Vaybee! Forum

Vaybee! Forum (http://localhost/forum/index.php)
-   Gesellschaft & Soziales (http://localhost/forum/forumdisplay.php?f=398)
-   -   Religion & Glauben (http://localhost/forum/showthread.php?t=4272)

08.08.2005 15:21

Iste Mezhep ve Hadis yolu... Cahillerin
 
yolu.... ne isin var Mezheplerle Hadislerle Ideolojilerle...

Gercege yakin olmya calisin..... mehr braucht der Mensch auch nicht zu tun

kerio 08.08.2005 16:49

bilmessin tabii sakat o.T.
 
ohne Text

kerio 08.08.2005 16:51

var tabii sen mesela o.T.
 
ohne Text

kerio 08.08.2005 16:57

var tabii
 
anitkabirde atam izindeyiz sen nerdeysen bizde ordayiz yazanlardan birde sensin, lakin o tasin altinda sen üstünde, da stimmt doch was nicht.

kerio 08.08.2005 18:44

Gene D. Matlock, B.A., M.A. bilmedigi
 
Allah bütün toplumlara peygamberler göndermistir. ve tarih sürecinde insanlar dini degistirmistir bu hristiyanlikta daha bariz birsekilde bilinmekte.

ve büyük dinler kuranda bakildiginda bir sürecin sonucudur. yani ortak yönlerin bulunmasi cok dogaldir. buna bakildiginda amerika daki indianerlerin dahi tüm semavi dinler ile baglantilari vardir.

yunan filozoflarin düsüncelerinin semavi dinler ile baglantisi olmasi da bana göre fazla sasirtici degil. sokratesin savunmasini okuyanlar kesinlikle sokratesin semavi dinin tarif ettigi insani kamili teskil ettigini görebiliriz.

1insanol 08.08.2005 18:55

Ateistlklerde öyle diyor ama
 
Düsmanlik etmeye devam ediyorlar..


Öyle lafla peynir gemisi yürümüyor, isbat edeceksin isbat!°!!

cagdasturk 08.08.2005 20:05

DINLER TARIHI
 
Dinin Tarifi :
Din, konuyla ilgilenenler tarafından çok çeşitli şekillerde tarif edilmiştir. Bizim inancımız olan Islam"a göre dinin tarifini öğrenelim.


"Din, insanoğlunu doğruya, iyiye, dünya ve ahiret saadetine yöneltmek için yüce Allah"ın peygamberleri vasıtasıyla bildirdiği ilahi kanunlardır." Demek ki gerçek manasıyla din, Allah tarafından bildirilen, Peygamberler aracılığı ile insanlara duyurulan ve hayatı bütünüyle kuşatan ilahi emir ve yasaklardır.

Öyleyse insanların kendi bilgi ve görüşleriyle ortaya koydukları kurallar gerçek anlamıyla din değildirler

cagdasturk 08.08.2005 20:06

YAHUDILIK (MUSEVILIK)
 
Yaşayan ilâhî kaynaklı dinlerden, mensûbu en az olan bir din. Günümüzde yeryüzünde yaklaşık 15-24 milyon dolayında Yahûdî vardır. Yahûdili"ğin, dinler tarihinde özel bir yeri bulunmakta ve bu din, en eski ilâhi kaynaklı din olarak nitelendirilmektedir. Mâzisi birkaç bin yıl geriye giden bu dinin başta gelen özelliklerinden biri İsrail oğulları ile Tanrı arasındaki "ahd"e kutsal kitaplarında geniş yer ayrılmasıdır. Bu nedenle bu din, bir "ahid dini" olarak da bilinmektedir. İsrail oğullarının başına gelen bütün sıkıntıların, onların bu ahde uymamaları, verdikleri sözü tutmamalarından ileri geldiği, hem kendi mukaddes kitaplarında, hem de Kur"an-ı Kerîm"de belirtilmektedir.

Bu din, Bâbil Sürgünü"nden sonra millî bir din haline getirilmiştir. Ancak bu din, tek Tanrı"ya, vahye dayanan mukaddes kitâba ve peygamberlere yer vermesiyle millî dinlerden; millileştirilip bir ırka tahsis edilmesiyle de, ilâhî dinlerden farklı bir durum arz etmektedir. Aslında bugünkü Yahudiliğin bir din mi, ırk mı, yoksa millet mi olduğu, pek net değildir. Tartışmaya girmeden onun kendine has özellikleri ve nitelikleri bulunan bir din olduğu, benzerinin bulunmadığı ve bu yüzden de tanımının zor olduğu söylenebilir. Çünkü Yahûdilikte din ve ırk içiçe girmiş olduğundan birini dinlerinden ayırmak güçtür. Onun en güzel tanımını, mukaddes kitaplarında yer alan "Balam" hikâyesindeki şu cümle yapmaktadır: "İşte ayrıca oturan bir kavimdir ve milletler arasında sayılmayacaktır"(Sayılar, 23/9).

Yahudiler, mukaddes kitaplarında yer alan ifadelere dayanarak kendilerini, dünya milletleri arasından seçilmiş kavim olarak görürler. Tanrı, bu kavmi Sina"da kendine muhatâp kılmış, onlarla ahidleşmiş, onlardan buyruklarına uyacakları konusunda söz almış ve Hz. Mûsa"nın şahsında onlara Tevrât"ı göndermiştir. Bu dinin odak noktası, Kudüs"deki "Mâbed"dir. Tahribinden önce bu Mâbed"in bir odasında "Ahid Sandığı" bulunmaktaydı. Yahûdiliğin sembolü, "Yedi kollu şamdan" ve "altı köşeli yıldız" (Hz. Dâvûd"un yıldızı)dır.

Yahudiliğin Tarihi Seyri

M. Ö. İkinci bin yılın başlarında Yahudilik Hz. İbrahim"in oğlu İshak"la sahneye çıkmıştır. İshak"tan sonra Yakub (a.s) yerine geçti (İbn Haldun, Tarih,2/40). Yakub"un diğer adı "İsrail" idi. Dolayısıyla Yakub"un oğullarının adıyla anılan on iki kabile de İsrail oğullarını oluşturdu. Bundan sonra Yusuf (a.s)"un daveti (Taberî, Tarih,1/185) üzerine Yakub ve oğulları Mısır"a göç ettiler (İbn Esir, Kâmil, 1/155).

Yahudilik, sözün tam manasıyla İsrail oğullarının Babil"de geçirdikleri sürgünden sonra inkişaf etmiştir. Oradan Filistin"e döndükten sonra (M.d. 538) İlahi şeriatı bildiren Tevrat, daha fazla bütün hayatın merkezi sanılmıştır. Yahudilere mahsus hükümleri havi Tevrat"a göre, Yahudiler yabancılarla evlenemezler. Bu durumda kendilerini ileride üstün ırk saymalarına kadar vahim sonuçlara ulaşmıştır (A. Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, 110).

M. Ö. İki binlere değin İsrail oğulları Mısır"da üçüncü sınıf insan muamelesi gördüler, orada tutsak kaldılar. Ta ki kavmin içinden (İsrailoğullarından) Musa"nın, onları Firavun"un zulmüne karşı Hak"la gelip kurtulmalarına kadar. İsrailoğulları Ken"an iline ulaşarak kurtuldular. Musa, Şeriatıyla İsrailoğullarına iki özellik kazandırdı. Biri, Allah"ın kanunlarına itaat etmek, diğeri ise isyana, başkaldırmaya yönelten bir tabiat hali.

Ken"an ülkesinde başta Filistinliler olmak üzere çeşitli topluluklarla savaşmak zorunda kalan Yahudiler, İ.Ö 990 dolayında Hz. Davud"un peygamberlik ve liderliğiyle bileşik bir devlet (krallık) şeklinde örgütlenerek Kudüs"ü ele geçirdiler.

Hz. Davut"a (a.s) gönderilen Zebur adlı semavi kitap, Tevrat"ın hükümlerini tasdikleyici olarak geldi. Bu yüzden Yahudilik İsa"ya kadar sürecektir.

İ. Ö. Dokuzuncu yüzyıldan beşinci yüzyıla kadar Aramiler, Asurlular ve Babillilerle çeşitli savaşlar sürmüştür. Babilin Yahuda Krallığını ele geçirmesi ile İsrail oğulları yeni bir sürgün dönemine giriyordu.

Yahudilik kendi tarihinde Büyük İskender"in İ.Ö. 322"de Filistin"i ele geçirmesi ile İ.Ö. 4-2 y.y"lar Helenistik bir dönemin başlangıcı olmuştur. Helenistik dönemde Suriye, Anadolu, Babil ve İskenderiye"de Yahudilik önemli merkezler elde etmişti. Bu dönemde Yahudiliğin kutsal metinleri Yunanca"ya tercüme edildi. Mısır"da zengin tarih, şiir, felsefe birikimi Yunan bilgisiyle oluştu.

Bu dönem için biraz farklı bilgi şöyledir: Aşağı yukarı M.Ö. Üç yüz senesinden M.Ö. yüz beş senesine kadar Yâhudi dini büyük bir devir yaşamıştı. Selevkyalı hükümdarların, Yahudileri Helenistik fikir ve siyaset sistemlerine mecbur bırakmalarına karşı 175-143 seneleri arasında Makkabe"lerin isyanları sayesinde Yahudiler evvela dinî, sonra da siyasî hürriyet elde etmişlerdir. Selevkyalıların devrini müteakip Romalı hakimiyet devrinde tekrar Filistinli vatanperestlerin birçok isyan hareketleri meydana gelmiştir.

O zaman da, Eski Ahid çeşitli kaynaklardan gelen, çeşitli yazar tertip edicilerin izlerini gösteren rivâyet, hikayet, tarihi ve şairane kısımlarının bir kül haline getirilmesinden sonra şimdiki şeklini almağa başlamıştır (A. Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, III).

"Yahudiliğin Helenistik dönem"i İ.Ö. 63-İ.S.135 arasında süren Roma egemenliğine kadar devam etti.

Roma egemenliği sırasında bağımsız devlet fikri yoğunlaştı. Hristiyanlığın ortaya çıkmasıyla birlikte o yıllar Yahudilik en önemli mezhep çatışmaları yaşadı.

Birbirini takip eden başarısız ayaklanmalar Yahudilikte büyük yıkıma yol açtı. Bunun ardından (doğal olarak) Yahudilik kendi içine dönmeye başladı. Bu dönem, "Talmud"un geliştirilmesi" adıyla II. yüzyıldan XVIII. yüzyıla değin sürdü. Filistin ve Babil"deki amoralar Filistin ve Babil talmudlarını vücuda getirdiler. Bunlardan Babil Talmudu Yahudi yaşamının o zamanlardaki temelini oluşturdu. Akdenizdeki Yahudi topluluğu V. yüzyılda parçalandıysa da Yahudi takviminin korunması ve hahamların çabalarıyla Avrupa"da Yahudi topluluğu tutunabildi. Diğer yandan Filistin"den Babil"e geçen hahamlık kurumu Yahudiliğin Şeriat sistemini bu yeni ülkenin şartlarına başarıyla uyguladı. VII. ve VIII. yüzyılda İslâm"ın genişlemesiyle birlikte "goon" adıyla anılan Babilli Yahudi önderler kendi geleneklerini bütün yahudi toplumlarına ulaştırdılar.

Ortaçağda Yahudilik, kültürel köklerini Babil"e dayandıran Sefardi Yahudileri (ki bunlar Endülüs-İspanya"da idiler. Bunlar Müslüman-Arap kültüründen etkilenmişlerdir) ve Aşkenazi yahudileri (ki bunlar da Avrupa"nın latin-hristiyan kültüründen etkilenmiş Fransız-Alman Yahudileridir) türünde biçimlenmişlerdir. Yine XII. yüzyılda Alman Aşkenazileri arasında Hasidilik, XIII. yüzyılda Provence ve Kuzey İspanya"daki Talmud akademilerinde ortaya tefekküre dayalı olarak çıkan bir Kabala türü de Yahudi mistisizminin en tipik örneklerini oluştururlar. Bütün bu sayılan kültürlerin arasında çeşitli çatışmalar ortaya çıktı. Gerek bu çatışmalar, gerek hristiyan yöneticilerin baskıları ve gerekse 1306 yılında Fransa"dan Yahudilerin sürülmesi Yahudi kültürünü çözümsüz ve bağlılarının açıktan dinî bağlılığı söyleyememesi dolayısıyla dinin bağlılar açısından kendi içinde kalmasına sebep olmuş, bu durum XVIII. yüzyıla kadar sürmüştür.

XVIII. yüzyıldan sonraki en önemli hareket Haskala adıyla bilinen Yahudi aydınlanması olarak gerçekleşti. Bu dönemde Haskala özellikle Rusya"da ruhbanlık karşıtı bir harekete dönüştü, toplumsal ve ekonomik reform talepleriyle birlikte gelişerek yayılma ortamı buldu. Batı Avrupa"da 1800-1815"te Napolyon döneminde başlayan "Yahudi Reformu Hareketi" de Haskala"ın ürünü sayılır. Reformcu yahudilik Almanya"da 1840"larda kurumlaşırken Avrupa"nın büyük bölümünde başarısız kaldı. Ancak ABD"de yaygınlaştı.

Yine bu yıllarda "fanatik yahudilik" (1845) Almanya"sında görüldü. Fanatik Yahudilikte de günümüze değin sürecek gelenekçilik hakimdi.

XIX.y.y"larda dindışı özellikleriyle "siyonizm hareketi" reform hareketlerinin sonuçlarından birisi olması açısından önemlidir. Siyonist hareket ulusal canlanma ve ana yurda dönme yönünde geliştirdiği plan ve programla 1948"de İsrail Devleti"nin kurulmasını sağlayacak kadar Yahudilik açısından başanlıydı.

II. Dünya savaşı sıralarında Nazi Almanya"sının giriştiği Yahudi soykırımından bu yana Yahudilerin yerleşim açısından temel olarak Avrupa"nın dışında İsrail, SSCB ve ABD"de toplandıkları dikkat çeker.

Günümüzdeki Yahudi İsrail Devleti resmen "gelenekçi yahudiliği" benimsemiştir.

Bu genel bilgiden sonra, bu kavmin dünya literatüründe "Yahûdî, İbrânî, İsrail oğulları" gibi terimlerle adlandırılmasının kısaca açıklanması yapılacaktır. Çünkü konunun iyi anlaşılabilmesi bu terimlerin bilinmesine bağlıdır:

Yahudî: Hz. İshâk"ın oğlu Hz. Yâkûb"un on iki oğlu vardı; dördüncü oğlunun adı "Yuda" veya "Yahuda" idi. Bu nedenle onun adına dayanarak İsrailoğullarına, "Yahudî" denmiştir. Filistin"in göneyinde kurulan Yuda veya Yahuda Krallığı da, ayrıca bu adın kaynağı olarak ileri sürülmektedir. Çünkü (Ürdün"ün batısı, Samiriye"nin güneyindeki bölge, yuda veya Yahuda adına nisbet ediliyordu. Esaretten sonra genel olarak halk "İsrailliler" diye adlandırılırken, şahıslar birbirine "Yahudi" diyorlardı.

Böylece onların torunları da günümüze kadar bu adla anıldılar.

İbrânî: Bu kelime, "İbrî" veya "Hibrî" kelimelerinden gelmektedir. Bu kelimeler, M.Ö. XV-XIV. yüzyıllarda Filistin"de görülen göçebe bir kabîlenin adıdır; "öte tarafın insanları" anlamında, Fırat ve Ürdün nehirlerinin öbür kıyısından gelmiş olan göçmenleri ifade eder. Yahûdîlere bu ad, Ken"an ülkesinin yerlileri tarafından verilmiştir. Bu konuda Yahûdî mukaddes kitabında bilgi verilmektedir (Tekvîn, XI/27-28; Tesniye, XXVI/5-6).

İsrâîl: Bu kelime, Tanrı ve insanlarla güreşip yenen anlamında Hz. Yâkûb"a, Tanrı tarafından verilmiş bir lâkabdır. Bu husus, Tevrât"ta yer almaktadır (Tekvîn, XXXII/28; XXXV/9-15; Hoşea, XII/4-5). Yahûdi Ansiklopedisinde kelimenin asıl anlamının belirsiz olduğu, Tevrat"ta "Tanrı ile güreşen" şeklinde yer almasına rağmen, "Tanrı ile mücâdele eden" anlamına gelebileceği belirtilmektedir. (The Universal Jevish Encyc, V/613). Taberî ise, Hz. Yâkub"a gece içinde Allah"a giden anlamında "İsrâil" dendiğini yazmaktadır (Taberî, Thiru"t-Taberî, I/320). Ayrıca on iki Yahudî kabîlesi de "İsrail? adıyla anılmaktadır (Çıkış Hurûc, III/16). Ancak, bu adın, Hz. Süleymân"dan sonra ikiye ayrılan ülkenin kuzeyinde kalan bölümünü teşkil eden kabîlelerin krallığını nitelendirmek üzere kullanıldığını belirtmek gerekir. Bununla birlikte Bâbil Sürgününden sonra Yahûda (Yuda)"ya geri dönen İbrânîler, Yahûda kabilesine mensup olmalarına rağmen, genel olarak "İsrailliler" adını aldılar.

Yahûdî inancına göre bu ad Yâkûb"a, Tanrı tarafından verilmiştir. Bu nedenle Yahûdîlik milli bir din, Yahova da millî bir tanrı olarak kabul edilmiştir. Onlara göre İsrail oğulları seçkin bir kavimdir. Sonraları bu ad genelde, bütün Yahudileri kapsayacak bir biçimde kullanılmıştır. Bugünkü Yahudi Cumhuriyeti de bu adı kullanmaktadır.

Bu kavim, Ken"an diyarına (Filistin) yerleşmeden önce "İbrânî", orada "İsrailliler", Sürgün"den sonra da genelde "İsrailoğulları", ferden "Yahudi" şeklinde adlandırmıştır. Ancak bu üç terim, birbirinin yerine kullanılmış ve halen kullanılmaktadır; yani, üçüyle de aynı din mensuptan ve aynı topluluk ifade edilmektedir (G. Tûmer-A.Küçük, Dinler Tarihi, 110-111; Dinler Tarihi Ansiklopedisi, II 361 vd).

Tevrât"a Göre Yahûdîliğin Tarihçesi

Yahûdîliğin tarihçesi, onların kutsal tarihini oluşturan mukaddes kitaplarına dayanır. Mukaddes kitap, âlem"in ve ilk insanın yaratılışından, peygamber Malaki"ye kadar geçen olayları içinde bulundurur.

Samî ırkından sayılan İbrânîler, kildânilerin Ur şehrinden çıkıp Harran"a gelirler (Tekvîn, XI/27-30). Yahve (Tanrı), Abram"a (Hz. İbrahîm) Harran bölgesinden, Ken"an diyarına göçmesini buyurur. O da karısı Saray"ı, kardeşinin oğlu Lut"u (Hz. Lût) ve Harran"da kazandıklarını da yanına alarak Ken"an diyarına varırlar. O zamanlar orada Ken"ânîler bulunmaktaydı. Tanrı, Abram"a görünüp o ülkeyi, onun nesline vereceğini bildirir. Abram da, kendine görünen Rab için bir mezbah (kurban kesme yeri) yapar. Memlekette kıtlık çıkınca Abram, Mısır"a gider. Mısır"a yaklaştıklarında Abram, karısı Saray şöyle der: "İşte biliyorum ki, sen görünüşü güzel bir kadınsın; ve olur ki Mısırlılar seni görünce: Bu, onun karısıdır derler ve beni öldürürler, fakat seni sağ bırakırlar. Senin yüzünden bana iyi davranılsın, senin sebebinle canım yaşasın diye: Onun kız kardeşiyim" de. Ve vâkî oldu ki, Abram Mısır"a girdiği zaman, Mısırlılar kadının çok güzel olduğunu gördüler ve Firavun"un emîrleri onu gördüler ve onu Firavun"a medhettiler; kadın, Firavun"un sarayına alındı. Ve onun yüzünden Abram"a iyi davrandı; ve onun koyunları, sığırları oldu. Ve Rab, Abram"ın karısı Sara"dan dolayı, Firavun"u ve onun sarayını büyük vuruşlarla vurdu. Ve Firavun, Abram"ı çağırıp dedi: Bana bu yaptığın nedir? Bu senin karın olduğunu niçin bana bildirmedin? Niçin, Bu benim kız kardeşimdir" dedin, ben de onu karı olarak aldım ve şimdi, işte karın, al ve git! Ve onların hakkında Firavun adamlara emretti; ve onu ve karısını ve kendisine ait olan her şeyi gönderdiler" (Tekvîn, XII/1-20).

Abram ve beraberindekiler, Mısır"dan böylece ayrıldılar. Çok zengindirler. Çobanları arasındaki bir tartışmadan sonra Abram"la Lut, birbirinden ayrılırlar. Lut, doğuya doğru gider. Abram ise, Ken"an diyarında oturur. Abram, bulunduğu bölgede hakimiyetini kabul ettirir ve bu arada esir edilen kardeşi (daha önce kardeşinin oğlu olarak belirtilir. Bkz. Tekvîn, XII/5. Karş. Tekvîn, XIV/14-16) Lut"u kurtarıp yanına alır (Tekvîn, XIII-XIV. Bâb.).

Bu olaylardan sonra Rab, rüyâsında Abram"a görünür, ona yardım edeceğini bildirir. Abram, O"ndan zürriyet ister. Tanrı da vereceğini vâdeder. Karısı Saray"ın teklifi üzerine câriyesi Hacer ile evlenir ve ondan İsmail doğar. Bu sırada Abram, seksen altı yaşındadır (Tekvîn, XI-XIV. Bâb). Doksan dokuz yaşına geldiğinde Tanrı ona görünür ve onun zürriyetini çoğaltacağını bildirir. Bunun üzerine Abram, yüzüstü düşer ve Allah, onunla şöyle konuşur: "Ben ise, işte, ahdim seninledir ve birçok milletlerin babası olacaksın ve artık adın Abram (yüce baba anlamında) çağırılmayacak, fakat İbrahim (cumhûr -halk, umûm-"un babası anlamında) olacak; çünkü seni birçok milletlerin babası ettim. Ve seni ziyâdesiyle semereli kılacağım ve seni milletler yapacağım ve senden sonra zürriyetini, Allah olmak için seninle ve senden sonra zürriyetinle benim aramda ahdimi, nesillerince ebedî ahid olarak sabit kılacağım. Ve senin gurbet diyarını, bütün Ken"an diyarını, sana ve senden sonra zürriyetine ebedî mülk olarak vereceğim ve onların Allah"ı olacağım" (Tekvîn, XVII/1-8).

Allah, İbrahim"den ve zürriyetinden gelecek olanlardan ahid olarak her erkek çocuğun sünnet edilmesini ister. Yine Allah, İbrahim"e, karısı Saray"ın, bundan sonra Sara (prenses anlamında) olarak çağırılmasını ve ondan bir oğul vereceğini, adının da İshak olacağını bildirir. Böylece Sara, Hacer"i kıskanmaktan kurtulmuş olacaktır.

İbrahim, ahid gereği, kendisi doksan dokuz, İsmail de on üç yaşında iken, aynı gün sünnet olurlar. Öte yandan Sara, İshâk"ı doğurur. İbrahim, oğlu İshâk"ı sekiz günlükken sünnet ettirir. Çocuk büyüyüp sütten kesildiğinde İbrahim, oğlu için büyük bir ziyâfet verir. Bu sırada İsmail"in güldüğünü gören Sara, İbrahim"den, onu kovmasını ister. Bu durum İbrahim"e kötü görünür. Ancak Allah, İbrahim"e, Sara"nın dediğini yapmasını, çünkü neslinin, İshâk"ın adıyla çağrılacağını söyler. Hacer, İsmail"i alıp çöle gider (Tekvîn, XVII/19-27; XXIXII. Bâb).

Bir gün Allah, İbrahim"i denemek için, ondan biricik oğlu İshâk"ı kurban etmesini ister (İslâm"a göre Hz. İsmail) İbrahim emri yerine getirmek üzere bir mezbah yapıp bıçağı eline aldığında Rabb"ın Meleği göklerden ona çağırıp çocuğu boğazlamamasını, çünkü emri yerine getirdiğini bildirir. Bunun üzerine İbrahim, gözlerini kaldırdığında, çalılıkta bir koçun hazır olduğunu görür ve onu kurban eder. Bu olay üzerine Rab, ona, sözünü yerine getirdiğinden dolayı, zürriyetinin düşmanlarının kapısına hâkim olacağını ve zürriyetinden gelen bütün milletlerin mübârek kılınacağını bildirir (Tekvîn, XXV/1-20).

İbrahim, yüz yetmiş beş yaşında iken ölür. "Ve oğulları İshâk ve İsmail onu Mamre karşısında olan Makpela Mağarasına, Hitti Tsohar oğlu Efro"nun tarlasına, İbrahim"in Het oğullarından satın aldığı tarlaya gömdüler. İbrahim ve karısı Sara, oraya gömüldüler ve vâkî oldu ki, Allah, İbrahim"in ölümünden sonra İshâk"ı mübârek kıldı" (Tekvîn, XXV/8-11).

İshâk"ın çocuğu olmadığından Rabb"a yalvarır, Esav ve Yakub adlı iki oğlu olur. Bir gün ülkesindeki kıtlık sebebiyle İshâk, Filistinlerin kralı Abimelek"in ülkesi Gera"ya gider. Orada karısını, kızkardeşi olarak tanıtır. Durumu anlayan Kral, niçin böyle yaptığını sorar. O da, elinden alınıp kendisine zarar gelme korkusundan böyle yaptığını söyler (Babası Abram (İbrahim)in aynı hareketini karşılaştırmak için bkz. Tekvîn, XII/10-20; XVI/6-12). Bunun üzerine Kral, onları korur. Varlık sahibi olurlar. Ancak, Filistinler, onları kıskanarak ülkelerinden çıkarırlar.

İshâk artık yaşlanmış ve gözleri görmez olmuştur. Bunun üzerine Yakub, babasının sevdiği Esav"ın yerine, hîle ile kendisini mübârek kıldırır. Bunu öğrenen Esav çok sinirlenir ve onu öldüreceğini söyler. Yakub, Harran"a gitmek üzere oradan ayrılır. Gecelediği yerde, rüyâsında, yerden göğe doğru yükselen bir merdiven görür. Bu merdivenden, Allah"ın melekleri çıkıp inmektedir. Başı, göklere ermiştir. Rab, ona şöyle der: "Baban İbrahim"in Allah"ı ve İshâk"ın Allah"ı Rab benim. Üzerinde yatmakta olduğun diyarı sana ve senin zürriyetine vereceğim; ve senin zürriyetin, yerin tozu gibi olacak ve garba ve şarka ve şimâle ve cenuba yayılacaksın ve yerin bütün kabîleleri senden ve zürriyetinde mübârek kılınacaktır..." (Tekvîn, XXVIII/13-15)..

Yakub, uyanınca, "Burası Allah"ın evidir ve bu, göklerin kapısıdır" deyip oraya "Beyt el-Lehem" (Allah"ın evi) adını koyar; yoluna devam edip Harran"a ulaşır. Orada annesinin kardeşi Laban"ın yanında çalışır; onun iki kızı yanında, iki de câriyeden on iki oğlu ve bir de kızı olur. Onları alıp Ken"ân"a babasının yanına döner.

Yakub, çocuklarından en çok Yusuf (Yosef)"u sever. Bu yüzden kardeşleri onu kıskanırlar. Yusuf, bir rüya görür ve kardeşlerine anlatır. Bu rüyâda, "kardeşleriyle birlikte bir tarlada buğday demetleri bağladıklarını, kendi demetinin dik durduğunu, ötekilerin demetlerinin ise, kendisininkinin çevresini kuşatıp eğildiklerini" söyler. Kardeşleri, bu rüyâdan onun, kendilerine hâkim olacağı anlamını çıkarırlar, ona karşı kin ve kıskançlıkları artar. Yusuf, bir başka rüyâsında güneş, ay ve on bir yıldızın, kendisine secde ettiğini görür. Bu rüyâyı babası ve kardeşlerine anlattığında, babası onu azarlayıp, "Gerçek ben ve anan ve kardeşlerin yere kadar sana eğilmek için mi geleceğiz?" der. Kardeşleri onu kıskanırlar, babası da bu sözü yüreğinde tutar. Yakub, Yusuf"u sürüleri otlatmakta olan kardeşlerinin yanına gönderince onlar da onu, elbiselerini çıkararak bir kuyuya atarlar. Daha sonra da kuyudan çıkarıp onu, Mısır"a giden tüccarlara yirmi gümüşe satarlar. Babalarına, kardeşlerini bir canavarın yediğini söyleyip, onun kana batırılmış entarisini gösterirler.

Yusuf, Mısır"da, Firavun"un bir memuru olan Potifar tarafından satın alınır. Potifar"ın karısı Yusuf"a aşık olup, ilgisine karşılık görmeyince iftira ederek onu hapse attırır (Tekvîn, XXXIX/20). Yusuf, hapisteyken, Firavun"un gördüğü bir rüyâyı tâbir ederek (yorumlayarak) hapisten kurtulur ve Firavun"un yanında önemli bir mevkie yükselir (Tekvîn, XLI/40). Daha sonra Filistin"de bulunan babası Yakub ve kardeşlerini Mısır"a getirtir. İsrail oğulları, böylece Mısır"a yerleşmiş olurlar (Tekvîn, XLIII. Bâb). Önceleri burada rahat bir hayat geçiren Yahûdiler, zamanla büyük sıkıntılara, köleliğe düşerler (Çıkış, I/12-13). Onları bu sıkıntıdan kurtarıp "Arz-ı Mev"ûd"a (Vâdolunmuş toprak Filistin"e) döndüren Moşa (Hz. Mûsâ) olur (Tah. M.Ö, 1250).

Musa, Firavun ve ordusunun Kızıldeniz"de boğulup onları izleyememesi sonucu Yahûdileri, Sina"ya getirir. Burada, Sina Dağında, Hz. Mûsâ"ya Tevrât ve On Emir verilir. Yahûdiler Sina çölünde kırk yıl dolaşırlar. Mûsâ"dan sonra Yeşu onları Filistin"e götürür (Çıkış-Hurûc, VII-XL. Bâblar; Yeşu, I-XXIV. Bâb). Filistin"de Hâkimler ve Krallar devrinden sonra Kral David (Hz. Dâvûd, M.Ö. 1013-973), Kudüs"ü alır ve Yahûdilerin en parlak devresini başlatır (bk. II. Samuel, V-IX. Bâblar). Oğlu Kral Şelomo (Hz. Süleymân, M.Ö. 973-933), babası tarafından hazırlatılan yere kutsal Mâbed"i inşa ettirir. O zamana kadar bir çadırda korunan ve içinde On Emir tabletleri bulunan mukaddes Ahid Sandığı, Mâbed"in bir odasına konur (bk. I. Krallar, V-IX. Bâblar).

Hz. Süleymân"ın ölümünden sonra krallık, güneyde Yuda (Yahuda), kuzeyde İsrail olmak üzere ikiye ayrılır (I. Krallar, XI-XII. Bâblar vd.). On kabîle, İsrail; ikisi de, Yuda Krallığına bağlanır. Önce İsrail Krallığı, Asurlular tarafından M.Ö. 721"de; sonra da Yuda Krallığı Babilliler tarafından M.Ö. 586"da yıkılır. Mâbed tahrîb edilir ve Yahûdiler, Babil"e sürgün edilir. Sürgünde Yahûdi halkı, Ezra"nın çevresinde birleşir ve M.Ö. 538"de Kudüs"e döner. Mâbed, M.Ö. 520"den sonra yeniden onarılır (bkz. Daniel, Ezra, Ester).

Yahûdi Mukaddes Kitabı, önceki peygamberler kadar, sonraki küçük peygamberlere de yer verir. Bâbil Sürgünü döneminde İşaya, Yermiya (Yeremya) gibi peygamberler gelmiştir. İlya-Mesih"ten önceki peygamber, Malaki"dir.

Yahûdi tarihinde Kudüs, İskender"den sonra Ağidler, Selefkî"lerin eline geçti. Mâbed (Tapınak), M.Ö.168"de yağma edildi. Makkabî"ler, yeniden hâkimiyeti sağladılarsa da, M.Ö. 63"de başlayan Roma esâreti dönemi, M.S. 70"de Roma"lı komutan Titus"un, Kudüs"ü ve bu arada Mâbed"i de yakıp-yıkmasıyla sonuçlandı. Yahudiler, dünyanın her tarafına dağıldılar. Mâbed"den arta kalan Batı Duvarı (Ağlama Duvarı) yüzyıllarca onlarda millî ve dinî şuûru ayakta tutmuştur. Mesîh inancının verdiği ümit, onlarda bu şuûrun devamlı varlığını sürdürmesini temîn etmiştir.

Kur"ân-ı Kerîm"e Göre Yahudilik

Kur"n"da, Yahudilikten bahsedilen âyetlerin sayısı oldukça fazladır. Onlardan "Ben İsrail", "Yahud" vb. deyimlerle söz edilen âyetler bulunduğu gibi, bir bölümünde bazı peygamberler (Hz. Yakub... gibi) konu edilirken, Yahudilerle ilgili olarak bilgi verilir. Ayrıca Kur"ân"daki "Ehl-i Kitap" deyiminin şümûlüne, onlar da girerler.

Kur"ân"da, Yahûdiler ile ilgili olarak verilen bilgileri şöylece sınıflandırmak ve sınırlamak mümkündür:

1- Allah tarafından Yahûdilere bahşedilen nimetler.

2- Uymakla yükümlü oldukları dînî hükümler.

3- Peygamberler tarafından kendilerine getirilen hükümlerle tebliğleri değiştirmeleri ve doğru yoldan sapmaları.

4- Allâh"a karşı ahidlerini bozmaları, verdikleri sözden dönmeleri ve bunu alışkanlık hâline getirmeleri.

5- Yaptıkları kötü işler yüzünden zillet ve meskenete uğramaları.

6- Yeryüzünde fesad çıkarmaya çalışmaları.

7- Bazı peygamberler ile sâlih kimselere iftirâ etmeleri veya onları öldürmeleri.

8- Basit menfaatleri uğruna gerçeklere yüz çevirmeleri.

9- Allah"ın, Yahûdilere tavsiyeleri. Yahûdilerin tarihçesiyle ilgili olarak Kur"ân"da, Hz. Musâ"ya kadar olan dönem hakkında yer alan bilgiler şu şekilde özetlenebilir:

Hz. İbrahim, Ulu Allah"ın seçkin kıldığı peygamberlerden biridir (Alu İmrân, 33-34; Meryem, 58-59). O, ne Yahûdi ve ne de Hıristiyan"dır. O, müşriklerden de değildir. Allah"ı "bir" tanıyan gerçek müslümanlardandır (Alu İmrân, 67, 95; Meryem, 43, 47). Ulu Allah, onu dost edinmiştir (Nisâ, 125). O çok içli, yumuşak huylu, konuksever ve kendini Allah"a adamış, dosdoğru bir kimsedir (Hûd 75; Tevbe,114; Meryem, 41; Buhârî, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, IX,107). O, görevini tam olarak yapan (Bakara, 124) ve kendisine suhuf verilen (A"lâ, 19) bir peygamberdir. Ona, göklerin ve yerin sırları, yakînî bilgi bahşedilmiştir. Bununla ilgili olarak Kur"ân"da şöyle denir: "Biz İbrahim"e, yakînen bilenlerden olması için, göklerin ve yerin melekutunu şöylece gösteriyorduk"(En"âm, 7/75). Hz. İbrahim, Allah"dan başka putlara, ay, güneş ve yıldızlara tapınan babası (Âzer) ile kavmine karşı, görmeyen; batan, zevl bulan şeylere, Şeytana tapınılmayacağını anlatmaya çalışır. Kendicinin Ulu Allah"a tapındığını, O"na hiçbir şeyi ortak koşmadığını, onları ve yonttuklarını O"nun yaratığının, dolayısıyla o"na ibadet, şükür etmeleri gerektiğini, çünkü O"na döneceklerini bildirir. Onlar, hattâ babası, bu dâvete uymadılar. Ona, babalarını da böyle bulduklarını söylediler (En"âm, 74-80; Enbiyâ, 58-67; Sâffât, 85-95: Meryem, 44; Ankebût, 17; Şuarâ, 70-82). Hz. İbrahim, düşmanının putlar; dostunun da âlemlerin Rabb"i olduğunu belirterek şöyle diyor: "Beni yediren de, içiren de O"dur. Hasta olduğumda bana O şifâ verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O"dur. Âhiret gününde yanılmalarını bana bağışlamasını umduğum O"dur" (Şuarâ, 26/79-82). Hz. İbrahim, görevini yapmış, tebliğde bulunmuştur. Onu ateşe atarlar, fakat Ulu Allah onu ateşten kurtarır (Ankebût, 24; Enbiyâ, 70; Sâffat, 93).

Kur"ân-ı Kerîm, Hz. İbrahim ile ilgili olarak verdiği kıssalarda insanlara, Allah ve âhiret inancı konusunda yol göstermekte, ibret vermekte ve onları düşünmeye dâvet etmektedir (bkz. Bakara, 260; En"âm, 76-79; Sâffât, 85-94).

Allah Teâlâ, Hz. İbrahim"i ve onun soyundan gelenleri peygamber kıldı. Onlara iyi işler işlemelerini, namaz kılmalarını, zekât vermelerini emretti (Enbiyâ, 73). Hz. İbrahim, Allah"dan, iyilerden olacak bir çocuk istedi (Sâffât,100-101). Allah da ona ihtiyarlığında İsmail ve İshâk"ı verdi (İbrahim, 39).

İsmail çocukken babası, rüyasında onu kurban ettiğini gördü ve bunu ona açtı. İsmail, babasına emrolunduğu şeyi yapmasını, kendisini sabredenlerden olacağını söyledi. Böylece Hz. İbrahim, oğlunu kurban etmek için yanı üzere yatırdı. Ulu Allah, rüyasındaki emre bağlılıkları sebebiyle bir kurban gönderdi (Sâffat, 102-107). Hz. İsmail doğru, uysal, sabırlı, sözünde sâdık bir kimse olarak Cebrâîl aracılığıyla kendisine vahyedilen, Allah"ın bir peygamberidir; çevresine zekâtı, namazı emretmiştir (Sâffat,101; Meryem, 54-55; Enbiyâ, 85; Sâd, 48; Bakara, 156; Âlu İmran, 84).

Hz. İshâk da doğru, sâlih, mübârek kılınmış, hidâyete erdirilmiş, âhiret yurdunu düşünen, gönülden Allah"a bağlı bir peygamberdi (Enbiyâ, 72; En"am, 84; Saffât, 113; Sâd, 45-47). İshâk, annesi çok yaşlıyken Allah"ın bir lütfu olarak bahşedilmiş ve annesi bu olaya çok sevinmiştir (Zâriyât, 29-30; Hd, 72-73; Meryem, 49; Sâffat 112). Hz. İshak da, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail gibi, kendisine vahyolunan peygamberlerden olmuştur (Nisâ, 163; Hd, 71).

Hz.Yakûb, Hz.İshâk"ın ardından müjdelenen, kendisine vahiy indirilen peygamberlerden, dinde kuvvetli, hâlis, sâlih, sabırlı, hidâyete erdirilmiş bir kimse idi (Bakara, 136; Âlu İmran, 84; Nisâ,163; Hûd, 71). Hz. Yakûb"un en sevgili oğlu Hz. Yusuf; ihlâslı, ilim ve hikmet sahibi, güzel bir yaratılışa sahip, Rüyâ tâbirini bilen, kendisine vahiy gelen peygamberlerdendi (Yûsuf, 4-8,15, 21-24; En"âm, 84; Mü"min, 34).

Hz. Yusuf, çocukluğunda bir gün babasına, "rüyamda on bir yıldız, güneş ve ay"ın sona secde ettiklerini gördüm" der (Yûsuf,12/4). Bu rüyâyı dinleyen babası ona, bunu kardeşlerine anlatmamasını söyler (Yûsuf, 5). Ayrıca Hz. Yakub, ona, Allah tarafından seçileceğini, kendisine rüyâ tâbiri öğretileceğini, daha öncekilere olduğu gibi, Allah"ın hem ona, hem Yakub âilesine nîmetini tamamlayacağını söyler (Yûsuf, 6). Kardeşleri, rüyâsında gördüğü gibi, Yûsuf"u kıskanırlar. Onu, ortadan kaldırmayı plânlarlar. Babalarının iknâ ederek onu yanlarında götürür ve kuyuya atarlar. Onu bir kurdun yediğini söyleyip, kanlı gömleğini babalarına gösterirler. Bir yolcu kafilesi, Yusuf"u kuyudan çıkarıp beraberlerinde Mısır"a götürerek bir vezîre satarlar. Vezirin karısı, Yusuf"a âşık olur ve kendisine sahip olmasını ister. Yusuf reddedince de kadın, ona iftirâ eder ve Yusuf zindana atılır. Zindanda, rüyâ tâbir eder. Mısır Melîki, bir rüyâ görür. Bu rüyâyı, kimse tâbir edemez. Yusuf"un iki hapishane arkadaşı, onu Melîke tavsiye ederler. Melîkin rüyâsını yorumlayan Yusuf, saraya alınır ve Mısır hazînesine memur yapılır. Bir süre sonra, zahîre almak üzere Mısır"a gelen kardeşleri, onun huzûruna çıkarlar. Yusuf, kardeşlerini tanır, bir vesileyle ailesini Mısır"a getirtir. İsrail oğulları, böylece Mısır"a yerleşirler (Yusuf, 7-100).

Hz. Yusuf zamanında Mısır"a yerleşmiş olan İsrailoğulları, daha sonra Firavun"un zulmüne uğrayarak, uzun bir esâret hayatı yaşamaya başlarlar. Onları bu sıkıntıdan Hz. Musa kurtarır.

Tevrât"a Göre Hz. Musa

Yusuf un ölümünden sonra Mısır"da Yahûdiler çoğalmaya başlayınca, yeni Firavun, Yusuf"un hizmetlerini unutup bundan endişelendi. ilerde ülkelerine yönelecek bir saldırıda düşmanla işbirliği yapmaları endişesiyle onlara eziyet etmeye başladı. Bu arada onların çoğalmalarını önlemek için, her doğan erkek çocuğun öldürülmesini emretti. Musa, işte böyle bir zamanda doğdu. Annesi onu, ancak üç ay gizleyebildi. Sonra onu ziftlenmiş bir sepete koyarak ırmağa bıraktı. Nil kıyısındaki sazlıklara bıraktığı sepetin durumunu, Musa"nın kız kardeşi Meryem gözlüyordu. Nil"de yıkanmakta olan Firavun"un kızı, onu buldu ve bir İbrânî çocuğu olduğunu anlayıp ona acıdı. Meryem, çocuğu emzirmesi için bir İbrânî kadın çağırabileceğini söyledi. Firavun"un kızının kabul etmesi üzerine gidip annesini çağırdı. Çocuk ona verildi ve "sulardan çekilmiş" anlamına gelen "Moşe" (Musa) adı verildi (Hurûc Çıkış, I/8-22; II/1-7). Musa, gençlik yıllarında Yahûdilerin yanına gider, şikâyetlerini dinlerdi. Yine bir gidişinde, Mısırlılardan birinin, bir Yahûdiyi dövdüğünü gördü. Yahudiyi koruyarak Mısırlıyı öldürdü. Olayın duyulması üzerine Musa, Midyan"a kaçtı. Orada Midyan kâhininin kızıyla evlendi. Kâhinin sürüsünü otlatırken, Tanrı"nın meleği, Horeb"de bir çalı ortasında, ateş alevinde ona göründü. Yanan çalının ateşi bir türlü bitmek bilmiyordu. Bunu merak edip geri dönen Musa"yı çalının ortasından Allah çağınp şöyle dedi: "... Ben, babanın Allah"ı, İbrahim"in Allah"ı, İshâk"ın Allah"ı ve Yakub"un Allah"ıyım. Ve Musa yüzünü örttü; çünkü Allah"a bakmaya korkuyordu. Ve Rab dedi: Gerçekten Mısır"da olan kavminin sıkıntısını gördüm... Onların feryâdını işittim; çünkü onların acılarını bilirjm... Ve şimdi gel ve benim kavmimi, İsrailoğullarını Mısır"dan çıkarmak için seni Firavun"a göndereyim" (Hurûc-Çıkış, III/1-13).

Böylece Musa, Yahûdîleri Mısır"dan çıkarmak üzere görevlendirilmiş oldu. Kardeşi Hârun da ona yardımcı olarak verildi. Bu görevi yerine getirmek üzere Musa Mısır"a geri döndü. Kavmini Mısır"dan çıkarıp Ken"an diyarına götürmek istediğini, bunun Allah"ın emri olduğunu söyleyince Firavun, "Allah kimdir ki, ben ona itaat edeyim" diyerek onları saraydan kovdu. İkisi arasında mücâdele başladı. İş, mucize göstermeye kadar vardı. Firavun, bütün sihirbazlarnı topladı. Onlar da bütün hünerlerini ortaya koydular. Musa"nın asâ"sı (değneği) kocaman bir yılan olup, onların bütün sihirlerini yuttu. Bütün bunlara rağmen Firavun, İsrailoğullarının Mısır"dan çıkmalarına izin vermedi. Bunun üzerine Rab Yahve, "Mısırlılara belâ vereceğini, insandan hayvana kadar bütün ilk doğanları öldüreceğini" bildirdi. Allah, Musa aracılığıyla Mısır topraklarına "on felâket" verdi. Firavun, bu işlerin olduğunu görünce onların Mısır"dan çıkmalarına izin verdi.

İsrail oğulları, Kızıldeniz"e doğru yola çıktılar. Ancak Firavun, kararından pişman olarak onların peşlerine düştü. Kızıldeniz"e ulaştıklarında Musa elini denize uzattı, sular yarıldı, İsrail oğulları geçti. Sonra Musa tekrar elini uzattı, sular eski halini uldı ve Firavun ile ordusu boğuldu (Hurûc Çıkış, VII/9-12; XII/21-31).

cagdasturk 08.08.2005 20:09

HIRISTIYANLIK
 
Hz. İsa"nın tebliğ ettiği fakat daha sonraları tahrif edilen din.

Günümüzde dünyanın her tarafından mensubu bulunan ve dünya nüfusunun l/5"inin dini olan Hrıstiyanlık, Filistin bölgesinde doğmuş evrensel bir dindir. Bir milyar civarında mensubu vardır. Menşei itibariyle vahye dayanan ve kutsal kitabı olan, özde tek tanrılı olmakla beraber, sonradan teslis inancına dönüştürülmüş bir dindir. Bu dinde ayrıca peygamber, melek, âhiret kader gibi dini kavramlar bulunsa da, bu kavramları anlayış ve açıklayış şekli İslâm"dakinden farklıdır. Hristiyanlıkta Hz. İsa merkezi bir öneme sahiptir. Bugünkü Hristiyanlık, Yahudilikteki inanç ve ibadet gelenekleriyle, Yunan-Roma (Greko-Romen) âleminin kültürlerini birleştiren bir kurtarıcı tanrı dinidir. Nâsıralı İsa"yı merkeze alan bir Yahudi Mesihi hareketidir. İsa, İsrâil"i, gelecek tanrı"nın krallığı"na hazırlamak istemiştir. Ancak bugünkü Hristiyanlık, İsa"nın havârîlerinin arasına sonradan giren Pavlus"un yorumları ile değişik bir hüviyet kazanmıştır (Annemarie Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, Ankara 1955, s. 117 VD. A. Abdullah Masdûsi, Yaşayan Dünya Dinleri (trc. Mesud Sadak), İstanbul 1981, s. 170-201; Ekrim Sarıkcıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, İstanbul 1983, s. 200 vd.; Günay Tümer-Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1988, s. 136 vd.)

Hristiyan, Mesih"e bağlı demektir. Bu kelime, Yunanca "Hristos"tan gelir. İbranîcesi "Maşiah"dir, yağlanmış anlamını ifade eder. İncillerde "Hristiyan", "Hristiyanlık" gibi terimler yer almaz. Bu terimler, ilk defa Hz. İsa"dan 20-30 sene sonra Antakya"da kullanılmıştır (Resullerin işleri, XI, 26). İnciller daha çok, Hz. İsa"ya ağırlık vermektedirler ve onun bir tür hayat hikayesi durumundadırlar.

Hristiyanlık aslında tek tanrı anlayışını esas alan bir dindir. İncillerde ve diğer yazılarda bu hükmü doğrulayacak ifadeler vardır. Allah"ın birliğinden söz edilmektedir (Yuhanna, V, 44). Fakat yine aynı metinlerde bir kısım ifadeler, mecâzî deyimler, daha sonraları bir üçleme (teslis) anlayışına yol açmıştır. Bunda, İncil yazarları ile Hz. İsa arasındaki zaman aralığının rolü vardır. Öte yandan, Hristiyan Kutsal Kitabı"nda teslis, hiç bir yerde açıkça zikredilmemiştir. Ancak "ben ve baba biriz", "baba"nızın ruhu", "Allah"ın ruhu" gibi ifadeler, zamanla Allah"ın yanında İsa ve kutsal rûhun da tanrı sayılmasına kadar varan yorumlara yol açmıştır. Bu yorumları ilk başlatan, havârîlere sonradan katılan Pavlus olmuştur. "Hz. İsâ zamanındaki en büyük ilâhiyatçısı" olarak tanımlanan Pavlus, bugünkü Hristiyanlığın kurucusu olarak bilinmektedir. Modern bilginlere göre günümüz hristiyanlığı, Hz. İsa"nın getirdiği nizamdan çok, Pavlus"un yorumlarından ibarettir. Hatta denilebilir ki, sonraki yüzyıllar, dini inançlarını İncillerden çok, onun yorumlarına dayandırdılar. Pavlus"un telkinleri, Allah"ı değil, İsa Mesih"i ağırlık merkezi olarak almıştır. Ona göre İsa, sâdece bir insan değil, Tanrı"nın kudretiyle diriltilen bir kimse idi.

Hz. İsa"nın çarmıha gerilmiş olması ve tekrar dirilmesi, insanların Hz. Âdem"in Cennet"te, yasak meyveden yemiş olması sebebiyle doğuştan günahkâr oldukları inançları da Pavlus tarafından Hristiyanlığa sokulmuştur.

Görüldüğü gibi bugünkü Hristiyanlık, Pavlus"un yorumlarına dayanır. Gerek dinin aslî şekli, gerekse kutsal kitabları olan İncil, tahrifata uğramıştır. Artık Hristiyanlık muharref bir dindir. Bunun içindir ki, günümüz hristiyanlarının benimsediği Hristiyanlık ile, Kur"ân-ı Kerîm"in bize bildirdiği Hristiyanlık, birbirinden tamamen farklıdır.

Kur"ân-ı Kerîm"de Hristiyan için "Nasrânî", Hristiyanlar için de "Nasârâ" kelimeleri kullanılmıştır (Âli İmran, 3/67; el-Bakara, 2/62, 111, 113, 135, 140; el-Mâide, 5/14, 18, 51, 69, 82; et-Tevbe, 9/30; el-Hacc, 22/17). Ayrıca, "Ehl-i Kitap" ifadesinin yer aldığı âyetlerde, Hristiyanlar da muhatap alınmıştır. Meselâ "De ki; ey Ehl-i kitap! Aramızda eşit olan bir kelimeye gelin. Yalnız Allah"a kulluk (ibadet) edelim ve O"na hiç bir şeyi ortak koşmayalım" (Âli İmrân, 3/64) âyetinde olduğu gibi.

Kur"ân-ı Kerim"e göre, Yahudiler gibi Hristiyanlar da verdikleri sözde durmadıkları için, kıyamete kadar aralarına düşmanlık ve kin salınmıştır. Hz. Muhammed onlara da gönderilmiş bir elçidir. O, Ehl-i Kitab"ın gizledikleri ve sakladıkları şeylerin çoğunu onlara açıklamıştır. Ancak Yahudi ve Hristiyanlar, kendilerinin "Allah"ın oğulları ve sevgilileri" olduklarını söyleyerek, Hz. Muhammed"e karşı çıkmışlardır. Yahudiler Uzeyr"i, Hristiyanlar da İsa"yı Allah"ın oğlu saymışlardır. İnsanları tanrılaştırdıkları için de küfre girmişlerdir. (el-Mâide, 5/12-18; et-Tevbe, 9/20) Allah"a çocuk isnad etmekle Tevhid"in özüne ve rûhuna aykırı hareket etmişlerdir. Halbuki "Allah, bu tektir. Her şeyden müstağnî ve her şey O "na muhtaçtır. O doğurmamış ve doğmamıştır. Hiç bir şey O"na denk değildir." (İhlâs, 112/1-4) .

Kur"ân-ı Kerim, Hz. İsa"nın Allah"ın kulu ve elçisi olduğunu, O"nun da tevhid"i tebliğ ettiğini açıklar. (el-Mâide, 5/46-47, 62-69, 72-77). Bu durumda Meryem oğlu İsa"yı ilah edinen Hristiyanlar, "Allah, üçün üçüncüsüdür" (el-Mâide, 5/72-75) diyerek doğru yoldan sapmışlar, tevhid çizgisinden uzaklaşmışlardır. Tevhid esasından uzaklaşan Hristiyanların yüce Allah, dinlerinin aslına, tevhid ve İslâm yoluna çağırmaktadır. (el-Mâide 5/46).

Yukarıda da belirtildiği gibi hristiyanlık, aslı itibariyle hak dinlerderdendir. Peygamberi Hz. İsa, kitabı da İncil"dir. Bugünkü Hristiyanlığın odak noktasını oluşturan ve Pavlus teolojisinin temelini teşkil eden Hz. İsa, yalnız Allah"ın kulu ve Rasûlü"dür. Bunu bizzat kendisi şöyle ikrar etmiştir: ""Hz. İsa: Ben şüphesiz Allah"ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni Peygamber yaptı; nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe namaz kılmamı, zekât vermemi ve annene iyi davranmamı emrelti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum günde, öleceğim günde ve dirileceğim günde bana selam olsun" dedi (Meryem, 19/30-33). Ayrıca Hz. İsa"yı ve annesini tanrılaştırıp "teslis" akidesini oluşturan Hristiyanlarla Hz. İsa, kıyamet gününde yüzleştirilecekler ve böylece Hristiyanların uydurdukları yalanlar bir kere daha ortaya çıkmış olacaktır. Bu husus, Kur"ân-ı Kerîm"de şöyle belirtilir: "Allah Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara beni ve annemi Allah"tan başka iki tanrı olarak benimseyin," dedin?" demişti de; ""Hâşa, hak olmayan sözü söylemek bana yaraşmaz; eğer söylemişsem, şüphesiz Sen onu bilirsin; Sen benim içimde olanı bilirsin, ben Senin içinde olanı bilemem; doğrusu görülmeyeni bilen ancak Sensin" demişti, ""Ben onları sadece, Rabbim ve Rabbiniz olan Allah"a kulluk edin, diye bana emrettiğini söyledim. Aralarında bulunduğum müddetçe onlar hakkında şahiddim, beni aralarından aldığında onları sen gözlüyorsun. Sen her şeye şâhidsin" (elMâide, 5/117).

Şu halde bugünkü Hristiyanlık, Hz. İsa"nın tebliğ ettiği Hristiyanlık değildir; ""Mesih, Allah"ın oğludur" gibi sözleri kendi ağızlarıyla uydurmuşlar (et- Tevbe, 9/30) ve "Meryem oğlu Mesih"i"de, kendilerine Allah"tan başka Rab edinmişlerdir" (et-Tevbe, 9/31). Aynı şekilde, mevcut Hristiyanların, Hz. İsa"nın getirdiği İncil"le hiç bir ilgileri yoktur (el-Mâide, 5/68). Çünkü Yahudi bilginleri gibi, Hristiyan râhipleri de birtakım menfaat temini için, Allah"tan kendilerine indirilmiş olan Kitab"ın hükümlerini değiştirmişlerdir (et-Tevbe, 9/34).

Özetle söylemek gerekirse; İslâmiyet ile bugünkü Hristiyanlık arasındaki belli başlı ayrılıklar şunlardır:

1. Hristiyanlık"ta teslis akidesi olduğu halde İslâm"da tevhid akidesi vardır. 2. İslâm bütün semâvî dinleri ve peygamberleri içine alır; Hristiyanlık ise, yalnız Kitab-ı mukaddes"i hak bilir ve Kur"an-ı Kerim"i vahye dayalı bir kitap olarak kabul etmez. 3. Hristiyanlık, insanın doğuştan günahkâr olduğunu ve bu sebeple temizlenmesi için vaftiz edilmesi gerektiğini savunur; İslâm ise, bütün insanların günahsız doğduğunu ve hiç kimsenin bir başkasının günahını yüklenmeyeceğini belirtir. 4. Hristiyanlıkta papaz ve rahiplerin günah çıkarmak ve affetmek yetkisi vardır; İslâmiyet"te ise, günahlar yalnız Allah tarafından bağışlanır. 5. Hristiyanlık"ta Hz. İsa"nın sözleri Allah kelâmı olarak telakki edilir; İslâmiyet"te ise, ilâhi emirler vahiy yoluyla, Cebrâil vasıtasıyla bildirilir. 6. Hristiyanlar"a göre İsa (a.s) çarmıha gerilmiştir. İslam"a göre ise, Allah onu kendi katına yükseltmiştir. 7. Her ne kadar bugünkü Hristiyanlar, kendi dinlerinin son din olduğunu iddia ediyorlarsa da, bu iddiânın İslâm nazarında hiç bir geçerliliği yoktur. Çünkü "Allah katında din, şüphesiz İslâmiyet"tir..." (Âli İmrân, 3/19) Ye artık "Kim İslâm"dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir ve o, âhirette de kaybedenlerden olacaktır" (Âli İmran, 3/85).

cagdasturk 08.08.2005 20:13

MÜSLÜMANLIK
 
İslâm dinini kabul eden, Allah"a teslim olmuş kişi.

"Es.le.me" fiilinin ism-i faili olup "İslâm" ile aynı kökten gelir. İslâm lügatta itaat etmek, boyun eğmek, bağlanmak, bir şeye teslim olmak, kendini Allah"a vermek, ihlaslı davranmak, samimiyetle ve içten gelerek yönelmek, müslüman olmak, İslâm"a girmek; Yüce Allah"a itaat etmek, Peygamberimiz Hz. Muhammed"in getirdiği din adına bildirmiş olduğu şeylerin hepsini benimsemek, şer"î hükümlere bağlılık göstermek, İslâmiyeti bir din olarak kabul etmektir (Bkz. el-Bakara: 2/112, 131-133; Âlu İmrân: 3/20, 83; en-Nisa: 4/125; el-Mâide, 5/44; el-En"âm: 6/14; en-Nahl: 16/81-83; el-Hacc: 22/34; en-Neml: 27/44; Lokman: 31/22, es-Sâffât: 37/103; ez-Zümer: 39/54; el-Fetih: 48/16; el-Cinn: 72/14).

"İslâm" ile "müslim" veya "müsliman" kelimeleri arasında sıkı bir ilişki vardır. Bu sebeple, "İslâm" kelimesinin Iüğat ve ıstılah manasında zikredilen özellikleri taşıyan kimseye de müslim veya müsliman denilmiştir. Müsliman, Farsça "müslim""in çoğuludur. Halk dilinde bu kelime müslüman şeklinde kullanılmaktadır ve bu şekilde şöhret bulmuştur.

Kur-"ân-ı Kerim"de iman ile İslâm, bazan aynı manada kullanılmış, bazan da farklı kavramlar olarak ele alınmıştır. İman ile İslâm, aynı manâda kullanılırsa; bu durumda İslâm deyince, İslam"ın gerekleri olan hükümlerin dinden olduğuna inanmak, İslâm"ı bir din olarak benimsemek ve ona boyun eğmek manâsı anlaşılır.

İslâm çok geniş bir kavramdır ve kısaca "İhlâs, inkıyad ve teslimiyet" demektir. Teslimiyet ise üç türlü olur: Ya kalben olur ki; bu kat"î inanç demektir. Veya dil ile olur ki; bu da ikrardır. Ya da organlarla olur. Bunlar da ibadetlerdir. Bu üç şeklin en üstünü kalb ile olanıdır. İşte İslâm"ın üç şeklinden biri olan kalbin teslimiyet ve bağlılığına iman denilir. Matüridîler bu anlayıştan hareketle, imanla İslâm"ı bir telakki etmişlerdir (bk. Matüridî, Kitabü"t-Tevhîd, s. 398).

İslâm inançları açısından da iman ile İslâm bir kabul edilmiştir. Zira İslâm, şer"î hükümleri kabul etmek manâsında boyun eğmektir. Bu da tasdikin hakikatıdır. Aynı şekilde İslâm"ın bir zâhirî, bir de bâtınî yönü vardır. Bâtınî yönden inkıyad ve boyun eğmek tasdikın kendisidir. Zâhirî yönden boyun eğmekse ikrar etmektir. Şu halde bir kimse hakkında "mü"mindir, fakat müslüman değildir"; yahut "müslümandır, fakat mü"min değildir" şeklinde bir hüküm doğru olmaz. Çünkü insanlar Hz. Peygamber zamanında üç fırka üzerinde toplanmaktaydı: "Mü"min, münafık, kâfir. Bunlar arasında bir dördüncüsü yoktur" (İmam A"zam, Fıkh-ı Ekber Aliyyü"l-Kari Şerhi, trc. Yunus V. Yavuz, s. 361-362).

Hz. Peygamber"in tebliğ etmiş olduğu dine İslâm, o dinin mensuplarına "müslüman" adının bizzat Yüce Allah tarafından verilmiş olması da mü"min ile müslüman arasında bir ayırım yapılmadığını göstermektedir (Alû İmrân, 3/85; el-Mâide, 5/3, el-Hacc, 22/78; ez-Zâriyat: 51/35). İman ile İslâm"ın aynı mefhumlar olduğu Kur"ân"ın da ifade ettiği bir husustur (Yunus, 10/84; en-Neml: 27/81; ez-Zâriyât: 51/35 vd). Şu halde "iman kalben tasdik etmek olup bâtınî bağlılıktan ibarettir. İslâm ise, bu bâtınî bağlılığı dil ile ikrar ederek açıklamak ve İslâm"a âit hükümleri kabul etmektir. Bu sebeple namaz kılmak ve zekât vermeyi İslâm"ın manâsı içine sokmakta bir sakınca yoktur... (İmam A"zam, a.g.e., s. 363). Bu gerçek şu âyette açık bir şekilde dile getirilmiştir: "... Daha önce ve Kur"ân"da, Peygamber"in size şahid olması, sizin de insanlara Şahid olmanız için size müslüman adını veren O"dur. Artık namaz kılın, zekat verin, Allah"ın emirlerine sarılın. O sizin sâhibinizdir. Ne güzel sahib ve ne güzel yardımcıdır!" (el-Hacc, 22/78).

Buna göre, "iman-İslâm" veya "mü"min-müslim" kelimeleri arasında netice itibariyle bir fark yoktur. Ancak, Kur"ân-ı Kerim"in bir yerinde "İslâm", "dış görünüş itibariyle müslüman olmak" anlamında gelmektedir. Şöyle ki: "Habibim! Bedevîler, "inandık" dediler. De ki: "İnanmadınız ama İslâm olduk deyin (çünkü iman gönülden olur... İslâm ise itaat ederek barışa girmek, savaşı "bırakmaktır. Savaşı bırakmakla İslâm olup güvene girdiniz). Fakat henüz iman gönüllerinize yerleşmedi; eğer Allah"a ve Peygamberine itaat ederseniz, işlediklerinizden bir şey eksilmez..." (el-Hucurât, 49/14).

Müslim sözcüğü tekil olarak yalnız iki âyet-i kerimede geçer. "Îbrahim ne Yahudi idi ne de Hristiyandı. Fakat o, doğruya yönelmiş bir müslim(müslüman)dı. Müşriklerden de değildi" (Âlû İmrân, 3/67). Başka bir âyette, Yûsuf(a.s.)"ın Mısır"da büyük mülk ve nimetlere kavuştuktan sonra şöyle dua ettiği bildirilir: "Rabbim! Bana mülk verdin, bana rüyaların tabirini öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Dünya ve âhirette dostum Sen"sin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni salihlere kat" (Yusuf, 12/101).

Hz. İbrahim ve İsmail (a.s.) Kâ"be-i Muazzama"nın temelini yükseltirken şöyle dua etmişlerdi: "Rabbimiz! İkimizi de Sana teslim olan (müslimeyn) kıl. Soyumuzdan da, Sana teslim olan bir ümmet meydana getir" (el-Bakara, 2/128).

Müslim kelimesi pek çok âyette çoğul olarak geçer. Bu arada Kur"ân-ı Kerim"de erkek müslümanlardan çokça söz edildiği halde, kadınlardan söz edilmemesi bazı sahabe hanımlarının dikkatini çekmiş ve Allah"ın Rasûlüne bu konuda başvuranlar olmuştur. bunun üzerine şu âyet inmiştir: "Müslüman erkeklerle müslüman kadınlara, mü"min erkeklerle mü"min kadınlara, ibadete devam eden erkeklerle ibadete devam eden kadınlara, sadık erkeklerle sadık kadınlara, sabırlı erkeklerle sabırlı kadınlara, Allah"tan hakkıyla korkan erkeklerle Allah"tan hakkıyla korkan kadınlara, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlara, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlara, iffetlerini koruyan erkeklerle iffetlerini koruyan kadınlara, Allah"ı çok zikreden erkeklerle, Allah"ı çok zikreden kadınlara, şüphesiz ki Allah mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır" (el-Ahzâb, 33/35).

Râgıb el-Isfahanî"ye göre İslâm iki kısma ayrılır: Birincisi, iman"ın daha aşağısındadır ki bu, dil ile itiraftır. Yukarıda geçen âyette bu kasdedilir. İkincisi ise, imanın üzerindedir ki, bu da dil ile itirafın yanında kalb ile itikad, fiil ile yerine getirme ve Allah"ın tüm kaza ve kaderinde O"na teslimiyet göstermektir. Nitekim İbrahim (a.s.)"a "Rabbi: "Teslim ol" buyurduğunda, "Âlemlerin Rabb"ine teslim oldum" demişti..." (el-Bakara, 2/131). Yine "Allah katında din İslâm"dır..." (Âl-u İmrân, 3/19): "Kim İslâm"dan başka bir din ararsa, bilsin ki (o din) ondan kabul edilmeyecek ve o, âhirette kaybedenlerden olacaktır" (Âl-u İmrân, 3/85) âyetleri İslâm"ın ikinci türünü belirtir (Râgıb el-İsfahanî, el-Müfredat, s. 351-352).

Sa"d b.Ebi Vakkas"ın, babası Sa"d"tan naklen haber verdiğine göre, Rasûlüllah (s.a.s.), (Sa"d da aralarında oturmakta iken bir kaç kişiye dünyalık vermiş) Sa"d hâdiseyi şöyle anlatmıştır: "Rasûlüllah (s.a.s.) onlardan birine bir şey vermedi. Halbuki en çok beğendiğim o idi. Bunun üzerine ben:

- Ya Rasûlüllah! Filanı niçin kenara bıraktın? Vallahi ben onu iyi bir mü"nıin görüyorum, dedim. Rasûlüllah (s.a.s.): "Yahud müslim" dedi. Biraz sustum. Sonra yine o zat hakkındaki bilgim galebe çalarak;

-Ya Rasulallah! Filanı niçin kenara bıraktın? Vallahi ben onu iyi bir mü"min görüyorum, dedim. Rasulüllah (sas): "Yahud müslim" buyurdu. Sonra yine o zat hakkındaki bilgim galebe çaldı. Ve; ya Rasûlüllah! Filanı niçin bıraktın? Vallahi ben onu iyi mü"min görüyorum, dedim. Rasûlüllah (s.a.s.) tekrar:

"Yahud müslim" buyurdu ve ilave ederek: "Ey Sa"d! Ben -başkası benim için daha makbul olduğu halde- bazan sırf bir adam yüz üstü Cehenneme atılır endişesiyle ona bir şeyler veriyorum" buyurdular (Buhârî, İman: 19; Müslim, İman, 236, 237). Hadisin zahiri: "... De ki: Siz iman etmediniz, bâri müslüman olduk deyin" (el-Hucurât, 49/14) ayetine uymaktadır. Hadiste Rasulullah (s.a.s.), imanın İslâm"a nazaran daha özel olduğuna işaret etmiştir. Ayrıca, o şahsın münafık olmadığını, müslüman olduğunu da belirtmiştir. Ona vermeyişinin sebebi ise, onun müslüman olduğunu bilmiş olmasıdır. Rasûlüllah"ın esas gayesi, daha çok müellefe-i kulûb durumunda olan kimselere bir şeyler vermek suretiyle onların kalblerini İslâm"a kazanmaktı. Aynı zamanda "yahud müslim" sözü ile bir gerçeğe de işaret etmek istiyordu. O da imanın bir kalb işi olduğu ve kalbde olana kolay kolay vakıf olunamayacağı, onun için de "müslim" demenin daha uygun olacağı gerçeği idi. Aynı şekilde, bir kimseyi överken onun bâtınî (iç) durumunu söylemekten sakınmak gerekir. Çünkü insanın iç dünyasını yalnız Allah Teâlâ bileceğinden, insanın zâhirî durumuna bakarak "müslim" demenin daha uygun olduğu dile getirilmek istenmiştir (İbn Kesîr, Tefsiru"l-Kur"âni"l-Azîm, IV, 219; Tecrîd-i Sarih tercemesi, I, 40).

Genel olarak Hz. Peygamber de "iman" ile "İslam" veya "mü"min" ile "müslim" arasında ayırım yapmamıştır. Hattâ aynı şeyi ifade etmek üzere söylenen hadislerde bazan "müslim", bazan da "mü"min" kelimeleri kullanılmıştır (bkz. Buhârî, İman: 20, 36; Nesâî, İman: 3, 4; Ebu Davud, Edeb, 47; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 89, 90, 162).

Müslümanın tanımı, karakteristik özellikleri ve birbirlerine karşı nasıl olmaları gerektiği özetle şöyle belirtilmiştir:

"Müslüman, diğer müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir" (Buhârî, İman: 4; Müslim, İman: 64, 65, 66; Ebu Davud, Cihad: 2; Tirmizi, Kiyame: 52; Nesâî, İman, 8, 8);

"Kim bizim kıldığımız namazı kılar, kıblemize yönelir ve kestiğimiz kurbanın etinden yerse, işte o müslümandır" (Nesaî, İman: 9);

"Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve başkalarının zulmetmesine de razı olmaz..." (Buhârî, Mezâlim, 3); "Bir müslümana küfretmek fâsıklık, onu öldürmek ise küfürdür"(Buhârî, İman: 36; Müslim, İman: 116).

"İslâm"a gir, kurtulursun" (Buhârî, Bed"ul Vahy, 6, Cihâd, 102, Tefsîru Sûre 3, 4; Müslim, Cihâd: 74; İbn Mâce, Mukaddime, 10); "Müslümanın müslümana kanı, malı ve ırzı haramdır" (Müslim, Birr: 32; Ahmed b. Hanbel, III, 491); "Müslümanın müslüman üzerinde beş hakkı vardır: Selâmını almak, davetine icabet etmek, cenazesinde hazır bulunmak, hastalandığı zaman ziyaret etmek ve aksırdığı zaman Allah"a hamdederse "yerhamüke"llahü (Allah sana rahmet etsin)" demek" (Buhârî, Cenâiz: 2; Müslim, Selâm, 4-6; Tirmizî, Edeb: 1; İbn Mâce, Cenâiz: 1; Ahmed b. Hanbel, II, 332, 372, 412, 540).

İman kalb işi olduğu halde, İslâm daha çok imanın amel olarak dışarıya yansımasını ifade eder. Nitekim Cibril hadisinde, iman tarif edilirken; "Allah"a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, kıyamet gününe, hayır ve şerrin Allahû Teâlâ"dan olduğuna inanmandır" buyurulurken; İslâm"ın tarifinde, topluma ilân edilen ve amel olarak yapılması gereken prensipler, yani İslâm"ın beş şartı sayılır: "İslâm, Allah"tan başka hiç bir ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed"in Allah"ın rasûlü olduğuna şehadet etmen, namazı kılman, zekâtı vermen, ramazan orucunu tutman ve gücün yetiyorsa hac farizasını yerine getirmendir" (Buhârî, İmân, 34, 37, Şehâdat: 26, Tefsîru Sûre: 31/2; Müslim, İmân: 5, 7, 8; Ebû Dâvud, Sünne: 16; Tirmizî, İmân: 4).

"Müslüman, sevdiğini Allah için seven, Allah"ı ve Rasûlü"nü her Şeyden çok seven ve Allah kendisine imanı nasip ettikten sonra tekrar küfre dönmeyi, cehenneme yüz üstü atılmaktan daha tehlikeli gören kimsedir" (Nesâî, İmân: 3, 4);

"Müslüman, diğer müslümanların canına, malına ve namusuna saygı duyan kimsedir" (Ahmed b. Hanbel, a.g.e., II, 491);

"Bir müslümanın, din kardeşine üç günden fazla dargın durması helâl olmaz" (Buhârî, Edeb: 57; Müslim, Birr: 23, 25; Ebu Davud, Edeb: 47; Tirmizi, Birr: 21, 24; İbn Mace, Mukaddime: 7; Ahmed b. Hanbel, a.g.e., I, 176).

Hangi müslümanlık daha hayırlıdır diyen birine Rasûlüllah (s.a.s.); "Tanıdığın ve tanımadığın herkese yemek ikram eder ve selam verirsin " cevabını vermiştir (Buhârî, İman: 6, 20; Müslim, İman: 63; Nesaî, İman: 12). Şu halde cömertlik ve Allah"ın selâmının yayılması da İslâm"ın prensiplerinden ve müslümanların örnek vasıflarındandır.

Kalbinde imanı olan her insan aynı zamanda müslümandır. Fakat her müslüman mü"min olmayabilir. İslam"da asıl olan iman ve amelin birlikte bulunmasıdır. İbadetler, insanlar arası münasebetleri düzenleyen hükümler ve bunlara uymayanlar için öngörülen dünyevî ve uhrevî müeyyideler bir bütün olarak alınır, birbirini tâmamlayacak şekilde kişi ve toplum hayatında uygulamaya konulursa "İslâm"a gir, kurtulmuş olursun" hadisinin haber verdiği gerçek ortaya çıkar.

İbadet ve muamelelerden soyutlanmış, kalbteki bir imanın korunması güçtür. Aylarca veya yıllarca namaz, oruç, zekât ibadetini tanımamış, günlük işlerinde İslâmî bir endişesi olmayan bir kimsenin kalbi kararabilir ve İlâhî duygulara karşı duyarlılığını kaybedebilir. Özellikle kendilerini amelden müstağnî görerek başkalarını irşad etmeye çalışmanın çirkinliği Kur"an-ı Kerim"de şöyle belirtilir: "Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söyleyip duruyorsunuz?" (es-Saff, 61/2). "İnsanlara iyiliği emrediyor da, kendi nefsinizi unutuyor musunuz? Oysa siz, kitabı da okuyorsunuz. Hiç düşünmez misiniz?" (el-Bakara, 2/44).

Sonuç olarak müslüman; özü, sözü ve işleriyle en doğru hareket eden, haksızlık yapmayan, daima her işin iyi yanını görmeye ve almaya çalışan, dünyada her davranışının yazıcı melekler tarafından tespit edildiğine inanan kimsedir (Ayrıntı için bk. "İslâm" mad.).

cagdasturk 08.08.2005 20:15

HZ. MUHAMMED
 
Hak din olan İslâm"ın son peygamberi (Hicretten önce 53-H.11/571-632).
Doğumu, Çocukluğu ve Gençliği:

İnsanlığı hakka ve hakikata sevkedip dünya ve ahiret saadetlerini sağlamak üzere Allah Teâlâ tarafından gönderilen peygamberlerin sonuncusu ve alemlerin rahmeti olan Peygamber Efendimiz, genellikle kabul edildiğine göre 20 Nisan (12 Rabiulevvel) 571 Pazartesi günü Mekke"de doğdu. İslâm tarihi kaynakları, Hz. Peygamber"in nesebi ta Hz. Adem"e kadar sıralanan Şecere tabloları ile belirlemişlerdir. Bu kaynaklarda Hz. Peygamber"in yirminci göbekten atası olan Adnan"a kadar ittifak edilmiş, ancak Adnan"dan sonra verilen isimlerde bazı farklılıklar ortaya çıkmıştır. Ama O"nun Hz. İbrahim"in oğlu Hz. İsmail soyundan olduğunda şüphe yoktur. Buna göre Adnan"a kadar Rasûlullah"ın şeceresi şöylece sıralanır: Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib b. Hâşim b. Abdümenâf b. Kusayy b. Kilâb b. Mürre b. Ka"b b. Lüeyy b. Gâlib b. Fihr b. Mâlik b. En-Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyas b. Mudar b. Nizâr b. Me"add b. Adnan.

Hz. Peygamber"in doğumundan iki ay kadar önce babası Abdullah, ticarî bir seferden dönüşünde Yesrib (Medine)"de vefat etmişti. Annesi Amine, Kureyş Kabilesinin kollarından Benû Zühre"nin reisi Vehb b. Abdümenaf"ın kız idi. O sıralarda Mekke eşrafı, çocuklarını çölde bir süt anneye vererek emzirme âdetine sahip oldukları için Hz. Peygamber, kendi annesi Amine tarafından ancak bir kaç kez emzirilmiş, süt anneye verilinceye kadar da amcası Ebu Leheb"in cariyesi Süveybe, O"na süt annelik yapmıştı. Daha sonra Mekke"ye komşu çöllerde yaşayan Hevâzin kabilesinin kollarından Benû Sa"d"a mensup Halîme bint Ebî Züeyb, uzun süre Hz. Peygamber"e süt emzirmiştir. Mekke eşrafı tarafından Mekke"nin ağır ve sıcak havası çocukların gelişimine ve sağlıklarına zararlı görülüyor; ayrıca hac münasebetiyle her kesimden insanla temas halinde bulunan Mekke"de arap dili, yabancı tesirler altında kalabildiğinden, fesahat ve belâğata önem veren Mekkeliler çocuklarının dili öğrendikleri ilk yıllarının Arapçanın saf ve bozulmamış şekliyle ve olanca fesahat ve belâgatıyla arı duru konuşulduğu badiyelerde geçmesini gerekli görüyorlardı. Bu bakımdan Araplar arasında fasih Arapçaları ile ün yapmış Benû Sa"d kabilesi arasında yaklaşık ilk iki buçuk yılını geçiren Hz. Peygamber, ileride üstleneceği ilâhî risâlet görevi için hem bedenen, hem de ruhen burada hazırlanmış oluyordu. Hz. Peygamber"in kırk yaşından itibâren yürüttüğü İslâm"a davet vazifesi, kabul etmek gerekir ki, aslında meşakkatli, yorucu, bir takım sıkıntıları olan mukaddes bir vazifedir. İşte bu yorucu ve meşakkatli görevi lâyıkıyla yerine getirebilmek için sağlam ve sıhhatli bir bünyeye sahip olmak gerekiyordu. Hz. Peygamber, böylelikle çocukluğunun ilk yıllarında Mekke"nin boğucu sıcak ve sıtmalı havasından uzaklaşmış, suyu ve havası güzel bâdiyede sağlıklı bir şekilde gelişme imkânını bulmuş oluyordu. Diğer taraftan güzel konuşmanın kitleler üzerindeki etkisi malumdur. İleride muhtelif insan kitlelerine muhâtap olacak bir peygamberin şüphesiz iyi bir dil bilgisine sahip olması ve dili, davasının uğrunda en iyi şekilde kullanması gerekiyordu. İşte bu yönlerden Hz. Peygamber henüz çocukluğundan itibâren davet faâliyeti için hazırlanıyordu. Yalnız kendisi henüz o sıralarda ileride peygamber olacağı konusunda hiç bir bilgiye sahip olmadığından, bu hazırlanma O"nun bizzat iradesi ile ve bilerek olmayıp, Cenâb-ı Hakk"ın yönlendirmesi, kontrol ve murâkabe altında tutması şeklinde cereyan ediyordu. Peygamber Efendimizin süt annesi Halime"nin yanında iken vukû bulan "Göğsünün yarılması" (Şerhu"s-Sadr veya Şakku"s-Sadr) olayını da yine davete hazırlık olarak değerlendirmek gerekir. Bu olayda Hz. Peygamber"in göğsü, görevli iki melek tarafından yarılmış, kalbi çıkarılarak Şeytanın ve nefsin tasallut ve saptırmasından arındırılmış ve Zemzem"le yıkanarak tekrar yerine konulmuştur. Böylece Hz. Peygamber, rûhen davete hazırlanmış oluyordu.

Şerhu"s-sadr olayından sonra süt anne halime tarafından Mekke"ye getirilerek öz annesi Amine ve dedesi Abdülmuttalib"e teslim edilen Hz. Muhammed, altı yaşına kadar annesi Amine"nin yanında kaldı. Bu sıralarda Amine, Hz. Peygamber"i de yanına alarak Medine"deki akrabalarını ziyarete gitmişti. Bu vesile ile, altı yıl kadar önce Medine"de ölen eşinin kabrini de ziyaret etmiş olacaktı. Bir ay süren bir misafirlikten sonra Mekke"ye dönerken henüz Medine"den pek fazla uzaklaşmadan Ebvâ denilen köyde Âmine aniden rahatsızlandı ve vefat etti; oraya da defnedildi. Artık hem yetim, hem de öksüz kalan çocuğu bu yolculukta kendilerine refakat eden dadı Ümmü Eymen Mekke"ye getirip dedesi Abdülmuttalib"e teslim etti. Yaşlı dede, kalben büyük bir muhabbet beslediği bu yavruyu sevgi ve rahmetle iki yıl bağrına bastı. Abdülmuttalib"in temsil ettiği Hâşimoğullarının Mekke"deki itibârı ile Abdülmuttalib"in şahsî özellik, kabiliyet ve ahlâki faziletleri ve özellikle bir zamanlar yeri kaybolan kutsal Zemzem suyunu olgunluk devrelerinden tekrar bulup çıkarmış olması, onun Mekke"de kendisine son derece saygı duyulan, sözüne itibâr ve itâat edilen bir reis hâline gelmesini sağlamıştı. Abdülmuttalib, Kâbe duvarına bitişik olarak sırf kendisine mahsus serilen minderde ve Mekke idare meclisi hüviyetini taşıyan Dâru"n-Nedve"de Mekke halkının çeşitli problemlerini dinler ve çözüm yolları arardı. Dedesi Abdülmuttalib"in yanından hiç ayrılmayan küçük Muhammed, Dâru"n-Nedve"de yapılan idareye ve çeşitli problemlere ait müzâkerelerde de dedesinin yanında bulunuyor ve daha o yaşlarından itibaren zulmün hâkim olduğu Mekke toplumunda ortaya çıkan problemleri, insanların dinî, idârî, iktisadî, ilmî, ictimâî yönlerden nasıl bir bataklığın içinde bulunduklarını yakından görüp idrâk ediyordu.

Hz. Peygamber sekiz yaşına geldiği zaman Abdülmuttalib seksen iki yaşına erişmişti ve yaşlı bünye, uğradığı hastalıklara tahammül edemeyerek bu dünyadan ayrıldı. Abdülmuttalib vefatından önce sevgili torununu oğulları arasında, Hz. Muhammed"in babası Abdullah"la ana-baba bir kardeş olan Ebû Talib"e teslim etmişti. Artık Hz. Muhammed sekiz yaşından yirmibeş yaşına kadar amcası Ebu Talib"in yanında kalmıştır.

Gelecekte peygamber olacağı hakkında ne kendisinin ne de çevresinin kesin bir bilgisi olmadığından, tâbiîdir ki Hz. Peygamber"in bu devrelerdeki hayatı hakkında fazla bilgimiz yoktur. Ancak sadece Hz. Peygamber"i değil, aynı zamanda diğer Mekkelileri de ilgilendiren bazı olaylarda Hz. Peygamber"in aldığı yer ve oynadığı rol, kaynaklarımızda tespit edilmiştir. Bu devreye ait mevcut bilgiler arasında şüphesiz önemli olanlarından birisi, Hz. Peygamber"in Râhib Bahîrâ ile karşılaşması meselesidir. Hz. Peygamber on iki yaşlarında iken amcası Ebû Tâlib ile birlikte Şam"a doğru yol alan ticarî bir kervana katılmış ve kafile Şam yakınlarında Busrâ adlı bir mevkide mola verdiği zaman buradaki manastırda bulunan Bahirâ adlı râhib, İslâm kaynaklarına göre Hz. Peygamber"deki özelliklere bakarak O"nun ileride çıkması beklenilen son peygamber olabileceği kanâatine varmıştı. Müsteşrikler bu olayı kendi yanlı bakış açıları ile ele alarak İslâm"ın doğuşunda Hristiyan rûhiyâtının etkileri olduğunu, Râhib Bahîrâ"nın dinî telkinlerinin tesirinde kalan Hz. Muhammed"in bu dinî şuuru geliştirerek ileride İslâm"ı ortaya attığını iddia ederlerse de, İslâmiyet"in temelini oluşturan tevhid akidesi ile Hristiyanlığın temeli olan teslis * inancının aslâ bağdaşamaz bir karakterde oluşu, İslâm"ın Hristiyanlık"da mevcut teslis düşüncesini şirk olarak kabul etmesi, bu iddiânın ne derece asılsız ve gülünç olduğunun en açık delillerindendir (geniş bilgi için bkz. Bahîrâ maddesi).

Hz. Peygamber, bu ilk seferin ardından daha sonraki yıllarda diğer amcaları ile birlikte Mekke. dışına yapılan bazı ticari seferlere katılmış, muhtelif bölgelerde yaşayan insanların farklılık arzeden dinleri, örf ve âdetleri, hal ve vaziyetleri hakkında bilgi sahibi olmuştur. Peygamber Efendimizin daha sonraları İslâm"ı tebliğ ederken bu bilgilerinden istifade etmesi tabiî olduğuna göre cereyan eden bu olayları da O"nun peygamberliğe ilmen hazırlanması olarak değerlendirmek gerekir.

Cenâb-ı Hakk"ın kontrol ve murâkabesi, müstakbel peygamberi rûhen de davete hazırlıyor ve cahiliye döneminin her türlü şirk ve sapıklığından, kötülük ve ahlâksızlığından uzak tutuyordu. Mekkelilerin dinî bir âyini ve bayramı olan Büvâne"ye çocukluk yıllarında amca ve halalarının zorlamaları ile götürülen Hz. Muhammed, âdet üzere diğer akrabalarının yaptığı şekilde burada hazır bulundurulan bir puta tapmak içiri sıraya girdiğinde, henüz kendisine sıra gelmeden ilâhi bir ikaz ile puta tapmaktan alıkonulmuş ve olayın haşyeti içerisinde Hz. Peygamber kısa bir baygınlık geçirmişti. Bu olaydan sonra artık akrabaları O"na putlara tapmak için her hangi bir ısrarda bulunmadılar. Tabîidir ki Peygamber Efendimiz çocukluk yıllarından itibâren hayatı boyunca aslâ hiç bir puta tapmadığı gibi, onlar adına kurban kesmemiş, putlar adına kesilen hayvanların etini yememiş, onlar adına yemin etmemiş, hatta onların adını dahi ağzına almaktan hoşlanmadığını belirtmişti.

Geçim sıkıntısı çeken amcası Ebû Tâlib"e yardımcı olmak için gençlik yıllarında Mekkelilere ücretle çobanlık yapan Hz. Muhammed, çobanlığı sırasında Mekke"nin dağdağalı, debdebeli, şirkin hâkim olduğu havasından uzaklaşarak tabiatla karşı karşıya gelmiş, bu anlarda muhakeme ve idrâk gücü gelişerek herşeyin yaratıcısı olan Cenab-ı Allah"ın varlığı ve birliğini, O"na eşler koşmanın sapıklık olduğunu iyice kavramış, karşılaştığı bir takım sıkıntı ve meşakkatler O"nu rûhen olgunlaştırmıştı. Çobanlık yaptığı günlerden birisinde sürüsünü bir çoban arkadaşına emanet ederek Mekke"de tertiplenen gece eğlencelerini seyretmek için kırdan şehire inen Hz. Peygamber, eğlence yerine gelip oturur oturmaz Cenâb-ı Hakk"ın kendisine verdiği bir uyku ile, içkilerin içildiği, oyunların oynandığı, ahlâksızlıkların yapıldığı bu işret âlemini seyretmekten dahi alıkonulmuştu. Bir başka sefer yine böyle bir eğlenceyi seyretme arzusu aynı şekilde engellenmiş; artık bir daha da Hz. Peygamber böyle bir şeye teşebbüs etmemiş, istek de duymamıştı.

Hz. Peygamber yirmi yaşlarında iken Mekkeliler ile Hevâzin kabilesi arasında Ficâr Harbi vukû buldu. Aslında savaşabilecek bir yaşta ve güçte olmasına rağmen Hz. Peygamber bu harpte sadece savaş alanının gerisine düşen okları toplayıp amcalarına vermekle yetinmişti. Böylece genellikle cephe gerisinde bulunmasına rağmen bu olayın O"nda harp taktik ve teknikleri, sevk ve komuta gibi konularda tecrübeler oluşturduğu bir gerçektir. Peygamberliğinden sonra dahi hatırladığı zaman bir üye olarak katılmaktan şeref ve iftihar duyduğunu açıkça belirttiği Hılfü"l-Fudûl ise hemen bu savaştan sonra gerçekleşmişti. Bu vesile ile Hz. Peygamber, cemiyet meselelerini yakînen tanımış, câhiliye toplumunda güçlünün güçsüzü nasıl ezdiğini, güç ve kuvvet karşısında zâlimlerin nasıl eriyip titrediğini örnekleriyle görmüştü.

Yirmibeş yaşında bizzat kendisinin idare ettiği bir ticaret kervanı Hz. Muhammed"i Hz. Hatice ile karşılaştırdı ve aralarında gerçekleşen evlilik, Hz. Muhammed"in amcası Ebû Tâlib"in yanından ayrılıp yeni bir aile yuvası kurmasını sağladı. Hz. Peygamber"in bu evlilik dolayısıyla Hz. Hatice"den altı çocuğu olmuştu. Bunlardan dördü kız olup Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Külsüm ve Fâtıma adlarını almışlardı. Bunların dördü de babalarının peygamberliğine erişmişler ve O"na iman ederek hicret etmişlerdir. Oğulları ise Kasım ve Abdullah adını taşıyordu. Hz. Peygamber"in ilk oğlunun adı Kasım olduğu için kendisine Ebû"l-Kâsım künyesi verilmişti. Bazı kaynaklar bunlardan başka Hz. Peygamber"in Tayyib ve Tâhir adında iki oğlu daha olduğunu zikrederken, diğer bazı kaynaklar bu son iki ismin Abdullah"ın lâkabı olduğunu belirtmişlerdir. Hicretten sonra doğan oğlu İbrahim ise Mısırlı câriye Mâriye"dendir. Hz. Peygamber"in bütün erkek çocukları henüz küçük yaşlarda vefat etmişlerdi.

Hz. Hatice ile evliliğinden sonra Peygamber Efendimiz ailenin geçimini ticaret yoluyla sağlamaya çalışmış, bazan ortaklık yoluyla, bazan müstakil olarak ticaret yapmıştı Hz. Muhammed, bu ticarî muamelelerindeki dürüstlüğü, doğru sözlülüğü, ahde vefası, âdil ve âlicenâb davranışları, herkes hakkında iyimser davranıp elinden gelen iyilik ve yardımı yapması, yoksulun, muhtacın elinden tutması, yakınlarına ve akrabalarına karşı gösterdiği ilgi, ahlâkî olgunluk ve rûhî üstünlükleri ile derhal temâyüz etmiş, çevrede herkesin güvenip itibar ettiği, sayıp sevdiği bir kişi hâline gelmişti. Bu sebeple Mekkeliler kendisine "el-Emîn = güvenilir kişi" lâkabını vermişlerdi.

Hz. Peygamber"in otuz beş yaşında iken meydana gelen Kâbe tâmiri olayı ve bu olay sırasında el-Haceru"l-Esved"in* yerine konması meselesinde Mekke sülâleleri arasında çıkan ve kanlı bir çatışmaya dönüşme temâyülü gösteren anlaşmazlığı herkesi memnun edecek bir tarzda ve âdil bir şekilde çözmesi, O"na duyulan güveni daha da artırmıştı.

Allah"ın mukaddes evi Kâbe"nin tâmiri dolayısıyla herkeste olduğu gibi Hz. Muhammed"de de dinî duygu ve heyecanlar şüphesiz harekete geçmiştir. Bu sebeple O"nda bu yıllardan itibâren Rabbi ile başbaşa kalma arzusu görülür. Bir de buna toplum içinde işlenen haksızlıklar, zulümler, ahlâksızlıklar, din adına icrâ edilen sapıklık ve akılsızlıklar eklenecek olursa, Hz. Muhammed"in böylesi câhilî bir toplumdan kendisini uzak tutarak yalnız, sessiz, sakin bir mağarada bir süre uzlete çekilmesinin sebebi daha iyi anlaşılır. Artık otuz beş yaşından itibâren Hz. Peygamber, belli zamanlarda özellikle Ramazan ayı boyunca Mekke"den uzaklaşıyor, uzlet yeri olarak kendisine seçtiği Hıra dağındaki bir mağarada günlerini geçirerek Cenâb-ı Hakk"ın varlığını, birliğini, kudret ve azametini, O"nun gücü karşısında mahlûkatın aczini ve zayıflığını düşünüyor; Rab Teâlâ"nın insanlara sonsuz nimetlerini, buna karşı insanoğlunun nankörlüğünü, onların dinî, siyasî, ictimâı, ahlâkî vs. yönlerden içerisine düştükleri kötü durumları hatırlıyordu. İşte bu uzlet,günleri Hz. Peygamber"i rûhi, ahlâkî bir olgunluğa götürdüğü gibi tefekkür ve istidlâl melekelerini geliştirerek aklî ve ilmî bir yüceliğe de eriştirdi.

Peygamberliği ve Mekke Dönemi:

Böylece kendisine verilecek ilâhî risâlet görevini üstlenebilecek bir seviye ve vasata geldiği bir sırada, kırk yaşında iken yine böyle bir uzlet anında Hıra mağarasında, Cenâb-ı Hakk"ın peygamberlere vahiy getirmekle görevli meleği Cebrâil (a.s), O"na ilk vahyi, Alak Sûresi"nin ilk beş âyetini getirdi. Artık Allah"ın Rasûlü, insanları hak din olan İslâm"a çağırmakla görevli idi. O, bu görevine ailesi halkından ve hak davaya gönül verebilecek yakın arkadaşlarından, gerçeği kabul edebilecek kabiliyetde olan, fıtratı bozulmamış, düşünme istidadı körelmemiş kişilerden başladı. İlk önce O"nu sevgili eşi Hz. Hatice tasdik etti. Erkeklerden Hz. Ebûbekir, çocuklardan Hz. Afi, âzadlı kölelerden Zeyd b. Hârise kendisine ilk iman eden kimselerdi. Ardından Hz. Ebûbekir"in de aracılığıyla Hz. Osman, Abdurralıman b. Avf, Zübeyr b. el-Avvâm, Talha b. Ubeydullah, Sa"d b. Ebî Vakkâs, Ebû Ubeyde b. el-Cerrah, Sa"id b. Zeyd, Abdullah b. Mes"ûd gibi şahsiyetler müslüman oldular. Hz. Peygamber ilk üç yıl davetini gizli sürdürdü. Yalnız bu gizlilik, İslâm"ın esasları ve prensipleri açısından değildi. İslâm, sır perdeleri arkasında, gizli saklı, esrarengiz ve gizemli, anlaşılmaz bir takım düşünceler ve doktrinler ihtiva eden bir din değildi. Onun esasları gayet açık, net, anlaşılır, sâde, arı duru olup akıl ve mantığa da uygun idi. Aynı şekilde bu gizlilik, İslâm"ın sadece belli bir zümreye has bir grup dini oluşundan da değildi. Aksine İslâmiyet cihanşümûl bir din olup bütün bir beşeriyetin hidayet ve saâdetini hedeflemişti. Ancak Hz. Peygamber"in ilk üç yıl davetini gizli sürdürmesi, çevredeki insanların İslâm"a karşı takındıkları düşmanca tavırdan, inanç ve ibadet hürriyeti tanımayacak kadar insafsız ve bağnaz oluşlarından kaynaklanıyordu. Müslüman olanların mallarına ve canlarına bir zarar gelmemesi, filizlenmekte olan İslâm davâsına acımasız bir balta vurulmaması açısından gizli davete gerek duyulmuştu. Bu safhada Hz. Peygamber faâliyetini genellikle davet merkezi edindiği Dâru"l-Erkam"dan yürütmüştür. Burası ilk iman edenlerden el-Erkam b. Ebi"l-Erkam"ın* Kâbe karşısında Safâ tepesi yamaçlarındaki evi idi. İlk müslümanlardan bir çoğu İslâm"ı burada kabul etmişler, Hz. Peygamber"in eğitimine burada mazhar olarak İslâm"ın eşsiz esaslarını ruhlarına ve hayatlarına burada nakşetmişlerdi. Hz. Peygamber burada İslâm davâsına gönül bağlayarak mallarını ve canlarını bu hak davâ uğrunda fedâdan çekinmeyen sâdık, vefâlı ve ihlâslı bir kadroyu oluşturmakla meşgûldü. O, biliyordu ki böyle bir kadro olmaksızın İslâm davâsının ortaya çıkıp yayılması mümkün değildir. Bu bakımdan Hz. Peygamber"in bu devredeki icraatı ashabını birbirine kenetlendirmiş ve aralarında mükemmel bir bağlılık oluşturmuştu.

İşte Hz. Peygamber İslâm davâsı etrafında böyle bir kadro oluşturduktan sonra peygamberliğin dördüncü yılından itibâren İslâm"ı açık açık tebliğ etmeye başladı. Kureyş müşriklerinin İslâm"ı engellemek için başvurdukları çok çeşitli çareler, Hz. Peygamber"e ve İslâma samimiyetle bağlı kadro elemanlarına engel olamıyordu. Bu arada Mekke müşrikleri özellikle korunmasız müslümanlara insaf ve vicdana sığmayan eziyet ve işkencelerde bulundular. Bu işkenceler karşısında Hz. Peygamber, isteyen müslümanların Habeşistan"a gidebileceklerini belirtip hicret izni verince, nübüvvetin beş ve altıncı yıllarında müslümanlardan birer grup I. ve II. Habeş hicretlerini gerçekleştirdiler. Mekkeli müslümanların böylece Mekke hâricine İslâm"ı taşımaları, müşriklerin hınç ve kinini artırmıştı. Ama Cenâb-ı Hakk"ın yardım ve inâyeti sebebiyledir ki İslâm"a gösterilen bu düşmanlıklar bile hak dinin yayılmasına yardımcı oluyordu. Meselâ azılı müşriklerden Ebû Cehil"in bizzat Hz. Peygamber"e yaptığı sözlü ve fiili bir sataşma, Kureyş arasında şahsiyeti ve kuvvetiyle büyük bir itibâra sahip olan Hz. Hamza"nın müslüman olmasını sağladı. Ardından Mekke idare meclisi Dâru"n-Nedve"de alınan Hz. Peygamber"i öldürme kararını uygulamak için harekete geçen güçlü şahsiyet Ömer b. el-Hattâb, Hz. Peygamber"i öldürmek üzere O"nu ararken aslında ayakları onu hidâyete sevkediyor ve Ömer"in gücü İslâm saflarına yeni bir heyecan ve şevk katıyordu. Arka arkaya Hz. Hamza"nın ve Hz. Ömer"in müslüman olmaları, Kureyş müşriklerinin gözünü bir süre yıldırmış, artık müstümanlara dokunamaz olmuşlardı. İşte bunu izleyen günlerde Habeş muhâcirlerinden bir kısmı Mekke"ye geri döndü. Ancak bu sırada müşrikler yeniden şiddete başlayıp, cehâlet ve bağnazlıkla bağlandıkları ata dinlerini, zulme dayalı olduğu için İslâm"ın ortadan kaldıracağı şahsî çıkar ve menfaatlerini, bâtıl tahakküm ve zorbalıklarını kurtarabilmek için akıl almaz çarelere başvurmuşlardı. Bu türden olmak üzere hem müslümanlar, hem de müslümanları koruyan Hâşimoğulları, peygamberliğin yedinci senesi ile onuncu senesi arasında tam üç yıl devam eden bir boykot ve muhâsaraya marûz kaldılar. Mekkeliler ne müslümanlarla, ne de onları koruyan Hâşimoğulları ile hiç bir münâsebette bulunmayacaklarına, her türlü ilişkiyi keseceklerine, onlarla hiç bir şekilde alış-verişte bulunmayacaklarına, oturup kalkmayacaklarına, kız alıp vermeyeceklerine dair bir karar almış, bu karan yazdıklan sahifeyi Kâbe"nin iç duvarına asarak dinî bir hüviyet de vermişlerdi. Bu karara muhâlefet eden, hem vatana, hem de dine ihânet etmiş sayılacak ve en ağır şekilde cezalandırılacaktı. Mekkeliler tarafından üç yıl süreyle ve titizlikle uygulanan bu karar, elbette müslümanlara sıkıntılı, güç günler yaşatmıştır. Peygamberliğin onuncu yılında bu karar iptal edilip boykot ve muhâsara kaldırıldığı vakit müslümanlar pek ziyade sevinme imkânı bulamadılar. Çünkü çok geçmeden Hz. Peygamber iki büyük yakınını, amcası Ebû Tâlib"i ve eşi Hz. Hatice"yi üç gün arayla ardı ardına kaybetti. Rasulullâh"ın üiüntüsüne müslümanlar da katıldılar ve bu seneye Hüzün yılı* adını verdiler. Özellikle Ebû Talib"in vefatı, Hz. Peygamber"in Mekke"de İslâm"ı tebliğ etmesini bir hayli güçleştirdi. Çünkü Ebû Tâlib"in sağlığında Mekkeliler Ona hürmet duydukları için himayesine aldığı yeğenine dokunmuyorlardı. Şimdi bu himaye ortadan kalktığı için Hz. Peygamber her yerde sataşma ve engellemelerle karşılaşıyordu. Böyle bir ortamda İslâm"ı tebliğ etmek âdeta imkânsız hâle geldiğinden Hz. Peygamber, İslâm"ı kabullenecek yeni bir kitle aramaya başladı. Bu sebeple de azadlı kölesi Zeyd b. Hârise ile birlikte bir gün gizlice Tâif"e gitti. Ancak dolaylı akrabalarından olan reislerinden gördüğü alaylı ve acımasız muâmele Hz. Muhammed"in derhal Mekke"ye geri dönmesini gerekli kıldı. Hz. Peygamber şehirden gizlice çıkmıştı. Şayet bu durum Mekkelilerce öğrenilmişse onun gidişi ülke dışına kaçma olarak değerlendirilebilir ve kendisi siyâsi suçlu sayılabilirdi. Bu düşüncelerle Hz. Peygamber şehre ancak bir emân ve himâye altında girmek gerektiğine kanâat getirerek müşriklerin ileri gelenlerinden Mut"ım b. Adî"nin himâyesini sağladı ve onun koruması altında şehre girdi.

Yıllar boyu Mekkelilerin İslâm"a karşı gösterdiği kin; düşmanlık ve engellemeler, üç yıl süreyle devam eden ve insafsızca uygulanan toplumdan dışlanma ve muhâsara olayı, ardından Ebû Tâlib"in ve Hz. Hatice"nin vefatları dolayısıyla Hz. Peygamber"in himayesiz kalması ve Mekkelilerin sataşmalarına mâruz kalması, bunu tâkiben de Tâif halkının horlayıcı tavn, her ne kadar Allah Rasûlünün ümit ve azmini kıramamış, davet şevk ve iştiyakını azaltamamış ise de, şüphesiz bir beşer olarak O"nu üzmüş ve rencide etmişti. İşte böyle bir durumda Hz. Peygamber"i sevindirecek ve Kur"an"dan sonra en büyük mûcizelerinden biri olan bir mucize meydana geldi. Cenâb-ı Hak, Rasûlünü teselli etmek, bunca gördüğü düşmanlıklara rağmen gösterdiği sabır ve sebat dolayısıyla O"nu taltif edip lütuf ve ikramda bulunmak üzere katına çağırdı ve Hz. Peygamber"in İsrâ ve Mirâc mûcizesi gerçekleşti. Bir gece vakti Hz. Peygamber, bir an ifade edilebilecek çok kısa bir zaman dilimi içinde önce Mekke"den Kudüs"e gitti. Oradan da göklere yükselerek Rabbinin huzuruna çıktı; dünya ötesi âlemi, Cennet ve Cehennem"i müşahede etti. Böylece rûhen takviye görmüş, Rabbi tarafından mükâfaatlandırılmış olarak tekrar aynı anda Mekke"ye döndü.

Bu olaydan sonra Hz. Peygamber (s.a.s) İslâmî tebliğine yine devam ediyordu. Fakat İslâm"ın kitlesi olacak zümreyi arayışı genellikle Mekke"ye dış kabilelerden hac, umre veya ticaret gibi maksatlarla gelen yabancılar arasında oluyordu. Önceleri bu teşebbüsü bazen olaylı, bazen sert, nâzik, veya mütereddit, ama hep menfi bir tavırla karşılanıyordu. Ancak nübüvvetin onbirinci senesinde Medine"nin Hazrec kabilesinden altı kişi Akabe adı verilen yerde Hz. Peygamber"le karşılaşıp kısa bir görüşmeden sonra O"na iman ettiler. Bu altı Medineli, şehirlerine dönüşte Hazrec ve Evs kabileleri arasında İslâm"ı yaydılar. Ertesi senenin hac mevsiminde ikisi Evsli, onu Hazrecli oniki kişilik bir heyet yine Akabe"de Hz. Peygamber"le buluşup O"na bey"at ettiler. I. Akabe bey"atı olarak tarihlere geçen bu görüşmenin akabinde Hz. Peygamber, İslâm kadrosunun ilk elemanlarından Mus"ab b. Umeyr"i davetçi olarak Medine"ye gönderiyordu. Mus"ab"ın Medine"de bir yıl süreyle yaptığı faâliyet öylesine verimli olmuştu ki İslâm"ın bahsedilmediği ve girmediği bir ev hemen hemen kalmamıştı ve Medineliler, Allah Rasûlünü şehirlerine buyur edip O"nu koruma konusunda her tehlikeyi göze alacak bir kıvâma erişmişlerdi. Peygamberliğin onüçüncü yılında Medine"den gelen daha kalabalık bir heyet Akabe"de Hz. Peygamber"le bir gece vakti gizlice buluşup II. Akabe Bey"atı"nı gerçekleştiriyor ve şehirlerine göç ettiği takdirde Hz. Peygaber"i ve Mekkeli müslümanları malları ve canlarını korudukları gibi koruyacaklarına and içiyorlardı. İşte bu and ve karşılıklı söz vermelere İslâm tarihinde "Akabe bey"atları * " adı verilmiştir.

Hicret ve İslâm Devleti:

Mekkeliler bu görüşmeleri haber aldıkları zaman başlatılan yeni baskılar, müslümanlara hicret kapılarını açtı. Hz. Peygamber"in izni ile Ashâb-ı kirâm gruplar halinde ve çoğunlukla gizlice şehri terkedip Medine yolunu tuttular. Artık şehirde Hz. Peygamber ve ailesi, Hz. Ali, Hz. Ebûbekir ve ailesi ile hicrete imkân bulamamış olanlarla yakınları veya akrabaları tarafından hicretleri engellenmiş kimseler kalmıştı. Müslümanların Medine"de toplanarak zinde bir güç oluşturmaları, Mekkelileri ürküten ve korkutan bir husus olmuştu. Bu günlerde sık sık olağanüstü toplantılar yapan müşrikler, gizli bir celsede, karşılaşılan bu zor problemi çözme yollarını aradılar. Yegâne kurtuluş yolu olarak Hz. Muhammed"in öldürülmesi görüldü. Kararlaştırılan komplonun icrâsı için hazırlıklar yapılırken Cebrâil (a.s) vâsıtasıyla durumdan haberdâr olan Hz. Peygamber de hicret için hazırlığa koyuldu ve hicrette kendisine yol arkadaşlığı yapacak Hz. Ebûbekir"le önceden hazırladığı plân gereğince geceleyin Mekke"yi terketti. Uzun ve zaman zaman tehlikeli geçen yorucu bir yolculuktan sonra 8 Rebiulevvel pazartesi günü Medine"nin banliyösü Kubâ köyüne geldiği zaman Ensâr ve Muhâcirûn"un O"nu karşılaması son derece heyecanlı ve içten olmuştu. Hz. Peygamber bu köy halkının ricası üzerine burada beş gün istirahat etti ve bu kısa istirahatı sırasında bilfiil kendisi de çalışarak bir mescid inşâ ettirdi. Kubâ"ya gelişinin beşinci günü sabahleyin buradan ayrılarak Medine şehrine yöneldi. Günlerden cuma idi. Öğle vakti Rânunâ adlı mevkiye gelindiği vakit Hz. Peygamber burada durdu; ilk cuma hutbesini îrad etti ve ardından ilk cuma namazını kıldırdı. Sonra yoluna devam etti. Şehirde bir bayram havası vardı. Büyük küçük herkes yollara dökülmüş, coşkun bir tezâhürât, sevgi ve saygıyla Hz. peygamber"i karşılıyor, şehirlerine ve evlerine buyur ediyordu. Hz. Peygamber hiç kimsenin davetini reddetmiş olmamak ve hiç kimseyi kırmamak için uygun bir çare buldu ve üzerinde hicret ettiği devesi Kasvâ kendi hâline bırakıldı; devenin çöktüğü yere en yakın evde Hz. Peygamber misafir olacaktı. Deve, şehrin orta tarafında iki yetim çocuğa ait boş bir arsada çöktü ve Hz. Peygamber kendisine ait hâne-i saâdetleri inşâ edilinceye kadar buraya evi en yakın olan Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd el-Ensârî Hazretlerinin evinde misafir kaldı.

Böylece Hz. Peygamber"in hayatında ve davet faâliyetinde yeni bir dönem, Medine dönemi başlamış oluyordu. Medine"de Hz. Peygamber, İslâm"a kucak açmış büyük bir kitleye kavuşmuştu; İslâm"ın bağımsızlığı ve hâkimiyetini ilân edeceği bir vatana da sahipti. Artık yapılacak şey, bu vatan sathında İslâm cemâatını teşkilatlandırmak, insanların birbirleri ile olan münâsebetlerini hak ölçüleri içerisinde düzenlemek ve hakkın hâkimiyetini sağlayarak etrafa yaymaktı. Bunun için de bir devlete ihtiyaç vardı. Peygamber Efendimiz bu ihtiyacı gayet iyi bildiğinden, artık Medine"ye hicretin ilk günlerinden itibâren O"nun davet merhaleleri arasında "devletleşme diye adlandırdığımız safhayı gerçekleştirmek üzere çaba sarfetti. Kuruluş günlerini yaşayan İslâm devletı"nin idâre merkesi, htikümet binası, harp karargâhı vs. gibi çok önemli hizmetler verecek olan Mescid"i inşâ etti. Mescide bitişik olarak bina edilen suffa, İslâm cemâatının bütün İslâmî meselelerde eğitildiği ve gerekli bilgilerin öğretildiği önemli bir eğitim-öğretim müessesesi oldu. Bu sıralarda okunmaya başlanan ezan, sadece namaz vaktinin geldiğini bildiren bir ilân değil, aynı zamanda İslâm hâkimiyetini âleme haykıran bir sembol ve şiâr idi. Komşu devletlerle münâsebetlerin tanzimi için henüz hicri birinci senede ilk sınır tespiti gerçekleştirilmiş ve bu sınırlar içerisindeki müslümanların gücünü belirleme açısından Hz. Peygamber"in emri üzerine nüfus sayımı yapılmıştı. Ensâr"dan bir kişi ile muhâcirûn"dan bir kişinin bir araya getirilerek İslâm topluluğunun ikişer ikişer kardeşleştirilmesi ameliyesi demek olan muâhât *, başka bir çok faydaları yanısıra İslâm devleti"nin asıl unsurunu oluşturan müslümanlar arasında tam bir kaynaşma ve dayanışma sağlıyordu. Yine aynı senede hazırlanan anayasa, müslümanları olduğu kadar Medine"de bulunan müşrikleri ve Yahudileri de kapsamına alarak Hz. Peygamber"in devlet başkanlığını bu gayri müslim azınlıklara da kabul ettiriyor ve aynı ülkede yaşayan vatandaşlar olarak bu insanlar İslâm"ın hakimiyet ve koruması altına alınarak devlet açısından güvenliğin sağlanması hedefleniyordu.

cagdasturk 08.08.2005 20:19

HZ. ISA
 
Kur"an-ı Kerîm"de adı geçen ve İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden. Hz. İsa (a.s) batılı tarihçilere göre miladi yıldan dört veya beş sene kadar önce doğmuştur.
Yine batılı tarihçilere göre Hz. İsa (a.s) Romalıların elinde bulunan Yahudiye"de Romalılardan Tiberius iktidarı döneminde otuz yaşlarına doğru peygamberliğini insanlara bildirdi. Önce Celile"de sonra Kudüs"te insanları hak dine davet etti. Yahudilerin dinini ikmal onların dine kattıklarını düzeltmek için gönderilen Hz. İsa (a.s) kendisine indirilen İncil adlı kutsal kitapta bunu şöyle anlatır: "Ben yok etmeğe değil, tamamlamaya geldim." Hz. İsa (a.s), yahudilerin tahrif ettiği Eski Ahid"i onların anlayışından kurtarmaya, Hz. Musa (a.s)"ın getirdiği akideyi yerleştirmeye ve yahudilere daha önce bildirilen zahmetli bazı ilahi kanunları hafifletmeye çalıştı.

Memleketi Celile"de Genaseret gölü kıyısında ilk vaaz ve tebliğlerini bildiren Hz. İsa daha sonra Kudüs"e gitti. Yahudiler Hz. İsa"yı, dönemin Romalı Kudüs valisi Pontus Pilatus"a şikayet ettiler. Havarilerin içinde Yahuda isimli birisi Hz. İsa"ya ihanet etti ve Hristiyanların inancına göre Hz. İsa çarmıha gerilerek öldürüldü. Kur"an-ı Kerîm"de ise hadise şöyle anlatılmaktadır: "Halbuki onlar İsa"yı öldürmediler ve asmadılar. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı" (en-Nisa, 4/156). Rivayete göre Hz. İsa"ya ihanet eden Yahuda, Romalılar tarafından isa (a.s.) zannedilerek asılmıştır.

İsa (a.s); orta boylu, kırmızıya çalar beyaz benizli, dağınık, düz saçlı idi. Saçını uzatır, omuzları arasına salardı. Geniş göğüslü, küçük yüzlü çok benli idi: Sırtına yün elbise, ayağına ağaç kabuğundan yapılmış sandal giyer, çoğu zaman da yalınayak yürürdü.

Kendisinin geceleri varıp barınacağı bir evi, ev eşyası ve zevcesi yoktu. Hiç bir şeyi yarın için biriktirip saklamazdı. İsa (a.s) dünyadan yüz çevirir, ahireti özler, Allah"a ibadete koyulurdu. Yeryüzünde nerede güneş batarsa orada konaklar iki ayağının üzerinde namaza durur; gece namaz gündüz de oruç ile günlerini geçirirdi (M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, II. 334, 335). İsa (a.s) göğe kaldırıldığı zaman, yün bir kaftan, bit çift mesti, bir de deri dağarcıktan başka bir şey bırakmamıştı (Abdurrezzak, Musannef, XI, 309).

Kur"an-ı Kerîm"e göre Hz. İsa (a.s)"ın annesi Hz. Meryem"dir. Meryem (a.s), yine Kur"an"da ismi geçen dört seçkin aileden biri olan İmrân ailesinden idi. Hz. Meryem, Zekeriya (a.s)"ın koruması ve gözetim altındaydı. Meryem, Beytü"l-Makdis"te, doğu tarafta özel bir bölmeye yerleştirilmişti. Zekeriya (a.s), Meryem"in yanına geldikçe orada, rızkını ve yiyeceğini hazır görürdü. Hz. Meryem, Beytü"l Makdis"te zikirle, ibadetle hayatını geçiriyordu. İşte bu sırada Allah, ona bir beşer sûretiyle Cebrail"i gönderdi. bu durum, Kur"an-ı Kerim"de şu şekilde anlatılır: "Meryem dedi ki; ben senden Rahman"a sığınırım. Eğer O"ndan korkuyorsan bana dokunma! O da, ben, temiz bir oğlan bağışlamak için Rabbının sana gönderdiği elçiden başkası değilim, dedi. Meryem; bana bir insan temas etmemişken, ben kötü kadın olmadığım halde nasıl oğlum olabilir? dedi. Cebrail, bu böyledir; çünkü Rabbın, "bu bana kolaydır, onu insanlar için bir mucize ve katımızdan da bir rahmet kılacağız," diyor, dedi. İş olup bitti. Böylece Meryem, İsa"ya gebe kalarak bir köseye çekildi. Doğum sancıları başladı ve başına gelen bu hadiseden dolayı çok üzülerek, keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim, dedi" (Meryem, 19/1 8-23).

Cebrail, Meryem (a.s)"e, babasız doğuracağı çocuğun özelliklerini ve mücadelesini haber vermiş, Meryem"i teselli etmiş ve ayrılıp gitmişti. Hz. Meryem"in kendisini Allah"a ibadete verdiğini ve onun tertemiz bir kadın olduğunu bilenler de bilmeyenler de bu duruma hayret etmiş ve doğumun bu şekilde nasıl olabileceği tartışmasına girmişlerdi. Hz. Meryem ise olayı, çocuğa sormalarını işaret etmişti. Fakat "Onlar, biz beşikteki çocukla nasıl konuşabiliriz? dediler. Çocuk, ben şüphesiz Allah"ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı. Yaşadığım sürece namaz kılmamı ve zekât vermemi, anneme iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum gün de, öleceğim gün de, dirileceğim gün de, bana selâm olsun, dedi" (Meryem, 19/23-33).

İsa (a.s)"ın babasız olarak mucizevî bir şekilde doğuşu, Allah"ın dilemesinden ibaretti. Hatta Allah katında, oluş itibariyle Adem (a.s) ile İsa (a.s) arasında fark yoktu. Nitekim ayet-i kerimede, durum şu şekilde izah edilir: "Gerçekten İsa"nın babasız dünyaya geliş hâli de Allah katında Adem"in hâli gibidir. Allah, Âdem"i topraktan yarattı, sonra da ona ol dedi; o da hemen (insan) oluverdi" (Âlu İmrân, 3/59).

İsa (a.s) otuz yaşında iken peygamberlik görevi aldığında, hemen İsrailoğullarına durumu bildirdi. İsa (a.s)"nın çağrısına kulak tıkayan ve ellerindeki Tevrat"ı tahrif edip pek çok değişiklikler yapan İsrailoğulları, Hz. İsa (a.s)"a inanmadılar. Ayrıca Allah, Hz. İsa"nın risâletini destekleyen mucizelerde gösteriyordu. Kur"an-ı Kerim"de zikri geçen mucizeleri şunlardır: İsa (a.s) nın, çamurdan kuş biçiminde bir heykel yapması ve onu üfleyince kuş olup uçması, ölüleri diriltmesi; anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulmuş olanları tedavi etmesi; gökten sofra indirmesi (el-Mâide, 5/110-115); Havarîlerin ve diğer arkadaşlarının evlerinde ne yediklerini ve neler sakladıklarını söyleyerek gaybdan haber vermesi (Âlu İmrân, 3/49).

İsrailoğulları, İsa (a.s.)"ı ve ona tâbi olanları durdurmak için pek çok yol denediler; sonunda Hz. İsa"yı öldürmeğe karar verdiler. Ancak Allah, onların planlarını etkisiz hâle getirdi. Yahudiler, İsa (a.s.)"a benzeyen birini yakalayıp astılar ve "Meryem oğlu İsa Mesih"i öldürdük" dediler (en-Nisâ, 4/157). Öte yandan Kur"an-ı Kerîm, asıl durumu şu şekilde açıklar: "Halbuki onlar İsa"yı öldürmediler ve asmadılar. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı. Ayrılığa düştükleri şeyde, doğrusu şüphededirler. Onların bu öldürme olayına ait bir bilgileri yoktur. Ancak kuru bir zan peşindedirler. Kesin olarak onu öldürmediler, bilakis Allah, onu kendi katına yükseltti. Allah güçlüdür, hâkimdir" (en-Nisâ, 4/157-158).

İsa (a.s) ayette de belirtildiği gibi, öldürülmeden göğe yükseltilmiştir. Mezarı dünyada değildir. Ayrıca Mi"rac"da, peygamberimiz kendisini görmüştür. Hz. İsa, göğe yükselmeden önce, havârîlerine ve tüm insanlığa şu müjdeyi vermişti: "Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan, Tevrat"ı doğrulayan ve benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah"ın size gönderilmiş bir peygamberiyim" (es-Saf, 61/6).

Hz. İsa (a.s) göğe çekildiği sıralarda kendisine inananların sayısı çok azdı. Daha sonra bir ara Hz. İsa"nın getirdiği inancı kabul edenler çoğaldı ise de, sonunda Hristiyanlar da İsrailoğulları gibi yoldan çıktı ve pek çok yanlışlıklara saptılar. Bugün, Hıristiyanların sahip oldukları teslis inancı, İsa (a.s)"nın göğe yükseltilmesinden hemen sonra ortaya çıkmıştır.

İsa (a.s)"ın annesi Hz. Meryem Hz. İsa"nın göğe çekilmesinden sonra altı sene kadar daha yaşamış ve ölmüştür (Hakim, Müstedrek, II, 596).

Hz. İsa (a.s)"a dört büyük ilâhi kitaptan biri olan İncil verilmiştir. Kur"an-ı Kerîm"de İncil"in Hz. İsa"ya verilişi ile ilgili şu bilgiler vardı: "Arkalarından da izlerince Meryem oğlu İsa"yı Tevrat"ın bir tasdikçisi olarak gönderdik; ona da bir hidâyet, bir nur bulunan İncil"i, ondan evvelki Tevrat"ın bir tasdikçisi ve sakınanlara bir hidâyet ve öğüt olmak üzere verdik" (el-Mâide, 5/11). Ancak bu İncil de Tevrat gibi tahrifata uğramış: tır. Bununla birlikte Allah Teâlâ tarafından son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s)"e indirilen Kur"an-ı Kerîm, Zebur, Tevrat ve İncil"in hükümlerini ve geçerliliklerini ortadan kaldırmıştır. Hz. İsâ İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre cisim ve ruhuyla göğe yükseltilmiştir. Kıyamet vaktine yakın yeryüzüne inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek ve İslâm şeriatıyla hükmedecektir (bk. Buhârî, Buyu", 102).

Hz. İsa bedeniyle göğe yükseltildiğinden, Kur"an-ı Kerim"de bildirilen "ölümden evvel" (en-Nisa, 4/159) ve "öleceğim güne ve diri olarak ba"s edileceğim güne" (et-Tevbe, 9/34) mealindeki ayetler Hz. İsa"nın nüzûlünden sonraki ölümünü anlatır. Hz. İsa gökten Arz-ı Mukaddes"e inecek, elinde bir kargı olacak; Afik denilen bir yerde ortaya çıkacak ve Kargı ile Deccâl"ı öldürecek ve sabah namazında Kudüs"e gelecektir. İmam kendi yerini ona vermek isteyecek fakat o İmâm"ın gerisinde Hz. Peygamber (s.a.s)"ın şeriatına uygun olarak namazını kılacaktır. Sonra domuzu öldürecek ve haçı kıracak, sinagoglar ve kiliseleri yıkacak ve kendisine iman etmeyen bütün hristiyanlarla savaşacaktır.

Hz. İsa nüzûlünden sonra kırk sene daha yaşayacak, öldüğünde müslümanlar namazını kılacak ve İslâm dinine uygun olarak gömülecektir.

cagdasturk 08.08.2005 20:21

HZ. MUSA
 
Allah Teâlâ"nın, dört büyük kitaptan biri olan Tevrat"ı verdiği ve yeryüzünde dinini tebliğ edip, hakim kılması için gönderdiği Ulu"l-Azm* peygamberlerden biri. Hz. İbrahim (a.s)"in soyundan olup, İsrailoğullarının akidelerini islah etmek ve onları Allah Teâlâ"nın dilediği nizama kavuşturmakla görevlendirilmişti. Küfürle mücadelesi Kur"ân-ı Kerim"de uzun uzun anlatılmaktadır.
Hz. Adem (a.s)"den, Rasulullah (s.a.s)"e kadar pek çok peygamber gelmiştir. Bu peygamberler, gönderildikleri kavimleri, Allah Teâlâ"ya iman etmeye çağırmışlar; bu yolda kâfirlerle savaşmışlar, yaşadıkları diyarlardan çıkarılmışlar; ezilmişler, hor görülmüşler ve hatta öldürülmüşlerdir.

Mûsa (a.s) da, Allah Teâlâ tarafından İsrailoğulları"na gönderilmiş bir rasul idi. O da tıpkı kendisinden önce gönderilmiş olan peygamberler gibi kavmini Allah"a iman etmeye çağırdı. Kavmine zulmeden ve ilâhlık iddiasında bulunan Firavun"a karşı tevhid yolunda mücahede etti. Bu uğurda, bütün peygamberlerin karşısına çıkan güçlükler, onun da karşısına çıktı. Doğup büyüdüğü diyardan çıkarıldı, kâfirler tarafından öldürülmek gayesiyle kovalandı. Allah Teâla Kur"ân-ı Kerim"de bir ayette Hz. Mûsa (a.s)"dan şöyle bahsediyor: "Kur"ân"da Musa"yı da an. Çünkü o ihlâs sahibi idi ve İsrailoğulları"na gönderilmiş bir peygamber idi"(Meryem, 19/51).

Hz. Musa (a.s)"nın Firavun ile olan kıssası, Kur"an"ın bazı sûrelerinde çeşitli üslûplarda ve teferruatlı olarak anlatılmıştır. Firavun ve ordusunun Kızıldeniz"de boğulmaları olayından sonra, İsrailoğulları ile ilgili kıssasına da genişçe yer verilmiştir.

Musa (a.s)"nın Firavun ile olan mücadelesi, bir şahsın bir kralla, bir peygamberin sadece büyük bir zorba ile olan mücadelesinden ibaret değildir. Bilâkis bu hak ile bâtıl"ın çatışması, Rahman"ın ordusu ile şeytanın ordusunun kaçınılmaz savaşıdır. Aslında hak ile bâtıl arasındaki bu savaş, insanoğlunun yaratılışından, insanları ıslah etmek üzere nebîler ve rasullerin hayat sahnesine çıkmasından beri devam edegelmektedir.

Sapıklık ve bâtıl, daima İblis ve onun ordusu tarafından temsil edilmiş, imana, tevhide, peygamberliğe, kısaca Hakka sürekli meydan okumuştur. Fakat kazanan daima Hak olmuştur. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "Muhakkak ki Biz peygamberlerimizi ve iman edenleri hem dünya hayatında, hem de meleklerin Şahid olacağı günde muzaffer kılacağız" (el-Mü"min, 40/51).

Hz. Musa (a.s)"da gönderildiği kavmi cehalet ve sapıklık içerisinde buldu. Onları Hakka davet etti, yurdundan çıkarıldı, savaştı ve sonunda Allah Teâlâ"nın izniyle kazandı.

Hz. Musa (a.s)"nın Nesebi, Doğumu ve Hayatı

Musa (a.s)"nın babası, İmran"dır Onun babası Yahser, onun da babası Kahes"dir. Nesebi Yakub (a.s)"a ulaşır; ki, onun babası Hz. İshak (a.s), onun da babası Hz. İbrahim (a.s)"dir. Musa (a.s)"nın yanında gördüğümüz Harun (a.s) onun kardeşidir. Allah Teâla, Musa (a.s)"yı Firavun"a, imana davet için gönderdiğinde, Hz. Harun (a.s)"u da ona yardımcı olarak seçmiş ve görevlendirmişti. Hz. Musa (a.s) Allah Teâla"ya şöyle dua ederek, kardeşi Harun (a.s)"u kendisine yardımcı yapmasını istemişti: "Bir de bana ehlimden bir vezir, (yardımcı) ver. Kardeşim Harun"u (ver)" (Tâhâ, 20/29-30).

Hz. Musa (a.s), Mısır"ın çok zor günler yaşadığı bir dönemde doğdu. Bu sırada, ilâhlık iddialarında bulunarak haddi aşan Firavun, İsrailoğulları halkına dayanılamayacak eziyetlerde bulunuyor, bu insanları zulümle kasıp kavuruyordu. İsrailoğulları, Kıpt kavminin muamelelerinden ve krallarının ağır baskılarından bıkmışlardı. Mısır"da yaşamanın bir tadı kalmadığını biliyor ve dedelerinin yurdu olan Kenan illerine gitmek istiyorlardı. Ama onlardan her işinde istifade eden Firavun, yakalarını bir türlü bırakmak istemiyordu. Onlara zulmün en akla gelmeyecek olanını yaptı. Nitekim Kur"ân-ı Kerim"de; "Biz sana Musa ve Firavun"un mühim haberlerinden, iman edecek bir kavim için, gerçek olarak okuyacağız. Çünkü Firavun o yerde (Mısır"da) başkaldırmış ve ahalisini parçalara bölüp, kendisine bağlamıştı" (el-Kasas, 28/3-4) buyuruluyor.

Firavun, saltanatı sırasında İsrailoğullarına çok kötü eziyetlerde bulundu; onları köle yaptı, en çirkin ve adî işlerde çalıştırdı. Allah Teâlâ, İsrailoğullarını bu sıkıntıdan, azgın Firavun"un şerrinden, zulüm ve taşkınlıklarından kurtarmak için Hz. Musa (a.s)"yı gönderdi.

Sa"lebî, Kısas-ı Enbiya"sında İmam Suddî"den; Firavun"un bir rüya gördüğünü, korkup kederlendiğini naklediyor. Rüyasında Kudüs tarafından gelen bir ateş gördü. Bu ateş, Mısır"a kadar uzanıp, Firavun"un evlerini yaktı. Fakat sadece Kıpti"lere zarar verdi, İsrailoğulları ise kurtuldular. Uyanınca hemen kâhin ve müneccimlerden rüyayı tabir etmelerini istedi. Onlar dediler ki; "İsrailoğulları içinden bir çocuk dünyaya gelecek, Mısırlıların helâkına ve senin krallığının yok olmasına sebep olacak. Doğacağı zaman da iyice yaklaştı."

Bu haber üzerine telaşlanan Firavun, İsrailoğulların"dan doğan bütün erkek çocukların öldürülmesini emretti. Kur"ân-ı Kerim"de bu olay şöyle anlatılıyor: "Firavun, memleketin başına geçti ve halkı fırkalara ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ bırakıyordu. Çünkü o bozguncunun biriydi" (el-Kasas 28/4).

İsrailoğulları arasında iş yapabilecek insanların azalması üzerine Kıptîlerin ileri gelenleri Firavun"a giderek, "Eğer böyle öldürmeye devam ederseniz, ileride bizim işlerimizi yapacak kimse bulamayacağız" dediler. Firavun da erkek çocukların bir sene öldürülmesini, bir sene de öldürülmemesini emretti. Erkek çocukların öldürülmediği sene Harun (a.s) doğdu. Öldürüldükleri sene ise Musa (a.s)...

Musa (a.s) doğunca, annesi çok üzüldü. Allah Teâlâ ona korkmamasını, üzülmemesini vahyetti. Kalbine bir rahatlık verdi. Bu, Kur"an"da şöyle anlatılıyor: "Musa"nın annesine: "Çocuğu emzir, başına geleceklerden korktuğun zaman onu suya (Nil"e) bırak. Korkma, üzülme. Biz şüphesiz onu sana döndüreceğiz ve peygamber yapacağız" diye bildirmiştik" (el-Kasas, 28/7).

Musa (a.s)"nın annesi de ilham edileni yaptı ve yavrusunu bir muhafaza içerisinde suya bıraktı. Ablasına da, "Onu izle" dedi. Musa (a.s)"yı taşıyan sandık, Allah"ın izniyle dalgalarla sürüklenerek, Firavun"un sarayına ulaştı. Yıkanmakta olan cariyeler, sandığı bulup Firavun"un karısına götürdüler. Allah Teâlâ, Firavun"un karısı Asiye"nin kalbine bu çocuğun sevgisini koydu. Firavun çocuğu görünce öldürmek istedi. Ancak Asiye, çocuğu kendisine vermesini istedi. Çünkü hiç çocukları olmuyordu. Kur"an-ı Kerim, bunu şöyle anlatıyor: "Firavun"un karısı: Benim de senin de gözün aydın olsun! Onu öldürmeyiniz, belki bize faydalı olur, yahut onu oğul ediniriz" dedi. Aslında işin farkında değillerdi" (el-Kasas, 28/9).

Hz. Musa (a.s) acıkınca onu emzirmek icab etti. Fakat o kimseden süt emmek istemiyordu. Allah Teâlâ, bunu şöyle zikrediyor: "Önceden, süt annelerinin memesini kabul etmemesini sağladık. Musa"nın ablası; "size, sizin adınıza ona bakacak, iyi davranacak bir ev halkını tavsiye edeyim mi?" dedi. Böylece onu, annesinin gözü aydın olsun diye, ona geri çevirdik. Fakat çoğu bilmezler" (el-Kasas, 28/12-13).

Musa (a.s) böylece annesine dönmüş oldu. Üstelik Firavun"un sarayında büyüdü. Firavun ailesinin sevgisini kazandı. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "Musa erginlik çağına gelip olgunlaşınca ona hikmet ve ilim verdik. İyi davrananları böyle mükâfatlandırırız" (el-Kasas, 28/14).

Yetişip delikanlılık çağına gelen Musa (a.s) bir gün şehre indi. Öğle üzeriydi. Dükkanlar kapalıydı ve halk evlerinde istirahat ediyordu. Kur"ân-ı Kerim"de, şehirde geçen hadise şöyle anlatılıyor; "Musa, halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre idi. Biri kendi adamlarından, diğeri de düşmanı olan iki adamı dövüşür buldu. Kendi tarafından olan kimse, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Musa, onun düşmanına bir yumruk vurdu, ölümüne sebep oldu. "Bu şeytanın işidir; çünkü o apaçık saptıran bir düşmandır" dedi. Musa, "Rabbim! doğrusu kendime yazık ettim, beni bağışla" dedi. Allah da onu bağışladı. O, şüphesiz bağışlayandır, merhamet edendir. Musa; "Rabbim! Bana verdiğin nimete and olsun ki, suçlulara asla yardımcı olmayacağım " dedi. Şehirde, korku içinde, etrafı gözeterek sabahladı. Dün kendisinden yardım isteyen kimse, bağırarak ondan yine yardım istiyordu. Musa ona: "Doğrusu sen besbelli bir azgınsın " dedi. Musa, ikisinin de düşmanı olan kimseyi yakalamak isteyince: "Ey Musa! Dün bir cana kıydığın gibi bana da mı kıymak istiyorsun? Sen ıslah edenlerden değil, ancak yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun"dedi" (el-Kasas, 28/15-19).

İsraillinin, olayı ağzından kaçırması üzerine, bütün halk Musa (a.s)"nın Mısırlıyı öldürmüş olduğunu öğrendi. Daha sonra bir adam koşarak geldi ve kendisini öldüreceklerini söyledi.

"Musa korku ipinde çevresini gözetleyerek oradan çıktı. Rabbim! Beni zalim milletten kurtar" dedi. Medyen e doğru yöneldiğinde: "Rabbimin bana doğru yolu göstereceğini umarım ", dedi" (el-Kasas; 28/21-22).

Musa (a.s) böylece yurdundan uzaklaştı. Yanına yiyecek hiç bir şey de almamıştı. Tam sekiz günlük yolu, ağaç yaprakları yiyerek aştı. Mısır ile Medyen arası sekiz günlük bir mesafedir. Allah Teâlâ"nın bu seçkin kulu, aç ve bitap düşmüş olarak bu uzun mesafeyi katetti ve nihayet Medyen"e ulaştı. Kur"ân-ı Kerim"de kıssa şöyle devam ediyor:

"Medyen suyuna geldiğinde, davarlarını sulayan bir insan topluluğu buldu. Onlardan başka, hayvanlarını sudan alıkoyan iki kadın gördü. Onlara: "Derdiniz nedir?"dedi. "Çobanlar ayrılana kadar biz sulamayız. Babamız çok yaşlıdır (onun için bu işi biz yapıyoruz) " dediler. Musa onların davarlarını suladı. Sonra gölgeye çekildi: "Rabbim! Doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım" dedi" (el-Kasas, 28/23-24).

İbn-i Kesir, El-Bidaye ve"n-Nihaye"de bu olayı şöyle anlatıyor: "Medyen suyunda çobanlar koyunları suladıktan sonra, kuyunun ağzına büyük bir kaya koyarlardı. Bu iki kadın da artan sularla koyunlarını sulamaya çalışırlardı. Musa (a.s), kayayı kuyunun ağzından tek başına kaldırdı, su çekti ve kadınların koyunlarını suladı. Sonra tekrar kayayı yerine koydu. Bu kayayı ancak on kişi kaldırabilirdi. Musa (a.s) ise, on kişinin halledebileceği bu işleri tek başına halletmişti. Kızlar babalarına gidip Hz. Musa"yı ve yaptığı iyiliği anlattılar. Kur"an-ı Kerim"de kıssa şöyle devam ediyor:

"O sırada, kadınlardan biri utana utana yürüyüp ona geldi: "Babam sana sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor dedi. Musa ona gelince, başından geçeni anlattı. O: "Korkma! Artık zâlim milletten kurtuldun"dedi. İki kadından biri: "Babacığım, onu ücretli olarak tut. Ücretle tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve güvenilir adamdır, dedi. Kadınların babası bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan, o senden bir lütuf olur. Ama sana ağırlık vermek islemem. İnşallah beni iyi kimselerden bulacaksın" dedi. Musa: "Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım, bir kötülüğe uğramayacağım. Söylediklerimize Allah vekildir" dedi" (el-Kasas, 28/25-28).

İbn-i Kesir şöyle diyor: "Kızların babasının kim olduğu hakkında görüş ayrılığı vardır. Bunun Şuayb (a.s), olduğu hususunda kanaatler vardır. Ulemanın çoğunluğu da bu görüştedir. Hasan Basri, Malik b. Enes"den naklolunan bir rivayeti delil getirerek diyor ki: Hz. Şuayb kavmi helâk olduktan sonra uzun bir ömür yaşamış, tâ ki Musa (a.s)"a ulaşmış ve kızını ona nikâhlamıştır.

Hz. Şuayb (a.s)"ın kızıyla nikâhlandıktan sonra Musa (a.s), Medyen"de kalıp, hanımının mehri olmak üzere on yıl koyun güttü. Bir rivayete göre, Peygamberimize tam olarak ne kadar çalıştığı sorulmuş; o da on sene olduğunu buyurmuştur. Buradan anlaşıldığı üzere, tam on yıl çobanlık yapmıştır.

Hz. Musa (a.s) ya Peygamberliğinin Bildirilmesi

Musa (a.s) Medyen"de on sene kalıp mehrini tamamladıktan sonra, Mısır"a dönmeye karar verdi. Ailesiyle birlikte yola koyuldu. Karanlık ve soğuk bir gecede yolu şaşırdı ve dağ geçidinin yolunu bir türlü bulamadı. Çakmak taşıyla bir şeyler tutuşturmaya çalıştı, başaramadı. Soğuk iyice şiddetlendi. Kansı da hamileydi ve doğum zamanı da yaklaşmıştı. Musa (a.s) ve ailesinin gerçekten yardıma ihtiyacı vardı. Kur"an-ı Kerim"de, bu olay şöyle anlatılıyor: "Musa, süreyi doldurunca ailesiyle birlikte yola çıktı. Tür tarafından bir ateş gördü. Ailesine: "Durunuz, ben bir ateş gördüm; belki oradan size bir haber veya tutuşmuş, bir odun getiririm de ısınabilirsiniz" dedi. Oraya gelince, kutlu yerdeki vadinin sağ yanındaki ağaç cihetinden: "Ey Musa! Şüphesiz ben âlemlerin Rabbi olan Allah"ım " diye seslenildi. "Değneğini at!." Musa, değneğin yılan gibi hareketler yaptığını görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. "Ey Musa! Dön, gel. Korkma. Şüphesiz güvende olanlardansın" denildi. "Elini koynuna koy, lekesiz, bembeyaz çıksın. Korkudan açılan kollarını kendine çek! Bu ikisi Firavun ve erkânına karşı Rabbinin iki delîlidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir" denildi. Musa: "Rabbim! Doğrusu ben onlardan bir cana kıydım. Beni öldürmelerinden korkarım. Kardeşim Harun"un dili benimkinden daha düzgündür. Onu, beni destekleyen bir yardımcı olarak benimle gönder, çünkü beni yalanlamalarından korkarım" dedi, Allah: "Seni kardeşinle destekleyeceğiz, ikinize bir kudret vereceğiz ki, onlar size el uzatamayacaklardır. Ayetlerimizle ikiniz ve ikinize uyanlar üstün geleceklerdir" dedi" (el-Kasas, 28/29-35).

Tâhâ sûresinin ilk ayetlerinde, Allah Teâlâ ile Musa (a.s) arasında geçen konuşma, daha ayrıntılı bir şekilde verilir. Şu ayetler Allah Teâlâ"nın Musa (a.s)"yı rasul olarak görevlendirdiği zamanın anlaşılmasında yardımcı oluyor: "Ben seni seçtim, artık vahyolunanı dinle. Şüphesiz ben Allah"ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et, Beni anmak için namaz kıl!" (Tâhâ, 20/13-14).

Ve daha sonra Allah Teâlâ, Musa (a.s)"ya şöyle buyuruyor: "Firavun"a gidin; doğrusu o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya korkar" (Tâhâ, 20/43-44).

Allah Teâlâ"nın, Musa (a.s)"ya bunu emretmesinden sonra, Musa (a.s) ile Firavun arasında amansız bir mücadele de başlamış oluyordu. Hak ile bâtıl"ın amansız savaşı. Bütün peygamberlerin birbirlerine miras bıraktıkları tevhid mücadelesi...

Hz. Musa (a.s), Allah Teâlâ"nın bu emriyle Firavun"a gitti. Onu güzellikle Allah"a iman etmeye davet etti: "Musa: Ey Firavun! Ben âlemlerin Rabbinin peygamberiyim! Bana Allah"a karşı ancak gerçeği söylemek yaraşır. Size Rabbinizden bir mucize getirdim, İsrailoğulları"nı benimle beraber salıver" (el-A"raf, 7/104-105).

"Firavun: "Musa! Rabbiniz kimdir?" dedi. Musa: "Rabbimiz, her şeye ayrı bir özellik veren, sonra doğru yola eriştirendir" dedi" (Tâhâ 20/49-50).

Firavun, bu davete icabet etmedi ve direndi. Musa (a.s)"yı zindana atmakla tehdit etti. Musa (a.s)"da Firavun"a, belki iman eder diyerek, ispat edici bir delil getirmek istedi. Asasını yere attı, kocaman bir yılan oldu. Elini koynuna sokup çıkardı, gözleri kamaştıran bir güneş parçası oluverdi. Musa (a.s)"nın gösterdiği bu mucizeler karşısında Firavun gerçekten korkmuştu. Bunun üzerine o da sihirbazlarını toplayıp, Musa"yı mağlup etmeyi kararlaştırdı. Ülkesindeki bütün ünlü sihirbazları çağırttı ve onlardan Musa (a.s)"nın yaptıklarından daha büyük bir sihir yapmalarını istedi. Onlarda hazırlandılar ve bir gün kararlaştırdılar. O gün gelince de halkın gözleri önünde Musa (a.s) ile yarışmaya başladılar.

"Sihirbazlar: "Ey Musa! Marifetini ya sen ortaya koy veya biz koyalım" dediler. Musa: "Siz koyun"dedi. Sihirbazlar marifetlerini ortaya koyunca, insanların gözlerini sihirlediler ve onları ürküttüler, büyük bir sihir yaptılar. Biz de Musa"ya: "Asanı koyuver" dedik o da koyuverdi. Hemen onların uydurduklarını yutmaya başladı. Hak tahakkuk etti. Onların yaptıkları boşa gitti. İşte orada yenildiler, küçük düştüler. Sihirbazlar secdeye kapanıp: "Âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun"un Rabbine inandık" dediler" (el-A"râf, 7/115-122).

Sihirbazların iman etmeleri, Firavun"u çok kızdırdı. Onları öldürmekle tehdit etti. İşte küfür, acizliğini bu olayla bir kere daha ortaya koymuş oldu.

Gelişen bu olaylar, Firavun"u yola getireceği yerde, onu daha çok azdırdı. Ve Musa (a.s) ile kavmini ortadan kaldırmadıkça rahata kavuşamayacağına inanıp, bu arzusunu yerine getirmeye çalıştı. Musa (a.s), Firavun ve kavmini, imana çağırmaya devam etti. Firavun inkâr ettikçe, Allah Teâlâ onun kavmine tufan, çekirge, haşarat, kurbağa, kan gibi çeşitli azablar gönderdi. Ancak bunların hiç biri, Firavun ve kavmini yola getirmedi.

Firavun, küfür ve inadında, ısrar ve Musa (a.s)"nın davetine de icabet etmemeye devam etti. Allah Teâlâ, Musa (a.s)"ya İsrailoğullarını bir gece Mısır"dan çıkarıp Filistin diyarına götürmesini vahyetti. Bir gece Musa ve kavmi şehirden çıkıp, Süveyş halici boyunca Kızıldeniz"e yöneldiler. Firavun şehirde İsrailoğullarından hiç bir iz göremeyince, kaçtıklarını anladı ve bütün ordusunu seferber ederek, peşlerine düştü. Firavun ordusunun çok kalabalık olduğu rivayet edilmektedir. Firavun iki gün sonra İsrailoğullarına yetişti. İsrailoğullarının önlerinde geçilmesi mümkün olmayan bir deniz arkalarında kocaman bir ordu vardı. İsrailoğulları "Yakalandık yâ Musa" diye yakınmaya başladılar. Kur"ân-ı Kerim"de olay şöyle anlatılıyor: "Musa: "Hayır, Rabbim benimle beraberdir, bana elbette yol gösterecektir"dedi. Bunun üzerine Biz Musa ya: "Değneğinle denize vur" diye vahyettik. Hemen deniz ikiye ayrıldı, her parçası yüce bir dağ gibiydi. İşte oraya geridekileri de yaklaştırdık. Musa ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardık" (eş-Şuara, 26/62-65).

"Firavun, ordusuyla onları takib etti. Deniz de onları içine alıverdi. Hem de ne alış!" (Tâhâ, 20/78).

Kur"an-ı Kerim"de Allah Teâlâ, bir zâlimin, kâfirin sonunu böyle anlatıyor; ve bir kavmi nasıl kurtardığını da. İşte Hak, Bâtıl"ın tepesine böyle inip, onu ortadan kaldırabiliyor.

Firavun ordusu, bir tek kişi kalmamacasına yok oldu. Firavun ise, ölümün geldiğini anlayınca iman ettiğini açıkladı: "Firavun boğulacağı anda: "İsrailoğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, artık ben de ona teslim olanlardanım" dedi. Ona: "Şimdi mi (inandın)? Daha önce başkaldırmış ve bozgunculuk etmiştin"dendi" (Yunus, 10/90, 91).

Bu olaydan sonra Allah Teâlâ, Hz. Musa (a.s)"ya kavmiyle birlikte Beyti Makdis"e yönelmelerini emretti. Yola koyuldular. Çölde su bulamayıp, şiddetli bir susuzluğa kapıldılar. Gelip Musa (a.s.)"a sitem ve şikayette bulundular. Allah, Musa (a.s)"a, âsâsını taşa vurmasını emretti. Vurunca taşın oniki yerinden su fışkırdı. Her Yahudi kabilesine bir göze düşüyordu. Onlar bu gözelerden kana kana içtiler, susuzluklarını giderdiler. Allah Teâlâ İsrailoğullarına, gökten kudret helvası ve bıldırcın eti de gönderdi. Fakat İsrailoğullarının o ikiyüzlülükleri, bütün bu nimetlere rağmen, kendini burada da ortaya çıkardı. Bir tek yemekle yetinemeyeceklerini söylediler: "Ey Musa! Bir çeşit yemeğe dayanamayacağız. Bizim için Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiği sebze, kabak, sarmısak, mercimek ve soğan yetiştirsin" demiştiniz de, "hayırlı olanı daha düşük şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre inin, orada şüphesiz istediğiniz vardır" demişti" (el-Bakara, 2/61).

Sonra Allah Teâlâ Hz. Musa"ya, Filistin"e gitmeyi emretti. Orada Heysanilerin kalıntıları ve Kenanlılardan meydana gelen zalim bir topluluk ile karşılaştılar. Musa (a.s) kavmine, buraya girip bu zalimlerle savaşmalarını, ve onları bu mukaddes beldeden çıkarmalarını emretti. Fakat, İsrailoğulları buna cesaret edemedi: "Ey Musa! "Onlar orada oldukça biz asla oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin savaşın, doğrusu biz burada oturacağız" demişlerdi" (el-Maide, 5/24).

Çünkü İsrailoğulları, Firavun ülkesinde zillet ve adiliğe, aşağılanmaya alışmışlardı. Onlar için bazı değerleri ele geçirmek için savaşmak, bir manâ taşımıyordu. Allah"da onları Tih çölüne attı ve yollarını şaşırttı. Kavmine söz geçiremediğinden yakınan Musa"ya, Allah Teâlâ: "Orası onlara kırk yıl haram kılındı. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sen, yoldan çıkmış bir millet için tasalanma" dedi" (el-Maide, 5/26).

Zamanla, bu zillet içinde yaşayan nesil, yerini hürriyetle yetişen ve izzetle yaşayan bir nesile terketti. Bunlar da bir müddet sonra Arz-ı Mukaddes"e girmeye muvaffak oldular.

İsrailoğulları, bu kırk yıl içinde çok çeşitli sapıklıklarda bulundular. Hz. Musa"nın Tur dağında kırk gün geçirdiği bir zamanda, Sâmirî isimli bir şahsın imal ettiği ve "işte sizin de Musa"nın da tanrısı" dediği altından bir buzağıya tapmaya başladılar. Musa (a.s) döndüğünde onları buzağıya tapınır görünce çok üzüldü. Harun (a.s)"a çıkıştı. İsrailoğulları"nı buzağıya tapınmaktan vazgeçirmeye çalıştı. İsrailoğulları ise, her fırsatta iki yüzlülüklerini sergilediler (Sâmirî olayı bak. Daha fazla bilgi için bk. Sâmirî mad.). Musa (a.s), hayatı boyunca tevhid yolunda mücadele etti. Bu uğurda pek çok eziyetle karşılaştı. Yurdundan çıkarıldı, ölümle tehdit edildi ve etrafında kendisiyle beraber, inanan pek az insan bulabildi.

Musa (a.s), Tih çölünde, Harun (a.s)"dan sonra öldü. İsrailoğullarını Arz-ı Mukaddes"e sokamadı. Öldüğünde yüz yirmi yaşında idi. Buhârî, onun ölümü ile ilgili olarak şunları rivayet ediyor: "Ölüm meleği geldiğinde, Musa (a.s) onun yüzüne dikkatle baktı. Canını almaya gelen Azrail (a.s) korktu ve gözü karardı. Sonra: "Yarabbi, beni bir kuluna gönderdin ki, ölmek istemiyor" diye tazarru eyledi. Allah Teâlâ, o hali üzerinden kaldırarak, tekrar Musa"ya gönderdi: "Söyle, sayılı olmak şartıyla istediği kadar yaşasın". Hz. Musa: "Yarabbi, sonra ne olacak?" dedi. "Öleceksin" buyuruldu. "Öyle ise ölüm şimdi gelsin" niyazında bulundu. Sonra Allah Teâlâ"dan, kendisini bir taş atımı Beyti Makdis"e yaklaştırmasını, orada ölmesini ve oraya gömülmesini istedi. Ebu Hureyre (r.a) şöyle diyor: "Rasulullah (s.a.s): "Eğer ben sizinle beraber orada bulunsaydım, onun yol kenarında ve kızıl bir kum tepesinin yanında bulunan kabrini size gösterirdim" buyurdu".

cagdasturk 08.08.2005 21:44

HZ.ADEM
 
İlk insan, ilk peygamber, insanlığın babası. Allah"u Teâlâ Hz. Âdem"i topraktan (turâbtan) yarattı. (Hûd, 11/61; Tâha, 20/55; Nuh, 71/18) Yüce Allah yeryüzünde bir halife yaratacağını meleklerine bildirdiği zaman; ilim, irade ve kudret sıfatlarıyla donatacağı bu varlığın yeryüzüne uyum sağlaması için maddesinin de yeryüzü elementlerinden olmasını dilemiştir:
"Sizi (aslınız Âdem"i) topraktan yaratmış olması onun ayetlerindendir. Sonra siz (her tarafa) yayılır bir beşer oldunuz." (er-Rum, 30/20)

Allah"u Teâlâ Hz. Âdem"i yaratırken maddesi olan toprağı çeşitli hâl ve safhalardan geçirmiştir:

1- Türâb safhasından sonra "Tîn" safhası:

Tîn: Toprağın su ile karışımıdır ki, buna çamur ve balçık denilir. Bu safha insan ferdinin ilk teşekkül ettirilmeğe başlandığı merhaledir:

"O (Allah) her şeyi güzel yaratan ve insanı başlangıçta çamurdan yaratandır." (es-Secde, 32/7)

Hayat kaidesinin candan sonra iki temel unsuru su ve topraktır.

"Allah her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürüyor, kimi iki ayağı üstünde yürüyor, kimi de dört ayağı üzerinde yürüyor. Allah ne dilerse yaratır. Çünkü Allah her şeye hakkıyla kadirdir. " (en-Nûr, 24/45) "O (Allah) sudan bir beşer (insan) yaratıp da onu soy-sop yapandır. Rabbin her şeye kadirdir." (el-Furkan, 25/54)

Yeryüzünün 3/4"ü su ile kaplıdır. İnsan vücudunun da %75"i sudur. Demek ki dünyadaki bu düzen aynen insana da intikâl ettirilmiştir. Yine Cenâb-ı Allah Kur"an-ı Kerim"de şöyle buyurur: "Andolsun biz insanı (Âdem"i) çamurdan süzülmüş bir hülâsadan yarattık." (el-Mü"minun, 23/12) İşte ilk insan, yaratılışının mertebelerinde, önce böyle bir çamurdan sıyrılıp çıkarılmış, sonra hülâsadan (bir soydan) yaratılmıştır. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur"an Dili, V, 3056-3059, 3431-3432)

2- Tîn-i lâzib: Cıvık ve yapışkan çamur demektir. Toprağın su ile karıştırılıp çamur olmasından sonra, üzerinden geçen merhalelerden birisi de "Tîn-i lâzib" yani yapışkan ve cıvık çamur safhasıdır. Cenâb-ı Allah bu süzülmüş çamuru cıvık ve yapışkan bir hale getirdi. "Biz onları (asılları olan Âdem"i) bir cıvık ve yapışkan çamurdan yarattık. " (es-Sâffât, 37/I 1)

3- Hame-i Mesnûn: Sonra cıvık ve yapışkan çamur hame-i mesnûn haline getirildi. Hame-i mesnûn, suretlenmiş, şekil verilmiş, değişmiş ve kokmuş bir haldeki balçık demektir. "Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, suretlenmiş ve değişmiş bir çamurdan yarattık." (el-Hicr, 15/26-28)

Böylece Allahü Teâlâ Âdem (a.s.)"i topraktan yaratmaya başlıyor. Bunu da su ile karıştırarak Tîn-i lâzib yapıyor. Sonra bunu da değişikliğe uğratarak kokmuş ve şekillenmiş hame (balçık) haline getiriyor.

4- Salsal: Kuru çamur demektir.

Cenâb-ı Allah kokmuş ve suretlenmiş çamuru da kurutarak "fahhâr" (kiremit, saksı, çömlek) gibi tamtakır kuru bir hale getirdi. "O Allah insanı bardak gibi (pişmiş gibi) kuru çamurdan yaratmıştır. " (er-Rahmân, 55/14, ilgili ayet için bk. Hâzin; Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., VIII, 4669)

Hz. Âdem"e Ruh Verilmesi

Cenâb-ı Allah Hz. Âdem"i yaratırken, yukarıda anlatıldığı gibi maddesi olan çamuru, çeşitli mertebelerde değişikliğe uğratarak, canın verilmesi ve ruhun nefhedilmesine müsaid bir hale getirdi. Nihayet şekil ve suretinin tesviyesini ve düzenlemesini tamamlayınca ona can vermiş ve ruhundan üflemiştir: "Rabbin o zaman meleklere demişti ki: "Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. Artık onu düzenleyerek (hilkatını) tamamlayıp ona da rûhumdan üfürdüğüm zaman kendisi için derhal (bana) secdeye kapanın." Bunun üzerine İblis" ten başka bütün melekler secde etmişlerdi. O (İblis) büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu. Allah: "Ey İblis iki elimle (bizzat kudretimle) yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yücelerden mi oldun?" buyurdu. İblis dedi: "Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın. " (Sâd, 38/71-76. Ayrıca bk. el-A"râf, 7/12; el-Hicr, 15/29; es-Secde, 32/8-9)

Cenâb-ı Allah böylece Hz. Âdem"i en mükemmel bir şekilde yarattı. Boyunun uzunluğunun altmış "zirâ" olduğu bazı kaynaklarda kaydedilir. (Kurtubî, Tefsir, XX, 45) Yaratılışı tamamlandıktan sonra Allahü Teâlâ ona, haydi şu meleklere git, selâm ver ve onların selâmını nasıl karşıladıklarını dinle! Çünkü bu, hem senin, hem de zürriyyetinin selâmlaşma örneğidir. Bunun üzerine Hz. Âdem meleklere: "Es-selâmü aleyküm" dedi. Onlar da: "Es-selâmu aleyke ve rahmetullah" diye karşılık verdiler, Âdem, insanların büyük atası olduğu için, Cennet"e giren her kişi, Âdem"in bu güzel suretinde girecektir. Hz. Âdem"in torunları, onun güzelliğinden birer parçasını kaybetmeye devam etti. Nihayet bu eksiliş şimdi (Hz. Muhammed zamanında) sona erdi. (Buhârî, Sahih, IV, 102, Halk-ı Âdem, 2 Tecrid-i Sarîh Tercümesi, IX, 76, Hadis no: 1367)

Hz. Âdem"e isimlerin Öğretilmesi

Allah Hz. Âdem"i yarattıktan sonra, dünyaya yerleşip kendilerinden faydalanabilmeleri için ona eşyanın isimlerini ve özelliklerini öğretti. İsimlerin dalâlet ettiği varlıkları anlama kabiliyeti verdi. "Hani Rabbin bir vakit meleklere: "Muhakkak ben, yeryüzünde (emirlerimi tebliğ etmeye ve uygulamaya koyacak) bir halife (bir insan) yaratacağım" demişti. (Melekler de): "Biz seni hamdinle tesbih ve seni ayıplardan, sana ortak koşmaktan ve eksikliklerden tenzih edip dururken orada (yerde) bozgunculuk edecek, kanlar dökecek kimse(ler) mi yaratacaksın?" demişlerdi. Allah: "Sizin bilmeyeceğinizi her halde ben bilirim." demişti. Allah, Âdem"e bütün isimleri öğretmişti. Sonra onları (onların dalâlet ettikleri âlemleri ve eşyayı) meleklere gösterip "doğrucular iseniz (her şeyin içyüzünü biliyorsanız) bunları isimleriyle beraber bana haber verin" demişti. (Melekler) de: "Seni tenzih ederiz, senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Çünkü her şeyi hakkıyla bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan şüphesiz ki sensin, sen demişlerdi." (el-Bakara, 2/30-32)

Bu ayetlerde geçen "halife" vekâlet gibi asaletin karşıtı olarak başkasına vekillik etmek, yani az veya çok aslın yerini tutarak, onu temsil etmek demek olan hilâfet * masdarından türemiş bir sıfattır. İsim olarak kullanılır. Aslı "halif"tir. Sonundaki "tâ" harfi mübalâğa içindir. Birinin arkasından makamına ve yerine vekâlet eden demektir. Bu niyâbet (vekâlet) ya aslın geçici olarak makamından ayrılması dolayısıyla verilir veya aslın acizliğinden dolayı yardım etmesi için verilir. Yahut bunların hiçbiri olmadığı halde asıl, vekiline sırf bir şeref bahşederek onu yüceltmek için vekâlet verir. İşte Cenâb-ı Allah"ın arzda evliyasını istihlâfı bu kâbildendir. (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât fi Garibi"l-Kur"an İstanbul 1986, s. 223; Hamdi Yazır, a.g.e., I, 300)

Cenâb-ı Allah: "Yeryüzünde bir halife yaratacağım ve tayin edeceğim." demişti ki; kendi irade ve kudret sıfatımdan ona bazı salâhiyetler vereceğim, o bana izâfeten, bana niyâbeten yarattıklarım üzerinde birtakım tasarruflara sahip olacak, benim namıma ahkâmımı yeryüzünde yürürlüğe koyup uygulayacaktır. O, bu hususta asil olmayacak, kendi zatı ve şahsı namına asıl olarak hükümleri icra edemeyecek ancak benim bir nâibim, kalfam olacak, iradesiyle benim iradelerimi, emirlerimi, kanunlarımı tatbike memur bulunacak sonra onun arkasından gelenler ve ona halef olarak aynı vazifeyi icra edecek olanlar bulunacaktır. "Verdikleriyle sizi denemek için, yeryüzünün halifeleri kılan ve kiminki kiminizden derecelerle üstün yapan odur..." (el-En"âm, 165) ayetinin sırrı zâhir olacaktır. Bu mana, Ashâb-ı Kirâm ve Tâbiîn"den uzun uzadıya nakledilegelen tefsirlerin özetidir. (Elmalılı, a.g.e., I, 300)

Allahü Teâlâ, Âdem"i yeryüzünde halifesi yapacağını meleklerine istişâre eder gibi tebliğ etmiş, Âdem"i yarattıktan sonra ona eşyanın isimlerini öğretmiş, eşyanın bilgisini edinme ve beyan etme kabiliyetini vermiştir. Meleklerin devamlı olarak tesbih ve takdis vazifesiyle meşgul olmaları ve nefislerinin olmaması sebebiyle yeryüzünde halifelik ve imtihan keyfiyetlerine Âdem ve evlâdlarının lâyık olacaklarını Âdem ile meleklerini bir imtihandan geçirerek göstermiştir.

Yüce Allah Âdem"i yarattıktan sonra zevcesi Havva*"yı onun eğe veya başka bir görüşe göre kaburga kemiğinden yarattı. (Kitabü Mecmuatün mine"t-Tefâsir içinde Hâzin, II, 3) İbn Mes"ûd ve İbn Abbâs, "Allah Havva"yı, Âdem"i Cennet"e yerleştirdikten sonra yaratmıştır." demişlerdir. (en-Nisâ, 4/1; Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, XI, 304)

Hz. Âdem"in Cennet"e Yerleştirilmesi:

Yüce Allah Âdem ve eşine şöyle diyerek, Cennet"e yerleştirdi: "Ve demiştik ki: "Ey Âdem, sen ve eşin Cennet"te yerleş, otur. Ondan (Cennet"in yiyeceklerinden) istediğiniz yerden ikiniz de bol bol yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de kendinize zulmedenlerden olursunuz. " (el-Bakara, 2/35; eL-A"râf, 7/19) "Muhakkak bu (İblis) sana ve zevcene düşmandır. Sakın sizi Cennet"ten çıkarmasın; sonra zahmet çekersin. Çünkü senin acıkmaman ve çıplak kalmaman ancak burada mümkündür ve sen burada susamazsın ve güneşte yanmazsın. " (Tâha 20/1 17-1 19)

Hz. Âdem ve eşine yasaklanan bu ağacın ne olduğu kesin olarak bilinmiyor. Bu ağacın buğday veya üzüm veyahut da incir olduğu hakkında rivayetler vardır. Biz bu ağacın ne olduğunu bilemeyiz. Çünkü yüce Allah bu ağacın ismini bize bildirmemiştir. Cenâb-ı Hakk Cennet"te Âdem"e büyük bir hürriyet vermekle beraber yine de buna bir sınır koymuştur. Bu sınırı aştıkları takdirde, kendilerine zulüm edeceklerdir. Cennet"e bu yasak ağaç, yenilmek için değil, insanın hayatını disipline etmek ve bir sınırlama ve kulluk için konulmuştur. Bununla beraber biz "Dünyayı sevmek, her bir günahın başıdır" hadîsinde bu yasak ağacı tayin eden bir dalâlet buluyoruz. Demek Hz. Âdem o zaman dünya sınırlarına yaklaşmamak emri almış ve bundan bir müddet fıtratının gereği olarak yememiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., I, 323-324).

Daha önce İblis* Hz. Âdem"in üstünlüğünü çekemeyerek Allah"ın emrine karşı gelmiş, Âdem"e secde etmeyip, saygı göstermemiş ve Cennet"ten kovulmuştu. O zaman şeytan"ın Hz. Âdem ve evlâtlarına musallat olup azdırma imkânı kaldırılmamıştı. Hatta, İblis"e onları günah işlemeye teşvik etme gücü verilmişti. (Bk. el-A"râf, 7/12-18; el-Hicr, 15/32-42) Çünkü Âdem"in şeref ve üstünlüğü, nefsine ve şeytana uymamakla gerçekleşecekti. Kendilerine verilen akıl ve irade sebebiyle Âdem ve soyu, imtihandan geçecekler, sınanmaları için de peygamberler gönderilecekti.

Vesvese vererek insanları azdırma kabiliyetine sahip olan şeytan, ne yaptıysa yaptı, bir yolunu bularak Cennet"e girebildi. "Derken şeytan, onlardan gizli bırakılmış o çirkin yerlerini (avret mahallerini) kendilerine açıklayıp göstermek için ikisine de vesvese* verdi ve "Rabbiniz size bu ağacı başka bir şey için değil, ancak iki melek olacağınız yahut ölümden kurtulup ebedi olarak kalıcılardan bulunacağınız için yasak etti" dedi. Bir de onlara, "Ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim" diye yemin etti. İşte bu şekilde ikisini de aldatarak o ağaçtan yemeye tevessül ettirdi. Ağacın meyvesini tattıkları anda ise, o çirkin yerleri kendilerine açılıverdi ve üzerlerine Cennet yaprağından üst üste yamayıp örtmeye başladılar. Rableri de "Ben size bu ağacı yasak etmedim mi? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi? diye nida etti." (el-A"râf 7/20-22) "Bundan sonra Âdem, Rabbinden (vahiy yoluyla) kelimeler belleyip aldı ve şöyle diyerek Allah"a yalvardılar: Ey Rabbimiz kendimize yazık ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bizi esirgemezsen herhalde en büyük zarara uğrayanlardan olacağız, dediler." (el-A"râf, 7/23) "Sonra Rabbi onu seçti (peygamber yaptı) da tevbesini kabul buyurdu ve ona doğru yolu gösterdi. Allah şöyle dedi: "Dünyada birbirinize düşman olmak üzere her ikiniz de oradan (Cennet"ten) ininiz. Artık benden size bir hidayet (kitap) geldiği zaman, kim benim hidayetime uyarsa, işte o sapıklığa düşmez ve bedbaht olmaz (ahirette zahmet çekmez). " (Tâha, 20/122-123) Böylece Hz. Âdem ve Havva ve nesillerinin yeryüzünde yerleşip kalmaları ve burada üreyip geçinmeleri, imtihan edilmeleri takdir edildi ve gerçekleştirildi. (el-Bakara, 2/3638; el-A"raf, 7/24)

Buhârî, Müslim, Ebu Dâvûd, Neseî ve Tirmizî"nin rivayet ettikleri bir hadîsinde Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Âdem (a.s.) ile Musa (a.s.)"ın ruhları Rableri nezdinde münakaşa ettiler ve Âdem (a.s.), Musa (a.s.)"ı delil getirerek mağlûp etti. Musa (a.s.) dedi ki: "Sen Allah"ın eliyle (kudretiyle) yarattığı ve ruhundan üflediği ve melekleri senin için secde ettirdiği ve Cennet"ine yerleştirdiği Âdem"sin. Sonra da sen işlediğin suç sebebiyle insanları yeryüzüne indirdin. "dedi. Bunun üzerine Âdem (a.s.) "Sen Allah"ın peygamberliğine ve konuşmasına seçtiği ve içinde her şeyin açıklaması bulunan (Tevrat) levhalarını verdiği ve münacât edici olarak kendisine yaklaştırdığı Musa"sın. Benim yaratılmamdan kaç sene önce Tevrat"ı yazdığını gördün?" dedi Musa (a.s.), "Kırk sene önce" diye cevap verdi. Âdem, "şu halde içinde "ve Âdem Rabbi"ne isyan etti de..." meâlindeki ayeti gördün mü?" dedi. Musa (a.s.) "Evet, gördüm" dedi. Âdem (a.s.) "Allah"ın beni yaratmasından kırk sene önce işleyeceğimi yazdığı işi işlemem üzerine beni nasıl azarlarsın" dedi. Resulullah (s.a.s.) neticede "Âdem hüccet* ile Musa"yı mağlûp etti" buyurdu. (et-Tâc, I, Hadis no: 40) Bundan sonra gelecek hidayet rehberlerine (peygamberlere), iman ederek uyup bağlanacaklar için, korkup üzülecekleri bir şeyin olmadığı ve bunların Cennet"e girecekleri bildirildi. İnkâr edip kötülük yapanların Cehennem"e girecekleri anlatıldı. (el-Bakara, 2/38-39, 82)

Âlimler, Hz. Âdem ve eşinin iskân edildiği (yerleştirildiği) Cennet hakkında görüş ayrılıklarına düşmüşlerdir. Cennet, lügat açısından bağ, bahçe, bahçelik ve bağlık yer manasına gelir. Acaba Hz. Âdem"in iskân edildiği bu Cennet, yeryüzünün bağlılık, bahçelik ve ağaçlık köşelerinden bir köşe midir? Yoksa dünyadan ayrı ahirette müminlere va"d edilen Cennet midir? Kur"an-ı Kerim"de buna dair açık ve kesin bir bilgi verilmemiştir. İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre Hz. Âdem"in eşiyle yerleştirildiği ve içinde yasak ağacın bulunduğu Cennet, ahirette müminlere ve iyilik yapanlara va"d edilen, darü"s-sevab (mükâfat yurdu) olan Cennet"tir. Çünkü:

a) "Cenâb-ı Allah dedi ki: Kiminiz kiminize (nesilleriniz birbirlerine yahut müminlerle şeytan birbirlerine) düşman olarak inin. Arz"da sizin için bir zamana kadar yerleşip kalmak ve geçinmek vardır. Orada (yeryüzünde) yaşayacaksınız, orada öleceksiniz, yine oradan diriltilip çıkarılacaksınız." (el-A"râf, 7/24-25; Ayrıca bk. el-Bakara, 2/36) Bu ayetlerde Hubût (inmek) tabiri ve inilecek yer de arz (yeryüzü) olarak zikredilmiştir. İlk yerleşme noktası yeryüzü dışında bir yer olmalıdır ki, buradan yeryüzüne iniş söz konusu edilebilsin. Eğer Hz. Âdem ve Havva"nın yerleştikleri yer arzdaki bir bahçe olsaydı "hubût"tan, inişten söz etmek mümkün olmazdı.

b) Tâhâ suresi 118-119"uncu âyetlerde Hz. Âdem"in yerleştiği Cennet"in anlatılan vasıfları, yani acıkmamak, susamamak, çıplak kalmamak, güneşte yanmamak, sevap ve mükâfat yurdu olarak mü"minlere va"d edilen cennet"e aid niteliklerdir. Bu vasıfta olan bir cennet (bahçe) dünyada yoktur. Öyle ise Hz. Âdem"in iskân edildiği Cennet, ahirette müminlere va"dedilen Cennet"tir.

c) Bu "Cennet" lâfzının başındaki elif lâm (lâm-ı ta"rîf) umûm (istiğrak) için değil, ahid içindir. Bu elif lâm, umûm ifâde ederse Cennetlerin hepsi manasına gelir. Hâlbuki Hz. Âdem"in bütün Cennetlere (bahçelere) yerleşmesi imkânsızdır. Öyle ise bu Cennet"in manasını müslümanlar arasında bilinen ve dârü"s-sevâb (mükâfat yurdu) olan Cennet"e hamletmek gereklidir. (Âlûsî, Rûhu"l-Meânî, I, 233; Razı, Mefâtîhu"l-Gayb, I, 455; Talat Koçyiğit, İsmail Cerrahoğlu, Kur"an-ı Kerim Meâl ve Tefsiri, s. 95 vd.)

d) Yine bazı haberlere göre: Allah meleklerinden birisine dünyanın her yerinden topraklar getirterek Hz. Âdem"i Cennet"te yaratmıştır. (İbn Kesîr, Tefsirü"l-Kur"an"i"l-Azîm, I, 132.) Hz. Âdem ile Hz. Musa"nın ruhlarının çekiştiğini bildiren hadîs (bunun meâlini yukarıda verdik) de bu Cennet"in sevab yurdu olan Cennet olduğunu açıklar.

Ebu"l-Kasım el-Belhî ve Ebû Müslim el-İsfahânî de "Hz. Âdem"in yerleştiği Cennet, bahçe manasına olup bu dünyadadır" derler. Bu zatlar ayette geçen "ihbitû" kelimesine de "giriniz, gidiniz, konunuz" gibi manalar veriyorlar. " İhbitû mısran = Bir şehre ininiz, yerleşiniz (el-Bakara, 2/61) gibi. Bu zatlar Hz. Âdem"in yerleştiği Cennet"in bu dünyada olduğuna dair şu şekilde delil getiriyorlar:

1) Eğer Hz. Âdem"in yerleştiği bu Cennet, sevap ve mükâfat yurdu olan Cennet olsaydı, elbette ebedî kalınacak Cennet olurdu. Hz. Âdem de ebedî kalınacak Cennet"te olduğunu bilir ve şeytan da onu "Rabbiniz size bu ağacı, melek olmanız için, yahud ölümden kurtularak ebedî kalıcılardan olacağınız için yasak etti." (el-A"râf, 7/20) diyerek aldatamazdı.

2) Yüce Allah"ın "Onlar (Cennet"te olanlar) oradan çıkarılacaklar da değildir." (el-Hicr, 15/48) sözünün dalâletiyle Cennet"e giren bir daha oradan çıkmaz.

3) İblis, Hz. Âdem için secde etmekten kaçınarak kibirlendiğinden Allah"ın gazâb ve lânetine uğramış ve kâfir olmuştur. Böyle olan bir kimse Cennet"e giremez.

4) Ahirette müminlere va"d edilen Cennet teklif ve imtihan yeri olmayıp müminlerin içinde serbestçe dolaşacakları ve bütün nimetlerinden diledikleri gibi faydalanacakları bir yerdir. Halbuki burada eşiyle beraber Hz. Âdem"e bir ağacın meyvesi yasaklanmıştır.

5) Allahü Teâlâ "Yeryüzünde bir halife yaratacağım..." (el-Bakara, 2/30) diye belirttiği için Hz. Âdem"i Arz"da yarattı. Kur"an"da onu göğe (Cennet"e) naklettiğini zikretmedi. Onu dünyadan semaya nakletmesi, nimetlerin en büyüğünden olduğu için zikredilmeye daha layık olurdu. Kur"an-ı Kerim"de böyle önemli bir olayı doğrulayacak kesin ve açık bir ifade yoktur. Öyle ise Hz. Âdem ve eşinin iskân edildiği bu Cennet, içinde ebedi kalınacak Cennet"ten başka bir Cennet"tir. (Râzî, Mefâtîhu"lGayb, I, 454)

Hz. Âdem"in oturduğu Cennet"in mükâfat yurdu olan Cennet olması veya bundan başkası olması mümkündür. Çünkü bu konudaki nakli deliller zayıf ve Kur"an"da buna dair kesin bir delil yoktur. Bunu Allah"tan başka kimse bilemediğine göre, şu Cennet"tir veya bu Cennet"tir diye kestirip atmamak veya bu konuda tevakkuf etmek lâzımdır. Nitekim selefi salihîn ve bunlara tâbi olan birçok müfessirler böyle yapmışlardır. (Râzî, Mefâtîhu"l-Gayb, 1, s. 455)

Fakat biz burada hemen şunu kaydedelim: Hz. Âdem ve eşinin iskân edildiği Cennet"in mükâfat yurdu olan Cennet olduğuna dair deliller daha kuvvetlidir. Ayrıca Cennet"e girince çıkılamayacağı meselesi duruma göre değişir. Misafir olarak girmekle mûkîm olarak girmek aynı değildir. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.s.) mi"rac gecesi Cennet"e girmiş ve çıkmıştır. Hz. Âdem"in Cennet"ten yeryüzüne inişinin mahiyeti bizce meçhuldür.

Hz. Âdem"in Peygamberliği

Hz. Âdem ilk insan olduğu gibi aynı zamanda ilk peygamber*dir. Hz. Âdem yeryüzüne indirildikten sonra, Cenâb-ı Allah insan nesillerinin hepsini onunla eşi Havva"dan türetmiştir. Allahü Teâlâ bu hakikati Nisâ sûresinin birinci ayetinde şu şekilde dile getiriyor: "Ey insanlar! Sizi tek bir candan (Adem"den) yaratan, ondan da yine onun zevcesini (Havva"yı) yaratan ve ikisinden pek çok erkekler ve kadınlar türetip yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının... " (en-Nisâ, 4/2) Bir hadîs-i şerîflerinde Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyuruyor: "Allah"u Teâlâ Âdem"i (a.s.) yeryüzünün her tarafından avuçladığı bir avuç topraktan yarattı. Bunun için Ademoğulları kendilerinde bulunan toprak miktarına göre, kimi kırmızı, kimi beyaz kimi siyah, kimi bunların arasında bir renkte; (tabiat bakımından da) kimi yumuşak, kimi sert, bazıları kötü, bazıları da iyi olarak geldiler." (Tirmizî, Tefsir, 3). Bu hadisi Tirmizî sahih bir senetle rivayet etmiştir.

Allah, insanı nefsinin şehvet ve şeytanın vesveselerine maruz kalacak şekilde yaratmış, ona bunlara karşı koyacak akıl, hayır ve şerri birbirinden ayırt edecek vicdan (kalb gözü) vermiştir. Cenâb-ı Allah böylece insanı bu dünyada imtihan alanına koyduğu için, hikmet ve rahmetinin gereği olmak üzere hayır, fazilet, şer ve rezalet yollarını gösterecek, hak ile batılı öğretecek, hayır ve kemâl yollarına irşad edecek peygamberler göndermiştir. Cenâb-ı Hakk peygamberler göndermekle, insanın tabiatına ve halîfeliğine uygun imtihan şartlarını tamamlamıştır. Neticede insan bu dünyada yaptıklarının hesabını öldükten sonra diriltilince verecek, imanlı olup iyilik ve sevap terazileri ağır gelenler Cennet"e girecektir. Bunları kendilerine öğretip ikaz etmek için peygamberlere ihtiyaç vardır. İlk insanlara peygamber olmaya en lâyık olan zat, Allahü Teâlâ"nın doğrudan doğruya vasıtasız konuştuğu ataları Hz. Âdem"di.

Hz. Âdem"in peygamberliği kendisine emir ve nehiy olunduğuna dalâlet eden Kur"an ayetleri ile sabittir. Çünkü onun zamanında başka bir peygamber yoktu. Bu duruma göre kendisine gelen o emir ve nehiyler, vahiy vasıtasıyla olup başka bir vasıta ile değildir. Kur"an"da geçen Hz. Âdem"in iki oğlunun Allah"a kurban takdim etmeleri, ikisinden birinin kurbanının kabul olunduğunun bildirilmesi (el-Mâide, 5/27) Hz. Âdem"e vahiy ile bildirilmiştir. Kur"an"da Hz. Âdem"in peygamberliğe seçildiğinin anlatılması için "Istafâ" (Âli İmrân, 3/33) kelimesi ile "İctebâ" (Tâhâ, 20/122) kelimeleri kullanılıyor. Kur"an"da diğer peygamberler için de ıstıfâ" ve ictibâ" kelimelerinden müştak kelimeler kullanılıyor. (el-A"râf, 7/144; el-Bakara, 2/130; el-Hac, 22/75; Sâd, 38/47; en-Nahl, 16/121; Âli İmrân, 3/79; Yusuf, 12/6; el-En"âm, 6/87; eş-Şûrâ, 42/13; el-Kalem, 68/50) Öyle ise Hz. Âdem de peygamberdir. Hz. Âdem"in peygamber olduğunu açıkça bildiren hadisler de vardır. Ebu Ümame (ö. 81/700) rivayet ediyor "Ebu Zerr (ö. 32/652) Peygamberimize "Ya Nebiyallah, peygamberlerden ilk peygamber kimdir?" diye sorduğunda, Peygamberimiz (s.a.s.): "Âdem"dir." dedi. Ebu Zerr, "Ya Rasûlullah o, Nebî oldu mu?" diye sorunca Hz. Peygamber (s.a.s.), "Evet o mükellem bir Nebî(Allah"ın kendisiyle vasıtasız konuştuğu peygamber) idi." dedi." (Ahmed b. Hanbel, V, 265)

Diğer bir hadîste de Kıyamet gününde, diğer Nebiler gibi Hz. Âdem"in de bir peygamber olarak, Hz. Resulullah"ın sancağı altında bulunacağı haber verilmiştir. (Tirmizî, II, 202) Hz. Âdem"in peygamberliği hususunda bütün müslümanlar ittifak etmişlerdir. (Teftâzânî, Şerhu"l-Akâid, s. 62; Devvânî, Celâl, s. 71; Aliyyü"lKârî, Şerhu"l-Fıkhı"l-Ekber, 101)

Hz. Âdem"in evlâdları onun irşâdı* ile Allah"a iman etmiş, zamanlarındaki maddî ve manevî ihtiyaçlarını temin eden ahkâmı ondan öğrenmişlerdir. Ebû İdris el-Havlânî"nin, Ebû Zerr"den rivayet ettiği bir hadîste Hz. Peygamber (s.a.s.) Hz. Âdem"e on sahifelik bir kitap indirildiğini söylemiştir. (Abdurrahman Hubneke"l-Meydânî, el-Akidetü"lİslamiyye ve Usûsuhâ, II, 260)

İnsanların dinden ayrılarak ihtilâf etmeleri, hak dinin izini kaybederek batıl itikatlara saplanmaları sonradan çeşitli sebeplerle meydana gelen kötü bir durumdur. Böylece beşeriyetin başlangıcının bir vahşet devri olmadığı anlaşılır. Hz. Âdem"den sonra yeryüzünün çeşitli bölgelerine dağılan insanlar doğru yoldan ayrılmışlardır. Allah, onlara zaman zaman peygamberler göndermiştir. Şu ayet bu hakikati ifade eder: "İnsanlar (ilk önce) bir ümmetti (onlar ihtilâf ettiler). Allah da müjde verici ve azabının habercileri olarak peygamberler gönderdi..." (el-Bakara, 2/213)

Yukarıda gördüğümüz gibi Yüce Allah, ilk insan Hz. Âdem"i bizzat doğrudan doğruya çeşitli safhalardan geçirerek yaratmıştır. Darwinist olan tekâmülcülerin iddia ettiği gibi, insan maddenin kendiliğinden gelişerek tek hücreli canlı olması ve bunun da gelişerek çeşitli hayvanlar ve maymunlar oluşması ve maymunların da insana dönüşmesi yoluyla meydana gelmemiştir. Uydurma ve yakıştırmadan ibaret olan bu nazariyenin doğruluğuna, deney ve gözlemlerde ve delîl olarak kabul ettikleri materyal fosillerinde, en ufak bir ipucu bile yoktur. Bunun aksini isbat edecek fosil ve deliller pek çoktur. Mendel ve Pastör kanunları gibi.

Tekâmül nazariyesi bilim ve akıl nazarında muhaldir. Şöyle ki: Madde ve enerjide "emtropi" vardır: Gözlenen bütün tabii sistemlerde düzensizliğe doğru, yani dağılıp saçılmaya doğru bir eğilim vardır. Bu gerçek, hem mikro ve hem de makro seviyelerde olmak üzere geçerlidir. Madde parçacıkları dağılıp saçılır gider. Enerji de akıllı birisi tarafından plânlı ve düzenli olarak kapalı duvarlar arasında ve borular içerisinde kontrol altına alınmazsa dağılır gider. Dışarıdan gelen güneş enerjisi de, bunu alıp kullanacak çok muazzam bir makina sistemi yoksa boşlukta dağılır. Bu bir fizik kanunudur. Aklı başında olan bir âlim bu kanuna karşı gelecek cesareti gösteremez.

Madde âtıldır (eylemsizdir) kendiliğinden bir gücü yoktur (fizikteki atâlet prensibi). Allah"tan başka hiçbir şeyin kendiliğinden hiçbir gücü, düzen ve nizâmı yoktur (ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh). Akıllı ve şuurlu birisi tarafından plânlı düzenli bir makina sistemiyle kontrol edilmeyen enerji de her şeyi dağıtır, yakar ve yıkar. Meselâ nükleer bir santralda kontrol altına alınamayan bir atom enerjisi her şeyi yakar ve yıkar, dağıtır ve boşlukta dağılır gider. Öyle ise basit bir otomobilin bir yapıcı mühendisi olmadan demir yığınları arasından güneş enerjisi veya herhangi bir enerji ile meydana gelmesi imkânsızdır. Deney ve gözlem ve akıl bunu kabul etmez. En basit bir canlının organizmasının (cesedinin) yanında, mükemmel bir otomobil veya en ileri seviyede yapılmış bir elektronik beyin, çocuk oyuncağı gibi kalır. Bir elektronik beyin bozulduğu vakit kendi kendisini tamir edemez, kendi mislini ve benzerini, maddelerini dışarıdan toplayarak yapamaz. Çünkü âtıldır ve şuuru yoktur. Bunlar akıllı birisinin yapacağı hesap ve plân işidir. Akılsız ve cansız madde kendiliğinden bir makina veya bir elektronik beyini yapamayınca, ya bunların yapıcısı olan insanı nasıl yaratabilir? İnsanın yaptığı en mükemmel bir elektronik beyin, insan tarafından tamir edilip kontrol edilmezse, kendisini tekamül ettirmek şöyle dursun madde yığınları arasında dağılıp gider.

Bir eser müessirinden (yaratıcısından) üstün olamaz. Bir eserde yapıcısında bulunmayan vasıflar bulunamaz. Netice sebebinden üstün olamaz. Taş sebep olursa, parçacıkları taşın eseri (neticesi) olur. Maddede can yoktur; insanî ruh ve bunun özellikleri olan şuur ve akıl hiç yoktur: vicdan ve bunun özellikleri olan sevgi, nefret ve üzüntü de yoktur. Bir maddenin, pek çok mükemmel makina sistemi olan bir canlının vücudunu meydana getirmesi ve ona kendisinde hiç bulunmayan canı, hele akıl, irade ve vicdanın kaynağı olan ruhu vermesi ne kadar muhal ve imkânsızdır. Can enerji değildir. Can, canlının duymasını ve gayeli hareket etmesini sağlayan, vücudunu tamir etme, kendisini koruma ve neslini devam ettirme vazifesini üstlenen manevî bir cevherdir. Bir canlı sisteminin meydana gelebilmesi için mutlaka şu şartlar gereklidir:

1- Sistemin gelişigüzel değil, enerji ve besinleri dönüştürecek mükemmel mekanizması ve makina sistemi olmalıdır.

2- Otomobilin çalışması için nasıl petrol lâzımsa, bunun da kullanılabileceği bir enerji kaynağı yani besinler bulunmalıdır. Canlıların besinleri, bitki ve hayvan organizmalarıdır.

3- Bu enerjinin dönüşüm mekanizmalarını idare edip devam ettirmek ve çoğaltmak için bir kontrolcü bulunmalıdır. Çünkü Termodinamiğin ikinci kanunu olarak ifade edilen ve kâinatta geçerli kanuna göre sistemlerin düzensizliğe doğru tabii bir kaymaları vardır. Otomobilde bu kontrolcü şoför, elektronik beyinde kontrol mühendisidir. Otomobilin şoförü veya elektronik beyinin kontrolcüsü ölmüşse bunlar kendi kendilerine gayeli ve düzenli çalışamazlar. Kendilerinin benzerlerini meydana getiremezler ve kendilerini tamir edemezler. Az bir zaman sonra çürür, dağılır ve saçılıp giderler. Canlıların mekanizma ve makinalarının kontrolcü ve idarecisi candır. Canlının canı çıkmışsa, bunca muazzam zekâsına rağmen insan dahi ona canı veremez.

4- Canlı bir sistemin mutlaka akıllı ve âlim bir yaratıcısı olmalıdır. O da Allah"tır. Otomobilin yapıcısı akıllı bir insandır. Öyle ise canlıların organizmalarını, o akıllara durgunluk verecek çok muazzam makina sistemlerini, oksijen, hidrojen (yani su), fosfor, kükürt, azot, karbon, kalsiyumdan yaratan ve bunlara canı veren Allah"tır.

İnsanla hayvan arasında mahiyet farkı vardır. İnsanlarda akıl, irade ve vicdan vardır. Hayvanlarda bunlar yoktur. Bunların kaynağı da Allah"ın insana verdiği ruhtur. Bu insanî ruh hayvanda yoktur.

Buna göre tekâmül nazariyesi (Darwinizm)* muhaldir (imkânsızdır).

Darwinizme inananların, insanın maddeden kendiliğinden tekâmül ederek meydana gelişini "Akılları mı emrediyor, yoksa bunlar azgın kimseler midir?" (et-Tûr, 52/32)

cagdasturk 08.08.2005 21:47

HZ.NUH
 
Allah Teâlâ"ya ibadeti terkedip, tapınmak için kendilerine putlar edinen ve böylece yeryüzünde ilk defa fesada uğrayan bir kavmi tevhid akidesine döndürmek için gönderilen peygamber. "Ulul-Azm" peygamberlerin ilki olan Nûh (a.s)"ın, kavmini tevhide döndürmek için verdiği mücadele, Kur"an-ı Kerim"de uzunca zikredilmektedir. Adı, kırk üç ayrı yerde zikredilen Nûh (a.s)"ın kıssası, şu surelerde mufassal olarak ele alınmıştır: el-A"raf, Hûd, el-Müminûn, eş-Şuârâ, el-Kamer ve kendi adıyla adlandırılmış olan, Nûh suresi.
Nûh (a.s), Adem (a.s)"dan yaklaşık olarak bin sene sonra gönderilmiştir. Bu zaman zarfında insanlar tevhid üzere olup, Allah Teâlâ"ya şirk koşmaktan kaçınırlardı. İbn Abbas (r.a)"dan şöyle rivayet edilmektedir:

"Adem ile Nûh arasında on asır vardır. Bu zaman zarfında insanların hepsi İslam üzere idiler" (İbn Sa"d et-Tabakâtû"l-Kübrâ, Beyrut t.y., I, 42).

İbn Abbas (r.a)"ın hadisinde, İslâm üzere on asırdan bahsedilmektedir. Bu on asırdan sonra, Nûh (a.s) gönderilinceye kadar, insanların sapıklık üzere bulundukları daha başka asırların da olması muhtemeldir.

Ayrıca, İbn Abbas (r.a)"ın bu hadisi, tarihçilerin ve Ehl-i kitab"ın zannettikleri gibi, Kabil ve oğullarının ateşe tapan bir topluluk olarak varlığının sözkonusu olmadığını da ortaya koymaktadır. Yani, tevhidden ilk sapma, Adem (a.s)"den en az bin sene sonra olmuştur.

Allah Teâlâ"ya şirk koşan bu putperest topluluk, aniden ortaya çıkmadı. İdris (a.s)"dan sonra insanlar, onun şeriatına uyarak ibadet ediyor ve salih alimlerin çizgisinden yürümeye özen gösteriyorlardı. Bir zaman sonra insanların sevip uydukları bu salih kimseler ölüp gittiklerinde, kavimleri onları kaybetmekten dolayı büyük üzüntüye kapıldılar. Şeytan, onların bu hassasiyetlerinden istifade ederek, sevdikleri bu salih kişileri hatırlamak ve böylece onların nasihatlarını zihinlerinde canlı tutmak için onlara, bu kişilerin her zaman bulundukları yerlere, onların birer heykelini, anıtını dikmeyi telkin etti. İlk defa put diken bu nesil onları, kesinlikle tapınmak için dikmemiş ve onlara ibadet edip, şirk koşanlardan olmamışlardı. Ancak bunların peşinden gelen nesiller zamanla bu heykellerin birer ilâh olduğuna inanmaya, hayır ve şerrin sahibi olduklarını vehmetmeye başlamışlardı. Böylece yeryüzünde ilk defa, tevhid akidesinden sapılmış ve insanlar Allah"tan başka ilâhlar edinerek, O"na şirk koşmaya başlamışlardı. Putları diken bu ilk neslin vebali oldukça büyüktür. Zira onlar, bu putları dikmekle bir sonraki neslin putperest olmasına sebep olan ve Allah"a şirk koşmayı ilk icad edenlerdir. Ayrıca onlar, canlı suretler yapmakla da Allah Teâlâ"nın azabına müstahak olmuşlardır. Hz. Peygamber (s.a.s) canlı bir şeye benzer bir sûret yapan kimse için şöyle buyurmaktadır: "Her kim bir sûret yaparsa, Allah Teâlâ ona kıyamet günü, yaptığı sûrete ruh verinceye kadar azap edecektir. O kimse ise asla bunu başaramayacaktır", Kıyamet günü en şiddetli azap suret yapanlara olacaktır. Onlara; "yarattıklarınızı diriltin bakalım" denilecektir" (Buhârî, Libâs, 89, 97).

Nûh kavminin tapındığı putların her birinin, Kur"an-ı Kerim"de zikredildiğine göre bir adı vardı: "..."Ved, Suva", Yağûs, Yeûk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin" dediler" (Nûh, 71/23).

Allah Teâlâ, ilâhi rahmeti gereği, doğru yolu bulup hidayete erebilmeleri için sapıtan bütün topluluklara peygamberlerini göndermiş, böylece onlara, şirk ve isyan bataklığından kurtulmanın yollarını göstermiştir.

Peygamber, Allah Teâlâ"nın kullarına rahmetinin en açık bir delilidir. Allah Teâlâ, elîm Cehennem azabından sakındırmaları için peygamberlerini göndermiş; bunlardan, inkârcıların isyan ve işkencelerine karşı sabrederek, tebliğlerine devam etmelerini istemiştir. Nuh (a.s) da, kavmine gönderildiği zaman, büyüklenmelerine, vurdumduymazlıklarına ve bütün aşırılıklarına rağmen onlara şefkatle yaklaşarak, kendilerini gelecek can yakıcı azaba karşı korumak istemiştir. Allah Teâlâ, Nûh (a.s)"ın, kavmine gönderilişi hakkında şöyle buyurmaktadır: "Milletine can yakıcı bir azap gelmeden önce onları uyar" diye Nuh"u milletine gönderdik" (Nûh, 71/1).

İyice azıtmış ve korkunç bir helâkle cezalandırılmayı haketmiş bir topluluk olan Nûh kavmine, bu helâkten kurtulmak için rahmanî bir el uzatılmıştı. Allah"ın elçisi Nûh (a.s), şirki bırakıp, tevhid akidesine dönüşü tebliğle görevlendirildiğinde, onlara yaptığı ilk tebliğ, Kur"an-ı Kerim"de şöyle zikredilmektedir: "...Ey kavmim! Allah"a kulluk edin. O"ndan başka ilâhınız yoktur; doğrusu sizin için büyük günün azabından korkuyorum" dedi. (el-A"raf, 7/59); "Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah"tan başkasına kulluk etmeyin! Doğrusu ben, hakkınızda can yakıcı bir günün azabından korkuyorum" dedi. (Hûd, 11/25, 26); "Ey kavmim! Allah"a kulluk edin. Sizin için O"ndan başka ilâh yoktur. Sakınmaz mısınız"dedi. (el-Mü"minûn, 23/23); "Ey Milletim! Şüphesiz ben, size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım. Allah"a kulluk edin, O"ndan sakının ve bana itaat edin ki, Allah günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin. Doğrusu Allah"ın belirttiği süre gelince geri bırakılmaz. Keşke bilseniz!" (Nûh, 71/2-4).

Nûh (a.s)"ın bu tebliği karşısında onlar, büyüklenerek ve şımararak Nûh (a.s)"a türlü şekillerde saldırılarda bulunmuşlar ve çeşitli kötülüklerle itham etmişlerdir. Her zaman hakkın karşısında durup, toplumlarını peygamberlere uymaktan alıkoyan mele" * (ileri gelenler) Nûh (a.s)"ın da karşısına çıkmış, Kureyşin ileri gelenlerinin Hz. Muhammed (s.a.s)"e yaptıklarını andıran bir tarzda, onu, sapıklıkla ve sefihlikle itham etmişlerdi. Nûh (a.s) onları, Allah"tan başkasına kulluk etmemeye çağırdığında; "Kavminin ileri gelenleri: "Biz senin apaçık sapıklıkta olduğunu görüyoruz" dediler".

Nûh (a.s) merhametle onlara; "Ey kavmim! Bende bir sapıklık yoktur; ancak ben âlemlerin Rabbinin peyşgamberiyim, Rabbimin sözlerini size bildiriyor, öğüt veriyorum. Sizin bilmediğinizi Allah katından ben biliyorum. Sakınmanızı ve böylece merhamete uğramanızı sağlamak için aranızdan bir vasıtayla Rabbinizden size haber gelmesine mi şaşıyorsunuz?" dedi" (el-A"raf, 7/61-63).

Şirkin ve küfrün pisliğiyle bulanmış akıllar, tarihin her döneminde Allah Teâlâ"nın, bir elçi gönderdiği zaman, onu hangi topluma gönderiliyorsa o toplum içerisinden çıkarmasına şaşmışlar, bundaki açık gerçekleri görmemişlerdir. Nûh kavmi de ona itiraz ederken, Allah Teâlâ"nın elçisinin bir insan değil ancak bir melek olabileceğini ileri sürmüştü: Senin ancak kendimiz gibi bir insan olduğunu görüyoruz" (Hûd, 11/27); "Bu, sizin gibi bir insandan başka birşey değildir. Sizden üstün olmak istiyor. Allah dilemiş olsaydı melekler indirirdi. İlk atalarımızdan beri böyle bir şey işitmedik" (el-Mü"minûn, 23/24). Mustaz"af insanlardan bir topluluğun etrafında toplanıp onu tasdik etmeye başlaması sebebiyle, tebliğini tesirsiz bırakmak için çareler arayan Mele", bu gelişme üzerine daha da sertleşerek, onu yalancılık ve delilikle itham etmeye başlamışlardı. Onun için şöyle deniliyordu: Daha başlangıçta, sana bizim ayak takımı dışında kimsenin uyduğunu görmüyoruz. Sizin bizden bir üstünlüğünüz de yoktur. Biz sizin bir yalancı olduğunuz kanaatindeyiz" (Hûd, 11/27); Bu adamda nedense biraz delilik var. Bir süreye kadar onu gözetleyin" (el-Müminûn, 23/25); "Bu putperestlerden önce Nûh milleti de yalanlayarak; delidir" demişlerdi, yolu kesilmişti" (el-Kamer, 54/9).

Zenginlik ve riyaset sahibi bu insanlar üstünlüğün malda ve topluma hâkim bir konumda olmakta olduğunu zannettikleri için, gerçekte, kendileriyle kıyas kabul etmez derecede bir üstünlüğe sahip olan Nûh (a.s)"a inanan mustaz"afları küçümsüyor ve onlarla bir arada, aynı seviyede bulunmayı nefislerine bir türlü kabul ettiremiyorlardı. Bunun için Nûh (a.s)"a müracaat etmişler ve bu insanları yanından uzaklaştırırsa, o zaman belki kendisini dinleyebileceklerini bildirmişlerdi. Ancak Nûh (a.s) onlara kesin bir uslûpla cevap vererek, gerçek anlamda üstünlüğün, inananlarda olduğunu şu ifade ile ortaya koymuştur: "Ben inananları kovacak değilim. Ben sadece açıkça bir uyarıcıyım " (eş-Şuara, 26/ 14-15).

Nûh (a.s), bıkmadan, her türlü eziyetlerine sabrederek onları her yerde İslâm"a çağırıyor, Cehennem azabından kurtulmalarının yollarını belletmeye çalışıyordu. Ancak kavmi, onu her defasında alaya alıyor. Söylediklerini aralarında eğlence konusu yapıyorlardı: "Kavminin ileri gelenleri (Mele) yanından her geçtiklerinde onunla alay ediyorlardı. Nuh ise onlara şöyle diyordu: Bizimle alay edin bakalım. Biz de, bizimle alay ettiğiniz gibi sizinle alay edeceğiz" (Hûd, 11 /38).

Nûh (a.s), kavmini şirkten dönmeye davet ederken, onlara tesir edebilecek her yolu deniyordu. Onlara Allah"a ibadet etmeyi ve bir peygamber olarak kendisine tabi olmayı telkin ederken, buna karşılık kendilerinden hiç bir maddî menfaat istemediğini ve beklemediğini; amacının yalnızca onları, Allah Teâlâ tarafından gelecek olan büyük cezalardan korumak olduğunu bildiriyordu: Kardeşleri Nûh, onlara Allah"a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah"tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak alemlerin Rabbine aittir". Doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkuyorum" (eş-Şuara, 26/106-110, 135).

Kavmi, inadında direnmiş ve kesin kararını vermişti. Ona; "İster öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bizce birdir" dediler" (eş-Şuara, 26/136). Buna rağmen O, çağrısında ısrar edince, müşrikler tamamen sertleşmiş ve onu tehdit ederek artık bu söylediklerini tekrarlamayı terketmezse kendisini taşlayacaklarını bildirmişlerdi: "Ey Nûh! Eğer bu işe son vermezsen, şüphesiz taşlanacaklardan olacaksın" dediler" (eş-Şuara, 26/116).

Nûh (a.s), davetini tekrarladıkça onların inadı artıyor, ona ve inananlara eziyetlerini daha da şiddetlendiriyorlardı. Nûh (a.s) onların bütün bu tahammül edilmez eziyet ve işkencelerine katlanıyor ve onları kurtarmak için bir an olsun boş durmuyordu. Asırlar süren bu yorucu tebliğ faaliyeti, kavminden çok az bir topluluk dışında, kimsenin iman etmesini sağlayamamıştı: "Pek az kimse onunla beraber inanmıştı" (Hud, 11/40).

Azgınlaşan kavmi, Allah Teâlâ"ya meydan okurcasına Nûh (a.s)"a şöyle çıkışıyordu: Ey Nûh! "Bizimle cidden tartıştın; hem de çok tartıştın. Doğru sözlülerden isen tehdit ettiğin azabı başımıza getir" dediler" (Hûd 11 /32).

Onlar, Nûh (a.s)"ın tebliğine kulaklarını tıkadıkları için, onun ne söylediğini bir türlü idrak edemiyorlardı. Nûh (a.s), belki düşünürler diye, azabın sahibinin kim olduğunu ve onun kudretinin sınırsızlığını bir kez daha onlara tebliğ ediyordu: Ancak Allah dilerse onu başınıza getirir, siz O"nu aciz bırakamazsınız. Allah sizi azdırmak isterse, ben size öğüt vermek istesem de faydası olmaz. O, sizin Rabbinizdir. O"na döndürüleceksiniz" (Hud, 11/33-34).

Nûh (a.s), bu zalim topluluğun iman etmeyeceğini anlamıştı. Kavmi için hiç bir kurtuluş yolu kalmamıştı. Onlar zulümlerini artırdıkça artırdılar. Bunun üzerine Nûh (a.s), dokuz asırdan fazla bir müddet tahammül ettiği zorluklar karşısında hiç kimseye tesir edemediğini ve edemeyeceğini anlayınca, kavminin durumunu Allah Teâlâ"ya havale etmekten başka çare bulamadı.

Allah Teâlâ, onun bu durumunu Kur"an-ı Kerim"de şöyle dile getirmektedir: Nûh; Rabbim! Milletim beni yalanladı. Benimle onların arasında sen hüküm ver. Beni ve beraberimdeki inananları kurtar" dedi" (eş-Şuara, 26/117-118); Nûh; "Rabbim! Beni yalanlamalarına karşılık bana yardım et" dedi" (el-Mü"minûn, 23/26); "Oda; "Ben yenildim, bana yardım et" diye Rabbine yalvarmıştı" (el-Kamer, 54/10).

Allah Teâlâ da ona, kavmini sularla helâk edeceğini, bunun için bir gemi yapmasını bildirdi. Ayrıca bundan dolayı kavmine acıyıp da, onlar için bağışlama dilememesi gerektiğini de bildirdi: Nûh"a; "Senin milletinden inanmış olanlardan başkası inanmayacaktır. Onların yapageldiklerine üzülme. Nezaretimiz altında, sana bildirdiğimiz gibi gemiyi yap. Haksızlık yapanlar için Bana başvurma. Çünkü onlar suda boğulacaklardır" diye Allah tarafından vahyolundu" (Hûd, 11 /36-37).

Nûh (a.s), Cebrail (a.s)"ın gözetimi altında gemiyi yapmaya başladı. Müşrikler yanına geldikleri her defasında onunla alay ediyorlardı: "Gemiyi yaparken kavminin inkârcı ileri gelenleri yanına uğradıkça onunla alay ederlerdi. O da; Bizimle alay ediyorsunuz ama, alay ettiğiniz gibi bizde sizinle alay edeceğiz. Rezil edecek olan azabın kime geleceğini ve kime sürekli azabın ineceğini göreceksiniz" dedi" (Hûd, 11/36-39).

Taberî, Nûh (a.s)"ın, kavmini İslâm"a davet edişi, gemiyi yapmaya başlaması ve kavminin onunla alay edişi hakkında, Âişe (r.anh)"dan rivayetle, Resulullah (s.a.s)"ın şöyle söylediğini nakletmektedir: "Nûh kavminin arasında dokuz yüz elli sene kalmıştı. Bu zaman zarfında onları hakka davet etti. Son zamanlarına doğru bir ağaç dikti. Ağaç her taraftan çok büyüdü. Sonra onu kesip gemi yapmaya başladı. Onun yanından geçerlerken, ona ne yaptığını soruyorlar ve onunla dalga geçerek Şöyle diyorlardı: "Onu yap; karada gemi yapıyorsun; bakalım nasıl yüzdüreceksin?" Nûh (a.s) da onlara; "yakında bileceksiniz"diyordu? (Taberî, Tarihul-Rasul vel-Mulûk, Beyrut 1967, I, 180). Ve yine ona; "Nebiliği bırakıp, Marangozluğa mı başladın" diyerek eğleniyorlardı (a.g.e., I, 183).

Nûh (a.s)"ın yaptığı geminin şekli ve büyüklüğü hakkında İbn Abbas (r.a)"dan şöyle bir rivâyet nakledilmektedir: "Geminin uzunluğu, Nûh"un babasının dedesinin (yani İdris (a.s)) zıra"ıyla üç yüz zıra"; eni elli zıra"; yüksekliği otuz zıra"; su seviyesinden yukarısı ise altı zıra" idi. Katlara ayrılmış olan geminin üç kapısı bulunmaktaydı. Bu kapılar üst üste açılmıştı (Taberî, a.g.e., I, 182).

Nûh (a.s), gemiyi inşa ederken, tahtaları birbirine mıhlar kullanarak çakmıştı: "Onu, tahtadan yapılmış, mıhla çakılmış bir gemiye bindirdik" (el-Kamer, 54/13).

Nûh (a.s) bu esnada, artık tamamen yüz çevirdiği kavminin durumunu Allah Teâlâ"ya arzediyor ve onları bütün imkânlarını kullanarak şirkten nasıl vaz geçirmeye çalıştığını anlatarak, buna karşı kavminin takındığı tutumu O"na şikayet edip, yeryüzünde onlardan kimseyi bırakmamasını istiyordu.

Nûh (a.s)"ın adını taşıyan ve onun kıssasının anlatıldığı sûrede bu durum şöyle anlatılır: "Nûh dedi ki: "Rabbim! Doğrusu ben, kavmimi gece gündüz çağırdım. Fakat benim çağırmam, sadece benden uzaklıklarını artırdı. Doğrusu hen senin onları bağışlaman için kendilerini her çağırışımda parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler. Sonra, doğrusu ben onları açıkça çağırdım. Sonra onlara açıktan açığa, gizliden gizliye de söyledim. Dedim ki: "Rabbinizden bağışlanma dileyin; doğrusu O, çok bağışlayandır. "Nûh, "Rabbim! Doğrusu bunlar bana baş kaldırdılar ve malı, çocuğu Kendisine sadece zarar getiren kimseye uydular. Birbirinden büyük hilelere başvurdular" dedi. İnsanlara; "sakın tanrılarınızı bırakmayın; Ved, Suva", Yağûs, Yeûk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin" dediler. Böylece bir çoğunu saptırdılar. Rabbim! Sen bu zalimlerin sadece şaşkınlığını artır. Nuh dedi ki; "Rabbim! Yeryüzünde hiç bir inkarcı bırakma. Doğrusu sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve çok inkârcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler" (Nûh, 71/5-11, 21-24, 26-27).

Allah Teâlâ, bu kavme helâkı umumi kıldığı gibi, Nûh (a.s) da bunun umumî olmasını istemişti. Çünkü, asırlar süren daveti neticesinde anlamıştı ki; bunlardan kalan nesil, yine onlar gibi inkarcılar olacaktı. İbn İshak şöyle demektedir: "Bir sonraki asır geldiğinde o nesil, bir öncekinden daha berbat oluyordu. Sonra gelen nesiller; "Bu adam babalarımızla, dedelerimizle birlikte yaşamıştı ve onun hiç bir sözünü kabul etmemişlerdi. Bu deliden başka biri değildir" diyorlardı" (Taberî, a.g.e., I, 182).

Yeryüzünde ilk defa fesad çıkararak, zâlimlerden olan bir toplumu cezalandırmak için Allah Teâlâ"nın takdir etmiş olduğu vakit yaklaşmakta idi. Allah Teâlâ, Nûh (a.s)"a Tufanın gelişini haber veren alâmet olarak, tandır (tennûr)"dan suların kaynamasını göstermişti.

Tandırdan su kaynamaya başlayınca Allah Teâlâ, ona her cins canlıdan birer çifti ve kendisine inananları gemiye bindirmesini vahyetti: Emrimiz gelip, tandırdan sular kaynamağa başlayınca; her cinsten birer çifti ve aleyhine hüküm verilmemiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu ve inananları gemiye bindir" dedik. Pek az kimse onunla beraber inanmıştı" (Hûd, 11 /40).

Onunla beraber olanların sayısı hakkında yedi kişi ile seksen kişi arasında değişen rivayetler vardır (Taberî, a.g.e., I, 187-189).

Nûh (a.s) ile, ailesinden Ham, Sam, Yâfes adlarındaki üç oğlu da gemiye binmişti. Ancak dördüncü oğlu Kenan (Yam), ona iman etmediği için gemiye binmemişti. Sular her yeri kaplamaya ve gemi yüzmeye başlayınca Nûh (a.s) oğluna; "Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gel; kâfirlerle birlik olma" diye seslendi. Oğlu; "Dağa sığınırım, beni sudan kurtarır" deyince, Nûh; "Bugün Allah"ın buyruğundan, O"nun acıdıkları dışında kurtularak yoktur" dedi. Aralarına dalga girdi. Oğlu da boğulanlara karıştı" (Hûd, 11/42-43).

Nûh (a.s), muhtemelen, oğlunun küfredenlerden olduğunu bilmediği için, Allah Teâlâ"ya; "Rabbim! oğlum benim ailemdendi. Doğrusu senin va"din haktır. Sen hükmedenlerin en iyi hükmedenisin" diye seslenerek, oğlunun başına gelenlerin hikmetini öğrenmek istemişti. Allah Teâlâ, bir peygamber dahi olsa, kan bağının hiçbir şey ifade etmediğini, insanların birbirinden olmalarının yegane ölçüsünün akide olduğunu; "Ey Nûh! O senin ailenden değildir. Çünkü o, çok kötü bir iş işlemiştir. Öyleyse bilmediğin şeyi benden isteme" ayetiyle Nûh (a.s)"a bildirerek, ortaya koymuştur. .

Tufan, yeryüzünde, gemidekilerin dışında hiç kimsenin sağ kalmasının mümkün olmadığı bir şekilde bütün dünyayı sular altında bırakmıştı. Gök, kapılarını açarak sularını boşaltmış; Yer, her tarafından sular fışkırtmaya başlamıştı: "Biz de bunun üzerine gök kapılarını boşanan sularla açtık. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. Her iki su, takdir edilen bir ölçüye göre birleşti" (el-Kamer, 54/11-12).

Allah"a isyanda direten ve O"nun elçisine olmadık eziyetleri reva gören ve asırlar boyu, gidişatında hiçbir değişiklik yapmayan zâlim bir topluluk, sonraki nesillere, inkârcı zalimlerin sonunun ne olduğunu anlamaları için, bu şekilde, tufan ile helak edilmişti.

Allah Teâlâ, inkârcı zalimler helâk olduktan sonra, Tufanı sona erdirmiş ve inananların bulunduğu gemiyi selametle Cûdi dağı üzerine durdurtmuştu; "Yere; "Suyunu çek!"göğe; "Ey gök sen de tut!" denildi. Su çekildi, iş de bitti. Gemi Cûdiye oturdu. "Haksızlık yapan millet Allah"ın rahmetinden uzak olsun" denildi" (Hûd, 11 /44).

Taberî"nin Resulullah (s.a.s)"e dayandırılan bir rivayetine göre Tufan, altı ay sürmüştür. Recebin ilk günlerinde başlayan Tufan, Muharremin onuncu gününde son bulmuş ve gemi Cûdi dağının üzerine oturmuştu. Nûh (a.s), şükür için, herkese oruç tutmasını emretmişti (Taberî, a.g.e., I,190). Bu gün, Aşûre günü olarak o zamandan günümüze dek hatırasını sürdürmüştür (bk. Âşûre mad.).

Gemi, su üzerinde kaldığı altı ay boyunca dünyanın her tarafını dolaşmıştı. Allah Teâlâ, Tufan esnasında Âdem (a.s) tarafından inşa edilen Mekke"deki Beytullah"ı yeryüzünden kaldırmıştı (Taberî, a.g.e., I, 185).

İnkar edip yeryüzünde fesad çıkaran topluluk yok edilip sular çekildikten sonra, Allah Teâlâ peygamberine artık emniyet içerisinde gemiden inebileceğini bildirmişti: "Ey Nûh! Sana ve seninle beraber olan topluluklara bizden bir selamet ve bereketle gemiden in" (Hûd, 11/48).

Nûh (a.s), gemiden indikten sonra, Semânîn diye isimlendirilen bir yerleşim yeri inşa etmişti. Bu yer ve Cûdî dağı; Ceziretu İbn Ömer (Cizre)"in yakınında bulunmaktadır (a.g.e., 189).

Diğer bir rivayete göre de Nûh (a.s) gemide yüz elli gün kalmış, Allah Teâlâ, gemiyi Mekkeye yöneltmiş; gemi kırk gün Beytullah etrafında dönmüş ve sonra da Cûdi"ye yönelterek orada durdurmuştu (M.Ali Sabûni, en-Nübüvve vel-Enbiya, Dımaşk 1985, 154). Geminin kalıntıları muhtemelen bu dağın üzerinde hâlâ bulunuyor olmalıdır. Allah Teâlâ Kur"an-ı Kerîm"de, insanlara ibret olsun diye onu, bulunduğu yerde bıraktığını zikretmektedir: "And olsun ki Biz, o gemiyi bir ibret olarak bıraktık; öğüt alan yok mudur" (el-Kamer, 54/ 15).

Nûh (a.s) ile birlikte Tufandan kurtulanlardan, Nûh (a.s) ve oğulları dışında kalanlar, yok olup gitmişler ve sonraki nesiller Sam, Ham ve Yafes"ten türemişlerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Ancak onun soyunu sürekli kıldık? (es-Saffât, 37/77). Resulullah (s.a.s) bu ayeti okuduğu zaman, sürekli kılınanlardan kastın, Ham, Sam ve Yafes olduğunu söylemiştir (Taberî, a.g.e., I, 192).

Tarihçiler; Sam"ı, Arapların ve Fars"ların atası; Ham"ı, Zenciler ve Habeşlilerin atası ve Yafes"i de Türkler, uzak doğu milletleri, Berberîler, Çinliler ve Mâverâünnehir kavimlerinin atası olarak kabul etmektedirler (İbnul-Esîr, el-Kâmü fi"t-Tarih, Beyrut 1979, I, 78).

Nûh (a.s)"ın tufana kadar dokuz yüz elli beş yıl yaşadığı kesindir: "Şüphesiz ki biz Nuhu kavmine Peygamber olarak gönderdik. Aralarında elli yıl hariç bin yıl kaldı" (el-Ankebut, 29/14). Ancak, Tufandan sonra ne kadar yaşadığı hakkında bir bilgi yoktur. İbn Abbas (r.a)"ın görüşüne göre, Nûh (a.s) bin yedi yüz seksen sene yaşamıştır ve öldüğünde de Mescid-i Haram"a yakın bir yere defnedilmiştir (Sabûnî, a.g.e., 154).

Nûh (a.s), Ulûl-Azm peygamberlerin ilkidir. Allah Teâlâ onu, "çok şükreden kul (abden şekûra)" olarak isimlendirmiş ve kıyamete kadar gelen nesiller, anıp selam getirsinler diye onun ismini herkesçe bilinir kılmıştır: "Sonra gelenler içinde "Alemlerde, Nûh"a selam olsun diye ona iyi bir ün bıraktık. Doğrusu o, bizim inanmış kullarımızdandı" (es-Sâffât, 37/81-82).

Ve o, sonraki peygamberler için, takip edilmesi gereken bir önder kılınmıştır: "İbrahim de şüphesiz, onun yolunda olanlardandı" (es-Sâffât, 37/83).

Allah Teâlâ, Peygamberimize, kendisine yapılan itiraz ve işkencelere karşı, Nûh (a.s) ve onun yolunda olan diğer ulul-azm peygamberler gibi sabretmesini emretmektedir. Yani o, Resulullah (s.a.s)"e bir örnek olarak gösterilmektedir: "Resullerden azim ve sebat sahibi (ulul-emr) olanların sabrettiği gibi sen de sabret" (el-Ahkaf, 46/35).

Nûh (a.s), Peygamber (s.a.s)"e ve inanan tebliğcilere bir numune olarak gösterildiği gibi; onun inkârcı kavminin helakı da, müslümanlara zulmetmeyi gelenek haline getiren sapık topluluklara bir örnek olarak sunulmuştadır.

cagdasturk 08.08.2005 21:48

HZ. IBRAHIM
 
Kur"an-ı Kerim"de Allahu Teâlâ"nın "Halil" dost diye nitelediği ulu"l-azm mertebesinde olan peygamber.
Nuh (a.s)"un çocukları ve torunları, önce Irak"a yerleşmiş ve Fırat nehrinin yakın bir yerinde Babil şehrini kurmuşlardı. Daha sonra, burada yerleşmiş olanlardan bir grup ayrılıp Dicle kıyısında -bugün Musul şehrinin civarında- Ninova şehrini inşâ etmişlerdi. Babil"deki halkın yerlileri olan Nabt kavmi, Süryânî dilini konuşmakta olup Babil şehrini de başkent yapmışlardı. Ninova"da ortaya çıkan Asur devletinde ise başkent Ninova olup, Babil"i hâkimiyetleri altına almıştı. Bir süre sonra Babil"de, Keldânîler, Asurluların hâkimiyetleri altında bulunan Nabt"ların ilim ve kültürüne sahip çıkmıştı.

Babilliler, tek Allah"a inanmayıp putlara ve yıldızlara taparlardı. Putları ve yıldızları, ruhların sembolü olarak kabul ederlerdi. Onların bu inancına "Sâbiîlik" denir. Sâbiîlik; ruhlara ve meleklere ibadet esasından başlar ve giderek yıldızlara, aya, güneşe ve sonunda bunlar adına yapılmış putlara tapmağa varırdı. Babil"de putların hem yapılıp hem de tapıldığı puthaneler vardı. Bundan dolayı devlet yönetiminde bir puthane bakanı bile bulunurdu. İşte Allah, böyle inançtan yoksun ve medeniyetten uzak bir toplum olan Babil halkına İbrahim (a.s)"ı göndermişti. "İbrahim" kelimesinin manası "cemaat babası" demektir. Nitekim kendisinden sonra gelen peygamberle babası Hz. İbrahim"dir.

Cemaatının "Allah"ın dostu" anlamına gelen "Halîlullah" ünvanına sahip İbrahim (a.s), "Ulü"l-azm" denilen büyük peygamberlerden biridir. "Ulü"l-azm" gayesine erişen diğer peygamberler ise Nuh (a.s), Musa (a.s), İsa (a.s) ve Muhammed (a.s)"dir. Hz. İbrahim"in "halilullah" lakabını alması Allah"a olan sevgi ve bağlılığındandır. Bir rivayete göre Hz. İbrahim insanlara karşı çok cömert olduğu ve onlardan hiçbir şey istemediği için "halilullah" diye nitelendirilmiştir.

İbrahim (a.s)"ın nesebi hakkındaki rivâyetler muhteliftir. Ancak rivayetlerin hepsi Sâm b. Nûh"a vardığında ittifak etmiştir. Babasının ismi Tarih lakabı Âzerî"dir.

Hz. İbrahim"in ismi Kur"an-ı Kerim"de yirmi beş sûrede altmış dokuz defa geçmiştir. Kur"an-ı Kerim"de Hz. İbrahim değişik isim ve sıfatlarla anılmış ve kendisinden övgüyle bahsedilmiştir. Kur"an"da da geçen sıfatlarının bazıları: Evvâh (çok ah eden), Halim, Munib (Allah"a sığınan), Hanîf, Kânit (Allah"a kulluk eden), Şâkir.

Hz. Peygamber (s.a.s)"de Hz. İbrahim (a.s)"ın faziletini anlatırken şöyle der: "Kıyâmet günü ilk elbise giydirilen kişi, İbrahim"dir." (Buhâr;, Enbiyâ, 8). "bir gece bana rüyamda her zaman gelen iki melek (Cibril ile Mikâil) geldi. Bunlarla beraber gittik nihayet uzun boylu birinin yanına vardık, (Semaya doğru yücelen) boyunun uzunluğundan başını neredeyse göremeyecektim. O İbrahim (a.s) idi (Buhârî, Enbiyâ, 8).

İbrahim (a.s) Babil halkına uzun süre hak dini, dünyayı, âhireti, hayatı, ölümü ve yeniden dirilişi anlatmış, en yakını olan babasına ise bu meseleyi inceden inceye izah etmişti. Ancak başta babası Âzer olmak üzere halk, İbrahim (a.s)"a inanmayıp inkâr etmişti. İbrahim (a.s), babasının bu hareketine kızmamış, ona darılmamıştı. Hatta onun için Allah"tan rahmet dileyerek babasına karşı şöyle dedi: "Sana selâm olsun! Senin için rabbımdan mağfiret dileyeceğim. Çünkü O, bana karşı lütufkârdır" (Meryem, 19/47). Bundan sonra İbrahim (a.s), baba ocağını terkederek oradan ayrıldı.

Milletine, putların hiçbir fayda sağlayamayacağını pek çok kere söyleyen ve ancak Yüce Allah"ı üstün niteliklere sahip olduğunu bildiren İbrahim (a.s), milletinin kendisine inanmadığını görünce hemen Nemrud"a gitti. Kur"an-ı Kerîm"de ismi geçmeyen ve o sıralar milletinin başında bulunan Nemrud, sahip olduğu servet ve saltanatıyla kendini ilâh sanmaktaydı.

İbrahim (a.s), Nemrud"a Allah inancından bahsetti. Fakat o reddetti ve İbrahim (a.s) ile Rabbi hakkında münakaşaya girişti. İbrahim (a.s) Allah Teâlâ"nın hem dirilttiğini hem de öldürdüğünü söyleyince Nemrud, kendisinin de bunu yapmağa gücü yettiğini ifade eder. Nemrud, bunu ispat için, iki adamı getirtmiş, birini öldürmüş, diğerini bırakmış; böylece öldürmeğe ve diriltmeğe kâdir olduğunu göstermişti. Bu defa İbrahim (a.s.): "Allah güneşi doğudan getiriyor, sen de batıdan getirsene" (el-Bakara, 2/258) deyince Nemrud şaşırıp kalmıştı.

Bir ara, Allah inancını kabule yanaşmayan halk, bir bayram günü âdetleri üzere puthaneye yemek getirmiş, putlarının önüne koymuş, daha sonra da eğlenme yerlerine gitmişti. İbrahim (a.s)"ı de götürmek istemişler, ancak o, rahatsız olduğu gerekçesiyle gitmemişti. Onlar eğlence yerlerine gidince, puthaneye girip putların hepsini paramparça etmiş, içlerinden sadece en büyüğünü, ona baş vursunlar diye sağlam bırakmıştı.

Bayram eğlenceleri biten halk, yine âdetleri üzere yemeklerini almak için puthaneye gelmiş, ancak puthaneyi harabeye dönmüş bir durumda görünce, putları bu hale getirenin İbrahim (a.s.) olabileceğini düşünmüşler, İbrahim (a.s)"i çağırıp şu şekilde sorguya çekmişlerdir: "Ey İbrahim! Tanrılarımıza bu hareketi sen mi yaptın?" Hz. İbrahim bu soruya "Belki onu, şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorsa, onlara sorun!" şeklinde cevap verdi (el-Enbiyâ, 21/62-63). Halk, putların cansız ve konuşamaz olduklarını itiraf edince İbrahim (a.s) tevhid inancını haykırırcasına şöyle dedi: "O halde Allah"ı bırakıp da size hiç bir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara ne diye taparsınız? Size de, Allah"ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun! Hâlâ akıllanmayacak mısınız?" (el-Enbiyâ, 21/66-67).

İbrahim (a.s)"ın bu savunması, sapıklar tarafından onun suçlu duruma düşmesine yetmişti. Sapıkların lideri Nemrud, İbrahim (a.s)"ın öldürülerek veya yakılarak cezalandırılmasını teklif etmiş ve nihayet ateşte yakılmasına karar verilmişti. Hazırlanan ateşin alevi, en şiddetli ve hararetli duruma geldiğinde İbrahim (a.s)"ı mancınıkla fırlatıp ateşe attılar. Ancak ateşin ve her şeyin sahibi olan Allah, ateşe şöyle emir verdi: "Ey ateş! İbrahim"e karşı serin ve zararsız ol!" (el-Enbiyâ, 21/69). Böylece İbrahim (a.s) ateşten kurtulmuş oldu. O sırada İbrahim (a.s)"a inanan tek bir kişi vardı; o da Lut (a.s) idi.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "İbrahim aleyhi"s-salâtü ve"s Selâm yalnız üç defa (te"vil ile başka bir manaya çevirerek) yalan söylemiştir. Bunların ikisi Aziz ve Celil olan Allah"ın zâtı ve rızası için: Birisi (putperestlere) "ben hastayım" demesi öbürüsü de "Belki putların şu büyüğü bu işi işlemiştir" demesi. Resulullah üçüncüsü için de şöyle demiştir: "İbrahim günün birinde zevcesi Sâre ile birlikte azılı bir zalime uğramıştı" (Buhârî, Enbiya, 8).

Hadisenin devamı şöyle anlatılmıştır. Hz. İbrahim amcasının kızı olan hanımı Hz. Sâre ile birlikte Mısır tarafına seyahat ederken "Erdün" kasabasına gelmişler; şehrin kralı ile aralarında ilginç bir hadise geçmiştir. Ebu Hureyre, Peygamber (s.a.s)"den rivayet etmiştir. Hz. Peygamber şöyle anlatmıştır: "İbrahim (a.s) hanımı Sâre ile birlikte bir şehre gelmişlerdi. O şehirde bir kral veya zâlim bir idareci vardı. Bu zâlime "İbrahim, yanında çok güzel bir kadınla şehre girdi" diye haber gönderdiler. Kral "ey İbrahim! yanındaki kadın neyin, kimindir?" diye sordurdu. İbrahim (a.s) (din) kardeşimdir" dedi. Sonra Sâre"ye gelip "sakın beni yalancı çıkarma, ben bunlara seni kız kardeşimdir dedim. Allah"a yemin ederim ki, yeryüzünde benden, senden başka iman eden hiç kimse yoktur" buyurdu. Sâre kralın yanına gelince kral (ona kötülük yapmaya) teşebbüs etti. Hz. Sâre kalktı abdest aldı, namaza durdu. Sonra şöyle dua etti: "Yâ Rab! Ben sana ve senin peygamberine iman ettimse, ben kadınlığımı zevcimden başkasına karşı koruduysam (ki şu ana kadar böyleydim) benim üzerime şu kâfiri musallat etme". Kralın nefesi boğuldu; ayağıyla yere vurarak çırpınmaya başladı. Bunun üzerine Sâre "Allahım şayet bu adam ölürse bunu bu kadın öldürdü denilir" diye dua etti. Bunun üzerine adam rahatladı". Bu hadise üç defa tekrarlandı. "Bunun üzerine melik etrafındakilere" siz bana şeytan göndermişsiniz Bu kadını İbrahim (a.s)"e gönderiniz. Hâcer"i de Sâre"ye veriniz" dedi. Bunun üzerine Sâre Hz. İbrahim"in yanına gelerek ona (olayı anlattı) ve "Anladın mı! Allah kâfiri zelil etti; bana bir cariyeyi de hizmetçi verdi" dedi (Buhârî, Buyû, 100; Hibe, 36).

İbrahim (a.s), o ülkeden ayrıldıktan sonra pek çok yer gezdi. Sonunda Şam"da karar kıldı. Orada kendisine inananlar günden güne arttı. İbrahim (a.s)"e inanların oluşturduğu kitleye "İbrahim milleti" adı verildi.

İbrahim (a.s) Babil"den ayrılacağı zaman, babası için Allahu Teâlâ"dan bağışlanma dileyeceğini hatırlamış ve babasının affı için Allah"a şöyle yalvarmıştı: "Babamı da bağışla! Çünkü o sapıklardandır" (eş-Şuârâ, 26/86). Babası da olsa kâfirler için dua edilmeyeceğini bilen İbrahim (a.s) bunu, memleketinden ayrılırken verdiği sözden dolayı yapmıştı. İbrahim (a.s)"ın duası kabul edilmedi ve ayeti kerimede bu durum şöyle ortaya kondu: "Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra akraba bile olsalar puta tapanlar için mağfiret dilemek peygamberlere ve mü"minlere yaraşmaz" (et-Tevbe, 9/113).

İbrahim (a.s)"in bundan sonraki yaşantısı Lut (a.s), İsmail (a.s) ve İshak (a.s) ile birlikte geçti. Bunlar hakkında Allahu Teâlâ şöyle buyurur: "Onları buyruğumuz altında, insanları doğru yola götüren önderler yaptık; onlara iyi işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk eden kimselerdi" (el-Enbiyâ, 21/73).

Allah Teâla, İbrahim (a.s)"a on sayfalık bir kitap da vermiştir. Uzunca bir süre yaşadıktan sonra, ömrünün sonlarına doğru Mısır"a gitti. İbrahim (a.s) vefat ettiğinde -kuvvetli rivayetlere göre- Kudüs yakınlarında Halilü"r-rahman denilen yerde defnedildi.

Hanîflik: İbrahim (a.s)"in dinin temeli tevhide (Allah"ın birliğine) dayanıyordu. Ancak zamanla bu inanç unutulmuş ve putperestlik Araplar arasında tamamen yayılmıştı. Buna rağmen birkaç kişide tevhit akîdesinin izleri görülüyordu. Bunlara "Hanif" denirdi.

Hanîf, batıldan uzak, Hakk"a yönelen ve tevhit inancı üzere bir Allah"ı tasdik eden kişi demektir. Kur"an-ı Kerim de "hanîf" kelimesi birkaç yerde geçer. "Hanif" kelimesi daha çok, Hz. İbrahim için Allah"a saf ve temiz bir şekilde ibadet eden bir kul anlamında kullanılmıştır.

Haniflikle ilgili ayetlerde şu ifadeler bulunur: "Ve hanif olarak yüzünü dine doğrult ve sakın Allah"a ortak koşanlardan olma!" (Yunus 10/105) "Sonra da biz, Hanîf olan, müşriklerden olmayan İbrahim"in dinine uy, diye sana vahyettik" (en-Nahl, 16/123).

İslâm"dan önce Arap toplumunda; Varaka b. Nevfel, Abdullah b. Cahş, Osman b. Hüveyris, Zeyd b. Amr, Kuss b. Sâide gibi kişiler hanifler arasında bulunuyordu. Bunlar; cansız, dilsiz, hiçbir şeye güçleri yetmeyen putların önünde eğilmeyi, onlara yalvarmayı çirkin sayan kişilerdi.

roman 09.08.2005 00:53

o.T.
 
Aktarmaların için teşekkürler, ama araştımacılık özü fazla yok. Çünkü tarihsel bakışta yan tutma olmamalı. Örnek Buhari, Buhariye fazla takmışsın Çağdaş dostum, pek iyi düşünceler taşıdığına inanmıyorum o şahısın.

Benim sizlere sunmaya çalıştığım tüm araştırma yazıları bağımsız irdelemelerdir. Farklı düşünceler, araştırmalar ve sentezlemeye çalışmalardır, her hangi bir dinin daha üstünlüğü falan değildirler. Kutsal hoş görü kavramlarının bütünlülüğüdürler. Ve mükemmelliğe yakındırlar.

İyi bir okuyucu bundan farklı şeyler görmez.

(adı üzerinde araştırmayı gerçekten seven insanlar içindir, zaten geniş bir alt ve üst yapısı olmayan okuyucular için de değildirler. Aralıklar ile aktaracağım yazıları.)

Selamlar...

09.08.2005 09:12

iyide Ilahi emirde Hadis Mezhepte varmi
 
Vay Enis Abin yine öyle bir soru sorduki... Reüller bile isin icinden cikamaz hahahahaha

Evet dersen DININ sifirlar.... Hayir dersen sen sifirlarsin....

Eeeeee ne öteceeeeez simdi..... hihi

ACAAAYIIIIBIMMM dimi ???

09.08.2005 09:14

İmam Hatip öğretmeni, Ukraynalı internet
 
İmam Hatip öğretmeni, Ukraynalı internet aşkıyla evlendi

Zonguldak İmam Hatip Lisesi Beden Eğitimi öğretmeni Hüseyin Aydın (38), 6 ay önce Ukraynalı avukat Aleksandra Kyryllovi"yle (23) internette chat yaparken tanıştı
(9 Ağustos 2005 Salı)

Zonguldak İmam Hatip Lisesi Beden Eğitimi öğretmeni Hüseyin Aydın (38), 6 ay önce Ukraynalı avukat Aleksandra Kyryllovi"yle (23) internette chat yaparken tanıştı. Sanal ortamda karşılıklı fotoğraflarını gönderen Aydın ve Kyryllovi, birbirlerine aşık oldu. İki kez Ukrayna"ya giden Aydın, Kyryllovi"ye evlenme teklif etti. Genç kız da hiç düşünmeden Aydın"ın evlenme teklifini kabul etti. Ailelerin de onayıyla düğün hazırlıkları başladı.

Nikah şahidi vali

Zonguldak"ın Kilimli Beldesi"ndeki Paflagon Sosyal Tesisleri"nde düzenlenen nikah töreni ve düğüne, Zonguldak Valisi Yavuz Erkmen, Zonguldak Belediye Başkanı AKP"li Şecaattin Gonca, gelin ve damadın aileleri ile diğer davetliler katıldı. Nikahta kız tarafının şahitliğini Vali Erkmen, erkek tarafının şahitliğini de Zonguldak Belediye Başkanı Gonca yaptı.


---------------------

Pääääähhhhhhhhhh Allah yakmasin bu HOCAYI..... dedim yaaa. fistik gibi kizlari bulunca hemen üzerlerine cullanan bu Imam Hatip Mahlukatlari iste böyleler...

DINI kendi sahsi görüslerine göre yorumlarlar...

SEX hat keine Religion..... Coooolllll

09.08.2005 11:53

S.O.S
 
Hey Ihr Lieben,

habe wieder mal ein Problem *grr*, diesmal mit Adobe...

...und zwar: Wer kann mir weiterhelfen, wenn ich pdf Dateien nicht öffnen kann?
Wenn ich die öffnen will kommt ne Meldung *die Datei ist beschädigt und kann nicht repariert werden*. Manchmal kommt auch eine Meldung über T knoten/*Token* od so n Kram!

Woran liegt das?
Was kann ich dagegen machen?

Wäre super nett, wenn Ihr mir weiterhelfen könntet! Denn ich muss die Dateien sind wichtig!

Vielen lieben Dank und lg
*TT*

xxpalolumiro 09.08.2005 15:18

Ulan ZaTaNiSt?
 
Ne var bunda?

Adam evleniyor asik olmus kadinda Müsliman olmus sex len ne alakasi var kadini tecavüzmü etmis yada parali askmi yasamis helal olsun adama gitmis ukraynali kadini almis evleniyor.

Sen kendinden bahset Kerhane kapilarinda yaptigin edepsiz pisliklerden bahset...

Sana kackez dedim sen lahananin ve misirin faydalarindan bahset hahahahahaha :)))))))

09.08.2005 18:07

hihi... bencede bir sakinca yok
 
ama komik olay.... Musilamn kalmis Hiristiyan evleniyor.. Hadisler engelliyor ama adam inae uyguluyor hihi

09.08.2005 18:07

hihi... bencede bir sakinca yok
 
ama komik olay.... Musilamn kalmis Hiristiyan evleniyor.. Hadisler engelliyor ama adam inae uyguluyor hihi

09.08.2005 18:07

Bende Idda ediyorum ki:
 
Her Kim KURAN yetmez der: KATOLIK ZANGOCUDUR ve MÜSLÜMAN degildir.

Cünkü ayni Idda da YAHUDILER Ve KARDINALGILLER bulunur..
Kuran yetmez Diye Anirdiklari yetmezmis gibi:

Koca bir sigir Bulurlarda yüklerler YERI
Artik Salladikca Arsi fecri yikar cifteleri :o)

Allah: Dininizi tamamladik adini da ISLAM olarak andim diyor 1insan :o)

Sen Bu kitap yetmez diyorsun :o)
4 tane mezhep tutturmus gidiyorsun :o)
Adina da Hasa " HAK MEZHEP " deyip Allah in Adini veriyorsun Yani Hasa " ALLAHIN MEZHEBI " diyorsun..

Karsindaki Duvara bir kafa atsana :o)






Attin mi ?..















Duvara bir sey oldu mu ?..

:o)

xstudentxnrw 09.08.2005 18:24

eeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeee
 
müslüman hiristiyanla evlendimi? bir aciklayiversene! birde gercekten kurani acipta okusan diyorum.. yani mealide yeterya...

sadece kötülemek icin cimbizladigini gösteren baska bir yazin bu.. BASKA HIC BIR SEY DEGIL!

09.08.2005 18:25

Yanliz KURAN diyen yalancilar :o))
 
Yazan Kişi: CaTMaN
Tarih: 06-19-05 09:07

Yalnız Kur’an diyenler, kesinlikle Kur’an-ı kerime inanmıyorlar. İslamiyeti yıkmak için inanmış gibi görünüyorlar. Bunların başında İgnaz Goldziher, Shacht gibi Oryantalist denilen gayri müslimler gelir. Hıristiyanların çıkardığı bu akıma kapılıp biz de resulüz diyenlerden Hintli Mirza Gulam Ahmet ile Mısırlı Reşat Halife ve daha başka zındıklar vardır. Reşat Halifenin kurduğu on dokuzcular bâtıl dinini savunanlar da yalnız Kur’an diyor, Sünneti inkâr ediyorlar.



Dindeki dört delilden üçü inkâr edilince, herkes kendi anladığını doğru kabul edecek ve böylece insan sayısı kadar din meydana gelecek, bir kaos yaşanacak ve nihayet din yıkılacaktır. Fakat bu dini yıkmaya muvaffak olamayacakları Kur’an-ı kerimde bildirilmektedir:

(Onlar, ağızları ile Allah’ın nurunu [Kur’an, Sünnet, icma ve kıyastan meydana gelen Allah’ın dinini] söndürmeye yelteniyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de, Allah nurunu [dinini] tamamlayacaktır.) [Saf 8]

Yalnız Kur’an diyenler, Kur’andaki İslam diyenler, utanmadan yalan söylüyorlar. Sözlerinde zerre kadar samimiyet yoktur. Kur’ana inanmalarında samimi olsalardı, âyetlere inanırlardı. Allah yalnız Kur’an mı diyor? Allahü teâlâ, (Resulüme uyun, onun bildirdiği her şeyi kabul edin, haram ettiklerinden sakının, Resule uyan bana uymuş olur. Ona isyan eden bana isyan etmiş olur. Onun sözleri vahye dayanır. Onun sözünü benim sözüme aykırı görenler ve Allah’ın yolu ile Peygamberin yolunu birbirinden ayırmak isteyenler kâfirdir) buyurmuyor mu?



İşte âyet-i kerime mealleri:

(Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7]

(O, [Resulüm] vahiyden başkasını söylemez.) [Necm 3,4]



(Resulüme uyun ki, doğru yolu bulun!) [Araf 158, Nur 54]

(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]



(Allah’a ve Resulüne karşı gelen, apaçık bir sapıklıktadır.) [Ahzab 36]

(Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14]



(İhtilaflı bir işin hükmünü Allah’tan [Kur’andan] ve Resulünden [Sünnetten] anlayın!) [Nisa 59]

(Biz her peygamberi kendisine itaat edilsin diye gönderdik.) [Nisa 64]



(Aralarında hüküm verilmek üzere Allah’a ve Peygambere çağırıldıkları vakit: “İşittik, itaat ettik” demek, ancak müminlerin sözüdür, işte kurtuluşa erenler onlardır.) [Nur 51]

(Allah’a ve Resulüne karşı gelen, bilsin ki, Allah’ın azabı çok şiddetlidir.) [Enfâl 13]



(Allah’a ve Resulüne itaat edin! [uymayıp] yüz çeviren [kâfirdir] Allah da kâfirleri sevmez.) [Al-i İmran 32]



(Allah ile resullerinin emirlerini birbirinden ayırıp ikisi arasında bir yol tutmak isteyen kâfirdir.) [Nisa 150,151]



Kur’anda, (yalnız Kur’ana uyun) denmiyor, (Allah’a ve resulüne uyun) deniyor. Resulünü devreden çıkaran, Kur’anın açıklaması olan hadisleri delil saymayan, Kur’anın ifadesi ile kâfir olur.

Allahü teâlâ, Resulüne Kur’anın açıklamasını, hüküm koymasını emredip, iman, itaat ve Kelime-i şehadette de Resulünü kendisiyle birlikte bildiriyor:

(Kur’anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44]



(İhtilaflı şeyleri insanlara açıklayasın ve iman eden bir kavme de hidayet ve rahmet olsun diye bu Kitabı sana indirdik.) [Nahl 64]



(Aralarındaki anlaşmazlıkta seni hakem tayin edip, verdiğin hükmü tereddütsüz kabullenmedikçe, iman etmiş olmazlar.) [Nisa 65]



(Allah ve Resulü, bir işte hüküm verince, artık inanmış kadın ve erkeğe, o işi kendi isteğine göre, tercih, seçme hakkı kalmaz.) [Ahzab 36]



(O Peygamber, güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar.) [Araf 157]



(Allah’a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158]

(Allah’a ve Resulüne itaat edin!) [Enfal 20]



(Resulullahta sizin için [uyulması gereken] güzel örnekler vardır.) [Ahzab 21]

(Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için de çılgın bir ateş hazırladık.) [Feth 13]



(Allah, dilediğine hikmeti verir. Hikmet verilene de, çok hayır verilmiştir.) [Bekara 269]

(Size kitabı, hikmeti getiren ve bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik.) [Bekara 151]

İmam-ı Şafii, (Bu âyetteki hikmet, Sünnettir. Önce Kur’an, peşinden hikmet bildirilmiştir) buyurdu. (Risale s.78) Kur’an ile birlikte bir de hikmet [Sünnet] getirildiği, bu âyet ile de bildirildi.

Yukarıdaki yazıda, yalnız Kur’an diyenlerin, Kur’ana inanmadıklarını, Kur’an ve Sünneti kabul etmedikleri için kâfir olduklarını âyetlerle bildirmiştik.

Bu konudaki hadis-i şerifler de şöyledir:

(Cebrail aleyhisselam, Kur’an ile beraber açıklaması olan sünneti de getirmiştir.) [Darimi]

(Bana Kur’anın misli kadar daha hüküm verildi.) [İ. Ahmed]



(Yalnız Kur’andaki helal ve haramı kabul edin diyenler çıkar. İyi bilin, Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.) [Tirmizi, Darimi]



(Bana uyan Cennete girer, bana isyan eden ise giremez.) [Buhari]

(Bir zaman gelir “Kur’andan başka şey tanımam” diyenler çıkar.) [Ebu Davud]



(Kur’ana ve sünnete uyan hiç sapıtmaz.) [Hakim]

(Sünnetimden yüz çeviren benden değildir.) [Müslim]



(Bir zaman gelir, beni yalanlayanlar çıkar. Bir hadis söylenince, “Resulullah böyle şey söylemez. Bunu bırak, Kur’andan söyle” der.) [Ebu Ya’la]



(Sünnetimi öldürüp dini bozmaya çalışanlara lanet olsun.) [Deylemi]

(Ümmetim bozulunca, sünnetimi ayakta tutana şehid sevabı verilir.) [Hakim]

(İhtilaflar çıkınca, sünnetime ve hulefa-i raşidinin sünnetine sımsıkı sarılın!) [Tirmizi]

(Bize yalnız Kur’andan söyle) diyen birine, İmran bin Husayn hazretleri, (Ey ahmak! Mesela Kur’anda, namazların kaç rekat olduğunu bulabilir misin?) dedi. Hz. Ömer, farzların seferde kaç rekat kılınacağını Kur’anda bulamadık diyenlere, (Allahü teâlâ, bize Resulullahı gönderdi. Kur’anda bulamadığımızı, Ondan gördüğümüz gibi yaparız. O, seferde, dört rekatlı farzları iki kılardı) buyurdu. (Mizan-ül-kübra)

Kur’an-ı kerimde, (Resulüm, sana indirdiğimiz Kur’anı insanlara açıkla) buyuruluyor. (Nahl 44)

İmam-ı Şarani hazretleri de buyuruyor ki:

Kur’an-ı kerimde, namazların kaç rekat olduğu, rüku ve secdede okunacak tesbihler, vakit namazları ile bayram ve cenaze namazlarının nasıl kılınacağı, namazı bozan şeyler, zekat nisabı, zekatın hangi maldan verileceği orucun ve haccın farzları, oruç kefareti, hukuk bilgileri, köpek, ayı etinin yenilip yenilmeyeceği gibi birçok husus açıkça bildirilmemiştir. Yani hiçbir âlim, bunları Kur’an-ı kerimden

bulup çıkaramazdı. Bunları Peygamber efendimiz açıklamıştır. (Mizan-ül kübra)



Yalnız Kur’an diyen müsteşriklere [oryantalistlere] soruyoruz. Kur’an-ı kerimde (Meyte ve kan size haram kılındı) buyuruluyor. (Maide 3)



Meyte, boğazlanmadan ölen veya öldürülen yani leş olan hayvandır. Bir müsteşrik, bu âyete bakarak balık yemenin haram olduğunu söyler. Ona göre sadece delil Kur’andır. Halbuki Allahü teâlâ (Bir işte anlaşamazsanız, bu işin hükmünü öğrenmek için Kur’ana ve sünnete bakın!) buyuruyor. Balık kesilmeden yenir mi diye Kur’ana bakınca müsteşrik yenmeyeceğini anlar. Dalak kandır. Müsteşrik, âyete bakınca bunun da haram olduğunu anlar. Fakat sünnete bakılınca istisna olarak balık ve dalağın helal olduğu görülür. Hadis-i şerifte, (Size iki meyte ve iki kan helal kılındı. İki meyte balıkla çekirgedir, iki kan ise, karaciğerle dalaktır) buyurulmuştur. (İbni Mace, Ebu Davud)



Yine Peygamber efendimiz, (Denizin suyu temizdir, meytesi helaldir) buyurarak deniz meytelerinin helal olduğunu bildirmiştir. (Ebu Davud, Abdürrezzak)



Buna da açıklık getirilmiş, her meyte değildir. Mesela kendiliğinden ölüp su yüzüne çıkan balığın da yenilmeyeceği hadis-i şerifle bildirilmiştir. (Dare Kutni)



Aslan, kaplan, kurt, maymun ve köpek gibi yırtıcı hayvanlarla, atmaca, kartal, doğan ve şahin gibi yırtıcı kuşların etlerinin haramlığı da hadis-i şerifle bildirilmiştir. (Müslim)



Peygamber efendimiz, (Yemin ederim ki, ben size ancak Allah’ın emrettiğini emrediyor, nehyettiğini nehyediyorum) buyurdu. (Taberani), zaten onun sözleri vahiydir. (Necm 4)



Kur’ana, İslama uymak için, Peygamber efendimize uymak gerekir. Peygamber efendimize uymak için de İslam âlimlerine uymak gerekir. Kur’an-ı kerimde (Bilmiyorsanız âlimlere sorun) buyuruluyor. (Nahl 43)

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Âlimlere tâbi olun!) [Deylemi]

(Âlimler yeryüzünün ışıklarıdır. Benim ve diğer peygamberlerin vârisleridir.) [Ebu Nuaym]

(Âlimler rehberdir.) [İ. Neccar]

(Âlim, Allah’ın güvendiği kimsedir.) [Deylemi]



Tahtavi hazretleri, buyuruyor ki:

(Kur’an-ı kerimdeki, (Allah’ın ipine sarılın!) emri, (Fıkıh âlimlerinin, mezhep imamlarının bildirdiklerine uyun) demektir.) [Dürr-ül muhtar haşiyesi]



Nasıl kanunlar, Anayasadan ayrı kabul edilmezse, sünnet, yani hadis-i şerifler de Kur’an-ı kerimden ayrı değildir. Onun açıklamalarıdır. Nasıl, tüzükler, yönetmelikler, kanunlara aykırı kabul edilmiyorsa, icma ve kıyas-ı fukaha da sünnete aykırı değildir. Kıyas, Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin açıklamasıdır. Sünneti Kur’an-ı kerimden ayrı, kıyası [âlimlerin ictihadlarını] hadis-i şeriflerden başka göstermeye çalışanların, sapık olduğu Mektubat-ı Rabbani’de yazılıdır.

**

Yazan Kişi: Guven2003
Tarih: 06-19-05 17:18

Su düstügümüz duruma bir bakin arkadaslar !

Bizzar beyan etmesi icin kendisini vahyin indirildigi Resulullahin(sav) Kuran üzerinde yetkisini tartisiyoruz!!!

Halbuki Kurani ondan daha iyi kim bilir ? Ondan daha isabetli ve yetkili bir insanin varligi düsünülebilirmi ?

Onun aciklamalari (hadis) ve Sünneti dururken hangi müslüman baska yerlerde cözüm arayabili ?

Hayir, arayamaz ve aramamalidirda !

Aksi takdirde kendisine baska bir peygaber aramak kadar vahim bir tutum a girmis olur....

**

Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 06-19-05 18:03

Kuran diyen Yalanciysa
Hadis diyen müslümansa

Varsin bütün cehennemler Kuran diyenin olsun..

Iyi mi ?..

:o)

**

Yazan Kişi: barbarmen
Tarih: 06-19-05 20:25

PEYGAMBERI INKAR EDEN MI VAR ARAMIZDA ?

**

Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 06-19-05 20:31

Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 06-14-05 17:45

Bunda anlamiyacak hic bir sey yok dostum;

Yukarida da yazdim..
Kuran hic bir besere Ünvan vermez Herkes Allah karsisinda Esit Muamele görür.
Cöpcü de sultan da !..

Kuran dan Istediklerini kotaramayanlar ne yapacak ?..

Sünnet diyecek..
Daha ileri gidecek Fikihlarinin mezhep Kabullerinin Basina:

Sünnetin Kuran i NESHI ( Gecersiz kilmasi ) Seklinde korkunc bir günah olan Basliklar atacaklar..

Peygamber efendimiz Buyurdu ki diyerek Her türlü madrabazligi her türlü Saklabanligi Arab fistanlari icinde yapacaklar. Semirip Sisecekler !..

Sen Kardeslerim Kuran diye yirtindiginda: " KURAN YETMEZ ( hasa ) diye Aniracaklar..

Olup biten Bundan ibarettir..

Ve Canim Halkim hala bu madrabazlara aykiri hareket ederse carpilacagini sanir..
Carpilarak Dünya ya Ibret olmasi yetmezmis gibi..

Neyse..

*

Peygamberi Inkar eden gayet tabii var Aramizda..

Ona Yalan Isnat edenler Iftira atanlar..

Uydurma hadisleri DIN yapanlar :o)

Daha nasil bir Inkar istiyorsun kardes..

Bak Bir Topicte verdim:

Buharisi de müslim i de Yazmislar:

" Peygamber Hadis yazilmasini Yasakladi diye "..

O Zaman ne yaziyorsun be adam ? Hemde bir degil iki degikl 750.000 tane

Bu Peygamberi inkar degilde nedir ?


Resul buyurdu ki:
Benden Kuran disinda hic bir sey yazmayin.Kim benden Kuran disinda bir sey yazmissa imha etsin !..

ed-Darimi,Ebu Said den sunu nakleder:

Sahabe Allah in resulünden sözlerini yazmak icin izin istediler ancak onlara izin verilmedi ( Darimi,mukaddime,42 )

Allah resulunden sözlerini yazmak icin izin istedik bize izin vermedi ( Tirmizi,ilm,11; Müslim,zühd,72 )

Simdi tabloya bir bakalim :o)

Ibn Hanbel Müsned ini 750 bin hadisden
Imam Malik Muvatta ini 100 bin hadisden
Buhari Sahih ini 600 bin hadis den
Ebu Davud Sünen ini 500 bin hadis den olusturmustur.



Bilmem anlatabiliyor muyum ?..
Gerzekligin bu kadarina da Pes dogrusu..

:o)

**

Yazan Kişi: barbarmen
Tarih: 06-19-05 20:37

hala anlamakta zorlanan varmi?

**
Yazan Kişi: CaTMaN
Tarih: 06-19-05 21:55

Alpi003



Senden baska bir sey beklenmez,sen sünneti inkar et dur:-)))))))

"Ey iman edenler! Allah"a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah"a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir."


Bu ayet senin icin yeterli degil mi ??:-))))sen Kuran diyorsun,haikatda Kuran i da inanmiyorsun,Kuran a Inansan,Hadis yok,sünnet yok demezsin.

750000 Hadis vardir,bu hadisler de Kuran in ta kendisidir.

"O vahiyden baska konusmaz" bu ayeti acikla bize :-)))ama aciklayaman cünkü biliyorsun ne oldunu ,isine gelmez buraya yazmak.

Islam dini öyle oyuncak degil,su dogru su yanlis,isine gelene Eyvallah,isine gelmeyene Salla :-))))



18:109 - Deki: "Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, deniz muhakkak tükenecekti, bir mislini daha yardımcı getirsek bile."

Alpi bu ayeti acikla bize.madem o kadar eminsin sünnet diye bir sey olmadigidan.

ama aciklayaman,dedim ya sen sadece atiyorsun kardes:-))atma kardes din kardesiyiz dicem ama,degiliz.

Mümin,mümin kardesidir.Ama bizden olursa.

Bizden olan ne hadis ne de sünnet inakar etcek :-)))



" Allah"a ve peygamberlerine iman edenler ve onlar arasında ayırım yapmayanlara (Allah) pek yakında mükafatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. "Nisa 152


Ayet de ne diyor Allah ve Resüllerin arasdinda ayirim yapma diyor :-))))


Daha delil mi isdersin Alpicik :-)))))))Yasar Nuri Sizi iyi yetisdirememis :-)))Bence bos seyler ögretmis:-))

**

Yazan Kişi: 1insan
Tarih: 06-19-05 22:38





Ilimlen aciklanan hersey, amma herseyin bir ilk var edeni vardir .TASARIMCI..
Birde ilk uygulayani vardir. piratige gecireni...piratige gecirilmis, hayata ilme mal edilmis bir ilim dalinin gelismesi kacinilmazdir..temele bagli kalarak Alimlere ihtiyac vardir..aksi halde günün sartlarina kiyaslanamaz..Insanlarin gelisen ihtiyaclarina,karsi her agizdan bir ses cikarda; faydali olan ilim zarar verir.50 yil evvelki fizik kanunlari bügün temel alindigi gibil..Tibdeki Latince, halen refarans alindigi gibil.Sayet bahsi gecen ilim zevala ugrarsa, tasarlayan ve piratige geciren , hata yapmissa..O ilim dali yürürlükten kaldirilir..

Islam`in ilk emri okudur!Ilmin terakinin ta kendisidir

Uhrevi kanunlar vaaz ettigi gibil, Dünyevi kanunlarda vaaz etmistir

Islam Yüce ilim sahibi Rabbimizin kanunlaridir..

Yukarda gördügümüz gibil , Islam ilimle aciklaniyor

Cihan sümül zaman sümül bir dindir..

Ilk tasarimcisi Allah(cc),Ilk uygulayicisi secilmis Peygamber Hz Muhammed(sav)
Simdi geldik cok önemli yere!!Peygamber bu ilmi yasadi uyguladi..Bu Dini gönderen bu ilmi gönderen( O kendinden bir ilave etmez, ne söylerse ona uyun.Ona itaat bana itaattir* buyuruyor.Simdi siz Peygamber öldü, onu refaerans alamayiz demeniz, Bu ilim zevala ugradi demekle es anlam ifade edecektir.Silsile devam ediyor..Acanki bu Din Cihan sümül zaman sümül bir dindir, .ALimler benim varislerimdir(H.S.)Buyrugu ilme tam uygun bir sözdür
Aksi halde bu ilim deryasi art niyetli kisilerin inhisarina kalirdi..
Ve Allah onlardan razi olsun ki; O büyük alimler Peygamberin yolunu takip ettirmek icin günün sartlarina yorumlamak icin ,Tasarimcinin Kanunlarindan zerre taviz vermeden, Islam Üniversitesine 4 büyük fakülte kazandirdilar.
KITAP
SÜNNET
KIYAS
ICMAI ÜMMET..

Ilim kackinlari bu Büyük Devi yikmak icin, mantik oyunlariyla, icma, ve kiyasa saldirirlar.yetmez, sünneti kaldirirlar..KURANI Peygambersiz biraktilarmi hedeflerine varacaklarini bilirler. Cünkü, KURAN ARTIK ELDEN ELE GEZEN BIR HIKAE KITAPI OLACAK ONLAR ICIN..Nefsani arzularina göre, Tapanaklarinin kanunlarina göre yorumlayip halklari sürü yapacaklar..

Yok öyle yagma!!Hizmet etmek istiyoruz diyorsaniz!!Bizimde ilmimiz var diyorsaniz!!Isbat edeceksiniz!!Iyi niyetli oldugunuzu ortaya koyacaksiniz!!
Hic bir beseri sistemi savunmayacaksiniz!
Tagutu ret edeceksiniz!Bütün Islami ilimlere vakif olacaksiniz!
Ondan sonra Ümmetin icmasini toplayip bulus ve faydali sandiginiz , daha üstün bilginizi masaya yatirtacaksiniz!!bir önceki hükümden Allah ve resulün buyruklarina daha yakin oldugunu Islam`i`argumanlarla isbat ettinizmi,Icmai ümmetin tastiikiyle yürürlüge koyar taktir edilirsiniz!
VARMI BÖYLE ILIM SAHIBI !!, VARMI BÖYLE BIR MAKAM,!! ZORBALAR ALLAH DIYENLERE BILE TAHAMMUL EDEMEDIGI BIR DÖNEMDE YASARKEN, HÜKÜMLERI TARTISMAYA ACMAK, EN BASIT DEYIMLE HAINLIKTIR, HIYANETTIR!

Yoksa siz agzinizla kus kapsaniz gökyüzünde bagdas kursaniz, sizin sözleriniz kale alinmaz,fitneci , fesatci oldugunuzdan baska hic bir seyi isbat edemezsiniz..

Bir tabip dehada olsa, ölüme care buldugunuda söylese, elindeki ilaci, Dünya saglik Ö konseyinden geciremediyse ona ragbet edilmezken,kafasina göre uygulama yaptiginda meslekten ihrac edilirken,bU yüce Din hakkinda böyle deli sacmasi hareket edenleri, Rabbimiz mutlaka imandan ihrac eder!!!!!!!!!!

SAYGI SAYGI DEGERLERE

**


Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 06-19-05 23:14

Muhahahahahaha
Ulema nin Dünya nin dönmedigine dair ICMA si var ..

Ilime bak ;o)
Dine delil olarak gösterdikleri Zirvaya bak :o)

Cabaladikca battiginizi nasil göremiyorsunuz Ey Kullara kulluk edenler..

Edille-i SERIYE Dinsel delilerdir Ehli sünnet Kabulu olarak..
ICMA ( toplamak birlestirmek Biraraya getirmek mutabakat ) Bunlardan biridir..

Yani Bu Cühela Hoca efendiler bir ICMA ettimi yandi gülüm keten helva :o9

Hayir böyle degildir demek ne kelime
Evet bile desen ;
Derler: SUS behey GEVEZE !..

Yani Dünya dönmüyor diyorlarsa Bu ehli sünnet tayfasi Dönüyor diyemez :o)

Dinle Dünya neyin üstünde duruyor hey AVANAK !
Yerin altinda ÖKÜZ var Onun altinda balik
Onuda altinda zorlu bir deniz var kayalik :o)

M.Akif ERSOY


Ehli sünnet alimlerine Cagri yapiyorum isin asli nedir ?



Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 10-04-03 01:37

Dünya nin altinda Öküzün oldugu Dogru degildir !..

Ama bunun böyle olduguna inan ÖKÜZLERIN oldugu dogrudur :o)

Ayrica Bahaddincigim ve digerleri :o)
Beni hayal kirikligina ugrattiniz..
Bu Icma nin kim ler ve nasil tarfindan oldugunu ya da yapildigini SORAMADINIZ :o)

Neden acaba `?

:o)

Ilminiz ortaya cikmasin diye mi ?..

**

Evrencigim;
Ben Allah a ve peygamberine bütün varligimla teslim olmus bir insanim..

Inanmayan sizsiniz !..
Neden derseniz..
Bilim ile Harkulade bir Harmoni Gösteren ISLAM i kendi hurafelerinize Esir ettiniz..

Sizin Ne Idügü belirsiz Ulemanizin zirvalarinin Allah ile Kitap ile ne alakasi var ?
Ben senin Seytan evliyasi olan Ulemalarini tanimiyorum diye Müslüman degilim yani :o)

Siz Kimsiniz ya ?
Imaniniz Neye Kim e ?

Ulema ya mi Allah a mi ?

Bunu önce bir acikliga kavusturalim..

Alemlerin Rabbi Kitabinda Dünya nin Döndügünü Yuvarlak oldugunu Kanitliyor ( Buna itirazin varsa hemen aciklama yaparim )


Senin Uleman Bu Böyle degildir diye ICMA ediyor ve böyledir diyen KAFIRDIR diyor..
Ve Bu kafirler Düsüncelerini degistirmezlerse MÜRTED ve kafir Olarak Katledilirler ve mALLARINA EL KONULUR DIYE EKLIYORLAR :o)

Bu Kimin DIN i ?

Allah in mi ?

HASA !...

Bu SEYTAN in Dini ..
Sende onun yamagisin ..

Cenab-i HAKK in dedigi gibi Kalbin MÜHÜRLÜ Gözün Göz degil Budak deligi :o)


Sadece Bu Kanit gösteriyor ki:

Sizin ICMA lariniz Birlesilmesi gereken konularda degil Karsi cikilmasi gereken konularda:
Bilimsel ve ILAHI iradeyi Dislamak saf disi etmek icin Olusmus :o)


Müslümanligin Felaket sebeplerinden en öncelikli olani da bu olsa gerek..

ICMA yapilan hususlarda Ictihad yapilamaz yani tartisilamaz :o)

Buyur Bakalim..
Dünya nin altinda ÖKÜZ var :o)

Ya üstünde ne var ?

Arap fistanli takkeli bir sürü DAVAR !..

EY INSANLAR RAYILESMEYIN !..Yani davar sürüsüne dönüsmeyin diyor KITABULLAH !..

Ama Bakin Bir KUZUCUK bana sen Müslüman degilsin diye Meee liyor :o)

Arkadaslar;
DIN adina OTORITEkisi ve Kurum kabul etmedigi icindir ki:

ISLAM ne din sinifina izin vermistir Ne DIN ADAMI diye bir TIP tanitmistir,ne de DIN KISVESI kabul etmistir.
Bunlardan beklenebilecek her türlü üstünlük yetki ve OTORITEYI bir kavrama vermistir : B I L I M !...

Bu tutum Dinler tarihinde sadece Islam da görülmektedir..Ne yazik ki Din otoritelerine,DIN SINIFI ve kiyafetlerine derin bir Bilinc alti ile alismis bulunan insanlik KURAN in bu ilk ve erisilmesi zor PERSPEKTIFINI bir sekilde dislamak eglimi icine girmis ve buna acikca karsi cikamadigi icin MASKELI KURUMLAR kullanma yoluna gitmistir.

ICMA bu maskeli kurumlardan biridir !..
Dikkat edilsin ILIM denmemistir. :o9
Cünkü Ilim kaypaklik kabul etmez.Ilkeleri ve Kavramlari delip Istismara acik bir otorite yaratmak gerekirdi...

YARATILMISTIR !....ICMA !.. Yaerlesik sekli ile: KONSIL Ya da DIKTATÖRLÜK


Eger ICMA KONSIL degilde BILIM otoritesi deniliyorsa:

O zaman ICMA ile belirlenen Hususlarda BIR DAHA ICTIHAD ( Tartisma ) Yapilamaz Dayatmasinin olmamasi gerekir.

Ulema nin ICMA i var demekle KONSIL karari var demek arasinda hangi farkin oldugunun aciklanmasi gerekir.

ACIKLAMA yapilmamistir !.. YAPILAMAZDA !..

Bakin icinizden bir delikanli cikti ISPAT et diyor..
Gayet tabii..
Siz beni ispatsiz Ona buna Mok atacagimi mi sandiniz ?

Bir kere daha yanildiniz..

Bakin asagiya yaziyorum..
Ondan sonra yine soracagim dünya yuvarlak mi Dönüyor mu diye ?

Yanit vermez de SEYH Dötü yalayip SEYTAN yoluna giderseniz SEREFSIZLIK sizin boynunuza asilsin ve orada Ikamet etsin..
Kabul mü ?

:o)


Buyrun asagiya:

Geleneksel Dayatmaci ICMA anlayisinin insanlari nerelere Götürdügüne bakalim
Bir din adami kalkiyor 20 yüzyilin sonunda:
Dünya Dönüyor diye kafir olur; Cünkü Dünya nin dönmedigi ve yuvarlak olmadigina dair Ulema nin ICMA i vardir diyebiliyor

Daha Korkuncu Bu dedigini Bir Üniversitenin REKTÖRÜ sifati ile imza attigi bir Kitapla bilimsel (!) yayin olarak dünyanin Önüne cikariyor. :o)

Bu idda: Suudi Arabistan in SEYHÜLISLAM i Sayilan Abdülaziz bin BAAZ indir.

Sözü edilen eser de bin BAAZ in Medine ISLAM Üniversitesi yayinlari arasinda cikan:

** el-Edilletü"n- Nakliyyetu ve"l-Hissiye a"la Cereyani"s-Semsi ve Sukuni"l-Arz-i ve imkani"s-Su"udi ile"l Kevakib ** adli kitaptir.

Türkceye uygularsak:

Günesin Hareket halinde olduguna,Dünya nin dönmedigine ve gezegenlere gitmenin mümkün olmadigina iliskin nakli ve hissi kanitlar :o)

Simdi bir Islam ülkesinin en büyük Din otoritesi olan bin Baaz in ne geyirdigini Yapacagim aktarmalarla görün ve ISLAM adina Yüzyilin ve dünya nin önünde neler sahnelendigini Seyredin :o)
Diyor ki bin baaz:

** Dünya ve gezegenler konusunda bu isin uzmanlari olan Astronomi bilginlerine gelince,onlarin sözleri asla güvenilir Kanit degildir.Cünkü bu sözler herhangi bir SER" i Kurala degil Zan ve tahmine dayanir ( Yukarida anilan eser,11)



Öte yandan bir konuda Islam bilginlerinin ICMA i varsa; O ICMA HAKKIN ta kendisi olup Aksi Düsünülemez ve tartisilamaz.. ( ayni eser,13 )


Yüzyilimizin bir cok yazari ve ögretim üyesi arasinda su düsünce yayilmis Bulunmaktadir: Günes sabittir Dünya yuvarlaktir ve döner..

Bu konuda Bir cok soru soruldu ve sonuda konuyla ilgili kisa ve özlü bir eser yazarak Insanlari bu SAPIK düsüncelerden uzaklastirmak ve gercege Yöneltmek gerektigine Kanaat getirdim..

Artik Bundan sonra hala dünya yuvarlaktir,Dünya dönüyor Diyenlerin sözleri Allah i ve Peygamberi yalanlamaya yönelik KÜFÜR ve SAPIKLIKTAN baska bir sey Olmayacaktir. Allah i Kuran i ve peygamber i yalanliyanlar ise dinden cikmis olurlar.Bunlara tövbe teklif edilir;Dinlerler tövbe ederlerse ne ala Etmezler ve eski düsüncelerinde israr ederlerse KAFIR ve MÜRTED olarak Katledilirler.Geriye kalan mallari-mülkleri de Kamu Hazinesine devr edilir ( ayni eser 23 )


Bu Hiyar in din adina ortaya koydugu bu tesbitler ve verdigi Fetva esas alinirsa yaklasik bir bucuk milyar insanin yasadigi Islam dünyasinin Katli vacip Olmus demektir :o)

Seyh Hazretlerinin Dünya nin yuvarlak olmadigi ve dönmedigine dair sundugu Nakli yani rivayetlere dayanan Dinsel kanitlardan sonra:

**KESIN** Susturucu kanit olarak öne cikardigi ** HISSI ** yani duyumlara duygulara dayali Kanitlari da var..

Bu kanitlarin Cogu Göze HITAB eden kanitlardir :o)

Dinliyelim SEYH hazretlerini:

Dünya nin yuvarlak olduguna ve döndügüne ilskin idda sadece Dinsel nakiller acisindan SACMA olmakla kalmaz görsel kanitlar ve Gözlemler acisindan da SACMALIK olarak ortaya cikar.Söyle ki :

Müslüman-KAFIR tüm insanlar hic araliksiz Günesin aksam bir yerden battigini, sabahsa baska bir yerden dogdugunu Görmektedirler.Bu Insanlar Dünya nin da sürekli ayni yerde durdugunu görmektedirler ki Ne beldeler yer degistiriyor,ne de Daglar..eger sanildigi gibi Dünya dönseydi Beldeler ,daglar,nehirler denizler sürekli yer degistiriyor olacakti..:o)


(Kuran in Daglarin yerinde durmayip bulutlar gibi hareket halinde oldugu söyleyen ayet icin bak. Neml 88 )


Ve mesela KIBLE yer degistirecekti Neresinden bakarsaniz bakin Dünya dönüyor demek Koca bir Sapiklik ve Sacmaliktir ( ayni eser 23 )

Söyle bir düsünün !. Su mekke de ki Ünlü NUR dagi,su Ebu Kubeys tepesi,Su Medine de ki UHUD dagi ve Dünya nin diger onca dagi Bunlarin bu güne kadar hangisi yerini degistirmis ya da bas asagi Durmustur ?

Böyle bir sey olabilir mi ? Yanli Su basit gözlem bile Dünay yuvarlatir dönüyor diyenlerin Nasil bir sapiklik icinde olduklarini göstermeye YETER !.. ( Ayni eser 24 )

Bin baaz Karsi cikilmaz kanitlarini siraladiktan sonra Dünya nin dönmedigi ve yuvarlak olmadigi konusunda ICMA i olan Eski din ulemamizin eserlerinedn Özellikle tesfirlerinden uzun alintilar yapiyor Cahil ve aldatilmis Insanliga ISIK tutuyor .o)
Ve bu aldatimis Insanlarin Dünya dönüyor ve yuvarlatir gibi büyük bir KÜFÜR den Kurtulup HIDAYETE ermelerini istiyor..


Eserin son sayfalari SEYH in fikrine katilmadigini söyleme CÜRETINI gösteren bazi ALDATILMIS Ilim adamlarina Cevap verip Onlari MÜRTED olmaya götürecek SAPIK yollardan döndürülmeye ayrilmis...


1975 yilinda MEDINE ÜNIVERSITESI yayini olarak Ikinci baskisini yapan bu Büyük ESER in (!) sonraki 28 yil icerisinde kac baskisinin daha &ltHidayet dagittigini merak ediyorum..

Bir MÜSLÜMAN olarak Bu Kitapta sergilenen DIN Bilim ve Müslümanlar adina sergilenen FACIA ENGIZISYON kayitlarinda bile mevcut degildir Kanisindayim..

Tam Bu Nokta da GALILE yi Rahmet ve saygi ile aniyorum..


Ve tekrar soruyorum:

EY CEMAAT-I MÜSLIMIN !...

Dünya dönüyor mu ?

Kinamayacak miyiz su Türban Yasakcisi münafik AKP sini ?..

:o))

**

Yazan Kişi: 1insan
Tarih: 06-20-05 00:15



Bazi zavalillar dedelerinin masallarini, bazi soytarilarin fesfesereini reafars göstererek, ISLAM`IN KURUMLARINA, BÜYÜK ISLAM MÜTEFFEKKIRLERINE SALYA AKITACAKLARINI SANARLAR..

Halbuki,Edillei $erienin gecerli oldugu devirler Müslümanlarin en parlak dönemleriydi. DÜNYA Müslümanlar sayesinde günümüz pozitif ilimlerine vakif olmustu..

nezamanki soytarilar,ilim adina ortaya cimaya basladi,,.... icmaya layik alim kalmadi..saray mollalari, belam sifatlilar köseleri kapti..bu günkü aci tablo ortaya cikti---icmai ümmet kurumu soytarilar kurumu olmayip, yenilige acik bir kurumdur..Yukardada degindigim gibil günümüz sistemleri ümmetin icma merciini yok etmistir..Gercek Islam alimlerinin yeri ya daragaclar. yada zindanlar olmustur..Bilincli olarak ortam ya belamlara, yada masal anlatan dedelere birakilmistir..Hürriyet olmadigi yerde ilimden terakiden eser olmaz..Müslümanlarin en elzem problemi , Hürriyetlerine kavusmalaridir..

Müslümanim diyenler, Islam`a hiyanet eden liderlerini sistemlerini yargilamalidirlar!birde onlara yalakalik eden Din simsarlarini..

ne acidirki Müslümanlik adina PutlaraTapanlar var, Allah`la beraber baska ilahlara tapanlar, kalkip Islamin kurumlarina salya akitacaklarini saniyorlar..
Adama demezlermi sen önce Rabbinin kim oldugunu aciklasana!Önce rengini belli etsene!!Put kanunlarini ret etsene"!!Edemezler buzagiya tapmak nefislerine hos gelirde..Musa.as. söyledikleri gibil.Senin gelmiyecegini sandik.."GITTI DÖNMEDI" derlerde hakkin hakim olacagina inanmazlar!!!!

**

Yazan Kişi: CaTMaN
Tarih: 06-20-05 09:05

18:109 - Deki: "Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, deniz muhakkak tükenecekti, bir mislini daha yardımcı getirsek bile."



Alpi003 ilim varsa bunu acikla,kac yerde sana yazdim,görmezlikden geldin.

Yaz gösder kendini,su ayeti acikla bize :-))))ama yok aciklayaman sen.


Cünkü bilgin yok:-))))

**

Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 06-20-05 12:46

Muhahhahahahahahhahaahhahahahahahahahahhahaa..

Demek sizin Deniziniz Tükendi :o)

Kuran yetmez diye Kisnediginize göre..

:o)

**

" Allah"a ve peygamberlerine iman edenler ve onlar arasında ayırım yapmayanlara (Allah) pek yakında mükafatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. "Nisa 152


Ayet de ne diyor Allah ve Resüllerin arasdinda ayirim yapma diyor :-))))


**

Muhahahahahahhahahahahahahahahhahahahaha..
Demek ki Bu insanlar okuduklarini anlamakdan da ACIZ :o)

Allah ile resulleri arasinda ayrim yapmayin ne demek ?..

SIRK !

Allah Beser mi ?
Yoksa Resuller mi Allah ? ( Hasa )

Bu ayet resuller arasinda ayrim yapmayin diyor.

Dogrudur da:

Muhammed in Isa veya Musa ile kavgasi yoktur.

**

Bazi zavalillar dedelerinin masallarini, bazi soytarilarin fesfesereini reafars göstererek, ISLAM`IN KURUMLARINA, BÜYÜK ISLAM MÜTEFFEKKIRLERINE SALYA AKITACAKLARINI SANARLAR..

Halbuki,Edillei $erienin gecerli oldugu devirler Müslümanlarin en parlak dönemleriydi. DÜNYA Müslümanlar sayesinde günümüz pozitif ilimlerine vakif olmustu..


**

EY Ibnu Akileti"l-EKBAD !( Ciger yiyen kadinin soyu ).... Tuzlayayim da KOKMA !..


:o)

**

Yazan Kişi: CaTMaN
Tarih: 06-20-05 19:29

Alpi003


Cevap vermeyince kisner sin öyle :-)))Ayet Kuran dan,bana deniz ise sana da deniz :-)))ama sen deniz den ne anlarsin:-))Yasar in banyo küvetinle yetin sen :-))))


Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 06-20-05 15:35

" Allah"a ve peygamberlerine iman edenler ve onlar arasında ayırım yapmayanlara (Allah) pek yakında mükafatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. "Nisa 152


Ayet de ne diyor Allah ve Resüllerin arasdinda ayirim yapma diyor :-))))


**

Muhahahahahahhahahahahahahahahhahahahaha..
Demek ki Bu insanlar okuduklarini anlamakdan da ACIZ :o)

Allah ile resulleri arasinda ayrim yapmayin ne demek ?..

SIRK !

Allah Beser mi ?
Yoksa Resuller mi Allah ? ( Hasa )

Bu ayet resuller arasinda ayrim yapmayin diyor.

Dogrudur da:

Muhammed in Isa veya Musa ile kavgasi yoktur.




Alpi003 Hasa Allah beser degil,ama Resülallah da beser gözi ile bakma :-)))


"""Ey Peygamber! Biz seni, bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı, Allah"ın izniyle Allah"a davet eden bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak gönderdik" (el-Ahzâb, 33/45-46


Beser den nasil nur cikar ve sacar,halen aklin almiyor m u Alpicik :-)))

O Nur dur,Nur dan nur cikar,hic mi aklin ermiyor.

Insan ?,esek dogura bilirmi??evet dogura bilir dersen hic sözüm yok sana?akil kabul eder mi bunu?:-)))Tabiyat da insandan insan cikar benim bildigim.

Ama su var,Insandan ,insan gibi cikiyor,Insanlikdan,hayvanliga,hatda hayvandan da asagiya düsiyor.:-)))))

Simdi deme nur a Kuran yolu diye:-)))Allah (hasa)cahil mi??Nura nur demesini bilmiyor mu?Kuran a Kuran demesini bilmiyor mu?(hasa)

Kuran Kerim de kuran gecdimi Kuran demisdir,Nur gecdimi Nur demisdir.


Ama yasar in talebesi hepsini ayni yere koyar,kendine göre yorum yapar.



Alemlerin Efendisi Nur dur.Hakikati Muhammediyenin Nuru Evrene gözikse,
Evren aninda erir.Onun nurunu kimse kaldirmaz.Bunlari senin hoca bilmez Alpicik :-))))))))))))))))))))))))

**

Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 06-20-05 20:13

Kimden nur cikmis nereye akmis ?..:o)

Davanda sadiklardansan O cikan Nurlari buraya bir yaz bakiiimm..

Bakara
(17) Bunların durumu, bir ateş yakmak isteyen kimsenin durumuna benzer. Ateş, çevresindekileri aydınlatınca Allah, nurlarını gideriverip kendilerini karanlıklar içinde bırakır. Artık bunlar görmezler.

Ali İmran
(184) Şimdi seni yalanladılarsa, senden önce de o apaçık delillerle o hikmetli sayfalarla ve o nurlu kitapla gelmiş olan bir çok peygamberler yalanlandı.

Nisa
(174) Ey insanlar, bakın size Rabbinizden kesin bir delil geldi; size açık bir nur indirdik.

Maide
(15) Ey kitap verilenler, şimdi size, kitabınızın gizlemekte olduğunuz birçok yerlerini sizlere açıklayan birçoğunu da geçiveren Peygamberimiz geldi. İşte size Allah"tan bir nur, bir parlak kitap geldi.

Maide
(44) Gerçekten Biz, içinde bir hidayet, bir nur bulunan Tevrat"ı indirdik. Kendilerini Allah"a teslim etmiş peygamberler, yahudilere onunla hükmederlerdi. Bir de Allah dostları ve ilim adamları da Allah"ın kitabını muhafaza etmekle görevli olmaları ve üzerine şahit olmaları dolayısıyla onunla hüküm verirlerdi. Artık insanlardan korkmayın, Benden korkun ve Benim ayetlerimi birkaç paraya değişmeyin! Ey hakimler, her kim Allah"ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, onlar hep kafirlerdir.

Maide
(46) Arkadan da o peygamberlerin izleri üzerinde Meryem"in oğlu İsa"yı, önündeki Tevrat"ı bir doğrulayıcı olarak gönderdik. Ona içinde bir hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat"ı doğrulayıcı ve takva sahipleri için bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil"i verdik.

Enam
(91) "Allah insana hiçbir şey indirmemiştir." demekle, Allah"ı gereği gibi tanıyamadılar. De ki: "Musa"nın insanlara bir nur ve hidayet olmak üzere getirdiği Kitab"ı kim indirdi? -Ki siz onu parça parça kağıtlar haline getiriyor ve bunları ortaya atıyorsunuz ama bir çoğunu gizliyorsunuz.- Bununla beraber şimdi size -ne sizin, ne atalarınızın- bilmediği hakikatler öğretilmekte. (Onlara cevaben): "Allah." de, sonra bırak onları daldıkları batakta oynayıp dursunlar.

Araf
(157) Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil"de yazılı bulacakları elçiye, o okuyup yazma bilmeyen peygambere uyarlar. O, onlara iyilik emreder ve onları kötülükten alıkoyar, temiz, hoş şeyleri kendileri için helal, murdar şeyleri üzerlerine haram kılar, sırtlarından ağır yüklerini, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indirir atar. İşte o zaman ona iman eden, ona tam saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onun peygamberliği ile birlikte indirilen nuru izleyen kimseler; işte o asıl maksada ulaşan kurtulmuşlar, onlardır.

Tevbe
(32) Allah"ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar; Allah ise, kafirleri hoşlanmasalar da, yalnızca kendi nurunu tamamlamaktan başkasına razı olmuyor.

Rad
(16) De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kim?" Deki: "Allah!" Yine de ki: "Allah" tan başka kendilerine ne bir fayda, ne de bir zarar verme gücüne malik olmayanları dost mu ediniyorsunuz!" De ki:"Hiç kör ile gören bir olur mu, yahut karanlıklarla nur bir olur mu? Yoksa Allah"a O"nun yarattığı gibi mahluklar yaratan ortaklar buldular da yaratma kendilerince birbirine benzer mi göründü?" De ki:"Allah herşeyin yaratıcısı ve O birdir, kahredicidir."

İbrahim
(1) Elif, Lam, Ra. Bir kitap sana indirdik ki, insanları Rablerinin izni ile karanlıklardan nura çıkarasın; doğruca o yüce ve övülmeye layık olanın yoluna ki, bütün izzet ve hamd O"nundur.

İbrahim
(5) Andolsun ki, Musa"yı mucizelerimizle: "Kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah günleri ile öğüt ver!" diye gönderdik. Şüphesiz ki, bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için birçok ibretler vardır

Nur
(35) Allah göklerin ve yerin nurudur. O"nun nuru içinde bir kandil bulunan bir oyma hücre misalidir. Kandil, bir sırça içindedir. Bu sırça sanki inciden bir yıldızdır; ne doğuya, ne de batıya nisbet edilen mübarek bir zeytin ağacından tutuşturulur. Onun yağı hemen hemen ateş dokunmasa bile ışık verir; nur üstüne nur! Allah, dilediğini kendi nuruna yönettir ve insanlara birçok misaller verir. Allah, herşeyi bilendir.

Furkan
(61) Ne kutlu, ne yücedir, O ki gökte burçlar yaptı, içlerinde bir kandil, bir de nurlu bir ay astı!

Fatir
(25) Seni yalanlıyorlarsa, bunlardan öncekiler de yalanlamışlardı. Onlara peygamberleri, mucizeler, sayfalar ve nurlu kitapla gelmişlerdi.

Zümer
(22) Demek ki, Allah kimin bağrını islama açmış ise işte o, Rabbinden bir nur üzerinde değil midir? O halde vay kalpleri, Allah"ın zikrinden (boş kalıp) kaskatı olanlara. Onlar, açık bir sapıklık içindedirler.

Zümer
(69) Ve yeryüzü, Rabbinin nuru ile parlamıştır. Kitap konmuş, peygamberler ve şahitler getirilmiş, onlara hiçbir haksızlık yapılmadan, aralarında hak ile hüküm verilmektedir.

Sura
(52) Ve işte sana da böylece emrimizden bir ruh vahyettirdik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ama Biz onu bir nur kıldık. Onunla kullarımızdan dilediğimize hidayet vereceğiz. Ve emin ol sen de (insanları) doğru bir yola çağırıyorsun.

Casiye
(20) Bu (Kur"an) basiret nurları (insanların kalp gözünü açan bir nur) ve kesin bilgi edinecek bir kavim için de hidayet ve rahmetin ta kendisidir.

Kamer
(54) Şüphesiz takva sahipteri cennetterde nur içindedirler.


Hadid
(9) Sizi karanlıklardan nura çıkarsın diye kuluna parlak parlak ayetler indiren O"dur. Muhakkak ki, Allah size karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir.

Hadid
(12) O gün mümin erkeklerle, mümin kadınları önlerinden ve sağ taraflarından nurları koşarken göreceksin: "Bu gün müjdeniz altlarından ırmaklar akan cennetlerdir. İçlerinde ebedi olarak kalacaksınız." (denir). İşte büyük kurtuluş budur!

Hadid
(13) O gün münafık erkeklerle, münafık kadınlar, iman edenlere şöyle diyecek: "Bize bakınız, nurunuzdan ışık alalım!" Denilecek ki: "Arkanıza dönün de bir nur araştırın." Derken aralarına kapısı plan bir sur çekilmiştir;içi, rahmet ondadır, dışı ise o yönden azaptır.

Hadid
(19) Allah"a ve peygamberlerine iman edenler, Rableri yanında tıpkı sıddıklar ve şehitler gibidir.Onlara, onların mükafatlan ve nurları vardır. Ayetlerimizi yalan diyenlere gelince, işte onların tümü cehennemin adamlarıdır.

Hadid
(28) Ey iman edenler, Allah"tan korkun ve peygamberine iman edin ki, sizlere rahmetinden iki pay versin; size bir nur bahşeylesin ki onunla (yolunuzu görüp) yürüyesiniz, hem de sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

Saff
(8) Onlar, Allah"ın nurunu ağızyarıyla söndürmek istiyorlar. Allah ise nurunu tamamlayacaktır, isterse kafirler hoşlanmasınlar!

Tegabun
(8) Onun için siz, Allah"a, Resulüne ve indirdiğimiz nura (Kur"an"a) iman edin! Allah, ne yaparsanız haberdardır.

Talak
(11) Allah"ın nurlar saçan, yollar açan ayetlerini sizlere karşı okuyan bir peygamber gönderdi, iman edip yararlı işler yapanları karanlıklardan aydınlığa çıkarsın diye. Her kim Allah"a iman edip dürüstçe çalışırsa, onu, içinde ebedi kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Allah ona gerçekten güzel bir rızık vermiştir.

Tahrim
(8) Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah"a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, Peygamber"i ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Çünkü onların nurları, önlerinde ve yanlarında koşar da, "Ey Rabbimiz! nurumuzu tamamla, bizi bağışla, çünkü sen her şeye kâdirsin." derler.


Iste KURAN in Bahsettigi NUR !.. Ne eksik ne fazla..

Simdi sen peygamberinden cikan nur u nereden Buldugunu buraya yaz..

Ve artik Biraz utan..

Allah ve peygamberine iftira atip yakistirmalar yapmaktan vazgec..

Ne Kadar SIKILMAZ utanmaz insanlarsiniz siz ya..

**

Yazan Kişi: CaTMaN
Tarih: 06-20-05 21:12

Alpi003


Kuran kerim ve Nur gönderdik diyor :-)))))))


Ama sen o kisisin ki?, Veda Hutbesini degisdiren insansin.


Sana göre Emanet sade KURAN KERIM mis :-))))))

Isdersen Arapcasini oku:-)))neyi birakmis kac sey birakmis ören:-))


ISde senin ne kadar düzenbaz oldugun burdan belli.

Senin müslüman olduguna inanmiyorum,sen ancak fitne icin burdasin.


Ama sunu unutma Sen ve senin gibiler ne kadar da isdemesede

Allah in Sevgilisi,Habibisi Resülekrem Efendimiz dir.

:-)

**

Yazan Kişi: HizLiChaT
Tarih: 06-21-05 00:52

Kafire "Kafir" demek günah degildir.

**

Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 06-22-05 09:55

Sen ben dedim oldu isleriyle din olmaz :o)

Habibim dediyse Ayetlerini getir..
Ayet Baslarina Parantez acik Kendini tatmin eden Zavalli müsriklere ancak gülünür.. **

Hizli Chat..

Ilmin yukaridaki bir satirlik ifadende .. :o)

**

Yazan Kişi: CaTMaN
Tarih: 06-22-05 19:54

Alpi003



Sen bize habibi degil diye ayet getir:-)))veya her hangi bir hadis :-)))yok getiremen cünkü


Ama ben sana cok hadis sundum.Alimlerden sundum,Konya Mevlana Hz.den Yunus Emreden,Ve daha nice Evliyalrdan sundum yine degil diyorsun:-))))))))))

Sana her zaman derim:-)))Resül Ekrem Efendimiz gelse ben habibisi yim dese yine inanman:-)))cünkü senin Kalbin Mühürlü;-)

**

Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 06-22-05 20:13

vah Vaaah..
kURAN karsisinda bu duruma düsüyor demek Müsrik olan..
Yazik..

:o)

xstudentxnrw 09.08.2005 18:31

hani hamile kizlar.. o.T.
 
ohne Text

xstudentxnrw 09.08.2005 18:32

yani cebrailin vahy getirmesini ve peyga
 
mberimizin onlari ezberleyebilmesi senin icin safsatami?

xstudentxnrw 09.08.2005 18:37

en yakin olanlari bilmiyecekte.. sahabel
 
er bilmiyecekte senmi bileceksin?

09.08.2005 18:44

Nami Deger TICKET,kara gölge Elazig
 
Ve daha burada Binbir suratla izlediginiz sevgili yobazcigim ne geyirmis Ona bakalim :o)
Bir ara Kiz kiligina girip beni tavlamaya bilem kalkmisti Yandan carkli Muhahahahahhahaa..


Yazan Kişi: Ticket
Tarih: 05-18-03 19:47

Bu maddedeki yaz‎lar‎n çoًu, (Yaln‎z Kur’an) diyenler, Kur’andan ba‏ka kaynak kabul etmeyenler, hâ‏â, (Muhammed aleyhisselam postac‎yd‎ vazifesi bitti) diyenler, Peygamberlik iddias‎nda bulunanlar, (Kur’an deًi‏ti) diyenler, Tesettüre inanmayanlar, Müzik helal diyenler, (H‎ristiyan ve yahudilerle amentüde ittifak‎m‎z var) diyenler için yaz‎lm‎‏t‎. 19’cular da bِyle sap‎k inançlardan derleyip karma bir din yapmaya çal‎‏t‎klar‎ için bunlar‎ buraya almay‎ ve okumay‎ hat‎rlatma lüzumu gِrdük. Bu yaz‎lar‎n hepsini okursan‎z, 19’cular‎n kâfirliklerini ve maksatlar‎n‎ daha yak‎ndan anlam‎‏ olursunuz. Ayr‎ca bunlar, ingilizlerin kurduًu vehhabiliًin bozuk inançlar‎ndan da çok ‏eyi ald‎klar‎ için, sitedeki (Vehhabilik) maddesini okuman‎z‎ tavsiye ederiz.


19’CULAR BآTIL DفNف
Resul = Elçi olduًunu iddia eden M‎s‎rl‎ Re‏at Halife denilen bir sap‎ً‎n kurduًu, islam dü‏manlar‎n‎n destekleyip yaymaya çal‎‏t‎ً‎ bir dindir. فslamiyetle alâkalar‎ yoktur. Re‏at halifeye resul demeyenlere kâfir diyorlar.



قefaat için diyorlar ki:

(O gün ne Ali ne Veli, ne فsa ne Musa, ne Ahmed ne de Muhammed, 19 mesaj‎n‎ inkâr eden suçlular‎ kurtaramaz.)



Re‏at Halife onlara gِre Muhammed aleyhisselamla ve فbrahim aleyhisselamla bir hatta daha üstün! Diyorlar ki:

(فbrahim namaz, zekat, oruç ve hac pratiklerini ًِretti. فbrahimin izleyicisi Muhammed son Mesaj"‎ iletti. Re‏at ise dinin evrensel kan‎t‎n‎ bildirdi.)



K‎yamet 2280 y‎l‎nda kopacakm‎‏. Tanr‎, bütün dinlerde reform ve rِnesans‎ 1974 y‎l‎nda Re‏at Halife ile ba‏latm‎‏. Bu 2280 y‎l‎na kadar sürecek bir kurtulu‏ ‏ans‎ imi‏. Yani bunlara iman etmek için bir f‎rsat imi‏.



Tek tanr‎ya inanan herkes, kim olursa olsun hatta dinsiz bile olsa, müslümanm‎‏. Diyorlar ki:

(Adem"den günümüze dek, sadece Tanr‎"ya kul olup erdemli bir hayat süren herkes, dinsel pratikleri ne olursa olsun, müslümand‎r.)



Muhammed aleyhisselam‎n getirdiًi islam dini için diyorlar ki:

(Bizler, Khrishna-فsa-Muhammed merkezli dinler yerine ِzgün merkeze, Tanr‎ merkezli modele dِnmeliyiz.)



آlemlere rahmet olan gِnderilen Muhammed aleyhisselam için diyorlar ki:

(Muhammedin her davran‎‏‎ ِrnek olamaz.)

(Muhammed bir ümmiydi. ”Bu sِzcüًün anlam‎, Muhammedin vefat‎ndan sonra yalan üretme yar‎‏‎na giren hadisçiler taraf‎ndan "okuma-yazma bilmeyen" olarak kayd‎r‎ld‎. Oysa Muhammed, okuma-yazma bilen bir ümmiydi.”)

(Muhammed isminden sonra salevat getirmek bid’attir.)



Kelime-i ‏ehadetin ikinci k‎sm‎n‎, yani “E‏hedü enne Muhammeden abdühu ve resuluhü” k‎sm‎n‎ kabul etmezler. Bunu, “La ilahe illallah” ile beraber sِylemek mü‏riklikmi‏, puta tapmakm‎‏. Diyorlar ki:

(فslam dininin ilk ‏art‎ [Kelime-i ‏ehadet], ne yaz‎k ki hadis ve sünnetin tuzaً‎na dü‏en müslümanlarca tahrif edilmi‏tir. Milyonlarca müslüman, ‏eytan‎n politeist bak‎‏ aç‎s‎n‎n etkisine girerek, Allah‎n isminin yan‎nda Muhammedin de ismini koyuyorlar.



Muhammedin vefat‎ndan k‎sa bir süre sonra, ismi Allah‎n isminin ayr‎lmaz bir parças‎ haline sokulmu‏ ve فslam‎n ilk ‏art‎ tahrif edilmi‏tir. فsminin ezana eklenmesiyle bu putperestlik günde be‏ vakit yüksek sesle ilan edilmi‏tir.)



19’culara gِre, hadis ve sünnete inanmak, bunlar‎ Kur’ana e‏ ko‏mak olup, Allah‎n dini olan فslam‎ ilkel bir Arap dini haline dِnü‏türmekmi‏... Hadis-i ‏erifleri, peygamberi putla‏t‎ran mü‏riklerin ve münaf‎klar‎n uyduruk rivayetleri diye adland‎r‎rlar.



Nisa suresinin (Ey iman edenler! Allaha itaat edin. Peygambere ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin) mealindeki 59.âyet-i kerimesine sald‎r‎p ‏ِyle diyorlar:

(فslam, Tanr‎ art‎ peygamber art‎ i‏ ba‏‎ndaki gِrevlilerin olu‏turduًu bir ‏irket dini midir?)



Hz. Mehdinin ve فsa aleyhisselam‎n k‎yamete yak‎n geleceًine de inanmazlar.



Kâfir filozoflar‎ peygamber bilip ve en büyük 4 peygamberle bir tutarak diyorlar ki:

(Sokrat, Buda, فbrahim, Musa, فsa ve Muhammed gibi nice elçilerin mesaj‎ sِzde izleyicileri ve din adamlar‎ taraf‎ndan zamanla tahrif edilmi‏ ve tan‎nmaz hale getirilmi‏tir.)



Resul dedikleri Sokrat, Buda, Kri‏na ve Re‏at Halife’nin, âlemlere rahmet olduًu Kur’anda belirtilen Muhammed aleyhisselamla “aralar‎nda fark yoktur” derler. اinlilerin, Japonlar‎n tapt‎ً‎ Buda’ya, Hindular‎n tapt‎ً‎ Kri‏na’ya “resullük” payesi vererek, dünya nüfusunun büyük bir k‎sm‎n‎ olu‏turan bu insanlara da ula‏may‎ hedef edindikleri gِrülüyor. Ayr‎ca “resul” yolunu aç‎k tutarak, çe‏itli ülkelerden me‏hur ilim adamlar‎na, yeni bir ‏ey ke‏feden insanlara hemen “Resul = elçi” payesini vererek bu sap‎kl‎klar‎n‎ yaymaya, gündemde tutmaya çal‎‏acaklar‎ anla‏‎l‎yor.



Peygamber efendimizin فslamiyeti tebliً ederken çektiًi s‎k‎nt‎lar‎, uًrad‎ً‎ hakaretleri, Ona iman etmeyen puta tapanlar, mü‏rikler yani kâfirler için gelmi‏ âyet-i kerimeleri delil gِstererek, Re‏at halifeyi ve buna inananlar‎, Muhammed aleyhisselama ve Ona iman edenlere benzetiyorlar.



Peygamber efendimizin isminin yan‎na (aleyhisselam) gibi, evliyan‎n, âlimlerin isimlerinin yan‎na (rahmetullahi aleyh) gibi sayg‎ kelimesi koymak, onlar‎ putla‏t‎rmak, sayg‎ ifadesini eklemek de puta sayg‎ imi‏. Bِyle yap‎lan ‏ah‎s put, bِyle yapanlar da putperest imi‏. Yani, Muhammed aleyhisselam diyenler putperest imi‏, Peygamber efendimiz de put imi‏. Bِyle yapmayana çok k‎zarm‎‏‎z. Aynen ‏ِyle diyorlar:

(Putla‏t‎rd‎klar‎ insanlar‎n isimlerini birkaç ِvgü kelimesiyle birlikte zikretmeyen muhlisleri de putlar‎na sayg‎s‎zl‎kla suçlarlar.)



Namaz ve abdest için diyorlar ki:

Namaz sadece Allah‎ anmak için k‎l‎n‎r. Abdesti sadece cinsel ili‏kide bulunmak ve tuvalet ihtiyac‎n‎ gidermek bozar; gaz kaç‎rmak, kanamak, kad‎n‎n adet gِrmesi abdesti bozmaz ve namaza engel olmaz.

Namaz için ِrtünme diye bir ko‏ul yoktur. Odas‎nda kendi ba‏‎na veya e‏iyle birlikte namaz k‎lan biri dilerse ç‎r‎lç‎plak namaz k‎labilir. Tanr‎ bizi elbiselerimize gِre deًerlendirmez ve bizim saklamaya çal‎‏t‎ً‎m‎z organlar‎ yaratan ve çal‎‏t‎ran da kendisi olduًundan onlar‎ gِrmekten mahcup olmaz.

Cuma günü ًِle namaz‎n‎ erkek veya kad‎n bir müslüman‎n ِnderliًinde [imaml‎ً‎nda] topluca k‎larlar.

Kaç‎r‎lm‎‏ namazlar‎ kaza etmek, sünnet ve nafile namazlar eklemek, namaz k‎ld‎rma memurluًu (imaml‎k) diye bir meslek icat etmek, kad‎nlar‎n namazda ِnderlik [imaml‎k] etmesini yasaklamak, otururken Ettahiyyatü okumak ve bu duada peygambere ikinci ‏ah‎s olarak seslenmek, ‏ehadette Muhammedin ismini Allah‎n yan‎na eklemek, Fatiha"dan sonra zamm‎ sure okumak gibi nice kurallar ve inançlar bid’attir.



Diًer inançlar‎ndan baz‎lar‎ ‏ِyledir:



Kur’an deًi‏mi‏tir.

Mezhepler ve tasavvuf Putçuluktur.

Tesettür yoktur.

Namaz, 3 vakittir.

Kar‎ koca isterlerse ç‎r‎lç‎plak namaz k‎labilirler.

Evrim teorisi vard‎r.

Erkeklere alt‎n ve ipek haram deًildir.

Resim, heykel, müzik, satranc helaldir, haram diyenler putperesttir.

Domuz yaً‎ helaldir.

Hayzl‎ iken kad‎nlar namaz k‎labilir, Kur’an okuyabilir.

Kur’ana dokunmak için abdest almaya gerek yok.

Fikir ِzgürlüًü Allaha sِvmek dahil hiçbir vakit engellenmemeli.

Cennet ve Cehennem, Tanr‎"ya yak‎n veya uzak olman‎n ki‏i üzerinde ifade için kullan‎lan bir mecazdan ibarettir, [yani cennet ve cehennem yoktur.]

Mucize diye bir ‏ey yoktur. Peygamberlerin mucizeleri saçmal‎kt‎r.

Peygamberin ve diًer evliyan‎n âlimlerin ‏efaat edeceklerine inanmak, onlar‎ putla‏t‎rmakt‎r.

Sünnet olmak yanl‎‏t‎r.

Peygamberler masum deًildir.

Kur"an‎ tefsir etmek, Allaha ‏irk ko‏makt‎r.


Bu Mesajı Cevapla


Re: Yanliz Kuran Diyenler Sapitmis 72 Firkanin Cinde Olanlardir???
Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 05-18-03 20:11

TICKET cigim Merak ediyorum;

Ne zaman Basliktaki "" YANLIZ "" kelimesini Kullanmiyacaksin diye :o)

KURAN diyenler SAPITMIS ( Hasa ) fetvasini Hasretle bekliyorum YOBAZCIGIM :o))


Yazan Kişi: Ticket
Tarih: 05-19-03 16:47

her insanin kendisine göre yorumu vardir anliyamiyorsan ozaman kafani neden yoruyön...

sen ve bazi kendini beyenmisler insana tepeden bakanlar neler neler diyorlardi yanliz Kuranin dediklerini yapariz yahuu her önüne gelen kurandan bir parca alsa o Mübarek HZ Muhammed neden elci olarak müslimlere Peygamber olarak gelseydiki.

alin moda kitabi bu isinize gelen Ayetleri kafaniza göre yorumlayin ben bir kac tane mesebsiz taniyorum Kutsal Kitaba daha saygilari bile yok Abtezsizde okunur Kuran derler yahuu Aptez alamiyormusun sakatmisin yoksam özrünmü var.....

iste sizler busunuz Arabistandaki o keci Sakalli Vahabilerden farkiniz yok onlarda günlük nikah kiyip keyff saciyorlar......

**

Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 05-20-03 16:06

Bak vahabilerin Nikahina takilmis kafan :o))

Yobazcigim ne güzel olurdu Günlük Nikah !..

He mi ??

:o)

garakedi 09.08.2005 19:12

ANGST vor der Wahrheit?
 
Warum gibt es das Sprichwort: Dogruyu söyleyen 9 Köyden kovulmus!

09.08.2005 19:12

EL KESMEK
 
Yazan Kişi: KIYAM
Tarih: 04-01-05 20:49

Bu sorum özellikle sünneti kabul etmeyenlere ! Cidden uzun Zamandir kafami mesgul eden bir soru.(mümkünse detailli bilgi rica olunur )

Cok sorularim var ama, birde sunu sorayim bari. Kuranda Hirsizin elinin kesilmesiyle ilgili Ayetin sümülüne dair. Kimler hirsizdir? Ne kadar mal calinirsa hirsizlik olur.mesela bir seker calan birinin eli kesilmesi mi lagzim ?
Yoksa Bu ayetin Zahiri gecerli degilmi ? Yani okudugumuz gibi amel edebilirmiyiz ? Kim kesecek bu eli ? Hmm yoksa bu ayettemi mensuhtur ?


Kuranda Allah Allaha Ve Resulune ittati emrediyor.

Bu Itaat sadece Allaha ise neden bunu resule itaatle esdegerde sayiyor. ?

yani sadece "ALLAHA itaat edin" demiyor ?

sorularim devam edecek simdilik bukadari kifayet eder.

**
Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 04-01-05 21:13

Kuran da Emredilen el kesilmesi:

Toplum Huzurunda Hirsiz in elinin Bicakla Isaretlenmesidir.

Bu Hirsizin Toplum icinde bir süre utanc icinde Damgali olarak dolasmasini ön görür.

SATANISTLERIN Yaptigi gibi Pala ile el ucurulmaz !..

ZTulmün kan in Oldugu yerde islam ve Allah yoktur !..
Sadece ve Sadece SEYTAN vardir !..

Resuller Teblig edicidirler. Allah in vahyini Toplumlarina Bildirirler.
Bu yüzden resullere itaat Allah a Itaatdir.

Resul e itat Etmeyen Allah a itaat etmez.

Fakat bu Resuller yasadigi sürece Gecerlidir.

Hz. Muhammed son peygamberdir ve Islam dini Tamamlanmistir.

Hz. Muhammed in Olmadigi Toplum da ALLAHIN KITABINA ITAAT EDILIR !

onu rüyamda gördüm bana buyurdu diyen Saklabanlara degil..

**

Yazan Kişi: 1insan
Tarih: 04-01-05 23:59

KIYAM,

kardesim bu seytan taraftarlari argo bir ifadeyle ALLAHdan peygamberi calmak isteyen beyinsizlerdir..

SANKI PEYGAMBER SADECE ASRI SAADETTEKI MÜSLÜMANLARIN PEYGAMBERIYDI..
Bakma bunlarin KURAN dedigine..Kuranin "K" sine saygilari olsaydilar , asagidaki ayete saygili olurlardi!!

,,Öyle degil,Rabb`in hakki icin onlar , aralarinda cikan ihtilaflarda seni hakem kilmadikca,verdigin hükümlerden dolayi hicbir SIKINTI olmadan sana bütün teslimiyetleriyle boyun egmedikce iman etmi$ olmazlar"k.knisa 65..
bu ayetinda hükmü kalkmistir deseler sasma..

Peygamberimizin veda hutbesindeki Misyonu anlamak istemeyenler, suur altlarinda kendilerini peygaber zan ederler..Kurana yaptiklari yorum bunun acik isbatidir


Bunlar kel yasar gibil Tagutu din saniyorlar..

**
Yazan Kişi: Sinan1122
Tarih: 04-02-05 00:11

Bu sorum özellikle sünneti kabul etmeyenlere ! Cidden uzun Zamandir kafami mesgul eden bir soru.(mümkünse detailli bilgi rica olunur )

Cok sorularim var ama, birde sunu sorayim bari. Kuranda Hirsizin elinin kesilmesiyle ilgili Ayetin sümülüne dair. Kimler hirsizdir? Ne kadar mal calinirsa hirsizlik olur.mesela bir seker calan birinin eli kesilmesi mi lagzim ?
Yoksa Bu ayetin Zahiri gecerli degilmi ? Yani okudugumuz gibi amel edebilirmiyiz ? Kim kesecek bu eli ? Hmm yoksa bu ayettemi mensuhtur ?


Cümleten Selam.

@Kiyam: Kuranda Allah Allaha Ve Resulune ittati emrediyor.

Bu Itaat sadece Allaha ise neden bunu resule itaatle esdegerde sayiyor. ?

yani sadece "ALLAHA itaat edin" demiyor ?

- - -

Aynen Alpi kardesin cevapladigi gibi,

Resule itaat yasadigi sürece olur, o vefatindan sonra ardinda Kurani Kerimden baska kimseyi/hicbirseyi temsilci olarak birakmadi. Bugün yasamis olsa bende gidip ona tabii olurdum, nede olsa Elcinin emanet ettigini en güzel olarak Elci anlatabilir, Allah neyi ne kadar dilemisse.

Elci birseyleri emrediyorsa benim icin yapin demiyor, Allah´in buyruklari. Yasamis olsa yine Allah´in buyruklarina davet edecek, ben günlük hayatimda söyle yasiyorum, sizde aynen benim gibi yasayin demez. Sabahlari ne yapardi, öglen aksam, 24 saat icinde nasil davranirdi, bunlari harfiyen yerine getirmek gayenin amacina cikmaktir.

@: Namaz nasil kilinir?

Bu sorunun cevabi Kurani Kerimde yazili, istersen ac oku. Yok sadece Kurani Kerime uyan birisi olarak benden yanit istiyorsan birkac satirla aciklayamam, ama yinede kisa tutmaya calisacagim.

Namazin belli bir kiyafeti yok, temiz oldugu sürece istedigi elbise ile kilar. Simdi bazilari "peki resimli t-shirt le namaz kilinirmi" sorusunu sorabilir, gözü elbisesindeki birtakim seylere takildiginda konsentrasyonunu bozmuyorsa kendisi bilir.
Kilacagin mekande dikkatini dagitacak herhangi birseyler varsa caresine bakarsin.

Namazda ayakta durus, egilme ve secde söz konusu. Allah senin bunlari ne kadar tekrarladigina bakmiyor, yani kac rekat kildigin önemli degil, kildigin namazin kendisi önemli, rekat sayilari ile Namaz dondurulmaz. Ister bir rekat kil ister oniki rekat.
Ancak, Nisa Suresindeki Ayette Namazi savas halindeyken kisaltmanizda bir günah yok deniyor, bir grup seninle birlikte kilip secdeye varsin sonra nöbetciler gelsin, ilk grup geri cekilip nöbete gecsin, diger grupta seninle secdeye varsin seklinde aciklanmis. Bu Ayeti kimileri normalde enaz iki rekat kilinan namazin savas esnasinda bir rekat olacagi yorumuyla aciklamis, Dogrudur ama illaki enaz iki rekat kilinacak diye bir hüküm vermemis Allah.
Savas esnasinda birisi imamlik yapar, her bir grubun enazindan bir rekat namaz kilmasina önderlik eder, digerleri nöbette durur. Eger namaz enaz iki rekat olsaydi, askerlere iki secde sonrasi nöbet tesliminden bahsederdi.

Savas durumunda düsman geldigi zaman senin rekatlarina bakmaz kendi firsatini degerlendirir. Ahmed beyin kildigi iki rekat namazla Mehmet beyin kildigi iki rekatlik namaz ayni süreyi bulmaz, ve söyleki birisi iki rekat kilar ama 15 dakika sürebilir, digeri on rekat kilar 5 dakikada bitirir. Ben namaz kilan kisinin samimiyetini bagliligini ölcemedigim icin hangisin daha efdal olacaginida bilemem. Allah´i cokca anip yüceltmek rekat sayilari ile cogalmaz, istersen bir secdede on dakika kal bütün övgülerini ilet.

Ben sahsen kildigim zaman, Allah´in ismini yücelterek namaza basliyor, besmele ile ayakta iken Fatiha ve baska bir sure okuyup egiliyorum, egildigimde Allah´i hep farkli farkli sözlerle yüceltiyor, bazen bir dakikadan fazla o halde kaldigim oluyor, geri dogrulup tekrar yüceltiyor yada hamd ediyorum, sonra secdeye varip tekrar yüceltiyorum, "Senden baska Ilah yok, esin ve benzerin yok, yalniz sana hamd ederim Allah´im" veya "Allah´im seni bütün noksan sifatlardan tenzih ederim" diyorum, sen daha baska bir sekilde anmak istiyorsan bunda serbestsin, Kurani Kerimde bir sürü yerde onu ne sekilde anacagimiza dair örnekler verilmis. Ben Kurani Kerimden enaz alti sayfalik Dualar cikartip kagida bastim, ki bu dualar cogu övgü ile icice, bazen tekil sahis olarak kendine yönelik dua ettigin gibi bazen belli bir toplumada dua icerigi var. Isteyen Kurani Kerimden faydalanir isteyen kendi arzusundaki kelimelerle Allah´i anip yüceltir.

En son oturusta ettahiyatu salli barik yerine ya Kurani Kerimden bir sure okuyorum yada dua ediyorum ve selamla bitiriyorum Namazi.

Namaz=Salat kavrami zikir övgü ve duayi icice barindiran özel bir ibadet türü, övgüyü zikri duayi tam olarak hangi durusta yapacagini o durusun kendisi sana zaten bir nevi aciklar. Yani bu konuda ben sana sunu söyle yapacaksin diyemem, belli sinirlar cizilmis, bu sinirlarin icinde hareket etmen lazim.

Namazi türkcemi kilacagiz arapcami kilacagiz diye bir soru olamaz, kisi kimin huzuruna ciktigini bildigi gibi ne okudugunuda bilmeli, ben Fatiha ve bazi sureleri asli ile okuyorsam türce mealini bildigim icin okuyorum, bilmedigim bir sure olursa onuda türkce okuyorum, ne telafüz ettigimi önce kendim anlamam lazimki yogun bir konsantreye sahip olayim. Yaptigim "diger" övgü ve tesekkürlerimi dahi kendi dilimde yapiyorum.

Bu arada kendimce önemli birsey daha söyleyeyim, örnegin bazi Ayetlerde "De ki" diye söz gecer, bu "de ki" sözü senin telafüz edecegin söz degil, sonrasini sen söyleyeceksin, örnegin Gul hu Allahu ehad, Gul hu yerine sadece Allah´hu ehad dersin, cünkü aynisini sende söylersen sende "De ki: O Allah birtektir" demis olacaksin, oysa sen bunu "de ki" diyerek kime diyorsun, senin söyleyecegin birisine iletmek degil kendi suuruna yönelik bir seslenistir. Bu konuda ben böyle düsünüyorum. Illaki bunu böyle yapmacaksin demiyorum, lütfen yazdiklarimin genelinde neyin benim fikrim oldugunu ve neyin Kurani Kerime dayandiginida ayirt edelim.

Namazda Kurani Kerimden bir Ayet okuyorsan icerigine dikkat etmen lazim, örnegin baskalarini anan bir Ayeti okumak yanlis olur, yada kadinlarin özel günlerinden bahseden bir Ayeti okumakta Namazin icerigi ile bagdasmaz.

Sahsen Kurani Kerimden anladiklarim bunlar, ve bunlarla kalacaginida zannetmiyorum.
Kisacasi Salat(Namaz): Zikir, Övgü Dua, icice olan bir Ibadettir, Namazin Kurani Kerimde belirtilen üc ana sekli var, dikilme, egilme ve secde, bunun disinda namaza ne sekilde basladigini ve ne sekilde bitirecegini ve diger ufak defek konulari kendin belirleyeceksin. Istersen bir rekatta bir kere secdeye var istersen üc kere secde et v.s. Bana göre Secde hali Namazda en önemli olan bir haldir, ki insan acizligini ve kul oldugunu en cok bu halinde ortaya koyar.

Toplu halde kilinan Namazda bir uyum olsun diye sartlara ve duruma göre belli bir rekat sayisi belirlenir, yoksa uyum olmaz ve toplu halde namaz kilmanin bir önemide kalmazdi.

Eger Namaz konusunda bazi seyler aciklanmamis dersek, Hz. Allah abdest konusunda su bulamiyorsaniz toprakla abdest alin diyerek ayrintili bir aciklama vermisken bu konuda neden ayrintili bilgi vermemis olsun? Cünkü bize yeterince serbest bir alan birakmis, rekatlari ve rukunlari sayilar ile belirlememis, kisinin yaklasma arzusuna birakmis. Allah´in verdigi bir hür alani Mezhepler kendi hükümleri ile dondurmus vaziyette, belli rekat sayilari atilmis ortaya ama Kurani Kerime dayanarak neden su kadar rakam belirttiklerini aciklamamislar, bir izahi olsa dahi saglam bir dayanagi yok. Peygamberimize atfedilen Kuran disi hükümler ise iftiradan baska birsey degil, ister bilerek ister bilmeyerek yapmis olsunlar.

Bazen cemaat cok fazla kalabalik olunca, örnegin bayram namazlarinda, önündeki insanin üzerinde secde etmek zorunda kaliyorsun, baskasinin sirtindan Allah´a secde etmek olurmu? Imkanim yoksa o sira ima ile secde ederim. Nasil ki ucakta ucarken oturdugum yerden ima ile kiliyorum, yoksa ben ucak koltugundan kalkipta koridarda kilacak degilim. Yada öyle olsa deve üzerinde seyahat eden kisi devenin boynunda secde etmesi gerekecekti. Böyle konularda titiz olmaliyiz.

Namaz öyle basit ki, öyle serbest bir alanki, bi kere zaten Allah ile kulu arasinda, Kurani Kerime göre Namaz kilinsa hic kimseye bir bikkinlik vermez, nefislere agir gelmez. Kaza namazlari olmadigi halde vardir diyerek hükmü olmayan birseyi sartlandiranlarin sayesinde bazi calisan arkadaslarimiz isten sonra kazalari eda etmenin telasi icinde kaliyorlar, kilinan namazlar ne yazikki amacini asiyor. Özelliklede teravih namazlarina bakin, son zaman tvlerde bazi kendini bilmezler bir kac dakika icinde teravih kilacagiz diye kendilerini maskara ettikleri gibi cemaatide cukurlarina cekiyorlar. Öylesine bir cemaat böyle bir sözde imami kabullenirlerse cemaatinde imamdan farki kalmaz. Af edersiniz "Imam zart ederse cemaat bilmem ne yaparmis" derler, cok dogru.



Bu yazinin neticesinde tartisma ortami yaratilacaksa kalsin daha iyi, lütfen. Samimi sekilde cevap vermeye calistim. Eger tartisma konusu olacaksa baska bir baslik acip, ben bu görüse katilmiyorum, benim görüsüm söyle dersiniz.

Kiyam kardesim, baska sorularin varsa insaAllah aciklayici oluruz. Unutma ki, bir insanin sana anlattiklari degil, senin anlatilanlari sorgulaman dogrulara iletir.

Selametle.
sorularim devam edecek simdilik bukadari kifayet eder.

**

Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 04-02-05 15:41

Hırsızlık yapan erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah"tan bir ceza olarak ellerini kesin. Allah Azîz"dir, Hakîm"dir.


Kim zulmünden sonra tövbe eder, halini düzeltirse kuşkusuz Allah onun tövbesini kabul eder. Allah çok affedici, çok merhametlidir. ( maide ,38-39 )

Bu ayet den cikarilacak Hükümler sunlardir.

1- Hirsizlik edenin kadin-erkek elleri Kat edilecek ( kesilecektir )
2-Tövbe ederlerse Kesilmeyecektir.

Islam adina airlardir tartisilan Bu beyyine de omurga ellerin Kat edilmesidir.

Nedir Ellerin kesilmesi ?..

Kani ve siddeti pek seven satanist yaklasim bu ifadeden tek sey anlar:

hirsizlik edenin elini kolunu kopar at !..

Bu anlayisla 21.yüzyilda acligin ve sefaletin kol gezdigi Mogadisu da ac kaldigi icin simit calan bir cocun elini keser atar ve Islam i dünya önünde rezil eder.

hz. ömer in Kitlik yillarinda yemek calan insanlari af ettigi belgelidir.

Af isini gecelim bu esnek bir konudur. cünkü trilyonlar götüren bir hirsiz ile simit calan bir hirsiz ayri seylerdir.

Kesmek e bakalim biz

" Yed " el sözcügü 1-bu organin bilege kadar olan kismini 2. dirsege kadar olan kismini,3- omuza kadar olan kismini ayni anda ifade ettigi gibi " KAT " kesmek sözcügüde 1-kesip atmayi,2- yaralayip kan akitmayi ayna anda ifade eder. Bu yüzden Maide "Müfesser " Yorumlanici bir ayettir. Bu yüzden KURAN bu ayete bu niteligi veren deyimi Yusuf suresinde hem de iki kere yorumlamistir. ( Yusuf 31- 50 )

Bu Ayetlerin ikisinde de Kat tabiri kullanilmaktadir. Buradaki yorum ellerin kanatilmasidir.

Bu ayetlerden yola cikarak SIKINTIYA düsmeden denir ki:
Maide 38 deki el kesmenin anlami:

hirsizin elinin bir sekilde kanatilip ISARETLENMESIDIR !. Toplum icinde bu ceza Caydirici Olacaktir. ve Islam hukukunda Ceza caydirmak icin verilir SAKAT BIRAKMAK icin degil..

Iste ISLAM .. ve

Iste Satanizm in Yaptigi..
Yorumu kendiniz yapin.
_________________


**Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 04-02-05 15:55

Simdi hz. Muhammed in Sünnetine bakalim :

Bizim Kan icici Ulemamiz yani kendi Dinlerine ISLAM yaftasi vuran SATANISTLER aslinda pek Sünnetcidirler Fakat KAN KOKUSU duyunca Sünnetin de pek önemi kalmaz onlar icin :o)

Bakin Nisa 34 de ki " kadinlari dövün " meselesine Ve Zina nin Kanitlandigi andaki Kuran Cezasina..
Simdi Peygamber aise yi ne döver ne dövdürür Babasinin evine yollar..
Peygamber in RECM i de yoktur. Bir tek yahudi Kadini haric yahudi oldugu icin yahudilerin kanunlarinin uygulanmasina ses cikartmamistir.Yani recm eden yahudidir.
Bunlar Satanist Ulema nin umurunda bile degildir.Kadini dövmek ,ve RECM etmektir onlarin isi..

Burada da Hirsiz in elini keser atarlar.yani Kuran in Kendi ic dinamikleri calistirilarak ortaya koydugu yorumun yerini onlarin Fikihlarinda yazan Cehalet alir.

Kendilerine:

Kamu malindan Calan sahabisinin neden Kolunu elini koparip atmak yerine cenaze namazina katilmadigini sordugunuz da ise sessiz kalmayi tercih ederler.

Soruyorum:

Hz. Muhammed hangi hirsizin elini kolunu koparip atmistir ?..

Neden o SATANIST SERIAT Acliktan SIMIT calan mogadisulu cocugun Elini Bileginden kesip atmakta sakinca görmez Hatta bunu ibreti Alem icin dünya huzurun da yaparak Yaptigi rezalete de ISLAM yaftasi vurark Allah in dinini Dünya önünde rezil ve rüsvah eder ?..

Arabca mi bilmezler ?
Kuran dan mi Anlamazlar ?..

Bunlardan Cok iyi anlarlar ama amac SEYTAN a Hizmettir.
Islam dinini Rezil edip Insanlari Allah dan uzaklastirmaktir.

Kisacasi Allah -Peygamber adi kullanarak SATANIZM i yaymaktir.


Kuranda Allah Allaha Ve Resulune ittatir emrediyor.
Diyor Kiyamcigim :o)

Bakin simdi Bu sünnetciler resul e nasil itaat ediyor Seyredelim.

Kuran da namazda rekat sayisindan asla söz edilmez. Bu demektir ki:
Rekat sayisi Sartlara,duruma göre ICTIHADI olacaktir !..

Hz. Resul bu Ictihadi,Ümmeti adina yaparak Namazin OLMAZSA OLMAZ kismini yani olmasi gerekenin ASGARISINI göstermistir.

Bu yolculuk Hallerinde her vakit icin 2 rekattir.Ve bu 2 rekat kilis yolculukta bir ruhsat degil bir AZIMETTIR !

Yani YOLCULUK HALINDE HERKES namazini 2 REKAT KILACAKTIR !

Simdi Bakin Bu Peygamber e asik Sünnetci SATANISTLER ne yapar Fikihlarina bakin :o)

Bunlar peygamber in Olmazsa olmaz dedigini ve Uygulamasini " NIYET " sartina baglamis ve söyle demislerdir:

" Eger yolculuga niyet ederse 2 rekat kilar,niyet etmezse Mukim ( Ikamet yerinde oturan ) sayilir ve YOLCULUK HÜKMÜNDEN yararlanmaz :o)

Güzel degil mi ?..:o) Hem yolculuk et Hemde yolculukta sayilma..

Kitabu"l FETVA hem ala hem seker
Gönül incitme de Keyfin neyi istiyorsa BECER !.. :o)

Peygamber in hayatinda böyle bir Uygulama yoktur.Tam aksine O sefer hallerinde Namazi hic degistirmeksizin 2 rekat kilmistir.

Ne oldu SÜNNET e ?..

Yolculuk halinde CUMA namazi kilmak da FARZ olmaktan cikar.

Yolculuk Hali Olmazsa namazlar vakitlere göre:
sabah:2
Öglen:4
ikindi:4
Aksam:3
Yatsi:4
Cuma:2 rekattir.

Tatavvu yani fazla sevap icin kilinan namaz yolculuk halinde de Ikamet halinde de serbesttir. dileyen diledigi kadar kilar.

Ne yazik ki ILMIHAL kitaplari ( Lütfen bakin arastirin ) Yolculuk halinde Farzlarin 2 rekat kilinmasini yazmakta ,ama arkasindan " SÜNNET " adi altinda Farzin bir kac kati Namaz Emretmektedir.

Bunun Akli ve DINI gerekcesi nedir ?..
Bu Nasil SÜNNET ?
KIMIN SÜNNETI ?

Peygamber in Farzlari bile Yariya indirip Uyguladi bir Ibadet Nasil olur da bir takim REVATIP eklemelerle üc-bes katina cikarilir ?..

Ilk Kusaklarda Yolculuk halinde FARZ disi namaz kilanlarin siddetle Azarlanip kinandigini görüyoruz. Ki Kilanlar bunu Din kurali haline getirmeden cekinerek kilmislardir. ona ragmen AZARLANMISLARDIR ! siddetle KINANMISLARDIR ( Ibn Hemmam 2/557-560 )

Bu gün ise bunlar Ilmihal kitaplarinda DIN emri Olarak Müslümanlara Okutulmaktadir.
Bu Nasil SÜNNET ?..
KIMIN SÜNNETI ?

Yolculuk halinde seferi olmayan bir Imama Uyan yolcunun,Farzini 4 rekat kilacagi Uygulamasi da bidattir YALANDIR !

Tekrar yaziyorum namaz sefer halinde 2 rekat kilinir ister Cemaatle ister tek basina Ister Mukim bir Imam Ardinda..

Cünki Yolculuk halinde 2 rekat namaz Kilmak Bir AZIMETTIR !

Bu Azimeti Uygulamamak icin FARZIYET ifade eden bir BEYAN ,bir NAS gereklidir. Böyle bir BEYAN YOKTUR !

O Halde Böyle Bir SÜNNET uygulamasida OLAMAZ !..

O halde bu gün Uygulanan SÜNNET nasil bir SÜNNETTIR ?..

KIMIN SÜNNETIDIR ?

BU HALIFE OSMAN in SÜNNETIDIR !..

Osman yolculuklarda Namazi 4 rekat kilmaya Baslamis ve kendisine itiraz edip Kinayan Sahabilere kendini söyle savunmustur:

" Böyle kildim ki: Halk Namazin iki rekata indigini sanmasin " :o) ( Turtisi ;114-116 )

Osman in Bu ÖZRÜ KABAHATINDEN DAHA BÜYÜKTÜR !..

Halkin yanlis anlamasini önlemek icin Din e ilave yapmak ve RESUL ün sünnetini mi degistirmek gerekir ?..

Bakin Lütfen ILMIHAL kitaplarina Bunlar her Namazi iki Kisma ayiriyor.

FARZ ve SÜNNET.

Bir defa Bu Bir Tabir saptirmasidir.
NAMAZ FARZINDAN IBARETTIR !

SÜNNET ise bir Ibadetin Uygulanis bicimi anlatilirken söz konusu edilir.

Ama bunlar Namazi FARZ ve SÜNNET olarak ayirark Ibadeti ALLAH ve Peygamber arasinda bölüstürmektedir.Nitekim bu Bölüstürmenin yikici sonuclarindan bir tanesi Hanefi FIKIHINDA söyle gecer:

FARZLARI kilmak ALLAH RIZASINI kazandirir.
SÜNNETLERI kilmak ise PEYGAMBERIN RIZASINI kazandirir.

SÜNNET KILMAYANA PEYGAMBERIMIZ SEFAAT ETMEZ ! ( Ibn Hemmam 3/51-56 )

Bu Bir SIRK mantigidir !.. Islam ile Muhammedani Teblig ile uyusmasi asla MÜMKÜN DEGILDIR !

Ne Demek Allahin Rizasi ve Peygamber in rizasi ?

Ibadet sadece ve sadece ALLAH a yapilir ki hz. Peygamber de Allah a yapardi :o)

Namaz gibi bir TEMEL IBADETE ALLAH in elcisini Allah in ( Hasa ) Ortagi gibi Sokmak örtülü bir PUTPERESTLIK degilse GAFLET ve DELALET in Hangi türüdür ?..

Daha Namazlara deginecegim Canim Halkim !..

Bakin namaz diye Takla atanlarin kildigi namaz kimin namazi ?..

Bunlarin DIN e Olmazsa olmaz diye sokup DIN &ltEMRI haline getirdikleri namaz türlerini beraber inceleyecegiz

Tatavvu,nafile,revatip,Kaza ,teravih,Kusluk,tesbih,Kandil namazlari,evvabin,sükür gibi bidatlari hep beraber görüp Ibret alip ve Bu SÜNNET in KIMIN -KIMLERIN SÜNNETLERI oldugunu Görecegiz..

simdilik Hoscakalin

**

Yazan Kişi: Sinan1122
Tarih: 04-03-05 02:56


Selam.

@Alpi: Yolculuk Hali Olmazsa namazlar vakitlere göre:
sabah:2
Öglen:4
ikindi:4
Aksam:3
Yatsi:4
Cuma:2 rekattir.

**********************

Nisa Suresinde yanilmiyorsam 102. Ayetiyle baslayan bir aciklama var, Namaz rekatlarinin enaz iki rekat oldugunu anlayabilecegimiz bir konu geciyor. Ki, buda savas esnasinda askerlerin nöbetleserek enaz birer rekat kildiklari namazdir. Bunun disinda, özelliklede günlük namaz rekat sayilarini belirleyen bir mesaj yok.

Onun icin sorum su; Bu minimum rekat sayilarin belirlenmesi hangi kaynaga göredir?

**

Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 04-03-05 15:52

Sinan Merhaba;
O bana sordugun soruda yani benim yazdigim makalenin icinde Yaniti var.

Dedim ki: Kuran Namazin rekat sayisindan hic bir sekilde söz etmez.Bu demektir ki:

REKAT SAYISI ICTIHADIDIR !

Bu Ictihad Peygamber tarafindan yapilmis ve Konu Ibadet alani oldugu icin degismesi Söz konusu olmamistir.ve hic bir zamanda olmayacaktir.
Cünkü Bu alan akil ve kiyas alani degildir.Vahiy ce Tevhid gelenegi alanidir.

Bu Alanda Biz RESUL den ne Görmüssek onu yapariz.

Bu gayet tabii Farz namazlarin rekat sayisidir. Farz disi kalan namazlarin rekat sayisi veya tartismasi olmaz.

**

Yazan Kişi: Sinan1122
Tarih: 04-03-05 16:36


Selam Alpi.

Diger baslikta fikrimi belirttim, buraya da kisaca cevap yazayim.

Kurani Kerimi tek rehber olarak ele alirsak bize Rekat konusunda bir cember cizmemis, sadece Nisa suresinden anlasabilecek tek yorum Namazin enaz iki rekat oldugur. Esas alabilecegimiz en minimum ölcüde burada belirlenmis. Bunun disinda hüküm veren bir Ayet yok, hüküm disinda da hüküm olamaz.

Kisacasi ben bu konuda farkli düsünüyorum.

**

Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 04-03-05 20:07

Temel Ibadetler konusunda Farkli düsünmemeni Öneririm dostum.

Namaz -Hac -Oruc peygamberin Gösterdigi gibidir.

Hadis demiyorum dikkat et.

**

Yazan Kişi: Sinan1122
Tarih: 04-03-05 20:30


Selam.

Peki ama kaynak belirtmedinki, hadis demiyorum diyorsun, peki bu bilgilere nerden ulastin?

Yok, ben keyfim icin farkli düsünmüyorum, baska saglam kaynak olmadigi icin böyle düsünüyorum

**

Yazan Kişi: KIYAM
Tarih: 04-03-05 20:46

Sinan

Sünnetten kopuk bir Namaz anlayisi olarak tam isbat etmissin derim.
Ne varki Resulullahin Beyan vasfini ve görevini tememan saf disi birakmissin.

Eh Sünnete bu demli yaklasan bir arkadasla konusulacak pek bir sey olmasa gerek.

Alpi

Namz hususunda Sünnete uymus olduguna göre diger ibadetlrde de ayni yolu izledgni anliyorum.

Seninle bu konuda ayni cizgide bulusabildgimize sevindim.

Sünneti ya kabul edriz veya etmeyiz. Bunun orta yolu olmaz. Sen bir kismini kabul eder diger bir kismini etmezsen, baskasi cikar senin kabullendigini kabullenmez. Yani Peygamber sünneti bitpazarina dönüsür. Iste Islam yapilabilecek en büyük ihanet budur.

Hadis, kelime olarak Kuran kaynaklidir. Manasi ise teleffuz etmek, konusmak, anlatmak gibi anlamlara gelir.

Resulullah Namazin kilinisini fiilen gösterdigi gibi lafzende anlatmistir.

Zaten Fiili Sünnetin bizlere intikali lafzi rivayetlerle degilmi ?

Gelelim Sünnet Lafzinin Kuranda gecmesine.

Kurani kerim Sünnet kelimesini defalarca kullanmistir. Bazilari "Sünnetullah" Olarak fakat yine Bazilarina Gecmis kavimlarin yasantisi, üzerinde bulunduklari yol, tavir, uyguladiklai kanun gibi anlamlar yüklemistir.
Bu tanima Peygamberleride dahl etmistir.

Tabi bunu anlamak icin mealleri degil, Arapca Kurani okumak gerekli. Cünki mealler siyak ve sibake göre Sünnet kelimeleri yerine baska manalar yüklemislerdir.

Bak :Nisa 26
Ahsap 38
Fatir 43
Ahsap 62
Fetih 23
Hicr 13
Kehf 55
Ali Imran 137
Isra 77


mesela Isra süresinde Allah u Teala söyle buyuruyor :

Bu senden önce gönderdigimiziz elcilerimizin de yasasidir ( Kuranin arapca metninde Sünnet )

Hoscakalin

**

Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 04-03-05 20:48

Kaynak SÜNNET !..

Ama hangi Sünnet ?..Buraya dikkat edelim

Hz,Peygamberin ,Allahin elcisi sifati ile aldigi vahiylerin Uygulanmasindan dogan Davranislar ve sözlerden dogan SÜNNET ki KURAN da böyle olusmustur.

Hz.Peygamber in yasadigi toplumun ve zamanin geleneklerini deiger insanlar gibi yasamasindan dogan sünnet degil..

Bunlari birbirine karistirmamak gerekir.

Islam da birincisine Sünnet-i HÜDA veya Sünnet-i IBADET denir.

Ikincisine ise Sünnet-i ADET veya zevaid denir.

Iste sünnetin En yikici ayak kaymasinin oldugu yer Bu ikisinin dikkate alinmamasindan dogar.Baska Bir deyisle birbirine karistirilmasindam

Sinan dostum sakin ha.Sünnet e karsi cikma..Bu seni Mahveder.

Benim yazdiklarim elstirdiklerim Hurafelere Karsidir. Peygamberin sünnetine karsi cikmak asla ve asla aklimdan gecmez böyle bir Hata dan Allah a siginirim.

**

Yazan Kişi: Sinan1122
Tarih: 04-03-05 20:51


@Kiyam: Sünnetten kopuk bir Namaz anlayisi olarak tam isbat etmissin derim.
Ne varki Resulullahin Beyan vasfini ve görevini tememan saf disi birakmissin.

Eh Sünnete bu demli yaklasan bir arkadasla konusulacak pek bir sey olmasa gerek...

*******

Benim kildigim namaz emin okul ki senin kildigindan hicte farkli degil. Ayrintilarin odakligina inip neyi tam olarak ne sekilde yapmam gerekiyor derken insan esas gayeye ne kadar hazirda durabilir bunu ben bilemem.

Sen bir baslik actin, Kurani Kerime uyan kisilerden cevap istedin bende cevabimi yazdim. Aramizda görüs farki varsa buna bende birsey yapamam.

Hayirli günler kardeslerim.

**

Yazan Kişi: KIYAM
Tarih: 04-03-05 20:52

Alpi

Seni tüm cani gönülden kutlarim dostum. senden bunu beklerdim.

Zaten konumuz Sünnetin bizleri baglayan yönüdür !
Yoksa Adet, anane ve benzeri tutum ve davranislar bizi bagladigina dair bir deli olmadikca serbesttir.

**

Yazan Kişi: KIYAM
Tarih: 04-03-05 20:55

Sinan

Var vaaaaarrr, hemde cok. Ama konuyu zamanin akisina birakalim istersen.
Zamani geldikce deginiriz Insallah.

saygilar

**

Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 04-03-05 20:56

Kiyam dostum;

Beni kutlaman gerekmez!.. Ben müslümanim !..
Ben sadece Dinimin bana söyledigini Yani Dogru olmayi uygulamaya calisiyorum.

Bu Her Müslüman in Görevidir.

Saglicakla

**
Yazan Kişi: KIYAM
Tarih: 04-03-05 21:18

Bindik bir alamete gigiyoruz kiyamete..Seni anlayana askolsun be dostum, zor bir adamsin vesselam

**
Yazan Kişi: KIYAM
Tarih: 04-03-05 21:23

ALPI

&gt&gtKuran da Emredilen el kesilmesi:

Toplum Huzurunda Hirsiz in elinin Bicakla Isaretlenmesidir.

Bu Hirsizin Toplum icinde bir süre utanc icinde Damgali olarak dolasmasini ön görür.&lt&lt&lt

Dostum bu renkli anlatiminin kanagini yazmayi unutmussun.

Made by Alpi ??

**

Yazan Kişi: KIYAM
Tarih: 04-03-05 21:28

Ps: Yani Kuranda böyle bir yöntem yokta ondan, hani sadece kuran diyoruzya :-o O bakimdan anlarsinya ;-o

**

Yazan Kişi: Sinan1122
Tarih: 04-03-05 21:33


Alpi,

@: Sinan dostum sakin ha.Sünnet e karsi cikma..Bu seni Mahveder.

Sünnetlerin bir kismini kabul edecegiz, digerleri söyledir diyerek kabul etmeyecegiz öylemi.

Ha bakin sunuda söyleyeyim, burda ben Alpi kardesten veya diger arkadaslardan esinlenerek bunca zaman fikirlerimi iletmedim. Alpi ben Sünnete karsi degilim diyorsa o onun bilecegi is.

@: Hz,Peygamberin ,Allahin elcisi sifati ile aldigi vahiylerin Uygulanmasindan dogan Davranislar ve sözlerden dogan SÜNNET ki KURAN da böyle olusmustur.


Sünnetin kaynagi bildigimiz nakiller ise, senin bahsettigin konuda buna dayaniyor. Bu konularda benim tavrim belli, daha fazla söz almaya gerek duymuyorum.

selametle

**

Yazan Kişi: KIYAM
Tarih: 04-03-05 21:49

Durum hangi mihrakta olursa olsun sunu kesinlikle kabullenemiz gerekir.

Kurani Kerimi nasilki Allah u Tealanin bizatihi kendisi insanlara getirmedi, Cebrail A.S I vasiti kilmis ise Kuranin Hayata Tatbik keyfiyetini ve bundan dogacak sorulari ve problemlere cözüm üretmesi icin Resulullahi görevlendirmistir.

Resulullahi ve onun lafi gerekse ameli sünnetini birtarafa atarak Kurani kendi rey ve görüsüne göre yorumlamak Kurani Peygamberden daha iyi bilmek iddasiyla esdegerdedir. Kimse Kurani Resulullah ve onun Sahabesi kadar iyi bildigini iddia edemez. O Halde Kurani tam hakkiyla anlayip haytimiza indirgeyebilme anca ve anca Resulullaha uymaktan gecer.

Aklsi takdirde Resulullah sadece bir postaci vazifesi üstlenmis olur.

Bu durum ise Ögretmensiz bir okula benzer.

**

09.08.2005 19:58

EHL-I SÜNNET KASIDESI :o)
 
Yazan Kişi: xoxMURATxox
Tarih: 03-25-04 01:32

EHL-İ SÜNNET KASÎDES İ

Ehl-i sünnet i’tikâdı, sana önce, lâzım olan,
Yetmi ş üç fırka var, ammâ, Cehennemlik geri kalan,
Müslimânlar, hep sünnîdir; cümlenin reîsi Nu’mân.
Cennet ile müjdelendi; îmânda bunlara uyan.
İ ’tikâdı sa ğ lam edip; sonra islâmiyyete ba ğ lan!
İ slâmın be ş ş artını yap; harâmlardan sakın hemân!
Bir günâhı i ş ler isen, tevbe et, kaçırma zemân!
Kim ki uymaz islâma, birgün olur, elbet pi ş mân.
Dinsize sakın aldanma, mahv olursun sen de, amân!
Tatlı söze inanırsan; olur sonra, hâlin yamân!
İ ki yüzlüler ço ğ aldı: dı ş ı melek, içi yılan,
Tuza ğ a dü ş ürmek için; dost görünür, hem de candan.
Herkes kendin haklı sanır: Kötü der, bana uymayan.İ slâmiyyet terâzidir, odur haklıyı ayıran!
İ slâma uymıyan bil ki; do ğ ru yoldan sapık insan.
Bu söze inanır elbet: Târîhi iyi anlıyan.
Neden doktora ko ş uyor; herhangi bir yeri a ğ ran?
Çünki, ölmek sevmez kimse; her ş eyden dahâ tatlı, can.
Sonsuz ya ş amak arzûsu; bende yokdur, var mı diyen?
Ölmek, yok olmak de ğ ildir; kabîr hayâtına inan!
Cennet sonsuz, Cehennem de; haber verdi, bunu
Kur’ân,
Sonsuz derdden sakınmalı; hattâ, olsa da, bî gümân,
Buna inanmıyan da var; yarasa kaçar ziyâdan.
Karga çöplükden tad alır; bülbüldür, gülü arayan.
İ slâmı elbet sevemez, nefse, keyfe dü ş kün olan.
Bu ikisi, bir olur mu? Ayrıdır iyi, fenâdan!
Müslimânlar, hakkı tanır, her mahlûka eyler ihsân,
Îmânsızlar, yılan gibi; lezzet alır can yakmakdan.
Amân yâ Rabbî el’amân; ne mü ş kilmi ş âhır zemân,
Din bilgisi unutuldu; pek azaldı nemâz kılan,
Mason olanlar, sinsice; dîni yıkmakda her yandan,
Komünistlerde i ş kence; müslimâna ölüm, zındân.
Bugünkü ş a ş kın hâlleri, eylemi ş di, Resûl beyân.
Demi ş di: (Birgün gelecek; garîb olur, bana uyan.
Her evde, çalgı çalınır; i ş itilmez olur ezân,
Âlim bulunmaz bir yerde, câhillere kalır meydân!
Mü’minler, olur zevallı; kâfirler, sanki Süleymân,
Kadına uyar her erkek; olur evde hâkim, zenân,
Yüksek binâlar yapılır; kelb di ş i gibi apartman.
Yolculuk sür’atli olur; uzaklık kalkar aradan.
Zekâ, çok ş ey bulursa da; gaflet, gitmez insanlardan.)
Birgivî [1] kitâbda yazdı, eyledi çok hadîs beyân:
Kıyâmet alâmetleri, çıkar, birbiri ardından,
Alâmetlerin me ş hûru, serho ş olur; pek çok kesân.
Âlim diye tanıtılır, dinden haberi olmıyan.
Zâlime ikrâm olunur, kurtulmak için belâdan.

Hayâsızlık pek ço ğ alır, deyyûslara kalır meydân,
İ nsanların en alça ğ ı, Moskovada okur fermân.
Herkes kendin âlim sanır, Müslimâna denir nâdân.
Do ğ ru konu ş an azalır, yalancı söyler durmadan.
Çok medh edilen kimsede, bir zerre bulunmaz îmân,
Erkekler de kadın gibi, ipek giyer, sıkılmadan.
Gınâ, zinâ san’at olup, kız yerine geçer o ğ lan.
Kadınlar dar libâs giyer, hep açılır baldır, gerdan.
Fitne kaplar her tarafı, adam öldürülür yokdan.
Bid’at yayılır her yere, kalmaz sünnetlere uyan.
Deccâl gibi vicdansızlar, uydururlar binbir yalan,
Bir kimse do ğ ru söylerse, saldırırlar her tarafdan.
Erkekler dînini bilmez, ta ş kınlık eder çok nisvân,
Emr-i ma’rûf unutulur, fısk emr eder ş aklaban.
İ slâmiyyet kötülenir, harâm i ş lenir her yandan.
Müslimânlık lâfda kalır, ses için dinlenir Kur’ân.
Mü’mine gerici denir, kayrılır mürted olan.
Bunların hepsi muhakkak, olur kıyâmet kopmadan.
Büyük alâmet Deccâldir, çıkaca ğ ı yer, Horasân.
Sonra, Ş âmdaki Câmi’e Îsâ inecek semâdan.
Bir hadîsde buyuruldu, (Kızım Fâtıma evlâdından,
Babası Abdüllah olan, Mehdî adında bir civân.
Çıkıp dine kuvvet verir, cihâna yayılır îmân,
Îsâ aleyhisselâmla, birle ş erek ol pehlivân.
Deccâlı da öldürürler, dünyâ dolar adl-ü emân.
Ye’cüc Me’cüc adındaki, kavim çıkar sed ardından.
Sayısı milyonlarcadır, her tarafda dökerler kan.
Dâbbet-ül-erd çıkar sonra, Mekkede Safâ altından.
Da ğ kadar bir hayvandır, ayırır iyiyi fenâdan.
Dahâ sonraki alâmet, güne ş , do ğ acakdır garbdan.
Kâfirler bunu görünce, îmâna gelecek cem’an,
Fekat, kabûl olmaz artık, do ğ ru yola gelen mihmân.
Alâmetlerin biri de, Adenden çıkan bir duhân.
Kâ’beyi yıkacak hem de habe ş renkli birkaç yaban,
Yer yüzünde kalmıyacak, büyük ni’met olan Kur’ân.

Müslimânlar hep ölecek, ya ş ıyacak ehl-i tu ğ yân.
Her kötülü ğ ü yapacak, insan adlı canaverân,
Lâkin Hicâzdan bir ate ş , verip herkese heyecân.
Ş a ş kın, azgın dola ş ırken, kıyâmet kopar nâ-gehân.
Dahâ neler olur, ammâ söyleyemez onu, lisân.)
Ne hazîndir, ne yazıkdır; Ma’bûd oldu, falan filân,
İ lâhî, sen korumazsan, olur hep sonumuz giryân.
Bu irtidâd modasında; i ş imiz suç, günâh, isyân.
İ nsanlar, yolu ş a ş ırdı; gemisin kurtaran kaptan!
Etrâfımın zulmetinden, beni de kapladı nisyân.
Ömür geçdi, pek sür’atle, uyan gönül, artık uyan!
Hep, bu dünyâya çalı ş dın; âhıretin oldu ziyân.
Dü ş dün bedenin pe ş ine, kalbini eyledin vîrân.
Akla, ilme hiç uymadın; nefs oldu, sana kumandan,
Geçdi gençlik, hep gafletle; dünyâ hırsındasın el’an.
Nasîhat hiç dinlemedin; yoldan çıkdın, sanki sekrân.
Dünyâ zevklerine daldın; ş imdi hâlin âh-ü figân.
Hâinler aldatdı seni; sandın sonsuz bu deverân.
Didinmeler, bo ş a gitdi; yâr olmadı, servet sâmân!
İ slâma uyan kimse, anladım olur ş âdümân,
Ne yazık, ömrü uçurdum, ye’is çökdü, her tarafdan,
Ke ş ki, Kur’âna uysaydım; olurdum, ebedî sultân,
Dünyâya mâlik olsa da; kalmıyor insân bî pâyân!
Hani Dârâ ve İ skender; hani Roma, hani Yunan?
Hani Nemrud, hani Fir’avn; hani Kârun, hani Hâmân?
Hani Cengiz, hani Hitler!
[1]
nesi kaldı, zikre ş âyân?
Edison,
[2]
Markoni, Pastör, âhıretde bulmaz ihsân!
Dünyâya fayda verenler; sanma olur, kâmil insan!
Yılandan tiryak yapılır; zehir olur ba’zan derman!
Sakın bakma görünü ş e, insanın kemâli, îmân!
Îmân eden, tenbel olmaz; çalı ş ınız! diyor Sübhân,
Tenbeli ve gericiyi; zem etdi Nebiy-yi zî ş ân,
Bir hadîsde buyurdu ki (Rabbe mahbûbdur, çalı ş an!)


Rûhu da, dü ş ünmek lâzım; hep bedeni besler, hayvân!
Bu bedenin sa ğ lamlı ğ ı; geçer, sanki âb-ı revân!
Evet, beden lâzım, çünki; odur, rûhumuz ta ş ıyan.
Her birin korumak gerek, böyle olmalı, müslimân!
Nebiyyullah, bo ş durdu mu? İ yi dü ş ün, eyle iz’an!
Eshâbın hepsi olmu ş du; sulhda üstâd, harbde arslan.
Bunları bildi ğ im hâlde, nefse uydum, hâlim lerzân.
Günâhlardan sakınmadım; böyle mi olurdu ş ükrân?
Hilmi ümîdini kesme, Rabbinin ismidir, Rahmân!
İ lâhî imdâd et bize; etrâfımız sarmı ş dü ş man!
Kitâb, gazete, film, radyo; olmu ş hepsi birer ş eytân.
Bunlar do ğ ruyu gösterse; olur idi, hepsi burhân.
Bilgi, fen kaynakları da; niye aceb, böyle husrân?
Yeni fizik, modern kimyâ seni gösteriyor, her ân!
Her zerre diyor, Allah var; atomdan tâ be âsümân!
Fekat, bunları gören yok; kalblerden silinmi ş irfân.
Hakka inâd edenlere; olur dünyâ elbet zindân!
Avrupa, Amerika hem; Asyada da, niçin buhrân?
Çünki, Hakkı görmiyorlar; kafalarını sarmı ş dumân,
Maddede yükselmi ş ammâ; haberi yok insanlıkdan!
Râhat, huzûr beklenir mi komünizm ve masonlukdan?
Se’âdete kavu ş amaz; islâmlıkdan uzakla ş an!
Moskova radyosu hergün; dine çatdı, bu Ramezân.
Çok alçakça, pek nâmerdce; İ slâma eyledi bühtân.
Küfr, devâm ederse de; zâlimler kalkar aradan,
Zâlime imhâl ederim; ihmâlim yok! dedi Yezdân.
Müslimânlar üzülmesin; Kur’ânı hıfz eder Deyyân!
Târîhde hep böyle oldu; küfrde geldi, Peygamberân,
Dünyâyı zulmet basınca; do ğ ar idi ş ems-i tâbân,
Ş imdi de hidâyet ş emsi; do ğ acak, Anadoludan!
Hidâyete ermek için; Habîbullah, verdi imkân!
Habîb ne demek? Dü ş ünse; kemâlini anlar, insân.
Yâ Rab! büyük nebîdir O; köleleri, olur sultân!
Bir kalbe sevgisi dolsa; eder envâr, ondan feyzân.
Niye görünmüyor o ş ems? A’mâ olmu ş , bütün cihân,
Sonsuz ni’met, büyük ş eref; Onu sevmekde, bî gümân.

Onun sevgisine vallah; mâlım, cânım olsun kurbân!
Ş ekerin tâdını bilmez; a ğ zına koymıyan bir ân.
Günâhkârım, yüzüm kara; fekat kalbim, a ş kla lem’ân.
A ş kîle pek çok ya ş dökdüm; ş âhiddir, hâk-i Erzincan!
Bu sevgi, cürme son verdi; hâlim oldu, nâle figân.
Bilinmez son nefes, ammâ; se’âdete budur ni ş ân!
Ni’met, Onu sevmek imi ş ; oldu bana ş imdi ıyân!
Habîbin yanında olsun; bu a ş kı bizlere sunan!
1960 Mîlâdî 1380 hicrî
Erzincan

**
Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 03-25-04 20:40

Ehl-i sünnet i’tikâdı, sana önce, lâzım olan,
Yetmi ş üç fırka var, ammâ, Cehennemlik geri kalan,
Müslimânlar, hep sünnîdir; cümlenin reîsi Nu’mân.
Cennet ile müjdelendi; îmânda bunlara uyan.



KIM kENDINI CENNETLIK ILAN EDERSE BILIN KI YERI cehennemdir !...

Hz. Muhammed

Degisik bir kaside :o)

Muaviye mi yazmis yezid mi ?

Yoksa Seytanciligin babasi; Itikad-u Ehli"s sünne ve#L cemaa nin yazari SEYH adi bin MÜSAFIR mi ?

Tanimadin mi ?

Hani su : Ilmin Kapisi Allah in arslani Hz.Ali Kafir oldu diyerek Onu Mescit de katledenler,Hani Peygamber evlatlarini zehirleyip,Kerbela da lime lime Dograyanlar,Bununla da yetinmeyip 76 yil Islamin Mabedlerinden onlara lanet okutanlar Hah iste onlar bildin mi ?

Iste O cennetlikler !..

:o)

09.08.2005 20:08

Edison u Cehennem e Postalayan YOBAZ !
 
Dinin altindan butun felaketlerin kaynagi olan bu cehaleti Turk insaninin cikarip atmasi lazimdir. Bu din dusmanlariyla barisir ve yasar. Bu dini dusmanlari asla tokezletemez ve yikamaz. Bu dini perisan eden cehalettir. Onun icin dikkat edin, Kur"an"in ilk emri OKU"dur. Insan hayatindan once neyi kovmak istedigini Kur"an insanliga ilk emri ile bildirmistir:OKU. Yani cehaleti defet! Ikinci ayet tercumesi vahyedilen; kaleme ve yazdiklarina yemin eden ayetlerdir. Birinci emir oku, ikinci emir kalemi ve yazdiklarini kutsa. Yani once oku, sonra yaz, eser uret, adam ol, kisaca. Ondan sonra ayaga kalk! Kur"an"in ilk emrini Islam dunyasi nasil cignemis goruyorsunuz. En az okuyan kitleler arasinda musluman kitleler var. Kur"an"in dediginin tam tersi. Yasadigimiz gunlerde Kur"anin ilk emri OKU! olmaktan cikarildi!, ilk emri kendisinden olmayana söv, o hale getirildi. Gokten tas dusse bunu musluman nufus kagidi tasimayanlardan biliyor. Oyle bir suur felaketi, bir karanlik yarattilar.

1.5 milyarlik Islam dunyasi, kullandigi tuvalet kagidindan arabaya kadar hicbirseyde imzasi yok! Sadece hazir aliyor, yiyor. Kambur gibi insanligin sirtinda! Ve ne kadar acik ve eksik varsa onu da o urettigi, degerlerini alip kullandigi insanlarin sirtina yukluyor. Kendisinin hicbir gunahi yok. Ve elestiremezsiniz.. Gozunuzun ustunde kasin var dedin mi, "isin gucun yok da muslumanlari mi elestiriyorsun" diyor. Yani bu muslumanlar baskalarinin urettiklerini yiyecekler, kullanacaklar, keyif catacaklar, sonra da oldukten sonra da cennet bunlarin olacak!

Onun icin oturup tartisiyor Edison cennete gider mi? gitmez mi? Isigini yakiyor. Kardesim Edison cennete gitmeyecekse -coktan gitmis te Kur"an"a sorarsaniz- gitmeyecegini dusunuyorsan, o zaman sende Muhammedi bir vicdan varsa Allah"a yalvar! "Su adam, insanliga bu kadar hizmet etmis, bunu Yarabbi cennete koy sen. Senin lutfun bunu kurtarir" de. Ayip bu, cennete gitmesin diye mucadele ediyor. Nicin ediyorsun mucadele? Hz. Peygamber "Insanlara tesekkuru olmayanin, Allah"a sukru olmaz" diyor. Sen bu adama tesekkur borclusun!. Esen temenni etmekle hickimseyi Allah cennete koymaz. Allah senin mustahdemin degil! ama senin vicdanindan beklenen, -sen rahmet olan bir peygamberin evladi degil misin?,- sana dusen onun cennete gitmesi icin gayret gostermek degil mi? Sana yakisan bu degil mi? Hatemi Tai gibi azili bir puperest icin Hz. Peygamber dua ediyor, "comertligi yuzunden Allah"im onu mukafatlandir, aci" diye...Sen bu peygamberin cocugu degil misin? Ne istiyorsun? Edison zaten coktan cennete gitmis. Cunku musrik degil Edison. Kur"an acikca soyluyor. Musrik olarak olmemis bir insan, Allah ne kadar hesap sorar, azap eder ayri ama sonunda kurtulur ve cennete gider. Sirk batirir insani! Edison musrik degil, Kur"an"da acik yeri var. Derdin ne, insanligin onunde Edison"u cennetten uzak tutmak icin ugrasiyorsun? Sonra da diyorsun ki: "bu dinsizi kurtar". Buna inanirlar mi? Edison"u cehenneme gonderen bir din olmaz olsun demezler mi?! .....Diyorlar!!..........

Yani Edison"u cehenneme gonderen bir dini siz 21. yuzyilin onunde bu sizi kurtarir diye insanliga nasil kabul ettireceksiniz? Edison"la is bitiyor mu? Bakin nerelere geliyor dindeki cehaletin istismara hazirladigi hamurdan uretilen seyler?

Bunlar Turkiye"de ayni mabetin on safinda namaz kiliyor. Daha avluya cikmadan o, ona kafir diyor; o, ona zindik diyor. O, onun cocuklarini pic ilan ediyor; o, ona nikahsiz diyor. Niye? Cunku birisi bir partiden, oburu obur partiden; birisi bir tarikattan, oburu obur tarikattan; birisi bir mezhepten, oburu obur mezhepten. N"oluyor Kur"an"in dini!? Muhatabi insan olan, butun insanligi Allah"in kucagi gibi sarmak isteyen bir din, bir takim kliklerin ozel dini, ozel manifestosu oluyor. Kur"an Allah"tan Alemlerin Rabbi diye bahsediyor. Peygamberden Alemlerin Rahmeti diye bahsediyor. Bunlar Allah"i kliklerinin sefi, peygamberi de onun genel sekreteri yaptilar. Parti defterine bakiyor, tarikat defterine bakiyor. Orada kaydin varsa inaniyorsun, yoksa kafirsin! Gun dogarken deftere kayit oluyor. Sabahtan ayni adam Evliyaullah oluyor!, aksamdan kafir! Simdi, Kur"an dininin olculeri insan egosunun istahlarina endeksleniyor. Bakiyorsun Turkiye"de din, parti dini oluyor!

Din birakin bizim insanimizi kucaklamasini, Kuzey Kutbu"ndan Guney Kutbuna, Nijerya"dan Sibirya"ya kadar, hatta cag farki gozetmeden butun insanligi kucaklamak istiyor. Kur"an"in dini bu! Siz ne yapiyorsunuz!? Bir insan, bu dinin evrenselligine bu darbeyi vurduktan sonra bunun butun pratiklerini 24 saat hic durmadan icra etse bile, Kur"an"in anladigi anlamda bu adamin dini mini yoktur! Cunku yaptigi is, dinsizligin en zehirlisidir! Ne"rden bileceksin? Bunlari Kur"an soyluyor size! Ve Kur"an"dan iki insan rahatsiz Turkiye"de. Din meselesinin en dikkat cekici noktalarindan biridir bu:

1- Dine, Allah"a, ruha, ahirete soven adam, yani inkarci. Bu rahatsiz Kur"an"dan, gayet dogaldir.

Bir tip daha Kur"an"dan rahatsiz:

2- Aksama kadar din slogani atan, dinden servetler yapan, dinden saltanat yapan, dini kimseye birakmayan. Hatta Allah"i sollamaya kalkan din adina! O niye rahatsiz?

Cevabi Kur"an"da. Cunku Kur"an bunlara din adina kendilerinde vehmettikleri hakki ve yetkiyi vermiyor. Kur"an-i Kerim bunlara Allah"in vekili gibi hareket etme hakki vermiyor. Peygamberlik bitmistir diyor Kur"an-i Kerim. Hicbir insanin veya grubun Allah"in vekili sifatiyla insanlari yonetme, yonlendirme hakki yoktur. Adam Allah"in vekili sifatiyla kitleyi pesine takip goturmek istiyorsa, bu adam Kur"an"dan nicin rahatsiz olmasin soyler misiniz?

Kur"an diyor ki: Bir insan baskalarina iftira etmisse -20 tane ayet var Kur"an"da bunu duzenleyen, Nur Suresi"nde- insan haklarinin ihlalinde en agir mueyyideye, iftira sucuna girmistir. Insan onuruna indirilen en buyuk darbedir. Bir adam iftira etmis ve iftira ettigi belgelenmisse bu adamin ebediyyen taniklik etme hakki yoktur diyor Kur"an. Kur"an bunu diyor mu? diyor... Acin Nur Suresi"ni ilk 3-4 sayfayi okuyun. Orada vermistir. Siz simdi Turk parlamentosuna bakin! Allah"in kullarina iftirayi sanat yaparak oralara gelmis bir yigin serefsiz adam var orda! Kur"an dini din olursa, bunlar nasil din istismari yapacaklar? Dun, Diyanet Isleri Baskaligi"na getirdigi adami, sonra politik cikarlarina uymayan yorumlari oldugu icin bilim adamiymis, takva sahibiymis, insanliga su kadar sene hizmet etmismis hic umurunda degil! Derhal kafir ilan ediyor! Kur"an ona bu hakki verir mi!?

Bir Pis Damar Islam"in ilk gunlerinden beri musluman camiasinin basina bela olmustur. Simdi o pis damara da dikkatinizi cekeyim, zehirli kan tasiyan bir damar. Nedir o damar?

O damar Islam"in muazzez peygamberinden sonra en buyuk insan unvanini alan Hz. Ali"yi Islam"in mabedinde kafir oldu diye katletmistir! Dikkat edin! Kim Hz. Ali?

Islam"in peygamberine ilk iman eden erkektir. Butun hayatini Islam"in peygamberine, Islam hizmetine adamis, Velilerin Sahi unvani olan bir insan. Peygamberin verdigi iki unvan var ona:

1- Ilim Beldesinin Kapisi

2-Konusan Kur"an Bu Hz. Ali"ye Islam"in mabedinde hancer sapliyor, olduruyor onu secdede ve kafir oldugunu ilan ediyor. Dikkat edin! evimi yikti, tarlami aldi diye degil! Keske oyle olsa! Yetmiyor, o pis damar, onun kudurgan sehveti ve hirsi doymuyor bununla! Hz. Ali"nin evlatlarindan birini zehirliyor, oburunu Kerbela Colu"nde dogruyor, kadinlarinin irzlarina geciyor, mallarini talan ediyor! Doyuyor mu?! Yine doymuyor!.. Islam mabedinde 76 yil, peygamberin evladina lanet okuyor!

Simdi bu pis damar geri geliyor. Turk insani sunu bilecek, adami dun Diyanet Isleri Baskani yapan, ertesi gun kafir ilan edenler o pis damarin uzantilaridir.

Bunlardan kim imanina onay beklerse Allah belanizi verir.

Bazilari "Efendim ben ugrasayim da, bu bana musluman desin" gayretindedir.


Demez kardesim!, Hz. Ali" ye musluman demeyen sana der mi?

Imaniniza Allah"tan onay alma gibi bir kaygiya dustunuzmu yolunuz Kur"an"a cikar. Soyle soyliyeyim baska bir sekilde; yolunuz Kur"an"a cikmiyorsa Allah"tan onay alamazsiniz. O zaman imaniniz birilerinin vesayeti altindadir.


Allah kafasini Calistirmayan Toplumlarin Üzerine PISLIK YAGDIRIR !.. ( ayet-i kerime )

cagdasturk 09.08.2005 20:49

INANC MESELESI
 
Senin burada sundugun seyler milletin kafasini karistirmaktan baska bir ise yaramiyor.
Bu bir inanc meselesidir, ALLAHA ve peygamberlerine ya inanirsin ya inanmazsin, ya söylediklerini dogru kabul edersin yada etmezsin, bunun baska alternatifi yoktur.
Insanlar inanclarini tarihcilerin tespitlerine göre belirlemezler, kaldiki tarihde her zaman ALLAHI ve peygamberlerini dogrulamistir.
Dedigim gibi mesele inanc meselesidir,seni bilmem ama ben inanan bir insanim, ALLAHIN ve peygamberlerinin söylediklerini, isitir, inanir ve itaat ederim.
Ayrica sundanda eminimki, yazilarini okuyanlar senin hangi dine mensup oldugunu merak ediyorlardir. Konuyu dogru algilamak acisindan önemli bir noktadir bu.
Umarim okurlarini bu konuda hayal kirikligina ugratmazsin !

cagdasturk 09.08.2005 21:04

HADI BAKIM
 
Burada sifirlanan sensin gözüm, yine cahilligini ortaya koydun.
Dedimya, varsa bir bildigin söyle ibret alsinlar, bilmiyorsan hic bir sey susda adam sansinlar !

xstudentxnrw 09.08.2005 21:05

kim hz aliye kafir demis bakayim? o.T.
 
ohne Text

xstudentxnrw 09.08.2005 21:08

dinleri arastiran dogruyu bilir..
 
bazilari gibi kendinden baskalarini arastirmamayla damgalamaz!

09.08.2005 21:12

ah sen duymadin mi ?.. o.T.
 
ohne Text

xstudentxnrw 09.08.2005 21:14

senin duydugunu zannetmiyorum!
 
yoksa 1400 yasini gecipte yasayanlardanmisin?


Alle Zeitangaben in WEZ +2. Es ist jetzt 05:51 Uhr.