Vaybee!
  |   Mitglied werden   |   Hilfe   |   Login
 
  #401  
Alt 09.02.2008, 01:45
Benutzerbild von rebellerisch20
rebellerisch20 rebellerisch20 ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard ITHAL TÜRBANIN KISA TARIHI

ITHAL TÜRBANIN KISA TARIHI

İthal türbanın kısa tarihi
Murat Bardakçı yazdı..



Tarhan Erdem’in yaptığı bir araştırmanın sonuçlarının açıklanmasıyla birlikte, türban yeniden gündemimizin ilk sıralarına yerleşti.


Önce peşinen söyleyeyim: Kimsenin ne giydiğine karışmak gibisinden bir âdetim yoktur, herkesin canı istediği gibi giyinmekte serbest olması gerektiğine inanırım ama türbana, daha doğrusu bugün “türban” dediğimiz örtünme biçimine içim maalesef bir türlü ısınamıyor.


Zira, bu model bana yaratıcılıktan ve estetikten uzak geliyor. Örtünme konusunda asırlar boyunca zarif bir çizgide kendi modasını kendisi yaratmış olan Türk kadınını,n bizde bundan 25-30 sene öncesine kadar vârolmamış bir örtüye bürünerek giyimde estetik deformasyon yaratması hem göz zevkimi, hem de hissiyatımı artık maalesef rahatsız ediyor.


Merak edenler için, “türban” sözünün nereden geldiğini anlatayım: Bu kavram, 18. asrın sonlarında Fransa’da, Osmanlı İmparatorluğu’nun Paris elçisi Moralı Esseyid Ali Efendi’nin sarığının Fransız hanımlara verdiği ilhamla ortaya çıktı.
Paris sosyetesi, şıklığıyla dillere destan olan Osmanlı elçisini davet edebilmek için birbiriyle yarışır olmuştu. Ali Efendi davetleri hiç reddetmiyordu, hanımlara karşı gösterdiği nezaket dillerdeydi ve hanımlar, Ali Efendi’nin başındaki sarığına, elindeki çubuğuna, yürümesine ve etrafı selâmlamasına hayrandılar.
Derken, Parisli hanımlar 1790’ların sonunda Ali Efendi’nin sarığına benzer şapkalar takmaya, saçlarını kıymetli kumaşlarla sarmaya başladılar ve bu yeni moda “türban” adını aldı. Sarıkta kullanılan, bugün “tülbent” dediğimiz ve Farsça aslı “dülbend” olan kelime Fransızca’da “turban”a dönüverdi!


Ali Efendi, Paris’in giyimini-kuşamını değiştirmişti ama meslekî bakımdan gayet başarısız oldu. 1802 Temmuz’unda azledilip İstanbul’a çağırıldı, daha düşük vazifelere tayin edildi ve nihayet 1808 Temmuz’unda İkinci Mahmud’un fermanıyla kellesini cellâdın satırına teslim etti. Ali Efendi’nin Avrupa’da “türban” adını alan sarığını sardığı kellesi, gövdesinden ayrı olarak şimdi İstanbul’da, Mahmud Paşa Mezarlığı’nda bulunuyor.


Ama, İslamî terminolojideki ismi Arapça’da “bakışlardan gizlenmek” ve “saklanmak” demek olan “hecebe” kökünden gelme “hicab” sözünün karşılığında kullanılan günümüzün “türban”ı, bizde bundan 25-30 sene öncesine kadar hiçbir zaman vârolmadı. Türk kadını, başını örtmek maksadıyla asırlar boyunca “yaşmak”, “kadın fesi”, “ferace”, “maşlah”, “tepelik”, “hotoz”, “tandırbaş”, “kundak yemeni”, “salma yemeni” yahut “felek tabancası” isimleri verilen birbirinden farklı ve herbiri gayet şık biçimde değişik vasıtalar kullandı ama bugünün türbanını hiçbir zaman bilmedi.


Daha önce de defalarca yazdım: Günlük tartışmalarımızın hem ayrılmaz parçası, hem de bitmek tükenmek bilmeyen kavgası haline gelen “türban” dediğimiz baş örtme biçimi bize ait değildir! Bu model, 1970’li yılların başında Lübnan’da yaşayan İranlı bir din adamı, Hüccetülislam Musa Sadr tarafından yaratılmıştır. Hüccetülislam’ın böyle yeni bir örtünme modeli ortaya koymasının sebebi ise, Güney Lübnanlı Şii kadınları bölgeye hâkim olan Filstinli gerillaların tacizinden koruyabilme çabasıdır.


Lübnan’da 1940’lı senelerde azınlıkta olan Şiiler, 1970’lerde ülkenin güneyinde çoğunluk haline gelmişlerdi ama bölge Filistinli gerillaların kontrolü altındaydı ve Kral Hüseyin’in Ürdün’den kovduğu gerillalar, sivil Filistinlilerle beraber Güney Lübnan’a yerleşmişlerdi. Askeri bakımdan zayıf olan Lübnan hükümeti ise, topraklarındaki bu silâhlı gruplara karşı birşey yapamıyordu.
İşin askeri yönünden başka bir de sosyal boyutu vardı: Şii Lübnanlılar ile Filistinli gerillalar arasında her an bir gerilim çıkıyordu, artan ekonomik sıkıntılara ilâve olarak gerillaların Şii kadınları taciz etmeleri gibisinden günlük rahatsızlıklar da vardı.


Bugünün türbanı işte böyle rahatsızlıklardan, özellikle de Şiiler’in sık sık uğradıkları tacizlerden doğdu. Modelin yaratıcılığını Lübnan’da yaşayan İranlı yüksek seviyedeki bir din adamı, Hüccetülislam Musa Sadr yaptı ve kısa bir müddet sonra hemen bütün Şii kadınlar türban takarak bir örnek giyinir oldular.
Musa Sadr, Şah dönemi İran’ının en büyük gazetesi “Kayhan”ın başında bulunan Emir Tahirî’ye 1975 yılında Beyrut’ta verdiği demeçte modeli bizzat hazırladığını anlatacak ve “İlhamımı Batı dünyasının kilise resimlerinden ve Lübnan’daki Katolik rahibelerin kulladıkları başörtülerden aldım” diyecekti. Sadr’a göre Lübnanlı Şii kadınlar bu yeni örtünme biçimi sayesinde diğer dinlerden ve mezheplerden olan hemcinslerinden apayrı bir görünüm kazanırlarken tacize ve tecavüze uğrama ihtimalleri de asgariye inmişti; zira yeni oluşmaya başlamış olan silâhlı Şii hareketinin de koruması altına girmişlerdi.
Oralardaki ismi “hicab” olan türban, Lübnan’dan İran’a ihraç edildi ve Şah’ın gidişini hazırlayan olayların başladığı 1977 sonbaharında Tahran’da yönetim aleyhinde yapılan gösterilerde sembol gibi kullanılır hâle geldi. Şah karşıtı kadınlar hızla hicaba bürünüyorlardı. Şah’ın devrilmesi üzerine 1979’da sürgünden dönen İmam Humeyni’yi Tahran’ın Mehrâbâd havaalanında karşılayan yüzbinlerce İranlı kadının arasında çok sayıda hicablı kadın da vardı.
Bu yeni tip başörtüsü, İslam Devrimi’nden sonra önce İran’da, hemen ardından da bütün İslam dünyasında siyasallaştı ve bir kimlik alâmeti oldu. İran Devrimi’nin fikri temellerini ortaya koyanlardan biri olan Ayetullah Murtaza Mutahhari, Şah karşıtı ayaklanmalar sırasında yayınladığı “Hicab-ı İslamî”, yani “İslami Örtünme” isimli kitabında Kur’an’ın “Nur” ve “Ahzab” surelerinde emredilen örtünme biçiminin omuzlara kadar uzanan başörtüsü olduğunu yazacak, Hüccetülislam Musa Sadr’ın yarattığı modelin de en doğru hicab biçimi olduğunu söyleyecekti.


Ayetullah Mutahhari’nin dini özelliklerini bu şekilde belirlediği hicab, İran’da 1981’de yayınlanan “Kadınlar İçin İslami Giyim Yönetmeliği”ne de girdi. Yönetmelikte çarşafın ve Musa Sadr’ın modelinin İslam’a en uygun örtünme biçimi olduğu söyleniyordu ama kadınlara çarşafa bürünmek yahut yüzü kapatmak mecburiyeti getirilmedi, sadece yüzlerinin açıkta kalacak şekilde kapanmaları emredildi. Şehirli kadınlar genellikle çenenin altından düğümlenen ve asırlar boyunca bizde de kullanılan normal başörtüsünü tercih ettiler; devrim yolunda çaba gösteren kadınlar ise türbanı kullandılar, kırsal kesim ise eskiden olduğu gibi çarşaflı kaldı. İran’da çarşaf yahut omuzları kapatan türban mecburiyeti hiçbir zaman vârolmadı.


Bugün hiç durmadan tartıştığımız türban işte böyle doğdu, İran Devrimi sırasında kazandığı popülarite zamanla ideolojik sembol ve siyasi kimlik vasıtası olarak İslam dünyasına yayılıp bize kadar geldi.

muratbardakci@haberturk.cOM
  #402  
Alt 09.02.2008, 02:01
Benutzerbild von rebellerisch20
rebellerisch20 rebellerisch20 ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard TÜRBAN BIR RAHIBE KIYAFETIDIR

Türk askerinin başına çuval geçirenler, ‘Cumhuriyet Kadını’nın başına türban geçirmektedir:“Çapa çapılırken, tarlada çalışılırken, mutfakta tarhana yapılırken türban takılmaz, laboratuvarda çalışan, hastanede çalışan kadın türban takamaz, bu bir süslü kadınların sosyete giysisidir. Bunun sosyete giysisi olduğunu tespit etmek lazım. Müslümanlara ait giysi olmadığı tespit etmek gerekli. Türkiye’de çok krizler yaşandı. Tayip Erdoğan da türban kriziyle birlikte Anadolu topraklarına gömülecektir.”
Araştırmacılar, bilim adamları türban bizim Türk geleneğinde yoktur diyorlar. Türban bir rahibe kıyafetidir. Hristiyan katolik rahibelerin kiliselerde kullandıkları kıyafettir. Türban ülkemize fesat ve fitne aracı olarak getirilmektedir. Kara bir bayrak gibi sallanmaktadır. Soruyorum. Çoğumuz emekçiyiz. Ekin ekiyoruz, çalışıyoruz. Çalışmalarda analarımız bacılarımızla beraberiz. Türbanla süt sağılırmı, ot biçilirmi, türbanla yargıç olunurmu, türbanla doktor olunurmu? Türban cumhuriyet kadınının kıyafeti değildir. Türban bir sosyete giysisidir. Türk askerinin başına çuval geçirenler, cumhuriyet kadınının başına türbanı geçirmeye kalkmışlardır. Cumhuriyet kadını çalışkan, şahsiyetli, didinen, kenara itilmeyen bir kadındır.”
Bu anayasa, Atatürk devrimlerini yıkan kara bir anayasadır:""Kadın, türbanla toplumda, siyaset ve kültür hayatında yerini alamaz. Türbanlı kadın, erkeğin arkasından gidendir. Türban, Türk kadının onuruna saygı duymayan bir dayatmadır.""
  #403  
Alt 09.02.2008, 18:50
Benutzerbild von lala1
lala1 lala1 ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 7
Standard ...aus aktuellem Anlass...

Almanyada, Fransada ve bazi diğer AB ülkeleri Türbanı ve ona benzer siyasi simge taşıyan özellikleri yasaklamaya çalışırken Türkiyenin AB üyeliği daha ne kadar söz konusu olabilir?!

Auf Deutsch:

Kann man noch über einen Türkei-Beitritt sprechen, während in Deutschland, Frankreich und einigen anderen EU Ländern Gesetzesentwürfe vorbereitet werden, die das Kopftuch und ähnliche politisch ambitionierte Symbole verbieten sollen (wie z.B. bei Lehrerinnen, siehe Urteile und Gegenklagen).

Während in einem Land ein Verbot des selben Gegenstandes aufgehoben werden soll, sucht das große Vorbild dieses Landes nach Gesetzen wie es diesen Gegenstand verbieten kann.

Ist doch ein Widerspruch, oder?!
  #404  
Alt 10.02.2008, 01:25
Benutzerbild von darkmanii
darkmanii darkmanii ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 1
Standard soru üstüne soru

Türkiye´de GEZ gibi yer varmi?
Varsa, yaklasik 3 Milyon Alman, Türk-GEZ´ine para ödüyormu?
Niye Türkiye ön rolü oynama zorununda bulunuyor?
Eger Türkiye kabullenirse, Almanyanin´da kabullenecegi ne malum?
Tam tersine, olan Trt´yi bile kaldirdilar.

Lambaya püf de ! B.M
  #405  
Alt 12.02.2008, 16:39
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard Bilen konusur ama bilmeyen öne atilir

Mesele Türban veya basörtüsü degildir. Bu olayi türbanlastiran su sivri akilli sözde demokratlardir. Eger türkiyde laiklik ve demokrasi varsa, basini örten veya örtmek isten bir bayanda diger basi aciklar gibi üniversiteye basi örtülü girme hakki olsun.
Burda birkac yerde ucuz magazinlerde akil alipta buraya yok efendim türban rahibe kiyafeti imis diye saman cuvali dolduranlara sözüm sudur. Nasilki rahibenin insan haklari kafasi acik bayanin insan haklari varsa basi örtülününde ayni haklari olsun.
Gerisi bos laf
  #406  
Alt 12.02.2008, 16:43
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard Cahililige bak diyenin esekligine bak

Sacma seyleri buraya yazmadan önce ilk önce bir aynaya bakin acaba kimsin ne istiyorsun ve anliyormusun yazdigini.
Ben görmedim 10 yasindaki kizin basina zor ilen örten anne baba.
Ama tam tersine örtünmeyenler örtülülere saldirirlar onlarin haklarini alirlar onlara iftira atarlar ve öcü gözüyle bakarlar. Kimlermi mesela sen. sana hic bir örtülü karismazken sen inanan insanlara saldiriyor ve iftira atiyorsun, yok balta yok sopa.
Korkma gercek inanan Allahtan korkar ve hic bir canliya dokunmaz hayvanlara dagil
  #407  
Alt 12.02.2008, 16:48
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard Türkye ve EU

Hic kimse inanmasinki türkiye Avrupa topluguna girsin. Hic akliniza yatarmi 320 Milyonluk Hristiyan toplugugu türkleri EU ya alsin. Biz Türkyie yani bir Romanya kadar bir Bulgaristan kadar ileri degilmiyiz. Bunlar daha düne kadar (izine kara yolu ile gidenler bilir) ne haldeydiler ve böyle hemen 3-5 sende ilerleyemezler. Mesele Avrupanin mana ettigi yok ekonomi yok insan haklari filan degil, sadece din. Eger türkiye topyekün hristiyanligi kabul eder dinlerini römisch katholisch yaparlarsa o zaman türkiye EU da kabul edilir. Gerisi bos laf.
  #408  
Alt 13.02.2008, 23:39
Benutzerbild von rebellerisch20
rebellerisch20 rebellerisch20 ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard bildigini sananda herkes konusur iste

basi örtülünün karsiti basi acik degildir. ak ve kara gibi karsitlik yoktur .türban siyasi bir simgedir basörtüsü degil .basi acik olmak herhangi bir siyasi tarafliik degildir.türkiyede kapalilar her türlü özgürlüge sahipdirler mazlum rolleri inandirici degil .demokrasi de arac degeil amac dir . eger arac olarak kullanirsaniz okullardaki örtünme daha her yere yayilir demokrasiyide kendisiyle birlikte götürerek dönüsü olmayan yollara sokar.demokrasi seriaat giden bir merdiven basamagi olmamalidir saygilar
  #409  
Alt 13.02.2008, 23:47
Benutzerbild von rebellerisch20
rebellerisch20 rebellerisch20 ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard CÜNEYT ZAPSUDAN ALMANYAYA MEKTUP

arkadaslar hepsini okuyun su anda almna medyasinda olup biten .lere bir cevap yazmis hakli olarak yazmis dogruda yazmis ...


Başbakan Erdoğan"ın Berlin ziyaretinin ardından Alman medyasında yer alan haberler ve bazı siyasetçilerin açıklamaları Başbakan Erdoğan"ın danışmanı Cüneyd Zapsu"yu harekete geçirdi. Zapsu bugün Alman medya kuruluşlarının yöneticileri, köşe yazarları ve siyasetçilere gönderdiği mektupta eleştirilere yanıt verdi. Söz konusu açıklama ve haberlerden duyduğu rahatsızlığın altını çizen Zapsu mektubunu şöyle bitirdi:



İşte o mektup:

Sayın …. ,



Aşağıda yazdıklarımın tümü benim kendi şahsi kanaatlerimdir.

Ludwigshafen’de Sn. Boehmer, Sn. Beck, Berlin’de Sn. Merkel, Sn. Schaeuble, Sn. Steinmeier, Münih’te Sn. Beckstein, Sn. Ude ve medyanızda çıkan haberleri okuyunca önce gözlerime inanamadım:

Söylenenleri sıralarken sizin basınınızdan okuduklarıma göre yazdigimi belirtmek isterim. Basın yanlış yazmışsa, ismi geçen kişilerden şimdiden özür diler, onların da yazılanları yalanlamasını beklerim.

1)Bündnis 90/Yeşiller’den Bay Özcan Mutlu Sn. Başbakan’ı „kendini alakadar etmeyen Alman ,içişlerine karışmaktan” dolayı yermekte.

Hatta Sn. Başbakan’ın “Türklerin Türkçe’yi iyi bilmeleri” arzusuna karşı “önce kendi memleketinde Kürtlere yasak olan Kürtçe’ye izin versin” diyor.

2) CSU’lu Bay Huber ise daha da ileri giderek Sn. Başbakan’ın „Alman toprağında Türk milliyetçiliği yaptığını ve bu yüzden de AB görüşmelerini durdurmaktan” söz ediyor.

3) Aynı Partiye mensup Bay Soeder “Erdoğan Almanya’da Türk Partisi kuracak” diye eleştirirken

4) Eyalet Başbakanı Beckstein “Köln konuşması üzücü oldu ve Almanya’da Türk okulları meselesi yanlıştır” demekte.

5) En başta Sn. Merkel’de ne yazık ki “Sn. Erdoğan ile entegrasyonun ne demek olduğu hakkında daha çok konuşmamız gerekiyor, insanın bağlılığın önce vatandaşı olduğu ülkeye olması gerekir” deyince tabii ki bu grupta Sn. Bosbach eksik olamıyor, hatta:

6) SPD’li Sn. Lale Akgün bile “Erdogan konuyu Türkiye’deki başörtüsü tartışmasından dolayı büyüttü, burada milliyetçilik yapacak” anlamına gelen izahlarda bulunuyor.

7) Tabii Die Welt’den Bay Thomas Schmid’in da bunların üstüne fütursuzca Sn. Başbakan’ı „demagog“ olmakla suçlayıp kendisinin “Ludwigshafen sorusturmasi neticelenmeden olayı Solingen’le birleştirdiğini” söylüyor.

Aman Allah’ım, meğersem Sn Basbakan bu 3 günde neler neler yapmış da haberimiz olmamış?

Cuma günü Tageszeitung’da çıkan “Almanya’nın yeni Entegrasyon Bakanı” manşetinde yazılanları kimse okumamış anlaşılan...

Ne yaptı hakikaten Sayın Başbakan?

Aynı sıralamayla numaralıyorum:

1)Sn. Mutlu herhalde farkında değil, ölenler Alman değil Türk vatandaşları, Türk pasaportu taşıyorlar ve Sn Erdoğan Türkiye’ nin Başbakanı, ne demek „Almanya’nın içişleri?“ Ben Istanbul’ daki elim saldırıda Ingiliz vatandaşları öldüğünde bizim emniyet teşkilatının çalışmasına yardıma gelen Scottland Yard’cıları şahsen çok iyi hatırlıyorum. Bu tüm gelişmiş dünya ülkelerinde çok tabiidir. Bir Başbakan sadece toprakları üstündeki vatandaşlarından değil, tüm vatandaşlarından mesuldür. Türkiye artık vatandaşlarına ilgi göstermeyen veya gösteremeyen bir ülke değildir. Aynı şekilde Türkiye’de Alman vatandaşlarının başlarına birşey geldiğinde ve Alman makamlar yardımcı olma talebiyle gelirlerse tabii ki izin verilir, bunda alınacak hiç birşey olmadığı gibi, aksine bu bir dayanışma gösterisidir.

Yine Bay Özcan Mutlu „Kürtlere yasak olan Kürtçe’ye izin versin“ diye buyurmuş...Dersini iyi çalışmamış... Türkiye’de 5 senedir artık Kürtçe serbest, kendisi eskide kalmış…Kaldı ki Kürt kökenli nüfusunun bulunduğu bölgelerdeki en büyük partinin AK Parti olduğunun bile farkında değil herhalde...

2) Bay Huber’i çok iyi anlayabiliyorum, yanlız ne diyerek milliyetçilik yapıldığını da söylemesi gerekirdi. Sadece muğlak bir şekilde „Türkiye AB’ye girmesin de nasıl olursa olsun“ siyaseti çok inanılır olmuyor.

3) CSU’dan Bay Soeder de Türkiye’nin kendini teröre karşı korumak için ABD ve AB dahil tüm dünyanın haklı gördüğü şekilde kendini savunmak icin Kuzey Irak’taki terorist kamplarını bombalamaya başladığında, bunu „hücum savaşı“ olarak tanımlayarak yine aynı şekilde „hemen AB görüşmelerini keselim“ demişti...Evet, ne olursa olsun, alakalı alakasız, haklı haksız...“AB görüşmelerini keselim“..

Bu sefer de Bay Soeder „Başbakan Almanya’da Türk Partisi kuracak“ demiş. Diyebilir tabii de, neye istinaden demiş acaba? Hiç kendisi AK Parti’ye bu konuda ne düşündüğünü, ilkelerini sormuş mu? Sn. Başbakan’ın bu konuda herhangi bir konuşmasını dinlemiş mi?

AK Parti Türk soydaşlarının bulundukları ülkelerin vatandaşlığını alıp toplumun tüm katmanlarında, tüm siyasi yelpazede yükselmelerini istemekte, bunun icine CSU da girmekte! Bunu sürekli yazan ve söyleyen bir Parti’ye neye göre böyle birşey diyebilirsiniz? Keşke medya üzerinden konuşacağınıza, size, yani Münih’e geldiğimizde direk Sn. Başbakan’a sorsaydınız, istediğiniz an bir „Münih’li AK Parti Kurucusu“ olarak size ben de anlatabilirim Partimin düşüncelerini…

4) Şahsen çok saygı duyduğum ve son olarak da Münih seyahatimizde direk Sn. Başbakan’la karşılıklı görüşen ve bizi çok iyi ağırlayan Eyalet Başbakanı Sn. Beckstein’ın da üzülmesine üzüldüm. Çünkü bunu gerektirecek hiç birşey yoktur. Şüphe eden herkese tavsiyem, konuşmayı deşifre edip, düzgün bir tercüme ettirsinler. O zaman ne kadar haksızlık ettiklerini anlayacaklardir. Yoksa, bende 16 A4 sayfası olan deşifreden bir cümle çıkarıp, ordan bir insan ve bir ülkeyi damgalamak, hele bir siyasetçi için çok büyük mesuliyettir ve vebal altına girmektir.

5) Sn. Şansölye’ye de herhalde aynı şekilde yanlış aksetmiş olması lazımdır ki, „entegrasyon hakkında daha çok konuşmamız lazım“ demiş galiba. Sn. Başbakan’ın söyleminde hiçbirşey değişmedi, bu söylem Partimiz kurulduğundan bu yana her zaman aynı olmuştur. Ekte sizlere AK Parti’nin resmi bülteni olan „Türkiye Bülteni“nin Temmuz 2004 sayısında çıkan entegrasyon ve asimilasyon hakkındaki bir yazımı yolluyorum. Bu yazı resmi organımızda Istanbul NATO toplantısı esnasında tüm yabancı devlet büyüklerine de dağıtılmışti. Biz de Türkiye dışında yaşayan Türklerin tamamen entegre olmasını istiyoruz.

Ancak asimilasyon ile anladığımız, bu insanların kültür ve dinlerinden de tamamen ayrışması, uzaklaştırılmasıdır. Biz farklılığı tehdit degil, zenginlik olarak kabul ediyoruz.

Columbus Ohio’da gittiğim Oktoberfest kutlamasını çok iyi hatırlıyorum. Alman kökenli ABD’liler tamamen entegredir, ABD’lidirler, ABD için vergi öderler, gerekirse savaşa giderler, yani o ülkeye bağlıdırlar. Ama yine de Alman olduklarını hiç bir zaman unutmazlar. Aynı şekilde Irlandalılar, Polonyalılar, Italyanlar....

Niye dünyayı yeniden keşfediyoruz? Bizim entegrasyon veya asimilasyondan anladığımız çok açıktır. Asimilasyon bir yerde zorla domine eden kültürün azınlık kültürünü yok etmesidir. Almanya’nın buna ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. Değişik kültürden olanlar da tamamen entegre olabileceğinin gerçeği dünyada misalleri ile dururken asimilasyonun tartışılması bile yanlıştır. Kaldı ki Sn. Başbakan’ın bu seyahatte konuştuğu SPD, CDU ve CSU’lu tüm siyasiler asimilasyona karşı olduklarını söylerken Sn. Başbakan’ın ayni seyi acikca söylemesinin bu şekilde menfi lanse edilmesi Almanya’nın menfaatine değildir.

6) Sn. Lale Akgün ise hiç alakasız bir konuya değinmiş ve daha sonra Sn. Erdoğan’in Ludwigshafen’de yaptığı konuşmayı duyunca herhalde söylediklerine üzülmüştür. Bayan Akgün, Almanya seyahati çok önceden planlanmıştı ve bu elim olay tesadufen iki gun once olunca Almanya’ya 3 saat erken gidilerek Ludwigshafen’a da gidildi. Yani bu hadiseden siyasi bir çıkar sağlanmadı. Bunu sadece Sn. Erdogan degil, her ülkenin Hükümet Başkanı yapardı. Kaldı ki Bayan Akgün, Sn. Erdoğan’ın şu anda siyasi çıkara ihtiyacı da yok. Hem Türkiye’de oy oranı %50’den fazla, hem de seçim vs. yok. İnsani bir hareket yapilmasi karsisinda teşekkür yerine bu tip düşüncelerle karşılaşıldığında hakikaten üzülüyorum...

7) Die Welt’de Bay Thomas Schmid’in yorumuna gelince... Ben sadece bizim Türkiye’de bazi yorumcuların abarttığını ve bazen yanlış üzerine ve sorumsuzca yorum yaptıklarını sanırdım. Yorumcu herhalde Sn. Başbakan’ın Ludwigshafen, Berlin, Münih ve Köln’deki konuşmalarını hiç dinlememiş, okumamış. Yazilanin tam tersi, „daha hiç birşey belli olmadığı, bu yüzden sakin olunması gerektiğini, polise ve itfaiyeye teşekkür ettiğini“ sürekli belirttiği halde bir de „Die Welt“ teki yoruma bakıyorum...


Sayın .....

Bu seyahat öcesi Almanya’da Türk toplumundaki heyecanı ve sıkıntıyı fark etmemiş olamazsınız. Önce Sn. Bakanmız Yazıcıoğlu’nun Sn. Böhmer’le birlikte gözükmesi, arkasından Sn. Erdoğan’in sakinleştirici konuşması sayesinde birçok nahoş olayın önüne geçildiğinin farkında değil misiniz?

Sn Erdoğan’ın şahsi gayreti ile yatışan bir toplum mevzu bahis. Ayrıca sürekli verilen mesaj „entegre olun, Almanca öğrenin, okuyun, yükselin“ dir. Bu topluma bir de „asimile olun“ mu diyecektik?

Düz mantığa göre „asimile olmayın“ çağrısından rahatsızlık duyanlar asimile etmek isteyenlerdir! Lütfen bana bunun doğru olmadığını söyleyin.

Üstelik çok da yanlış anlatmamış Sn. Başbakan ki olaylara soğukkanlılıkla ve hakkani bakışlarından ve yorumlarından dolayı Sn Beck, Sn Claudia Roth, Bay Polenz ve tabii ki Sn Cem Özdemir’e teşekkür ederim. Demek ki bazen birileri doğru anlamak da isteyebiliyor?

Hayatımın çok uzun senelerini Almanya’da geçirmis biri olarak aslında hadisenin ne olduğunu, neyin tarafımızca bir ihtimal yanlış yağıldığını veya yanlış anlaşılmaya sebebiyet verdiğini tahlil ettigimde:

1. Köln’deki Arena’nın tıka basa dolması huzursuzluk yapmıştır ( Ancak bu kalabalığın hem Türk hem de Alman milli marşını söylediğini hiç bir medya yazmamiştır, ayni şekilde Genel Başkan Yardımcıları Sn Bağış ve Dişli’nin entegrasyon mesajli konuşmaları da hiç yazılmamıştır).
2. Köln’de bu toplantıya çağrı ilanlarının %80’i Türkçe, gerisi Almanca olmuştur. Almanca oranının yükseltilmesi gerekebilirdi, ya da ilanlar iki lisan olabilirdi. İnsanlar anlamadığı bir lisanda ilan görünce huzursuz olmuştur.
3. Yine bu ilanlarda Alman bayrağının kırmızısı içinde Türk ayyıldızı bazı kişileri rahatsız etmiş olabilir. Ancak burada bu sembolün aynısının 2 sene önceki Dünya Kupası finallerinde Almanya’yi destekleyen Türk taraftarlarca kullanılan bir sembol olduğunu ve o zaman da bunun bize “entegrasyon delili” olarak Alman politikacıları tarafından gösterildiğini hatırlatmam gerekir.
4. Türkçe dili konusunda yanlış anlamaya sebebiyet vermiş olabiliriz. Sn. Başbakan 3.kuşak Almanya’da olup düzgün Almanca konuşmayan Türk gençleriyle konuştuğunda kendilerinin doğru dürüst Türkçe de bilmediklerinin farkına vardı ve dil bilimcilerinin zaten bildiğini söyledi: “Yabancı dili, kendi dilini iyi bilenler çok daha çabuk öğrenebiliyorlar”! Bu yüzden de Entegrasyona hizmet edip Almanca öğrenimini kolaylaştırmak amacı ile Almanca bilen Türkçe öğretmenlerini Alman eğitim sistemine yardımcı olması için yollamayı Alman makamlarına teklif etti. Asıl mesele budur. Evet, nasıl ki Türkiye’de birkaç tane tamamen Almanca tedrisatlı Lise var, ki ben bu okullardan birinden, Istanbul Alman Lisesi’nden mezunum. Nasil ki hükümetin de desteği ile Turkiye’de şu anda bir, belki iki tane Alman Universitesi kurulmasına çalışılmakta… Aynı şekilde Almanya’da da bunun karşılığından bahsediliyor, yoksa tüm Almanya’da her tarafi kapsayan Türk okulları denmedi, böyle denmiş olsa zaten entegrasyon söylemimize ters olur.
5. Başka? Başka o kadar. Yani sadece bu kadar basit ve gereksiz seylerden dolayi kirginlik ve uzuntu duyuyorum.


Bu yazdıklarımdan dolayı içimden başta Türkiye Cumhuriyeti Sn. Başbakanı olmak üzere tüm arkadaşlarına Almanya’nın teşekkür etmesi gerektiğini düşünürken (ki ben Ludwigshafen’de dayanamayıp kendisine teşekkür ettim), tam tersi böyle bir yerilme ile karşılaşınca şunu düşündüm..:

„Bir dahaki sefer Sn. Başbakan’a: „Almanya’nın yardımınıza ihtiyacı var” der miyim, yoksa sadece susup „kendi problemlerini kendileri çözsünler” diye mi dusunurum? Cevabi sizler vereceksiniz!
  #410  
Alt 24.02.2008, 00:59
Benutzerbild von elysion
elysion elysion ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard mail an ARD

Betreff:
Verstehen Sie Spaß?
Frank Elstner präsentiert lustige Streiche mit der versteckten Kamera. Viele tolle Gäste!
Heute, 20.15 Uhr
-
-
Meine Damen und Herren,
ich muss sagen der Redakteur der die filmischen Beiträge im „Aufzug“
- einmal die Migrantenfamilie und
- zwei Freunde die sich in der Lichtschranke treffen, ausgesucht und freigegeben hat, der ist überhabt nicht lustig. Mann könnte genauso gleich Löcher graben und Leutchen reinfallen lassen, aufm Kopf am besten ? Ich wette Zielgruppe doytsche ab 45 fands auch gar nicht lustig.

Ich muss schon sagen Menschen derart ernsthaft zu ärgern um humoristisches zu produzieren wirkte auf mich ideenlos und erbärmlich. Es tut mir leid.

Desweiteren meine Damen und Herren hat der Türkischermigrantenmensch in die Kamera gesagt: „Pezevenk“ ein derber türkischer Schimpfwort und heißt; DU ZUHÄLTER (so in etwa: ein Mann der seine frau für Geld verkauft und davon lebt). Sehr böse.

Ich muss es sagen, Herzlichen Glückwunsch meine Damen und Herren.

Mfg ihr Nail
Antwort


Themen-Optionen Thema durchsuchen
Thema durchsuchen:

Erweiterte Suche

Forumregeln
Es ist Ihnen nicht erlaubt, neue Themen zu verfassen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, auf Beiträge zu antworten.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Anhänge anzufügen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Ihre Beiträge zu bearbeiten.

vB Code ist An.
Smileys sind An.
[IMG] Code ist An.
HTML-Code ist Aus.
Gehe zu