Vaybee!
  |   Mitglied werden   |   Hilfe   |   Login
 
  #1  
Alt 08.05.2016, 14:37
Benutzerbild von Caka_Bey
Caka_Bey Caka_Bey ist offline
Erfahrener Benutzer
 
Registriert seit: 01.03.2015
Beiträge: 406
Standard Zaman hırsızı kararsızlık

Artan imkânlar, hızla değişen şartlar ve hata yapma korkusu gibi durumlar karar vermeyi zorlaştırır. Öyle ki kimilerine göre karar verebilmek ‘fırsat’ anlamı taşırken kimileri için bu büyük bir ‘sorun’dur. Fransız siyasetçi Charles Flory, bunun için “En büyük zaman hırsızı kararsızlıktır.” diyor. Amerikalı yazar Charles Bukowski de “Ya düşlerinin peşine düşmeyi seçersin ya da olanları kabullenmeyi. ‘İyi ki’lerinle güçlenir, ‘keşke’lerinle tükenirsin. Karar senin!” sözleriyle tam da bu noktaya değiniyor.

Bir karar vermeden evvel elbette olumlu-olumsuz yönlerini iyice düşünüp tartmalı. Ancak verilen kararın sonucunu önceden kestirememenin oluşturduğu korku alışkanlık haline gelirse kronik bir mutsuzluğa sürüklenebilirsiniz.

Florida Eyalet Üniversitesi, kararlarını sık sık değiştiren insanlar üzerine bir araştırma yaptı. Verdiği karardan emin olmayan insanlar, sıklıkla kararlarını değiştiriyor veya pişmanlık duyuyor. Prof. Joyce Ehrlinger, bu yapıdaki insanların doğru tercihi yaptıklarından emin olmak istediklerinden, verdikleri kararın arkasında sağlam duruş sergileyemediklerini söylüyor. Ehrlinger, sürekli memnuniyetsizlik halinin, strese sebep olduğunu ve ruh/beden sağlığını olumsuz etkilediğini, depresyona sebep olduğunu söylüyor. Diğer taraftan yetinmeyi bilen ve kararlarını kabullenebilen kişilerin, daha rahat bir hayat sürdüğünü vurguluyor.

‘Hata yapmaya da ihtiyaç var’kararsizlik

Karar vermek, bir manada seçmek demektir. Doğru olanı seçeyim derken cesaretsizlik ve korkuyla beslenen kararsızlığımız, zihnimizi sürekli meşgul edecek sorular doğuruyor. Oysa ki verdiğimiz kararın arkasında durabilmeyi başarırsak, bu bize hata yaptığımızda da o hatadan ders çıkarabilme ve korkularımızı yenebilme fırsatı sunar. Doğru ve yanlışlarımızın toplamı değil midir hayat?

Amerikalı gazeteci ve yazar Kathryn Schulz, “Aslında hata yapmaya ihtiyaç vardır.” diyor. Hata yapmaya karşı koydukça, insan olmanın ne anlama geldiğini öğrenemiyoruz.

Kararsızlık, aslında hem doğuştan getirilen bir eğilim hem de bir öğrenme… Kararsızlık; çocukluğunda ailesi içinde kararsızlık gözlemlemiş yahut fikirleri önemsenmemiş, olumlu davranışları onay görmemiş kişilerde daha fazla görülüyor. Yapılan yanlış tercihler, bununla birlikte sarsılan özgüven de kararsızlık halini tetikliyor. Bu hal, bir süre sonra kişiyi tamamen bloke edip, en basit kararları dahi verememeye kadar sürükleyebiliyor. Sabah gözünü açtığı andan itibaren; “Acaba ne yesem, hangi kıyafeti giysem, nereye gitsem?” gibi en basit soruları kendi kafasında çözmeye çalışmaktan yorulan birey, bir hastalık pençesindeymiş gibi kıvranıyor. Kararsızlığın bu biçimde kronik bir şekle dönüşmesine ise ‘abulia’ deniyor.

‘En kötü karar, kararsızlıktan iyidir’

Karar vermek ne kadar güçleşirse, kararsızlık süresi de o kadar uzuyor ve kişinin hata yapma endişesi aynı minvalde artıyor. Kendi kararlarını vermekten korkar hale gelen kişi, etrafındakilere ‘Sence?’ sorusunu yöneltmeye başlıyor ki, bu da sorumluluktan kaçma ve başkalarının kararları doğrultusunda yaşama, hayatının kontrolünü bırakma anlamını taşıyor. Ayrıca kişi, çevresindeki insanlar üzerinde de olumsuz bir izlenim bırakabiliyor.

“En kötü karar, kararsızlıktan iyidir.” diyor Montesquieu. Bu sözün haklılığı tartışılır olsa da kararsızlığın, kişilikte oluşturduğu tahribatı da unutmamalıyız. Tam bir seçenekler dünyasında yaşadığımız şu dönem, kararsız insanlarda kâbusta yaşıyor hissi uyandırabilir. Ölümlü insanın dünyadaki kısıtlı zamanından çalmayın. İç huzuru yakalayabilmek ve endişeden az da olsa uzaklaşabilmek adına, tedbirinizi ve kararlarınızı alıp takdiri beklemeye ne dersiniz? Ayet-i Kerime’de de beyan edildiği gibi, “Sonra bir kere karar verdin mi artık Allah’a dayan, çünkü Allah, kendisine güvenenleri sever.” (Al-i İmran 159)kararsizlik_secim_yapmak

Kararsız kaldıysanız bir bilene danışın

Sosyal Psikolog Dr. Peter Collett, karar verme yolunda ilerleyebilmek adına atılacak adımlar arasında şunları sıralıyor:

Araştırmak: Karar verilecek konu hakkında bilgi sahibi olmak süreci hızlandırabilir.

Öncelikleri belirlemek: Kesin karar vermenin önemli olduğu, tabiri caizse hayati konuları belirlemek.

Öngörüde bulunmak: Karşınıza çıkabilecek zorlukları ve bunlarla mücadele etme yollarını düşünmek.

Paylaşmak: Kafanızı karıştıran konuları etrafınızdakilerle konuşmak.

Uzmanlara danışmak: Kararsızlığı yenmenin bir yolu da uzmanlardan yardım almaktır.

Kaynak: http://kisiselbasari.com/kararsizlik...ren-duygu.html
  #2  
Alt 09.07.2017, 20:46
seyrangah_06
 
Beiträge: n/a
Standard

Selam Caka_Bey,

aslinda zaman hirsizlarinin en büyüklerinden birisi de Vaybee. Son 10 yazimi yaziyorum buraya..
Burasi cazibesini yitirmis ve zaman israfi olmaktan baska da bir sey degil. Önceden degerli arkadaslar vardi burda, güzel muhabbetler ederdik. Ama üc bes ancak her birininin nicki 50-100 tane olan, gercek hayatta insanlarin icine bile cikmaktan korkan sosyopatlar, buranin icine etmisler.

Dedigim gibi 10 on yazimi yaziyorum, ama Aziz Nesin'in degimi ile o yaziya ne zaman basliyorum bunu henüz belirlemedim.

Insanin yazasi bile bile gelmiyor. Hatta insanin buraya giresi bile gelmiyor.

Zitat:
Zitat von Caka_Bey Beitrag anzeigen
Artan imkânlar, hızla değişen şartlar ve hata yapma korkusu gibi durumlar karar vermeyi zorlaştırır. Öyle ki kimilerine göre karar verebilmek ‘fırsat’ anlamı taşırken kimileri için bu büyük bir ‘sorun’dur. Fransız siyasetçi Charles Flory, bunun için “En büyük zaman hırsızı kararsızlıktır.” diyor. Amerikalı yazar Charles Bukowski de “Ya düşlerinin peşine düşmeyi seçersin ya da olanları kabullenmeyi. ‘İyi ki’lerinle güçlenir, ‘keşke’lerinle tükenirsin. Karar senin!” sözleriyle tam da bu noktaya değiniyor.

Bir karar vermeden evvel elbette olumlu-olumsuz yönlerini iyice düşünüp tartmalı. Ancak verilen kararın sonucunu önceden kestirememenin oluşturduğu korku alışkanlık haline gelirse kronik bir mutsuzluğa sürüklenebilirsiniz.

Florida Eyalet Üniversitesi, kararlarını sık sık değiştiren insanlar üzerine bir araştırma yaptı. Verdiği karardan emin olmayan insanlar, sıklıkla kararlarını değiştiriyor veya pişmanlık duyuyor. Prof. Joyce Ehrlinger, bu yapıdaki insanların doğru tercihi yaptıklarından emin olmak istediklerinden, verdikleri kararın arkasında sağlam duruş sergileyemediklerini söylüyor. Ehrlinger, sürekli memnuniyetsizlik halinin, strese sebep olduğunu ve ruh/beden sağlığını olumsuz etkilediğini, depresyona sebep olduğunu söylüyor. Diğer taraftan yetinmeyi bilen ve kararlarını kabullenebilen kişilerin, daha rahat bir hayat sürdüğünü vurguluyor.

‘Hata yapmaya da ihtiyaç var’kararsizlik

Karar vermek, bir manada seçmek demektir. Doğru olanı seçeyim derken cesaretsizlik ve korkuyla beslenen kararsızlığımız, zihnimizi sürekli meşgul edecek sorular doğuruyor. Oysa ki verdiğimiz kararın arkasında durabilmeyi başarırsak, bu bize hata yaptığımızda da o hatadan ders çıkarabilme ve korkularımızı yenebilme fırsatı sunar. Doğru ve yanlışlarımızın toplamı değil midir hayat?

Amerikalı gazeteci ve yazar Kathryn Schulz, “Aslında hata yapmaya ihtiyaç vardır.” diyor. Hata yapmaya karşı koydukça, insan olmanın ne anlama geldiğini öğrenemiyoruz.

Kararsızlık, aslında hem doğuştan getirilen bir eğilim hem de bir öğrenme… Kararsızlık; çocukluğunda ailesi içinde kararsızlık gözlemlemiş yahut fikirleri önemsenmemiş, olumlu davranışları onay görmemiş kişilerde daha fazla görülüyor. Yapılan yanlış tercihler, bununla birlikte sarsılan özgüven de kararsızlık halini tetikliyor. Bu hal, bir süre sonra kişiyi tamamen bloke edip, en basit kararları dahi verememeye kadar sürükleyebiliyor. Sabah gözünü açtığı andan itibaren; “Acaba ne yesem, hangi kıyafeti giysem, nereye gitsem?” gibi en basit soruları kendi kafasında çözmeye çalışmaktan yorulan birey, bir hastalık pençesindeymiş gibi kıvranıyor. Kararsızlığın bu biçimde kronik bir şekle dönüşmesine ise ‘abulia’ deniyor.

‘En kötü karar, kararsızlıktan iyidir’

Karar vermek ne kadar güçleşirse, kararsızlık süresi de o kadar uzuyor ve kişinin hata yapma endişesi aynı minvalde artıyor. Kendi kararlarını vermekten korkar hale gelen kişi, etrafındakilere ‘Sence?’ sorusunu yöneltmeye başlıyor ki, bu da sorumluluktan kaçma ve başkalarının kararları doğrultusunda yaşama, hayatının kontrolünü bırakma anlamını taşıyor. Ayrıca kişi, çevresindeki insanlar üzerinde de olumsuz bir izlenim bırakabiliyor.

“En kötü karar, kararsızlıktan iyidir.” diyor Montesquieu. Bu sözün haklılığı tartışılır olsa da kararsızlığın, kişilikte oluşturduğu tahribatı da unutmamalıyız. Tam bir seçenekler dünyasında yaşadığımız şu dönem, kararsız insanlarda kâbusta yaşıyor hissi uyandırabilir. Ölümlü insanın dünyadaki kısıtlı zamanından çalmayın. İç huzuru yakalayabilmek ve endişeden az da olsa uzaklaşabilmek adına, tedbirinizi ve kararlarınızı alıp takdiri beklemeye ne dersiniz? Ayet-i Kerime’de de beyan edildiği gibi, “Sonra bir kere karar verdin mi artık Allah’a dayan, çünkü Allah, kendisine güvenenleri sever.” (Al-i İmran 159)kararsizlik_secim_yapmak

Kararsız kaldıysanız bir bilene danışın

Sosyal Psikolog Dr. Peter Collett, karar verme yolunda ilerleyebilmek adına atılacak adımlar arasında şunları sıralıyor:

Araştırmak: Karar verilecek konu hakkında bilgi sahibi olmak süreci hızlandırabilir.

Öncelikleri belirlemek: Kesin karar vermenin önemli olduğu, tabiri caizse hayati konuları belirlemek.

Öngörüde bulunmak: Karşınıza çıkabilecek zorlukları ve bunlarla mücadele etme yollarını düşünmek.

Paylaşmak: Kafanızı karıştıran konuları etrafınızdakilerle konuşmak.

Uzmanlara danışmak: Kararsızlığı yenmenin bir yolu da uzmanlardan yardım almaktır.

Kaynak: http://kisiselbasari.com/kararsizlik...ren-duygu.html

Geändert von seyrangah_06 (09.07.2017 um 21:29 Uhr).
  #3  
Alt 23.08.2017, 01:04
emasculine
 
Beiträge: n/a
Reden SeyranGay

Efenim Merhabalar

Yazi yazma islerini bu aralar biraz aksatinca “editorumuz ” nazim beyden inceden hicivle karisik bir uyari aldim. Bildiginiz gibi bir sonraki yazi icin balina kopekbaliklarini yazmaya soz vermistim. Gecikince Nazim balina kopekbaligini izgara yapip rakinin yaninda yedin mi diye bodoslama gimis konuya. Zaten yarim sise rakimiz kaldi Fevzi ile, gidim gidim iciyoruz, ona da taa Kanada`dan goz koyup cok gormeyiniz nazim efendi. Zaten aslen whale shark denen mahlukatlarin ismini turkceye cevirmek ve cumle icinde kullanmak yeterince zor. O yuzden bu yazida da ne yazik ki balina kopekbaliginin (BKB) balinalik kopeklik ve baliklik unsurlarina deginemeyecegim. Bu aralar Utila Adasi civarinda pek goremiyoruz kendilerini zaten.

Basliktan da goruldugu uzere bu yazida daha cok gerzekliklerden bahsetmeyi uygun gordum musaadenizle. Gerzeklik derken aslen bir seyi herkesin yaptigi gibi yapmama halinden bahsediyorum. Ama “gerzek!” vurgusu daha cok bu farkliligin absurdlugu konusunda bir uyari, sosyal rot balans ayari naminda bisey. Meydan larusa ayrica bakip yorumlara ekleyebilirsiniz tabi. Benim icin gerzek kelimesi oldukca olumlu anlami olan bir kavram. Aklima ilk gelen sey ise George Perec`in “Yasam Kullanma Kilavuzu”. Yazar aslen Fransızca’nın en çok kullanılan sesli harfi olan “e”yi kullanmadan kaybolus isimli bir roman yazdigindan beri benim obsesif kompalsif yazarlar listeme girdi. Buradan kitabi 5 yil once bana hediye eden Ertan ustadimiza entel bir selam cakalim hizlicanak. Baskisi tukenmis ona gore. “Parçaları yerleştirenin her hareketi, bu parçaların üreticisi tarafından kendisinden önce tekrarlanmıştır; eline aldığı, incelediği, okşadığı her parça, denediği, bir kez daha denediği her kombinasyon, her dokunuş, her sezgi, her umut, her cesaretsizlik bir başkası tarafından kararlaştırılmış, hesaplanmış, incelenmiştir.” demis yazar kitabin bi yerinde. Yazarin aslen ne demeye calistigindan bagimsiz olarak ben; ne zaman zihinsel uretim cabasina girissem, bu denenmislik halinin golgesi altinda ezilmekteyim. O yuzden kurtulusu gerzeklikte yani parcalarin ureticisi olmakta goruyorum.

Yanildiniz kitap da tanitmiyorum. Gerzeklikten bahsediyorum hala. Gerzeklik tabi ne dedigini dosdogru dolandirmadan bildigin gibi soylemek demek ayni zamanda. Politik olmaya calismadan, elestirilerin onune onceden nasil gecerim diye dusunmeden. Soz agizdan cikarken dert sudur: “arkadasim ben buna baktim, bunlari gordum, bana degisik geldi, bi de sana deyim dediydim kelamimi, belki sen de katarsin ustune bisey”. Bu anlamda blogumuzda bu ayin gerzeklik odulunu incelikli bakisina bir kez daha saygi duydugum kayahan kardesime vermeyi dilerim ben. Yazisinin altindaki yorumlari okuyunca tartismanin biraz daha gorsel iletisim uzerine odaklanmadigina uzuldum acikcasi.

Yine yorumlarla baglantili olarak, Greenpeace insanlarinin (sanirim ben de hala bu insanlardan birisi sayilabilirim) surekli bir savunma ve greenpeace hakkindaki yanlis anlasilmalari (o kadar cok ki!) giderme gibi bir refleksi var biraz da hakli olarak. Diger yandan her elestiri de yanlis anlasilmadan kaynaklanmiyor. Bu elestirileri alip (yes publicly) uzerine greenpeace`in bakis acisini ekleyip bir de ozelestiri koydugunuzda dadindan yinmez bana kalirsa. Kurumsal kimligin nufus edilemez pembeliginden kurtulursun bir. Fikri sermayeni dusunce borsasina yatirmis olursun, dusunce yatirimcilari olumlu olumsuz yonleri birlikte tartar ve dusunce hisselerin daha da bir deger kazanir, iki. Insanlar Greenpeace`in sokakta para toplayan insanlardan ve yerden bitiveren eylemcilerden ote bir yuzu oldugunu gorur bu da uc.

Yani aslinda Greenpeace`te kimsenin bu soylediklerimin aksine bir dusuncesi oldugunu sanmiyorum. Asil sorun su. organizasyon turkiye`de buyurken iki ana kafa karisikligi ortaya cikti. Bilgiyi uretip yayarken neyin ozel, neyin umumi (ey okur!bak kamusal demiyorum burdan dalma bana) oldugu konusunda bir fikir birligi hala olusabilmis degil. Bu da orgut ile ilgili entellektuel tartismalarin gereksiz sekilde dar bir sinirda kalmasina sebep oluyor. ikinci kafa karisikligi ise greenpeace`in taban orgutlenmesi mi yoksa tepeden orgutlenme modelini mi benimsedigi. bu tartismaya hic girmiyorum ama tartismanin yarattigi kafa karisikliginin sonucu sudur: greenpeace`in internet veya diger toplu iletisim kanallari ile kitleleri kendiliginden harekete gecmesini saglamasi zorlasiyor. Hem de cok zorlasiyor. Iletisim kampanyasi yuruturken bilgiyi ve gorsel ogeleri belli paket formatlardan sunmak gibi bir zorunluluk var. Ama internet iletisiminin sagladigi imkanlar ve olusmakta olan yeni kultur, bu gazete televizyon formatinin otesinden bir iletisim taktigi gerektiriyor. Ve bu taktikleri oturup bu blogda ya da baska umumi sanal ortamlarda neden tartismiyoruz, arkadaslar buyrun demek istiyor ben.

Aman tanrim, yine buyuk buyuk laflar etmisim kendimi kaptirip. Ama bu yazinin konusu Greenpeace de degil. Bildiginiz gibi hondurastayim bu aralar. E domuz gribi de malum. Meksikaya cok yakin oldugumuzdan dunyanin cesitli yerlerindeki tanis ve dostlardan uyari mesajlari geliyor. Sagolasiniz ben domuz gibiyim ve hic biyere gitmeye ya da donmeye niyetim yok. Bu uzakta bir felakete tepki gosterme halinin “turk”e has bir durum olmadigina sahit oluyorum. tam aksine bu medya manipulasyonuna gelip paniklemenin doruk noktasi sanirim amerika. ama tabi turke bisey olmaz sktiret olm geyiklerini de yapmakta ihmal etmiyoruz fevzi ile. Meraklananlara tek bir dusunce noktasi veriyorum: kus gribi sirasinda turkiyeyi neden terketmediniz? Turk gerzekligi ve yaraticiligi benimle birlikte honduras topraklarinda dolasiyor merak etmeyesiniz. Ama bu arada memlekette hala bir islam alimimiz cikip “domuz yiyenler allahin gazabina ugradi iste” demedi ise de ben burada cig cig domuz yiyecegim.

Benim bu aralar ugrastigim daha buyuk gerzeklikler var. Pasaportumun suresini konsoloslukta ucuza uzattiririm dusuncesiyle turkiyeden ayrildim. Ama bizim disisleri her ulkede konsolosluk acmiyor haliye. Orta amerikada meksika buyukelciligi 10 ulkeye birden bakiyor. Ben de mecburen amerikan hizli posta sirketiyle pasaportumu konsolosluga gondermek zorunda kaldim. Damga vurup geri gonderecekler. Simdi mal gibi yolda kaybolmasin diye dua ediyorum. Ama proseduru de iyice ogrenmis oldum. Hani buyukler ders olsun diyo ya…

Adadaki birinci ayimda super bir zula mekan ogrendim. Adadaki su deposu. Harika manzarasi oldugunu soyluyorlar. Tarifini de 2-3 kisiden ayri ayri aldim. Bu yoldan yukari dogru yuru, bir adet kesinlikle girilmez tabelasi var, ordan gir. curuk bir merdiven var, tepesine tirmanip manzarayi izleyebilirsin. Bunu cok fazla turiste soylemiyorlar. O yuzden gurur duydum kendimle. Gerzek gerzek gidip keyif ilen inceden ufka bakip pasaportumun gelisini beklemeyi dusunuyorum dalmadigim gunlerde.

Dalis isleri de yavasladi bu ara. Insan yogun calismadigi zaman gerzeklige ve eglenceye daha fazla zaman kaliyor. Dalis sonunda teknenin altindan yukselirken, yuzeyde iseyerek gevseyen bunyelere regulatorle jakuzi yapmakta huzuru buldum ben. bi anlik saskinlik ve yuzerken sicrama hali cok eglenceli bir gorsel. bu eylemin bi amaci anlami var mi yok tabi. Fevzi ile de bol bol bomba atlayisi yapip herkesi islatarak dunya aleme turkun gucunu gostermek mesguluz anlayacaginiz.

Her yazida bir tarif vermeye calisiyorum. Gelenegi bozmayalim. Bu haftaki favorimiz pratik cikolatali dondurma. bakkaldan cikolatali sut alinir. bi yudum alip, buzluga sogusun diye konup unutulur. donan sut iyice bir ezilir. bildigin super dondurma olur. ama bu tarif turkiyede calisir mi bilmiyorum. sutte cok su olunca buz kristallerinin sayisi artiyo. olay baska bir seye donusuyor.

Mektubumu bu paragraf ile noktalarken herkesin 1 mayis bayramini kutlarim. ucuncu dunya ulkesi falan diye hor goruyosunuz ama 1 mayis burada resmi tatil naber. Hatta bizim patrondan baska herseye benzeyen patron, evinde bize barbeku partisi veriyor. Ben simdiden herkese 1 mayis marsini ogretiyorum. Buradan taksime dogru yuruyuse gecicez ada halki ilen.

biz geliyoruz! acin taksim meydanini, bizim hondurasli arkadaslara ayip olmasin. 😀
  #4  
Alt 25.08.2017, 18:37
seyrangah_06
 
Beiträge: n/a
Standard zamani geldi

  #5  
Alt 26.08.2017, 01:51
eMasculine
 
Beiträge: n/a
Reden SeyranGay

Efenim Merhabalar

Yazi yazma islerini bu aralar biraz aksatinca “editorumuz ” nazim beyden inceden hicivle karisik bir uyari aldim. Bildiginiz gibi bir sonraki yazi icin balina kopekbaliklarini yazmaya soz vermistim. Gecikince Nazim balina kopekbaligini izgara yapip rakinin yaninda yedin mi diye bodoslama gimis konuya. Zaten yarim sise rakimiz kaldi Fevzi ile, gidim gidim iciyoruz, ona da taa Kanada`dan goz koyup cok gormeyiniz nazim efendi. Zaten aslen whale shark denen mahlukatlarin ismini turkceye cevirmek ve cumle icinde kullanmak yeterince zor. O yuzden bu yazida da ne yazik ki balina kopekbaliginin (BKB) balinalik kopeklik ve baliklik unsurlarina deginemeyecegim. Bu aralar Utila Adasi civarinda pek goremiyoruz kendilerini zaten.

Basliktan da goruldugu uzere bu yazida daha cok gerzekliklerden bahsetmeyi uygun gordum musaadenizle. Gerzeklik derken aslen bir seyi herkesin yaptigi gibi yapmama halinden bahsediyorum. Ama “gerzek!” vurgusu daha cok bu farkliligin absurdlugu konusunda bir uyari, sosyal rot balans ayari naminda bisey. Meydan larusa ayrica bakip yorumlara ekleyebilirsiniz tabi. Benim icin gerzek kelimesi oldukca olumlu anlami olan bir kavram. Aklima ilk gelen sey ise George Perec`in “Yasam Kullanma Kilavuzu”. Yazar aslen Fransızca’nın en çok kullanılan sesli harfi olan “e”yi kullanmadan kaybolus isimli bir roman yazdigindan beri benim obsesif kompalsif yazarlar listeme girdi. Buradan kitabi 5 yil once bana hediye eden Ertan ustadimiza entel bir selam cakalim hizlicanak. Baskisi tukenmis ona gore. “Parçaları yerleştirenin her hareketi, bu parçaların üreticisi tarafından kendisinden önce tekrarlanmıştır; eline aldığı, incelediği, okşadığı her parça, denediği, bir kez daha denediği her kombinasyon, her dokunuş, her sezgi, her umut, her cesaretsizlik bir başkası tarafından kararlaştırılmış, hesaplanmış, incelenmiştir.” demis yazar kitabin bi yerinde. Yazarin aslen ne demeye calistigindan bagimsiz olarak ben; ne zaman zihinsel uretim cabasina girissem, bu denenmislik halinin golgesi altinda ezilmekteyim. O yuzden kurtulusu gerzeklikte yani parcalarin ureticisi olmakta goruyorum.

Yanildiniz kitap da tanitmiyorum. Gerzeklikten bahsediyorum hala. Gerzeklik tabi ne dedigini dosdogru dolandirmadan bildigin gibi soylemek demek ayni zamanda. Politik olmaya calismadan, elestirilerin onune onceden nasil gecerim diye dusunmeden. Soz agizdan cikarken dert sudur: “arkadasim ben buna baktim, bunlari gordum, bana degisik geldi, bi de sana deyim dediydim kelamimi, belki sen de katarsin ustune bisey”. Bu anlamda blogumuzda bu ayin gerzeklik odulunu incelikli bakisina bir kez daha saygi duydugum kayahan kardesime vermeyi dilerim ben. Yazisinin altindaki yorumlari okuyunca tartismanin biraz daha gorsel iletisim uzerine odaklanmadigina uzuldum acikcasi.

Yine yorumlarla baglantili olarak, Greenpeace insanlarinin (sanirim ben de hala bu insanlardan birisi sayilabilirim) surekli bir savunma ve greenpeace hakkindaki yanlis anlasilmalari (o kadar cok ki!) giderme gibi bir refleksi var biraz da hakli olarak. Diger yandan her elestiri de yanlis anlasilmadan kaynaklanmiyor. Bu elestirileri alip (yes publicly) uzerine greenpeace`in bakis acisini ekleyip bir de ozelestiri koydugunuzda dadindan yinmez bana kalirsa. Kurumsal kimligin nufus edilemez pembeliginden kurtulursun bir. Fikri sermayeni dusunce borsasina yatirmis olursun, dusunce yatirimcilari olumlu olumsuz yonleri birlikte tartar ve dusunce hisselerin daha da bir deger kazanir, iki. Insanlar Greenpeace`in sokakta para toplayan insanlardan ve yerden bitiveren eylemcilerden ote bir yuzu oldugunu gorur bu da uc.

Yani aslinda Greenpeace`te kimsenin bu soylediklerimin aksine bir dusuncesi oldugunu sanmiyorum. Asil sorun su. organizasyon turkiye`de buyurken iki ana kafa karisikligi ortaya cikti. Bilgiyi uretip yayarken neyin ozel, neyin umumi (ey okur!bak kamusal demiyorum burdan dalma bana) oldugu konusunda bir fikir birligi hala olusabilmis degil. Bu da orgut ile ilgili entellektuel tartismalarin gereksiz sekilde dar bir sinirda kalmasina sebep oluyor. ikinci kafa karisikligi ise greenpeace`in taban orgutlenmesi mi yoksa tepeden orgutlenme modelini mi benimsedigi. bu tartismaya hic girmiyorum ama tartismanin yarattigi kafa karisikliginin sonucu sudur: greenpeace`in internet veya diger toplu iletisim kanallari ile kitleleri kendiliginden harekete gecmesini saglamasi zorlasiyor. Hem de cok zorlasiyor. Iletisim kampanyasi yuruturken bilgiyi ve gorsel ogeleri belli paket formatlardan sunmak gibi bir zorunluluk var. Ama internet iletisiminin sagladigi imkanlar ve olusmakta olan yeni kultur, bu gazete televizyon formatinin otesinden bir iletisim taktigi gerektiriyor. Ve bu taktikleri oturup bu blogda ya da baska umumi sanal ortamlarda neden tartismiyoruz, arkadaslar buyrun demek istiyor ben.

Aman tanrim, yine buyuk buyuk laflar etmisim kendimi kaptirip. Ama bu yazinin konusu Greenpeace de degil. Bildiginiz gibi hondurastayim bu aralar. E domuz gribi de malum. Meksikaya cok yakin oldugumuzdan dunyanin cesitli yerlerindeki tanis ve dostlardan uyari mesajlari geliyor. Sagolasiniz ben domuz gibiyim ve hic biyere gitmeye ya da donmeye niyetim yok. Bu uzakta bir felakete tepki gosterme halinin “turk”e has bir durum olmadigina sahit oluyorum. tam aksine bu medya manipulasyonuna gelip paniklemenin doruk noktasi sanirim amerika. ama tabi turke bisey olmaz sktiret olm geyiklerini de yapmakta ihmal etmiyoruz fevzi ile. Meraklananlara tek bir dusunce noktasi veriyorum: kus gribi sirasinda turkiyeyi neden terketmediniz? Turk gerzekligi ve yaraticiligi benimle birlikte honduras topraklarinda dolasiyor merak etmeyesiniz. Ama bu arada memlekette hala bir islam alimimiz cikip “domuz yiyenler allahin gazabina ugradi iste” demedi ise de ben burada cig cig domuz yiyecegim.

Benim bu aralar ugrastigim daha buyuk gerzeklikler var. Pasaportumun suresini konsoloslukta ucuza uzattiririm dusuncesiyle turkiyeden ayrildim. Ama bizim disisleri her ulkede konsolosluk acmiyor haliye. Orta amerikada meksika buyukelciligi 10 ulkeye birden bakiyor. Ben de mecburen amerikan hizli posta sirketiyle pasaportumu konsolosluga gondermek zorunda kaldim. Damga vurup geri gonderecekler. Simdi mal gibi yolda kaybolmasin diye dua ediyorum. Ama proseduru de iyice ogrenmis oldum. Hani buyukler ders olsun diyo ya…

Adadaki birinci ayimda super bir zula mekan ogrendim. Adadaki su deposu. Harika manzarasi oldugunu soyluyorlar. Tarifini de 2-3 kisiden ayri ayri aldim. Bu yoldan yukari dogru yuru, bir adet kesinlikle girilmez tabelasi var, ordan gir. curuk bir merdiven var, tepesine tirmanip manzarayi izleyebilirsin. Bunu cok fazla turiste soylemiyorlar. O yuzden gurur duydum kendimle. Gerzek gerzek gidip keyif ilen inceden ufka bakip pasaportumun gelisini beklemeyi dusunuyorum dalmadigim gunlerde.

Dalis isleri de yavasladi bu ara. Insan yogun calismadigi zaman gerzeklige ve eglenceye daha fazla zaman kaliyor. Dalis sonunda teknenin altindan yukselirken, yuzeyde iseyerek gevseyen bunyelere regulatorle jakuzi yapmakta huzuru buldum ben. bi anlik saskinlik ve yuzerken sicrama hali cok eglenceli bir gorsel. bu eylemin bi amaci anlami var mi yok tabi. Fevzi ile de bol bol bomba atlayisi yapip herkesi islatarak dunya aleme turkun gucunu gostermek mesguluz anlayacaginiz.

Her yazida bir tarif vermeye calisiyorum. Gelenegi bozmayalim. Bu haftaki favorimiz pratik cikolatali dondurma. bakkaldan cikolatali sut alinir. bi yudum alip, buzluga sogusun diye konup unutulur. donan sut iyice bir ezilir. bildigin super dondurma olur. ama bu tarif turkiyede calisir mi bilmiyorum. sutte cok su olunca buz kristallerinin sayisi artiyo. olay baska bir seye donusuyor.

Mektubumu bu paragraf ile noktalarken herkesin 1 mayis bayramini kutlarim. ucuncu dunya ulkesi falan diye hor goruyosunuz ama 1 mayis burada resmi tatil naber. Hatta bizim patrondan baska herseye benzeyen patron, evinde bize barbeku partisi veriyor. Ben simdiden herkese 1 mayis marsini ogretiyorum. Buradan taksime dogru yuruyuse gecicez ada halki ilen.

biz geliyoruz! acin taksim meydanini, bizim hondurasli arkadaslara ayip olmasin. 😀
  #6  
Alt 21.11.2017, 23:55
eMasculine
 
Beiträge: n/a
Daumen runter "iftiratör yalanci soysuz köpek" SeyranGay

Das Feuerwerk des Generals

Petersburg ist eine wundervolle Stadt, in der man ganz besondere Menschen trifft. Ein solcher war auch der alte General, den ich bei einem meiner Trinkgelage kennen lernte. Ein grauer Spitzbart umrahmte sein kupferrotes Gesicht, aus dem der Glanz unzähliger geistreicher Getränkeflaschen strahlte, die er im Laufe seines Lebens geleert hatte.

Mein neuer Freund hatte nur eine Unart: Am Tisch behielt er stets seinen Hut auf, und das ist wahrlich keine feine Sitte. Aber er entschuldigte sich mehrmals dafür, sagte, er habe im Krieg eine Verwundung erlitten. Und schon schenkte er sich dabei ein weiteres Glas Wodka ein. Denn eines muss man wirklich sagen: Der Mann konnte trinken wie ein Pferd. Hier eine Flasche Weinbrand, dort eine Karaffe Rum - seine Trunkenheit aber merkte man ihm nie an.

Da ich ein aufmerksamer Beobachter bin, war mir bei all diesen Feiern nicht entgangen, dass der General hin und wieder einmal seinen Hut lupfte. Ganz kurz, so dass man es kaum sehen konnte. Und nun wusste ich um sein Geheimnis: Er entließ jedes Mal dabei eine Alkoholwolke aus seinem Kopf.

Das wollt ihr mir nicht glauben? Ich habe dafür sogar den Beweis erbracht. Denn eines Tages, wir saßen wieder einmal mit mehreren Freunden zu einem Trinkgelage zusammen, da stellt ich mich hinter den General. Als er seinen Hut lüftete, entzündete ich ein Streichholz, hielt es an die Dunstwolke, die aus dem Kopf des Mannes emporstieg, und siehe da, es sprühten Funken und ein wahres Feuerwerk entzündete sich über seinem Haupt. Das war lustig anzusehen, auch der alte General hatte seine wahre Freude daran. Immer wieder bat er darum, das Experiment zu wiederholen. Ich kann euch versichern, dass es ein ziemlich fröhlicher Abend wurde.
Antwort


Themen-Optionen Thema durchsuchen
Thema durchsuchen:

Erweiterte Suche

Forumregeln
Es ist Ihnen nicht erlaubt, neue Themen zu verfassen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, auf Beiträge zu antworten.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Anhänge anzufügen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Ihre Beiträge zu bearbeiten.

vB Code ist An.
Smileys sind An.
[IMG] Code ist An.
HTML-Code ist Aus.
Gehe zu