Allah ile kul arasına girmeyin! ‘‘Benimle,
yarattığım kişiyi baş başa bırak.’’ (Müddessir 11; Müzzemmil 11).
Buyruğun, Müzzemmil suresindeki şekli şöyledir: ‘‘Benimle, o nimete
boğulmuş yalancıları baş başa bırak.’’ Kuran'ın tanıttığı Allah, insana
şah damarından daha yakındır (Kaf, 16). Bunun akla gelen ilk iki anlamı
şudur:
1. Hiç kimse bir başkasını Allah'a yaklaştırmaktan söz edemez. Çünkü
insana Allah'tan daha yakın hiçbir varlık yoktur. ‘‘Ben sizi Allah'a yaklaştırıyorum’’
sözü, eğer dil sürçmesi değilse küfürdür. Tebliğ ve irşat adamı, insanı
Allah'a yaklaştıran değil, Allah'ın insana en yakın varlık olduğunu duyuran
adamdır.
2. Hiç kimsenin Allah ile kul arasında jandarmalık, bekçilik yapma
hak ve yetkisi yoktur. Bunu ifade eden birçok emir, bizzat Hz. Peygamber'e
bile yöneltilmiştir. Kuran, din hayatının omurga noktalarından biri olan
bu inceliği daha ilk buyruklarında gündeme getirerek insanlığı dikkatli
olmaya çağırmıştır. Çünkü bu emrin çiğnenmesi dini saltanat aracı yapan
bir sınıf doğurarak engizisyona kapı açar. Engizisyon, Allah ile kul arasına
girmeyi meslek edinen ve bunu ‘‘din’’ diye pazarlayan zihniyetlerin ürünüdür
ve insanlığa, tarihin en kanlı zulümlerini musallat etmiştir.
İmanın temel şartlarını nelerdir? İmanın temel şartları Kuran'a göre
5'tir:
1. Allah'a iman
2. Meleklere iman
3. İlahi kitaplara iman
4. Peygamberlere iman
5. Ahirete iman.
Geleneksel öğretide 6. şart olan kadere iman, Kuran kaynaklı değildir.
Bu şart, bir hadise dayanılarak iman şartları içine alınmıştır. Yani sünnet
kaynaklıdır. İlginç olan şu ki, kadere imanın dayanağı olan hadis, mütevatır
(doğruluğu tarihsel açıdan tartışmasız) bir hadis değil, âhâd denen hadislerdendir.
Mütevatır olmayan hadislerin itikat-iman konusunda delil olmayacağı ittifakla
kabul edildiği halde, her ne hikmetse kader konusunda bu ilke çiğnenmiş
ve iman şartlarına yapılan ilave adı geçen hadise dayandırılmıştır. Bir
ilginç nokta da şudur: Elimizdeki ilmihal kitaplarının, kadere iman başlığı
altında verdikleri bilgilerin tamamına yakını, Kuran'ın temel kabullerine
ters düşmektedir. Anlaşılan odur ki, kader ve kadere iman konuları Kuran
ışığında yeniden ele alınmalıdır.
Kader kavramı nedir?
Mutlak yaratıcılık, sınırsız âlemlere bir düzen koymak, hayat macerasını,
tekâmülün seyrini planlayıp yönetmek bir tek kudretin elindedir. Esasen
Allah'a iman, bir anlamda budur. Allah'ın mutlak hürriyet, kudret ve tasarrufunu
zedeleyecek hiçbir tavrı benimseyemeyiz. Böyle bir şey yapıldığında yaratıcı
ve yönlendirici kudret, yani son realite tartışma konusu haline gelir ki,
böyle bir durumda ne din kavramı kalır ne de Allah kavramı bir anlam ifade
eder.
Bu kapıyı açmamak, kader meselesinin en önemli noktasıdır. Bunun ifade
ettiği anlam şudur: Kader, tabiat ve hayat kanunları anlamındadır; insan
özgürlüğünün prangalanması anlamında değil. Yaratıcı ve külli kudret, hür
iradesiyle varlık ve oluşun seyrini ve hedeflerini geniş bir dairede tespit
etmiştir. Bu, onun tekelindedir. Uluhiyet (Allah'lık) budur. İnsanın gücü
ne olursa olsun, bu ona, ana daireye müdahale hakkı vermez. Yani insanın
uluhiyete dokunması söz konusu olamaz. Ancak, şunu unutmamak gerekir: Külli
kudret, yine kendi hür iradesiyle o geniş dairenin içinde sonsuz imkân
daireleri çizmiştir. Biz bunlardan hangisini seçersek Yaratıcı Kudret ona
bağlı sistemleri çalıştırır.
Yani; seçim, teşebbüs ve istemek bizden, o seçime bağlı imkânları yaratmak
ve işletmek Allah'tan.Biz, sonsuz imkânları, istediğimiz şekilde kullanabiliriz.
Ve ne yaparsak yapalım ana dairenin dışına çıkamayacağımızdan, bir tartışma
açmak pratikte anlam ifade etmez. Çünkü biz kader konusunda ancak iş olup
bittikten sonra konuşuyoruz. Fenomeni görünce ‘‘işte kaza ve kader buydu’’
diyoruz. O halde, Yaratıcı'nın önümüze açtığı imkânlar serisini en ideal
ve en verimli biçimde kullanmak bizim görevimizdir. Geniş daireyi bahane
ederek, onun içindeki sayısız küçük dairelerden ideal kompozisyonlar yapmayı
ihmal edemeyiz.