![]() |
buradaki baska biri gibi kafayi yemissin
KURAN erkegi bakisi icin uyariyor!
|
yanlis mantik!
cezasini cok okudugun icin sen biliyorsundur bize anlat.. namaz konusunda senin az önce dedigin icin benzer bir ayet yokmu.. onu bir söylesene.
katiri yemenin cezasi nedir? domuz etini yemenin cezasi nedir? sen balik eti yemeye ne diyorsun? yenirmi yenmezmi? |
yani erkek abdest alirken ayagini dizler
ine kadarmi yikiyor? ve üst vücudunu göbek deligine kadarmi yikiyor?
|
Geç bunları olduğun gibi ol, emin ol
benim açımdan hiç bir sorun yoktur bu konuda,ben insanın özlük değerlerine, haklarına ve istemlerini hem savunur, hem doğal karşılarım, tesbitlerimde en küçük bir yanılma olduğunu sanmıyorum.
Ama cesur ol ve sorunu büyütme, kendi sorunun ile, ki ben bunu asla bir sorun olarakta görmem ve özgür yaşayabilmen için destekte olurum, ama bunları örtebilmek için bir başka cinsiyeti adı ne olursa olsun aşağılamaya kalkarsan ancak aşağılıklaşır ve hiç bir zaman özgür olamazsın... |
o.T.
Kuran in Haram dedigi Yaptirimdir.
Basörtüsü Takmayana haram var mi ?.. Riba haramdir !.. Yetim mali yiyen Cehennemliktir !.. Peygamber sahabisinin namazini kilmamistir Daha ne olsun ?.. Kuran in Haram kildigina Müslüman yaklasmaz !.. Namaz da da Bir yaptirm yoktur !.. Namaz Kilmayana her hangi bir ceza öngörmez KURAN.. Varsa bir yaptiri yaz Buraya.. ama senin fikihlarin öyle mi ? :o) dinde zor yok ya :o) En Hafif cezasi dövmekle baslar sopa ile fikihlarin |
abisi, ac Kurani ve oku!!!
erkek gibi kadinda gözüne hakim olmali, ama öbür yandan erkek örtünmeli, kadinda örtünmeli.. karsi tarafi tahrik etmemeli!
benim problemim yok.. ama senin hem benimle hemde kadinlarin ciplak gezmemesiyle problemin var gibi! |
katir eti yenirmi yenmezmi? o.T.
ohne Text
|
zinanin cezasi? yalan söylemek, calmak?
peygamberin sefaati yok diyenler icin ne demeli? Kuran ayetini inkar edenlere ne demeli? Peygamberin görevini insanlar sinirlandirabilirmi? hz.Isa"yi tanri oldugunu iddia edeni insanlar cezalandirabilirmi?
|
Ben yazdıklarımdan eminim ve yazdık,
larım benim her zaman dürüstür.
Ben insanın dürüst, baskısız ve yaşama ve olduğu gibi tüm i,nsani hakkı ve hakları ile tüm özgürlüğünü savunuyorum. Sana yazacaklarım bu konu üzerine bu kadar. Tek bir şey rica ediyorum hiç bir cinsi ve cinsi eğilimi aşağılama, eğer bunu senin deyimin ile aşağılayan bir Tanrı, kutsal kitap vs varsa, ki ben olduğuna asla inanmıyorum, insanın türetmesidir, yaradanın hoş görüsü olgunluğu her şeyin üzerindedir... |
Peygamber in sefaati var diyenlere
ne demeli ?..
var mi ?.. Allah in Iznine Bagli.. vermis mi ?.. Kuran Allah a iftira edenlere ne ceza veriyor ?.. CEHENNEM Odunu olmak :o) iSA HASA ALLAH IN oGLU DIYEN kADAR Peygamber sakali öpüp tavaf eden de Cehennemliktir. Kuran Allah in berisine yanina Ilahlar koyana ne diyor ?.. CEHENNEME kadar yolunuz var diyor.. Bak Mucize ye: Cennetin Yolunu gösterdigi gibi Cehenneme gitmeyi de serbest kiliyor hem de TAAAA DIBINE KADAR !.. :o) |
İbadet. Niçin İbadet Ediyoruz?
İBADET
İbadet, Allah"a tâzim ve saygı göstermek ve O"nun verdiği nimetlere karşı şükran borcunu yerine getirmektir. Niçin İbadet Ediyoruz Bizi yoktan var eden ve yaşatan Allah"tır. Yüce Allah; Vücudumuzu, gören gözler, işiten kulaklar ve konuşan dil gibi mükemmel organlarla donattı. Diğer canlılardan farklı olarak bize akıl verdi ve varlıklar arasında seçkin bir duruma yükseltti. Bunlardan başka, yaşayabilmemiz için teneffüs ettiğimiz havadan, içtiğimiz suya kadar sayısız nimetler verdi. Ayrıca bizi yalnız bırakmadı, Peygamberler ve kitaplar göndererek dünyada ve ahirette mutlu olmanın yollarını gösterdi. Bütün bu iyiliklere karşılık Allah bizden kendisini tanımamızı ve ona ibadet etmemizi istemektedir. Şöyle bir düşünelim: Çok iyiliğini gördüğümüz bir büyüğümüze karşı saygı gösterir iyiliklerine teşekkür ederiz. Bize bir görev verse seve seve yaparız değil mi? Öyle ise, bizi yoktan var eden ve sayılamayacak kadar nimetler veren Yüce Allah"a karşı teşekkür etmek ve emrettiği ibadetleri seve seve yapmak gerekmez mi? Elbette gerekir. Yaradılışımızın gayesi Allah"ı tanımak ve ona ibadet etmektir. İbadet görevlerini yaptığımız takdirde hem Allah"ın verdiği nimetlere karşı teşekkür borcunu yerine getirmiş oluruz, hem de O"nun sevgisini kazanırız. Eğer biz Allah"a karşı ibadet vazifelerini yerine getirir, O"nun sevgisini kazanırsak, Allah, bize dünyadaki nimetlerinden çok daha fazlasını ahirette verecek ve bizi cennette sonsuz mutluluğa kavuşturacaktır. İbadet Çeşitleri İbadetler üç çeşittir: 1– Beden ile Yapılan İbadetler: Namaz kılmak, oruç tutmak gibi. Beden ile yapılan ibadetleri her müslümanın kendisi yapması gerekir. Başkasını vekil etmesi caiz değildir. Bir kimse başkasının yerine namaz kılamaz, oruç tutamaz. 2– Mal İle Yapılan İbadetler: Zekât vermek ve kurban kesmek gibi. Bir kimse mal ile yapılan ibadetlerde başkasını vekil edebilir. 3– Hem Mal, Hem de Beden İle Yapılan İbadet: Hac vazifesi böyle bir ibadettir. Parası olduğu halde hacca gidemiyecek derecede sakat, hasta ve çok yaşlı kimseler, kendi yerine bir başkasını bedel olarak hacca gönderebilir. İbadetin Faydaları Bedenimizin gerekli gıdalara ihtiyacı olduğu gibi rûhumuzun da gıdaya ihtiyacı vardır. Rûhun gıdası iman ve ibadetlerdir. İbadet, rûhumuzu yükseltir, bizi kötülüklerden sakındırır, ahlâkımızı olgunlaştırır, en değerli varlığımız olan imanımızı korur. Hayatta insanın çeşitli sıkıntılarla karşılaşıp ümitsizliğe ve bunalıma düştüğü zamanlar olur. Böyle durumlarda insan ibadetle bunalımdan kurtulur. Çünkü insan ibadet sayesinde Allah"a yaklaşır. O"nun rahmetine sığınır ve huzura kavuşur. İbadetlerin, rûhumuza olduğu gibi bedenimize de birçok faydası vardır. Namaz kılan insan abdest almak zorundadır. Abdest almak, günde birkaç defa temizlenmek demektir. Temizliğin ise sağlığımız için ne kadar yararlı olduğunu hepimiz biliriz. Namaz kılarken yapılan belirli hareketlerin, oruçta sindirim sistemi ile bazı organların dinlenmesinin vücut sağlığına önemli faydalar sağladığı bir gerçektir. Zekât ibadetinin sosyal yardımlaşma yönünden topluma kazandırdığı birçok yararları vardır. İman İle İbadet Arasındaki İlişki Bir müslüman, dinin hükümlerini inkâr etmedikçe ve kalbinde iman bulunduğu sürece ibadet yapmasa bile dinden çıkmaz, kafir olmaz, yine müslümandır. Ancak, Allah"ın emri olan ibadet görevlerini yerine getirmediği için günah işlemiş ve cezayı hak etmiş olur. İbadetler, imanın olgunlaşmasını ve güçlenmesini sağlar. Ahirette cezadan kurtulmamıza ve cennet nimetlerine kavuşmamıza vesile olur. Sade bir imanla yetinip ibadetleri terketmek imanın zayıflamasına ve giderek iman nurunun sönmesine sebep olur. İbadet yapılmadığı takdirde, iman ışığı açıkta yanan lamba gibi korumasız kalır. Günün birinde sönebilir. İmanın yok olması, müslümanın cennetin anahtarını kaybetmesi demektir. Bu sebeple ibadetlerin, imanımızın korunmasında ve cennette sonsuz hayata kavuşmamızda çok önemli yeri vardır. |
sen o zaman yanlis anliyorsun!
Kuran kadini ve erkegi günahtan uzak durmasi icin uyariyor.. aralarinda yanlis bir sey olmamasi icin kurallar koymus. hem erkek hem kadin icin.. bunlar karsi degil! bunu böyle anlayanlar yaniliyor veya art niyetlidirler!
yani simdi her erkegin veya kadinin karsisindakine sehvetle bakmasi dogrumu? insanlarin baskasinin malina, irzina göz dikmesi dogrumu? DOGRU deyile o zaman Kuranin emirlerini uygulayalim ve yasakladiklarindanda uzak duralim! |
Ne zorsun? o.T.
ohne Text
|
Senin!
Kadının saçıyla, göğsüyle, orasıyla vs her yeri ile sorunun var, bunu tüm yazdıklarında belirtiyorsun, birader sen andorıt falanmısının, cinselliği olmayan insanlardan falan mı doğuruldun.
Yaw sen gerçekten kadının tüm cinselliğinden gıcık kapan korkan ve tiksinen bir insansın, burası yalnızca kadının fiziksel cinsiyeti, buna bağlı olarak kadının bir de ruhsal cinsiyeti vardır sen ondan da rahatsızsın, bu tür özellikler inan bana radikal homolarda vardır, bana inanmıyorsan internette bir yığın bu konu üzerinde seelsorgeler vardır, radikal homo internet siteleri vardır aç oralara bir telefon ile danış, sen belki henüz şuur altına attığın cinselliğinin ve cinsel özleminin bile farkında değilsin. Emin ol ki senin cinsellik sorunun var, git çöz onu, belkide çözdün ama Türk toplumunun bu konudaki ilkelliğini bildiğin için erkekten daha fazla erkek, maçodan daha fazla maço olmak ve bütün bunlarıda dine yamamak istiyorsun, öyle bir din var ise insanlık adına lanet olsun o dine... |
gögüs sorusun istersen alpi cevaplasin
sor bakayim gögüs örtülemesi gerekiyormu gerekmiyormu! ;O)
benim sorunum yok.. isterseniz ciplak gezin.. ama Kuranda yok demeyin ;O) |
o.T.
Günah,
Ne kadın, nede erkek,nede ikisinin arası bir cinsiyet günah değildir. Sende senin mantığına göre bir günah ürünüsün, ebevyninin sex ilişkisi olmasaydı doğamazdın. Kendi kendine tatmin ile insan çocuğu doğamıyor. Eğer senin cinsiyet ve SEX sorunun olmasa idi bu ilişkileri, bu ruhları,bu fizikleri günah olarak görmezdin, neden mi çünkü sen yaşadığın cinselliği kokarak gizlilik ile yaşıyorsun ve bunun da günah olabileceğini düşünmektesin, bu ilişkiler cennette bilegünah olmuyorda bu dünyadaı günah olmakta? Sen yaşadığın yada özlediğin cinsel ilişkiyi aykırı bulduğun için, günahından korktuğun için bu tür şeyler yazarak günahını hafiflettiğini düşünmektesin, zorla cinsel ilişki, ırza geçme, çocuk kandırmanın dışında yetişkin insanların kendi rızaları ile yaşadıklartı hiç bir insani ilişki günah değildir, ne kadının, ne erkeğin vücüdunun hiç bir bölümü ne ayıptır, ne günahtır. Yetişkin insanların edebi ve günahı henüz daha sana kalmadı... |
Ne matraksın birader.
Ben kendi bildiğim ve doğru olduğunu kendii nsani yaşam felsefemde koruduğumu neden bir başkasına sorayım, ben senin gibi ümmetmiyim???
Allah, Allah olgunlaşmamış çılklar ile mülakatlar ne biçimsiz. |
Yaw su mezhepci putperestlerin
algilarini bizlere ISLAM diye aktarmasana. Senin dinin ne? Kitapin ne? Sen müslümanmisin? Müslümansan o zaman niye Kuran-i Kerimi-i esas degildi. Siktirboktan dangalaklari, örnegin Tirmiz, Ebu Davut, Buhari falan filanlari aliyorsun? Kardesim imana gel artik imana.
|
EBU HUREYRE’YE GüVENİLMEZSE......
EBU HUREYRE’YE GüVENİLMEZSE TüM HADİS KİTAPLARI GüVENİLMEZ OLUR
Ebu Hureyre’nin Müslüman olmadan önceki hayatı hakkında kendi anlattıklarından başka bir şey bilinmez. Müslüman olduktan sonra fakirliğinden dolayı Ashabı Suffe’den olduğu bilinir. Müs-lim’in Fezailus Sahabe’deki 159. Bölüm’ünde Ebu Hureyre’nin sırf karın tokluğuna Peygamber’le beraber olduğu anlatılır. İbn Hazm sırf Baki bin Mahled’in müsnedinde Ebu Hureyre’ye ait 5374 hadis olduğunu söyler. Buhari bunlardan 446’sını kitabına almıştır. Ebu Hureyre’nin anlattıklarından, en çok korktuğu kişinin Hz. Ömer olduğunu görüyoruz. Hz. Ömer’in Ebu Hureyre’yi hadis naklinden dolayı tehdit ettiği ve tartakladığı hadis kitaplarında an-latılır. Ebu Hureyre: “Size naklettiğim şu hadisleri Ömer zamanın-da anlatsaydım değneği ile beni döverdi.” der (Ez Zehebi – Tezki-retul-Huffaz). Ebu Hureyre’nin şöyle dediği geçer: “Ömer ölünceye kadar Allah’ın Resulu buyurdu diyemezdik.”(Müslim, Sahihi Müslim, 1. cilt, sayfa 34). Müslim’i eğer görebilseydik kendisine şöyle sorardık: Ey Müslim, sen Sahihi Müslim diye tüm hadislerinin doğru olduğunu iddia ettiğin bir kitap yazdın, cerh ve tadille ki-tabında hadis nakledenleri incelediğini söyledin. Ebu Hureyre’yi kendin de görmemene rağmen, onu gören ve halife olan Hz. Ömer’in onu yalancılıkla ithamını, Ebu Hureyre’nin şüpheli bir şa-hıs olması için neden yeterli görmedin? Demek ki senin sahih de-diğin hadisler bu kadar sağlam temellere dayanıyor. Ne yazık ki Müslim de tüm sahabenin yıldızlar gibi olup, hangisine olursa olsun uyulabileceği şeklindeki asılsız inanca kanmış. Veya Ebu Hureyre ve diğerlerine gerçekte sıkı ölçüler uygulasa elinde hiçbir ha-dis kalmayacağını gördüğü için ve de özellikle Ebu Hureyre’den hatırı sayılır derecede çok hadis geldiği için, bu açık gerçekleri görmezlikten gelmiş. Ebu Hureyre’yi yalancılıkla suçlayan bir tek Hz. Ömer değildir. Hz. Aişe’nin de onu defalarca suçladığını Ebu Hu-reyre’ye sahip çıkan hadis kitaplarında bile görebiliriz. Hz. Aişe Ebu Hureyre’ye: “Sen Peygamber’den duymadığım hadisler rivayet ediyorsun!” dediğinde ona edepsizce bir cevap verir: “Ayna ve sürme seni Peygamber’le ilgilenmekten uzak tuttu.”(Zehebi, Siyeru Alemin Nubela 2. cilt, sayfa 435). Hz. Ali şöyle demiştir: “Yaşayanlar arasında Allah Resulu’na en fazla yalan isnad eden Ebu Hurey-re’dir.”(İbni Ebul Hadid, Şerhu Nehcul Belağa, 1. cilt, sayfa 360). Yine Hz. Ali onun “Sevgili dostum bana haber verdi ki” diye Pey-gamber’den bahsettiğini duyunca: “Peygamber ne zaman senin sevgili dostun oldu?” demiştir. İbn Mesud gibi meşhur bir sahabe ise onun “Ölü yıkayan ve taşıyan kişi abdest alsın.” sözünü kabul etmeyerek hakkında ağır sözler söylemiş ve sonra şöyle demiştir: “Ey insanlar, ölülerinizden dolayı necasete (pisliğe) bulaşmazsınız.” |
ATIN KANDIRILMASI HZ. ÖMER’İN.....
ATIN KANDIRILMASI HZ. ÖMER’İN KÖTEĞİNDEN DAHA MI ÖNEMLİ?
Hadisçilerin hadis nakledilen kişilerin doğruluğunu tespit etmek hususunda ne kadar titiz oldukları şu hikayeyle anlatılır: “Meşhur bir hadisçi, kendisinden hadis naklettiği bir kişiyi görmek için onun bu-lunduğu yere seyahat etmiş. O yere vardığında, bu kişinin atına yiyecek verecekmiş gibi yapıp atı çağırdığını ve sonunda ata yiyecek vermediğini görmüş. Atı kandıran insanları da kandırabilir diye onun naklettiği hadisi almamış.” Bu hikayeyi dinleyen bizlerin “Aman hadisçiler ne titizmiş!” deyip, onların yalancı hiç kimseden söz almadıklarını, böylece naklettikleri hadislerin ne kadar güvenilir olduğunu görmemizi umarlar. Buraya kadar birçok yerde hem sebebi, hem de sonucu ile hadislerin nasıl uydurmalarla karıştığını gösterdik. İleri sürülen bu mantık hiç şüphesiz geçersizdir. Yüzbinlerce hadisten hadislerini seçtiğini söyleyenlerin bu şundan, şu ondan, o öbüründen şeklinde giden hadislerin nakilcilerinin önemli kısmı ha-dis kitapları toplandığında vefat etmişti. Geri kalanların çoğu ise İslam coğrafyasının dört bir yanına dağılmıştı. Bunların hepsini ziyaret etmek ve doğru sözlü olduklarını tespit etmek özellikle o dönemin ulaşım şartları düşünülürse mümkün değildir. Ziyaret mümkün olsaydı bile, bu kısa ziyaretler bir insanın ne kadar doğru sözlü oldu-ğunu tespit için elbette ki yetersizdir. Herhalde her hadisçi atını kandıran bir hadis nakilcisini tespit edecek kadar şanslı değildi! Bizim örneğimiz olan Ebu Hureyre’ye gelecek olursak; atını kandıran hadis nakilcisini kabul etmemekle hava atan hadisçiler, Hz. Ömer ve Hz. Ali gibi iki halifenin yalancılıkla itham ve dayaklarına, Peygam-ber’in hanımı Hz. Aişe’nin bu şahsın izahlarını reddine rağmen na-sıl kendisini kabul ediyorlar? Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Aişe’nin bu ta-vırları atın kandırılmasından daha mı az önemli? Hz. Ömer’in Ebu Hureyre’yi atadığı valilikten hırsızlıkları nedeniyle geri çağırttığı anlatılır. Hz. Ömer Ebu Hureyre’ye hitaben: “Seni Bahreyn’e vali yaptığımda ayağında bir çift ayakkabı yoktu. Sonra duydum ki sen 1000 dinara, 600 dinara atlar satın almışsın. Sen Bahreyn’in en ücra köşesinden, insanlar vergilerini, Allah ve Müslümanlar için değil de, senin için versinler diye mi geldin?” der (Zehebi, Siyer). Ebu Hureyre’nin bizzat kendisinin aktardığı bir hadiste ise Hz. Ömer ona şöyle demiştir: “Ey Allah’ın ve Kitabının düşmanı! Allah’ın malını çaldın değil mi? Yoksa senin on bin dina-rın nereden olacak?” (İbni Sa’d, Tabakat, 4. cilt, sayfa 59). Ne ya-zık ki Ebu Hureyre Hz. Ömer’in kendisine çıkışmalarını böyle an-latır, ama hadisçiler Hz. Ömer’in bu çıkışlarına rağmen Ebu Hu-reyre’yi birinci dereceden güvenilir kabul edip, en çok hadisi ondan naklederler. Bir de cerh ve tadil ilmiyle güvenilmeyen hiçbir kimseden hadis nakletmediklerini söylerler. Hz. Ömer’in “Allah’ın ve Kitabı’nın düşmanı” ilan ettiği şahsı en güvenilirler arasında kabul eden hadisçilerin, cerh ve tadil uygulamalarının ne kadar titizlikle yapıldığı görülmektedir. |
EMEVİLER EBU HUREYRE’NİN ALTIN çAĞ
Hz. Ömer’in ve daha sonra Hz. Ali’nin öldürülmelerinden son-ra Emeviler dönemi Ebu Hureyre’nin altın çağı olmuştur. Emeviler Ebu Hureyre’ye el Akik’te bir köşk inşa edip arazi vermişlerdir. Muaviye dönemindeki bu ikramlara karşılık İbni Kesir’in el Bidaye ve’n Nihaye eserindeki şu hadisler Ebu Hureyre’nin nasıl karşılık verdiğini göstermektedir:
Ebu Hureyre rivayet eder ki: “Allah’ın Resulu Muaviye’ye bir ok verdi ve şöyle dedi: Bu oku al ve cennette beni onunla karşıla!” Ebu Hureyre’den yine şu hadis rivayet edilmiştir: “Allah’ın Re-sulu şunu derken duydum: Allah vahyini üç kişiye emanet etti: Ben, Cebrail ve Muaviye” Tüm bu delillere rağmen “Her sahabe doğrudur” yanlış inancı-nın hadisçileri sürüklediği nokta ortadadır. Ebu Hureyre kimdir ki, Peygamber’in en yakınlarının bile nakletmediği en garip uydurmaları Peygamber’le az görüşmesine rağmen nakletmiştir. Örneğin şu garip hadis Ebu Hureyre’den gelen mantıksız hadislerin yüzlercesinden biridir: Ebu Hureyre Peygamber’in kendisine şunu dediğini nakleder: “Ölüm meleği Musa’ya gönderildi. Musa’nın yanına gelince O ona vurdu. Melek Rabbinin yanına döndü ve şöyle dedi: Beni ölmek istemeyen birisine gönderdin. Allah Musa’nın kör ettiği meleğe gözlerini verdi ve şöyle dedi: “Git ve ona elini bir öküzün üzerine koy-masını söyle. Elinin kapladığı yerdeki kıl sayısınca ona yıl olarak ömür verildi!” Melek: “Evet, Rabbim. Sonra ne olacak?” Allah: “Sonra, ölüm” dedi.” Ne yazık ki Ebu Hureyre’yi kurtarma derdinde olanlar bir yandan böyle bir mantıksızlığı İslam’a fatura edip zarar veriyorlar, di-ğer taraftan Ebu Hureyre’yi kırmamak için Hz. Musa’yı Allah’ın takdirinden kaçan, meleğin gözüne tokat atıp kör eden bir insan olarak gösteriyorlar. Ebu Hureyre’ye bir çok sahabe (Peygamber’i gören Müslüman) muhalefet etmiştir. Örneğin Ebu Hureyre’nin “Av ve çoban köpekleri dışındaki köpekleri öldürün” hadisine tarla köpeklerini de eklemesi üzerine İbni Ömer, Ebu Hureyre’nin tarlaları olduğu için böyle bir yalanı uydurduğunu söylemiştir (Cemal Sait Aktaş, Hadis Kritiği Makalesi). Ebu Hureyre’den nakledilen hadislerin eleştirisine bu kitabı ayırsak başka bir şey yazmaya yer kalmaz. Ebu Hureyre’nin geleneksel İslam için önemini, bu yapının en ateşli savunucularından ve ülkemizde en çok satan gelenekçi, hadisçi İslam’ın kitaplarından Saadeti Ebediye- Tam İlmihal kitabının yazarı Hüseyin Hilmi Işık şöyle anlatmaktadır: “Ebu Hureyre’yi inkar eden şeriatın yarısını inkar eder, çünkü hükümlerin çıktığı hadislerin yarısını Ebu Hureyre nakletmiştir.” Bize göre itiraf, Hüseyin Hilmi Işık Bey’e göre şeriata sahip çıkma olan bu söz, neden Ebu Hureyre’yi bir alt baş-lık yaptığımızın sebebidir. Allah’a şükür ki dinimiz tek başına yeterli olan Kuran’dadır ve ne Ebu Hureyre’nin, ne de başkalarının hadislerine ihtiyacımız yoktur. |
İSRAİLİYAT VE MEŞHUR UYDURUCULARI
Özellikle Yahudilikten İslam’a geçenler, Yahudilikteki birçok hikayeyi, uydurmayı hadis adı altında İslam’a taşıdılar. Bunu İslam’ın saflığını bozmak için yaptıkları görüşü hakim olsa da, eski adetlerinden, eski dinlerindeki inançlardan kurtulamayıp, kendilerince katkı sağlamak veya dinimizi Yahudileştirmek gibi niyetlerle de yaptıkları düşünülebilir. İbni Haldun, Mukaddime adlı eserinde konuyla ilgili şu açıklamaları yapar: “Hadis nakil tefsirleri yanlış doğru, makbul merdud her şeyi içeriyordu. Bunun sebebi şuydu; Araplar ne kitap, ne de ilim ehlinden değillerdi. Onlara hakim olan yaşam tarzı bedevilik ve cahillikti. Yaratılışın esrarı, kainatın durumu, v.b. konularda bir şey öğrenmek istediklerinde bunu kendilerinden önce Kitap verilenlere sorarlar ve bu konularda onlardan ya-rarlanırlardı. Bunların aralarında Kab el Ahbar, Vehb İbni Münebbih, Abdullah bin Selam vardı. Hadis nakilli tefsirler bu tür kişilerden yapılan nakillerle dolmuştur. Tefsirciler bu hususta gevşek dav-ranmış ve tefsirlerini bunların nakilleriyle doldurmuşlardır.” İbni Haldun’un dediğini günümüzde Türkçe’ye çevrilen birçok tefsirde görebiliriz.
|
KAB EL AHBAR’A DAYANDIRILAN DİN
Kab el Ahbar İsrailiyat’ı, Yahudi uydurmalarını dinimize en çok sokan kişidir. Peygamberimiz’in vefatından sonra Hz. Ebubekir veya Hz. Ömer dönemlerinden birinde İslam’a girdiği söylenir. İsrailiyat hakkındaki bilgisi ve bitmek tükenmek bilmeyen hikayeleri onu, devrinde ilgi odağı haline getirmiştir. Peygamber’e iftira ederek söylenen hadislerin birinde “İsrailoğullarından hadis naklinde bulunun, bunda zarar yoktur.” denir. Bu hadisi Abdullah bin Amr’ın nakletti-ği söylenir. Tırmizi, Ebu Davud, Buhari bu hadise yer vermiştir. Birazdan göreceğimiz gibi Abdullah bin Amr, Kab el Ahbar’ın talebelerindendir. Uyduracakları binlerce İsrailiyat’tan önce bu hadisi uyduranlar, daha sonraki uydurmalarını buna bina etmişlerdir. Kab el Ahbar bunların en önde gelenidir. Kendisi yalnız hadis nakil etmekle kalmamış, daha evvel incelediğimiz Ebu Hureyre’ye, bunun yanın-da Abdullah bin Amr, İbni Ömer, İbni Abbas gibi şahıslara da ders vermiştir. Böylece uydurmaların yayılması için bu şahısları da kullan-mıştır. Ebu Hureyre’ye karşı çıkan Hz. Ömer, aynı tavrı Kab el Ahbar’a da göstermiş ve onu sürgünle tehdit etmiştir. Hz. Ömer’in öldürülmesine kadar fikriyatını yaymakta güçlük çeken Kab Hz. Ömer’in vefatıyla kısmen ferahlamıştır. Kab’ın tüm bu hareketlerini anlatan Mahmud Ebu Reyye, Kab’ın Hz. Ömer’in öldürülmesinde parmağı olduğunu söyleyerek şu izahları yapar: “Hz. Ömer’in bu da-hi Yahudi’yi akıllıca ve ısrarlı bir şekilde izlemesi ve ileride de göre-ceğimiz üzere bir takım çirkin emellerinin farkına varmasına rağmen sonunda o dehasının gücüyle Hz. Ömer’in uyanık ve iyi niyetli oluşuna galebe çalmış, gizli ve açık tuzağını kurmaya devam etmiştir. İş Hz. Ömer’in katledilmesine kadar varmıştır. Elde varolan verilerin hepsi bu olayın gizli bir cemiyetçe tertiplenmiş olduğunu göstermektedir. Büyük deha Kab’ın da üyelerinden biri olduğu bu cemiyetin başkanı Hürmüzandı. Malum olduğu üzere Hürmüzan Huzistan’ın kralıydı ve Medine’ye esir olarak getirilmişti. Hz. Ömer’i katletme görevi ise Ebu Lülüe’ye verilmişti.” (Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 171).
Mahmud Ebu Reyye’nin İbni Kesir’den alıntılarla anlattığı bu ihtimalin kesin olarak doğru olduğunu savunacak durumda değiliz. Fa-kat Hz. Ömer’in hadisten men ettiği ve ihtimal dahi olsa Hz. Ömer’in ölümünde parmağı olan bir kişiden ve onun ders verdiği Ebu Hureyre, Abdullah bin Ömer, İbni Ömer ve diğer şahıslardan hadis nakli ne kadar sağlıklı olabilmiştir? Tüm bu şahıslardan İsrailiyatı ve diğer hadisleri nakil edenlerin bu konudaki titizliği güvenilir midir? Bu şahıslarda yanılan hadisçilerin, diğer şahıslarda yanılıp ya-nılmadıklarına nasıl karar verebiliriz? Apaçık Kuran dururken ve Kuran tek başına yeterliyken hala bu hadislerden medet ummak dine ya-pılan zulüm değil midir? Bu sorulardan sonra Kab’a geri dönersek, Kab kaynaklı uydurmalar dünyanın yaratılışı, ahiret manzaraları, Şam şehrinin önemi ve daha bir çok konuda kendini göstermiştir. |
KAB KAYNAKLI UYDURMALARA ÖRNEKLER:
KAB KAYNAKLI UYDURMALARA ÖRNEKLER:
Bir adam Kab’la karşılaştı. Kendisine selam vererek dua etti. Kab ona “Kimlerdensin?” diye sordu. Adam “Şamlılardanım” diye cevap verdi. O zaman Kab şöyle dedi “Belki de sen Şamlıların arasından çıkacak ve hesaba ve azaba uğratılmayacak yetmiş bin asker-den birisin! İbni Asakir-Tarih-1/57 Kab dedi ki: Allah yeryüzüne baktı ve şöyle dedi; “Senin bir bölümüne dokunacağım.” Dağlar O’na koşuştu. Kaya aşındı. Allah bu yüzden onlara teşekkür edip ayağını üzerlerine koydu! Mahmud Ebu Reyye Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması 185 Hesap için diriltilme ve hesap, Beytul Makdis’ten olacaktır. Beytül Maktis’te gömülü olan azaba uğratılmayacaktır. Mahmud Ebu Reyye Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması 185 Kab’ın uydurduğu tefsir ve diğer kitaplara giren buna benzer uydurmaların bir kısmı kendisinden nakledilse de, talebeleri aracı-lığıyla nakledilenler doğrudan kendisinden alınanlardan çoktur. Ebu Hureyre’ye destek veren Muaviye, Kab’a da destek vermiş ve ona kıssa anlatmasını emretmiştir (İbni Hacer, İsabe 5/323). |
VEHB İBNİ MüNEBBİH
Kab her ne kadar İsrailiyat kaynaklı uydurmalarda bir numaraysa da, onun hemen ardından Vehb İbni Münebbih gelir. Kendisi birçok sahabeye atıfla hadis nakletmiş, Ebu Hureyre, İbni Ömer, İbni Abbas da kendisinden hadis nakletmişlerdir. Ahmed Emin şöyle der: “Sıret kitapları, en eski ve en güvenilir olanları da dahil hurafe ve İsrailiyat’tan arınmış değildir. Tam aksine bunların kronolojik sırada en önce gelenleri İsrailiyat’la en fazla doldurulmuş olan-larıdır. İlk ve en güvenilir kaynak sayılan İbni İshak’a bakalım. Bu zatın esas kaynaklarından biri de Yahudilikten İslam’a geçen Vehb İbni Münebbih’tir. İbni İshak’ın ayrıca Hıristiyan ve Mecusi kaynaklardan da büyük ölçüde yararlandığı bilinmektedir.” (Ahmed Emin, Duhaul İslam, 2. cilt, sayfa 311). Ne yazık ki herkes Ahmed Emin’in tahlil ettiği gibi Vehb’i tahlil edememiş ve bol hadis nakletmek uğruna doğrudan veya dolaylı olarak aşağıdaki gibi uydurmaları Vehb’den nakletmişlerdir.
Arşı dört melek omuzları üzerinde taşırlar. Her birinin dört yüzü vardır: Öküz yüzü, aslan yüzü, kartal yüzü ve insan yüzü. Her birinin dört kanadı vardır. Bunların ikisi yüzünü kaplar ve arşa bakıp yanıvermesini engeller. Onun azameti gökleri ve yerleri kaplamıştır. Malti-Kitab et Tenbih sayfa 99 Reşid Rıza, Kab ve Vehb ikilisinin dine zararlarını ve uydurma-larını şöyle anlatır: “İsrailiyat rivayet eden ve Müslümanları kandı-rıp aldatanların en şerlileri bu ikisidir. Yaratılış, tekvin, Peygamberler, geçmiş ümmetler, fitneler, kıyamet ve ahiret meseleleriyle ilgili olarak tefsir ve tarih kitaplarında yer almayan hiçbir hurafe yoktur ki üzerinde bu ikisinin imzası olmasın. Bu kişilerin rivayetleri arasında Tevrat ve diğer Semavi kitaplara dayandırdıklarını iddia ettikleri nakiller bu kitaplarla çeliştiğinden dolayı, bir çoklarının yalan oluşu hususunda kesin hükme vardık. Kuşkusuz önceki alimlerin bunların farkına varması mümkün değildi. Zira onlar Ehli Ki-tabın kitaplarına muttali olamamışlardır. Kuşkusuz bu iki Yahu-di’nin rivayetlerinin çoğu İsrailiyat kaynaklı hurafeler olup, tefsir ve diğer sahalarda yazılmış kitapları bulandırmışlardır. Bunlar sayesinde İslam düşmanı mülhidler, İslam’ın da diğer dinler gibi hurafeler ve evham dini olduğunu iddia etmişlerdir.” (Reşid Rıza, Mecelletül Menar). |
MESİHHİYAT VE MEŞHUR UYDURUCULARI
Dinimize sokulan uydurmaların kaynaklarından biri Yahudi kaynaklı İsrailiyat olduğu gibi, bir diğeri de Hıristiyan kaynaklı Mesihhiyat’tır. Mesihhiyat kaynaklı uydurucuların en önemlileri Temim ed Dari ve İbni Cureyc’dir. Deccaliyet, şeytan, ölüm mele-ği, cesas, cennet ve cehenneme dair izahlar, Hz. İsa hakkında uydurmalar Mesihhiyat’tan dinimize devşirilen en önemli uydurmala-rın başında gelir. Mesihhiyat kaynaklı uydurmalara aşağıdaki hadisleri örnek gösterebiliriz:
Allah Resulü halkı topladıktan sonra şöyle dedi: Allah’a yemin ederim ki sizi korkutmak veya bir şeye teşvik etmek için toplamadım. Sizi şunun için topladım. Temim ed Dari bir Hıristiyandı. Sonra gelip bana biat ederek Müslüman oldu ve bana şunu anlattı: O iğrenç cüzzamlı otuz kişiyle bir deniz gemisine binmiş, yolda bir ay dalgalarla boğuştuktan sonra denizin ortasında bir adaya ulaşmış-lar. Güneşin battığı yerde yer alan bu adaya girdiklerinde kendileri kıldan önü arkası ayırt edilemeyen bir hayvan karşılayıp şöyle demiş: Ben Cesase’yim. Sonra onlara manastırdaki bir adamı görmelerini önermiş. Temim ve arkadaşları manastıra girdiklerinde yaratılışça daha önce hiç görmedikleri kadar iri ve topuklarından boynuna ka-dar her yeri demirle bağlı bir adam görmüşler. Adam, onların hikayesini ve Arap olduklarını öğrenince kendilerine birçok soru sormuş. Temim ve arkadaşları da onu cevaplıyorlarmış. Sonunda: “Ba-na ümmilerin Peygamber’inden haber verin ne yaptı?” demiş. Bunlar da “Mekke’den çıkıp Medine’ye yerleşti.” demişler. O “Araplar onunla savaştı mı?” diye sorduğunda “Evet” demişler. O zaman o “Peygamber onlara nasıl bir muamelede bulundu?” diye sormuş. Bunlar da “Karşısında bulunan Arapları hezimete uğratarak, kendisine itaat etmelerini sağladı.” cevabını vermişler. O zaman demiş ki: “Size kendimden bahsedeyim, ben Mesih’im, bana izin verilme zamanı yaklaştı. çıktığımda kırk günde yeryüzünü dolaşıp, Mekke ve Medine dışında kırk gece içinde uğramadık köy bırakmayacağım. O iki şehirse bana haram kılınmıştır. Onlardan birine girmek istedi-ğimde elinde kılıç olan bir melek beni karşılar ve bana engel olur. Bunları zikrettikten sonra Peygamber’imiz asasını minbere vurarak şöyle dedi: İşte Medine, işte Medine, işte Medine.” Müslim-Fiten 119/Ebu Davud-K. Melahım 15 İbni Mace-K. Fiten 33 Bu hadis Müslim, Ebu Davud, İbni Mace gibi Sunni düşüncenin tartışılmaz ilan edilmiş eserlerinde geçiyor. Okuduğunuz bu hadisi Müslim’de geçtiği için reddeden kafir oluyor, kabul eden ise sünnete, hadise, Peygamber’e bağlı kişi oluyor. Bir de bu hadislere inananlar; bunları inkar edenleri Peygamber düşmanı, kabul edenleri ise Peygamber aşkıyla yanıp tutuşan (!) kişiler olarak ilan ediyorlar. Diğer bir Mesihhiyat kaynaklı uydurma hadisi daha inceleyelim: Şeytan her insanı doğarken yaralar. Ancak Meryem oğlu İsa’yı yaralayamamış, yaralamak için gittiğinde onun örtüsüne vurmuştur. Buhari-K. Bedul Halk 11- Hanbel 2/523 Yukarıdaki hadisle Hz. İsa yüceltilirken, Peygamberimiz’in de içinde olduğu diğer insanlar şeytan tarafından yaralanmış ilan edilirler. Bu hadisten sonra Peygamberimiz’in, kalbindeki şeytanın darbesinden kurtulmak için melekler tarafından beş defa ameliyat edilip kalbindeki siyah pıhtının çıkarıldığına dair yakışıksız hadisler de nakledilir. Kimin tarafından? En doğru hadis kitabı Buhari ve Hanbeli mezhebinin kurucusu Hanbel tarafından! Yine de ısrarla savunulan şudur: Hadisleri inkar eden Peygamber’i inkar eder. En doğru hadis kitabı ise Buhari’dir! İşte en doğru hadis kitabının hadisi! İşte Kuran dışında başka hadis (söz) arayanların düştüğü durum! |
beweis das medien wircksam sind
hast du je mit einem zeugen gesprochen??????????????????????????
foxxx |
beweis das medien wircksam sind
hast du je mit einem zeugen gesprochen??????????????????????????
foxxx |
Her yobaz gibi onda da bu sorunlar
var evet.. :o)
Bunlar kadinin Kullandigi suyu pis sayarlar :o) |
sen nasil bakiyorsun onu söyle
birak sunu bunu... kimse kimsenin ne düsündügünü bilemez.. saaadece söylediklerinden anlasilir...
O yüzden birak ALiyi Veliyide sen nasil algiliyorsun onu söyle |
sen nasil bakiyorsun onu söyle
birak sunu bunu... kimse kimsenin ne düsündügünü bilemez.. saaadece söylediklerinden anlasilir...
O yüzden birak ALiyi Veliyide sen nasil algiliyorsun onu söyle |
das war nicht die Frage
es ging hier nicht um mich...
Niye cevaptan kacindin.... und auf einmallll du bist sooo oder sooo... BLÖDSINNN... dir fehlen Argumente |
TANRININ GÖKTEN INEN KADIR´I
AHMED HULÛSİ
2 Eylül 2005 TANRININ GÖKTEN İNEN "KADİR"İ Tanrı kavramına dayalı dinsel anlayışta, şöyle bir gece hayal edilir ki adına “Kadir Gecesi” derler... Ulu tanrı, yeryüzündeki seçme kulları için bir nimet hazırlamıştır!.. Kimler kendine çok tapınıyorsa, onları mükafatlandırmak için. O büyük nimete de “KADİR” demiştir... Bu nimeti getiren(!) melekler, müslümanların yaşadığı yöreye bir kutsal kandil gecesi inerler, —çünkü güneş ışığı görürlerse, bozulurlar; tıpkı ışık görmüş C vitamini gibi!.. İşte o “gün görmez Kadir”(!), bin aylık, yani seksen üç sene sürecek tapınmadan çok daha hayırlı bir şey(!)dir!. Her sene Ramazan ayının 27’sinde, Ulu tanrının buyruğu ile melekler yanlarına ruhu da alarak kanatlarını çırpa çırpa, hızlı bir koşu ile binlerce yıllık mesafeyi kat ederek dünya üzerine inerler ve gece olan bölgedeki tapınan kulları başlarlar araştırmaya, ev ev!. Elbette o sırada dünyanın aydınlık bölgesinde yaşayanlara bir şey yok!. Eğer bulurlarsa bir samimî tapınan ellerindeki şartnameye göre, hemen rablerine sorarlar, “buna verelim mi KADİR’i?” diye... Tanrı da izin verirse, hemen o kula “KADİR” verilir. Bu hane, hane arama veya o “Kadir”in dağıtılması işlemi gün doğana kadar böyle devam eder... Kaç kişiye o gece “Kadir” verilir, bilinmez!. “Kadir” verilenlerde ne değişir, bu da bilinmez!... Güneşi gören melekler ve ruh, hemen ulu tanrı yanındaki yuvalarına dönerler gün ışımasıyla!. Bu arada mümin kullar da câmi câmi dolaşıp, onlara, bu câmilerden birinde kadir ikramı rastlaması şansını değerlendirler!. ... Allah Rasûlü Muhammed Mustafa aleyhisselâm merkezli “DİN” anlayışına göre “KADR” gecesi anlatımının deşifresi, yorumlanması ise ehlullah indinde şöyledir: “Kurân” ismiyle işaret edilen “sırlar bütününü” ve “özündeki hakikati” (enzalna HU) kişinin, kendi varlığının “yok”luğunu (LEYL) yaşadığı anda, şuurunda açığa çıkardık. “Kurân ve insan ikiz kardeştir”, uyarısı hatırlanmalı. Bu hakikatin, sırrın (KADR) ne olduğunu bilir misin? KADR sürecinin yaşandığı “yok”luk karanlığı (gecesi), bin ayda (80 küsur yıllık insan ömrü sürecinden) yaşanabileceklerden daha hayırlıdır. Melekler (melekî kuvveler-kanatlar bu kuvvelerin 2-3-4 yönlü olması) ve ruh (varlığındaki hüviyetin ”HU” hakikatin anlamı), kişinin rabbinin (esma terkibinin-varlığını oluşturan Allah isimlerininin bileşiminin) izni (kapsamı-kapasitesi) kadarıyla, şuurunda açığa çıkar; böylece o anda, kendi “yok”luğu hissi yanısıra, mutlak var olan “ALLAH”ı hissedip yaşar! Her hükümden “Selâm”ette olarak!. Bu hâl, tâ ki, tekrar varlık, beşeriyet hissi ve fikri ağır basana (FECRE dönene) kadar devam eder. Bu imkânı, yılın her gecesinde, yani, ismi “ALLAH” olan indinde “yok”luğunuzu hissedebildiğiniz her süreçte, araştırın!... “Kadr gecesini yılın her gecesinde arayın” uyarısı... “Ramazan da arayın” uyarısı... Gerçek anlamıyla yaşanan oruç ile, kendinde beşeriyetten arınma ve hakikatini hissetme çabalarını verdiğiniz süreçte, bu hâli yakalamaya çalışın!. “Ramazan’ın son günlerinde arayın” uyarısı... Orucun taklidi değil tahkikî yaşanması sonucu; manevî arınmanın son evrelerinde bunu araştırın!. Şimdi, “KADR Sûresi”nde işaret yollu benzetmelerle anlatılanlardan algıladığımızı topluca ifade etmeye çalışayım: İnsanın bir ömür boyu yaşadıklarından çok daha hayırlı olan bir an (KADR anı) vardır ki; bu anlık şuursal sıçrama veya açılım süresi içinde hakikatine ait bilgi, kendisine bir tenezzül, yani “özünden bilincine” doğru açığa çıkar!. Bu “HU” hüviyeti hakikatidir!. Bu hakikat, “İnsan, Kurân’ın sırrı; Kurân, insanın sırrıdır” prensibince, insanın derûnundan gelen bir şekilde açığa çıkar!. Ne zaman? Kişi, ben neyim, kimim sorgulamasıyla yola çıkıp, Allah Rasûlü Muhammed aleyhisselâma iman edip, O’nun getirdiklerini anlamaya ve tanrı kavramından arınıp, ismi “ALLAH” olanı en azıyla “İhlâs” Sûresinde bildirilen kadarıyla algıladıktan sonra... “ALLAH” özel ismiyle isimlenmiş indinde, kendi birimsel varlığından, yani gün aydınlığından, “yok”luğunu fark etme karanlığına düştüğünde; tüm varlık nazarında varlıklarını yitirdiklerinde... Hakikati olan Allah isimlerinin özelliklerinin kendi varlığını oluşturduğunu hissettiği ve yaşadığı bir anda, RUH, yani bu esmânın anlamı ile, melekler, yani bu isimlerin kuvvelerinin her an kendisinde açığa çıkmakta olduğunu fark edip algılar!.. Bunu bir anda hissediş ve yaşayışı “KADR” hâlidir. O an ne kendi kalır, ne de varlıktan bir zerre!.. “Bu an (yevm) mülk kimindir?” “Lillahil vahidil kahhar (Vahid ve Kahhar olan Allah’ındır),” gerçeğine şehâdet eder!. “Eşhedü...”yü “OKU”r!.. Seyreden Kendi olur! Bu hâl, onda kendini tekrar beşeriyet boyutunda buluşuna (fecre) kadar sürer. Böylece varlığının hakikatini yaşamış olarak ehli hakikat arasında tahkik ehli olarak yerini alır ve artık Kur’ân sırlarını “OKU”maya başlayarak ölümü (boyut değişimini) bekler, ve yaradılış amacına uygun şekilde “KUL”luğuna devam eder. Bunu niye yazdık?... “Tanrının Buyruk Kitabı” diye nitelenen “Kitab”ın, bize göre çok çok farklı “bir SIRLAR KİTABI” anlamı ifade ettiğini; “OKU”nması öğrenilmedikçe, nelerden mahrum kalınacağı bilgisini sizlerle paylaşmak istediğim için yazdım... Bu bir örnek... Başta “Mİ’RÂC” olmak üzere, böyle daha nîce örnekler var deşifre edilmesi zorunlu, O yüce Allah Kelâmı Kitap’ta!.. Ne yazık ki büyük çoğunluğumuzun ruhunun dahi haberi bile yok bunlardan belki!!! Kur’an-ı Kerim’i hâlâ tanrının buyruk ve tarih kitabı(!) sanıyoruz... Bu değerlendirmede haklı olabilirim, yanılmış olabilirim!. Ne var ki, böyle okuduk ehlullah eserlerinde... Haklı isek; bu anlayışı değerlendiremeyenler, daha başka nelerden mahrum kalmakta olduklarını kendileri düşünsünler!. Hatalıysak; o yukarılarda bir yerde oturup, melekler ve ruhu yılda bir kere yeryüzüne gece karanlığında yollayan tanrı elinde hâlimiz harap demektir!.. |
Kainattan ruhumuza ENERJI toplamak
icin....
Yani kendimiz icin |
Terbiyen nerde kaldigi ukala roman
burda hosgörü saygiyi anlatiyorsun ama kendin saygi göstermiyorsun studentin yazdiklarina.
Cok dogru yaziyor student ve islam bunu söylüyor. sen galiba köpek gibi dilini disari cikarip yasli abaza insanlardansin bir dekolte veya bayanlarin acik yerlerini gözeten röntgencimisinde burda ille kadinlarin acik giyinmelerini dayatiyorsun, senin karin veya kizin isterse ciplak gezsinler, sen kesin insanlarin karina veya kizina bakarken bu gibi abaza hereketlerden gurur duyan ve kendinde baskalarinda bu tavri sergileyenlerdensin anlasilan, hayvanlar aleminde bile kiskanclik olur sirf hinzirlar bu duygudan uzak olurlar. Uzun lafin kisasi eger islam yasam bicimi uygulansa sizin gibi abazalar röntgenciler kari kizlara bakamayacagi icin böyle karsi tavir sergiliyorlar. |
:) o.T.
ohne Text
|
Bu tür küfür yazıları yalnızca biz,
Vaybee de bulunup bir şeyleri yerli yerine koymaya çalışan mütavazi bir kaç kişiye yapılmıyor.
Bakın Türkiyenin en büyük yazarlarına da yapılmakta. Ben şahsen bu kesimi aynı tornadan çıkmış gelişmemiş ilkel benlikler olarak görüp geçme yanlısıyım. Hani ben porna yazarıyım ve yaşamımı bu meslekte profosyonel yazarak geçinmekteyim diyebilenlere taş çıkartacak küfür yazısının mucitleride ara sıra tekrar bayrak sallamakta. Şahsen ben çok ilkel bulduğumiçin kendisini ve onun gibi bir kaç kişiye kesinlik ile bir cevap vermek istemiyorum. Konuyu çok daha geniş ele almaya çalışan Ahmet Altanın yazısını bir toplum yarası olarak bırakmayı yeterli buluyorum, belki iyi niyetli okuyucular bu toplumun neden sürekli benlik sorunları olduğunu düşünebilirler diye düşünmekteyim... Kazım Nemelazım sorunsalı... Yaklaşık dört yıldır burada yazı yazıyorum. İlk kez aşağıda okuyacağınız türden bir mail alıyorum. Önce bir okuyun ne yazdığını. “Sen bu satılık kaleminle ve yalanlarınla refah mutlu bir yaşantı sürüyorsun ama durumundan memnun değilsin, öyle mi? Söyler misin burada yazdığın yazı başına sana ne kadar ödüyorlar? Avrupa"daki hangi ülke bayrağından vazgeçmiş de bunu bir de bize öğütlüyorsun? Sen kendi halkını aşağılayan, manevi yahut maddi ajanı olduğun Batı"ya yaranmak için her fırsatta halkının ne kadar hoyrat olduğunu kanıtlamaya çalışan aşağılık kişiliğinle, onurunu satmışlığınla nereye girmek istiyorsan oraya gir! Sen tarihten ne anlarsın ki bize bizim tarihimizin yalanlarla dolu olduğunu söylüyorsun? Bu konuda bir uzmanlığın mı var? "Ben romancıyım her boku bilirim" demeye getiriyorsun, ama bir bok bilmediğini sen de biliyorsun! Biliyormuş görünerek prim yapmaya çalışıyorsun. Batı"nın tarihten, bilimden, felsefeden, sanattan, edebiyattan anladığı hep Batılı olandır. Batı"dan gelmeyen her türlü eseri görmezden gelir onlar. Son terör olaylarından sonra gördük Batı"nın ne kadar demokratik ve insan haklarına saygılı olduğunu... Hem Türkiye"yi bir yere alan mı var da biz oraya girmek istemiyoruz. Adamlar sizi almayacağız diye bas bas bağırıyor ve sen hala aptalmışız gibi bize aymaz fikirlerini aşılamaya çalışıyorsun. Ya sen geri zekalısın, ya da bizi geri zekalı sanıyorsun? Öyle yazılar yazıyorsun ki sanki dünyanın bütün ulusları ulus olmaktan vazgeçmiş de bir biz kalmışız ulus olarak yaşayan. Ben AB ülkeleri dahil ulus devletliğinden vazgeçen bir ülke görmedim. Ama sen diyorsun ki dünyada böyle bir eğilim var, hadi ilk önce biz ulusallığımızdan vazgeçelim de dünyaya örnek olalım. Ben de diyorum ki bekleyelim ve görelim; küreselleşme adına ulusal çıkarlarından cayan ülke veya ülkeler olursa o zaman biz de ona göre adımlarımızı atalım. Batının vahşeti, saldırganlığını görmüyorsun da hep kendi ülkeninkini güya görüyor ve gösteriyorsun. İnsan gerçek niyetini bu kadar mı belli eder.Sen hiç mi uluslararası ilişkilerden anlamıyorsun? Sen nasıl yazarsın? Saygısızlıklarım ve lanetlerimle...” Gördüğünüz gibi öfkeli bir mektup. Bu kadar kızgın bir mektup yazdıktan sonra sanırım kendi ciddiyetinden yorulmuş ve “Kazım Nemelazım” diye imzalamış. İmzası mektubun en şirin yanı. Hepimizin içinde gizli olan o tuhaf ve boşvermiş çocuksuluk bütün öfkelerimize rağmen çabuk yorulan ciddiyetimizin altından kendini gösteriveriyor. Burası sadece fikir yazılarının yer aldığı bir internet sitesi. Buraya yazı okumaya gelmek için en azından internete ve bilgisayara aşina olmak, insanların fikirlerini merak etmek ve toplumun sorunlarıyla ilgilenmek gerekir. Bu nedenle, buranın okuyucusu hangi fikirden olursa olsun toplumun daha şanslı ve gelişmiş kesimindendir. Bu kesimin içinde bile “Kazım Nemelazım”ın üslubunda yazabilen insanlar çıkabiliyor. Benim gibi düşünmeyen ve Kazım Bey’in görüşlerini paylaşan herhalde çok insan vardır. Düşünce farklılığı doğal ve kaçınılmaz. Benim anlamadığım, bizimle aynı fikirde olmayanların “satılmış, onursuz, cahil, aşağılık” olduğuna inanma eğilimimiz. Üstelik bu eğilime biz toplumun “seçkin” kesimlerinde de rastlıyoruz. Neden Kazım Nemelazım’lar, sadece kendi görüşlerini açıklamak ve karşısındakinin paylaşmadığı görüşlerini eleştirmekle yetinmiyor da hakaret etmek, aşağılamak, çürütmek istiyor. Niye bir fikir anlaşmazlığını belli bir düzeyin altına düşmeden sürdüremiyoruz? Sanırım bunun nedeni ortada çok fazla fikir olmaması. Ulus devlet kavramını tartışabilmek için, bu yönetim biçiminin buharlı makinaların bulunmasıyla değişen üretim biçiminin Batı’da oluşturduğu yeni ekonomik yapılanmanın sonucu olduğunu bilmemiz; teknolojik bir değişim sonucu ortaya çıkan ulus devletin yeni teknolojik değişimlerle tarihten kaybolacağını anlamamız gerekiyor. Ulus devlet bize ait bir kavram değil. Bunu Türkler bulmadı, Türkler de ortadan kaldırmayacak. Bunu bulan da, bugün değiştiren de Batı. Çünkü teknolojik değişimler orada gerçekleşiyor. Niye Batı’nın geliştiği, niye teknolojik değişimlerin önce dünyanın bu bölgesinde oluştuğu ise, verilen birçok cevaba, yapılan birçok açıklamaya rağmen hala tüm netliğiyle anlaşılmış değil. Ulus devlet insan iradesiyle ortaya çıkmadığı gibi insan iradesiyle de ortadan kalkmayacak. Ortaya çıkışı da yokoluşu da teknolojik değişimlere bağlı. Buharlı makinelerin yarattığı ulus devleti, uzay teknolojisi çağında sürdürmek mümkün değil. Bu gerçeği anlamaya çalışmanın, dünyanın nereye doğru değiştiğini kavramak istemenin ve bu değişimin yaratacağı sancıları farkedip önceden önlem almak istemenin yanlış olduğunu düşünüyorsanız, yeryüzünün değişiminin üretim araçlarının değişimine değil insan iradesine bağlı olduğunu söylemeniz ve bunun kanıtlarını göstermeniz gerekir. Bunu da söverek yapmak bana pek kolay gözükmüyor. Fikir tartışmalarına karşı değilim. Birçok insanın da benimle aynı görüşleri paylaşmadığının farkındayım. Ama bir fikre bir fikirle değil de öfkeyle ve küfürle karşı çıkılması, üslubun hazin bir düzeysizlikle sakatlanması ve bunun bizim siteye tırmanacak kadar genişlemesi beni ürkütüyor. Bu, kışkırtılmaya hazır çaresiz bir öfkenin genişlediğini düşündürüyor. İnsanların değişimden korkmalarını anlıyorum elbette ama korkunun kendini sadece düzeysizlikle ifade edebilmesini yadırgıyorum. Ulus devlet sadece bizim sorunumuz değil, dünyanın sorunu ve işin acıklı yanı da bu değişimi ne önlemeye ne hızlandırmaya bizim gücümüzün yetmeyecek olması. Ama Kazım Nemelazım’lar bizim kendi sorunumuz. Ne yapacağız biz toplumun her kesiminde rastlanan bu Kazım Beylerle? Kazım Bey “sorunsalımızı” nasıl çözeceğiz. Kazım Bey meselesini çözmenin ulus devlet meselesini çözmekten de zor olduğunu düşünüyorum doğrusunu isterseniz. Fikirlerin oluşmasına izin verilmeyen bir ülkede fikir tartışmasının “Kazım Bey sorunsalına” çarpmadan nasıl sürdürülebileceğini bilen biri var mı aranızda? 22 Ağustos 2005, Pazartesi Ahmet Altan. |
genau!
...und mit der selben logik könnte man die frage, warum wir schlafen, einfach und genial beantworten: na klar, weil das sandmännchen uns sand in die augen streut!
du bist soo unendlich weise :) |
alipi kızın coook sexiymiş dogru mu?
gecen birisi görmüş uzuuuuun uzun ballandıra banlandıra anlatıyordmus.gunlerce ahh cekip ceşitli planlar kurdugunu söyleyenler var...
|
demek sabahlari gözlerimiz
deki capaklar kuruyan kumcuklar. :)
|
Alle Zeitangaben in WEZ +2. Es ist jetzt 15:07 Uhr. |