Vaybee! Forum

Vaybee! Forum (http://localhost/forum/index.php)
-   Gesellschaft & Soziales (http://localhost/forum/forumdisplay.php?f=398)
-   -   Religion & Glauben (http://localhost/forum/showthread.php?t=4272)

xstudentxnrw 06.09.2005 12:53

Ammada cagdastilar.. kac kisinin kafasin
 
i kopardilar? sonra kendi aralarinda kisileri yok etmedilermi?

cok cagdas canim

kerio 06.09.2005 14:22

ögrenmek icin
 
soruyorum: sen cagdasliktan ne anliyorsun?

kerio 06.09.2005 14:24

bence en dogru yaklasim
 
budur.

kerio 06.09.2005 14:27

evet ANASI ne ki danasi ne olsun?
 
anasi alevi olupta babasina sünni diye küfreden dananin söylediklerine bak? heyhat.

kerio 06.09.2005 14:27

evet ANASI ne ki danasi ne olsun?
 
anasi alevi olupta babasina sünni diye küfreden dananin söylediklerine bak? heyhat.

donpepelino 06.09.2005 15:05

kafayimi yemissin sen bee adam o.T.
 
ohne Text

donpepelino 06.09.2005 15:13

noldu naptim :O)
 
yazilarin kirmizi olmus diye banami suc atiyorsun dogrusu ben yapmadim ve foruma ender giriyorum iki üc günde bir göz atiyorum girdigim zamanda yazi birakirim

donpepelino 06.09.2005 15:34

AB ve AKP Düsmani Alpo01 :O)
 
Son dönem Türk siyasetine hiç şüphesiz damgasını vuran
siyasi akımlardan biri olan MHP şu anda tam üç parçaya
bölünmüş durumda. Hem de bu bölünme tavandan tabana
kadar inmiş bulunuyor. Çünkü gençlik örgütlerine kadar
bu parçalanmışlık sirayet etmiş görünüyor. MHP
kendisini nasıl anlatırsa anlatsın ırkçı bir
zihniyetin ürünü. Bu durum bütün söylemlerine,
politikalarına ve tutumlarına hep yansıdı ve hala da
yansıyor.

Irkçılık bir düşünceden çok bir asabiyettir. Irk ve
soy asabiyeti... Bu yüzden MHP gençliğe olağanüstü
önem verir. Gençlik, hayatın, henüz mecrasını
bulamayan bir nehrin sık sık yatak değiştirmesi gibi
istikrasızlık dönemi olduğu için ırk asabiyeti
güdenler için en iyi değerlendirilmesi gereken bir
potansiyeldir. Bu yüzden MHP ve ondan doğan siyasi
partiler ilk önce birer gençlk örgütü kurmaya
yönelmişler. Bu yaklaşım ise tepedeki bölünmenin
tabana kadar inmesine yol açıyor.

Şu anda üç tane Ocak?tan söz edilmektedir. Ülkü
Ocakları, MHP?ye bağlı. Nizam-ı Alem Ocakları ismini
değiştirip Alperen Ocakları olmuş ve BBP?ye bağlı.
Birde oğul Türkeş?in partisi ATP?ye bağlı Ata
Ocakları. Evet üç tane ayrı ayrı ocak... Ne güzel
değil mi? Ocaklar çoğaldıkça ateşleri bölünecek ve
sonunda hepsi birden sönecekler. Sönen ocaklara da
birileri çıkar incir ağacı diker herhalde.

Bir zamanlar DEV-SOL vardı ve bölüne bölüne her
bölüntünün kısaltılmış isimlerine alfabedeki harfler
yetmez oldu. Sonunda SSCB çökünce onlar da ideolojiyi
bırakıp taşeron birer terör örgütüne dönüştüler,
mafyaya parayla tetikçilik etmeye başladılar. Gerçi
?Ülkücü Mafya? sözcüğü de literatürdeki yerini olanca
ihtişamı ile işgal etti ama onlar ideolojilerini hiç
terketmediler. Yani püskülüne pislik bulaştırsalar da
külahlarından vazgeçmediler bütün bütün.

Temelde yanlış olan, insanlara ve toplumlara saadet
getirmeyen çarpık düşüncelerin, sapık ideolojilerin
bölünüp parçalanması aslında fena bir şey değil.
Kürtçülük yapmak nasıl Kürtlere zarar veriyorsa,
Türkçülük de Türklere zarar vermektedir. Türkçülük
yapmak Türklere hiç bir şekilde sempati, sevgi ve
saygı kazandırmaz. Tam aksine antipati ve nefret
doğurur. Hiç şüphe yok ki Türk Milleti tarihin çok
büyük ve asil bir milletidir. Ancak bu konumunu
Türkçülük, ırkçılık yaparak değil; tam tersine başka
milletlerle kolayca kaynaşarak, onları ustalıkla
yöneterek tarihe altın sayfalar kazandırmıştır.
Türklerin en bariz vasfı cihangirlikleridir. Bu ise
başka milletlere ırkçı, bölücü, bencil yaklaşımlarla
mümkün olmaz. Anadolu?ya göç eden Türk aşiretleri
yerli halk içinde ne hiç bir zaman çoğunluk
sağlamışlar ne de üzerlerinde tahakküm kurmuşlardır.
Tam aksine onlarla kaynaşıp iyi geçinmişler ve üstün
yöneticilik san?atı ile kendilerine ram kılmışlardır.

donpepelino 06.09.2005 15:41

EK.
 
Alpi nedense üstün irkcilik anlayisini bu 21 yüz yildada hala ruhunda tasiyorsun.

Türkiye AB ye girmesini istemiyorsun nedenmi nedeni ruhundaki irkci düsüncelerinin AB ye girdikten sonra yok olacagidir.

AKP ye tam destek veriyorum Avrupa birligine girip artik sizin gibi gericilerden kurtulmamiz lazim.

Türkiyede türklükten cok insanlarimizin refah düzeyinde yasama ihtiyaci var.

3 sene boyunca millete kan kusturdunuz laflarina sunu bunu mincikladilar sözleriylen cevap veriyorsun terbiyesizlikten baska birsey yapmiıorsun :O)))

Neyse katarinalarlan git en iyisi sen Hirvatistan da izin yap bu isler artik boyunu asiyor.

O kivircik biyiklarini cekeyim senin.........

Heykelce selamlarimlan dostum :O)

donpepelino 06.09.2005 15:46

EK-2
 
Ülkücülük Kuranin neresinde yaziyor. :O)

donpepelino 06.09.2005 15:54

sinirlenme LOOOOOOO :O) o.T.
 
ohne Text

donpepelino 06.09.2005 16:00

hehehehehe :O)
 
evek haklisin apo01 amca :O)

xladylaz61 06.09.2005 16:26

Sevguli Lazos Hemsurelerum.?
 
Annum bu senu 5 bidon lahana tursusi yapmus daa kela o bicum kokaur tursuyida fazla yiyeyrum cok pis gaz yapaur.

Bur recete bileun varmi bileursuníz laz larun kafasu cok eyu calisur tursu üreutmek isteurum ama kokusiz olmasu lazumdur daaa.

Almanlur evumuzun onunda gecemiur tursunun cok sert kokusundan daa birde bizim usagin teku gizluce bidonun birisuna ot atmius graß mi ne deuyler bubam nerdeuyse tabuncayla oni kursuna duzecektu.

Hersuye cözüm buleun Laz lardan yarduem esteyrum haa usaklar daaa.....

donpepelino 06.09.2005 17:32

Misyonerlere Yardimci Olanlar.
 
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI


Sayı : 316
Konu: Misyonerlik Faaliyetleri

04.12.2004

Basın Açıklaması

Son günlerde sesli ve görsel basın ve yayın organlarında yer alan haber ve yorumlardan bilindiği üzere; Amerika Birleşik Devletlerinde, İslam dinine karşı yanlış, taraflı ve ilmi hiçbir değeri olmayan yayınlarıyla bilinen bir şahıs tarafından, kendi adıyla kurduğu misyonerlik teşkilatı adına, kendi din ve mezhebine taraftar kazanmak için Yüce Kitabımız Kur?an-ı Kerim?e sözde alternatif olarak hazırlanan bir kitabın derlenerek yayınlandığı ve internet aracılığıyla bütün dünyaya yayıldığı bilinmektedir.

Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bugüne kadar hiçbir harfi ve kelimesi değişmeden nesilden nesile devam eden ve kıyamete kadar da değişmeyeceğine inandığımız Yüce Kuran?ın tarihinde zaman zaman ortaya çıkan bu tür nevzuhur teşebbüsleri, güneşi balçıkla sıvama kabilinden işler olarak görüyor ve ciddiye almanın doğru olmadığını düşünüyoruz. Ancak bu vesile ile bu tür teşebbüsler hakkında bir iki hususa işaret etmeyi bir vazife addediyoruz.

1. Her şeyden önce herhangi bir dinin kutsal kitabına karşı böyle bir davranışın hiçbir dinin ahlaki öğretileriyle bağdaşmadığını ifade etmek isteriz.

2. Bu teşebbüs, öteden beri ifade ettiğimiz herhangi bir din mensubunun, kendi din ve mezhebine taraftar edinebilmek için, kendi dinini yüceltmek adına, başka dinleri ve dinlerce kutsal sayılan değerleri tezyif ve tahkire yeltenmesinin ne vahim sonuçlar doğurabileceğini bir kez daha ortaya koymuştur.

3. Ayrıca bu teşebbüs, kendi din ve mezheplerine taraftar kazanabilmek için kültüre uyarlama (inkültürasyon) yönteminin bazı örgütlerce ne boyutta uygulamaya konulduğunun çarpıcı bir örneğini oluşturması bakımından ibret vericidir. Zira söz konusu metin hazırlanırken tamamıyla Kur?anın dili, üslubu, terminolojisi ve şematik yapısı temel alınmış metnin içeriğine de baştan sona Hıristiyan öğretileri ve teolojisi yerleştirilmiştir.

4. Bu teşebbüs, farklı din mensupları ve kültürler arası diyalogun evrensel bir söyleme dönüştüğü günümüzde sadece dinler ve kültürler arası ilişkileri baltalamaya yarayacaktır.

İnsanların kafasını karıştırmak ve onları en yüce değerlerinden koparmak amacına yönelik bu tür iyi niyetle bağdaşmayan gayretlere, hiç kimsenin itibar etmeyeceğine olan inancımız tamdır. Bütün ilahi din mensuplarının, bu tür yanlışlıklara karşı uyanık olmaları ve böylelerine fırsat vermemeleri ilahi dinlerin ve kutsal kitapların da gereğidir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.


DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI


<a href="redirect.jsp?url=http://www.diyanet.gov.tr/turkish/baciklama.asp?id=1124
" target="_blank">http://www.diyanet.gov.tr/turkish/baciklama.asp?id=1124
</a>

oezsu 06.09.2005 18:36

RABBINI TANIYORMUSUN ACABA???? o.T.
 
ohne Text

06.09.2005 23:50

Allah"in lütfü olarak gör.
 
Böylelikle mezhepleri ve siyasi görüsleri asarak gercek islama yöneldim. Senin gibi seyh ucurtan, PEYGAMBER UCURTAN seytan müritlerinden degilim. Hamdolsun ki müslümanim. Allah senin gibi putperestleri hidayete erdirsin.

06.09.2005 23:54

ALLAH"A!!
 
Insanlara iman etmem ben. Hic bir yasayan ölüye kendimden fazla deger vermem. Ve kendime coook deger veririm ;-))

06.09.2005 23:57

Sen istersen Harran doydoy"da yemek
 
ye ;-)) Oralar Sana biraz daha yakin gelir kurban ;-))

oy oy oy äminä
cäkimä bäni yiminä
Ben seni cuhhh seviräm
Himanimga dinämeee ;-))

07.09.2005 00:02

Annalarda böyle YIGIT dogurur!!!
 
Giderim giderim varmaz kadana
Su fransiz kursunu degmez adama
Benden selam edin garib anama
Analarda böyle YIGIT dogurur.

Benim annam bir yigit dogurdu evelallah. Sözüm ile özüm ile dosta düsmana karsi alinmaz bir kale gibi duruyorum. Benim anamin sikayeti yok. Insallah Senin anandan senden sikayet etmiyordur. Bak benim anam her gün bana tutugun altin olsun Hz. Ali yürekli oglum der. Senin ananda Sana böyle bir dua eder mi?tuh yüzüne lanet sanina yezit demesinde ;-)))

xstudentxnrw 07.09.2005 00:05

evet ama bir incele bakalim..
 
misvak agacinin faydalarini..
dükkandan alabilecegin macunlardan daha cok faydasi var..
karies, zahnstein, weisse zähne und vieles mehr. und das wirkt wirklich..

bu simdi biliniyor, Peygamberimiz o zaman biliyordu.. iyi baslamissin ama sonunu yine batirmissin!

07.09.2005 00:06

Gecti dost kervani eyleme beni ;-))
 
Su karsi yayladan göc katar katar
Bir yigidin derdi serinde tüter
Bu ayrilik bize ölümden beter
Gecti dost kervani eyleme beni

Su benim sevdigim basta oturur
Bir güzel sevdasi beni bitirir
Bu ayrilik bize sülüm getirir
Gecti dost kervani eyleme beni

Pir Sultan Abdal"im daglar asalim
Asalimda dost illere düselim
Cok ekmegin yedim helalasalim
Gecti dost kervani eyleme beni

;-))

07.09.2005 00:11

Sen putperestlikten ne anliyorsun? o.T.
 
ohne Text

07.09.2005 00:15

Yaparim bilirsin ;-))
 
Yakma ya su garibin cirasini. Cayda yok ki etrafta suyundan alipta söndürebilsin ;-)) Aklima cok eskilerin bir yaz hitini aklima getirdi. Kenan ellerinden Kenan Dogulu"nun.

Engelli mesafeler askimla meskimla
Degermi sebebsizken ayriliga
Bas koydum ben seninle "mutlu askimla"
Bulurum kaf dagina kacsanda ;-))

Asyl anlar onu her halini kactigini
Dünyada Altona"siz koyma O"nu
Yaparim bilirsin deliyim deli dolu biriyim ;-))

Yakarim cirani Hamburg"ta ta yakarim mi demek istiyorsun Roman. Bos ver O"nun cirasi Harputun cayindadir ;-))

oemer21 07.09.2005 03:45

selam
 
selamunaleykum sofim

cemnrw 07.09.2005 08:31

Wo war eigentlich Gott in Auschwitz?
 
Ein junger Mensch hat die Frage gestellt warum Allah z.B. einen Menschen wie Hitler an die Macht lässt und ihn tun und machen lässt was er will. Warum Allah bei solchen Menschen nicht einschreitet.


Die Antwort auf diese Frage liegt in der Frage selbst: Das kostbarste Geschenk, das Gott dem Menschen gegeben hat, ist sein freier Wille. Er hätte den Menschen auch als Computer erschaffen können, die mit der Unausweichlichkeit der Naturgewalten Seinen göttlichen Willen tun. Die Frage: „Wo war Gott in Auschwitz?“ ist also falsch gestellt. Sie muss richtiger heißen: „Wo war der Mensch in Auschwitz, der sich als Unmensch aufführte, wo er sich menschlich hätte erweisen sollen?“ Warum waren die Menschen, die die Viehwagons mit ihrer menschlichen Fracht sicher in die Vernichtungslager steuerten, nicht in der Lage, dem Bösen ein „Halt! Bis hierher und nicht weiter!“ zuzurufen, statt „Heil mein Führer!“ zu schreien? Jeder Mensch wird geboren, weil er hier auf Erden erleben will, wer er in Wirklichkeit ist. Eine Kerze, die auch nur ein einziges Mal erleben will, was es heißt, ein Licht in der Finsternis zu sein, kann dies nur im dunklen Keller erfahren. Im hellen Sonnenschein wird sie es niemals erleben. Warum bestimmte Menschen oder ganze Völker bestimmte Erfahrungen machen wollen, können wir vielleicht niemals verstehen. Wenn wir eine gute Erfahrung machen, erleidet sie Gott mit uns an unserer Seite und führt uns durch die Nacht. Wenn wir eine schlechte Erfahrung machen und uns dabei einmal gründlich die Finger verbrannt haben, geleitet Er uns auf dem Weg zurück und heilt alle unsere Schwächen. Nichts ist Zufall und nichts ist ohne Sinn. Jede Erfahrung zeigt uns, wer wir wirklich sind. Und wenn wir mit unserer Erfahrung einmal nicht zufrieden sind, gibt Gott uns stets eine Gelegenheit, eine andere Erfahrung zu machen, z.B. das nächste Mal nicht wieder so leichtsinnig mit dem Feuer zu spielen. Oder Er lässt den Herrn und den Knecht einmal ihre Rollen tauschen und so das Leben wieder aus einer anderen Perspektive erleben. So lernt der eine Demut und der andere Barmherzigkeit. Und wie beim Schachspiel rollt das Leben vor uns ab: Zug um Zug. Der unerfahrene Anfänger denkt lange nach, macht immer wieder einen falschen Zug und verliert am Ende. Der Meister kennt die Züge seines Gegners lange im voraus, setzt seine Figuren sicher und sagt bereits den letzten Zug voraus. Der Meister ist sich seiner Sache sicher, auch wenn er gelegentlich einmal einen Rückzug machen oder ein Opfer bringen muss. Der Anfänger denkt oft lange nach und fragt sich, wenn er wieder einmal verloren hat, warum musste ausgerechnet mir das passieren. Ich habe mich doch so angestrengt! Sicher, es war nicht seine Schuld. Ihm fehlte einfach die Übersicht. Er hatte noch nicht genügend Erfahrung. Aber er wird es nicht dabei belassen. Er wird ein neues Spiel beginnen und neue Erfahrungen machen. Und da standen wir nun 1945: Deutschland war nur noch ein Trümmerhaufen. Gott hatte Hitler nicht gestoppt auf seinem Marsch nach Russland. Er hatte Stalin nicht gestoppt auf seinem Marsch nach Deutschland. Heute schreiben wir das Jahr 2005. Und noch immer ist die Erde kein Paradies. Und noch immer gibt es keinen Frieden in dieser Welt, nicht in Palästina und nicht in Israel. Haben wir also nach sechzig Jahren daraus gelernt? Oder warten wir immer noch auf Gott, damit Er endlich dem Bösen ein Ende setzt? Oder sollten vielleicht wir Menschen uns endlich einmal zusammensetzen und gemeinsam überlegen, wie wir es in Zukunft besser machen können?

kerio 07.09.2005 08:43

sen soruldugun zaman konusmayi
 
ögrensen?

kerio 07.09.2005 11:15

romandan rica
 
dedigim gibi ögrenmek icin soruyorum:cagdas lik sence ne demek?

roman 07.09.2005 12:51

Kısaca,
 
Çağ, içinde yaşanılan zamanın, sosyal, iktisadi, sanayi, kültürel var olan evrensel durumudur.

Çağdaşlık, bu zamanın evrensel ruhunu kavramaktır.

roman 07.09.2005 13:40

Senin bu konuda Alpi ile hayali bir,
 
sorunun bulunmakta Elazığlı.

Alpinin son dönemler için de okuduğum tüm yazılarının içinde en bir tek kelime olsun ırkçılık ile bir yazıya raslamadım.

Olsa idim ya atlar geçerdim,çünkü bu sayfalarda bu sorunlar çözülmüyor, tam tersi hiç istenilmeyen başı ve sonu ne olacağının bilinmeyen tartışmalarını yaratıyor.

Yada zamana bırakırdım,insanların kendi değişimlerini başarabileceğinine inanan bir insanım ben.

Lakin sen gerçekten şiddet yanlısı, ümmetçi bir din ırkçısısın ve seni en gerçekten çok tehlikeli bulmaktayım.

Bütün uğraşın anlamarının bile neler olduğunu bilmediğin kelimeler ile insanları birbirine düşürüp, tuhaf bir sadizm ile rahatladğını hissetmye çalıştığındır.

Sen dindar da değilsin, senin hem manevi, hem bilgi, hm medeniyet, hem insanlık sorunların var.

Bir önceki çağa ait değil, orta çağa aitsin bu yapın ile.

Önce kendin ile hesaplaş...

Senin gibi bir şahısı dürüst Müslümanlar nasıl olurda bir Müslüman olarak görmekteler ben bunu anlayamıyorum.

Şiddetçi, ırkçı, fitneci, yalancı ve düzenbaz bir insan ile bırakın sosyal terimleri tartımayı, günlük yaşamım da bile yanıma yaklaştımam ben.

Seni burada bulunan iyiniyetli Müslümanlar nasıl eleştirmezler ve dışlamazlar anlamak mümkün değil, yoksa benim bilemediğim bir ortak noktanız mı var, bu muğlak şahıs ile???

Bu tür girişimleri yapmamakla benim gözümde tüm güvenirliklerini kaybetmekte olduklarını hatırlatırım...

Yazık...

kerio 07.09.2005 13:45

sorularimla birseyi
 
anlatmak amacini gütmüyorum, belki bu forumda bunu yazmak önemlidir, sormam merakimdandir:

evrensel boyutu nedir? nasil yakalnir?

kerio 07.09.2005 13:47

bilmek icin sorulan; alpi"ye
 
tasavvuf hakkinda ne düsünüyorsun?

roman 07.09.2005 13:55

ara, araştır ve bul. o.T.
 
ohne Text

kerio 07.09.2005 14:15

bulup bulmadigim vs.
 
sorun degil, mevzuyu sen yazinda isledin, bu konudaki fikirlerini(senin fikirlerini) acman icin sordum meraktan.

neyse. ilk sorumun cevabina tesekkürler.

07.09.2005 17:36

Tsavuf dan Uzak bir yasam
 
Düsünemiyorum...

07.09.2005 17:56

FASIST MHP ile benim Ülkücülügüm
 
BITMISTIR !..
Sen daha duymadin mi ?..
Senin anladigin Bazda Bitmistir.

Biz Allah Diyenlerin Disari atildigi FASIST bir partiye Gözümüzün ucu ile bakmayiz.

BIZ önce INSANIZ sonra MÜSLÜMANIZ !.. en son olarak da Türküz !..

Minciklama Olayina gelince:

Evet TERBIYESIZLIKTIR !..

Fakat Tüyü bitmemis yetimlerin Hakkini yiyienleri Dokunulmazlik altinda Korumak Riba ve Riya ya Köle olmak Sonra da Ortaya türban i atip müslümanlik Taslamak Daha büyük TERBIYESIZLIKTIR !..

Hoscakal

07.09.2005 18:20

Dogrusunu Allah Bilir
 
111-TEBBET:

Helâk oldu. Bu fiil esasen bir durumu haber vermekle birlikte dilek kipi de olabilir. Dilek kipi olması, ya tekvînî şekilde zarar görmesini dilemek, yahut da Arapların adetlerinde olduğu gibi "Kahrolası" şeklinde beddua olarak hüsran ve helâkı hak ettiğini anlatmak suretiyle kınamak ve çirkin görmek mânâsınadır. Söz konusu fiili, ilk nüzûlüne bakarak çokları, bu mânâda yorumlamışlardır. Bu yüzden "elleri kurusun" şeklindeki tercüme pek yaygındır. Eli kurusun tabiri daha ziyade yani "eli çolak olsun" mânâsında kullanılmaktadır. Bununla beraber mecâzî anlamda iflâs etsin, elinde avucunda bir şey kalmasın, tutacağını tutamasın ve her tuttuğu boşa çıksın gibi beddua mânâsına da gelmektedir ki, bu şekilde terceme edenlerin maksadı da budur. Bu fiile, yuh olsun, perişan olsun gibi mânâ vermek, de olduğu gibi tebâbın anlamına daha uygun görünmektedir. Ancak Ebu Leheb"in Bedir Savaşı"nın arkasından ümitsizliğe düşerek ölmesi ve Nasr Sûresi"nin inişinde onun hüsrân ve helakinin gerçekleşmesi sebebiyle Tebbet Sûresi"nin tertibde buraya konulması, söz konusu kelimenin meydana gelen bir durumu haber verdiğini ifade etmektedir. Hatta Peygamber"in şanlı vefatıyla dahi Ebu Leheb"in isteğinin yerine gelmeyip, bilakis helakinin gittikçe daha çok artacağına işaret sayılmaktadır. Bu da, fiilin gereği olarak kınama mânâsı taşımasına engel teşkil etmez. Yani, sadece ona yuh olsun değil, helake gitti. İki eli sağdan, soldan gerek olumlu gerek olumsuz, gerek tutmak ve gerek itmek için kullanmak istediği bütün sebeb ve vasıtaları, gerek dünyaya gerek dine uzatmak istediği iki eli de helâk oldu. O Peygamber"in zaferine ve hak dinin ortaya çıkmasına mani olmak ve küfre sarılmak için müracaat ettiği maddî manevî şey kendi aleyhine döndü de, yuh diye üflediği elleri hakikaten helâk oldu. Ebu Leheb"in, Peygamber"e nankörlük ve düşmanlıkta ileri giden ve İslâm dininin yayılmasına engel olmak için her türlü fitne ve fesat ateşini alevlendirmeye çalışan Ebu Cehil ve benzeri azgın kâfirlerin küfür ve taşkınlıkları Kur"ân"da anlatılmış olmakla beraber hiçbirinin adı açıkça zikredilmediği halde, Ebu Leheb"in ismine özellikle yer verilmesi, ayrıca Peygamber"in zaferini konu edinen Nasr Sûresi"yle tevhidi konu edinen İhlâs Sûresi arasında bulunması da dikkate değer niteliktedir. Şöyle ki:

Birincisi: Ona, "Ey suçlular, bugün şöyle ayrılın (bakayım)." (Yâsin, 36/59) âyetinin ifade ettiği anlam üzere bir üstünlük vermektir. Onun, Peygamber ile Allah arasına girmek, çoğalmasına mâni olmak isteyen ateşli düşmanlar arasında nazar-ı itibara alınmaya değer bir ayrıcalığa sahip olduğuna işaret eder. Çünkü Ebu Leheb, Peygamber"in baba bir amcası olması sebebiyle hususi bir şerefe haiz bulunuyordu. Böyle iken bu şeref ve nimetin değerini takdir etmediği ve ona yardım edecek yerde aksine engel olmak için nankörlük ve düşmanlıkla ateş püskürmek isteyenlerin önüne düşmesi sebebiyle İslâm düşmanlarının hepsinden daha fazla teessüfe layık olduğunu bildirerek yine Peygamber"in şanını yüceltmek, onun neseb, şeref ve haysiyetlerinin üstünde olan Hakk"ın cilvesinin büyüklüğünü göstermektir.

İkincisi: Ebu Leheb, şahsı gösteren bir künye olmakla beraber lugat itibarıyla asıl mânâsı, alev babası demektir. O itibarla Peygamber"e ve İslâm"a karşı ateş püskürmek isteyip de, kendini cehenneme atmış olan kâfirlerin hepsinin temsilcisi olması sebebiyle onun helâki, hepsinin helâkına misâl yapılmıştır ki, bu da, "Allah"ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki, kâfirler istemese de Allah, mutlaka nûrunu tamamlamak ister." (Tevbe, 9/32) âyetinin ifade ettiği anlama işaret olur. Künyeler, alem ismi olmakla beraber yerine göre Hâtem-i Tâi"nin cömertlik, Ebu Hanife"nin ilim ile şöhret bulması gibi sıfatlık mânâsına gelmelerinden ve Meânî ilminde Ebu Leheb isminin de "ateş babası" demek olmasından dolayı, kinâye yoluyla "cehennemlik" vasfına delâlet eden meşhur bir misâl olarak söylenmiştir. Ayrıca kinâyeler de, hakikatin iradesine engel olmayacağına göre burada, söz konusu mânânın hususi bir önemi vardır. Yani maksat sadece Ebu Leheb"in şahsını belirtmekten ibaret olmayıp, onun vasfına ve bu vasıfta ona benzeyenlerin hallerine de işaret edilmiş demektir. Asıl ismi, Abdüluzza b. Abdilmuttalib iken yanaklarının pek kırmızı olmasından dolayı ateşe benzetilerek, Ebu Leheb denilmiş ve bu künye ile meşhur olmuştur. Çok ateşli mânâsına gelen "alev babası" künyesi ona başlangıçta, yüzünün parlaklığı veya canlılığı, yahut hiddet ve şiddeti itibarıyla övgü mânâsı düşünülerek verilmişti. Ancak bu vasfın hakikatinde "ateş kaynağı olmak" veya "ateşi sevmek" mânâsının bulunması ve en şiddetli ateşin de cehennem ateşi olması dolayısıyla Ebu Leheb ismi, kendsini ateşe sürükleyen "cehennemlik" ünvanına dönüştürülmüş, fiil ve hareketleri itibarıyla da "cehennemin babası" mânâsına darb-ı mesel olarak kullanılmıştır. Burada söz konusu nüktenin kastedildiğine özellikle "(o) alevli bir ateşe girecektir" âyetiyle işaret edilmiştir. Yani Hz. Peygamber (s.a.v.)"in amcası olmak gibi yüksek bir neseb, yakınlık, soy ve şerefe sahip olduğu halde, iman etmeyip de ona düşmanlık ve küfürde ısrar ettiğinden dolayı Ebu Leheb böyle helâk oldu. O soy ve şeref Ebu Leheb"i kurtarmazsa Peygamber (s.a.v.)"e buğzedip de tevbe etmeyen diğer insanların ne kadar bedbaht olacakları ibret nazarıyla düşünülmelidir.

Keşşaf"da denilir ki: "Tekniye" mastarı, ikram etmek mânâsı ifade ederken burada künye anlamında kullanılmasının üç sebebi vardır.

1. İsmiyle değil, künyesiyle şöhret bulmasından dolayı.

2. Esasen ismi, Abdu"l-Uzzâ olduğu halde künyesi kullanıldığı için.

3. âyetine göre ateş ehlinden olmasından dolayı künyesinin haline uygun olması sebebiyle.

Ayrıca şerli olan kimseye "Ebu"ş-Şer", hayır sahibine de "Ebu"l-hayr" denilmesi kabilinden de Ebu Leheb denilmiştir." Evet, Ebu Leheb"in iki eli, yuha, hüsrana gitti, helâk oldu. Kendisi de yok oldu. Muradına eremeyip, perişan oldu ve mahvolup gitti. Ebu Leheb, Peygamber"e karşı Kureyş ile beraber olduğu halde hasta olduğu için Bedir Savaşı"na bizzat iştirak edememiş, ancak maddî yardımda bulunarak Ebu Cehil"in kardeşi Âs b. Hişâm"ı kendi yerine göndermişti. Kendisi "adese" denilen çiçek hastalığına benzer bir hastalığa tutulmuş, Kureyş"in yenildiğini haber alınca savaştan yedi gün sonra kahrından ölmüştü. Alûsî ve diğer tefsircilerin naklettiğine göre Kureyşliler, adese hastalığından tâun gibi sakındıkları için kendilerine de bulaşır korkusuyla ailesinden bile kimse yanına yaklaşmamış, bu yüzden ölüsü üç gün evde kalıp kokmuştu. Nihayet utandıkları için Sudâni"lerden birkaç kişiyi ücret karşılığı tutarak gömdürmüşlerdi. Bir rivayette de bir çukur kazıp ağaçlarla içine kakmışlar ve örtünceye kadar da üzerine taş atmışlardı. Başka bir rivayete göre de çukur kazmayıp bir duvarın dibine koymuşlar ve sonra da üzeri örtülünceye kadar taş atmışlardı.

Demek ki hâdise, Kur"ân"ın on beş sene kadar önceden haber verdiği tarzda cereyan etmişti. Mamafih durum, sadece bundan ibaret de değildi. Ebu Leheb, dünyada maksadına ulaşamadığı gibi âhirette de çekeceği azaptan dolayı hem cismânî ve hem de ruhânî bir zarara uğrayarak helâk olmuştu.

2. Buradaki istifhâm-ı inkârî veya doğrudan doğruya olumsuzluk edâtıdır ve Ebu Leheb"in helâkini izah etmektedir. Yani ne fayda verdi ona? Hiçbir fayda vermedi. Onu kurtaracak hiçbir hayra yaramadı malı ve kazandığı, yahut kazancı. Buradaki da mevsûl veya mastariyyedir. Mamafih önceki gibi istifhâm-ı inkârî veya olumsuzluk mânâsını ifade eden edat olması da düşünülebilir. Malı ona ne fayda verdi? Ve ne kazandığı? Onu felaketten kurtaracak hiçbir şeye yaramadı ve kendisi de hiçbir fayda elde edemedi anlamındadır. Ancak "Malı da fayda vermedi, kazancı da." anlamı, iki elin helâkini izah etmeye daha uygundur. Malından maksat, sermayesi, kazancından maksat da, kâr ve gelirleri, yahut kazanmak için yaptığı ticaret ve benzeri işler; veya malı, babasından miras kalan, kazancı da kendi kazandığı şeylerdir. Ayrıca söz konusu âyette ifade edilen malından kasıt, eski ve yeni bütün malı, kazancından kasıt da, gerek malından harcamak ve gerekse başka yollardan faydalanmak suretiyle kendi istek ve arzusuna göre elde ettiği, pay ve nasip, yani çalışması ve emeği ile yaptığı işler ve sahip olduğu şeylerdir ki buna, isteyerek çalışıp elde ettiği bütün kazancı, çocukları, sosyal durumu, kendine ve toplumuna örf ve âdetlerine göre yaptığı iyilikler, ayrıca Peygamber"e karşı kurduğu tuzak ve düşmanlıkların hepsi dahildir.

İbnü Abbas"tan nakledildiğine göre, âyette geçen "kazancından" maksat, Ebu Leheb"in çocuğudur. Yine denilmiştir ki: Ebu Leheb"in oğulları aralarında anlaşmazlığa düşerek, muhâkeme olmak üzere babalarının yanına gelmişler, derken birbirleriyle çarpışmaya başlamışlardı. Bunun üzerine Ebu Leheb oğullarını ayırmak için aralarına girmiş ve orada birisinin itivermesiyle yere düşmüştü. Buna son derece sinirlenen Ebu Leheb "Çıkarın yanımdan bu pis kazancı." demişti. Bir hadisde de "Her insanın yiyeceğinin en temizi ve çocuğu kazancındandır." buyurulmuştur. Dahhâk: "Ebu Leheb"in kazancı, kötü ameli yani Resulullah"a yaptığı düşmanlık ve kurduğu tuzaktır." derken, Katâde de "Onun kazandığı şey, bir iyilik yapıyorum zannıyla işlediği ameldir ki, bu "Yaptıkları her işin önüne geçtik de, onu (etrafa) saçılmış toz zerreleri haline getirdik." (Furkân, 25/23) mânâsınadır." demiştir. Yine Ebu Leheb"in eğer kardeşimoğlunun söylediği hak ise, malımı ve çocuklarımı fidye vererek ondan kurtulurum." dediği rivayet edilmiştir. Verilen bu mânâların hiçbirisi diğerine zıt değildir. Maksat, tahsis olmayıp, örnek vermektir. Âyette ifade edilen "kesb", bu mânâların hepsini içine aldığından, esasen âyetin anlamı şu şekildedir: "Ne malı ne de hiçbir kazancı kendisine fayda vermedi, onu zarar ve helâkten kurtaramadı.

3. Zira o bir ateşe yaslanacak ki yarın âhirette bir ateşe girecek ki Gayet alevli, dünyada eşi, benzeri görülmemiş son derece şiddetli bir alev ve iltihabı olan bir ateş, yani sadece cisimleri yakan bir ateş değil, ruhları sarıp gönüllere nüfûz eden "Allah"ın tutuşturulmuş ateşidir ki, gönüllere işler." (Hümeze, 104/6,7) âyetinde buyurulan cehennem nârıdır.

4. Karısı da ki o Harb"in kızı, Ümmü Cemil ve Ebu Sufyân b. Harb"in kız kardeşidir. Bu isimlerdeki imâlara da dikkat etmek gerekmektedir. Bu kelime, fiilinin altında gizli bulunan Ebu Leheb"e ait olan zamirine bağlıdır. Yani Ebu Leheb"in yalnız kendisi değil, karısı da o ateşe yaslanacaktır. Diğer kırâetlerin hepsinde kelimesi, haber olarak ötreli okunur. Bu durumda Ebu Leheb"e bağlanmayıp cümle olarak ondan hal yapılır. Âsım kırâetinde ise üstün okunur. Bu durumda da şu iki şekil söz konusudur.

1- Kelimesinden hal yapılmasıdır ki, karısı da odun hammalı olarak cehenneme girecek, Ebu Leheb"i götürecek veya onun ateşini artırmak için, dünyada küfrüne, arzusuna hizmet ettiğinden dolayı cehennemde de azabına iştirak ile hizmet edecek demektir. Çünkü "O halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının." (Bakara, 2/24), "O inkâr edenler var ya, ne malları, ne de çocukları onlara, Allah"a karşı hiçbir fayda sağlamaz. Onlar ateşin yakıtıdırlar." (Al-i İmrân, 3/10) âyetlerinde buyurulduğu üzere cehennemin odunu, çırası kâfirler olduğundan küfre hizmet etmek, cehenneme odun taşımak mânâsına gelmektedir. Buna göre onun sırtındaki cehennem odununun da, Ebu Leheb"in kendisinin olması en uygun bir mânâdır.

2- Kınama anlamında mansuptur. "Yani o odun taşıyıcısı karı" mânâsındadır. Bu durumda, kelimesi üzerinde durmak câizdir. Burada da "hatab"dan maksat Ebu Leheb"dir. Bundan başka bir de tâbiri, koğucu, ona buna laf taşıyan bozguncu şeklinde mecâzî bir anlam da taşımaktadır. Keşşaf sahibi ez-Zemahşerî der ki: "İnsanlar arasında koğuculuk yapan bozgunculara, "Aralarında odun taşıyor." denilir. Bu cümle, insanlar arasında ateş yakmak, şerre sebeb olmak anlamında kulanılmaktadır. Nitekim

"Beyaz insanları, yani yüzleri ak temiz kimseleri avlamaya çalışmadın,

Alçaklığın sırtına binerek oba arasında yaş odunla yürümedin."

diyen şair de bu mânâyı ifade etmiş, dumanı çok olmasından dolayı şiirinde "yaş odun" tabirini kullanarak şerrin çokluğuna işaret etmiştir." Lisanımızda bu mânâ, "kundakcılık etmek" şeklinde ifade edilmektedir. "Yangına körükle gitmek" sözünde de aynı anlam söz konusudur. Ancak, Türkçe"de "odun hamalı" tabirinden bu mânâ anlaşılmaz. Onda sadece küçümsemek anlamı vardır. Zira izzet ve servet içinde büyümüş bir kadının odun hamallığı yapması, acıklı bir sefâlet demektir. Esasen bundan, koğuculuk ve bozgunculuk mânâsını çıkarmak için ya "kundakçı" demek, yahut "hammâlete"l-hatab" tâbirini terceme etmeyerek darb-ı mesel tarzında aynen söylemek daha uygundur. Bu anlam, cehenneme girmenin sebebi olan dünyadaki durumu göstermiş olmaktadır. Fakat asıl mânâ, dünyadaki aile şerefine, zenginlik ve üstünlüğüne rağmen, ahiretteki sefâlet ve hakaretini duyurması ayrıca Ebu Leheb"in arzusuna boyun eğenler içinde en sakınması gereken karısının bile cehennem ateşinde hakaretle onun azâbını şiddetlendirmeye hizmet etmekte olduğunu ifade etmesi sebebiyle, diğer anlamlarını da dikkate almakla birlikte, "odun hamalı" diye terceme etmeyi daha uygun gördük. Nitekim İbnü Zeyd ve daha başkalarından gelen rivayetler de, bunu kuvvetlendirmektedir. Denildiğine göre, Ebu Leheb"in karısı, Resulullah (s.a.v.)"in geçeceği yol üzerine geceleyin diken dalları bıraktırmak suretiyle ona eziyet etmek isterdi. Onun için bu tabirle kınanmıştır. Mamafih bu rivayet de onun Peygamber"e eziyet vermek ve dinin yayılmasına engel olmak için kocasının fikrine hizmet etmek üzere gizlice koğuculuk ve benzeri işler yapmak suretiyle rahatsız etmeye çalışması tarzında temsilî bir ifade olarak düşünülürse, yukarıda söylenen mânâların hepsine uygun düşmüş olur.

5. Bu cümle de "hammale"nin altında gizli olarak bulunan zamirinden haldir. Yani gerdanında süs yerine bir ip ki...

Âyette yer alan "cîd" boyun mânâsına gelirse de, "unuk" kelimesi gibi sadece boyun anlamı ifade etmeyip, özellikle gerdanlık gibi zinet eşyalarıyla süslü veya süslenmeğe layık güzel boyunlar anlamındadır. Bu yüzden denilmeyip buyurulmuştur. Gerçi burası, tahkir makamıdır. "... biz de inkâr edenlerin boyunlarına (ateşten) halkalar koyduk."

(Sebe", 34/33) gibi "ğull" (pranga) ve benzeri ifadelerle küçümseme mevkiinde boyun zikredilmektedir. Ancak burada "odun hammalı" diye küçük düşürüldükten sonra "Boynunda da bir ip mevcuttur." denilseydi, kapsamlı bir mânâ ifade etmezdi. Halbuki "cîd" şâirin "Güzel kadının gerdanındaki zinetten daha güzel." dediği gibi süs ve övgü ile söylenmektedir. Bu mânâ farkı, Türkçe"de de söz konusudur. Biz de bu gibi durumda "gerdan" tabirini kullanırız. Bu sebeple âyette, tahkirden sonra nın zikredilmesi, kadının kadınlık onurunu coşturmak suretiyle durumun acıklı manzarasını göstermektedir. Binaenaleyh bu kelâm "boynunda bir ip vardır" diye anlaşılmalıdır. "O dilberin boynunda gerdanlık yerine bir ip vardır" şeklinde düşünülmelidir ki, "Süs içinde yetiştirilip mücâdelede açık olmayanı (tartışmayı beceremeyeni) mi (Allah"ın parçası yaptılar)." (Zuhruf, 43/18) âyetinin ifade ettiği mânâ üzere, süslü gerdanlıklarla donatılıp ikramla yetiştirilen, düşmanlık ve mücâdele mevkilerinde bulunmaması gereken bir gerdanın hamallık ipi ile aşağılanmasındaki hakaret ve istihzânın acılığındaki fesahat anlaşılabilsin. Said b. Müseyyeb ve daha başkalarından rivayet edildiğine göre, onun gerdanında mücevherlerle süslü, kıymetli bir gerdanlık vardı. Öyle iken bu gerdanlığın yerinde sağlam liflerden, kuvvetli tellerden bükülmüş, kıvrılarak örülmüş bir ip bulunmaktaydı. Söz konusu kelime ile ilgili Ragıb el-İsfahânî"nin "Müfredât" adlı eserinde şu açıklamalar mevcuttur: "Mesed, ince hurma dallarından, yani şahlarından elde edilen ve fitillenen sağlam bükülüp örülen liftir. de yaratılışı, vücudu bükülmüş ip gibi derli toplu olan kadın demektir.

Bunun netiesi şudur ki, mesed, hurma lifinden bükülmüş, sağlam bir urgan demek oluyor. Fakat Zemahşerî diyor ki: Mesed, iplerden şiddetli ve kuvvetli bir şekilde bükülmüş olandır. Bu ister liften olsun, ister deriden olsun, ister başka şeylerden olsun aynıdır. Şair: "Develerden daha hızlı, daha kıvrak geçen mesed..." demiştir.

Aynı şekilde cümlesi de sağlam yapılı kuvvetli adam mânâsını ifade etmektedir. Kâmusta "mesd" kelimesi "ip bükmek" ve "yolda gayretle sürüp gitmek" mânâsınadır. denildiğinde bu sözle, "ipi güzelce bükmek" mânâsı kasdedilmektedir. "Mesed" ise, demirden çark oku demektir. Ayrıca hurma lifinden, bir görüşe göre de "Mukl" ağacının ince dallarından bükülmüş ipe denilmektedir. Bazı alimlere göre de sağlam ve kuvvetli bükülüp örülmüş olan ipe "mesed" adı verilir. Besâir"de açıklandığına göre, "Mesd" mastar, "Mesed" ise isimdir, ancak "Memsûd" anlamındadır, yani pek sağlam örülmüş ip demektir. Yani âyet, "gerdanında şiddetli bir şekilde bükülüp demir bir ip yapılmış olarak" mânâsınadır. Demek ki mesed, esasen "memsud" mânâsına alınarak bununla, hurma veya mukl ağacının lifleri gibi kuvvetli liflerden bildiğimiz kendir, urganlar tarzında fitil fitil, kat kat bükülmüş veya örülmüş sağlam urganlar kasdedilmektedir. Bu anlamda kıl, deri ve demir gibi hangi maddeden yapılırsa yapılsın, ip şeklinde bükülmüş yahut örülmüş olan sağlam telli, fitilli urgan, halat ve zincirlerin hepsine mesed denilmektedir. Burada da maksat ipin, yapıldığı maddeden ziyâde kuvvet ve kıvraklığı söz konusu olduğu için en sağlamının düşünülmesi gerekmektedir. "Biz, kâfirler için zincirler ve demir halkalar hazırlamışızdır." (İnsan, 76/4) âyetinin ifade ettiği mânâ üzere cehenneme giden kâfirlere vaad edilen de zincirler ve bağlardır. Bir gerdana gerdanlık yerine yakışan da bir zincirdir. Fakat bir odun taşıyıcısının sırtına aldığı odunları bağlayıp uçlarını, gerdanlık yerine sarkıtacağı sağlam ipin de zincir değil, liften bir urgan olması daha uygundur. Kâfirin hassasiyetine dokunan en acıklı manzara âyetin, sırtında cehennem odunu olan kocasını taşırken gerek iftihar ettiği gerdanlığını, gerekse örgülü kıvrık saçlarının gerdanından sarkmasını, kendi yanacağı ateşin odununu taşıyan bir odun hamalının boynuna düğümleyip geçirdiği kuvvetli urganın boynundan sarkması şeklinde tasvir etmesidir. Bu da, dünyada Allah yoluna sarf edilmeyen servet ve kazancın, şükrü bilinmeyen şeref ve asaletin ardındaki hakaret ve aşağılanmaya bir misâldir. İşte o ateş babası Ebu Leheb, parlaklığına ve bir takım üstünlüklerine rağmen Allah"a ve Resulü"ne karşı küfür ateşi yakmak istediğinden dolayı o ateşin odunu olarak helâke sürüklenmiş ve karısıyla birlikte bütün âleme darb-ı mesel olmuştur. Ta peygamberliğin başlangıcında haber verilmiş olan bu hakikat, aynı tarzda tahakkuk etmiş, Resulullah (s.a.v.)"in tebliğ ettiği şekilde Allah"ın birliğine imân etmediği için onun şefaatından istifade edememiş, ne nesebinin şerefi, ne de mal ve kazancı gibi asaletinin kudret ve ihtişamı, kendini helâk olmaktan kurtaramamıştır. Onun için diye beddua etmesinden dolayı da kendisine tevbe de nasip olmayıp mahvolup gitmiştir. "Kötü sondan Allah"a sığınırız."

Şimdi birisi, tesbih, hamd ve istiğfar ile Allah"a giden, diğeri de hüsran ve aşağılanma ile ateşe giden iki son böyle beyân edildikten sonra, güzel bir sona erişmek ve o helâkten kurtulmak için tek çarenin Allah"ın dinine sarılmak ve bunun için de önce Allah"ı birlemek ve samimiyetle tanımak sonra da bütün kötülüklerden korunmada O"nun yardımına sığınmak olduğu hususu beyân edilecek arkasından da Allah tarif edilerek tevhid ve samimiyetle O"na bağlanma emredilecektir.

07.09.2005 18:41

o.T.
 
Ülkücü kavrulur her nefesinde
Ocak ateşinde ocak isinde
Sistemin düdüklü tenceresinde
"Kelle paça" gibi pişmek değildir.

Merkezmiz herkesmiş bilmem ne derken
Erken unuttular Türkeş"i erken
Ülkücülük "ülkü" elden giderken
Hoplayıp zıplayıp çoşmak değildir.

Seneden seneye mezar ıslayıp,
"Türkeşçilik" yapmak ayıptır ayıp
Sırf bununla Ülkücülük taslayıp
Ülkücünün derdini deşmek değildir.

Köylü bile öküz alsa işine,
Dişine bakıyor önce dişine
Ülkücülük her hıyarın peşine
Bir avuç tuz alıp koşmak değildir.

07.09.2005 18:43

o.T.
 
Zulümle geçemez gemi denizi,
Batırmazsak bize yazıklar olsun.
Suçsuz yattığımız zindanda sizi,
Yatırmazsak bize yazıklar olsun.

Zaman gebe saat o yüzden sancır
Bu imanı zaptedemez bu zincir.
Hepinizin ocağında bir incir
Bitirmezsek bize yazıklar olsun.

cagdasturk 07.09.2005 22:02

BAKARA 42
 
42. Hakkı (gerçeği) batıl ile ört(üp batılı hak diye göster)meyin. Bile bile hakkı gizlemeyin.

cagdasturk 07.09.2005 22:46

KURAN VE SÜNNET
 
Sünnet ile ilgili 4 ayet-i kerime:

Ali İmran Suresi

31. (Ey Rasûlüm!) De ki: "Allah"ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir." (Bu ayet-i kerîmeye göre Allah"ı sevmenin yolu, Rasûlü Muhammed (s.a.v.)"e ve Allah"tan getirdiklerine ve sünnetine uymak, O"nun prensiplerini örnek almaktır. İşte buna karşılık da Yüce Allah, bizi seveceğini ve mağfiret edeceğini vaadetmektedir.)


Ali İmran Suresi

164. Hakîkaten Allah, mü"minlere büyük bir lütufta bulundu: Kendi içlerinden, onlara ayetlerini okuyan, onları (fena huy ve günahlardan) temizleyen ve onlara Kitab"ı, hikmeti (sünneti) öğreten bir Rasûl gönderdi. Halbuki onlar, bundan önce hiç şüphesiz açık bir sapıklık içinde idiler.


Nisa Suresi

59. Ey îman edenler! Allah"a itaat edin, Rasûle itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de... Herhangi bir şey hakkında çekişir (anlaşamaz)sanız, eğer gerçekten Allah"a ve ahiret gününe inanıyorsanız, onu, Allah"a ve Rasûlü"ne arz edin (Kur"an ve Sünnet"le halledin). Bu, (sizin için) daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.


Fetih Suresi

23. Allah"ın öteden beri carî olan (süregelen) sünneti/kanunu budur. (Peygamberini ve gerçek inananları üstün getirir.) Allah"ın sünnetinde hiç bir değişme bulamazsın.


Alle Zeitangaben in WEZ +2. Es ist jetzt 02:07 Uhr.