Vaybee! Forum

Vaybee! Forum (http://localhost/forum/index.php)
-   Gesellschaft & Soziales (http://localhost/forum/forumdisplay.php?f=398)
-   -   News & Politik (http://localhost/forum/showthread.php?t=4275)

02.03.2007 01:17

Eine SUPER-KonstrukTivE AnTwoRT! *lach*
 
*Redest doch nur im kreise rum*

Ok, versuchen wir alle deine Aussagen mal konstruktiv zu bewerten. ;) Stimmt, ich brauche keinen weiteren Text mehr posten, da ich mit Texten nichts verändern kann und außerdem unnötig meine Zeit hier verschwende. Von daher hast du völlig recht, ich drehe mich im Kreis.
Zaten Agzi olan konusuyor, bei so vielen Menschen wäre es gar nicht so schlecht, wenn einige nicht so viel reden, sondern handeln.


*machst das schlecht welches
du selber in der brd jeden tag selbst erlebt
aber in der türkei ist das schlimm ???*

Stimmt Mann, ich fühle mich in Deutschland miserabel, deshalb versuche ich die Türkei fertigzumachen????! *super_lach* Yoooh Kollege, diese Kartoffeln wollen mich zur Arbeit zwingen und mein Anspruch auf Hartz4 streichen. Wo leben wir eigentlich? Das verstößt gegen die Menschenrechtskonventionen, ich werde dieses undemokratisches Deutschland vors EuropäischenGerichtshof bringen. Da haben, in der Türkei lebenden Türken, es viel besser, sie haben keine Scheiße wie Sozialhilfe, Hartz4 oder ähnliches und niemand kann sie zu Arbeit zwingen. Ist das nicht geil?!;) Deshalb brauchen die auch keine 1Euro-Jobs und unendlich viele Formulare ausfüllen. *lach*
Yoooh Mann, in der Türkei ist auch das Gesundheitswesen viel liberaler und besser, man bezahlt sein Geld und wird sofort behandelt. In Deutschland muss man etliche Stunden in Wartezimmer verbringen, bis man dann dran kommt. Eigentlich ist auch das Bildungssystem der Türkei viel besser als in Deutschland und PISA/IGLO sind bestimmt von den Europäern manipuliert worden. Vielleicht sollten wir zurückkehren und von den vielen Vorteilen der Türkei profitieren.;) Ach, da fällt mir der Fall Kurnaz ein, die Türkei hätte bestimmt NICHT einen ursprünglich in der Türkei lebenden Deutschen in Guantanamo zurückgelassen. Die Türkei und die Türken sind halt in vielen Punkten den Europäern weit überlegen. *lach*


*Wenn dann bitte überall schlecht ... !!!!*

Es stimmt jedes Land hat seine Probleme mit der Demokratie und es gibt keine perfekte Demokratie. Nirgends wird man ein System finden, in der Menschen involviert sind, die optimal funktioniert. Es gibt halt einen kleinen Unterschied zwischen *Weniger Schlecht* *Schlecht* und *Sehr Schlecht*. Aber diese kleine Nuancen sind für die Türkei und den Türken eher unerheblich. Wieso versuchen wir eigentlich ein EU-Mitgliedsstaat zu werden? Wieso versuchen die Kopenhagener Kriterien zu erfüllen? Du hast wieder Recht, Europa ist einfach zu schlecht, vielleicht sollten uns mit unseren arabischen Nachbarn zu wenden und versuchen ihre Lebensstandard zu erreichen. *lach* Dort brauchen wir wenigstens keine unnötigen Kriterien erfüllen.

*Ob Özal wann u wo mit wem verhandelt hat ... geht am thema vorbei !!!*

Stimmt, mal abgesehen davon, waren die Anti-TerrorGesetze unter der Administration von Özal für die Türkei lebensnotwendig. Vielleicht sollte man AntiTerrorgesetze in das UN-Charta mit einbeziehen, jedes Land sollte das Recht auf Anti-Terrorgesetze haben?! *lach*


*Schön was azis nesen mal sagte ;-)
Aber das wusste Cesar auch schon :P, lange vorher*

Yooh mann, erinnerst du nicht an die Hexenjagd? Mehrere Tausend Menschen haben sich in Sivas gesammelt um Aziz Nesin, wie die Hexenjagden im Mittelalter, zu verbrennen! In der Türkei sammeln sich viele tausende Menschen nach dem Gebet mit der festen Absicht Aziz Nesin zu töten. Nun ja, sie konnten nur 37 Menschen töten. Aziz Nesin konnte nur durch ein Zufall überleben.


*70% der Bevökerung ist immer dumm, egal in welchem LAND OKKKKEYYYYYYYYYYY.*

Yoooh mann, du solltest mit solchen Sätzen vorsichtig sein, ein Türke könnte sich beleidigt fühlen und dich deswegen verklagen und schon kassierst du 6 Monate Gefängnisstrafe, wegen Beleidigung des Türkentums.

*Deshalb funzt ja die Demokratie auch NICHT !!!*

Oh, wie recht du hast mann, deshalb brauchen wir unbedingt eine Diktatur oder eine Aristokratie oder eine Theokratie oder eine Monarchie oder eine Oligarchie. *lach* So geht es den Menschen besser, sie brauchen dann nicht mehr wählen gehen und können gemütlich Fernsehen schauen und verpassen dann wenigstens nicht ihre Lieblingssendung. *lach*


*Was bist du eigentlich ... ein kleiner türken-hasser und sonst nichts ..
unsachliches zeug du von dir geben magst sont nichts ...*

ich nichts türkenhasser, Kollege, ich Freund sein. Ich nur versuchen helfen, du mich verstehen Kollege ? *lach*

*was suchst du denn hier überhaupt ?*

Du hast Recht, ich habe in diesem Forum nichts verloren. Ihr solltet eure megakonstruktive Meinungen, Ideen, Vorschläge, Lösungen etc. posten und ehrlich gesagt möchte ich euch dabei nicht sonderlich stören, denn im Endeffekt werden eure Gedanken die Türkei zu einem besseren Land machen. ;)

02.03.2007 02:50

senin gibilerini cok duyduk..
 
yazmayacagim deyip iki saat sonra yine buraya girenelr..bakalim sen ne kadar sözünde durabileceksin

02.03.2007 10:57

Sinsi ve düşmanca bir kampanya
 
Avrupa"da Türkçe yayın yapan bazı gazeteler Türkiye kökenli göçmenler arasında Alman halkına yönelik önyargıları artıracak gerici bir kampanya sürdürüyor
Avrupa"da yayın yapan Hürriyet ve Sabah gazeteleri son haftalarda Almanya"da yaşayan Türkiye kökenli göçmenler arasında, Alman halkına karşı önyargıları körüklemek için adete birbirleriyle yarışıyor.
Uzun bir süredir Türkiye kökenli göçmenlerin Türkiye"de genel seçimlerde oy kullanması doğrultusunda ısrarlı yayın yapan, olur olmaz bütün açıklamaları ve gelişmeleri buna endeksleyen Hürriyet, CHP"li Onur Öymen"in ağzından "Almanya ırkçılık yapıyor" manşeti attı.
Son yıllarda açıktan milliyetçi bir çizgiyi savunan CHP"nin önemli simalarından olan Öymen, TBMM Uyum Komisyonu üyeleriyle birlikte Berlin"de düzenlediği basın toplantısında, "Almanya"da Türk düşmanlığının arttığını ileri sürdükten sonra Almanya"nın ırkçılık yaptığını" söyledi.
Uzun yıllar Almanya"da büyükelçilik yapan Öymen, Türkiye kökenli göçmenleri içe kapatmak üzere izlenen siyasetin bir parçası oldu. Bugün de geçmişte diplomat olarak yaptığını ya da yapamadığını siyasetçi olarak hayata geçiriyor.
Öymen, "Almanya"nın ırkçılığı"nı şöyle gerekçelendiriyor: "Alman okullarında Türkçe yasaklanıyor. PKK yandaşlarına vatandaşlık veriliyor, Türklere oy hakkı verilmiyor. Bunun adı düpedüz ırkçılıktır."
Sadece "ırk esası" mı?
Alman İdare Mahkemesi"nin geçen hafta, barışçıl bir şekilde tepkisini gösteren PKK sempatizanlarına Alman vatandaşlığı verilebileceği kararını içine sindiremeyen Öymen"in "vatan-millet" söylemi üzerinden Almanya gibi bir ülkeyi milyonlarca Türkiye kökenli göçmenin gözünde "ırkçı" olarak nitelemesi ne diplomatik üsluba uygun düşüyor ne de gerçeği ifade ediyor.
Almanya"nın Türkiye kökenlilerin de aralarında bulunduğu değişik uluslardan göçmenlere yönelik haksız, ayrımcı politikalar izlediğinin elbette söylenmesi gerekiyor, ancak bunun tek başına Türklere yönelik olduğunu söyleyip "ırk esasına" bağlamak, Türkiye kökenli göçmenler arasında, içinde bulundukları topluma karşı önyargıları körükleme amacı güdüyor.
Bu amacını her vesileyle güncelleştiren Hürriyet ise bilinçli olarak, söyleneni manşete çıkarmış, mesajın hedefe ulaşmasını sağlamıştır.

Ya sizin yaptığınız...
Almanya"yı izlediği haksız politikalardan dolayı "ırkçı" ilan edenler bir de dönüp kendilerine baksalar hiç de fena olmaz. Milyonlarca insanın ulusal kimliği, kültürü ve dili yok sayılarak yürütülen siyaseti nasıl tanımlamak gerekiyor... Hatta insanların salt ait oldukları etnik kökenden dolayı öldürülmesine ne demeli...

Sabah"ın yaptığına bakın!
Peki aynı gün Sabah Gazetesi"nin yaptığına ne demeli? Federal İçişleri Bakanlığı"nın hazırladığı 400 sayfalık Yabancılar Yasası"nı sertleştirme önerisi bütün gazetelerde yer aldı. Taslakta "Uyum için tehlikeli yabancılar sınırdışı edilecek" diye bir madde bulunuyor. Bu maddenin ne olduğu, ne anlama geldiği tartışılıyor. Bir internet sitesi bu maddeyi tamamen ironik bir şekilde "Küfreden Türkler sınırdışı edilecek" diyerek başlığa çıkardı.
Sabah gazetesi editörleri ironiyi anlamazlığa vurarak, dün "Alman işi 301 geliyor" manşeti attılar ve altına da "Küfreden Türkler sınırdışı edilecek" diye yazdılar.
Kışkırtıcı ve dedikoducu üslubuyla bilinen eski Hürriyet yeni Sabah "Editörü" Ali Gülen, buradan yola çıkarak işi Türkiye"deki 301. Madde"ye karşı çıkan Türkiye kökenli milletvekillerini eleştirmeye kadar götürdü.
Geçen hafta sonunda Ankara"da yapılan toplantıda Türkiye kökenli milletvekillerinin hükümetten 301. Madde"yi kaldırmasını talep ettiklerini hatırlatan Gülen"in yazısı şöyle sürüyor: "Türkiye"de 301"e kaldırın diye bağıran milletvekilleri şimdi bir Alman"a hakaret eden Türk"ü sınırdışı etmeye hazırlanıyor."
Kimmiş o vekil? Kaldı ki, bir çok Türkiye kökenli milletvekili Yabancılar Yasası"nın sertleştirilmesine karşı açıklamada bulundu.
Gülen hızını alamıyor, 301. Madde"yi savunuyor, "Alman"a hakaret eden Türk sınırdışı edilecek" diye bir şey olmadığı gibi bunu varmış gibi göstererek, "301"in kaldırılmasını isteyenlerin benzer yasaların kendi ülkelerinde olup olmadığına bakması gerekiyor" diyor.
Gerici olduğu kadar ayrımcı olan Yabancılar Yasası"nın sertleştirilmesi planının savunulacak hiç bir tarafı yok. Ancak bu sertleştirmenin sadece Türkleri ilgilendirdiğini manşete çıkaracak kadar çığırdan çıkmak "dar kafalılıkla" değil, asıl olarak "kafatasçılık"la ilgili.

Bunun adı "ırkçılık yarışı"
Ticari açıdan birbiriyle rekabet içerisinde olan Doğan ve Ciner gruplarının iki büyük gazetesi, Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkiye kökenli göçmenler arasında yerli topluma karşı önyargıların artırılmasının da yarışı içerisinde. Kimin daha fazla "Türklerin sesi" olacağı üzerinden sürdürülen bu ırkçı yarışın varacağı noktanın sınırlarını bugünden kestirmek zor. Ama, emekçilerin bu türden ırkçı ve milliyetçi anlayışlara tavır alarak, aynı kaderi paylaştıkları Alman emekçileriyle dostluk içerisinde yaşamaya devam etmesi bunlara da verilebilecek en anlamlı yanıt olacaktır.

Yücel Özdemir - Evrensel

02.03.2007 10:57

Sinsi ve düşmanca bir kampanya
 
Avrupa"da Türkçe yayın yapan bazı gazeteler Türkiye kökenli göçmenler arasında Alman halkına yönelik önyargıları artıracak gerici bir kampanya sürdürüyor
Avrupa"da yayın yapan Hürriyet ve Sabah gazeteleri son haftalarda Almanya"da yaşayan Türkiye kökenli göçmenler arasında, Alman halkına karşı önyargıları körüklemek için adete birbirleriyle yarışıyor.
Uzun bir süredir Türkiye kökenli göçmenlerin Türkiye"de genel seçimlerde oy kullanması doğrultusunda ısrarlı yayın yapan, olur olmaz bütün açıklamaları ve gelişmeleri buna endeksleyen Hürriyet, CHP"li Onur Öymen"in ağzından "Almanya ırkçılık yapıyor" manşeti attı.
Son yıllarda açıktan milliyetçi bir çizgiyi savunan CHP"nin önemli simalarından olan Öymen, TBMM Uyum Komisyonu üyeleriyle birlikte Berlin"de düzenlediği basın toplantısında, "Almanya"da Türk düşmanlığının arttığını ileri sürdükten sonra Almanya"nın ırkçılık yaptığını" söyledi.
Uzun yıllar Almanya"da büyükelçilik yapan Öymen, Türkiye kökenli göçmenleri içe kapatmak üzere izlenen siyasetin bir parçası oldu. Bugün de geçmişte diplomat olarak yaptığını ya da yapamadığını siyasetçi olarak hayata geçiriyor.
Öymen, "Almanya"nın ırkçılığı"nı şöyle gerekçelendiriyor: "Alman okullarında Türkçe yasaklanıyor. PKK yandaşlarına vatandaşlık veriliyor, Türklere oy hakkı verilmiyor. Bunun adı düpedüz ırkçılıktır."
Sadece "ırk esası" mı?
Alman İdare Mahkemesi"nin geçen hafta, barışçıl bir şekilde tepkisini gösteren PKK sempatizanlarına Alman vatandaşlığı verilebileceği kararını içine sindiremeyen Öymen"in "vatan-millet" söylemi üzerinden Almanya gibi bir ülkeyi milyonlarca Türkiye kökenli göçmenin gözünde "ırkçı" olarak nitelemesi ne diplomatik üsluba uygun düşüyor ne de gerçeği ifade ediyor.
Almanya"nın Türkiye kökenlilerin de aralarında bulunduğu değişik uluslardan göçmenlere yönelik haksız, ayrımcı politikalar izlediğinin elbette söylenmesi gerekiyor, ancak bunun tek başına Türklere yönelik olduğunu söyleyip "ırk esasına" bağlamak, Türkiye kökenli göçmenler arasında, içinde bulundukları topluma karşı önyargıları körükleme amacı güdüyor.
Bu amacını her vesileyle güncelleştiren Hürriyet ise bilinçli olarak, söyleneni manşete çıkarmış, mesajın hedefe ulaşmasını sağlamıştır.

Ya sizin yaptığınız...
Almanya"yı izlediği haksız politikalardan dolayı "ırkçı" ilan edenler bir de dönüp kendilerine baksalar hiç de fena olmaz. Milyonlarca insanın ulusal kimliği, kültürü ve dili yok sayılarak yürütülen siyaseti nasıl tanımlamak gerekiyor... Hatta insanların salt ait oldukları etnik kökenden dolayı öldürülmesine ne demeli...

Sabah"ın yaptığına bakın!
Peki aynı gün Sabah Gazetesi"nin yaptığına ne demeli? Federal İçişleri Bakanlığı"nın hazırladığı 400 sayfalık Yabancılar Yasası"nı sertleştirme önerisi bütün gazetelerde yer aldı. Taslakta "Uyum için tehlikeli yabancılar sınırdışı edilecek" diye bir madde bulunuyor. Bu maddenin ne olduğu, ne anlama geldiği tartışılıyor. Bir internet sitesi bu maddeyi tamamen ironik bir şekilde "Küfreden Türkler sınırdışı edilecek" diyerek başlığa çıkardı.
Sabah gazetesi editörleri ironiyi anlamazlığa vurarak, dün "Alman işi 301 geliyor" manşeti attılar ve altına da "Küfreden Türkler sınırdışı edilecek" diye yazdılar.
Kışkırtıcı ve dedikoducu üslubuyla bilinen eski Hürriyet yeni Sabah "Editörü" Ali Gülen, buradan yola çıkarak işi Türkiye"deki 301. Madde"ye karşı çıkan Türkiye kökenli milletvekillerini eleştirmeye kadar götürdü.
Geçen hafta sonunda Ankara"da yapılan toplantıda Türkiye kökenli milletvekillerinin hükümetten 301. Madde"yi kaldırmasını talep ettiklerini hatırlatan Gülen"in yazısı şöyle sürüyor: "Türkiye"de 301"e kaldırın diye bağıran milletvekilleri şimdi bir Alman"a hakaret eden Türk"ü sınırdışı etmeye hazırlanıyor."
Kimmiş o vekil? Kaldı ki, bir çok Türkiye kökenli milletvekili Yabancılar Yasası"nın sertleştirilmesine karşı açıklamada bulundu.
Gülen hızını alamıyor, 301. Madde"yi savunuyor, "Alman"a hakaret eden Türk sınırdışı edilecek" diye bir şey olmadığı gibi bunu varmış gibi göstererek, "301"in kaldırılmasını isteyenlerin benzer yasaların kendi ülkelerinde olup olmadığına bakması gerekiyor" diyor.
Gerici olduğu kadar ayrımcı olan Yabancılar Yasası"nın sertleştirilmesi planının savunulacak hiç bir tarafı yok. Ancak bu sertleştirmenin sadece Türkleri ilgilendirdiğini manşete çıkaracak kadar çığırdan çıkmak "dar kafalılıkla" değil, asıl olarak "kafatasçılık"la ilgili.

Bunun adı "ırkçılık yarışı"
Ticari açıdan birbiriyle rekabet içerisinde olan Doğan ve Ciner gruplarının iki büyük gazetesi, Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkiye kökenli göçmenler arasında yerli topluma karşı önyargıların artırılmasının da yarışı içerisinde. Kimin daha fazla "Türklerin sesi" olacağı üzerinden sürdürülen bu ırkçı yarışın varacağı noktanın sınırlarını bugünden kestirmek zor. Ama, emekçilerin bu türden ırkçı ve milliyetçi anlayışlara tavır alarak, aynı kaderi paylaştıkları Alman emekçileriyle dostluk içerisinde yaşamaya devam etmesi bunlara da verilebilecek en anlamlı yanıt olacaktır.

Yücel Özdemir - Evrensel

02.03.2007 10:57

Sinsi ve düşmanca bir kampanya
 
Avrupa"da Türkçe yayın yapan bazı gazeteler Türkiye kökenli göçmenler arasında Alman halkına yönelik önyargıları artıracak gerici bir kampanya sürdürüyor
Avrupa"da yayın yapan Hürriyet ve Sabah gazeteleri son haftalarda Almanya"da yaşayan Türkiye kökenli göçmenler arasında, Alman halkına karşı önyargıları körüklemek için adete birbirleriyle yarışıyor.
Uzun bir süredir Türkiye kökenli göçmenlerin Türkiye"de genel seçimlerde oy kullanması doğrultusunda ısrarlı yayın yapan, olur olmaz bütün açıklamaları ve gelişmeleri buna endeksleyen Hürriyet, CHP"li Onur Öymen"in ağzından "Almanya ırkçılık yapıyor" manşeti attı.
Son yıllarda açıktan milliyetçi bir çizgiyi savunan CHP"nin önemli simalarından olan Öymen, TBMM Uyum Komisyonu üyeleriyle birlikte Berlin"de düzenlediği basın toplantısında, "Almanya"da Türk düşmanlığının arttığını ileri sürdükten sonra Almanya"nın ırkçılık yaptığını" söyledi.
Uzun yıllar Almanya"da büyükelçilik yapan Öymen, Türkiye kökenli göçmenleri içe kapatmak üzere izlenen siyasetin bir parçası oldu. Bugün de geçmişte diplomat olarak yaptığını ya da yapamadığını siyasetçi olarak hayata geçiriyor.
Öymen, "Almanya"nın ırkçılığı"nı şöyle gerekçelendiriyor: "Alman okullarında Türkçe yasaklanıyor. PKK yandaşlarına vatandaşlık veriliyor, Türklere oy hakkı verilmiyor. Bunun adı düpedüz ırkçılıktır."
Sadece "ırk esası" mı?
Alman İdare Mahkemesi"nin geçen hafta, barışçıl bir şekilde tepkisini gösteren PKK sempatizanlarına Alman vatandaşlığı verilebileceği kararını içine sindiremeyen Öymen"in "vatan-millet" söylemi üzerinden Almanya gibi bir ülkeyi milyonlarca Türkiye kökenli göçmenin gözünde "ırkçı" olarak nitelemesi ne diplomatik üsluba uygun düşüyor ne de gerçeği ifade ediyor.
Almanya"nın Türkiye kökenlilerin de aralarında bulunduğu değişik uluslardan göçmenlere yönelik haksız, ayrımcı politikalar izlediğinin elbette söylenmesi gerekiyor, ancak bunun tek başına Türklere yönelik olduğunu söyleyip "ırk esasına" bağlamak, Türkiye kökenli göçmenler arasında, içinde bulundukları topluma karşı önyargıları körükleme amacı güdüyor.
Bu amacını her vesileyle güncelleştiren Hürriyet ise bilinçli olarak, söyleneni manşete çıkarmış, mesajın hedefe ulaşmasını sağlamıştır.

Ya sizin yaptığınız...
Almanya"yı izlediği haksız politikalardan dolayı "ırkçı" ilan edenler bir de dönüp kendilerine baksalar hiç de fena olmaz. Milyonlarca insanın ulusal kimliği, kültürü ve dili yok sayılarak yürütülen siyaseti nasıl tanımlamak gerekiyor... Hatta insanların salt ait oldukları etnik kökenden dolayı öldürülmesine ne demeli...

Sabah"ın yaptığına bakın!
Peki aynı gün Sabah Gazetesi"nin yaptığına ne demeli? Federal İçişleri Bakanlığı"nın hazırladığı 400 sayfalık Yabancılar Yasası"nı sertleştirme önerisi bütün gazetelerde yer aldı. Taslakta "Uyum için tehlikeli yabancılar sınırdışı edilecek" diye bir madde bulunuyor. Bu maddenin ne olduğu, ne anlama geldiği tartışılıyor. Bir internet sitesi bu maddeyi tamamen ironik bir şekilde "Küfreden Türkler sınırdışı edilecek" diyerek başlığa çıkardı.
Sabah gazetesi editörleri ironiyi anlamazlığa vurarak, dün "Alman işi 301 geliyor" manşeti attılar ve altına da "Küfreden Türkler sınırdışı edilecek" diye yazdılar.
Kışkırtıcı ve dedikoducu üslubuyla bilinen eski Hürriyet yeni Sabah "Editörü" Ali Gülen, buradan yola çıkarak işi Türkiye"deki 301. Madde"ye karşı çıkan Türkiye kökenli milletvekillerini eleştirmeye kadar götürdü.
Geçen hafta sonunda Ankara"da yapılan toplantıda Türkiye kökenli milletvekillerinin hükümetten 301. Madde"yi kaldırmasını talep ettiklerini hatırlatan Gülen"in yazısı şöyle sürüyor: "Türkiye"de 301"e kaldırın diye bağıran milletvekilleri şimdi bir Alman"a hakaret eden Türk"ü sınırdışı etmeye hazırlanıyor."
Kimmiş o vekil? Kaldı ki, bir çok Türkiye kökenli milletvekili Yabancılar Yasası"nın sertleştirilmesine karşı açıklamada bulundu.
Gülen hızını alamıyor, 301. Madde"yi savunuyor, "Alman"a hakaret eden Türk sınırdışı edilecek" diye bir şey olmadığı gibi bunu varmış gibi göstererek, "301"in kaldırılmasını isteyenlerin benzer yasaların kendi ülkelerinde olup olmadığına bakması gerekiyor" diyor.
Gerici olduğu kadar ayrımcı olan Yabancılar Yasası"nın sertleştirilmesi planının savunulacak hiç bir tarafı yok. Ancak bu sertleştirmenin sadece Türkleri ilgilendirdiğini manşete çıkaracak kadar çığırdan çıkmak "dar kafalılıkla" değil, asıl olarak "kafatasçılık"la ilgili.

Bunun adı "ırkçılık yarışı"
Ticari açıdan birbiriyle rekabet içerisinde olan Doğan ve Ciner gruplarının iki büyük gazetesi, Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkiye kökenli göçmenler arasında yerli topluma karşı önyargıların artırılmasının da yarışı içerisinde. Kimin daha fazla "Türklerin sesi" olacağı üzerinden sürdürülen bu ırkçı yarışın varacağı noktanın sınırlarını bugünden kestirmek zor. Ama, emekçilerin bu türden ırkçı ve milliyetçi anlayışlara tavır alarak, aynı kaderi paylaştıkları Alman emekçileriyle dostluk içerisinde yaşamaya devam etmesi bunlara da verilebilecek en anlamlı yanıt olacaktır.

Yücel Özdemir - Evrensel

halitpasa75 03.03.2007 14:52

o.T.
 
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak demek ki böyle bir sey.

Cehaletin sonucu da seviyesizlik oldugunu da ögrendik bu arada.

Seviyesizliginle seni yanliz birakacagim.

Sadece su kadar.

Rahmetli Dursun Akcam gibi bir saygin insanin oglu olan Taner Akcam"a ne Karslilar, ne Ardahanlilar ne de Akcam ailesi sahip cikmaktadir.

Taner Akcam"a sahip cikmak sana yakisir.

halitpasa75 03.03.2007 15:05

o.T.
 
Acaba resmi rakamlar ne söylüyor.

Almanya"da irkci saldirilar artti ve son 6 yilin en yüksek seviyesine cikmistir.

Demek ki Evrensel gazetesi Sayin Onur Öymen"e saldiracagina ilk önce arastirsin.
Ayrica Atatürk Milliyetciligine saldirmak artik kötü bir aliskanlik haline gelmis.

03.03.2007 16:30

buyur ben vereyim cevabini
 
Taner Akçam Osmanlıca bilmez… Bu nedenle Ermeni davasının farklı bir gözden incelemesi amacıyla işsiz bir şekilde ortalıkta dolaşırken kendisine iş buldum, hem de Amerika’da… Osmanlıca’yı da öğrenmesi için çok çalıştım ama olmadı.Her şeye rağmen ondan çok memnunum, çünkü dediklerimi harfiyen yapıyor. Daha da önemlisi hiç itiraz etmiyor, beni ve savunduğum fikirleri sorgulamıyor. Bu nedenle kendisine ilgilendiğimiz konu ile ilgili dokümanlar verdim. Oldukça “sığ” olarak nitelendirdiğim bilgilerini kaleme dökmekte zorlandığı için yazılarında kendisine yardımcı oldum.
Hatta bazı zamanlar oldu ki, bazı konferanslarda kullanmadığım tebliğ metinlerinin altında yer alan ‘Prof.Dr.Vahakn Dadrian’ imzasını çıkararak “Taner Akçam” imzasıyla yayınlatılmasını sağladım.
Yazılanların objektif olarak algılanması açısından bu gerekliydi, sonuçta o, düşündüklerimizi insanlara aktarmamız için özveri ile çalışıyordu…”

----------------------------------

yani biz söylüyorduk o bize usaklik yapiyordu diyor spn cümlesinde..ayni orhan pamuk gibi..it itin kuyruguna basmazmis zaten..
yukaridaki sözleri kim söyledi diye merak ediyorsan:kanadada bulunan zoryan-ermeni arastirmalari enstitüsünün kurucusu olan prof.dr.vahakn dadrian..ya herif yazi yazmaktan acizmis sen cikip neler anlatiyorsun

03.03.2007 18:06

Irma "ya Mektup ( Orhancigim Okusun )
 
Sevgili Irma,

Birkac hafta once bahar aski icin aldigim ilk yaz ciceklerini dikip, suladiktan sonra; gozlerinin icine bakarak sever oldum hepsini. Menekse sulalesinden birkac cicek ile beyaz sardunyalar evimizin yeni konuklari. Baharin ilk gunlerinde gunes ve mavi gokyuzu arasinda bir yerdeyiz yine...Sardunyalari ve menekseleri acik camin onune tasidim ogleden sonra. Baharin tazeleginden nasiplerini alsinlar diye....Aksam alacasina dogru birer birer yapraklarini oksayip, yerlerine kaldirdigimda hepsini; kendimi bir siiri mirildanir buldum nereden geldigine sasirarak.

Dincer Sumer"in "Sandalim Kiyiya Bagli" adli siir kitabini eski bir aliskanlikla tarihledigim gunden bu gune dek 13 yil gecmis. 5 Mart 1984 diyor ilk sayfada. Altini cizdigim misralardan biri 13 yil aradan sonra sayfalardan suzulerek dilime gelmis mirildaniyorum:

"ve cocuklarimiz,
en onemlisi cocuklar,
alinlarinda ve kalplerinde sicacik Ege gunesi
ozgur ve ask ile yasamalilar."

23 Nisan"in Ulusal Egemenlik ve Cocuk Bayrami olusunun da etkisiyle cocuklari mirildaniyorum. Donup geldigim nokta:

"ve cocuklarimiz,
en onemlisi cocuklar,"

Biliyor musun Sevgili Irma, ben seni aslinda hic tanimadim. Oysa ki, aksam alacasinda yerlerine kaldirdigim ciceklere mirildandigim siirden, bu ana gelinceye degin gecen zamanda yavas yavas inen gecenin siyah ve tanidik yuzune bakmaya basladigimi farkettigimde aklima gelen senin o kocaman kara gozlerin. Hani ortasinda evrenlerin milyonlarca yillik isigini barindiran kapkara gozlerin. Ufak tefekligine oldukca yakisan, gozlerin gibi kapkara saclarin ve kaslarin... nedense senin en buyuk ozelligindi benim icin.

Kurtulus semtindeki eski bir dostun, Siralpi"nin -her nasilsa adinin Serap olarak anilmasini isterdi- , kaslari ve gozleri gibi tanidiktin sen.

Ermeni Dostlarimi nice zaman sonra belirgin kas ve gozlerinden ayirt etmeyi ogrendigimde sen yoktun artik. Oysa, Folklor Gosterileri"nde coskulu bir bicimde kostumlerimizi giyip, davul zurna ile gozlerimiz dolup tasarak cektigimiz halaylarda sen vardin, herseyin icinde, en derininde, bizimle birlikte cok ozel duygulari yasarken sen vardin. Bir Turk gibi duyumsarken herseyi, kostumlerin icinde dolu dolu gulumsediginde sen, vardin. Ender bir gercektin, gipta edilen bir varliktin. Ben ise; seni uzaktan sadece duyar, sicakligina, dostluguna hayranlikla severdim seni.

Citir citir tazelik kokan ekmegimizi bolusecek iken, tam da baslayacak iken sevmeyi ogrenmeyi senin yureginle, kapini calacak iken ansizin, birgun ayni memleketin, ayni suyun, ayni meyvanin tanigi olarak tam da baslayacak iken paylasmaya ansizin ciktin yolculuguna geri donmemecesine. Geride bir kucuk saksi menekseyi birakarak.

Baskalarinin Ermeni Sonya kizi Irma olarak tanidiklari sen, bizler icin hicbir zaman "Ermeni" olmadin. Sen Irma idin bizlere, sadece Irma.......milliyetlerin, sekillerin, kaliplarin ustunde insan...sevgili....dost...arkadas ....

Seni hic gormeden sevmenin ve sadakatin sembolu olan menekseni her suladigimda aklimda ve yuregimde seni yasama dondurdum. Her buyuyen yaprakta seni de buyuttum gozumde, her cicek acisinda kocaman gulumseyen resimlerin vardi. Bordo kapli sozlugun senden kucuk bir ani olarak hala ellerimizin arasinda! Gunde kac kez dokunuyoruz sana, sicak yuregine dostlugumuzu iletiyoruz acaba bilir misin ki?

Biliyorsun elbet!, tek bilemedigin sen cekip gidince ansizin Irmasiz kalan Turk canlarin, dostlarin, ince ve narin bedenini tanirken soguk duvarlarin ardinda olumun acisiydi yuzlerine yapisan ve oylece kalan....O acili yuzleri tasiyorum gozlerimde... ve... annenin kanayan gozlerini....bilemedigin, hesaplayamadigin yillar yili aciyan yurekler...Iste ne denli aci da olsa dostlugunun kutsal anisina yazmaliyim.

Bugun yazmaliyim Irma ve ozellikle sana yazmaliyim. Ulusal Egemenlikleri ve Cocuk Bayramlarini kutlayamacagiz birlikte. Annen, Irmasiz gecen hem de asir gibi gecen yillarda cocuk bayramlarini kutlayamayacak, her bayramda biricik cocugunu kutlulayamayacak o!

"ve cocuklarimiz,
en onemlisi cocuklar,
alinlarinda ve kalplerinde sicacik Ege gunesi
ozgur ve ask ile yasamalilar."

diyemeyecegim sana; senin cocuklarin olmayacak, onlarin Turk Teyze"leri olamayacagim. Cocuklarimin gelecekteki Irma Teyze"leri de olmayacak. 24 Nisan"in Sozde Ermeni Soykirimi olmasini istedikleri gunu birlikte lanetleyemeyecegiz. Oysa bugun ben, seninle konusmaliyim. Anlatacaklarimi bir avuc gozu donmus kisinin tezlerine karsi olan tezleri sana soylemeliyim. Cunku hic tanimadigim dostumun inanci, gozu donmuslerin varliklarindan bile onemli benim icin. Cunku biz, Ulusal Egemenlik ve Cocuk Bayramlari"nda cocuklarimiza yalniz kendi gerceklerimizi degil, diger insanlarin da gerceklerini ogrenmelerini, arastirmalarini, hos gormelerini, terbiyesiz ve sahte dostlarin, sahte baris ellerinin varliklarinin bile onemsizliklerini, her zaman adil ve vakur yururken camurlardan siyrilabilmeyi de ogretmeliyiz.

Buyuyup, gelisen meneksene baska ciceklerin dunyalarindan haberler goturmeliyim. Her sulayisimda buyuyen senin dogmayacak cocuklarina, kendi dogacak cocuklarimdan baris ve kardeslikten ve en onemlisi senin, benim, bizim gerceklerimizden baska hicbirsey vermemeliyim. "Ermeni Gozuyle" adi altinda ortaya sunulan dunyaya karsilik "Turk Gozuyle" dunyasini sunmaliyim, yargiyi, inanclari, kisilerin ozgur benliklerine birakmaliyim ki senin herseye ragmen ve hersey icin insan ve dost olma secimin gibi ozgur kilinmis menekseler yine ozgur kilinmis sardunyalari tanisinlar.

Insanlarin birbirlerini yok etmesinin hic bir kulture ve ahlak normuna sigmadigi gercegini bir de bizlerin cektigi acilarla, 24 Nisanlarin utancini vurgulayarak dondurelim madalyonun diger yuzunu.

Asagida Turk Gozuyle cizdigim cercevede acilarimizi aktaracagim sana:
Sevgili Irma;

Ikinci mektubu madalyonun diger yuzunu cevirip bir de "Turk Gozuyle" bakabilmek icin yaziyorum.
Dilim bile varmiyor "sizin" "bizim" gibi sahiplenmelerle yasananlari siniflandirmaya, onun
yerine daha genel tanimlamalara basvuruyorum. Cunku sen ve ben yani biz ve bizim gibi herseyin
ustunde dost olabilmis, dost kalabilmis toplumlara en buyuk haksizlik, onlari siniflandirmaya
calismak diye dusunuyorum. Cunku evrensel guzelliklerin ve degerlerin yanlis ya da kotuye
kullanilmis olmasinin da en az insanlarin birbirlerini yok etmesi kadar kotu oldugunu dusunuyorum.
Ne kadar da kolay acitabiliyoruz birbirimizi. Kotu olani bir cirpida basariyoruz da, iyi ve guzel
olani basarmak icin asirlar bile yetmeyebiliyor. Iste yine belki asirlar yetmeyecek, ama o "Ege
gunesi altinda cocuklarimizin ozgur ve askla yasayabilmesi" icin herseye deger diyerek cikiyoruz
yola!

Paramparca yasanan acilar yerine bunlarin nedenlerini olusturan olaylara zaman icinde yolculuk
ederek sozu tarihe birakalim. Bugunlerin; ortaliga cok kolay sacilan kin ve nefretini, kotuluklerini
yok etmek icin baslangica uzanalim, yillar oncesine, en onceye...

Senin ve benim ya da benzer yuzbinlercesinin yasadigi, yasayacagi dostluklarin en saglam olabilmesi
icin herseyi yerli yerine koyalim birlikte. Dostlugu, sadakati, adaleti....

***

Osmanli Devletini asirlar boyunca egemen kilan en onemli noktalardan biri, Turk ve Musluman olmayan
milletlere, onlarin orf ve adetlerine, inanclarina karsi cikmadan adil bir bicimde onlari idare
etmeye calismasidir.

Diger dinler ve milletlerin dunyanin cesitli yerlerinde en temel haklarinin cignenmesi ya da
saldriya ugramasi nedeniyle oradan oraya dolastiklari tarihi bir gercektir. Ornegin; Yahudiler
1492"den sonra Ispanya"da barinamayarak Osmanli"ya siginmislar. Avrupa 1648 yillarina dek din
savaslari yasamis. Buna karsilik Osmanli egemenligindeki azinliklar huzur ve guven icinde
yasamislar. Bunun en can alici ornegi Fatih Sultan Mehmet"in 1461 yilinda Bursa"daki Ermeni ruhani
lideri Hovakimi Istanbul"a getirterek Rum Patrikhanesi yaninda bir de Ermeni Patrikhanesi
kurdurtmus olmasidir. Patrikhane, dini konular disinda, birey ve aile hukuku konularinda kendisine
bagli azinliklarin tek otoritesi idi.

Patrikhanenin olusmasi ve kalabalik bir Ermeni toplulugunun Istanbul"a yerlesmesinden sonra,
Istanbul zaman icinde Ermeniler"in yasam odagi haline gelerek 19. asirin baslarinda nufuslari
150.000"e ulasmis ve dunyadaki en kalabalik Ermeni toplumu meydana gelmistir. Bu gelismeye paralel
olarak kulturel ugrasilarini kendi dillerinde surdurmuslerdir.

7 Kasim 1864 yilinda cikarilan Teskilati Vilayat Reform"u ve Meclisi Vala"nin Surayi Devlet ve
Divani Ahkami Adliye adlariyla ikiye ayrilmisiyla gerceklesen yapilanma ile vilayet meclisleri ile
Surayi Devlet baglantilandirilarak her vilayetten belli uyelerin Surayi Devlete gelerek meclis
kararlarini bildirmeleri, Suranin onayina sunma hakkina kavusmalariyla Ermeniler nufuslarinin
yogunlugu olcusunde belli konularda soz sahibi olabilmislerdir. Divani Ahkami Adliye, temyiz ve
istinaf mahkemelerini iceriyor, medeni hukuka dair isler Ser"i mahkemelere kaliyor bunlar
seyhulislam"a bagli bulunuyor; Hiristiyanlarin medeni davalari ise kendi dini liderlerine
birakiliyordu. Burada onemli bir nokta, gayrimuslim tebaya karsi uygulanan bu reformlardan
Ermeniler"in de dogrudan etkilenmis olmasidir.

Osmanli"nin egemenligindeki gayrimuslim azinliklarin rahat ve huzur icinde yasadigini
ornekledigimiz yukaridaki gerceklere karsilik zaman zaman Batili devletlerin ihanetleri ve onlarin
kiskirtmasiyla azinliklarin da Osmanli"ya karsi tavir aldiklari bir gercektir. Batili devletlerin
tuzagina duserek bir piyon haline gelen bu azinliklarin icinde Ermeniler de yer almistir.

Osmanli"nin siyasi cokusunun hizlandigi bir donemde, Batinin Osmanli Devleti uzerindeki istahi ve
hesaplari bakimindan ortaya cikarilan Ermeni Meselesi, Osmanli Devleti icinde yasayan Ermeniler"in
sosyal, kulturel, ekonomik, idari ve siyasi statulerinden kaynaklanmayip tam aksine Batinin
ekonomik, siyasi, din ve kulturel cikarlari icin Ermeniler"in kurban edilmeleri nedeniyledir.

Ermeni Meselesinin ortaya cikisini hazirlayan sebeplerin basinda Rusya, Ingiltere, Fransa ve
Amerika"nin Osmanli Devleti"ne ve Ermenilere karsi izledikleri siyaset gelir. Soyle ki;

Ruslar Car I. Petro zamaninda Bogazlara, Balkanlar"a goz dikmis bu ulkeleri kendi yonetimi altina
almak istegiyle, bu ulkelerde yasayanlari Osmanli aleyhine kiskirtma yoluna giderek
Slav-Ortodokslar"in hamisi rolunu ustlenmis. 1806 Sirp Isyani, 1827 Yunan Isyani ve 1875-1876
Bosna-Hersek ve Bulgar, Sirp Isyanlarinin cikarilmasini saglamis, bunlarin yayilmasini
koruklemistir. Rusya"nin bu siyaseti zaman zaman Ingiltere ve Fransa"nin cikarlarina ters dustugu
icin basarili olamamis, bunun uzerine Rusya Osmanli"ya karsi harekete gecmeden once diger
devletlerle ortaklasma siyasetine gitmistir. Bati tarafindan bir piyon olarak kullanilan
azinliklarin oyuncaktan oteye gecemedikleri vaatlerinin yerine getirilmemesi ile gerceklik
kazanmistir. Ornegin; 1828 Turkmencay Antlasmasi"yla Dogu Ermenistan"i alan Rusya yanina Iran
Ermenilerini de alarak Osmanliya saldirmis 1829"da yapilan Edirne Antlasmasi"yla Rusya"ya goc
eden 40.000 Ermeni muhtar bir Ermenistan devleti kurmak isteyince bu istekleri Osmanli"ya karsi
destekleyerek onlarin hamisi rolunu ustlenen Rusya ayni istegi kendi topraklari, siyaseti,
hukumranligi soz konusu olunca geri cevirmistir.

Ingiltere"nin Ermeniler"e ilgi duymasi ise Rusya"nin Karadeniz"de guclu hale gelmesi endisesine
karsilik olarak ortaya cikmistir. Bu guclenmeye engel olabilmek amaciyla Ingiltere 1873 yilindan
1877-1878 Osmanli-Rus Savasi"na dek Osmanli"yi desteklemis. 1870"li yillarda Avrupa"nin degisen
siyasi yapisi Ingiltereyi de etkilediginden 1877-1878 Osmanli-Rus Savasi"ndan sonra imzalanan
Ayastefonos ve Berlin Antlasmalariyla, Osmanli"yi desteklemekten vazgecerek tam aksine onun
parcalanmasi politikasina katkida bulunma yoluna gitmistir.

Osmanli icindeki Katoliklerin koruyuculugunu Fransa, Ortodokslarin koruyuculugunu Rusya ustlenirken
Ingiltere Islahat Fermani"nda din degistirme serbestligini koydurtarak Protestan Ermeniler"in
sayilarini artirma hedefini secmis, bu sekilde Protestanlarin koruyuculugunu ustlenen Ingiltere
Osmanli"nin ic islerine karisma firsatini yakalamis; bunu takip eden Protestanlik politikasi
oncelikle Ermeni kulturunu ele aldigi icin, en cok Ermeniler"in duygularini kiskirtmistir.

1877-1878 Osmanli-Rus Savasi"na degin Ermeni Meselesi diye bir mesele yoktur. Bu mesele, Rusya"nin
bazi Turk sehirlerini isgal ederek, buralarda yasayan Ermenileri kendi cikarlari icin kullanmak icin
onlari Babi Ali"ye karsi kirkirtmasiyla ortaya cikmistir.

Fransa ise; 1683 tarihli Ikinci Viyana Kusatmasi sirasinda Avusturya"ya yardim etmis, bunu
Napolyon"un yenildigi Misir Seferi izlemis, ancak Rusya ile savaslari sonucu Osmanli"ya yakin
gorunmus 1807 tarihinde Rusya ile anlasinca Osmanli"ya sirt cevirmis. 1870"de Almanya"ya
yenildigi icin 1878 Berlin Kongresi"nde Almanya ile ihtilaf"a dusen Rusya"ya yandaslik yapan
Fransa, Ingiltere ile de gorus ayriliklarini giderince her uc devlet Osmanli"yi parcalamak icin
birlikte caba sarfetmeye baslamislardir. Fransa ozellikle Mondros Mutarekesi"nin imzalanmasindan
sonra Ermeniler ile iliskilerini gelistirmis, bilindigi uzere Ermeni milis kuvvetleriyle birleserek
Turk topraklarini isgal etmislerdir.

13 Haziran - 13 Temmuz 1878 Berlin Kongresine katilan Ingiltere, Fransa, Rusya, Avusturya, Italya,
Almanya arasinda Ermeniler"in kongreye bagimsizliklari ile ilgili haklari elde etmek icin
sunduklari oneriler dikkate alinmamis ve Ermeni meselesi Ingiltere"ye birakilmistir. Yukarida
sozunu ettigimiz gibi Rusya"dan muhtar Ermeni Devleti isteyen Ermeniler"in bu isteklerinin Ruslar
tarafindan geri cevrilmesi gibi bu kez de Berlin Kongresinde yalniz Rusya tarafindan degil diger bel
bagladiklari devletler tarafindan da geri cevrilmislerdir.

Goruldugu uzere Bati devletlerinin birbirleri arasindaki dengeyi korumak icin kullandiklari yol, ya
Osmanli topraklarinda yasayan azinliklari kiskirtarak onlari piyon olarak kullanmak ve siyasi/sosyal
huzuru bozmak ya da yine bu azinliklarin haklarinin iyilestirilmesi bahanesiyle Osmanli"dan islahat
talebinde bulunarak Osmanli"nin ic islerine karismak yoluyla onu kontrol altina almaya calismak
olmustur. Her iki konumda da ne yazik ki azinliklar sadece kullanilmislardir.

Ermeniler"in bagimsizligi hedef alan davranislari ya yasadiklari bolgelerde huzur bozucu
davranislar sergilemeleri ya da yerel ve ferdi olaylarla yurt icinde ve disindaki bagimsizlik
taraftari parti ve ihtilalci dernekler halinde gozlenir. Bu amacla 1878"de Van"da Kara Hac
Cemiyeti, 1880"li yillarda Rusya idaresi altinda bulunan Ermenistan"da kurulan cemiyetler,
1881"de Erzurum"da Anavatan Mudafileri Cemiyeti, 1885 sonlarinda Van"da Armenekan Emiyeti,
1887"de Isvicre"de Tasnaksutyun gibi ihtilalci cemiyetler calismislar ve Ermeniler"in yogun
olarak bulunduklari bolgelere, ozellikle Dogu Anadolu Bolgesi"ne, sozde can guvenliklerinin
saglanmasi bahanesiyle silah ve cephane sevk etmisler. Ihtilalci Cemiyetlerin bu sekilde
teskilatlanmalari ile teror olaylari ortaya cikmaya baslamistir.

Bu mektubu bu noktada sonlandirip uzerinde biraz dusunmenin yararli olacagina inaniyorum, gecmisin
tarihsel olaylari ile cizdigimiz cerceveye teror olaylari ile devam etmeden once su soruyu sormadan
edemiyorum:

Osmanli Devleti asirlar suren egemenligi ve yasaminin yarisindan fazla bir sureyi gecirdigi her
turlu ihtisam, zenginlik, guc ve kudret yillari dururken eger toplu olarak azinliklar icinden
Ermeniler"i yok etmeyi hesapladi ve bu yolda calisti ise nicin bunu en guclu oldugu zamanlarda
degil de, cokus doneminde yapmaya yeltendi? Ya da bir ornekle; Osmanli, Ermeni azinligi yok etmek
amacinda idiyse, nicin bir cag kapatip bir baska cag acacak denli guc ve iktidar sahibi bir hukumdar
olan Fatih zamaninda Ermeniler"i yok etmediler de en gucsuz ve zayif anlarinda yok ettiler
Ermenileri? Veyahut kendi topraklarini ve kendi insanlarinin ozgurlugunu, butunlugunu yitirme
endisesi bir azinligi yok etme arzusundan daha mi zayif idi? Bu mumkun mudur?

Sevgili Irma;

Biliyor musun, bugun hic gunesi goremedik...Gunun ilk isiklarindan beri bardaktan bosanircasina
yagmur yagiyor.. Yeni yeni yesermeye baslayan agaclardan su damlalari suzulurken, bir evin catisina
konmus gogsu kahverengi tombulca bir kus, gagasiyla tuylerini didikleyerek bahar temizligini
yapiyor, camdan izliyorum kendisini. Adi:Zuhtu.. Butun gogsu kahverengi tuylu kuslari Zuhtu diye
cagiriyorum. Bunun nedenini belki bir baska mektupta anlatirim ama ne konumuzla ne de seninle uzak
ya da yakindan bir iliskisi yok, en azindan simdilik....Ogleye dogru sicaklik arttikca toprak kokusu
yukseliyor yavas yavas....yaban ellerindeyiz, yere bastigimizda icmizi titretmeyen....yine de guzel
kokan...Toprak. Seni ona vereli uzun yillar oldu, yagmurlu havalarda, yerden yukselen kokusunda sen
de varsin artik.... en azindan sen ona karistigin icin ve senin gibi nice sevdiklerimizi ona
verdigimiz icin guzel olan, basladigimiz ilk nokta ve dondugumuz son nokta ....

Ureten, var eden, yasatan, alan, goturen.. Uzerine bastigimizda bizim diye benimsedigimiz, icimizi
titreten toprak.....kimilerine vatan olan...kimileri icin ugrunda olunebilecek vatadan ote bir
deger....bazilari icin ise sadece bir arac, bir buyuk hesabin kucuk parcasi, gucun
timsali....Insanlarin ugrunda can verdikleri buyuk kutsal bilinmeyen, vatan...Atalarimizdan
devraldigimiz, her zaman yeterince degerinin farkinda olamadigimiz, yaban illerine cikinca uzaktan
her bakista yuregimizi titreten buyulu kutsal toprak...vatan....o vatanin sahipleri ve sakinleri
baris ve huzur icinde yasami hakedenler...bizler.....bir miliminden bile asla fedakarlik
edilemeyecek bir toprak parcasi.....bir milim icin canlarindan olan yuzbinlerce insanin oykusu,
yagmurla mis kokan, kanla kutsal olan toprak icin olenlerin ve yillardir hep goz ardi edilenlerin
oykusu....

***

Ihtilalci Ermeni Cemiyetlerinin Osmanli Devleti icinde teskilatlanmalari ile baslayan teror
olaylarinin baslangici 1890 yilinda Erzurum"da Anavatan Mudafileri Cemiyeti"nin, Temmuz ayinda da
Hincak Partisi"nin Kumkapi"da Ermeni halki kiskirtmasi ile gelisme gostermistir. Avrupa
Devletlerinin olaylarda suclu kisileri korumasi ile cete ve teror olaylarinin cezasiz kaldigi
izlenmiyle Ermeni ihtilalcilerin bu yondeki davranislarinin siddetinde artma gorulmustur. 1890
yilinda Van Valisine suikasti Amasya, Diyarbakir, Merzifon, Corum, Yozgat, Tokat olaylari izlemis.
1894"de cikan Sasun Ayaklanmasi ile Ermeni olaylarinin uluslararasi bir platforma tasinmasi
saglanmistir. Ingiltere, Fransa ve Rusya, Osmanli Devleti"ne islahat yapmasi icin baski yapmaya
baslamislar.. 11 Mayis 1895"te verilen bir nota ile Erzurum, Bitlis, Van, Sivas, Mamuretulaziz,
Diyarbakir vilayetlerinde idari, adli, askeri ve mali yetkilerin Osmanli aleyhine sinirlanmasi, buna
karsilik Ermenilere imtiyaz taninmasi saglanmis. Bunu yeterli bulmayan Ermeniler 1895 yilinda
Istanbul, Divrigi, Trabzon, Egin, Develi, Akhisar, Erzincan, Gumushane, Bitlis, Bayburt, Urfa,
Erzurum, Diyarbekir, Siverek, Malatya, Harput, Arapkir, Sivas, Merzifon, Maras, Mus, Kayseri, Yozgat
ve Zeytun"da olaylar cikartmislardir. Bunu daha sonra Van Isyani, 1904"de Ikinci Sasun Isyani,
1905"te II. Abdulhamid"e karsi girisilen suikast takip etmistir. Ermeni olaylarinin ana basliklari
bu sekildedir. Yukarida saydigimiz yore isimleri Ermeniler"in planli olarak Anadolu ve
Kafkaslar"da Turk nufusu yok etmeye calismalarinin gostergesidir. Mezalimin en yuksege tirmandigi
yillar 1906-1918 yillaridir. Ermeniler"in kendilerine ait oldugunu iddia ettigi kisimlar 6 ili
icerir:** Van, Bitlis, Mamuretulaziz, Diyarbakir, Sivas ve Erzurum. Oysa ki bu illerde 1912 yilinda
yasayan Ermeniler"in toplam sayisi 870.000. En onemlisi Ermeni nufusu yine bu yilda alti ilde
yasayan toplam nufusun sadece 1/5"i kadardir. Bazi illerde ise her 6 Muslumana karsilik sadece 1
Ermeni yasiyordu. Daha da ilginci Ermeniler yalnizca Dogu"da degil Osmanli Devleti"nin her yerinde
yasiyorlardi. Buna ragmen Osmanli Devleti icinde yasayan Ermeniler"in hepsini Dogu Anadolu"da
yasamak icin bir araya getirmis olsak bile musluman nufusun sayisi Ermeni nufusun 2 mislinden bile
fazladir. Bu durumda bir baska soru daha soralim:

Nasil oluyor da kendilerine taninan ayricaliklar ile yasamlari garanti altina alinan bu azinlik,
Istanbul"da huzur ve rahat icinde yasayan bir kismina ragmen yok edilmeye calisiliyordu? Eger bu
bir toplu katliam idiyse nicin Osmanli"nin her yerindeki Ermeniler ayni zamanlama ile toptan yok
edilmediler?

Onceki mektupta sordugumuz soruyu ve bunu bir yana ayirarak Ermeniler"in musluman halka yaptigi
zulumlere ornekler ile devam edelim:

"Bu suretle sehirde 23 gun cok kanli olaylar cereyan etti, bu sure sonunda Van, Ermeniler
tarafindan tamamen isgal olundu. Buradan kacabilen Turklerin, Ermenilerin davranislari hakkinda
verdikleri haberler tuyler urpertici idi. Cunku isyancilar halkin cogunu oldurmus,kadinlarin irzina
gecmis, Turk kadin ve kizlarini bazi evlerde topladiktan sonra buralarini Genelev haline
getirmislerdir. O zaman Van"da 1500 kadar kadin ve cocuktan baska Turk kalmamis, bunlari da oradaki
Amerikalilar korumustur. Sehir bastan basa harab olmus, carsi kamilen yanmisti." [1]

"Ardasa"dan Erzincan"a kadar butun yol boyunca pak nadir olarak, ac ve perisan Turkler"e
rastlaniyordu. Bir zamanlar kasabalari ve koyleri dolduran Turk halki adeta kokunden denecek
derecede ortadan kalkmisti. Muhaceret ve olum, Anadolu"nun camlik tepelerinde, yesil ovalarinda
tuten ocaklari sondurmus mahvetmisti. Moskoflarin geri cekilmeleri uzerine Ermeniler kasabalarda ve
koylerde o derece tahribat yapmislardi ki; Trabzon"dan Kars"a kadar hicbir koyde yasayan bir can
koymamislar, zaten toprak binalardan ibaret koyleri yakmislar, yikmislar, gerilerinde harabeden
baska birsey birakmamislardi."[2]


Ermeni azinligin Bati Devletleri tarafindan birer piyon olarak kullanilmasina bir ornek de Rus Cari
II. Nicolas ve daha sonra Lenin"den dinleyelim:

"Birinci Dunya Savasi basinda Car II. Nicolas"in Ermenilere hitaben yayinladigi beyannamede soyle
bir ifade kullanilmistir:

"Ermeniler!

Dogudan batiya kadar buyuk Rusya"nin butun ahalisi davetimi buyuk bir saygiyla kabul etti.
Ermeniler, bircogunuzun altinda ezildigi ve bugun ezilmege devam ettigi bes asirlik istibdattan
sonra hurriyete sahip olacaginiz saat geldi. Ruslar, Ermeni evladini buyuk bir iftiharla hatirliyor.
Lazaroflar, Melikoflar ve benzer Ermeniler Slav kardeslerinin yaninda vatanin gelismesi icin
savasmislardi. Asirlardan beri devam eden sadakatiniz icin bu buyuk gunde de butun vazifelerinizi
sarsilmaz bir iman ve kanaatle ifa edeceginize ve gercek davamizin ve silahlarimizin kesin zafere
ulasmasi icin calisacaginiza bir delildir.

Ermeniler! Carlar Hukumetleri altinda kan kardeslerinizle birleserek nihayet hurriyet ve adaletin
nimetlerine kavusacaksiniz" (Ermeni amal ve harekat-i ihtilaliyyesi, tesavir ve vesaik, Osmanlica,
Almanca, Ingilizce ve Fransizca Album, nu. 2, s. 36).

Ihtilal sonrasinda ise, bu ifade soyle bir sekil almistir:

"Ermeniler ve ihtilalci komiteleri oyunda gerekli olan ahmaklardir" (Lenin).

Rusya"nin dun Balkanlar"da Slavcilik veya Hiristiyanlik adi altinda uyguladigi ve Dogu Anadolu"da
da Ermenilere tatbik ettigi iki yuzlu siyaset, bugun de daha degisik sekilde, fakat ayni amaclarla
devam etmektedir." [3]



Ermeniler"in Birinci Dunya Savasi sirasinda Turk Hukumeti"nin kendilerine soykirim uyguladigi
yolundaki iddialarin temelden yoksun ve bazi sahte belgelerle desteklemeye calistiklari bir yaniltma
kampanyasi oldugunu ortaya koyan, ancak bugune degin Ermeni tarihciler tarafindan kullanilmayan
Ingiliz Devlet Arsivinde (Public Record Office) bulunan bazi belgelerin varligi ortaya cikmistir.

Istanbul 1918"de isgal edilerek Osmanli Devleti ve burokrasisi kontrol altina alinmis, bu isgal
sirasinda Ingilizler 150 kadar Turk yuksek yoneticisini, politikacisini ve fikir adamini Malta
Adasi"na surmuslerdir. Ingilizler bu Turk aydinlarini suclamak ve mahkum etmek icin ugrasmis ve
Ermeni olaylarindaki rolleri hakkinda deliller aramislar ancak Osmanli Arsivleri, devletin butun
dosyalari ve dinleme olanaklari isgal kuvvetlerinin kontrolu altinda olmasina ragmen hicbir belge ve
bilgi ortaya koyamamislardir.

Bununla da yetinmeyip Amerikan Hukumetinden yardim isteyen Ingilizler"in Amerikalilardan aldigi
yanit; olaylarin oldugu bolgede uzun suredir misyonerlik ve konsolosluk yapan memurlarina dayanarak
bu konuda yeterli delil ve hukuki belge olmadigi seklinde olmustur. Bu tarihi gercekler Ingiliz
Disisleri ve Amerikan Temsilcisi arasindaki yazismalarda arsivlerde gorunmektedir.

Orneklerimize Ingilizce iki belge ile asagida devam edelim (anlamlarindan hicbirsey yitirmemeleri
icin ceviri yapilmamistir, dileyenler icin metinlerin Turkcelesmis hali e-mail ile gonderilebilir):

"....While the Dashnaks [x-Russian Armenian Government] were in power they did everything in the
world to keep the pot boiling by attacking Kurds, Turks and Tartars; by committing outrages against
the Moslems; by massacring the Moslems; and robbing and destroying their homes. During the last two
years the Armenians in Russian Caucasus have shown no ability to govern themselves and especially no
ability to govern or handle other races under their power...."[4]

"I have it from absolute first-hand information that the Armenians in the Caucasus attacked Tartar
(Muslim) villages that are utterly defenseless and bombarded these villages with artillery and they
murder the inhabitants, pillage the village and often burn the village."[5]

"Van isyaninda gerek Van sehri ve civari Ermenilere birakildigi zaman, gerek Turk halkinin yollarda
kacarken maruz kaldigi facianin toplami hakkinda, bunca arastirmalara ragmen tam ve kesin bir bilgi
elde edilememistir. Fakat yukarda isaretlendigi gibi yalniz Van sehri halkindan 10,000 Turk oldugune
gore, civardaki kasaba ve koylerden kacan halktan da en asagi 20,000 Turkun oldurulmus oldugu kabul
edilebilir.

Van isyani, Turk milleti icin unutulacak bir olay degildir. O, erkek, kadin, ihtiyar, cocuk on
binlerce cana nasil kiyilmis oldugunu gosteren cok acikli bir trajedi sahnesidir. En buyuk bir
facia, en buyuk bir vahset ve cinayet sahnesidir. " [6]

""Erzurum, 6 Mayis:

Erzincan, issizligiyla kalbe kasvet veriyor. Bu yangin yerlerinden bir an evvel kurtulmak adeta bir
saadet. Yola ciktigimiz zaman, aclik manzaralari, sefaletler, Ermeniler tarafindan kesilmis baslar,
parcalanmis vucutlar, bir turlu gozlerimizin onunden gitmiyor. Erzincan ovasi, karli daglar arasinda
kurumus otlari, ciplak sogutleriyle nihayetsiz ve genis. Yollardan kalkan tozlar gogusleri tikiyor.
Hic bir guzellik, hicbir cicek kalbe ferahlik vermiyor. Ovanin iki tarafina dogru yukselen, karli
daglarla nihayetlenen meyiller uzerinde buyuk buyuk koyler var. Fakat bunlar ciplak ve siyah
agaclariyla buyuk lekeler teskil eden yangin yerlerinden baska bir sey degil. Yanmamis, yikilmamis,
kirilmamis hic bir sey yok. Her taraf issiz. Bu baglarin sahipleri, bu koylerin sakinleri nerede?
Sukut!..."" [7]



"San Francisco Chronicle" adli gazeteye gonderdigi mektupta bir Yahudi o gunleri soyle dile
getiriyor:

"We have first hand information and evidence of Armenian atrocities against our people (Jews).
Members of our family witnessed the murder of 148 members of our family near Erzurum, Turkey, by
Armenian neighbors, bent on destroying anything and anybody remotely Jewish and/or Muslim. Armenians
were in league with Hitler in the last war, on his premise to grant themselves government if, in
return, the Armenians would help exterminate Jews. Armenians were also hearty proponents of the
anti-Semitic acts in league with the Russian Communists." [8]

Signed Elihu Ben Levi, Vacaville, California.

Bir Ermeni ise Turk ve muslumanlara karsi duydugu kin ve nefreti su sekilde kusuyor:

"I killed Muslims by every means possible. Yet it is sometimes a pity to waste bullets for this.
The best way is to gather all of these dogs and throw them into wells and then fill the wells with
big and heavy stones, as I did. I gathered all of the women, men and children, threw big stones down
on top of them. They must never live on this earth." [9]

Bu mektubu daha fazla uzatmadan burada noktaliyorum Sevgili Irma. Insanlarin yasadiklari bunca zulum
ve aci, bir gercek olarak ortada dururken, yalnizca aci ceken ve yok edilen Ermenilermis gibi tek
yanli bildirimlerin, propagandalarin adil ve durust bir dunya ile uzak ya da yakindan hicbir
iliskisi olmadigi da ayri bir aci ve gercek. Uslarda yaratilmis bir dunyanin tek sermayesi olan kin
ve nefreti yok etmek icin, adil olabilmek icin, onyargisiz olabilmek icin butun yukarida
anlattiklarimin da esit bir sesle duyulmasi ve duyurulmasi gerekir diye dusunuyorum. Amac elbetteki
sen ve senin gibi dostlari karsimiza almak degil, aksine bize karsi olan kin ve nefretin karsisinda
dimdik ayakta kalip ses verebilmek....gelecek nesillerin sahip olabilecekleri menekse ve
sardunyalarin tohumlarini butun dunyaya simdi, su anda savurabilmek..

Gelecek mektubumda Kurtulus Savasi sirasinda Ermeni Meselesi ile ilgili ornekleri ve o gunlerde
azinliklarin icinde bulunduklari durumu birinci agzidan, Mustafa Kemal Ataturk"un agzindan,
birlikte dinlemeye devam edecegiz...
Merhaba Sevgili Irma;

Dunden kalma bir bas agrisi ile dolaniyorum ortalikta....Zuhtu"ler agaclarda alabildigince neseli
ve bugun de yagmur eksik degil penceremizden...Cok sukur mutluyuz... arada sirada agriyan basimiza
ve en onemlisi yureklerimize ragmen... Agrinin insana sevimli ve guzel gelebilecegini hic dusunmus
muydun? Diyorum ki: binlerce agriyan yuregi; agrisiz, sizisiz yani ruhsuz bir tanesine tercih
ediyorum. Carelerin ve cozumlerin uretilebilmesi icin tek basina yetmeyen ama gerek olan
sart.....agrili, sizili yurek...ve yine diyorum ki: genellikle yasamlarimizda sayesinde ders
alabildigimiz olaylar yalnizca ve sadece agrili,sizili yureklerin kahramani oldugu olaylar.

Peki ya alinmayan dersler? Herseye ragmen alinamayan dersler?
Gun gelir ansizin tam gelecege adim atarken dikilir karsimiza!
Etrafa bakmaktan kendi icimize bakmayi coktaaan unuttugumuz zamanlarda gelir yakalar bizleri....
ve her yakalayisinda bir parcamizi kopararak...
Eksik ve yarim ve kanayarak ne birakabiliriz yarinlarimiza? cocuklarimiza, menekselere ve
sardunyalara?

Gecmiste yasananlari, acilari unutmak istiyorsak onlardan dersler alabilmemiz gerekiyor
diyorum...Kendi gecmisimizi bilmeden de cocuklarimiza mutlu ve baris dolu bir gelecek birakabilmemiz
mumkun degildir diyorum. Gelecek nesillerin varligi ve mutlulugu bizlerin gecmisiyle baslar
diyorum...Bikmadan, yorulmadan, gocunmadan devam edelim diyorum gecmisi ogrenmeye, onunla barisik
olmaya ve barisik olabilmek icin de tanimaya.....

Hic bir virgulunu, noktasini unutmadan, atlamadan dersler almaya devam edelim ki, bir gun rengarenk
futbol sayfalari kocaman mansetlerle dolasirken, memleketinin "bilmem hangi televizyon kanalinca
secilen guzelleri" internette boy, gogus, kalca olculeriyle yuzlerce sayfada arz-i endam eylerken,
ulusunun ve atalarinin yasadiklarindan, kulturunden, tarihinden, geleneginden bahsedebilecek sayfa
sayisi "on"u gecmeyen bir anlayisin, "ne olmus yani, oldurmusuz adamlari kabul edelim" ya da
"dinciler oldurmuslerdir, olmustur" diyebilecek denli sorumsuz, onyargili ve bilgisiz, dahasi
sonsuz derecede miyop gozluklerin ardindan dunyaya bakarak bugun bir "O L M A M I S S O Y K I R I
M" i kabullenmeye dunden razi olan ve yillar sonra ayni teranelerin daha da fazlasiyla geri
gelecegini goremeyen anlayislarin ustune cikip, otesine gecebilelim....

Osmanli Devletinin cokusu ile atmaca gibi ususen Batili Devletler yetmezmis gibi iceride yine ayni
Batili Devletlerce alevlendirilen Ermeni Meselesi"ni bu kez Kurtulus Savasi yillarinda izliyoruz:

"Hafif Suvari Alayi Komutani Nuh Beyin ifadesi:

1915 Subat ayinda Rus saldirisi esnasinda Mus vadisinde bulunan bilhassa Kolisek, Zikzak, Varsad,
Abzit, Kurni, Pav, Capkis, Agudat, Sipahiyan, Suspiret, Til, Tekmal, Norkak koyleri tamamiyle
yikildi..." [1]

"We Armenians did not spare the Muslims. If persisted in, the slaughtering of Tartars, the looting,
and the rape and massacre of the helpless become commonplace actions expected and accepted as a
matter of course. I have been on the scenes of massacres where the dead lay on the ground, in
numbers, like the fallen leaves in a forest. Muslims had been as helpless and as defenseless as
sheep. They had not died as soldiers die in the heat of battle, fired with ardor and courage, with
weapons in their hands, and exchanging blow for blow. They had died as the helpless must, with their
hearts and brains bursting with horror worse than death itself." [2]

"Since all the Moslems capable of bearing arms were in the Muslim Army, it was easy to organize a
terrible massacre by the Armenians against defenseless people, because the Armenians were not only
attacking the sides and rear of the Eastern Army paralyzed at the front by the Russians, but were
attacking the Moslem folk in the region as well." [3]

"Armenians burned and destroyed many Muslim villages in their advance and practically all Muslim
villages in their retreat from Marash." [4]

Yukaridaki orneklerle yasananlari gozlerinizin onune getirebildiginiz dusuncesiyle bu kez, Mustafa
Kemal Ataturk"un ifadeleriyle daha akilci acidan bakalim ve bir ulusun kurtulusu icin savastigi,
varliginin bitim noktasinda oldugu gunlerde bile azinliklara ve haklarina gosterilen saygiyi
birlikte dinleyelim:

Mustafa Kemal bugunlere biraktigi en onemli yazili eserlerinden biri olan Soylev"de soyle
anlatiyor:

"Durumun korkunçlugu ve agirligi karsisinda, her yerde, her bölgede birtakim kisilerce kurtulus
yollari düsünülmeye baslanmisti. Bu düsünceyle girisilen çalismalar, birtakim örgütler dogurdu.
Örnegin:
..............
..............................................
Vilayati Sarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti"nin kurulus amaci da (tüzüklerinin ikinci
maddesi), dogu illerindeki bütün halkin dinsel ve siyasal haklarinin özgürce gelisimini saglayacak
yasa ve töre içi yollara basvurmak; adi geçen illerdeki müslüman halkin tarihsel ve ulusal
haklarini, gerektiginde, uygar toplumlar önünde savunmak; dogu illerinde yapilan zulüm ve
cinayetlerin nedenleriyle etmenleri ve bunlari yapanlar ve yaptiranlarla ilgili tarafsizca
sorusturma açarak suçlularin tez günde cezalandirilmalarini istemek; Türklerle azinliklar arasindaki
anlasmazliklarin giderilmesine ve eskisi gibi iyi baglarin pekistirilmesine çaba göstermek; dogu
illerindeki, savastan dogma yikim ve yoksullugu, hükümet katinda girisimlerde bulunarak elden
geldigince giderme yollarini aramakti. Istanbuldaki yönetim merkezlerinden verilmis olan bu yönerge
geregince, Erzurum subesi, dogu illerinde Türklerin haklarini korumakla birlikte, Ermenilerin göçü
sirasinda yapilan kötü islerle halkin hiç ilgisi bulunmadigini ve Ermeni mallarinin, buralara Ruslar
girinceye dek korundugunu; buna karsilik, müslümanlara çok kiyasiya davranildigini ve dahasi, buyruk
disi olarak göçten alikonulan kimi Ermenilerin, koruyucularina yaptiklari kötülükleri, kanitlanmis
belgelerle uygarlik dünyasina sunmaya ve bildirmeye ve dogu illerine dikilen tutkulu bakislari
söndürmek için çalismaya karar veriyor (Erzurum Subesinin Bildirisi).
................................
..........................................
Vilayati Sarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti"nin (Dogu Illeri Ulusal Haklari Savunma Dernegi)
ilk Erzurum Subesini kuran kisiler, dogu illerinde yapilan propagandalari ve bunlarin ereklerini,
Türklük -Kürtlük - Ermenilik sorunlarini, bilim, teknik ve tarih bakimindan inceleyip arastirdiktan
sonra, gelecekteki çalismalarini su üç noktada topluyorlar (Erzurum Subesinin basili raporu):

1 - Hiç göç etmemek; 2 - Hemen bilim, iktisat, din örgütleri kurmak; 3 - Saldiriya ugrayacak dogu
illerinin herhangi bir bucagini birlikte savunmak. Vilâyati Sarkiye Müdafaai Hukuku Milliye
Cemiyeti"nin Istanbuldaki yönetim merkezinin, bilim ve uygarlik yöntemleriyle amaca ulasabilecegi
konusunda çokça iyimser oldugu anlasiliyor. Gerçekten bu yolda çaba göstermekten geri durmuyor. Dogu
illerinde Müslüman halkin haklarini savunmak için Löpeyi (Le Pays1) adinda Fransizca bir gazete
yayimliyor. Hâdisat 2 gazetesinin sahipligini üzerine aliyor. Bir yandan da Itilâf devletleri
basbakanlarina ve Istanbuldaki temsilcilerine birer andiri 3 veriyor. Avrupaya bir kurul yollamaya
girisiyor (belge:7) . Bu açiklamalardan kolaylikla anlasilacagini sanirim ki, Vilâyati Sarkiye
Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti"nin kurulmasina yol açan önemli kaygi ve nedenler, dogu illerinin
Ermenistana verilecegi sanisina dayaniyor. "

Mustafa Kemal o olaganustu uzgorusunu Ermeni Meselesi"nde ortaya koyulan senaryoyu en ince satir
aralarini dahi algilayarak bir kez daha gozler onune seriyor:

"Bu saninin da, Dogu illeri nüfusunda Ermenileri çogunlukta göstermeye ve tarihsel haklar
bakimindan öncelikli saydirmaya çalisanlarin, bilimsel ve tarihsel belgelerle dünya kamuoyunu
aldatmayi basarmalari; bir de Müslüman halkin Ermenileri toptan öldüren yirticilar oldugu iftirasini
dogruymus gibi kabul ettirmeleri ile gerçek olabilecegi inanci üstün geliyor. Bundan dolayi dernek,
ayni gerekçe ve araçlarla donanmis olarak tarihsel ve ulusal haklari savunmaya çalisiyor.

Her yerde gösteriler yapilmasi için bildirimler yaptigim günden üç gün sonra, Harbiye Nazirinin 31
mayis 1919 günlü su telini aldim:

Ingiltere Olaganüstü Komserliginden Babiâliye bildirilip Harbiye Nazirligina gönderilen nota örnegi
asagiya çikarilmistir: Bugüne degin gelen raporlardan Üçüncü Kolordu bölgesinde her zaman
görülebilecek haydutluk olaylarindan baska bir sey olmadigi bilinmekle birlikte, son notada ileri
sürülen olaylar üzerine özel sorusturma yapilarak sonucunun ivedilikle bildirilmesini rica ederim.
"[5]

Bugunlerin birakiniz azinliklari; kendi vatandasina, dindasina, soydasina dahi hosgoruden yoksun,
onyargili, vurdumduymaz binlercesine ve yakalarina taktiklari teneke rozetleri ile ortalikta dolasan
sozde Ataturkculere, Ataturk"e duydugu kin ve nefreti her firsatta kusmaya merakli din yobazlarina,
her turlu dinsizlik propagandasina Ataturk"u kilif yapan cagdas yobazlara, "soykirim olmustur,
neden tanimiyoruz?" "dinciler oldurmustur" diyebilecek denli konudan uzak olan herkese ibret
olarak Mustafa Kemal"in kendi ulusunun en zor gunlerin de bile baska dine bagli, baska soya bagli,
baska irka bagli azinliklara duydugu hosgoru, anlayis, iyi niyet ve adalet yanlisi yazismalarinin
geri kalan kismina donelim:

"Gerçekte, ne Sivas"ta kaygi verici bir durum vardi, ne de Hristiyanlar ölümle korkutulmustu.
Bunu, ulusça yapilmaya baslanilan gösteri toplantilarindan kaygilanan ve bunu amaçlarinin
gerçeklesmesine engel sayan Hristiyan azinliklarin, yabancilarin dikkatini çekmek için bile bile
yaydiklari uydurma haberler olarak kabul etmek gerektir."

Harbiye Nazirligi"nin nota örnegini içine alan teline verdigim karsiligi oldugu gibi bilginize
sunacagim.[6]

Istihbarat
Çok ivedidir Sayi 58 3 Haziran 1919
Harbiye Nazirligi Yüksek Katina

K: 2 Haziran 1919 sifre:
Sivas ve çevresinde eskiden beri bulunan Ermenileri ve daha sonra siginanlari korkutacak hiçbir olay
geçmemistir. Ne Sivasta, ne de çevresinde kaygi verecek hiçbir durum yoktur. Herkes sessizce kendi
is ve güçleriyle ugrasmaktadir. Bunu kesin olarak ilginize sunar ve inanmanizi dilerim. Su duruma
göre, Ingiliz notasindaki haberlerin nereden çiktigini benim bilmem gerekir. Düsmanin Izmir ve
Manisaya girisiyle ilgili aci haber üzerine Müslüman halkin yaptigi ve Hristiyan azinliklara karsi
hiçbir düsmanlik duygusu gütmeyen toplantilardan kimi kisilerin ürkmüs olmalari düsünülebilir.
Itilâf devletleri, ulusumuzun haklarina ve bagimsizligina saygili kaldikça ulus da yurt
dokunulmazliginin kesinligine güvendikçe Müslüman olmayan halkin korkuya düsmesine hiçbir sebep
yoktur. Bu konuda devlete karsi her türlü sorumlulugu yüklenir ve buna tam olarak güvenilmesini
dilerim. Ama, bagimsizligi ve ulusal varligi yok eden ve ulusun hayatini tehlikeye düsüren düsmanin
yurda girisi, cana kiymasi ve her türlü saldirilari gibi, Izmir yöresinde görülegelen olaylarin ve
benzerlerinin bas göstermesine karsi ne ulusun coskusunu ve iç acisini, ne de bundan dogan ulusal
gösterileri engelleyip durdurmak için kendimde ve hiç kimsede hiçbir güç göremeyecegim gibi bu
yüzden ortaya çikacak olaylarin karsisinda da sorumluluk yüklenebilecek ne komutan, ne sivil
yönetici, ne de hükümet düsünürüm.
Mustafa Kemal

Bu nota örnegiyle verdigim karsiligin örnegi bütün komutanlara, vali ve mutasarriflara genelge ile
bildirildi. "[7]

"Ulusal dâvada caniyla ve basiyla çalisanlar arasinda gösterissiz bir Türk eri alçak gönüllülügü
ile" Halide Edip 10 Agustos 1919 tarihli Mustafa Kemal"e yazdigi mektupta gunun olaylarina
deginirken asagidaki sozleri kullaniyordu:


".........
.......
Resmi Amerika, bizim topraklarimiz üzerinde Ermenistan kurmaya egilimli görünmüyor. Eger güdüm
alirlarsa bunu, bütün uluslari esit kosullar altinda bir yurt çocugu sayarak, alacaklarini en önemli
çevrelerinden ögrendim.
Ancak, Avrupa kesin olarak bir Ermenistan sorunu ortaya çikarmak -özellikle ingiltere- Ermenilere
ödünler vermek istiyor; zulüm görmüs Ermeniler adina Amerika kamuoyunda bir oyun oynamaya çalisiyor.
Bizim düsünürleri Avrupa korkusu düsündürüyor. Resat Hikmet Bey gibi, Câmi Bey gibi, ulusal
bütünlügümüzü bile olusturan siyasa adamlarimiz, Ermeni sorunu için bir çözüm yolu salik veriyorlar.
Resmi olarak size yaziliyor.
Çok tehlikeli günler geçiriyoruz. Anadoluda olup bitenleri dikkat ve sevgiyle izleyen bir Amerika
var. Hükümet ve ingilizler bunun, Hristiyanlari öldürmek, ittihatçilari getirmek için yapildigi
düsüncesini el birligiyle Amerikaya asilamaya çalisiyorlar.
Her an bu ulusal ayaklanmayi durdurmak için kuvvet gönderilmesi düsünülüyor; bunun için ingilizleri
kandirmaya çalisiyorlar. Ulusal ayaklanma ivedilikle ve olumlu isteklerle hemen kendini gösterirse
(ve Hristiyan düsmanligi gibi bir tutumu da olmazsa) Amerikada hemen destek bulacagini yine çok
önemli çevreler kesinlikle söylüyorlar.
Sivas Kongresi toplanincaya degin Amerika Komisyonunu alikoymaya çalisiyoruz. Kongreye Amerikali bir
gazeteci göndermeyi bile belki basarabilecegiz. Iste bütün bunlar karsisinda, davamiza destek
olabilmesi için, bu elverisli dakikalari yitirmeden, bölünme ve çökme korkusu karsisinda Amerikaya
basvurmak zorunda oldugumuzu saniyoruin. Vâsif Bey kardesimizle bu konuda ortak oldugumuz noktalari
kendisi de ayrica yazacaktir. Türkiyeyi, dayanç ve iradesi olan genis kafali bir iki kisi belki
kurtarabilir. Serüven Yasama, zamani artik geçmistir. Gelecek için gelisme ve birlesme savasi açmak
zorundayiz. Sinirlarinda bunca çocugu ölen zavalli yurdamuzun düsünce ve uygarlik savasinda kaç
sehidi var? Biz Türkiyenin hayirli çocuklarindan yarinin kuruculari olmalarini istiyoruz. Rauf Bey
kardesimizle sizin, temelleri bile çöken zavalli yurdumuz için uzaklari görerek birlikte düsünüp
çalismanizi bekliyoruz.
Saygilarimi gönderir, basariniza dua ederim. Ulusal dâvada caniyla ve basiyla çalisanlar arasinda
gösterissiz bir Türk eri alçak gönüllülügü ile sizinle birlikte oldugumu bildiririm. "[8]

Ortaya koyulan rakamlara ragmen bir kez daha degisik bir sekilde soylemekten bikmayacagimiz Ermeni
azinligin nufusu ya da cogunlugu konusunda Mustafa Kemal"in o gunlerde Onikinci Kolordu Komutani
Salahattin"e yazdigi bir diger mektubu fikir vermesi acisindan sunmayi yararli buluyoruz:

Sifre. Erzurum
Kisiye özeldir. 21 .8. 1919
339

On Ikinci Kolordu Komutanligina, Yirminci Kolordu Komutanligina

(Yalniz 12 nci Kor.) 13.8.1919 günlü sifreye K:

Istanbuldaki çesitli partilerin Amerika Komisyonuna verilmek üzere aldiklari kararlar burada
Temsilciler Kurulunca pek çok üzüntüye ve acinmaya deger görüldü. Çünkü, birinci maddede Ermenistana
dogu illerinden toprak verilmesi söz konusu olmaktadir. Oysa ezici çogunlugu Türk ve Kürt olan bu
illerden bir karis topragin bile Ermeniler hesabina bugün için geçirilemeyecegi gibi, çesitli soydan
gelen halk arasindaki tiksinti ve öcalma duygusunun korkunçlugu ve sertligi, Osmanli Ermenileri geri
gelseler bile illerde yogun olarak yerlestirilmelerinin tehlikeli olacagini göstermektedir. Bu
duruma göre, suçlu olmayan Osmanli Ermenilerine gösterilecek en büyük kolaylik, esit ve adaletli
kosullar içinde yurtlarina dönmelerini kabulden baska bir sey olamayacaktir. Üçüncü maddede Erzincan
ve Sivas arasinda yogun bir Ermeni toplulugu bulundugu kuruntusu bilgisizlikten ve anlayissizliktan
baska bir sey degildir. Savastan önce bile buralarda oturanlarin büyük çogunlugu Türk, birazi Zaza
denilen Kürtler ve pek azi da Ermeni idi. Bugün ise, varligindan söz edilecek sayida Ermeni yoktur.
Öyle ise bu gibi dernekler, yetkilerini bilmeli ve bir is yapmak isterlerse, hiç olmazsa Harbiye ve
Hariciye Nazirliklarinin baris hazirliklari için düzenledikleri resmî istatistik ve grafiklere olsun
basvurma sikintisindan kaçinmamamalidirlar. Isbu telin, oldugu gibi Istanbula gönderilmesini rica
ederiz. [9]
Mustafa Kemal

Mustafa Kemal"in konusma ve belgelerinin devamini bu kez Ingilizce olarak tarihci Türkkaya
Ataöv"un bir calismasindan[10] izlemeye devam edelim:

"Mustafa Kemal Atatürk"s reference to the Armenian massacres of the Moslem population is a
reflection of a fact, an echo of the "other side of the coin". The curious phenomenon of
suppressing all publication and talk about the massacre of Turks by various Armenian bands is a
monstrous one-sidedness that approaches the limits of racism. Publications devoted solely to this
discriminatory "scholarship" and "reporting" will certainly reach the world public in due time.


In the meantime, one may quote, within the general framework of this booklet, five original letters
of Mustafa Kemal Atatürk, some of which are being published here for the first time. A Mustafa Kemal
telegram (See Annex 11.), (11-a) marked "very urgent", dated March 16, 1920 and addressed to the
representatives of the Entente Powers in Istanbul and to Admiral Bristol, the U.S. High
Commissioner, well expose the nature and the real causes of anti-Turkish propaganda based on
alleged, new "massacre of 20,000 Armenians". He states that the Turkish nation is "grieved to see
the occupation, under various pretexts, of most important portions of its lands left over from the
Mondros (Mudros) Armistice", that it "expected modifications in accordance with our legitimate
wishes and requirements of justice" but that "certain circles in Europe, which consider the
furthering of a negative drive as imperative for their own interest" now have "fabricated the
hated and most unjustified lie that there has been a new massacre of 20,000 Armenians in Anatolia".
He further states that the Turks had found it "entirely unnecessary even to issue an official
denial of this wholly untruthful falsification, on account of the presence of several persons and
agents in the whole of Anatolia, representing the Entente Powers and the American Government". He
points out that "there had been loss of life among the Turks, the French and the Armenians
participating with the French troops, during clashes in and around Maras and Urfa". He underlines,
however, that "this was not a massacre of Armenians". The Armenians brought to Cilicia from
outside and those armed local Armenians had "carried out unbeareble acts of aggression, continually
sought the enlargement, with no reason whatsoever, of the area of occupation" and that the
commanders of the occupation forces had "tolerated the Armenian attacks on the Moslem population".
He adds:

"It is essential to add that, had the persons commanding the forces of occupation in and around
Cilicia refrained from arming, conferring duties on and championing the Armenians, had they
administered the various sections of the local population with justice and equity and had they
desisted from expanding, with no grounds and remittingly, the territory, which was under the British
at the end of the Armistice, now changed and occupied, these unfortunate clashes, having led to the
loss of life of so many people, would never have taken place".

Mustafa Kemal further adds that this was "the real nature of the lies on the so-called massacre of
Armenians in Anatolia" and that "the declaration already made by the Armenian representatives and
notables of the people of Maras, supposedly massacred, absolutely supports this fact". He asks the
Entente Powers and the U.S. Government to assist in the formation of an "international supreme
council to investigate on spot and at once this fabricated story of the Armenian massacres and
illuminate the world.... on the nature.... of this propaganda.... aiming to mislead public
opinion."

Mustafa Kemal"s letter of June 5, 1919 (see Annex 12), (12-a) written from Havza (No.343451) and
addressed to the Office of the Prime Minister, states, inter alia, that within the borders of the
liva of Amasya, there had been "no Moslem attacks on the Christians", but Christian bands have
carried five consecutive raids on the Moslem population, that "certain Greek and Armenian
provocateurs continue their policy and attitude to create events directed against the Islamic
peoples in order to show the administration as defective, to invite occupation and intervention and
especially applying directly to foreign officers and entirely bypassing the government, at places
where such foreign army personnel may be found". He emphasizes that the Moslem citizens, though
regretful about it all, neverheless, "keep quiet". Underscoring that "the leaders of the Armenian
and the Greek bands are spoiled by the British officers and some American personnel whom they
inveriably contact", he adds that these foreigners are "misled and deceived". He further states,
in the last paragraph of his communication, that the Armenians are "active and in preparation" in
Caucasia and in the east of Erzurum, Erzincan and Van.

Still another Mustafa Kemal documents (see Annex 13) is a draft of a telegram sent to the Italian
representative at Alanya (south-western Turkish port in the Mediterranean), to be dispatched to the
Paris Peace Conference, the Entente Powers, the American Government and the diplomatic
representatives of the neutrals. The statement refers to the "Armenian destruction of forty Moslem
villages", where a portion of the "civilian population was subjected to slaughter" and
"belongings openly sold in the markets of Kars". His report also informs the foreign
representatives that armed Armenian bands of similar make-up were preparing attacks on other regions
to be followed by similar bloodshed. Mustafa Kemal forcefully protests against such aggression. "

Bir mektubun daha sonuna geldik yine.... Ozet olarak diyoruz ki;

Ermeni Soykirimi denilen iddialar tarihi gerceklerle karsilastirildiginda asilsiz ve yanlistir. Biz
Turkiye Cumhuriyeti Devleti"nin cocuklari olarak bu iddialari kabul etmiyoruz. Genelde bati
ulkelerinde Turk-Ermeni iliskilerinin sosyal ve siyasi yonleri, Turk kaynaklarina, ozellikle de
birinci el arsiv kaynaklarina dayandirilarak ortaya konulmadigi icin, bugune dek cogunlukla tek
tarafli ve Turkler aleyhine eserler ortaya konmustur.

Bilinmelidir ki, Turk"un tarih boyunca ugradigi zulmu gormezlikten gelmek, hakki ve adaleti
oldurur.

Ermeni propaganda ve yaygarasiyla sartlandirilmis kitleleri ve devletleri, gerceklerle yuz yuze
getirmek ve bunun icin de, asirlardir devam ettirilmek istenen Turk-Ermeni anlasmazliginin ic yuzunu
ve Ermeni teror ve mezalimini arsiv belgeleri ve tarafsiz tarihi incelemelerle ortaya koymak bizim
icin ilmi ve ulusal bir zorunluluk, bir ahlak olcusudur. Unutulmamalidir ki, belgesiz tarih
yazilamaz ve olaylarin gercek yonleri gun isigina cikarilamaz.

Olmayan soykirimlar ve gercek disi tek yanli katliam iddilari icin hic kimsenin birbirinden ozur
dilemesi beklenemez. Kotu insanlar ve emeller yalniz irklar ve uluslar arasinda degil, ayni ulus ve
kani paylasanlar arasinda bile bir yuz karasi ve utanc olarak vardir, var olacaktir. Bu konuda
bizlere dusen; kendi insanlarimiz icin bikmadan, usanmadan, sabirla tarafsiz kaynaklardan
bilgilendirme ve bilgilenmeye tesvik etme olmalidir; daha genel cercevede ve evrensel olarak; sen,
ben, bizim insanlarimiz ve diger butun insanlar icin irklar ustu, uluslar ustu degeri olmasi
beklenen sevgi ile yalniz Turk ya da Ermeni degil butun olumlerin, butun haksizliklarin, butun
adaletsizliklerin, butun nefretlerin ve kinlerin butun zamanlarda kinanmasi ve lanetlenmesidir.
Bunun disinda tek tarafli olabilecek her turlu propaganda, goz boyama ve yanlis bilgilendirme bundan
boyle her zaman karsisinda ses ve tepki bulacaktir. Cunku gecmisin kin ve nefretinden cok daha
tehlikelisi yine butun insanlar icin bugunun cehaleti, vurdumduymazligi ve sevgisizligidir.

Sevgili Irma,

Iste yine bir baska ayriliktayiz. Birgun olum ve nefret yerine sadece sevgi ve dostluk olan yazilar
ve mektuplar da yazabilecegiz. Bizim baslattigimiz mektuplari insanlarimizin ve gelecek nesillerin
baris icinde devam ettirebilmesi dilegiyle, yine Dincer Sumer"in "Sandalim Kiyiya Bagli"
kitabinin bir baska sayfasindan alti cizili baska misralar mirildanarak kalemi bir kenara
birakiyorum.

"bizi sual edecek olursaniz, sükür yasamaktayiz
ve su tasimaktayiz bir baris gülüne.
Üzüm ezen, tütün dizen, sevda ile bez dokuyan...
düsmanliklardan, egrilerden yana degiliz.
Evet, degiliz. Çünkü biz
feslegensiz, meneksesiz edemeyiz."




Handan Öz
30 Nisan 1998

04.03.2007 14:03

Hepimiz KENAN EVRENIZ .o)
 
Eyalet sistemi öneren Pasamiza,bakalim aydinlarimiz Sahip cikcaklar mi ?..

Ne komik Günler geciriyoruz degil mi ?..

04.03.2007 18:43

ilk detsek
 
insan haklari derneginden geldi hahahah..bi alem bunlar ya..gerci terörist halari dernegi desek daha dogru olur ya neyse konu o degil..evrene destek IHD den..kiyamete az kaldi galiba

roman 05.03.2007 09:33

YORUMSUZ!
 
Tanıl Bora ile Söyleşi: Tahrikten Sonsuz Bir Meşruiyet Devşiren Bir Potansiyel, Gürül Gürül Akıyor (22.02.2007)


Söyleşi Tanıl Bora


Türkiye"de milliyetçi şiddet, inişli-çıkışlı bir seyir izlese de hep var oldu. Türkiye"de milliyetçi-şiddetin beslendiği temel kaynaklar nelerdir? Milliyetçi-şiddetin tarihsel sürecinden kısaca bahsedebilir misiniz?



Öncelikle, milliyetçi ideolojinin şiddete yapısal olarak yatkınlığını belirtmek gerek. Çünkü milliyetçilik, bir ‘ötekileştirme’ ideolojisidir. Biz-Öteki ayrımını en yalın biçimde koyan bir ideolojidir. İnsanın seçişlerinden, tavırlarından, iradesinden bağımsız, doğuştan gelen, kader gibi alnına yazılı bir kimlik tanımı yapar. Biz ile öteki arasındaki ayrım da, böyle bir kimlik tanımına dayanınca, değiştirilemez bir ayrım haline gelir. Böylesine esastan farklılaştırılmış, ezel-ebed düşmanlaştırılmış özneler arasındaki uzaklığın, kolayca şiddet üretmeye yatkın hale geleceği açık değil mi? Kendinden-olmayanı, ‘yabancı’yı, şu veya bu nedene bağlı olarak değil, ‘özü’ itibarıyla ‘kötü’ -en azından şüpheli- sayan, insan-değil olarak görmeye meyleden bir ideoloji, onunla olan sorununu ancak şiddet yoluyla halledeceğini düşenecektir.



Milliyetçiliğin, “milli duygu”yu doğal bir güdü olarak tasavvur etmesi de besliyor bu potansiyeli. Milliyetçilik fiziki bir refleksmişçesine doğallaştırılınca ve aklın-fikrin-siyasetin de bu “doğal” duyguyla uyum içinde olması gerektiği düşünülünce, “güdü”nün hakimiyetine sokmuş oluyorsunuz insanları. Milliyetçilik, insanın güdüselliğini yüceltmektir ve güdülerine indirgenen insan da şiddete daha yakındır.



Ayrıca unutmamalı ki milliyetçilik, modern kapitalist uygarlıktan bütün devletlerin resmî ideolojisidir. Yeni zamanların dinidir. Devletin ve milletin bekası, ulus-devletlerin kutsalıdır. Resmi ideolojiler, bu kutsal etrafında bir ajitasyon-propaganda yürütürler. Tarihsel tecrübe veya sosyal, ekonomik, Politik konjonktür gereği tehdit algılaması fazla yoğun olmayan ulus-devletlerde, bu şiddete yatkınlık potansiyelinin ‘uyuduğunu’, ılımlılaştırıldığını gözleyebilirsiniz. Ama o potansiyel her daim mevcuttur.



Türkiye, tehdit algılamasının ziyadesiyle yüksek olduğu, hatta tehdit algısını habire okşayarak kendini meşrulaştıran bir ulus-devlet. Sadece ders kitaplarına bakarak, bunu görebilirsiniz. Bu daimi teyakkuz ideolojisi, milliyetçiliğin sözünü ettiğim yapısal dinamiğinin tam gaz çalışmasına olanak veriyor.



Türkiye’de, bu zemin üzerinde bereketli bir biçimde serpilen bir milliyetçi şiddet potansiyeli var. Dahası, bu potansiyelin ‘kendiliğinden’ akışıyla da yetinmeyen bir siyasi irade var. Tarihimiz, resmi ellerce yönlendirilen ‘gayrınizami harp’ operasyonlarıyla dolu ve bu operasyonlarda hem milliyetçi bir ajitasyonun etken olduğunu görüyoruz. Ayrıca, doğrudan doğruya bu potansiyele yaslanan bir siyasi hareket de var: MHP geleneği. Bu gelenek, gerek ana akımı gerek ondan ayrılan kollarıyla, başlıbaşına milliyetçi şiddeti körükleyen bir işlev görüyor. Belirli evrelerde fiziki şiddet eğilimi gerilese veya gemlense bile, diliyle, zihniyetiyle, simgeleriyle, hiç küçümsenmemesi gereken bir sembolik şiddet jeneratörü olarak işliyor.



Özellikle son dönemde milliyetçi-şiddette bir tırmanma eğilimi göze çarpıyor? Bu durumun nedenleri hakkında neler söylenebilir? 2000"li yılların özgünlüğü nedir?



2000’lerden önce, 1990’lara bakmalıyız. 1980’lerin sonundaki göreli iyimserliğin ardından, 1990’larda Türkiye’nin ‘milli’ siyasi ortamına çok kuvvetli bir tehdit algısı hakim oldu: Kürt meselesi, uluslar arası politikadaki çalkantılar, Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu’daki çatışmalar… 2000’lere girerken bunlara eklenen ek faktörler oldu: Irak’ta tüm Ortadoğu’yu içine alan bir şiddet sarmalının harekete geçmesi… bence ondan da önemlisi, Öcalan’ın yakalanmasının ardından Kürt sorununun çözülmüs sayılması, 15 yıllık silahlı çatışma döneminin muhasebesinin hiç yapılmaması; böylece yaraların pansuman yapılmadan enfeksiyona uğraması… Türk milliyetçiliği söyleminin etkisi altında olanların, bitirildiğini düşündükleri PKK ile birlikte zımnen Kürtlerin de kendi etno-kültürel kimlikleriyle ‘yok’ olmasını bekledikleri bu ortamda, çatışmaların mevzii de olsa yeniden başlaması,. Muazzam bir hınç duygusunu ortaya çıkardı ve açıkça ırkçı bir nefret gelişti, gelişiyor.



Bütün bunları, 1990’lar/2000’ler dönümündeki ekonomik krizin darbesiyle birlikte düşünmeliyiz. Neoliberal ekonomik ve sosyal politikaların üzerine tüy diken üstelik ‘azmasına’ vesile olan bu ekonomik kriz, özellikle ‘kaybedecek bir şeyi olanların’, orta sınıfların tutunumsuzlaşmasını, reaksiyoner bir hissiyata girmesini tetikledi. Kendi sınıfsal-toplumsal gelecek perspektiflerindeki kararmanın yol açtığı çaresizlik duygusu, milliyetçi zihniyeti yeniden üreten komplo teorilerine düşkün kıldı onları. Emperyalizmin, katipalist sistemin ta kendisi olarak değil de müdahale edilemeyen muazzam “dış” güçler olarak tanımlanması ve “öteki” konumuna oturtulan herkesin bir biçimde “dış güçler”in işbirlikçisi olarak kodlanması, bilhassa bu kesimlerin üç cümleden ibaret “dünya görüşü” haline geldi. Bu reaksiyoner dalgaya kapılan şehirli, tahsilli aydınlar ve yarı-aydınlar, milliyetçi atmosferin sadece nicel yönden yayılmasına değil, genişleyen bir zeminde meşrulaşmasına muazzam katkıda bulundular. Misal, bu dalganın sol muhitlere de sirayet etmesine önemli ölçüde etki eden Cumhuriyet gazetesinin ve Yalçın Küçük’ün, bu değirmene su taşır hale gelmelerinin “katkısı” ve vebali, nicel ölçüyle sınırlı değildir.



Trabzon"da TAYAD"lılara yönelik linç girişimi, çeşitli illerde Kürlere yönelik linç-saldırı olayları, üniversitelerdeki "ülkücü" saldırılar, Trabzon"da papaz cinayeti ve son olarak da Hrant Dink"in öldürülmesi... Bu olaylar birbirinden kopuk, münferit olaylar mıdır? Bu olayların ardındaki güç odakları hakkında neler söylenebilir?



Her şey tıkır tıkır onların planlarına göre gelişmese bile, böylesi provokasyonları azmettiren birtakım odaklar olduğu kesin. Bana öyle geliyor ki, kapitalist ekonomik sistemin “çağdaş” rejimindeki değişim, “bu işlere” de yansıyor. Planlayanlar, azmettirenler, failleri devşirenler ve failler arasındaki halkalar, Soğuk Savaş ve “Fordist” üretim döneminde olduğundan daha esnek gibi görünüyor; artan oranda taşeron ve “fason” ilişkilere yayılıyor bu zincir.



Şuraya gelmek istiyorum: bu saldırı ve cinayetler arasında somut bir bağ olmadığını varsaysak bile, asıl önemlisi, bunların mümkün olmasına elverişli bir toplumsal iklimin varlığıdır. Gizli ya da yarı-gizli odakları bir kenara bıraksak bile, böylesi eylemleri azmettiren çevreler, ilişki ağları, açık seçik görünüyor. “Tahrik olmaya” amâde olan ve bu tahrikten sonsuz bir meşruiyet devşiren bir potansiyel, gürül gürül akıyor. Asıl mesele budur.



"Duyarlı vatandaşların tepkisi" tarzındaki söylemler ve şiddetin aktörlerinin çoğu zaman cezalandırılmamasının milliyetçi-şiddeti meşrulaştırdığı söylenebilir mi?



Tabii, ben de bunu vurgulamaya çalışıyorum. En başta söylediğim şeyle de bağlantılı bu: İnsanların, “reflekslerine” indirgenmesi ve “reflekslerin”, akan suları durduran bir meşruiyet gerekçesi olarak konması. Lincin olağanlaştırılması, derin bir medeniyet kaybının uç noktasıdır. Zira medeniyet, insanın “doğal” sayılan yanlarını, güdülerini, reflekslerini falan aşmasıdır, onlara hakim olması, onların üstüne çıkmasıdır. “Başka” insanları gözeterek, vicdanını ve aklını yoklayarak davranması, yapıp ettiklerinin sorumluluğunu taşımasıdır. Linç nedir? Vurmanın, öldürmenin serbest olması, kimsenin bundan ötürü sorumluluk taşımamasıdır. Medeniyet kaybının doruğu.



Medeniyet kaybı dediğim süreç, kuşkusuz salt milliyetçilikten beslenmeyen, eğitim sistemimizle, sosyal devletin aşınmasıyla, insanların yoksullaşması ve yalnızlaşmasıyla, “vahşi kapitalizm” denen şeyle, -aslında bizzat kapitalizmin vahşi oluşuyla- ilgili derin bir süreç. Fakat bundan şevkle nemalanan ve nemalanmakla beraber onu çoğaltan akım, milliyetçiliktir. Milliyetçi şiddetin, herhangi bir ideolojik gayrete de girmeden, herhangi bir “işlemden” geçirmeye lüzum görmeden doğrudan doğruya lümpen ortamından beslenebilmesinin nedeni de budur.



Milliyetçi-şiddetin faillerine bakıldığında (Hrant Dink cinayetinde de olduğu gibi) gençlerin yoğunlukta olduğu göze çarpıyor. Bunun nedeni nedir? Trabzon"un öne çıkmasının ardında neler yatmaktadır?



Gençlik, bu sözünü ettiğim toplumsal ortamda, bu medeniyet kaybı vasatında, bir türlü sona ermeyen, aşılamayan, hatta belki ebedileştirilen bir ergenlik hali anlamına geliyor. Ergen, nasıl biridir? Empati kuramaz, feci derecede egosantriktir, bununla beraber feci derecede güvensizdir; “doğal” arzuları, güdüleri çok şiddetlidir ama beri yandan bunları tatmin etmeyi “doğallaştıran”, böylece onu rahatlatan çözümler bulamamıştır. Savrulmalara, fanatik coşkulara kapılmaya yatkındır. Bu ergenlik halinin sündürülmesinin, Türkiye’de gençlerin yapısal krizi olduğunu düşünüyorum; dahasıb unun Türkiye’nin bir türlü reşit hale gelemeyen toplumsal-siyasal kültürü için bir metafor olarak kullanılabileceğini düşünüyorum. Her neyse, konumuz açısından önemli olan; ergenliği aşamayan gençlik potansiyelinin, faşizan tahrikler için müsait bir tarla olduğu ortada.



Trabzon’un öne çıkmasının bir nedeni, “delikanlılık”, bıçkınlık… adı altında, sözünü ettiğimiz ergen halinin iyice uçlarda yaşandığı bir memleket köşesi olması olabilir. Ama başka nedenlere de bakmalıyız. Kentin sosyo-ekonomik gerilemesi gibi. Tahrikçi faşizan odakların burada özel surette “çalışmış” olduğuna dair işaretler de var.



Hrant Dink cinayetinin ardından ilk defa milliyetçi-şiddet bu kadar geniş tabanlı eleştiri ve tepkiye maruz kaldı. Dink cinayeti bir dönüm noktası olabilir mi?



Öyle olmasını umalım. Asıl önemlisi, bunun için çalışmak gerekir.



Evrensel, 28.1.2007

roman 05.03.2007 09:49

Demek ki devrimci değilsin!
 
Keşki olabilsen vs.

Ama gökgürültüsü gibi sol sitede devrimciyim rolleri komiklik bile yaratamıyor Alpi.

Orada yazdığım gibi sen önce Demokrat olmayı öğren.


Geç bunları yazdıkların ve aktardıkların ne olduğunu anlatmana gerek bırakmıyor.

Pek ilgi alanımda da değil ne olup, olmaman.

Beni bireyler değil zihniyetleri ilgilendirir.

Ha bir de ortamcıları hiç sevmem.

roman 05.03.2007 09:53

Halen terbiyesizlik yapmakta ve yalan,
 
yazmaktasın.

Sana ailesinin onun hakkında yazdığı eleştirisel, kızgın, kötüleyen, lanetleyen bir tek satırlık yazısını göster dedim.

YOK...

Peki halen ne halt yemeye palavranda direnmektesin.???

Rahmetli babasıda yazardır, erkek kardeşide yazardır, madem böyle bir şey varda neden bir tek satırlık bir yazı yoktur bu konuda???

Yalancılığın her türlüsü pisliktir!!!

Pis Yalancı.

roman 05.03.2007 10:32

Nazım şu an sağ olsaydı her halde,
 
şiirini bir dünya yazarını aşağılaman için böylesine pervasızca kullanmana karşı söyleyeceği çok lafları olurdu.

Utanç verici!

roman 05.03.2007 10:45

Bir ek daha. bizlerin koruduğu, büyüttü,
 
ğü Nazım Hikmetin şiirleri ile ne beni aşağılayabilecek, nede diğer antifaşist, aydın, demokrat, hümanist, yazar, çizer, ressam, sanatçı bilimum insanlıktan, dostluktan, daha güzel bir dünyadan yana olan insanlığı böylesine kurnazca çarpıtma oynaklıkları ile aşağılayabileceğini sanmakta isen sen ancak kendini aşağılarsın Alpi!!

Bizler hiç bir zaman ürettiklerimiz ile birbirlerimizi aşağılamadık, böyle ne bir geleneğimiz nede kültürümüz bulunur.

Bu tür kültür ki kültür bile demek doğru değildir ancak Türk Faşistlerine mahsusdur.

Demek Nazım usta bu şiirlerini bizleri MHP dönmeleri bir gün aşağılayabilsinler diye üretti yazdı o zindanlarda, sürgünlerde.??? Ha!!!

Ardamarın var mı senin Alpi???

Yüzünde renk var mı senin ???


Tiksinti verici...

roman 05.03.2007 10:55

Yazılar Özgür gündem de,
 
senin ile iki konuyu tartıştım.

Bir Orhan Pamuk.

İki, AB konusu, Herkese tavsiye ederim gidip oradan yazılanları ve tartışmaları okusunlar.

roman 05.03.2007 11:23

o.T.
 
Yeni Çağ Gazetesi"nde Bu Hafta Çıkan Yazısı, 14 Eylül 2005

Ulus Irkad



TANER AKÇAM’DAN FAYDALANMAK

Taner Akçam’la karşı karşıya gelerek tanışmış değilim ama internet yoluyla kendisiyle tanışma olanağına kavuştum. Bugün Türkiye dışında yaşayan özgür düşünceli bir bilimadamı Taner Akçam. Akçam’ın babası da eski bir öğretmen, sendikacı ve yazardı. Yakın bir geçmişte vefat etti. Taner Akçam ve babası hakkında Türkiye basınında çıkan yazıları da okuma fırsatım olmuştu. Bana göre Türkiye’nin aydınlanmasında Taner Akçam ve babası gibi demokrat ve ilericilerin oynadıkları önemli rol gelecekte onurlu bir şekilde anılacaktır . Ben Taner’in bilgisayarıma aldığım ama daha yakın bir geçmişte okumaya fırsat bulduğum makalelerinden(Özgürlükçüsol sitesinde 6 makale olarak yayımlandı) yola çıkarak bu görüşleri Kıbrıs’a da yansıtarak elimden geldiğince ona söz vermeye çalışacağım. Herne kadar da bu yazılar Türk-Ermeni sorunu üzerinde yazılsa bile biz Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürklerin de faydalanacağı ve Kıbrıs ’a indirgeyeceği bilgilerle doludur.

Akçam yaklaşık altı dizi olarak yayımlanan makalelerinin başında şöyle diyor: “Bu yazı esas olarak Türk-Ermeni ilişkilerine yeni bir yaklaşım önermek amacıyla kaleme alınmıştır. Bugüne kadar, soruna, sorunu yaratan eski paradigmalar içinden yaklaşıldığı ve bunun değiştirilmesi gerektiği yazının ana tezidir. Bu paradigma en genel anlamıyla, Osmanlı devletinin dağılması, ve bu süreçte çeşitli din-ulus grupları arası ortaya çıkan çatışmalardır. Bu çatışma sürecinde, her bir grup, belli bir toprak parçasının kendisine ait olduğunu iddia etmiş ve bu toprağın sınırları içinde kalan ve kendisinden olmayan, “öteki” diye tanımladığı ulus veya din gruplarını etnik temizlik veya göç/sürgün yolu ile yok etmeyi tercih etmiştir. Ermeni-Türk meselesi böyle çatışmanın kavramları ile ele alınmakta ve anlaşılmaya çalışılmaktadır. Benim bu konudaki teklifim, sorunun yeni bir tarzda kavramlaştırılmasının gerektiği dir. Önerim sorunun ulus-devletlerin demokratikleşmesi meselesinin bir parçası olarak uluslararası adalet paradigması alanına taşınmasıdır. Bunun anlamı şudur: Çatışma artık iki tarafın toprak ve sınırları üzerinde yürüttüğü bir çatışma olarak geçmişten miras kalmış bir sorun olarak görülmemeli, bunun yerine her iki toplumun bugünkü demokratikleşmesi meselesinin bir parçası olarak; yani bir insan hakları sorunu olarak ele alınmalıdır.”

Akçam makalelerinde özür dileme konusunu da ele alırak şunları söylüyor:

“Özür dileme siyaseti 20.yy’da öyle bir hal almıştır ki, bazıları çağımıza “Özür Dileme Çağı” adını takmıştır. Bu özür dilemeler, tarihin bir yerinde yapılmış yanlıştan kendisine pay çıkaran değişik kesimler tarafından yapılıyor. Bu da yerine göre, ya bireyler, meslek adamları, ticari organizasyonlar, dinsel liderler gibi sivil kuruluşlarca ya da devlet temsilcileri, hükümetler, devlet başkanları gibi resmi kişilerce yapılıyor. Özür dileme patlamasının arkasında yatan nedenler hakkında değişik fikirler ileri sürülmektedir. Küreselleşme, ulus-devletlerin yıkılması, Nazi Soykırımı’nın etkisi bu izah tarzlarının başında geliyor...” Bu konudaki görüşlerine de yine şöyle devam etmektedir:

“Giderek yakınlaşan dünyada artık “öteki” görülmez yabancılar değildir, aksine öylesine yakındırlar ki onları hergün görebilir ve iletişim kurabiliriz. Böylece “öteki”ni tanımlamakta kullandığımız tüm küçültücü eski klişeler artık kullanılmaz hale gelmiştir. Bunun bir sonucu, düşmanı aşağılamadan duyduğumuz onurdan ya da etnik saflığımızı sağlamak için başkalarını imha etmek üzerine oturtulmuş olan şanlı tarihimizden sözetmemizin artık anlamını yitirmesidir. Ona göre kültürel hafızanın yaşaması ancak olayların ağırbaşlı ve ciddi milli bir mesele olmaktan çıkıp, tehlikesiz folklor düzeyine aktarılması ile mümkündür. Hafızanın edindiği bu yeni biçim, dışarıda bıraktıklarına artık saldırmak zorunda değildir, hatta turistlerin ilgisini çekmesi bile muhtemeldir. Böylece artık muzaffer olan yerine kurbanın, gelecek yerine geçmişin, içeridekilerin homojenliği yerine dışarıda kalanların kader arkadaşlı ğı, geçmiş ve gelecek arasındaki devamlılık yerine tarihsel kesintilere odaklanmak mümkün olacaktır. Özür dileme siyasetinin bu denli yaygınlaşmasının elbette bu izah tarzları dilemenin sonuçta ciddi hiçbir bedeli yoktur. Özür dileme çabalarının çoğu, hatta hepsi, geçmişte yaşanmış bazı “kötülüklerin” acısını teskin etmeye yönelik ucuz çabalardır. Özür dileme ciddi politik analizcilerin ve gazetecilerin sıkça dile getirdikleri gibi içi boş jestler dışında hiçbir anlam ifade etmemektedir. Bu eleştiri, kendi içinde ciddi haklılık payı taşısa bile görmek zorundayız ki özür dileme geleneği uluslararası ilişkilerde yeni standartlar ve yeni normların geliştirilmesine katkıda bulunmaktadır. Özür dilemenin arkasında hangi gerçek olursa olsun, önemli olan bu akımla birlikte artık tarihle yüzleşme meselesi, yeni paradigmaların içine yerleştirilmiştir.”

Akçam en son makalesinde ise genelde çatışan tüm toplumlara olduğu gibi bize ve bilhassa Türkiye’ye de göndermeler yapmaktadır. Bu sözleri Kıbrıs üzerine yorumlarsanız Kıbrıs da bundan payını ve dersini almaktadır. Sözü tekrar Akçam’a vererek yazımızı da onun sözleriyle noktalayalım:

“Eğer bir sorunu çözmek istiyorsanız, herşeyden önce kamuoyunun sorunu algılayış tarzını değiştirmeniz gerekir. Egemen bilgilenme ve konuşma tarzının değiştirilerek kamuoyunun bilgilendirilmesi ve kamuoyu bilincinin uyarılması her sorun çözme stratejisinin merkezinde durur. Uluslararası düzeyde, benzeri sorunların çözümünde sıkça tekrar edilen genel bir kural vardır: Sorun çözümü ancak iki tarafın birbirleriyle doğrudan ilişki kurmasıyla mümkündür. Doğrudan ilişki ile, taraflar birbiri hakkında oluşturdukları ön yargı ve hurafeleri değiştirebilir ve birbirleri hakkında daha gerçekçi bir resme sahip olabilirler. Sorunu tartışırken “biz ve onlar” veya “kurbanlar ve suçlular” söylemlerinden uzaklaşmak, ortak ahlaki değerler üzerinde yükselen fakat aynı zamanda farklılıkları da vurgulayan “hayatta kalanlar” ve “insan” söylemine geçmek bu yolda atılması gereken ilk adımdır. Türkiye’de, tarihi üzerin e tartışmak istemeyen ve sorumluluktan kaçan çevrelerin, “suçlama” ile “sorumluluk” arasındaki sınırı yok eden dili bir bahane olarak kullandıkları bilinmektedir. Dolayısıyla, bugünkü Türkiye insanını suçlayan bir dilin değiştirilmesi bu tür bahanelerin de kolayca ortadan kaldırılmasını sağlayacaktır.”

Dostum ve arkadaşım Taner Akçam’a bilimsel araştırmalarında başarılar diliyorum.

chikeo 05.03.2007 14:52

Evren...
 
ich glaub da brauch man nicht viel zu sagen, er ist es auch nicht wert besprochen zu werden, genauso seine 5cent gedanken.
was genau er gesagt oder nicht gesagt hat hab ich nicht so recht verstanden aber die Ausage von Prof Yalcin Kücük letzten Sonntag auf sky türk(glaub ich) war einfach nur großartig. konnte es leider nicht aufnehmen. Auf die frage des Moderators "Sizce Evren Kimdir?" antwortete Prof Kücük "Evren bir Hayindir" ve "pkk yi pkk yapanda Evrendir"...
agzina saglik hocam...

roman 05.03.2007 16:10

YORUMSUZ!
 
Korkuyla parçalanmak…
Türkiye bitmez tükenmez korku krizleri geçiriyor.

Biz, o kadar uzun zamandır bu krizlerle yaşıyoruz ki artık bunları “normal” sanmaya başladık, nasıl tuhaf bir haleti ruhiye içinde yaşadığımızı anlayabilmek için başka ülkelere gitmemiz, oradaki insanların doğal davranışlarını görmemiz ve insanlardan yayılan o özgürlük havasını solumamız gerekiyor.

Bu ülke neden böyle bir hastalığa tutuldu?

Neden bütün dünyanın ona düşman olduğuna ve onu “bölmek” istediğine inanıyor?

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri hiç bölünmediğine göre bu hastalığın başlangıç noktasını Osmanlı’da aramamız gerektiğini anlıyoruz.

Osmanlı’nın işgal ettiği toprakların tümü “asıl sahipleri” tarafından geri alındı.

Yunanlılar Yunanistan’ı, Bulgarlar Bulgaristan’ı, Sırplar Sırbistan’ı, Macarlar Macaristan’ı, Araplar Arabistan’ı Osmanlı’nın elinden kopardı.

İmparatorluğun parçalanması dediğimiz şey aslında toprakların gerçek sahiplerine geri dönmesiydi.

Silahla aldığımız yerleri silahla koruyamadık.

Zaten bu mümkün değildi.

Tarih boyunca bunu kimse yapamadı.

Romalılar da, İspanyollar da, Portekizliler de, İngilizler de, Hollandalılar da, Fransızlar da silahla aldıkları toprakları sonunda sahiplerine iade ettiler.

İngiltere ve İspanya dışında kimsenin pek sorunu kalmadı.

İspanya’nın “Bask” bölgesi, İngiltere’nin de “İrlanda” ile yani “isimleri” yabancı olan bölgeleriyle dertleri vardı, bunları önce silahla çözmeye çalıştılar, olmayınca barışçı bir yol buldular.

Biz niye parçalanmaktan korkuyoruz peki?

Bu korkunun kaynağı ne?

Bizim, “Kuzey Irak” ya da “Güneydoğu” gibi coğrafi terimlerle andığımız bölgenin gerçek adının Osmanlı’da “Kürdistan” olması belki.

Değil Güneydoğu’ya, bize ait olmayan Kuzey Irak’a bile “Kürdistan” denmesine tahammül edemiyoruz.

Bir başka ülkenin dışişleri bakanı, bir başka ülkenin topraklarından “Kürdistan” diye söz etse tepki gösteriyoruz.

Tepki göstermek sonucu değiştirmiyor, o bölgenin adı Kürdistan.

Çünkü orada Kürtler yaşıyor.

Sanırım, toplum ve devlet, “bilinçaltında” oranın “başkalarına” ait olduğuna inandığı için o bölgenin de ayrılacağından endişe ediyor.

Bu endişe o boyutta ki, bütün hayatını Türkiye’nin yasaklarla yaşayan bir ülke olmasına adamış bir darbeci bile “eyalet” düzeninden söz etse onu “bölücülükle” suçlayabiliyoruz.

Eyalet düzenine geçersek Kürtler ayrılacak bize göre.

Devletler, binlerce yıllık alışkanlıklarıyla toprak kaybetmek istemezler, bunu biliyoruz.

Ama hiçbir devletin kendisine ait olmayan toprağı silahla elinde tutamadığını da biliyoruz.

Bunu bilmemize rağmen sürekli olarak silahla, baskıyla, yasakla Kürtleri Türkiye’nin parçası olarak tutmaya çalışıyoruz.

Neredeyse bütün varlığımızı, bütün enerjimizi, dünyayla ilişkilerimizi “Kürtler Türkiye’den ayrılacak” endişesi üzerine inşa ediyoruz.

Bu endişe, Türkiye’ye para, zaman, enerji kaybettiriyor.

Kürtler de Türkler de özgürlüklerinden oluyor.

Sürekli bir gerginlik yaşıyoruz.

Mutsuzluk hayatın her yanına nüfuz ediyor..

Bu “ayrılma” korkusu Türkiye’yle dünyayla arasına giriyor, içerde adil bir hayatı bu korku yüzünden yaratamıyoruz, bu korku yüzünden hukuku zedeliyoruz, bu korku yüzünden devlet kendi yasalarını çiğniyor.

Bu korku bizi mahvediyor.

Bana sorarsanız, “ayrılmanın” yaratacağı herhangi bir kayıp varsa, ondan çok daha fazlasını “ayrılma korkusu” nedeniyle kaybediyoruz.

Bu konuyu da bir türlü açıkça, akıl ve mantık ölçüleri içinde konuşamıyoruz.

Bir toplum, bu çağda böylesine büyük bir korkuyla yaşayamaz.

Bu korkunun bedelini de dünyanın en zengin toplumu bile ödeyemez.

Gerçeğe gözlerimizi yummak yerine artık sorunumuzu açıkça konuşmak daha iyi olacak sanıyorum.

Türkiye, Kürtlerin bu devletin ve toplumun parçası olarak kalmasını istiyorsa, bu ülkede Kürtlerle Türklerin aynı haklara sahip olmasını sağlaması, Kürtlerin kendini ikinci sınıf vatandaş gibi görmesini engellemesi gerekiyor.

Baskıyı, yasağı ortadan kaldırmalıyız.

Türkiye bütün vatandaşlarına aynı hakları verirse, bu ülkedeki Türkler bilinçaltlarında “biz ülkenin asıl sahibiyiz, bizden başka herkes bizim kölemizdir” inancını bilincine çıkarıp bu inancın tuhaflığını anlarsa bu sorun çözülür.

Korku, korkulan şeyin gerçekleşmesinden daha büyük bedel ödetiyor Türkiye’ye.

En ucuzundan “hainlik” suçlamalarıyla, bunu görmeyi, bunu tartışmayı engellemek toplumun lehine olmuyor.

Herkesin susmasını istiyoruz.

Susmak gerçeği değiştirmeye yetmiyor.

İnsanlar ölüyor, yasaklarla bütün ülke hapishaneye dönüyor.

Korku, karanlık bir kabus gibi üzerimize çöküyor.

Bölünme korkusuyla, bölünmenin yaratacağını sandığımız zarardan daha büyük bir zarar yaratıyoruz.

Artık yeter bence.

Her şeyi açıkça konuşalım.

Korkularımız yüzünden işler öyle sarpa sardı ki Evren bile “acaba federasyon mu yapsak” demek zorunda kalıp “hainlikle” damgalandı.

Korku, korkulandan daha çok zarar verdi bize.

Şimdi korkudan kurtulmanın zamanı.

Bunun, en azından benim bilebildiğim, tek yolu da konuşmak.

Ülkenin geleceğini konuşmanın “ihanet” sayılmayacağını anlamak.

Susmak bizi karanlığa itiyor.

Bölünmeyelim derken gerçeklerin atında ezilerek paramparça olacağız.

Sokağa çıkılamayan şehirler, patlayan suçlar, devlet içinde üste itaatsizlikler, hukuksuzluklarla o korkunç parçalanma da zaten kendini göstermeye başladı.

Bunu istememe hakkına sahibiz.

Ve istememeliyiz.



5 Mart 2007, Pazartesi

Ahmet Altan.


X X X X


Mehmet Altan

Darbe yap ama fikir söyleme..
Darbe yaptığında...

Dillerini ceplerine sokanlar....

Şimdi gazaba geldiler:

-Hain...

-Bölücü...

-Bunak...

Öfke kime?

Kenan Evren’e..

Neden?

Çünkü eyalet sisteminden bahsetmiş.

Sövene...

Sayana...

İhbar için kuyruğa girene bakılırsa..

Türk düşün ve demokrasi hayatının ruhu özetleniveriyor:

“Darbe yap ama fikir söyleme”

Fikir de...

Hani...

Bilinmedik derin bir cevher olsa..

Almanya eyalet...

İsviçre eyalet...

ABD eyalet...

Bizdeki “vatansever saz heyeti” orada olsa..

Cehaletlerine mi son verirlerdi, şamatayı mı keserlerdi..

Eyalet sisitemiyle yönetilen herhangi bir ülkede “bölünme” tehlikesi duydular mı?

Gördüler mi?

Kokladılar mı?

Biz güya üniteriz ama,hergün “bölünüyoruz” şamatısnıdan gına geldi.

Bu ortalarda sallanıp,yuvarlanan zevata soracaksın :

Üniter ile federal arasında ne fark var?

Eminim ki, alayı “federal” ya da “eyalet sisitemini” toprak verme sanmakta..

Halbuki federal de, eyalet sistemi de, aynen üniter gibi idari bir yapılanma biçimi..

Ne bölünmeyle, ne de toprak vermeyle yakından ve de çok çok uzaktan alakalı değil..

Üstelik de Türkiye gibi gelişmemiş, bölgeler arası uçurumları içinde barındıran, doymamış bir ülkede bu tür bir idari yapılanma pek mümkün değil...

İstanbul’un Şişli ilçesi ile..

Bitlis’in Yedisu ilçesi arasındaki gelir farkını..

Yıllarca yazar dururum...

Çünkü ikisi arasındaki fark iki yüz yetmiş dört mislidir..

Bu müstehcen durum, kimsenin “bölünüyoruz” avazelerine muhatap olmadı..

Ama eski bir darbeci “eyalet” der demez sazendeler ortaya döküldü..

Ne mantık ama?

Çakar çakmaz çakan mantık..

Tabii Evren de..

12 Eylül darbesinin sonucunu..

Herhalde görmüştür..

Buralarda gelişmiş birçok ülkedeki idari sistemi telaffuz bile olay oluyor..

Bu fikrin sefaleti mi?

Yoksa sefaletin fikri mi, belli değil..

Evren’i, askeri darbe nedeniyle yargılamak isteyen savcı Sacit Kayasu’nun yazdığı “iddianame” nedeniyle hayatı değişmişti..

Aynı Van savcısı Ferhat Sarıkaya gibi..

“Darbe” soruştursan fena...

Hem de “çok fena”..

Basma kalıp tekrarın dışına doğru hafifçe seyirtir isen, ona soruşturma...

Ona tetkik...

Ona dava açmak çok iyi..

Hem de çok iyi..

Evren darbeyle,zulümle,acıyla,idamla,hapisle,işkence yarattığı Türkiye’nin zihinsel atmosferini “bir vatandaş” gibi görüyordur..

Kimbilir,belki bir vatandaş gibi de yaşayacak..

“Darbe yap ama fikir söyleme”

12 Eylül’ün Türkiye"yi getirdiği nokta..

Öyle hale geldi ki, darbeyi yapanı bile bunaltmaya başladı..

Ama, her bunalana yapacakları muameleyi ona da yapmaya niyetli gibiler..

Ancak, bu tablo da dünyayı bunaltabilir..

Onu da unutmamalı...



5 Mart 2007, Pazartesi

Mehmet Altan.

05.03.2007 16:35

Tiksinti verici olan
 
Orhan Pamuk Gibi saklabanlarin Yaptigi ve onlarin Sak-sakcilaridir.
Avrupa ya Yalaklik yapayim derken Kendi Milletlerine rezil Olurlar ve Kovulurlar.

Arkalarindan bakar seytan;

Sivri sakalinda keder ile ..


:o)

05.03.2007 16:38

Ben Devrimciyim !..
 
Islam devrimcisi !..

Sol sitelerde Neyin devrimcisi oldugum da aciktir.

Buraya Da aktardim..
Baska Yazim varsa getir As.

kiyamx 05.03.2007 17:12

Yeni Ortadogu !
 
<a href="redirect.jsp?url=http://video.google.com/videoplay?docid=2518325465284071201&hl=en" target="_blank">http://video.google.com/videoplay?docid=2518325465284071201&hl=en</a>

roman 05.03.2007 17:52

Denemesi bedava çık bütün dünyaya,
 
bar, bar bağır Orhan Pamuğun tüm sözlü yorumlarını bakalım sana tenekeden bile olsa bir ödül veren çıkacak mı?

Sen sürgünlük ile, canını korumaya çalışma ile, caniliği, aydın düşmanlığını bayağı birbirine karıştırmaktasın.

Gerçi çok şeyi birbirine karıştırmakta bir o kadarda hiç sıkılmamaktasın.

Dedim ya insanda önce bir yüz olmalı!!!

Bu gün Orhan Pamuk yarın bir başkası ne fark eder.

Tiksinilmesi gereken durum pişkinlik olmalı.

Türkiye halkından ırkçı, ümmetçi, milliyetçi ulemayı kast etmekte isen onları bütün dünya bilmekte.

Ama, onlara kimse ödül vermez.

Uçurumun sonu yok.

Demek şeytan öyle bakmakta!!!

Bu konu üzerine özür dilemen de palavraymış.

Neren doğru birader senin???

Vallahi Nazım sağ olsa idi şiirlerini bir demokrat yazara karşı kullanmaya çalıştığın için senin yüzüne tükürürdü.

Utanmaz.

05.03.2007 17:58

Ödül ?... :o)
 
O Ödül Insan kasaplarina " Nobel baris Ödülü " olarak verildi.. :o)

Orhan Pamuk a verilen ödül Ermeni Ihanetine Yaptigi tasaronluk icin " SADAKA " dir.

USA da Anlasma yapip Türkiye den ayrilan 40 mumluk aydinimiza " Kacti " diyen Dünya basinina sessiz kalip Ülkesine Vurdurdugu icin Bir Ödül daha verilmelidir.

Nobel in Bir " SEREFSIZLIK " ödülü var miy"di ?..

Yoksa Derhal olusturulmali..

Türk Aydinligi Siraya girdi bekliyor..

:o)

roman 05.03.2007 18:03

Uçurumun sonu yok! İyi dü o.T.
 
ohne Text

roman 05.03.2007 18:05

iyi düşmeler sana.
 
Artık ne zevk vermektesin, nede her hangi bir duygu.

05.03.2007 18:08

Muhterem Peder;
 
Seytan aynen öyle bakmakta..

Özürüm O Forum icin, senin ile ilgisi Olmadigi icindi..
Burada Görüyorum ki:

Sen " Muhterem pederligini " coktan kanitladin :o)

Bu günden Itibaren " Muhterem Peder " sana hitap edecektir.Aynen Eskilerde Oldugu gibi..


Arkanizdan bakti seytan ;

Cekik Gözlerinde biraz ümit
Sivri sakalinda biraz keder..

Haydi Bakalim Meth-ü sena et Avrupali Dostlarini -demokratlari :o)

Yanliz dikketli ol da gercekleri bagirma..

Biliyorsun Seytan Azapta..

:o)

05.03.2007 18:09

Ben Sarap degilim ki Muhterem :o)
 
Ben senin Gibilere Azap veririm.

Isim Bu..
Cehennem e fazla is düsmesin diye bu böyle :o)

roman 05.03.2007 18:15

Sen bayağı bir artistsin!
 
Senin çapın, cürümün, bilgin ne ki bana ızdırap vereceksin.

Sen bana yalnızca tiksinti vermektesin.

Neden mi çünkü sahtekarsın.

Ne olduğunu ortamına göre saklayan, site, site kovulan bir kişisin.

Durduğun yeri bile ortamına göre saklayan ve değiştiren bir ukelasın sen.

Utanmasan Nazımıda ırkçı ve milliyetçi ülküdaşımdır diyebilecek kadarda dengesizsin.

Her tarafın vıcık, vıcık resmen iğrençsin.

roman 05.03.2007 18:18

Sen her zaman MHP nin bir köğeğiydin!
 
Solcu sitelerde kıç yalayıp ben değiştim yalakalıkları yüzüne vurulunca gerçek köpekliğini ortaya döküverdin.

Sahtekar soytarı.

Bir Faşistin değişebilmesi mümkün değildir, değişebilmesi için ilk önce Faşist olmamalıydı.

05.03.2007 18:28

Muhahahahahahahahahahahahahaha
 
Seni yüz kere suya Götürür Bir yudum icirmeden geri getiririm :o)

Sen kendine Edalar veren ve bilmedigin bir Halayda siritan zavalli cühelanin birisin dostum be..

Bunu bilmeyen mi kaldi ?..
:o)

Demokrat aydin filan Takiliyorsun ama aklin da yetmiyor :o)

05.03.2007 18:32

Yine mi Fasist sendromu ?..
 
Muhahhahahhahhahhahhhaha

Kahrolsun Kuru fasulya"nin Pilav üzerindeki Fasist baskisi !..

Eeee ?..
Sonra ?..
Derinn Bir " Tissssss " sesi

Ben Müslümanim !..
Fasisit olmam Olanak dahilinde degil :o)

Ama Kalin Kafali Muhterem peder Anlamaz bir türlü :o)

Petrus a filan mi sorsak ?..

:o)

roman 05.03.2007 18:34

? heya valla öyle!
 
Böyle bozarlar fiyakanı.

Önce dürüst ol.

ayaklarının üstüne bas.

Onun bunun kıçına girme neysen oysun, ben seni bir Faşist olarak tanıdım.

Bir Faşist gibi ol.

Kıvırtma!!!

Senden ne solcu olur, ne devrimci, ne bir bok.

roman 05.03.2007 18:40

İslam Faşistide mi olamadın halen?
 
Yaw sen hepten salaksın.

Hani sana birazcık olsun hak etmediğin bir değer verildi hepten bir mok olduğunu düşündün.

Solcu yazarlara solculuğun piri olan şairler ile saldırmaya başladın.

allah sana tüm yardımlarını sunsun, kol kanat gersin, dualarını kabul etsin de şu orta oyunculuğun ilkelliğinden kurtarsın.

Hani bir insanda denge olmazsa ne çap kalır, ne cürüm.

Boşuna kovmamışlar seni gittiğin yerlerden, deli, deli kulakları küpelimi demeli, yoksa işte Faşist aklının kurnazlıklarının bir örneğimi demeli???

Kafana göre takıl, resmen hem tiksinti, hem de utanç vermektesin.

05.03.2007 18:42

Ne kadar terbiyesizsin ?.. :o)
 
Kimsenin Eline sürmedigi " Bok " u diline dolayip Duruyorsun :o)

Senin beni Nasil tanidigi seni Baglar :o)
Kaldi ki sen ayna da kendini Tanimaktan bile acizsin :o)

Duyduguma Göre 12 yasinda ilk defa anne demissin.

Seni kinayip Kizmayacagim :o)

Sana acimaya karar verdim :o)

roman 05.03.2007 18:44

hadi evladım kafana göre takıl!!! o.T.
 
ohne Text

05.03.2007 18:44

Islam Fasist"i mi ?.. :o)
 
Degisik Bir psikoloji :o)

Yeni bir felsefe olmali bu ?..

IDIOTLOJI ?..

:o)

Sen Biraz Islam Hakkinda Bilgi edin Muhterem peder :o)

Sonra Konusalim " Islam Fasistligini "..

Muhahhahahahahahahahhahahahaha


Cehaletin Gözü Kör olsun :o)

05.03.2007 18:46

Emrin olur Agam :o)
 
Muhahahahahahahahahahahhahahahahahaha !..

roman 05.03.2007 18:49

Aferim!!! hah şöyle! o.T.
 
ohne Text


Alle Zeitangaben in WEZ +2. Es ist jetzt 11:30 Uhr.