ATATÜRK,Ü ANLAMAK
ATATÜRK’Ü ANLAMAK
Yüce önder Atatürk’ün yaptıklarını, ilkelerini ve ülküsünü anlamak için O’nun kişiliğini, niteliklerini tanımamız, ilkelerini doğru yorumlamamız söylev, demeç, bildiri, genelge ve yönergeler gibi yazdıklarını, söylediklerini iyi değerlendirmemiz gerekir. Atatürk biyografisi yazarı, A. Mango “Türkiye’yi anlamak için Atatürk’ü anlamak şarttır” diyor. (1)
Günümüze kadar, Atatürk hakkında, gerek ülkemizde gerekse dış ülkelerde pek çok yayın yapılmasına, üniversitelerimizdeki “Atatürk İlke ve Devrimleri Enstitüleri”nde ve Atatürk Araştırma Merkezi’nde sürekli araştırmalar yapılmasına karşın, ya yapılanların yetersiz kalması, yada gereğince değerlendirilememesi nedeniyle, toplum olarak, hâla Atatürk’ün ilkelerini, Türk Ulusuna çizdiği yolu yeterince anladığımızı söyleyemeyiz.
Atatürk, çok yönlü bir kişiliğe sahipti. Kuşkusuz, O’nun da kişiliğinin oluşmasında, her insanın olduğu gibi, ailesinin, içinde yetiştiği toplumsal ve kültürel çevresinin, yaşadığı dönemin olaylarının, eğitim ve öğretiminin, okuduğu kitapların etkisi olmuştur. Ayrıca, O, doğuştan gelen üstün bir zekâya ve dehaya sahipti. O, bu niteliklerini, sürekli okuyarak, çalışarak geliştirmesini bilmiş ve böylece, kendine özgü, üstün bir kişilik kazanmıştır.
Orta halli bir ailenin çocuğu olarak, 1881 yılında, Selanik’te doğan Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım, O’nun küçük bir çocukken bile temiz ve güzel giyinmesini sevdiğini, herkesle bir büyük adam edasıyla konuştuğunu, çok zeki, nazik ve sıkılgan bir çocuk olduğunu anlatıyordu. Zaten kendisi de, iyi giyinmesini sevdiğini, Askerî Rüştiye’ye girdiğinde okulun resmî üniformasını giydiği zaman, âdeta kendi öz benliğine kavuştuğunu söylüyordu.(2) Ömrü boyunca da, giyim kuşamı ve davranışlarında halkına daima örnek olmuştur. Yakınlarının anılarından öğrendiğimize göre O, her zaman nazik, hoşgörülü, vefakâr, ince ruhlu bir insandı.
Çanakkale’de “Size ölmeyi emrediyorum” komutunu verebilen, savaş alanlarında binlerce kişiyi gözünü kırpmadan ateşe sürebilen, bu yenilgi tanımayan kumandan, Çanakkale’de ölen düşman askerleri için söyledikleri; “Burada bir dost vatanın toprağındasınız-Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz-Sizler artık bizim evlatlarımız oldunuz” aslında, O’nun ne denli bağışlayıcı, insan sevgisi ile dopdolu olan yüreğinin ne kadar ince duygularla yüklü olduğunu göstermektedir.
Atatürk’ün kişiliğinin oluşmasında, askerî okullarda aldığı eğitim ve öğretimin büyük rolü olmuştur. Bu konuda İsmet İnönü şöyle diyor; “Atatürk’ün askerlik vasıfları hakikaten yüksektir. Ama siyasî vasıflarının da büyük olduğu görülür. Bu ikisi birleşince, Atatürk’ün kişiliği müstesna bir seviyeye çıkmış olur”.(3)
Atatürk’ün çocukluk ve gençlik yılları, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma dönemine rastlar. İlk vatan savunmasını Trablusgarb’ta yapar. Çanakkale’de destanlar yaratır. Fakat, Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşlarındaki yenilgilerden sonra, İmparatorluğun parçalanması önlenemez. Elde bir avuç toprak kalmıştır. Ülke harap, halk fakir ve bezgindir. Fakat O, bütün bu olumsuz koşullar altında dahi, umudunu yitirmemiş, vatanı düşmanlardan kurtarmak amacıyla, Samsun’dan yola çıkarken (19 Mayıs 1919) “Milleti, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” diyerek, halkı harekete geçirmiştir. O, halkına, halkta O’na inanmıştır. Bu karşılıklı güvenden, “Kurtuluş Zaferi ve Türkiye Cumhuriyeti” doğmuştur.
Vatanını savunmak için, katıldığı savaşları utkularla taçlandıran bu eşsiz kumandan, “Milletin hayatı tehlikeye düşmedikçe, savaş bir cinayettir” diyerek, insancıl ve barışcıl yönünü gözler önüne sermektedir.
Nitekim, Samsun’dan, “Ya istiklâl, ya ölüm” diye yola çıkan bu büyük liderin, bağımsızlık ve özgürlüğü sağladıktan sonraki parolası; “Yurtta sulh, cihanda sulh” olmuştur. Atatürk’ün vizyonu iyimser ve hümanistti. O, öylesine gerçekçi ve ileri görüşlü idi ki; yapmayı tasarladığı işlerin sonunda kesinlikle başarılı olacağından hiç kuşkusu olmazdı. Örneğin; Erzurum Kongresinde Mahzar Müfit Kansu’ya yazdırdıkları, tek tek gerçekleşmiştir.
Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı, kültür milliyetçiliği olarak nitelendirilebilir. Başlıca özellikleri, “Mistik” değil, “Realist”, “Dogmatik” değil, “Rasyonalist”tir. Din ve ırk faktörü, bu milliyetçilik anlayışının dışında kalmıştır. O, ırk birliğini değil, amaç birliğini, bir arada yaşama isteğini temel alan bir ilkeyi ulusuna aşılamak istiyordu. Ulus kavramını da, şöyle tanımlıyordu; Ulus olmanın temel öğesinin, ortak kültür olduğunu savunuyordu. Ömrü boyunca, eğitim-öğretim, tarih, dil ve güzel sanatlar konularıyla yakından ilgilenmesi bu nedenledir. Atatürk, kendisini ulusunun kültür düzeyinin yükseltilmesine adamış bir liderdir.
Atatürk’ü başarıya ulaştıran özelliklerinden bir diğeri de, öğrencilik yıllarından itibaren, yaşamının her döneminde ve her türlü koşullar altında, çeşitli konularda kitaplar okuyarak, sürekli olarak bilgisini arttırmış olmasıdır. O’nun, hangi konularda neler okuduğunu, yakınlarının anılarından, özel kütüphanesinin basılı kataloğundan öğreniyoruz. Görüyoruz ki; tarih kitapları başta geliyor.(4) O, bu engin tarih bilgisinden, siyasal yaşamının çeşitli dönemlerinde büyük ölçüde yararlanmıştır. Atatürk’ün yoğun okuma ve çalışma alanlarından bir diğeri de Türk Dili üzerinedir. Çünkü dil de millî kültürün başlıca öğesi, millî birlik ve beraberliğin koruyucusudur. Devletin yeni hukuk düzeninin kurulması amacıyla, yapılacak reformlarla ilgili hukuk, sosyoloji, ekonomi ve başka alanlarda çeşitli kitaplar okumuştur.
Atatürk, döneminin düşün akımlarını da genel olarak izlemiştir. Kütüphanesinde Auguste Compte, Descartes, Durkheim, J.J. Rousseau gibi düşünürlerin eserlerinin bulunmasından bu konuda da geniş bir bilgiye sahip olduğu anlaşılıyor. O’nun bu yönünü ilk anlayan, kendileriyle Çankaya’da bir görüşme yapan (30 Kasın 1929) tanınmış biyografi yazarı Emil Ludwig’tir. O gazetecilere şöyle demektedir; “Gazi Hazretleri, eylem adamı oldukları kadarda, bir düşünürdürler” (Milliyet 3.12.1929)
Atatürk’ün yüz yılımızın önde gelen kişileri arasında yer almasında, askerî dehası ve devlet adamlığı kişiliği yanı sıra, bir düşün adamı olmasının büyük payı vardır. Yoksa, Atatürk de, sadece vatanını düşmanlardan kurtaran bir baş komutan ve yeni rejimin devlet başkanı olarak tarihteki yerini alırdı. Dünyada bir başka benzeri bulunmayan devrimlerini, bir bütün olarak tasarlayıp, yeri geldikçe, uygulamaya koyması, O’nun bir düşün adamı olduğunun bir göstergesidir. G. Duhamel, Yeni Türkiye adlı kitabında şöyle diyor; “O, dünyada devrimler yapan başka hiçbir liderin el atmaya cesaret edemediği, Yazı ve Dil Devrimlerini de gerçekleştirmiş eşsiz bir liderdir”. (5) İşte O’nu başka liderlerden ayıran, Atatürk’ü Atatürk yapan en özel nitelikleri bunlardır.
Atatürk, çalışma saatlerinin çoğunu kütüphanesinde geçirirdi. Yakınlarının anılarında belirttiklerine göre, bazen kütüphanesine kapanır, geceli gündüzlü saatlerce okurdu. Atatürk, çok ve çabuk okuyan ve okudukları üzerinde düşünen ve okuduklarından yararlanan bir kimseydi. O’nun kitap okumada dikkati çeken bir özelliği de, okuduğu kitabın önemli bulduğu yerlerini, kendine özgü işaretlerle belirlemesi, satır altlarını kırmızı ve mavi kalemlerle çizmesi ve sayfa kenarlarına notlar almasıdır. Fakat, çeşitli tarihlerde, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nden, okumak üzere aldırttığı yüz elli cilt kadar kitabı incelediğimizde, hiç birisinde herhangi bir işaret bulamadık. (6) Bu da, O’nun uygar kişiliğine bir örnektir.
Atatürk, okuduğu kitaplardan edindiği bilgileri ve gözlemlerini kendi seziş yeteneği ile kaynaştırıp, amacı doğrultusunda yararlanırdı. Ayrıca çok yüksek bir muhakeme gücüne sahipti. Aldığı kararlarda, hiç yanılmayışında, bu niteliklerinin önemli rolü olmuştur.
Bugün, Atatürk’ün ilkelerine, devrimlerine ve özellikle yanlış yorumlanan “Lâiklik” ilkesine karşı çıkanlar, O’nu yeterince tanımayanlar ve yaptıklarını iyi anlayamayanlardır.
Cumhuriyetimizin sonsuza kadar yaşamasını istiyorsak, onun yaptıklarını, ilkelerini ve ülküsünü, Cumhuriyeti emanet ettiği gençliğe çok iyi öğretmek zorundayız.
Türk Toplumu, yani bizler, bugünkü yaşam düzeyimizi O’na borçluyuz. Bunu hiç aklımızdan çıkarmamamız gerekir.
|