sonra koca, o boşanması yapılmış kadını ona döndükten sonra veya iddet içinde iken bir daha boşarsa, artık üç boşamadan sonra o kadın, o erkeğe hiç bir şekilde helâl olmaz. Bu açık hükme karşılık ona helâl demek küfür olur. Bu haramlık, o kadın kendini diğer bir kocaya tam anlamı ile nikâh edinceye kadar, Rifâa"nın hanımı hakkındaki, "Sen onun, o da senin balcığını tadıncaya kadar..." hadisi şerifi ile açıklandığı üzere, balcağızını tadıncaya kadar devam eder. Öyle aralarında üç boşama meydana gelmiş olan erkekle kadının samimi bir aile kurmaları normal olarak ihtimal dahilinde değildir. Aralarında bir parça cazibe bulunsaydı, herhalde bir veya iki boşama ile yetinilir ve o zaman durumun düzelmesine kadar beklenebilirdi. Karı-kocalık ilişkisi ve ruhsal durumların, çok ince ve derin bir şey olması bakımından hakkıyla değerlendirilemeyip bazı arızalar yüzünden öfkelenme ve köpürme ile kesilmesine yönelindiği halde, çok geçmeden ruhun derinliklerinden pişmanlık kaynayabileceği gözönüne alındığından dolayı, Cenab-ı Allah üçe kadar boşamaya müsade etmiş ve bunların da kadının temiz bulunduğu "tuhur" zamanlarında yapılması sünnet kılınmıştır. Dolayısıyla birinci ve ikinci boşama birer deneme dersidir. Bu denemeler yapıldıktan sonra üçüncü kez boşamaya gerek gören ve Hakk"ın bahşettiği bu tecrübe dersinden yararlanmayı hiç de takdir etmeyen bir erkekle o kadın arasında ciddi bir aile hayatı olacağına ihtimal verilemez. Fakat o kadının elden çıkıp başkasının yatağına girmesi gibi acı bir ayrılıktan sonra bile, ruhlarının derinliklerinde önce hissedemedikleri bir evlenme ilgisi bulunduğunu takdir ederlerse, o zaman bunun ciddiyetine inanılabilir. Bu durumda, bu nikâhtan sonra bu ikinci koca şayet o kadını boşarsa, bu kadın ile önceki kocanın birbirlerine tekrar dönüp her ikisinin hoşnutluğu ile nikâh olunmalarında bir sakınca yoktur. Allah"ın şer"î sınırlarında duracaklarını zannederler, öyle bir ayrılıktan sonra, böyle birbirlerine bir ilgi duyarlarsa bunu yapabilirler. Ve işte yukardan beri sıralanan bütün bu hükümler, Allah"ın, değiştirme ve aykırı davranmaktan korunmuş bulunan, belirlenmiş kesin hükümleridir ki, Allah bunları, anlayıp bilecek olan ilim adamları zümresi için açıklar. Sorumluluk yüklemek, mükellef kılmak herkese, anlamak ve açıklamak ilim ehlinedir. Kitap ve sünnet ile bunlara bazı açıklamalar daha katılacak ve bütün bunların ince yönlerini Peygamberlerin varisleri olan din âlimleri ve müctehid imamlar anlayacak, dallarını ve zaman zaman parça sonuçlarını onlar çıkarıp açıklayacaklardır. O halde ilimde derinliği olmayanlar bunları kendi kendilerine çözmeye kalkışmayıp âlimlere başvurmalıdırlar.

Siz şimdi şu açıklamalara dikkat ediniz:

Meâl-i Şerifi:

231-Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, artık kendilerini ya iyilikle tutun veya güzellikle salın. Yoksa haklarına tecavüz için zararlarına olarak onları tutmayın. Her kim bunu yaparsa nefsine zulmetmiş olur. Sakın Allah"ın âyetlerini alay konusu edinmeyin, Allah"ın üzerinizdeki nimetini, size kendisiyle öğüt vermek üzere indirdiği kitap ve hikmeti hatırlayıp, düşünün. Hem Allah"tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilir.

232-Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, aralarında meşru bir şekilde rızalaştıkları takdirde, kendilerini kocalarıyla nikâhlanacaklar diye sıkıştırıp, engellemeyin. İşte bu, içinizden Allah"a ve ahiret gününe iman edenlere verilen bir öğüttür. Bu, sizin hakkınızda daha hayırlı ve daha nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.

231- Kadınları boşadınız, onlar da bekleme sürelerini doldurdular mı, yani yukarda açıklandığı gibi bekleyecekleri müddetlerinin sonuna yaklaştılar mı boşamak için irade beyanını açıkça ifade eden bir sözcükle, "tallâktüha" (onu boşadım) demek bir ric"î talak ifade edeceğine göre, geçen hükme uygun olarak, ya o süre bitmeden derhal karılarınıza dönüp, onları marufa uygun olarak güzelce tutunuz, veya marufa uygun olarak salıveriniz. Haklarına tecavüz ve düşmanlık etmek için, mesela hul" yapmaya (mal karşılığı boşamaya) mecbur edip ellerinden bir bedel kapmak için onları zararla karşılayıp, kendilerine zarar vermek kastıyla tutmaya kalkışmayınız. İyice geçinmek amacınız ve ümidiniz yoksa ilk boşamada güzelce salıveriniz de bir iddetle kurtulsunlar. İddetlerinin (bekleme sürelerinin) sonlarına doğru onlara dönüp, tekrar boşamak suretiyle iki veya üç kez iddet beklemeye mecbur etmeyiniz. Bunu, bu zarar verme tutmasını her kim yaparsa, mutlaka kendine zulmetmiş olur. Bir de Allah"ın âyetlerini eğlence gibi tutmayınız. Özellikle nikâh ve boşama hakkında çok ciddî olunuz. Çünkü ilâhî âyetleri hafife almak küfürdür.

Deniliyor ki bazıları nikâh, boşama ve köle azadı yapar, sonra: "Canım ben şaka yapıyorum." dermiş, bu nedenle bu âyet-i kerime inmiş ve bunun için Peygamber efendimiz, "Üç şeyin ciddîsi ciddî, şakası da ciddîdir: Nikâh, boşama ve köle azad etmek." buyurmuştur.

Buna göre ey müslümanlar! Bu konuda şakadan, işi hafife almaktan son derece kaçınınız da Allah"ın üzerinizde olan nimetlerini hatırlayınız. Özellikle size nasihat ve irşad olarak üzerinize indirdiği kitap ve hikmeti hatırda tutunuz. Bu konuda Allah"tan korkunuz. Biliniz ki kuşkusuz ve şüphesiz Allah her şeyi bilendir. Yaptığınız, yapacağınız, terk ettiğiniz ve edeceğiniz şeylerden hiç biri ona gizli kalmaz. Bu bakımdan siz O"nun nimetlerini unutur, bu kitabın ve hikmetin değerini bilmez, hukukuna saygılı olmaz, hükümlerini gözetmezseniz; düşünemeyeceğiniz çeşit çeşit cezanın başınıza geleceğini bilmelisiniz. Bu âyet Sabit b. Yesar hakkında inmiştir, buna Sinan-ı Ensarî de denilir. Bu adam, karısını boşamış, iddetinin çıkmasına iki üç gün kala, karısına dönmüş; yine boşamış, yine dönmüş, yine boşamış; böylece kadının zararına yedi ay geçmiş. O zaman henüz boşama sayısı sınırlanmamıştı.

ECEL: Hem süreye, hem de sürenin bitimine denilir.

BÜLUĞ da bir şeye erişmek demek olup kapsamı genişletilerek son derece yaklaşmak anlamına da gelir. Dolayısıyla ecelin büluğu, iddetin sonuna erip bitirmek veya sonuna yaklaşmak anlamlarına gelebilir. Oysa yukarda, "Kocaları da barışmak istedikleri takdirde o süre zarfında onları geri almaya daha layıktırlar." (Bakara, 2/228) buyurulmakla ric"at (dönme) hakkının iddet içinde olma şartının bulunduğu anlaşılmıştı. Burada ise, "Onları tutunuz" ifadesi, dönüş hakkını ifade ettiğinden bu karine ile bu âyette ecelin büluğu, iddetin sonuna yaklaşmak demek olduğu ortaya çıkar.

232-Şimdi de iddetin bitmesinden sonraki hüküm açıklanmak üzere buyuruluyor ki: Bir de ey veliler veya ey müminler! Kadınları boşadığınız ve dolayısıyla onlar da ecellerine erdiği yani iddetlerini bitirdiği zaman, eski kocalarıyla kendilerini evlendirmelerine, aralarında örfe uygun olarak karşılıklı rıza, hoşnutluk bulunduğu takdirde engel olmayın. Kısacası iddet bittikten sonra ilk kocanın kendiliğinden dönme hakkı (ric"at) kalmaz, ancak kadının hoşnutluğu ile yeniden evlenilebilir. Buna da ma"rufa uygun olmak şartıyla hiç kimsenin ve hatta velilerin bile engel olmaya hakları yoktur. Mesela: şahitsiz veya mehr-i misilden daha az bir mehir ile razı olmak gibi marufa uygun olmayan biçimde olursa, o zaman kadının velisi engel olmaya yetkilidir. Buna göre iki boşamada hoşnutlukla iki kez nikah yenilemek caizdir. Fakat üçüncüsü yukarda açıklandığı şekilde başka bir kocaya varmadan helâl olmaz. Rivayet olunduğuna göre Ma"kıl b. Yesar, kız kardeşi Cüml"ü, Ebülvelid Asım b. Adiyy b. Aclan ile evlendirmiş, o da sonra bunu boşayıp bırakmış, iddeti çıktıktan sonra pişman olmuş, yeniden istemeğe gelmiş, kadın da razı olmuş; bunun üzerine, Ma"kıl de kız kardeşine "O seni boşadı sen yine ona varmak istiyorsun, eğer tekrar ona varırsan yüzüm yüzüne haram olsun." demişti. Yine bunun gibi Cabir b. Abdullah da amcasının kızını yasaklamıştı. Bu âyet bunlardan biri veya her ikisi hakkında inmiştir. Resulullah Ma"kıl"i çağırmış, bu âyeti okumuş; Ma"kıl da "Rabbımın emriyle burnum sürtüldü, Allah"ım, razı oldum ve emrine boyun eğdim." demiş ve kızkardeşini kocasına nikâh etmiş. Hz. Cabir de "Bu âyet benim hakkımda indi." dermiş. Ancak âyetin iniş sebebi bunlar olduğuna göre, boşayanlara başka, engel olmaktan yasaklananlara başka olması lazım geleceğinden, bu da "boşadınız" hitabı ile, "engel olmayın" hitabının, ayrı ayrı kişilere yöneltilmesi ile ifadelerin birbirinden ayrılmasını gerektireceğinden âyetin ifade akışına (nazmına) uymayacağı düşüncesiyle âyete şu anlam verilmiştir: Ey kocalar! kadınlarınızı, boşadığınız ve bunu üzerine onlar da iddetlerini bitirdikleri zaman, onlara baskı yapıp da başka kocaya varmalarını engellemeyiniz. İki tarafın razı olması ile meşru şekilde bir nikah ile gerek siz ve gerekse başkası, dilediklerine varsınlar. İbnü Abbas, Zühri, Dahhak demişlerdir ki bu âyet kadınlarını boşadıktan sonra onların başka bir kocaya varmalarına engel olan kocalar hakkında inmiştir. Çünkü cahiliyet taassubu ile bazıları boşadıkları kadınlara zulmederek baskı yaparlar, evlenmelerine meydan vermek istemezlerdi. Rivayetin güçlü olmasından dolayı çoğu tefsirciler birinci görüşe taraftar olmakla birlikte, dirayet açısından bu görüşü daha uygun görenler de vardır. Aslında bu iki anlam birbiri ile çelişik değildir, biri diğerini gerektirir. Fakat her birinde bir açıdan daha fazla yarar vardır. Âyetin geliş gayesi bakımından ikinci tefsire göre, bu âyetteki kocaların boşadıkları kadınların evlenmelerine engel olmalarının yasak edilmesi, öbür âyetteki kadına zarar vermek amacıyla onu tutma yasağının kapsamında dahil, bir bakıma onun tamamlayıcısı olacak, birinci tefsire göre ise buna karşılık başlı başına bir hüküm ifade etmiş bulunacaktır. İlâhî hitabın parçalanması sakıncası ise üç şekilde ortadan kaldırılmıştır: Birincisi, hitapta telvin (ifadeyi tek düzelikten çıkarıp çeşit çeşit ifade biçimi kullanmak) de bir çeşit iltifat olarak belağat çeşitlerindendir. İkincisi, "tatlîk" (boşama), sebebine isnad etmek suretiyle boşatmak anlamına da gelebilir. Ve böylece muhataplar değişmemiş, ikisi de "velilerden ibaret" olmuş olur. Ancak bunun Ma"kıl ve Câbir olaylarına uygun düşüp düşmeyeceği üzerinde durulması gereken bir noktadır. Üçüncüsü, diğer hitapların yalnız kocalara veya velilere ait olmayıp bütün ümmete yönelik olmasıdır ki böylece boşama, "hukukullah"ı, bir başka deyimle kamu hakkını ilgilendirdiğinden, toplumdan bir kaç kişinin yaptığı, toplumun tümüne nisbet edilmiş olur. Ve böyle isnat, gerek Arapların sözlerinde ve gerekse Kur"ân"da yaygın ve pek çoktur. Şahsî hukuk açısından boşayan kocalar, eşlerin yeniden evlenmelerine engel olanlar diğerleri olduğu halde, kamu hukuku açısından ikisi de bir topluma aittir. Ve bundan dolayı çoğu tefsircilerin görüşü, rivayet açısından kuvvetli olduğu gibi, dirayet yönünden de çok incedir. Ve gerçekten boşamada Allah hakkı bulunduğu da kabul edilmiştir.

Ey bütün muhataplar! Şu açıklanan ve önemli olan, kadınlara baskı yapmanın yasaklığı hükmü, siz insanlardan Allah"a ve âhiret gününe iman eden her kişiye öğüt ve nasihata yaraşan bir hükümdür. Ey müminler! Bu yok mu sizin için en feyizli ve en temiz, pek çok temizliği ve nezih olmayı gerektiren bir hükümdür.

Şer"an ve insanlık açısından güzel olan, ma"rûfa uygun olarak kadının rızası ile nikahlanmasına engel olmamak bu konuda zorluklar çıkarmamak, baskı yapmamak, önce bunu yapabilecekler için ilâhî emre sarılmak olacağından bir hayır, bir sevaptır; sonra, karı ve koca için namus ve iffet açısından pek çok temizliği ve nezih olmayı gerektiren bir husustur. Çünkü nikahlanmalarına engel olunduğu takdirde -Allah göstermesin kuşku altında kalmalarından korkulur. Çünkü kadınlarla erkekler arasındaki ilişkiler gizli bir şeydir. Bütün bunların içyüzlerini ve insanlığın durumunun düzelmesiyle ilgili hükümlerin ve şer"i kanunların nasıl bir şey olduklarını Allah bilir: Siz ise bunları bilmezsiniz, dışarda dolaşırsınız. ( BAKARA )

21.10.2005 20:11

Bir daha buyrun :o)
 
2-Şimdi emr olunan sakınmanın tatbik yerlerinin açıklanmasına başlanıyor. Ve ilk önce akrabalara acıma ile en çok ilgisi bulunmak üzere yetimlerin haklarından başlanıyor. Şöyle ki: Akrabaları gözetiniz ve yetimlere mallarını veriniz. Rivâyet ediliyor ki, Gatafan oğullarından bir adamın yanında yetim bir kardeş oğlunun (yeğeninin) çokça bir malı varmış, buluğ çağına erince malını istemiş, amcası engel olmuş. Bunun üzerine bu âyet inmiş. O da Allah ve Resulüne itaat eder ve büyük günahtan Allah"a sığınırız demiş ve malı teslim etmiştir. Hz. Peygamber de, "Böyle nefsin cimriliğinden sakınıp Rabbine itaat eden, onun cennetine girer." buyurmuştur. Çocuk da malını alınca Allah yolunda harcamış. Resulullah da, "Sevab sabit oldu, fakat günah ebedî kaldı." buyurmuş. "Ey Allah"ın Resulü! Sevabın sabit olduğunu anladık, günah nasıl ebedî kaldı? Allah yolunda harcıyor." dediklerinde, "Çocuğun sevabı sabit, fakat babasının günahı ebedî (kaldı)." buyurdu. Bilindiği gibi âyetin iniş sebebinin özel olması, hükmün genel olmasına engel değildir. Ve birkaç âyet sonra da bunun ne zaman verileceği açıklanacaktır. Bundan dolayı burada "veriniz" demek "onlara göz dikmeyiniz ve sırası gelince hiç zorluk çıkarmadan tam olarak veriniz ve vermek için iyi koruyunuz" demek olur. Bunun için buyuruluyor ki "Hem de pisi temiz ile değiştirmeye kalkmayınız". Bundan şu mânâlar anlaşılır:

1- Ey veliler veya vasiler! Elinizde bulunan yetimin temiz, hoş bir malını kendinizin aşağılık kötü bir malınızla değişmeye kalkışmayınız.

2- Yetim malı size haram ve pistir. Kendi malınız ise helal ve hoştur. Bundan dolayı kendi helal olan malınızla, yetimin haram olan malından bir değiştirme, bir alışveriş yapmaya kalkmayınız. Yetimin mallarını olduğu gibi koruyunuz. Korunması için satılması gerekli olanları bile değerlerine satınız ki töhmet (suç) altında kalmayasınız, bu noktada yetimin taşınmaz malları ile taşınır malları ve taşınır mallarından çabuk bozulan ve çabuk bozulmayan malları hakkındaki hükümler içinde bulunmaktadır.

3- Kendi mallarınıza güzel güzel bakıp da yetimin malını kötü bir durumda bırakmayın, ona kendi malınıza bakar gibi ve hatta ondan daha fazla bir özenle bakın.

4- Yetimin malına saldırarak almayınız ki, elinizde güzel mallarınızın ona karşılık yok olmasına sebep olup da felakete düşmeyin.

5- Nihâyet kendi helal rızkınızı beklemeyerek sabırsızlanıp yetimin malını haram haram yemek için pis boğazlığa kalkışmayınız.

Gerçekten bu mânâlardan her birini müfessirler anlatmışlardır.

Kısacası her şekilde yetimlerin mallarını koruyunuz.

Ve onların mallarını kendi mallarınıza katıp ekleyerek yemeyiniz, yani boş yere harcamayınız ve ondan faydalanmayınız. Çünkü bunların her biri büyük bir günah olmuştur.

YETÂMÂ: "Nedîm ve nedâmâ" gibi yetîmin çoğuludur. Veya çoğulunun çoğuludur. "Yetîm" yalnız kalma mânâsına "yetem" den alınmıştır. Nitekim eşsiz inciye "dürr-i yetim" (sedefinde tek olan inci) denilir. İşte bu yalnız kalma mânâsı düşüncesi ile babası vefat etmiş olana yetim denilmiştir ki böyle yetim kalmağa da nın ötresi ile "yütm" denilir. Bundan dolayı, lugat bakımından bu ismin hakkı gerek küçüğe ve gerek büyüğe denilebilmesidir. Çünkü babadan yalnız kalma mânâsı kalıcıdır. Fakat örfe göre henüz kendini kurtaracak çağa ermemiş bulunanlara aittir. Bu yönden "yetim" kelimesi bir zayıflık ve özellikle akıl zayıflığı ve fikir noksanlığı mânâsı ile de ilgilidir. Ve bundan dolayı erginlikten sonra bile rüşdünü bulamayanlar üzerinde yetim ismi, lügat ve örf açısından kalıcı olabileceği gibi, kocasından yalnız kalan kadınlara da yetim denilir. Nitekim Resulullah bu mânâda "Yetim kadın (dul kadın)dan kendi nefsi için izin istenir." buyurmuştur ki, bu izin istemenin küçük çocuğa ait olamıyacağı bellidir. Diğer bir hadis-i şerifte de "Yetim ve kadın, bu iki zayıf hakkında Allah"dan korkunuz." buyurulmakla yetimin zayıflık mânâsı gösterilmiştir. Bununla beraber yaşlılık ve olgunluk devrinde bulunan erkek, aklı zayıf ve noksan fikirli dahi olsa ona yetim denilmediği de bilindiğinden dolayı erkeğe yetim denilmesi, ancak çocukluk durumunda veya henüz ona yakın bir çağda bulunması itibarıyla olduğu halde, kadına babasından ayrılması itibarıyla aynı mânâda ve kocasından ayrılması itibarıyla büyük iken bile kendisine yetim denilmiştir. "İhtilamdan (ergenlikten) sonra yetimlik yoktur." hadis-i şerifiyle de yetimin sözlük ve örfteki mânâsının değil, şer"î hükmün, yani ergenlikten itibaren yetimlik hükmünün kalkabildiğinin açıklandığı anlaşılıyor ki, bununla da yetimin şer"î mânâsı yerleşmiş olur. Şu halde sözlük örfü bakımından ve yetimler denilince babaları vefat etmiş oğlan veya kız, küçükler ve çocuklar anlaşılabileceği gibi, kocasız kalmış kadınlar da anlaşılabilecektir. Ve bunların hepsi acımaya değer ve haklarında Allah"tan korkulmalıdır.

Genellikle yetimlerin mallarından başka, nefisleri ve ırzları ve özellikle her iki mânâdan biri ile yetim olan kadınların nefisleri ve ırzları da en fazla korunması lazım gelen sakınma yerlerindendir.

3-Bunun için ve eğer yetimler hakkında onların haklarını gözetmeyeceğinizden korkarsanız, yani gerek canları, gerek ırzları ve gerek malları itibarıyla her yönden adalete ve doğruluğa riâyet edemiyeceğinizden korkarsanız -ki böyle büyük günahtan elbette korkarsınız ve korkmanız gerekir o halde durumunuza göre kadınlardan ikişer, üçer, dörder size helal ve hoşunuza gidenler ile evleniniz. Hem onları zarar ve tehlikeden korumada, hem de kendinizi zulüm ve tecavüzden korumaya vesile olur. Genellikle kadınlar kimsesizlikten ve ortaya düşmekten kurtulur. Siz de zina ve diğer günahlara, haksızlıklara düşmezsiniz. Ancak bunda da birden fazla kadınlar arasında adaleti korumak, birine diğerinden fazla muamele etmemek gerekir. Bunun için ve eğer birden fazla kadınlar arasında da adalet yapamayacağınızdan korkarsanız -ki bundan da korkmalısınız o halde ancak bir kadınla evleniniz.- Ca"fer kırâetinde ötre ile okunduğuna göre - bir kadın yeter. Yahut da sahip olacağınız cariyeler alırsınız. O, yani bir kadınla evlenme adaletsizlik yapmamanız ve haksızlık etmemenize daha elverişlidir. Yalnız bir kadının hakkını gözetmek elbette daha kolaydır. Bunda sıkıntıya düşmemek ihtimali daha yakındır. Bu cümleden fakirlik ve çaresizliğe düşmemenize, yani iktisadınıza daha elverişlidir mânâsı da anlaşılmıştır ki, bunda gibi düşünülmüş veya bu mânâ, konunun bir gereği olmak üzere gösterilmiştir. İlk önce görülüyor ki burada "Yetimler hakkında adalet yapamayacağınızdan korkarsanız" diye bir şart vardır. hitabı ile nikah (evlenme) emri buna bağlanmıştır. Bundan dolayı, bu şartın mânâsını ve bu emrin meydana geliş şeklini iyi anlamak için bu konuda rivâyet yoluyla gelen tefsir şekillerini bilmek gerekir. Şöyle ki:

1- Buhari ve Müslimde de rivâyet olunduğu üzere Urve b. Zübeyr (r.a.) demiştir ki: "Ben, Hz. Âişe (r.a.)den ilâhî kelâmının mânâsını sordum. Hz. Âişe dedi ki: "Kızkardeşimin oğlu! Bu o yetimdir ki velisinin gözetimi altında bulunur ve mal hususunda ortak da bulunurlar. Malı ve güzelliği velisinin hoşuna gider, mehrinde adalet yapmıyarak onunla evlenmek ister. Başkalarının vereceği mehir kadar mehir vermez. İşte bu âyette bu gibi velilerin hakk ve adalete riâyet edip, mehirlerini özellikle en yüksek miktarına eriştirmedikçe gözetimleri altında bulunan yetim kızlarla evlenmeleri yasaklanmış ve hoşlarına giden diğer kadınlarla evlenmeleri emredilmiştir. "Hz. Âişe devamla şöyle demiştir: Bu âyetten sonra insanlar bunlar hakkında Resulullah"tan fetva sordular, Aziz ve Celil olan Allah Teâlâ da: "Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: O kadınlar hakkında size fetvayı Allah veriyor. Yazılan haklarını vermediğiniz ve kendileriyle evlenmek istediğiniz yetim kadınların, zayıf düşürülen çocukların hakkındaki ve yetimlere adaletli davranmanız hususundaki hükümleri, Kur"ân"da size okunan âyetler açıklar. Ne hayır işlerseniz, şüphesiz ki Allah onu bilir". (Nisâ, 4/127) âyeti indirildi. Bu "Kur"ân"da size okunan" önceki âyetidir. âyeti de herhangi birinizin, himayesi altında bulunan yetim kıza, mal ve güzelliği az olduğu zaman rağbet göstermemesidir. Bundan dolayı, bunlara rağbet edilmediğinden dolayı mal ve güzelliğine rağbet ettikleri yetim kızları hak ve adaleti gözetmedikçe onlarla evlenmekten men edildiler."

Yine Sahih-i Müslim"de Hz. Âişe"den Urve, Urve"den oğlu Hişam yoluyla rivâyet edilmiştir. Hazreti Âişe demiştir ki: " âyeti şunun hakkında indi ki, bir erkeğin yanında yetim bir kız olur ve bu erkek onun velisi ve mirasçısı bulunur. Yetim kızın malı var, fakat o erkekten başka onu koruyacak ve evlenmesi için yol gösterecek bir velisi de yoktur. İşte biricik velisi olan bu erkek, malına tamah ederek, malına ortak olmak için onu kimse ile evlendirmez, evlenmesine engel olur, zarar verir ve birlikte yaşayıp hoş geçinmez. Bundan dolayı Allah Teâlâ buyurdu ki: "Size neler helal kıldım bak ve kendisine zarar vereceğin şu yetim kızı bırak" diyor.

"Yetimlerin mallarını veriniz ve malları dolayısıyla onlara zarar da vermeyiniz" mânâsıyla bu tefsirin bir önceki âyetle bağlantısı pek açıktır. Zuhrî ve Rebi de bu şekilde tefsir etmişlerdir. Ebu Bekir er-Razî de Ahkamu"l-Kur"ân"da bunu tercih etmiş ve bunun İbnü Abbas"tan da rivâyet edildiğini zikretmiştir. Böylece evlenmesi düşünülebilen velilerde amca çocukları gibi nikah düşen akrabalar olabilir.

2- İbnü Abbas hazretlerinden şu iki cümle rivâyet edilmiştir: "Erkekler, yetimlerin mallarından dolayı dört kadınla sınırlandırıldılar. Çünkü bir adam, yetimlerin malları ile dilediği kadar kadınla evlenebiliyordu, Allah Teâlâ bunu yasakladı." Buna yakın olmak üzere tabiîn müfessirlerinden Hasan b. el-Hasan hazretleri de demiştir ki: Veliler, velâyetleri altında bulunan yetim kızlardan nikahı halil olanlarla evlenirlerdi. Fakat kendilerine rağbetlerinden değil, mallarına rağbet ettiklerinden dolayı evlenirlerdi. Ve bundan dolayı onlarla iyi geçinmiyorlardı, miraslarını yemek için ölümlerini gözlerlerdi, bundan men edildiler.

3- Bundan önceki âyeti inince veliler, yetimlerin haklarında adalet yapamayıp günaha gireceklerinden korkarak onlara vasilikten çekinmeye başlamışlar. Ve halbuki o zaman nikahları altında on veya daha fazla veya daha az kadın bulunabiliyor ve bunların haklarını gözetemiyorlardı, adalet yapamıyorlardı. Bundan dolayı bu âyetle onlara şöyle denilmiş oluyor: "Eğer yetimlerin haklarında adalet yapamamaktan korkuyor ve bundan dolayı onlara velilikten çekiniyorsanız, genel olarak kadınlar hakkında da adaletsizlikten korkunuz da haklarını yerine getirebileceğiniz miktarda kadınlar alınız ki bu da en son dört tane olabilir." İbnü Abbas"tan naklen Katâde ve Sûddi böyle söylemişlerdir. Fakat bu rivâyet şöyle şarta bağlanıyor: Buna göre önceki âyetin bundan önce inmiş ve yaygın olması gerekiyor. Halbuki onun hükmünün ortaya çıkması bundan sonraki (Nisâ, 4/5-6) âyetlerine bağlı bulunuyor. Bu ise beraber inmelerini gerektirir. Onun için bu mânâ açısından sebeb, zikredilen âyet değildir; cahiliyye devrinde bile Arapların yetimlerin işlerini günah sayıp da kadın işini günah saymamaları olduğu zikrolunuyor ki, İbnü Cerir Taberi de Süddi"den ve Katede"den bu şekilde rivâyet etmiştir. Sa"id b. Cübeyr hazretleri de demiştir ki: "İnsanlar o zaman bir emir veya yasak söylenmedikçe cahiliyle dönemi gelenekleri üzere bulunuyorlardı. Resulullah"a yetimler hakkında soru sordular. Allah Teâlâ"da bunu indirdi ki yetimler hakkında adaletsizlikten korktuğunuz gibi kadınlar hakkında da korkunuz da adalet yapabilecek kadar evleniniz." demektir.

4- İkrime"den de şöyle rivâyet edilmiştir: "Kureyşten bir adamın bir çok kadınları bulunur, yanında yetimler de bulunurdu. Derken kendi malı tükenir, yetimlerin malına meylederdi. Bundan dolayı bu âyet indi: Bir adam dört, beş, altı ve on kadınla evlenirdi, diğer biri de ben de falan gibi niçin evlenmiyeyim der, yetimin malını alır, bu mal ile evlenirdi. Bundan dolayı dörtten fazla kadınla evlenmekten men edildi." Fahreddin Razi de: Bu görüş, gerçeğe en yakın görüştür. Çok sayıda kadınla evlenilince o oranda çok harcama ve masrafa ihtiyaç ortaya çıkacağından bu ihtiyacın sevkiyle (iticiliğiyle) yetim velilerinin, yetim malına tecavüz etmesinin gerçekleşmesi ihtimali üzerine Yüce Allah, fazla kadınla evlenmekten insanları korkutmuş gibidir." diyerek bunu tercih etmiştir. Fakat bu tercih, tenkide değer. Çünkü yasak sebebinin yalnız yetimin malına tecavüz endişesine bağlanması ve gerek yetimlerin nefsinin ve gerek diğer taraftan kadınlara adaletli davranma meselesinin asıl sebepte düşünülmemesi ve bunların nihâyet bir delalet (yol gösterme) mevkiinde tutulmaları âyetin derin ve çeşitli olan iniş hikmetinin hakkını vermemektir. Sonra cariye meselesinde aynı sakıncanın söz konusu olmayacağı da kabul edilemez. Bundan başka âyetin burada bulunması doğrudan doğruya kadın sayısını azaltmayı hedef edindiği, ilk önce ve bizzat dörtten fazlasını yasaklamaya yönelik bulunduğu da herkes tarafından kabul edilmiş değildir. Gerçi bu âyet ile birden fazla kadınla evlenmenin en fazla dört kadınla sınırlandırılması vaki bir emir ve bundan dolayı fazlasının yasaklanması da ister istemez sabit ve bu şekilde cahiliye geleneğine göre sayının aşağı indirilmesi de kesin olmakla beraber Kur"ân âyetinin, dörde indirmesi tarzında bir azaltma mânâsı ile değil, birden dörde kadar müsaade ile yine bir çeşit çoğaltma üslubunda bulunduğu ve Hz. Aişe"nin dediği gibi, "Bakınız ben size neler helal ettim" mânâsını bildirdiği de apaçıkça anlaşılır. Bundan dolayı azaltma ve çoğaltmayı yasaklama, ibare ile değil, işaret iledir. Yukarda nakledilen İbnü Abbas"ın sözü de olsa olsa bu sayıyı azaltmanın ve fazlasını yasak etmenin ancak sabit olduğunu ifade eder.

5- Bazı müfessirler de demişlerdir ki, bir adam, mal sahibi ve güzel bir yetim kız buldu mu başkasından esirgeyip kıskanarak onunla hemen evleniyordu ve bu şekilde bazen yanında haklarını gözetemeyeceği kadar birçok yetim kızlar toplanırdı, âyeti bunlar hakkındadır ve şöyle demektir: "Ve eğer o yetim kızlar ve kadınlarla evlendiğiniz zaman haklarında adalet yapamamaktan korkarsanız, diğer kadınlardan hoşunuza gidenlerle evleniniz". Kadı Beydâvî de bunu tercih etmiştir. Fakat Ebu"s-Suud"un haklı olarak tenkid ettiği şekilde buna nazım (Kur"ân"ın ibaresi) müsaid değildir.

Çünkü bu şekilde; "diğer kadınlarla evleniniz" diye emir ve teşvik anlamsız olur. yerine denilmesi gerekirdi.

6- Mücahid demiştir ki, bunun mânâsı: "Yetimler hakkında adalet yapamamaktan korkuyorsanız zinadan korkunuz da size helal ve hoşunuza giden kadınlardan ikişer, üçer, dörder alınız ki harama düşmek tehlikesine maruz olmayınız."

Bu tefsir, büyük bir hakikatı kapsamaktadır ki, yetimlerin hakları ve kadınlara adaletle davranma mânâsı içinde zinadan sakınma mânâsının önemli bir esas teşkil ettiğini ve birden fazla kadınla evlenme müsaadesinin bu hikmet ile ilgili olduğunu ve bunda fuhuş ve zina sefaletlerine (aşağılıklarına) karşı köklü bir mücadele bulunduğunu gösterir. Bu şekilde görülüyor ki, bu rivâyetlerin bazıları âyetin iniş sebebini, bazıları da iniş hikmet ve faydalarını göstermektedir.

Buna göre her biri bir görüş açısından önem arzetmektedir. Ve bu rivâyetlerin toplamı, âyetin muhtemel olan veya içine aldığı mânâları da göstermektedir. İniş sebebini en açık olarak gösteren, Hz. Âişe rivâyetidir. Yetimlerin veliler tarafından mal veya güzelliğine tamah edilerek başkaları ile evlenmelerine engel olunup, uygun olmayan bir mehir ile kendilerine zorla nikah ve can ve mal açısından zarara uğratılmaları ve bu şekilde mal ve güzelliği az olan yetimlere hiç rağbet edilmeyerek tamamen sefilliğe düşürülmeleri âyetin inmesinin esas sebebi olmuş ve bunun için âyet, emirden önce yasağı kapsamış ve bütün kadınlara adaletle davranma gayesi de inmesinin hikmeti olmuştur. Ve işte birden fazla kadınla evlenmeyi sınırlandırma, bu hikmetlerin ve faydaların bazıları olduğu gibi, birden fazla kadınla evlenmeye müsaade etmek de kadınların sefaletine meydan vermemek ve tarlayı (çocuk verecek anaları) artırma hikmet ve faydasını kapsamıştır.

Yukarıda dul kadınlara bile yetim denildiğini açıklamıştık. Âyetin inme sebebi gerek yalnızca küçük yetimler olsun ve gerekse kayıtsız olarak kendileri ile evlenilmiş kadınlarla da ilgili bulunsun, her şekilde âyetin mutlak surette kadınlara adaletli davranma hikmet ve gayesi ile ilgili bulunduğu da açıkça bellidir. Bundan dolayı âyetin iniş sebebinin özel oluşu, mânâ ve hükmünün de özel olmasını gerektirmeyeceğinden, da yetimler, delalet yolu ile olsa bile, dul kadınları da kapsayan genel bir mânâ ile ele alınırsa, âyetin hükmü ve hikmeti daha fazla bir açıklık ile düşünülebilecektir. Demek ki, âyetin iniş sebebi bakımından velilerle ve kocalarla ve bir dereceye kadar özel menfaatlerle ilgili olan bu âyet, hüküm ve hikmet ve iniş gayesi açısından onlarla beraber kamuyu ve kamu yararını ilgilendiriyor. Ve bunun için evlenme ile ilgili meseleler, kul haklarından başka bir de Allah hakkını ve kamu hakkını kapsamaktadır. Bundan dolayıdır ki, evlenme, bir bakımdan hak ve bir bakımdan vazifedir. Hem muamele, hem de ibadettir. Allah Teâlâ, en açık şekilde acıma ve şefkata müstahak olan yakınlara ve yetimlere dikkati çektikten sonra, her iki ince duygunun heyecanının etkisi altında adalet duygusunu tahrik ederek hayat ve insanlığın mutluluğunun gelişme kanunu olan ve malî meseleler ile de ilgisi bulunan evlenme işinin, hem hak ve hem vazife yönlerine sahip, bir bakımdan genişlemeyi ve bir bakımdan sınırlamayı kapsayan ve kadınla erkek arasındaki yaratılışta var olan ilişkinin bütün inceliklerini içerecek bir şekilde tesbit etmiş ve genel olarak erkekleri teşvik ile kadınları korumaya sevketmiş ve cefa ve haksızlıktan, ahlâksızlıktan, fuhuştan men etmiş ve iğrendirmiştir. Yetimlerin ve kadınların haklarının ve bu hakları korumanın genel vazifeler arasında bulunduğunu ve bu konuda evlenmenin önemli bir esas meydana getirdiğini ve akla uygun olan birden fazla kadınla evlenmenin, kadınların hakları ve kadın cinsinin şerefinin gereklerinden olduğunu ve fakat bunun kadınlara adaletle davranma gayesini bozmayacak bir adalet ve nöbet taksimi ile tatbik edilmesinin gerektiğini ve bu şekilde birden fazla kadınla evlenmenin erkeklere ağır yük ve vazifeler yüklediğinden dolayı hakka riâyet edemeyip adaletsizlikten korkanların bir kadınla veya cariyelerle yetinmeleri lazım geleceğini anlatmış ve siz Allah"ın sakındırma emirlerine karşı yetimlerin ve kadınların haklarını gözetmemekten korkan insanlarsınız, durumunuza göre bu etraflı açıklama çerçevesinde hareket etmeniz gerekir, buyurmuştur ki, işte "Yetimler hakkında adalet yapmamaktan korkarsanız." şartının mânâsı bu oluyor. Burada önce şu soru akla gelebilir: Bu şart bulunmazsa ne olacak? Burada korkunun gerçek mânâsına göre böyle bir soru mümkün değildir. Çünkü yetimler hakkında adaletsizlikten korkmamak bir küfür demek olur. Bundan dolayı herhangi bir mümin için bu, şartının bulunmamasını düşünmek bir çelişki meydana getirir. Bu şart bulunmayınca cezasının küfür olacağı bellidir. Bu açıdan bu şart, emrini kayıt ve şarta bağlamaz, onu destekleme mânâsındadır. Fakat "korkarsanız" demek de olduğu gibi mecaz olarak "bilirseniz, bir haksızlık olacağını zannederseniz," mânâsına olduğu takdirde durum böyle değildir. Bu şartın bulunmadığını farzetmek mümkündür. Bu şekilde yetimler hakkında haksızlık olmayacağı, onların ne mallarına, ne canlarına, ne ırzlarına bir tecavüz edilmeyeceği bilinir. Haksızlık düşünülmezse ne olacağını belirlemek âyetin mefhüm-ı muhalifine ait bir hüküm olacağından dolayı bunu belirtmek bir ictihad meselesi olur. Hz. Âişe de iniş sebebine göre bunun bir çözüm şeklini göstermiştir. Mantığa göre bir şart önermesinde önde bulunan cümlenin gerçekleşmemesinden, sonra gelen cümlenin gerçekleşmemesi lazım gelmeyeceğinden dolayı yukarıda zikredilen korku bulunmadığı takdirde de gerek bir ve gerek birden fazla kadınla evlenme akdi yapılamayacağı anlaşılmaz. Bunun için müctehid imamlardan ve tefsircilerden hiç biri, bu şartın Hz. Âişe"nin söylediği küçük kızların mehrinden başka yargı açısından bir hükmü anlattığını söylememiştir. Her iki mânâ ile korku şartı, kalble ilgili işlerden olduğu için yargı açısından değil, ancak dindarlık açısından bir hüküm ifade eder. Çünkü adalet yapamayacağını bilen bir adam, birden fazla kadınla evlenirse haksızlıktan sakınmadığı için günahkar olur. Fakat evlenmede, dörtten fazla kadınla evlenmiş gibi bu evlenme hükümsüz ve bozulmuş olmaz. Nafaka, soy gibi yargı ile ilgili hükümler gerçekleşir. Ve evlenmeden sonra haksızlıktan sakınabilirse yine sevab kazanmış olur.

Şu halde emrinin anlamı nedir? Emir zahiren vacib mânâsına geldiği için, Zahiriyye (mezhebine mensup olanlar), bu emrin vacib mânâsına geldiğini ve bundan dolayı birleşmeye ve harcama yapmaya gücü yeten her kişi için evlenmenin farz-ı ayn olduğunu söylemişlerdir. Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğu da nefsin coşması ve zina yapma korkusu durumunda, aile için harcama yapmaya gücü yetenler için farz-ı ayn olduğunda görüş birliği halinde iseler de genel olarak evlenmenin vacib olduğunu söylemiyorlar. Hanefîlere göre kişisel açıdan cinsel arzunun coşması halinde vacib, normal durumda "Nikah benim sünnetimdir. Kim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir." hadisi şerifi gereğince müekked bir sünnettir. Kadına haksızlık etme korkusu durumunda ise mekruhtur. Bundan başka yine Hanefilere göre farz-ı kifaye olduğunu açıkça belirtenler de vardır ki, her kişiye değil ise de ümmetin hepsine göre farzdır. Bütün ümmet, evlenmeyi terkederse günahkar olurlar, demek olur. Biz de âyetten bunu anlıyoruz. Gerçekten bütün ümmetin birden evlenmeyi terkettiği varsayımı karşısında hepsinin ibadetle meşgul olduğu bile düşünülse bütün ümmetin yok olacağı bir gerçektir. Ve hiç birinin İslâm"ın devam etmesine karşı kötü niyette bulunma cezasından kurtulamıyacağı apaçıktır. Bundan dolayı evlenenlere her yönden yardım etmek de bir vazifedir. Evlenme muameleleri de güçleştirilmeyip daima kolaylaştırılmalıdır. Çünkü evlenmeyi güçleştirmek, zinayı kolaylaştırmak demektir.

Sözün özü emri bağlı olduğu şartlara göre bazı durumlarda vaciblik, bazı durumlarda mendubluk delillerine yakın olduğundan en genel mânâsı mendub olmasıdır. Evlenme, nafile ibadet ile meşgul olmak için bekar kalmaktan daha iyidir. İmam Şafiî hazretleri ise nikahın mübah olduğunu söylemiş. İbadet için bekar kalmanın nikahtan daha faziletli ve hayırlı olduğuna hükmetmiştir ki, bunların uzun uzadıya açıklaması fıkıh ilmine aittir.

Birden fazla kadınla evlenmeye gelince: Bu esas itibariyle yalnız bir müsade ve mübah kılmak olduğunda ve haksızlık etme endişesi bulunduğu takdirde mekruh olduğu hususunda söylenecek bir söz yoktur. Bununla beraber âyet, birden fazla kadınla evlenmenin bazı durumlarda mendub olduğunu ve hatta vacib olduğunu bildirmekten de uzak değildir ki, bunu da en fazla gerek erkekler ve gerek kadınlar için fuhuş ve zina tehlikesinin yüz göstereceği durumlarda aramak gerekir. ifadesi gereğince bu müsadenin en fazlası dört (kadın) olmuştur. Çünkü dile göre, "Şu elmaları şu cemaate ikişer ve üçer ve dörder paylaştır." denildiği zaman bir kısmına yalnız iki, bir kısmına yalnız üç ve bir kısmına yalnız dört elma düşeceği anlaşılır. Fakat Zahiriyye mezhebinden bazıları bu sayıların üleştirme sayıları olduğunu i düşünmeyerek aradaki ye bakıp bundan bu sayıların bir şahısta toplanması gerektiği hayaline kapılmış ve toplamını iki, artı üç, artı dört gibi dokuz saymıştır. Bunlar (zahiriler), fikir yürütmeyi kabul etmedikleri gibi, icmaı da kabul etmediklerinden Hz. Peygamberin asrından beri gelen İslâm geleneğine, din imamlarına ve bütün müçtehid fakihlerin icmalarına (görüş birliğine) aykırı hareket etmişlerdir. Hz. Peygamber âyetin hitabına girmemekle beraber buradaki dokuz (kadın) kuruntusunu Hz. Peygamberin kendine ait bir özelliğine yorumlasalardı belki doğru bir görüş olurdu. Yoksa iki defa iki, iki defa üç, iki defa dört demek olduğundan bu hesaba göre dokuza değil, on sekize çıkmaları gerekirdi.

Diğer taraftan Râfızî şiîlerden bir kısmı bu sayıların hiçbir sınırlandırma anlatmadığını ve ifadesinin genel mânâsı üzere kaldığını, bu sayıların ikişer, üçer, dörder v.d. gibi bu genel mânâyı pekiştirmiş olduğunu iddia etmeye kadar varmışlar. Ve sırf nefsanî arzu ve heveslerine uymuşlardır. "Allah korusun."

4-Âyetin iniş sebebi hakkında Hz. Âişe rivâyetinin doğruluğunu destekleyen bir nokta da şudur: Kadınlara mehirlerini de bir dindarlık farizası olarak -başka bir ifade ile- Allah"ın bir bağışı olarak veriniz, seve seve ve bütün gönül hoşluğu ile veriniz. Yani siz erkekler kadının malına göz dikmek ve evlenmek için kadından mal gözetmek şöyle dursun, mutlaka uygun bir mehir ile onlarla evleniniz ve mehirlerini kıskanarak değil, cömertlik ve el açıklığı ile seve seve veriniz. Bu size bir kanun olsun da. "Erkekler kadınlardan bir derece daha üstündür" (Bakara, 2/228) âyetinin sırrı tecelli etsin. ın üstünlü olması ve in ötreli olması ile, ın ötreli ve in harekesiz olması ile cümle vezninde nin çoğuludur ki mehir mânâsınadır. Kelimesi, millet, şeriat ve dindarlık mânâsına, bir de bağış, armağan ve iyilik mânâsına gelir. Dilimizde "gıybet" denilen peşin ödenen mehir geleneğinin aslı da bu emirdir. Bu hitapta eşlerden başka (kadınların) velilerine de bir pay vardır. Eğer kadınların mehirlerini velileri, hepsini veya bir kısmını teslim almış olurlarsa, ondan faydalanma hakları yoktur. Kadınların ellerine teslim etmeleri gerekir.

Ey kocalar veya veliler! Siz böyle veriniz de o kadınlar gönül hoşluğu ile, kendi rızaları ile size o verilen mehirden bir şey bağışlarlarsa onu da boğazınızda durmadan afiyetle yeyiniz. ( NISA )

21.10.2005 20:18

Ve Afiyet Olsun !.. :o)
 
Bilmem Kadinlara olan adaleti fark edebildiniz mi ?..

21.10.2005 20:40

NISA ( Kadinlar )
 
4-NİSA:

Bu sûre de birçok şer"î hükümleri ve teklifleri kapsamaktadır. Baş tarafında Allah"ın hakları, bütün insanlığın kardeşliği, çocuklara, kadınlara, yetimlere acıma, şefkat gösterme ve haklarının verilmesi, mallarının korunması, evlenme ve miras gibi hususlarla ilgili emirler ve hükümler ile başlamış, sûrenin sonu da bu konularla bitmiştir. Orta kısmında da aile terbiyesinden başlaması lazım gelen temizlik, namaz, cihad, amirlere itaat gibi emirleri ve yükümlülükleri kapsamıştır. Bütün bunlar, insanın yaratılışı ile ilgili ve terbiye esasına dayalı bulunduğundan dolayı sûre: "Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının..." hitabı ile başlamış ve bu konularda kadının ve kadınlığın pek önemli bir yeri bulunmasından dolayı da ilk âyetinden itibaren kadının yaratılışına ve şerefine dikkat çekilmiş, ismine de "Kadınlar Sûresi" denilmiştir.

İnsanlık unvanıyla başlayan bu genel hitap, Bakara sûresinin başındaki ilk genel hitabı hatırlatıyor. O genel hitap günahlardan sakınmak gayesiyle "Rabbinize ibadet ediniz" (Bakara, 2/21) emrini vermiş ve bunu insanların yaratılış delilleri ile aydınlatarak şimdiki zamandan başlangıca doğru götürmüş ve özellikle Hz. Ademin yaratılış bahsini hatırlatmıştı. Burada ise bu hitabı doğrudan doğruya günahlardan sakınma emri takip ediyor. Bunu da özellikle kadınların yaratılışı ile beraber yaratılış delili takip ediyor ki; bunda "Ey insanlar! Artık büsbütün sakınma dönemine girmeniz ve aşağıda gelecek tarzda tekliflerin (yükümlülüklerin) zevk ve hikmetinin manevi hazzını anlamanızın sırası geldi ve sakınma konularının en önemlilerinden birisi de kadınlar konusudur." gibi düzgün ve edebî bir anlatım vardır. Dikkat etmeye değerdir ki, Kur"ân"da ey insanlar! hitabıyla başlayan iki sûre vardır; birisi bu sûre, diğeri Hacc sûresidir. Bu sûre, Kur"ân"ın ilk yarısından dördüncü sûre olduğu gibi, Hacc sûresi de Kur"ân"ın ikinci yarısından dördüncü sûredir. Bu sûrenin başında sakınmanın sebebi, yaratılışın başlangıcına dikkat çekmekle belirtilmiş olduğu gibi, o sûrede de yaratılışın sonu ve dönülecek yerin tanıtılmasıyla belirtilmiş, "Çünkü kıyametin sarsıntısı büyük bir şeydir." (Hacc, 22/1) buyurulmuştur. Bu şekilde iki sûrenin başları tertipli olarak başlangıç ve dönülüp gidilecek yeri (ahireti) tanıtmış ve bununla her bir sûrede hakim olan şer"î hükümlerin kayıt yönlerini de göstermiştir. Fahreddin er-Razî der ki: "Bu konunun altında bir çok sırlar vardır..." Rabbinizin terbiye ile ilgili emri ve koruması altına giriniz, emrine karşı çıkmaktan sakınıp genellikle asayişe uyunuz, O"nun şiddetli cezasından korununuz. O Rabbiniz ki sizi tek bir candan, bir şahıstan yarattı. Bundan dolayı, aslında hepiniz bir babadan gelme kardeşlersiniz ve hepiniz insansınız ve bir yaratıcının yaratıklarısınız. Bu prensipler üzerinde, hukukla ilgili esasları insanlık gerçeğine ve terbiye esasına dayandırarak kardeşlik haklarına riayet etmeli ve Rabbinizin emrine aykırı hareket etmekten sakınmalısınız. Evet Rabbiniz bir can yarattı ve "O bir candan eşini de yarattı" (Nisâ, 4/1). Böyle bir nimet ihsân etti. Biri diğerinin canından kopmuş bir çift meydana getirdi. "Bütün çiftleri yaratan Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir". (Yâsin, 36/36) Ondan dolayı bu nimet ve gücün değerini ve büyüklüğünü takdir etmeli ve yaratılışın, eşyanın tabiatının eseri değil, eşyanın yaratıcısı olan Allah"ın kuvvetinin eseri olduğunu bilmeli, ona itâat etmeli ve azabından korkmalıdır.

Gözlem ve deneyle biliniyor ki, bir babadan erkek çocuk olabildiği gibi dişi de olabilir. Halbuki yaratıcı kuvvet, eşyanın tabiatında olsaydı; ne topraktan insan meydana çıkabilirdi, ne de bir erkekten bir kız çocuk olabilirdi. Çünkü tabiat, düzenli ve uyumlu demek değil ise hiçbir şey değildir. Halbuki ne erkek dişinin bir uyumu, ne de dişi erkeğin bir uyumudur. Hiç kimse erkeğe dişi, dişiye erkek diyemez. Bunlar, iki çenekliler gibi bir kökten yarılmış, özellikleri ayrı, vazifeleri birbirini tamamlayıcı değişik tabiatlı bir çifttirler. Ve aynı zamanda bir kökün değişik çeşitleridirler. Bundan dolayı, diğer arızalardan soyutlanarak, yalnız fen ve ilim tabiatı adına düşünen ve konuşan tabiat ilimleri bilginleri de tam olarak itiraf ediyorlar ki; her şeyi sırf tabiata isnad etmek iddiası ile eşyanın çeşitliliğinin sebebini açıklamak mümkün değildir. Ve yaratıcı kuvvet, tabiatın üstünde terbiye ile ilgili bir etki yapan ve eserlerini yaratmak ve seçmekle meydana getiren yüce bir Rabb"dir. O halde tam manasıyla tabiat yoktur. Ve tabiat fikri, ilmî bir prensip olamaz. Çünkü bugün kabul edilen bir tabiat, yarın değişik şekillere girebilir. Ve onun içindir ki, sırf ilmî bir mukayese her zaman için ilmin ölçüsü olamıyor. Olayların meydana gelişi akılları durduruyor. Çünkü İblis de "Ben ondan (Hz. Adem"den) daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın. Onu ise balçıktan yarattın." (Sâd, 38/76) diye ateşin tabiatına göre yaptığı mukayese ile aldanmıştır. Gerçekten iş tabiatta olsaydı, akla göre tabiat hiçbir zaman erkekten dişi, dişiden erkek çıkma sonucuna varmazdı. Gerçek durum ise böyle değildir. Bütün insanlığın yaratılışının başlangıcına çıkıldığı zaman ise mesele daha fazla açığa çıkmaktadır. Akıllar, etkinin başlangıç noktasını ne kendilerinde ne de eşyanın tabiatında görmemelidir. Hepsinin üstünde yaratıcı Allah Teâlâ"da görmelidir. O Yüce yaratıcı ki bir kişiden eşini de yaratmak şeklinde ilâhî kuvvetini gösterdi ve bu ikisinden bir çok erkekler ve kadınları yeryüzüne yaydı. Ve bugün var olan insanlar böyle meydana geldi. Bundan dolayı hiç yokken topraktan seçmek suretiyle insan yaratan ve o insandan eşini yaratan ve iki insandan, birbirlerinden doğmaları suretiyle erkek dişi birçok çocuklar ve torunlar yaratıp dünyaya yayan yüce yaratıcının ilâhlığının, bir şahıstan ordular, milletler yetiştirebildiğini bilmeli ve ona göre tam bir iman ile vazifesini yerine getirmeli, Allah yolunda hiç bir fedakarlıktan çekinmemeli ve evlenme kuralına uymakla nüfusun çoğalmasına önem vermeli ve bunların ilâhî bir terbiye ile yetişmesine çok dikkat etmeli ve evlenmeye sevk eden, yaratılıştan gelen meyilleri, kötüye kullanmaktan sakınmalıdır. İşte bu şekilde bu günkü bir kaç insan yarın dünyaları fetheden ve İslâmiyeti yükselten büyük bir ümmet olabilir. Ve ahirette en büyük mutluluğu elde eder. Bu gerçekten dolayıdır ki, Allah"ın elçisi şöyle buyurmuştur: "Evleniniz ki üreyip çoğalasınız. Çünkü ben kıyamet günü düşük çocuk bile olsa diğer ümmetlere karşı sizinle iftihar ederim

21.10.2005 21:08

Harun Bey her ne kadar ADNAN OKTAR
 
da olsa ( Adnan hoca ) Arastirmalari övgüye degerdir.

Fakat Kuran Konusunda sizin gibi söz sahibi degildir :o)

roman 21.10.2005 21:15

Sevgili Özsu gördüğünüz gibi geniş,
 
bigileriniz ile bir şeyler yazdığınız an, nedense uzaklaşıp kayboluyorlar.

Ben diyorum ki yazınız.

Sürekli yazınız...

Ama ürkütmeyiniz.

Bana fırsat tanıyınız, o bilgisiz topluluklar ve kişiler kaçıp kaybolmasınlar, lütfen buna özen gösteriniz...

peren 21.10.2005 21:22

o.T.
 
Tebrikler, seni tanimama baya yardimci oldun, 19 cu Alp:-) Insanlarin icini bayana kadar senin neden inandigini ve Kuranin Allah tarafindan gönderildiginin kanitini yazmissin buraya:-)
Bir de diyorum su piramit islerini bir arastirsan, hani utanmasan piramitleri Allah insanlar misirlara inansin diye yaratti falan diyeceksin:-)Eski mayalrdan az bir sey dem vursan. Vaktim olursa ve kizim uyumaya devam ederse bir kac bilgi hazirlayip buraya sunacagim. Bu sekilde gercek düsünen! akilli insanlar! neler yapiyormus cahiller bilsin. Ama oldukdan sonra yakistirmak, kilif bulmak kolay. Yokken bir seyin olusumunu alalim lütfen. Beyenmedigin Tevratta bile bir kondensatorun nasil yapildigi bir bir anlatilir. Kuran koduna benzemiyor ama, senin alayina mazur kaliyor:-)
Bu konulari sanirim 2 yil önce tartismistik, ayni seyler yazildi, tartisildi, tekrar ortaya atmissin. Sanirim bu 19 kodundan sonra "materiyalistlik" olayi geliyordu. Yakinda onlarida copy yaparsin iyice bayarsin bizleri:-)
Fazla bir seyler yazip en azindan seni tekrar baymayi düsünmüyorum. Diyecegim sadece Evrensel ve Allahdan olan Kuran nedense hep gecmisteki olaylara göre kodlanmis. Yasaniyor, bitiyor "lak" diye 19 cular kulpu yapistiriyor. Yasaniyor, bitiyor hemen yeni bir sayi ona yakistiriliyor. Hani baya bir kelime vardir kuranda arayan rahat bulur diyorum:-) Titanigi falan kodlamamislarmi? Depremleri? Da Vinci ve Newton ne olmus, gravitasyonda vardir, öyle genis bir konuki kesin bir yerine bir sey yakistirilir elbet. Peki kadinlarin esitlik konusunu nasil kodlamislar? Deginmemissinde. Birde su isik hizini ve isinlanma olayini aciklasan bir zahmet.
Fazla dalga gecmek istemiyorum, ama lütfen kopyelemeyi birakip sadede gelirmisin?

Saygilar

21.10.2005 21:33

Iki yildan Bu yana Pek Bir sey
 
degismemis Peren :o)

yine Söyleyecek bir seyin yok..Sadece yaramaz cocuklar gibi zipliyor ve istemezuk diye bagriyorsun..

:o)

Halbuki Orada Bir takim sayilar var bir hesap var :o)

Aydin ilerici ve de bilimci insanlarimiza ellerine bir hesap makinasi filan alip alternatif bir formül meydana getirmeleri ve Bu hesap yanlis demeleri yakismaz mi ?..

Yakisir.. :o)

Ne zaman birileri bana cok bilmis dese canim SIKILIR :o)

Bilirim ki bilgisizlik yirtigi yama kabul etmez..

:o)

peren 21.10.2005 21:47

Maalesef
 
Sagol, bu sekilde benim daha öncede polemik olarak nitelendirdigim konulari kanitliyoruz yavas, yavas.
Demek evrensel olan kitabi 6 milyar insan bu sekilde anlayacak. Alacagiz elimize ve her bir kelimeyi acaba nasil anlasak Alpinin hosuna gider diyecegiz öylemi? Her sureyi senin yaptiginin gibi tek tek ele alacagiz, bir kelimenin yüzlerce aciklamasini bulacagiz. Peki burda ben "dövün" diyorum sen haricten gazel. Kim dogru tercümenin hangisi oldugunu belirleyecek? Yoksa bu hak tercüme edenemi verilmis. Simdi yavas, yavas Süleymancilar, Fetullahcilar, Nurcular, Karpuzcular nerden türüyor anladim. Bak arkadasim kücük bir örnek sana: Zamaninda latince ögrenirken Cesari kendi dilimize cevirirdik anlamak icin (bu sekilde, yani bütün cesar tercüme edildiginde "großes latinum" elde edilir). Bilindigi üzere latince "ölü bir dil" olarak adlandirilir, konusulmaz tercümesi bir o kadar zor olabiliyor. O zamanlar bir cümlenin anlaminda bazen saatler gecirdigimizi hatirlarim. Kesinlikle arapcanin tercümesinin kolay olmadigini ve bir kelimenin yüzlerce aciklanmasi olabilecegini kabul ediyorum. Ama evrensellik bu degildir. Asil konuyu bana kalirsa cokdan anladin ama anlamamizlakdan geliyor ve konuyu sapitiyorsun. Insanlarin tercümesine birakilmis bir din kitabi asla amacina ulasamaz. Insanlar her zaman, ama her zaman ilk tercüme olarak kendi alistiklari kelimeleri kullanirlar tercümede. Dolayisiyla binlerce tercüme benim buraya yazdigim sekilde yansimistir.
Üzgünüm yazdiklarinin cogunu okumadim, es ist nicht praktikabel, es ist nicht nachvollziehbar, es ist nicht verständlich. Senden bir ricada bulunuyorum, suraya sayfalarca kopyeler yerine herkesin anlayabilecegi bir kac cümle ile ne düsündügünü ve bu kanita nasil ulastigini yazarmisin?
Bunun haricinde yüz yillarca Kuran sadece arapca okunmus ve okutulmusutur. Halen daha türkce okunmasi Türkiyede tartisma konusudur. Böyle bir ortamda bana gelip nasil "ben hadisi serif, tafsir, tercüme" tanimam, sadece Kuran tanirim diyorsun? Arapcami biliyorsun? Diyelim sen biliyorsun, Türkiyede kac insan arapca biliyor? Kac insan Kurani Allahin gönderdigi dilde anliyor? Yoksa Allah insanlara Kuranin bir yerinde "Arapca ögrenin, ögrenmezseniz yanlis tercümelere tabii tutulur, Kurani yanlis anlarsiniz" diyorda bizmi okumadik? Umarim bu kadar izah dan sonra gercek Islam problemlerinden birini anlamissindir.


Alle Zeitangaben in WEZ +2. Es ist jetzt 21:50 Uhr.