Einzelnen Beitrag anzeigen
  #3  
Alt 18.01.2009, 20:52
gelincik02
 
Beiträge: n/a
Standard “Ayrılmak istiyorum...Resmen...”

“Ayrılmak istiyorum...Resmen...”
“Evet..”
Konuşan bir yabancı, her kimse...
“Nasıl istersen..”
Kendi sesi mi bu?

Ayakların yerden kesilmesi demek bu olmalı. Ipıssızlığı yaşamak. Ya da bir dönemeçte ansızın yüzyüze geliniveren araba burnu gibi.

Ağlamak şimdi en olmayacak şey olur. En iğreti.
“İşte böyle yaparlar adama”
Hıncını üstüne kusmanın ve en kendine ait giysisini /neredeyse hep üstünde olan pantolon için bir gün, “yeni mi aldın bunu?” diye sormuştu / pisletmenin gönül rahatlığını yaşar belki. Ve oracıkta, belendiği çamurların orta yerinde bırakıp gider ellerini oğuşturarak. Kimbilir.
Ağlamak en yanlış iş şimdi. Evet.
İyi ama, bozguna dönüştüğünde umut, nasıl yürekli olunur?

“Ben mahkeme işini hallederim. Sen yalnızca onayla..”

Paramparça bulutlar. Yağmur yüklü. Söylenecek bir şey yok artık.
“İstediğin bu değil miydi zaten. Öyleyse niye?”
O güzel günler. Yüreğinin bin attığı yanında, kuşlar gibi çırpındığı. Her bir kar katmanının daha derine gömdüğü, yok ettiği izlere dönüşüyor şimdi. Kar hep yağdı. Hep yağacak.

Sokağın başındaki pastaneye uğrayıp kocaman bir pasta almalı, kreması bol olanlardan, üstüne renkli güller kondurulmuş. Kremanın ağızdaki o peltek, kaygan yağlılığından nefret eder ama kutlamalar ne içindir ki? Kırdığı yaşam parçacıklarını altın bir çöp kutusuna doldurması gerekmiyor mu? Sonra oturup, bir daha asla birleşmelerine olanak olmayan bu paramparça kalıntıları seyretmek isteyebilir. Sudan incilerle tümleyerek.

Önce sıcak suyla bir duş. Birikmiş kirleri arıtarak. Sıcak da bir çay. Ve hala bir sıcaklığı korumanın düşündeki anılar, kullanmadığı eski bir çantaya zar zor sığdırmaya çalıştığı. Mektuplar, defterler, şiirler, resimler, kurumuş yapraklar, boş bir kibrit kutusu/anısı var/, bir kozalak, iki kaset/ikisi de arkalı önlü aynı şarkıya adapte/, bir kurdele, bir gümüş küllük, üç beş deniz kabuğu, bir kurutulmuş deniz atı, kolları kopmuş yıldızlar, daha bir sürü ıvır zıvır...

Bitti. Serbest fıkra yazarlığına başlayabilir bundan böyle.

Dağıttığı yaşamı toplayıp çantaya tıktı yine. Çapulcu, ne olacak! Durakladı. Parmaklarını gerdirerek sarı altın halkayı evirip çevirdi, çıkarıp onu da attı içine çantanın.
Ne olmuş yani, bitmişse bitmiş! Şimdi en frapan giysisini giyip, bir parti verecek. Saçları nemliliğini tüketmemiş daha. Biraz jöle, dudaklarına koyu kırmızı ruj ve özel günlere ayırdığı o pahalı koku. Böyle iyi. Yeter.
Kendine son göz atış. Aykırı bir buklenin yerine oturtulması, gözlere yerleştirilmesi çok gerekli bir gülücük sonra. Işıltı. Daha bir iki ufak ayrıntı işte.

Parti onu bekliyor. Onları.

Masada çiçekler. Mum da olsun. Mum ışığında vals. Kızarmış patates, bol göbek salata/mantarlı üstelik/, geceye hiç uymasa da hiç vazgeçemediği makarna/soslu/, şarap bir de. Sıradan. Olsun. Neden olmasın? Her şey olası.

“Annecim, kim gelecek?” Minik bebeği merakta. Alışkın olmadığı bir gece başlamak üzere. Sahi, pasta da vardı. Yarına kalabilir. Kalsın. Ama kalmasın.
Artık her günümüz bir düğün. Değil mi? İstediğin bu değil mi?

Şerefe!

Gece pencerelerde şimdi. Gece içinde. Daralmaları şu kuytu gecenin bekçileri gibi uyanık. Onlarca tetik. Parti bitti.

“Ayrılmak istiyorum.. Resmen..”