Vaybee! Forum

Vaybee! Forum (http://localhost/forum/index.php)
-   Lifestyle (http://localhost/forum/forumdisplay.php?f=391)
-   -   Hayat'a Dair Herşey (http://localhost/forum/showthread.php?t=7344)

Ribelle 11.08.2010 22:33

Hayat'a Dair Herşey
 
Evet başlıktandan anlayabileceğiniz gibi Hayatın içinde varolan yaşanmışlıklar bu topicte satırlarıma eşlik edecek , kimi zaman hüzünlerimiz olacak kimi zaman yüzümüze tokat gibi vuran gerçekler , Bazen farkındalıklarımız bazense henüz farkına varamadıklarımız en nihayetinde her okuduğumuzda her yeni konu eklendiğinde umarım herkes kendi içinde pozitif anlamda bir şeyler alacak bu satırlardan

Ribelle 11.08.2010 23:21

Vaybee Chat
 
Bu günkü konumuza bu başlıkla başlamayı uygun gördüm.

Uzun zamandır izlenimlerimi , İnsanların birbirlerine olan Saygı ve sevgilerinin nasılda hiçe sayıldığını anlatmanın en güzel ve en yakın örneğidir '' Vaybee Chat Odaları ''

Sanırım konuyu örneklerle betimlemek çok daha doğru olur o halde hadi başlayalım...

Herhangibir Chat odasına giriş yaparsınız doğal olarak bir selam verme ihtiyacı duyarsınız buraya kadar her şey normal gözükür...Selam veren bir bayansa her şey ilk başta normaldir selamına karşılık verilen selamların ardı arkası kesilmez hele birde yeni üye ise profil sayfalarının bir iki dakika içinde ziyaretçi sayısı inanılmaz artış gösterir ve bunu özel mesajlar takip eder kısa hemde çok kısa bir zaman süreci içinde inanılmaz teklifler ayyuka çıkar eminim bunları yüzünüse söyleseler bir domatesin güneş karşısında kızarmasından çok daha kısa bir sürede yüzünüz kızarır...Tüm bunların yanında hiçmi normal sohbet eden yoktur diye bir soru aklınıza gelebilir.Tabiki vardır ama her ne hikmetse normal sohbet edenler seviyeyi belirli kıriterde tutanlar pek umursanmaz bunun örneklerini ilerleyen satırlarda göreceğiz...

Bayanlar için hal böyle iken selam veren bir erkekse işler daha zordur çünkü selamınız pek alınmaz yaazdıklarınız önemsenmez heleki yeni üye iseniz yokmuşunuz gibi sayılır otodışlama devreye girer...Şaşırırsınız bir süre izlemeyi yeğlersiniz arada sohbetin içine dahil olmak istersiniz ama bu pekde öyle göründüğü kadar kolay olmaz çünkü yerleşmiş bir alt tabaka vardır onların sohbetleri sizin varlığınızı engeller bir şekilde...Her ne kadar kültürlü dürüst ve seviyeli bir kişiliğiniz olsada yazdıklarınızın tümü , Cahilce edilen küfür ve hakaret dolu sohbetler arasında yok olur gider ve bu bazılarında hayal kırıklığı yaratır bazıları ise umursamaz madem öyle ortama ayak uydurayım boyutuna geçer peki hangisi doğru ?

Cahilce edilen sohbetlermi ? Edilen küfürlermi ? Yapılan hakaretlermi ? İnsanları cinsiyetlerine göre dışlamakmı ?

Bahsi geçen Chat odalarının genel yapısı ve genel sohbetler üç aşşağı beş yukarı her gün aynıdır ve anlamsız bir şekilde üyeler bu monotonluktan bir şekilde hoşnut olurlar kimbilirbelkide gün içinde yada hayatın içinde yaşadıkları olumsuzlukları belkide bu şekilde atmalarından ileri gelir genel sohbetleri biraz inceleyelim isterseniz...

En çok tartışması yapılan konuların başında gelir '' Irk '' tartışması...

Belkide bu konun en son tartışılacağı yerdir bir internet sayfası. Laz'ı Boşnağı Arnavut'u Macır'ı yada Kürt'ü bir çok kültürün bulunduğu bir yelpazede tartışmak ve doğal olarak sonuca ulaşamamak...

İnsanların saygıyı ve sevgiyi unuttuğu ilk andır birbirlerini ''Irk'' ına göre yargılamak vede suçlamak oysa çok uzak değil Ulu Önder Atatürk ve onun Silah arkadaşlarını incelediğimizde görüyoruz ki bu gün rahat nefes almamızın başlıca mimarlarından hepsi ve her biri farklı bir ırk ve kültüre sahipler ama bizlerden farkı onlar birbirlerini vatan için sevmişler kültürlerine ırklarına ve dillerine bakmadan...

Peki biz napıyoruz ?

Siz içinizden cevaplarken bu soruyu ben söyleyim...İnsanlığımızı değer yargılarımızı ve çok daha önemlisi sevgiyi unutuyor basitleştiriyoruz....

Hiç bitmeyen konu hakaret küfür...

Sık karşılaştığımız bir durumdur üylerin birbirine ettiği küfür ve hakaretler öyle rahat edilirki yeri geldiğinde edilen küfür gülümsemelerle destek bulur çok matah bir durummuş gibi bunu erkek üyeler çok yaptığı gibi bayanlarda zaman zaman bu duruma katılır çünkü artık bu durumu benimsemişlerdir...Hayatta en çok kime değer veriyorsunuz diye sorsam size eminim bir çoğunuz ilk önce annem der..Haksızda değilsinizdir çünkü çok değerlidir annelerimiz peki hal böyle iken neden küfürlerin içine alet edilir pervasızca ?...

İşte bu noktada'da birbirimize olan saygımızı kaybederiz...

Aslında örnekleri çok daha uzatabilirim ama en sık karşılaşılan durumların başında gelir bu yazdıklarım.Aslında tüm suçu üyelere yüklemekte bu anlamda doğru olmaz çünkü sağlıklı bir otokontrol sistemi bulunmaması bir çok açığı ortaya çıkarmış Avrupa alt yapılı bir Chat Sayfasını Hakaret Küfür Dil Din Irk Ayrımının yapıldığı en kötüsüde Sex Partneri arama motoru haline getirmiştir...

Sonuç olarak Sevginin Saygının bu kadar hoyratça kullanılması beni derinden üzmüştür....

Saygı Sevgi ve Bilinçli hoşgörülü Sohbetler ve arkadaşlılar dilerim hepinize....

Unutmayın yaşam hızla akıp gidiyor ve size kalan yanlızca bir damla Sevgi ve öldükten sonra anılmanızı sağlayacak bir tek Saygı....

RİBELLE

Ribelle 12.08.2010 00:10

İncitmeyecek kadar uzak,üşümeyecek kadar da yakın olabilmek...!!
 
Eski zamanların dondurucu bir kışından bütün hayvanlar çok
etkilenmiş,büyük kayıplar vermişler.

Ama en çok kayıp veren kirpilermiş.

Çünkü onların pek çok hayvan gibi kalın kürkleri yok, kendilerini sıcak tutması zor olan dikenleri var.

Bu durumdan en az zararla kurtulmak için kirpiler meclisi
toplanmış,çözüm aramaya başlamış.

Tartışa tartışa,nihayet gece olunca tüm kirpilerin bir araya
toplanmasına,birbirlerine yakın durarak geceyi geçirmelerine karar verilmiş.

Böylece kirpiler birbirlerinin vücut sıcaklığından
yararlanacak,aralarındaki hava tedavülünü önleyerek donmaktan
kurtulacaklarmış.

İlk geceki deneyimlerinde bunun işe yaradığını görmüşler.

Ama başka bir problem çıkmış ortaya.

Üşüyen kirpiler birbirlerine fazla yaklaştıklarından yaralanmalar gerçekleşmiş.

Daha sonraki gece yaralanma korkusundan birbirlerinden uzak durmuşlar ama bu seferde donmalar meydana gelmiş.

Ne var ki, her gece kah uzaklaşa kah yakınlaşa, deneye yanıla
birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak kadar yakın,ancak
birbirlerini incitmeyecek kadar uzak durmayı öğrenmişler.

KISACA ;

Bizim de uzun dikenlerimiz var.

Bunlar hayata karşı filtrelerimiz.

Bazen faydalı,bazen de zararlı.

Çoğu zaman,kimseleri yaklaştırmıyoruz yanımıza.

Filtrelerimizden elemeden kimseleri sokmuyoruz özel dünyamıza.

Ne var ki, sıcaklık ancak yakınlaşmakla mümkün.

Birbirini incitmeyecek kadar uzak,hayatın soğuk zamanlarında üşümeyecek kadar da yakın olmayı öğrenmeliyiz.

Aynen kirpiler gibi..

Ribelle 12.08.2010 00:14

Herkes Için Biraz Mutluluk...!!!
 
Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi.
Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu
bir şey bulurdu. Hatta bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile.

Bu adam, bu halde bile nasıl iyimser olabiliyor? Birisi nasıl
olduğunu sorsa; “Bomba gibiyim” diye yanıt verirdi hep..
“Bomba gibiyim.” Jerry bir doğal motivasyoncuydu...

Yanında çalışanlardan biri, o gün, kötü bir günündeyse,
Jerry yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı.

Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni... Bir gün Jerry’ye
gittim. Anlayamıyorum dedim.. Nasıl olur da, her zaman,
her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun...
Nasıl başarıyorsun bunu?

Her sabah kalktığımda kendi kendime Jerry bugün iki
seçimin var: Havan ya iyi olacak, ya kötü.. derim.
Havamın iyi olmasını seçerim. Kötü bir şey olduğunda gene iki
seçimim var: Kurban olmak, ya da ders almak.

Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim.
Birisi bana bir şeyden şikayete geldiğinde, gene iki seçimim var..
Şikayetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını
göstermek. Ben hayatın olumlu yanlarını seçerim.

Yok yahu, diye protesto ettim. Bu kadar kolay yani?
Evet.. Kolay dedi Jerry.. Hayat seçimlerden ibarettir.
Her durumda bir seçim vardır. Sen her durumda nasıl
davranacağını seçersin. Sen insanların senin tavrından nasıl
etkileneceklerini seçersin. Sen havanın, tavrının
iyi ya da kötü olmasını seçersin...
Yani sen, hayatını nasıl yaşayacağını seçersin!..

Jerry’nin sözleri beni oldukça etkiledi. Onu, uzun yıllar
görmedim. Ama, hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek
yerine, seçim yapmayı tercih ettiğimde hep onu hatırladım.

Yıllar sonra, Jerry’nin başına çok tatsız bir şey geldi. Soygun
için gelen hırsızlar, paniğe kapılıp, Jerry’yi delik deşik etmişler...
Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda kalmış.
Taburcu edildiğinde, kurşunların bazıları hala vücudundaymış.

Ben onu, olaydan altı ay sonra gördüm.
Nasılsın? diye sorduğumda, Bomba gibiyim dedi
Bomba gibi. Olay sırasında neler hissettin Jerry dedim.
Yerde yatarken, iki seçimim var diye düşündüm..
Ya yaşamayı seçecektim, ya ölümü.. Ben yaşamayı seçtim.

Korkmadın mı, şuurunu kaybetmedin mi !..
Ambülansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı.
Bana hep İyileşeceksin merak etme dediler.
Ama acil servisin koridorlarında sedyemi hızla
sürerlerken, doktorların ve hemşirelerin yüzündeki
ifadeyi görünce ilk defa korktum.Bu gözler
bana; Bana adam ölmüş diyordu. Bir şeyler yapmazsam,
biraz sonra ölü bir adam olacaktım gerçekten..

Ne yaptın? diye merakla sordum..
Kocaman bir hemşire yanıma yaklaştı ve bağırarak
herhangi bir şeye alerjim olup olmadığını sordu..
Evet diye yanıt verdim.. Var.. Doktorlar ve hemşireler
merakla sustular.. Derin bir nefes alarak kendimi
toparladım ve bağırdım: Benim kurşunlara alerjim var !..

Doktorlar ve hemşireler gülmeye başladılar. Tekrar bağırdım..
Ben yaşamayı seçtim. Beni bir canlı gibi ameliyat edin.
Otopsi yapar gibi değil..

Jerry, sadece doktorların büyük ustalıkları
sayesinde değil, kendi olumlu tavrının büyük
katkısı ile yaşadı. Yaşaması bana yeni ders oldu.

Hergün, hayatımızı dolu dolu yaşamayı seçme şansımız
ve hakkımız olduğunu ondan öğrendim..
Ve her şeyin kendi seçimimize bağlı olduğunu..


Bu yazıyı okudunuz. Şimdi iki seçiminiz var:

1. Unutup gitmek.
2. Kesip saklamak,
fotokopisini çıkarıp, dostlarınıza dağıtmak..

Ben, ikincisini seçip bunu sizlerle paylaşmayı tercih ettim.

Ribelle 12.08.2010 00:16

Vakit çok geç...!!!
 
Ne kibar şarkılarımız vardı, sizli bizli.

"Bir bahar akşamı rastladım size."



Sonra "Allah belanı versin" konulu şarkıları dayattılar bizlere. Şimdi biliyoruz ki. "Olmaz ilaç sine-i sad pareme."



Elinden tutardık dostluğun, İstanbul''un bütün meyhanelerinde dolaştırırdık.



"Kadehinde zehir olsa" vız gelir. Agora Meyhane''miz vardı. Dertlerin en şahanesi.



Şimdi bakıyorum da, ne "Eski dostlar" var artık, ne eski fasıllar.

Zaman; dilimizden sadece şarkıları koparmadı, bizi de birbirimize düşürdü.



İki kaşın arasına bile silah çatar oldu insanlar.



"Niçin baktın bana öyle" şarkısında, aşka bakardık.



Yeşil gözlerinden muhabbet kaparken başka bakardık.



Doğuştan karanfilliydi yakalarımız.



"Enginde yavaş yavaş günün minesi solarken", galiba biz de solduk.



Çocuklarımızı aldı zalim düzen.



20 yaşındaki aslan gibi delikanlıları.

"Ham meyveyı kopardılar dalından"



Kim başlattı bu savaşı, kim sürdürüyor? Ve niye bitmiyor?



Sahibi ölünce, kapının önüne konan terliklere döndük.

Göze mi geldik, biz mi unuttuk?

Aynaların eski olması, yeni gerçekleri gizlemeye yetmiyor.

Yanarak geçtik yılları, harcanarak.

Amele eller yağmacı oldu.

Hayatın girdabı içine çekti bizleri.

Bizim de suçumuz var elbet. "Kimseye etmem şikayet..."

Şimdi, "Ben küskünüm feleğe", siz, biz, hepimiz küskünüz. "Derdimi ummana döksem", kimse dinlemez.

Peki durdurabilir miyiz bu gidişi?

Eski bütünlüğümüze kavuşabilir miyiz?

Hiç sanmıyorum. Çünkü, "Dönülmez akşamın ufkundayız artık, vakit çok geç!"

Ribelle 12.08.2010 00:28

mişiz…
 
Biz ney’mişiz de haberimiz yokmuş!
Kim bilir kim’mişiz…

Tüket’mişiz koca bir kutu sevdayı da
Sev’mişiz hüznü, ağlamayı.
Eyle’mişiz gönlü hoş bir sohbetle
Benimse’mişiz rakıya meze olmayı.
Deliklere gir’mişiz her biri aydınlığa açılan,
Kapılardan geç’mişiz hep bir umut barındıran.
Kendimize gel’mişiz avucumuzdaki yaşları yüzümüze vurunca,
Öğren’mişiz kurulamayı ıslanmamışcasına.
Terk edil’mişiz belki o şehrin bir köşesinde,
Yine de vaz geçme’mişiz dik durmaktan bir tebessümle

Biz ney’mişiz de haberimiz yokmuş!
Kim bilir kim’mişiz…

Seven miy’mişiz yoksa sevilen mi dersiniz?
Üzen miy’mişiz yoksa üzülen mi?
Öğren’mişiz cevaplarını da bu soruların,
Sonunda geriye kalan hala “biz’mişiz” diyebilir misiniz?

Ribelle 12.08.2010 00:30

Sadece Birkaç Dakika
 
Gecenin karanlığında bir fısıltı duyarsın.
Sağına bakarsın, soluna bakarsın, hiçbir şey göremezsin.
İrkilirsin bir an.
Oysaki o ses beklemediğin bir yerden geliyordur.
Hiç kalbinin sesini dinlemeyi denedin mi?
Bak bakalım belki de odur deminden beri fısıldayan.
Kim bilir, belki de sana bir şeyler söylemeye çalışıyordur.
Oysaki sen onu o kadar çok ihmal etmişsindir ki,
Düşünmemişsindir bile istediği bir şeyler olabileceğini.

Çabuk ol sesi kısılacak,
İstesen de söyleyemeyecek içinden geçenleri.
Anlatamayacak yoksa derdini.
Etrafla uğraşmaktan en yakınını, kendi içini göremiyorsun pek değil mi?
Her zamanki koşuşturmacalar işte
-“Çok yoğunum, hiçbir şeye vakit olmuyor!” lar.
Ne güzel bahaneler değil mi? :)

Bu sefer bir değişiklik yap istersen.
Bahanelerini etrafa sakla, kendinle konuş biraz da.
O aslında senden çok şey beklemiyor emin ol.
Sadece…
Sadece birkaç dakika en fazla.

Umarım şu anda müsaitsindir.
-“Vakit de artık geç oldu, yarına bırakalım” deme sakın.
Hem, inan sana çok güzel haberleri var :)
İhmal edip de fark edemediğin güzellikleri anlatacak sana.
Her seferinde onlarca kez önünden geçtiğin ama bir türlü göremediğin.
Tüm güzellikleri görmüş ve anlatmak için can atıyormuş.

Nerden mi biliyorum?
:) Ondan çok şey öğrendim
Çünkü bana da anlatır tüm gördüklerini

Hadi bir kulak ver.
Etrafa bahaneler uydur
Ve kalbinin sesini dinle sadece.

Birkaç dakika için olsa bile :)

Ribelle 12.08.2010 00:36

tup Yıldızı ve Melek
 
Mucizelere inanır mısınız? Koskoca bir hayatta acaba kaç mucize kapınızı çaldı haberiniz var mı? Peki ya kaçının değerini bildiniz? Bu soruları yanıtlayabilmek için mucizenin ne demek olduğunu bilmek gerekiyor.

Hayatın mucizelerinden, kaderin bize oynadığı, önceden planlayıp yukarıdan seyrettiği bu güzel anlara gelin hep birlikte tanık olalım. Birçok zaman, tam ümitsizliğe kapıldığımız zamanlarda “keşke...” ile başlayan kaç cümle kurduk kim bilir. Kaç kere iç geçirip o “keşke” lerin gerçekleşmesini bekledik şimdiye kadar.

İnanın bana, gerçekten kalpten istediğinizde o “keşke”ler en güzel haliyle çıkıyor karşımıza. Hem de “hep” büyük konuşup, “asla” dediğimiz anlarda. Nedenini hiç düşündünüz mü? Belki de en umutsuz anlarınızdaki gibi size hiçbir kuvvetin yaptıramayacaklarını yaptırdıkları için mucize diyoruz o tatlı sürprizlere. Hem de öyle bir güzel yaptırıyor ki, hayatınız boyunca vazgeçemiyorsunuz. O kadar özel olduğunu bildiğiniz için değerini çok daha iyi anlıyorsunuz.

İşte tam bu noktada, çok özel bir mucizeyi, kutup yıldızı ile meleğin hikâyesini anlatmak istiyorum sizlere.

Melek, her zaman olduğu gibi dünya üzerindeki görevini yapmaya, insanları mutlu edip yardımcı olmak adına yeryüzüne inmiş. Yine birçok insanla ilgilenip küçük mucizeleriyle onlara umut vermiş. Fakat bu sefer farklı bir durum çıkmış ortaya. Son görevinden sonra cennete dönecekken yolunu kaybetmiş. Her yer koyu karanlık, korkutucu ve ürkütücüymüş. Hiç meleğe göre değilmiş buraları. Bir an korkmuş, paniğe kapılmış, belki de ilk defa bu sefer kendi düşmüş çaresizliğe.

İşte tam o sırada bir mucize de meleğin başına gelmiş. Tüm gücüyle yarmış bir ışık gökyüzünden bulutları. O koyu karanlıktan bir yol yaratmış meleğe. Çekip çıkarmış onu karanlık diyarlardan. Aslında ne kadar benziyorlarmış birbirlerine. İkisi de aynı amaç için savaşıyolarmış asırlardır. Birbirlerine bu kadar yakınlarmış ama farketmemişler. Sonra birbirlerini nasıl tamamladıklarını görmüşler. Meleği böylesine etkileyen mucize her zaman parlayan kutup yıldızıymış.

Fakat o gece daha önce hiç parlamadığı kadar parlamış ve meleğe bambaşka bir ışık vermiş. O anda anlamışlar ki, kutup yıldızı olmasa, melek asla bu denli ışık yayamayacak insanlara ve melek olmasa kutup yıldızının ışığı asla bu denli parlayamayacak tüm dünyaya. O günden sonra birbirlerini hiç bırakmamışlar ve sonsuza dek cennetin en güzel köşesinde, mutluluk içinde beraber olmuşlar. İşte gökyüzündeki milyonlarca yıldızın ve hepimizin etrafındaki onlarca iyilik meleğinin doğumu da böyle olmuş.

En umutsuz olduğunuz anlarda bile inancınızı asla kaybetmeyin. Çünkü mucizeler, öyle olduklarını göstermek için hep o anları beklerler.

Ribelle 12.08.2010 00:51

Geminin önünde olmak
 
Ne yazsam bilmiyorum
Bilmiyorum ne söylesem
Neler döksem satırlara neler karalasam sayfalara
Kalbin derinliklerinde en uç noktalarda,
Bilmiyorum ne fırtınalar kopuyor
Çok uzak bu diyarlara...
İnsanın kendisiyle hesaplaşmasi ne kadar zor değil mi?
Kendinle göz göze gelmek, gözlerinin icine bakmak
Her zaman o kadar kolay olmuyor
Yaptigin bircok sey olsa da
Takdir toplasan da su hayatta
Yine de kendi gozlerine bakmak zor geliyor bazen.
Tum dunyaya soyleyecek birçok sözün var belki de
Belki her soruya bir yanıtın...
Peki ya kendine sorduğun soruların yanıtlarını da aldın mı acaba ezberine?
Büyütüyor bizi yediğimiz kazıklar, yaşadığımız acı anılar
Büyüyoruz yüz yaşına gelsek de
Fırtınalarla dolu uçsuz bir okyanusta yol alirken
Biliyor muyuz acaba gideceğimiz limanlarin yönünü?
Ya o fırtınalardan sonra yine dimdik su üzerine kalmay9?
Biliyoruz :)
Kucuk hasarlar da olsa onariyoruz.
Asla geminin arkasında durmuyoruz
Arkada durup geride kalan limanlara bakmadan,
Ön tarafa geçip ufuğa doğru bakıyoruz
Çünkü geride kalıp sadece geçilen yerleri görüyoruz
Oysa ki nereye gittiğimizi görüp yönümüzü buna göre belirlemeliyiz.
Soracaksınız belki, peki ya sevdiklerimiz?
Geride kaldılar hepsi, onlara bakıyoruz diyeceksiniz.
Onlari bırakıyoruz ya arkada, buna nasıl izin verebiliriz?
:) Merak etmeyin
Gerçekten sevdikleriniz ve sizi gerçekten sevenler,
Arkadaki topraklarda değil sizin tam yanınızda olacaklar.
Bu uzun yolculukta,
Fırtınalarda,
Tecrübelerde,
Her zaman ve her sekilde,
Hep sizinle olacaklar.

Yeter ki onlara sevginizi gösterin,
Yarin cok geç olabilir, hak edenleri kalbinde bir sızıyla arkadaki limanlarda bırakmayın
Onlar yaninizda olmaktan gurur duyacaklar...

...her zaman geminin önünde olun ve fırtınalardan asla korkmayın :)

Ribelle 12.08.2010 01:02

Bir Bardak Çayın Hikayesi
 
Hayata dair ne ilginç hikayeler vardır değil mi? Küçük bir kızın elindeki elma şekerinin, bir erkek çocuğunun sımsıkı bağlandığı futbol topunun, anneannemizin elli yıllık radyosunun veya çocukluk arkadaşımızın kırk yıl hatrı olan kahvesinin...

Bir bardak çayın da işte böyle bir hikayesi vardır sevgili dostlarım. Hem de öyle bir hikayedir ki bu, hem içinizi ısıtır, hem de hayata dair çok güzel şeyler anlatır.

En başından başlayalım. Hikayemizde o kadar çok isimsiz kahraman var ki, ilk bakışta fark edilmiyorlar bile. Dışarıdan gelen “-Bir bardak çay işte!” sözlerini duyar gibi oluyorum. “-Bir daha bakın” demek istiyorum bunu söyleyenlere. Çay aslında ne kadar da hayata benziyor, ne çok şey söylüyor da çoğumuz farketmiyoruz belki de. Gelin başrol oyuncularını yakından tanıyalım.

İnce belli bir bardak, çayın demini alması için gerekli bir çaydanlık, onu ısıtan alevler, en uygun en uygun aromayı yakalayabilmek için birçok çeşidi harmanlayan usta eller, tat kazandırmak için bekleyen iki küp şeker, karıştıracak bir kaşık, altında bir çiçek gibi açılmış bardak altlığı, ve çaya hayat veren bir miktar su, hikayemizin oyuncuları. Biraz da cömertlik yapıp hepsine başrolü vermek gerekiyor diye düşünüyorum. Oldukça ilginç değil mi? Meğer ne kadar da çok aktör varmış o “bir bardak çayda!”

Haydi gelin şimdi de bir bardak çayı nasıl anlamlı hale getirmek için uğraşmışlar bir bakalım.

Hikayemiz, birçok değişik çayın damağımızda en anlamlı tadı bırakmak için, usta eller sayesinde bir araya gelmesiyle başlıyor. O eller, birçok değişik özellikleri barındıran çayları karıştırıyor, yoğuruyor ve bizlere hazırlıyor. Tıpkı bir annenin, bir babanın çocuğunu hayata en güzel şekilde kendi elleriyle hazırlaması gibi.

Sonrasında bir demlik çıkıyor karşımıza. O eller, yarattıkları lezzeti artık demliğe teslim etme vakti geldiğini anlıyor. En büyük arzuları, sonuna gelip de demlendiğini görünce tadına baktığında keyifle yarattığı lezzete bakmak olacak belli ki. Ailelerimiz de bizi hayata teslim ederken bunu beklemezler mi?

Çayımız demlikte ateşin de yardımıyla kaynayacakken devreye en önemli unsur giriyor. Onun içilebilecek kıvama gelmesini sağlayacak, hayat verecek olan bir miktar su. Bir kez daha görüyoruz ki, su gerçekten bir yaşam kaynağı. Canlılar için ne kadar önemli bir hayat kaynağı ise, bir bardak çay için de öyle.

Uygun koşullar sağlandı, zaman da akıp geçti. Çayımız demlendi, olgunlaştı ve artık içilecek kıvama geldi. Bu arada bizler de büyüdük, okullar bitirdik ve hayata hazır hale geldik sevgili dostlarım. Şimdi ise hem bizim hem de bir bardak çayın takdim edilme vakti geldi.

Sıra geldi ince belli bardağımızı, iyi demli çayımızla tanıştırmaya. Bu kadar güzel bir çay, ancak en uygun bardakta hakkını verebilirdi. Tıpkı iyi bir eğitimden sonra, ona layık bir iş hayatı gibi. Tanışma faslı çok güzel geçti. Hiçbir zorluk çekmeden daha ilk anda birbirlerine adapte oldular bile.

Peki ya her şey bitti mi? Hayır bitmedi. Eğer zaten “-Her şey güzel, bu halde de beğenirler” diye düşünürseniz, çok yanılırsınız. Birçok okul bitirmiş, iyi bir işe başlamış olabilirsiniz. Fakat kendinizi geliştirmezseniz, bir zaman sonra vazgeçilmeniz ne yazık ki kaçınılmaz olacaktır. İşte bu yüzden çayı tatlandırırız. Sadece iki küp şeker nasıl da değiştiriverir o tadını, nasıl da anlamını büyütür o kadar emeğin. Bunu yaparken de kendilerini hiç sayar, feda ederler. Eriyip kaybolur, ama görevlerini yerine getirmenin gururunu yaşarlar. Artık onlar her yudumun içindeki renklerdir.

Ya şimdi? Hala eksik birşeyler var. O şekerleri karıştırmazsanız dibe çöker, tadını kimseye göstermezler. Eğer onlar kendilerini feda ediyorlarsa, vefasızlık yapmayıp bir çay kaşığıyla karıştırmanız ve hayatınıza tat verdikleri için teşekkür etmeniz gerekmektedir.

İşte şimdi, en sonunda, en güzel hali ile, çiçek gibi açılmış bardak altlığıyla, onu bu hale getiren ellere ve tüm dünyaya sunma vakti gelmiştir, çayı ve bizleri sevgili dostlarım.

En başında da söylediğim gibi hikayemizde birçok aktör var ve hepsi de başroldeler. Bir hikayede bu kadar çok başrol oyuncusu aynı anda olur mu diye soracaksınız belki. Peki hiç düşündünüz mü acaba, bu kadar “tek adam olma” merakı olmasaydı daha fazla aktörün değeri ortaya çıkmaz mıydı?

Çaya hayat veren unsurlar için olduğu kadar, hayat da bir takım oyunundan ibarettir. Çayın br hikayeye konu olmasında nasıl bu unsurların payı büyükse, hayatın ve bizlerin de anlamlı hale gelmemizde diğer unsurların ne kadar önemli payları olduğunu ve her birinin başrol oynayacak kadar vefayı hak ettiklerini unutmamak gerekir.

Ribelle 12.08.2010 21:51

Hayattan Ne Öğrendim
 
Kader sandığımız şeyin yaptığımız seçimlerden ibaret olduğunu öğrendim…
İnsanın kendisini değiştirmesi bile ne kadar zorken, karşımdakini değiştirmeye çalışmamayı, kabul edemediğim yerde çekip gitmeyi öğrendim…
Değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmeyi öğrendim…
Gerçek bir gelecek için geçmişi affetmeyi öğrendim…
Aslında sadece affetmeyi öğrendim, herşeyden önce kendini affedebilmeyi…
İlk aşkımın aslında çocukluk aşkım olduğunu, her son sandığım aşkımın da aslında son aşkım olmadığını, insanın defalarca aşık olabileceğini öğrendim…
Aşkın ömrünün kelebek ömrü kadar olduğunu, onun da genellikle pamuk ipliğine bağlı olduğunu öğrendim…
Aşkın en ızdırap vereninin bile aşksız kalmaktan daha az acıttığını öğrendim…
Birini gerçekten sevmenin onu özgür bırakmak olduğunu öğrendim…
Kimseyi sevgiye mahkum etmemeyi öğrendim…

Ne kadar başarılı, zengin olursak olalım en büyük başarının kalpten sevebilmek, en büyük zenginliğin sevdiğin kadar sevilmek olduğunu öğrendim…
Hayatta mucizelerin var olduğunu ama mucizeyi beklerken hayatı ıskalamamak gerektiğini öğrendim…
Annemin nasihatlarının ne kadar doğru olduğunu, gerçekten kaşların küsebileceğini ve bir tel beyaz saçı kopardığınızda 10 tanesinin, diğerinin cenazesine gelebileceğini öğrendim…
Pazartesinin rejime başlamak için doğru bir gün olmadığını öğrendim…
İnsanın en büyük yatırımının, kendisini geliştrimek için ve dost kazanmak için yaptığı olduğunu öğrendim…
Sağlıklı yaşamak için sağlığını kaybetmeyi beklememek gerektiğini öğrendim…
Sürekli aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemenin delilik olduğunu öğrendim…
Tek başarısızlığın denememek, hayal kurmamak ve cesaret etmemek olduğunu öğrendim…
Hayatın küçük oynayamayacak kadar kısa olduğunu ve büyük hayaller kurmayı öğrendim…
Malzemeleri ve doğru tarifi bilsenizde başarının tek doğru teşhisinin bitmiş sonuçlar olduğunu öğrendim…
Hayatta en önemli şeyin aile olduğunu ve bir gün daha fazla anne, baba diyebilmenin dünyalara bedel olduğunu öğrendim…
Hayatta “keşke”lerimi “iyiki” lerle değiştirmeyi öğrendim…
Sonunda ölüm olmadığı sürece, hiçbir şeye çok fazla üzülmemek gerektiğini, en büyük sandığımız acıların bile kalıcı olmadığını ve herşeye rağmen hayatın yaşamaya değer olduğunu öğrendim…
Siz hayattan neler öğrendiniz?

Ribelle 12.08.2010 22:22

Ara Sıra Durmak da Lazım
 
“Doğa acele etmez, yine de herşey hallolur” demiş ünlü Çin düşünürü Lao Tzu.
Ne kadar da doğru.
Oysa bizim hep acelemiz var.
Her yaptığımız işi çabuk yapmaya çalışıyoruz.
Sınavları, soruları en hızlı çözenler kazanıyor.
İşe en hızlı karar verenler alınıyor.
Hızlı okuma kursları bile var, adım başı..Kimse daha okuduğunu doğru dürüst anlamayı beceremezken…
Oysa ki, iyi yapmak, hakkını vererek yapmak, düşünerek yapmak, anlayarak yapmak gibi kavramlar da var bir yerlerde, herkesin unuttuğu.
Hızlı olmaya çalışırken, durup da ilgilenemediği…
Bu zamanda hızlı olmamak, kaybetmek anlamına geliyor, o da doğru.
Ama kim bilir, belki de ayda yılda bir de olsa, dursak…Bıraksak her ne yapıyorsak…
Şöyle bir etrafımıza bakınsak… Görmediklerimizi görsek, duymadıklarımızı duysak…
Hatta vakit ayırıp, seyretsek, dinlesek, içimize sindirsek…
Yavaş yavaş… Acele etmeden…
Sevdiklerimize vakit ayırsak… Çocuğumuzu oyun oynarken izlesek..Belki annemizi kitap okurken, babamızı maç seyrederken…
Sonra onlarla birlikte birşeyler yapsak. Plansız programsız..Acele etmeden…
Yaşamımızı, ayda yılda bir de olsa, rölantiye alsak, keyfine varsak..
Fena mı olurdu?
Aborjinler ve Kızılderililer bir yerden bir yere giderken ara sıra dururlarmış; ruhları onlara yetişebilsin diye.
Bizim ruhlarımız neredeler acaba? İnşallah bir yerlerde buluşabiliriz, çok geç olmadan!

Ribelle 12.08.2010 22:27

Her Seçim Bir Vazgeçiştir Aslında
 
Hayatınızda yaptığınız seçimleri bir düşünün…. Bugün olduğunuz siz olabilmek için yaptığınız seçimleri… Bugünkü siz olabilmek için nelerden vazgeçtiniz? Eğer seçimleriniz şimdikinden farklı olsaydı, yani vazgeçtiklerinizi seçmiş olsaydınız, şimdi ki siz nasıl olurdu? Hayatınız bugünden nasıl farklı olurdu? Peki seçimlerinizden pişman oldunuz mu hiç? Hiç keşke dediniz mi? Yoksa siz de iyi ki diyenlerden misiniz?
Hayatta attığımız her adımın bedelini bir şekilde öderiz. Seçimlerimizin bedeli de vazgeçtiklerimizdir işte. Eğer bu bedeli ödemekten pişman değilsek ne mutlu bize… Ama eğer keşkeler varsa içimizde vay halimize… O keşke hep kemirir içimizi, bir de acaba vardır. Acaba, keşkenin en yakın dostudur. Keşke … yapsaydım, acaba bugünden ne farklı olurdu? Daha mı mutlu olurduk acaba? Daha mı çok paramız olurdu acaba? Daha mı başarılı olurduk acaba? Daha mı çok sevilirdik acaba? … İşte bu acabalar böyle süreeerr gider.
Bazı seçimlerimiz meydan okur bize, cesaretimizi test eder, hadi bakalım hazır mısın yaşayacağın zorluklara, hazır mısın düşlerine kavuşabilmek için vazgeçeceklerinle yüzleşmeye?
Belki kariyerimizi seçmişizdir, doğmamış çocuklarımızdan vazgeçerek, belki başarılı bir avukat olmayı seçmişizdir, ödüller alacak bir tiyatrocu olmaktan vazgeçerek, özgür olmayı seçmişizdir belki de bizi bizden bile çok sevecek birinden vazgeçerek, belki de gitmeyi seçmişizdir sadece kalıp sonuna kadar savaşmaktan vazgeçerek…
Bazı seçimlerse daha masumdur bizi zora sokmak değildir amaçları, akşam pizza yerine salata yemeği seçmişizdir, hafta sonu vizyondaki komedi filmi yerine korku filmine gitmeyi seçmişizdir, iş çıkışı spor salonuna gitmek yerine eve gidip televizyon karşısında tembellik yapmayı seçmişizdir ama yinede yapmış olduğumuz seçimden mutlu olmazsak küçük bir pişmanlık olur içimizde… Ve yaptığımız her seçim bir şekilde gelecekteki bizi şekillendirir…
Ben evrenin farklı boyutlarında faklı versiyonlarımız olduğunu düşünüyorum. Önümüze gelen seçenekler çoğaldıkça, versiyonlarımız da çoğalıyor bence. Günün birinde bu çeşitli versiyonlarımız yani benliklerimiz bir araya gelseler, nelerden bahsederlerdi? Birbirlerine nispet mi yaparlardı? Veya tebrik eden olur muydu aralarında birbirlerini? Bak ben beceremedim ama sen doğru yolu buldun iyi ki de riski almışsın, iyi ki benim gibi korkmamışsın…
Küçücük yaşımızdan beri seçimlerle yüzleşiriz. Okuyacağımız okulları seçeriz, okulda ki arkadaşlarımız seçeriz, sonra büyüğünce ne olacağımızı seçeriz, mesleğimizi seçeriz, kariyerimizi seçeriz, hayatı paylaşacak eşimizi seçeriz… Bazen seçtiğimizi beğenmeyiz ve bırakır başka bir şey seçeriz, bazen o kadar şanslı değilizdir ya da cesaretli, seçimimizden pişman bile olsak onunla yaşamayı seçeriz ama yine seçeriz… Bazen sadece mutlu olmayı seçeriz. Aslında hayattaki seçimlerimizin en temel amacı da bu değil midir zaten. Mutlu olmak… Ama ne yazıktır ki hayatın karmaşası içinde unutuveririz temel amacımızı. Hepimiz, bu dünyada her ne yapıyorsak mutlu olmak için yaparız, ya da en azından yapmalıyız aslında… Kendimiz için ilk hedefimiz bu olmalı. Her neyi seçiyorsak yaşamak için, önce bir durup düşünmeliyiz. Mutlu olacak mıyım? Çünkü hayatta yaptıklarımızdan mutlu olduğumuz sürece başarılı oluruz. En azından hiçbir pişmanlık duymayız geriye dönüp baktığımızda. “Keşke” değil “iyi ki” deriz o zaman. İyi ki yapmışım… Çünkü bu dünyadan son nefesimizi verip ayrılırken, yaptıklarımızdan değil yapamadıklarımızdan pişmanlık duyacağız bence.
Düşünün bir kere, bugünkü siz olmak için, siz kim olmaktan vazgeçtiniz? Unutmayalım lütfen kaderimiz karar anlarında şekillenir…

Ribelle 12.08.2010 22:30

Hayalleriniz Kadar Büyüksünüz…
 
Hayalleriniz kadar büyüksünüz…
Düşüncleriniz gerçekliği yaratır.
İnançlarınız kişisel kehanetlere dönüşür.
Çünkü inançlarınız, davranışlarınızı oluşturur.
Ve asla düşünme şeklinizle uyum içinde olmayan bir şekilde davranamazsınız.
Yaşamınızın boyutu düşünce boyutunuzu yansıtır.
Aslında hepimiz, her gün hayal gücümüzü, yani düşüncelerimizin yaratıcı enerjisini kullanarak kendi hayatımızı kurguluyoruz. Bu kurguyu bazen farkında olarak, genellikle de hiç farkında olmadan, canımızın istediği gibi değiştiriyoruz. İşte genellikle bilinçsizce yaptığımız bu eyleme “yaratıcı imgeleme” deniyor.
Eğer “yaratıcı imgeleme” yi bilinçli olarak kullanmayı başarabilirsek, yaşamımızı hayalini kurduğumuz ve ihtiyacımız olan her ne varsa, onlarla doldurabiliriz.
Şimdi sorun bakalım kendinize, bugüne kadar yeterince büyük hayaller kurdunuz mu? Hayatınıza dair büyük resminiz nasıl? Siz bu resmin neresindesiniz? Mutlaka fiziksel ve ya duygusal olmasına ya da bunlardan bir tanesini seçmenize de gerek yok. Mükemmel bir ilişki hayalini kurarken aynı zamanda düşlerinizi süsleyen yeni bir evi, aradığınız tatmini size yaşatacak ve parasal olarak size bolluk getirecek bir iş pozisyonunu imgeleyebilirsiniz. Hayalleriniz söz konusu olduğunda, limit sadece sizsiniz!
Oysa ki hayallerimizden bahsederken genellikle korkarız, çok istemekten korkarız, her şeyi bir anda istersek cezalandırılacağımızdan korkarız. Daha fazlasını istersek elimizdekileri de kaybetmekten korkarız.
Zaten çocukluğumuzdan beri de böyle eğitilmişizdir. İstemek ayıptır, arsızlıktır hatta günahtır denmiştir hep. Sahip olduklarına şükret, elindekiyle yetinmeyi bil, ihtiyacın olandan fazlasını isteme diye öğretilmiştir bize. O yüzden istemeyi de bilmeyiz pek, beceremeyiz, ağzımızdan bir türlü çıkmaz o ufacık sözcük. Hep bastırırız isteklerimizi ve tabi hayallerimizi.
Halbu ki adı üstünde hayal bu, limiti olamaz ki, limitlersek hayal olmaz ki. Hem biz kim oluyoruz ki canım, evrenin işine karışıyoruz, nasıl karar verebiliyoruz onun bize verebileceklerinin sınırına. Evrenin kendi mükemmelliği içinde herşeyden hepimize yetecek kadar var.Ve evren kendi dengesi içerisinde doğru dağılımı zaten yapar. Yeterki biz sadece istemeyi bilelim. İstemekten korkmayalım…
İsteklerimiz, hayallerimiz ilk önce zihinsel boyutta gerçekleşirler. Daha sonrasında belirli bir titreşime sahip duygu ve düşünceleriz, kendierine benzeyen titreşimdeki enerjileri bir mıknatıs gibi çekerler. Sonuçta beynimizde canlandırdığımız, olumlu veya olumsuz her ne varsa bir gün mutlaka başımıza gelir. Çünkü evren yalnızca bizim gönderdiğimiz titreşimlere cevap verir ve biz ne düşünüyorsak sadece o’oluruz.
Bu yüzden önce gerçekten ne istediğinize karar verin. Hayata dair gerçekleşmesini istediğiniz şey ne? Dilediğiniz şeyin ne kadar önemli olduğu veya ne kadar büyük ya da küçük olduğu konusunda endişelenmeyin. Çünkü evren asla böyle bir ayrım yapmaz. Sadece gerçekten bilin ve en derinden isteyin.
İsterken hedeflerinizde net olun. Gerçekleşmesini istediğiniz her ne ise, tüm ayrıntıları ile, olmasını istediğiniz biçimde gözünüzde canlandırın. Ve şu anda zaten gerçekleşmiş gibi kendinizi o durumun içinde görmeye çalışın. Daha sonra, gerçekleşmesini istediğiniz şeye odaklanın ve onun yaşamınızın ayrılmaz bir parçasına dönüşmesine izin verin. Zamanla odağınız, gerçeğiniz olur.
Son olarak, aklınıza geldikçe, olmasını istediklerinizi dile getirin, odağınız hakkında kendi kendinize olumlu bildirimlerde bulunun. Bu olumlamaları sadece, şimdiki zamanda “sanki şimdi zaten öyley – miş gibi” kullanın. Bunu yaparken güvensizlik, kuşku duymayın, hayallerinize önce siz inanın…
Zaman içerisinde, her şey değişebilir, siz de değişirsiniz, zevkleriniz,hayata dair keyif aldığınız şeyler, hedefleriniz değişir veya artık size eskisi kadar cazip gelmeyebilirler. O zaman da ısrarcı olmayın, değişime ayak uydurun ve odaklanacağınız yeni bir hedef seçin kendinize.
Benim size tavsiyem, odaklanacağınız şey fark yaratabileceğiniz birşey olsun.

Ribelle 12.08.2010 22:35

Zamanı Etkili Kullanmak
 
Zamanınızı ister özel yaşamınızı güzelleştirmek, ister işinizi geliştirmek, ister bir başkasına yardım etmek yada yalnızca dinlenmek amacıyla mola vermek için kullanın şunu unutmamalısınız ki; sizden başka hiç kimse sizin zamanınızı boşa harcayamaz.
Yapmak istediğiniz her şeyi yapabilmek için her gün yalnızca belirli bir zamanınız olduğunu düşünürsek, iyi bir zaman yönetimi alışkanlığı edinmek sizin için son derece önemli olacaktır.
Zamanı en etkili nasıl yöneteceğimizi konuşmaya başlamadan önce belki de en yıkıcı zaman yönetimi hatalarından bahsetmek daha uygun olacaktır.
Bunların en önemlisi;
İşe, ilk aklımıza gelen veya ilk dikkatimizi çeken şeyi yapmaktan başlamak ki ben buna; Zaman Hırsızları diyorum.
Yapmakta olduğumuz iş bittiğinde, bir sonra ki yapılacak işi nasıl seçeriz?
Genellikle, listemizde hangi işin daha önemli olduğuna çok fazla dikkat etmeden, ilk aklımıza gelen veya ilk dikkatimizi çeken Zaman Hırsızlarına yoğunlaşırız.
Zamanınızı Yönetmeye başlarken bu vazgeçmemiz gereken ilk kötü alışkanlığımız olacak. Böylece üretkenliğimizin önemli ölçüde arttığını fark edeceğiz.
Bu, üretkenliğinizi öldüren çok bilindik bir durumdur çünkü ilk aklımıza gelen şeyler her zaman en önemli olanlar değildir, ve genellikle en iyi zaman harcama yöntemini de temsil etmezler.
İlk aklımıza gelen şeyler genellikle acil olma eğilimindedirler. Şirkette ki son yaşanan kriz, gelen bir telefon veya beklenmedik bir misafir, yaklaşan bir teslim tarihi gibi.
Durum şu ki; acil şeyler her zaman önemli olmadığı gibi, önemli şeylerde her zaman acil olmazlar.
O zaman çözüm nasıl olacak…
Bunun için yapılabilecek en basit fakat etkili yöntem;
Her gün gerçekleştirmek istediğiniz en önemli 5 şeyden oluşan bir liste hazırlamak ve her gün o listeye sadık kalmaya çalışmak olacak.
Bunun için her sabaha kendinizle yarım saat veya 1 saatlik bir toplantı düzenleyin ve bu zamanı sadece kendinize ayırın.
Günlük işlerinizi önemli – daha az önemli – acil – acil değil gibi gözden geçirerek listenizi oluşturun.
Ve lütfen bu toplantılara, en az iş yerinizde ki diğer önemli toplantılara verdiğiniz kadar önem verin ve kendinizi aldatmayın.
Gün içerisinde, bu işleri tamamladıktan sonra geri kalan zamanınızı listenizde yer almayan, “daha önemsiz ama vaktinizi harcamanıza ve asıl önemli işlerinizi ertelemenize sebep olan” herhangi bir konu için kullanabilirsiniz.
Bazı günler, işlerinizin tümünü bitirmek için yeterince zaman bulamayacaksınız, diğer günlerde projelerinizi kolaylıkla yürütecek, hatta boş zaman bile bulabileceksiniz. İşte bu zamanı, eksik kalan işlerinizi tamamlamak için kullanabilirsiniz.
Bu basit Zaman Yönetimi Yöntemi dikkate değer bir biçimde üretkenliğinizi arttıracak bir yöntemdir.
Fakat ancak gerçekten sizin için önemli olanı seçebildiğiniz ve seçtiğiniz işi yaparken Zaman Hırsızlarını bertaraf ederek sadece yapmakta olduğunuz işe odaklandığınızda bu gerçekleşecektir.
Unutmayın ki zaman şaşırtıcı bir şekilde kendini dengelemektedir. Siz sadece onu doğru yönetmeyi bilin…
Çin İmparatoru Saray Nazırına, saraya uzanan yolun iki yanının sedir ağaçlarıyla kaplanmasını buyurmuş. Nazır, ağaçların büyümesi için 300 yıl gerekir diye karşı çıkmaya yeltenince İmparator, demek ki demiş, kaybedecek bir dakikan bile yok.
Sizin kaybedecek zamanınız var mı?

Ribelle 12.08.2010 22:41

Çünkü Hayat Her Gün Yeniden Başlar
 
Eğer şu anda bu yazıyı okuyorsanız, yani hayattaysanız, inanın bana daha en güzel günlerinizi yaşamamışsınız demektir. Bu ne kadar heyecan verici bir düşünce aslında, evet bugün hala nefes alıyorsanız, demek ki hayattaki misyonunuzu daha tamamlamamışsınız. Kim bilir daha ne sürprizler çıkacak karşınıza, kim bilir daha ne güzelliklerle karşılaşacaksınız, ne kahkahalar atacak, daha ne başarılara imza atacaksınız…
Bu günün geri kalan yaşamınızın ilk günü olduğunu varsayın ve kendiniz için iyi bir şeyler yapmaya bugün başlayın.
Sağlıklı beslenip, artık size yük gelmeye başlayan ve aynalarla aranıza giren fazla kilolarınızdan kurtulmak mı istiyorsunuz mesela? O zaman yarın değil “şimdi” kalkın yerinizden ve sizi sürekli kışkırtan, aklınızı çelmeye çalışan, evdeki tüm abur cuburu çöpe atın ve hemen markete koşup sağlıklı besinlerle doldurun alışveriş sepetinizi. Eve döndüğünüzde de kendinize şöyle güzel bir salata yapın akşam için. Alacağınız keyfi anlatamam…
Belki de artık sigarayı bırakmak istiyorsunuz ama sürekli bir bahaneniz var ondan kopmamak için… hele bir şu işler yoluna girsin, hele bir şu sıkıntılı günler geçsin, hele bir kilo vereyim… hayır, “şimdi” söndürün elinizdeki o sigarayı ve paketi de atın çöpe, kalkın bir elma alın elinize yanına da güzel bir yeşil çay, deymeyin keyfinize…
Kendi kendinize söz verdiniz, aybaşında bir spor salonuna yazılacaksınız, sağlıklı olmak için neden o kadar zaman kaybedesiniz ki hatta bu yazıyı okumakla bile zaman kaybetmeyin, “şimdi” çıkın dışarı, sahilde uzun bir yürüyüş yapın. Yağmur yağıyor olsa bile boş verin eve dönüp sıcak bir banyo yaptığınızda ıslanmış olmak bile hoşunuza gidecek. Hatta günlerdir vakitsizlikten bir türlü görüşemediğiniz arkadaşınızı arayın, hem beraber iyi bir şey yapmış olmanın keyfini paylaşmış olursunuz hem de günlerdir ertelediğiniz uzun bir sohbeti… hem bedeniniz hem ruhunuzu beslensin böylece.
Hadi lütfen kalkın o kanepeden artık… Kendiniz için iyi bir şeyler yapmayı daha fazla ertelemeyin. Çünkü bunun için “şimdi” den daha doğru bir zaman yok.
Yarının hiç birimiz için garantisi yok hatta belki bir saat sonrasının bile. Ancak “şimdi” için garanti verebilirim size. İnanın bana “şimdi”nin gücünü hissettiğinizde ondan bir daha vazgeçemeyeceksiniz. Ve yaşayacağınız mucizelere siz bile inanamayacaksınız.
“Şimdi” alın telefonu elinize ve “şimdi” seni seviyorum, özledim deyin sevdiklerinize belki yarın fırsatınız olmayabilir…
Hayatta geçmişe bakarak ders alır, geleceğe bakarak planlar yaparız ama yaşamın hakkını vermek, hayattan keyif almak için “şimdi”den daha iyi bir zaman olabilir mi?
Her zaman geleceğe yönelik hayalleriniz, hedefleriniz olsun, hiçbir zaman geçmişinizi unutmayın. Onlar bugün sizi siz yapan yaşanmışlıklarınızdır ve paha biçilemezler. Ama “şimdi” yi de unutmayın ne olur. “Şimdi” atın ilk adımlarınızı gelecek için… “Şimdi” harekete geçmezseniz, aklınızdan geçenler hep birer hayal olarak kalacaklar, hayallerinizi geleceğinize mahkûm etmeyin. Onlara “şimdi” sahip olmak için bir şeyler yapın. “Şimdi” varken neden yarın olsun ki zaten? Sizce gerçekten o kadar lüksünüz var mı zamanı harcamak için?
Ama bazen de hayatı yakalamaya çalışırken, “şimdi”yi ıskalayabilirsiniz. O zaman da hiç üzülmeyin çünkü hayat her gün yeniden başlar…
Ve unutmayın lütfen, eğer bugün, “şimdi” hala hayattaysanız daha en güzel günlerinizi yaşamadınız demektir…

Ribelle 12.08.2010 22:47

Kendi Kendinizin Koçu Olun
 
Doğa uzun zamandır sürdürdüğü uykusundan uyandı ve gülen yüzünü göstermeye başladı bile. Siz de uyanın artık, ev, ofis, ev döngüsünden, hareketsiz ve monton hayatınızdan vazgeçin, yaşam kalitenizi yükseltmek, sağlıklı, zinde bir yaşam için kontrolü ele geçirin ve kendi kendinizin koçu olun.
Yeni yıla hepimiz bir kez daha yeni kararlarla girdik. Peki bu kararlarımızı hayata geçirmeye başladık mı yoksa yine bir sonra ki yıla mı erteledik?…
Bu sefer bir değişiklik yapalım ve sağlıklı olmayı ertelemeyelim. Yaşam kalitesinizi yükseltmek ve sağlıklı zinde bir yaşamınız olmasını istiyor fakat nereden başlayacağınızı bilemiyor musunuz?
O zaman aşağıda ki tavsiyelerimiz sizin için…
1) ÖNCELİKLE KARAR VERİN VE LÜTFEN ERTELEMEYİN!

Yıllardır, üzerinizde ki fazla kilolardan kurtulmak, daha fit bir vücuda sahip olmak, düzenli spor yapmak ve daha hareketli bir yaşam sürmek istiyorsunuz. Dergileri karıştırırken gördüğünüz o muhteşem vücutlu kadınları kıskanıyor, gelecek yazı düşünüp yine bikini giyemeyeceğiniz, plajda koca tişörtlerin altına saklanacağınız için moraliniz bozuluyor. Yine merdivenleri çıkarken nefes nefese kaldınız ve sigarayı bırakmadığınız için bir kez daha kendi kendinize kızıyorsunuz.
O zaman ne duruyorsunuz. Karar verin artık ve harekete geçin bu sefer sonsuza kadar kurtulun fazla kilolarınızdan daha sağlıklı ve kaliteli bir yaşamı seçin kendiniz için.
2) TAVİZ VERMEYİN

Kendinize ulaşılabilir bir hedef belirleyin. Ve buna göre bir beslenme ve egzersiz programı belirleyin. Ve gerçekten önemli bir sebep olmadıkça programınızdan taviz vermeyin. Haftada 3 gün spora gitmeye mi karar verdiniz, kimsenin aklınızı çelmesine izin vermeyin ve mutlaka gidin, arkadaşlarınızla başka bir program da yapmak istiyorsanız spordan sonra randevulaşın. Ya da bir gün spor programınızı atlamak zorunda kalırsanız mutlaka ertesi gün telafi edin.
Aynı şekilde, arkadaşlarınızla dışarıda yemeğe çıkmak durumunda kaldığınızda, mutlaka gittiğiniz restaurant da sağlıklı yiyecek birşeyler de vardır. Kendinize bahaneler yaratmayın ve hemen sağlıklı birşeyler sipariş verin.
Ne olursa olsun, hayat tarzınızdan ödün vermeyin.
3) HAYAL EDİN

Ulaşmak istediğiniz kiloda kendinizi gözünüzde canlandırın. Üzerinizde en seksi bikinizle plajda salındığınızı hayal edin. Nasıl bir ruh halindesiniz? İnsanların size bakışları nasıl?
Karşınızda ki siz, daha kendine güvenli, kendiyle barışık, daha pozitif bir siz değil mi?
Hayalinizde ideal sizi oluşturun ve şimdiden öyleymişsiniz gibi düşünün, hissedin ve davranın, inanın çok hoşunuza gidecek. Ondan vazgeçmek istemeyeceksiniz.
4) KEYİF ALDIĞINIZ EGZERSİZİ YAPIN!

Bir egzersiz programı seçerken en önemli kriter, ondan keyif alıyor olmanızdır. Çünkü keyifle yapılan egzersiz devamlılığı da beraberinde getiriyor. İster deniz kenarında yürüyüş yapın, ister ormanda koşun, ister bir spor salonuna yazılın, aerobik, step, dans veya dövüş sporlarını deneyin. Bu arada kaslarınızı da güçlendirmeyi ihmal etmeyin. Bir dambıl veya esnek bant alıp evde çalışabilirsiniz, Pilates veya yoga derslerine başlayabilirsiniz. Alternatifiniz çok fazla yeterki siz bu alternatiflerden kendinize en uygun olanı seçin ve yaşam prensiplerinizden biri haline getirin.
5) REJIM YAPMAYI UNUTUN SAĞLIKLI BESLENMEYE BAŞLAYIN

Beslenme alışkanlıklarınızı değiştirin, şekerli yiyecek ve içecekleri, kurabiye, cips, çikolata barları gibi işlenmiş gıdaları, rafine unlu mamülleri, sağlıksız yağları buzdolabınızdan temizleyerek işe başlayın. Bunların yerine bol sebze, meyve, et, balık, tavuk, yumurta ve tam tahıllı gıdalarla doldurun mutfağınızı. Bol bol su içmeyi ihmal etmeyin. Kahve ve alkol tüketiminizi minimuma indirin.
Unutmayın rejim yapıyorum yerine sağlıklı besleniyorum derseniz herşey çok daha kolay olacak.
6) ALIŞKANLIKLARINIZI YENİLERİYLE DEĞİŞTİRİN

Kötü alışkanlıklarınızı iyileriyle değiştirin. Örneğin kahve içmeyi azaltmak mı istiyorsunuz. Canınız her kahve çektiğinde gidip bir bardak su için. Böylece hem sizini için kötü olan birşeyden kurtulmuş hemde yerine iyi bir alışkanlık edinmiş olursunuz.
Akşam evde yemek daveti verdiniz ve gecenin sonunda bir sürü yemek arttı. Bunları ertesi gün tek başınıza bitirmeye çalışmak yerine, davete gelen arkadaşlarınıza, giderken yanlarında götürmek üzere dağıtın. Eğer hala ertesi gün, buzdolabınızda pasta börek duruyorsa, onuda ya apartmanda dağıtın ya da çöpe atın!
Televizyon seyrederken canınız inanılmaz derecede abur cubur çekti diyelim. Hemen olduğunuz yerden kalkın ve elinizi oyalayacak birşeylerle uğraşmaya başlayın, örneğin uzun zamandır düzenlemek istediğiniz ama bir türlü vakit bulamadığınız makjay çekmecenizi düzenleyin.
Bir alışkanlıktan kurtulmanın en iyi yolunun onu bir başkasıyla değiştirmek olduğunu ve 21 gün kuralını aklınızdan çıkarmayın. Beynimizin ve vücudumuzun bir alışkanlıktan kurtulup, yeni bir tanesine adapte olma süresi 21 gün… sabredin.
7) MUTLAKA KENDİNİZİ ÖDÜLLENDİRİN

Hedefinize ulaştığınız zaman kendinizi ödüllendirin. Ben bu ödülün yemek olmamasını tavsiye ederim. Uzun zamandır aklınızda olan bir elbise, eskisinden bir beden küçük yeni bir jean, yakın bir yerlere ufak bir haftasonu kaçamağı, spa’da masaj ne olursa… Ama başarınızı mutlaka kutlayın ve çevrenizle paylaşın bu motivasyonunuzu da arttıracaktır.

Ribelle 12.08.2010 23:00

Hayatınızda Her Şey Yeterli Olsun
 
Sevmek de hayata dair, sevilmek kadar…
Mutluluk da hayata dair, hüzünlü kalp sancıları kadar…
Ayrılıklar da hayata dair en az büyük aşklar kadar…
Umutta hayata dair, en umutsuz anlarda bile ayakta kalabilmek kadar…
Başarısızlıklar da hayata dair, başarıya kalkan kadehler kadar…
Korkular da hayata dair sevinçler kadar…
Zaferleri kutlamayı bilmekte hayata dair, zaferi kazanmak kadar ve bazen kaybetmeyi kabullenmek de…
Bahar sarhoşluğu da hayata dair kış ayazı kadar…
Ve ölüm de hayata dair en az yaşamak kadar…
Hayat boyu elde ettiklerinizi bir düşünün;
Yani başarı ve başarısızlıklarınız, zenginlik ve yoksulluğu, sağlık ve hastalığı, insanlara yakın ve uzak olmayı, neşe ve kederi… hepsi hayata dair… hepsi sizin için, hepsi sizi bugünkü siz yapan yaşanmışlıklarınız…
Hayata dair her ne varsa, başınıza gelen ya da gelmesini dilediğiniz, hepsinin tadını çıkarın.
Başınıza gelen kötülükleri de dibine kadar yaşayın ki iyiliklerin kıymetini bilesiniz ve sahip olduklarınız için şükredebilesiniz…
Ve yaşamınızdaki olaylara doğru tepkiler vermeyi öğrenmeye bakın çünkü yaşamınızdaki olaylar, verdiğiniz tepkilerin sonuçlarıdır. İstediğiniz sonuçları yaratacak şekilde tepki vermeyi alışkanlık haline getirin. Çünkü ne yaparsanız yapın olayları değiştiremezsiniz ancak bu olaylar karşısında verdiğiniz tepkiler olabilir tek değiştirebileceğiniz… Olağanüstü zor durumlarda ya da görünürde kontrolünüz dışında kalan olaylarda bile bu alışkanlığınızdan vazgeçmeyin.
Ben size, hayatınızda herşeyin yeterli olmasını diliyorum…
Moralinizin iyi olması için yeterince güneşe ve güneşi daha çok takdir etmek için yeterince yağmura sahip olmanızı diliyorum. Ruhunuzun canlı kalması için yeterince mutluluk ve yaşamdaki en küçük sevinçlerin çok daha büyük görünmesi için yeterince acı diliyorum. İsteklerinin tatmin olması için yeterince kazanç, sahip olduğunuz her şeyi takdir edebilmeniz için yeterince kayıp diliyorum. Dünyaya veda edinceye kadar yeterince insanla merhabalaşmış olmanızı diliyorum.

Ribelle 14.08.2010 21:10

Ruhunuzun Gözleri
 
Beyoğlu’nda serince bir akşamüstü. Sonbahar iyiden iyiye hissettirmeye başlamış hüznüyle birlikte tatlı huzurunu. Hava kararmaya, saatler ise gece için hazırlanmaya başlamışlar bile. İnsanlarda bir telaş, hızlı adımlarla geçiyorlar yanı başımdan. Akıllarında biran önce eve gidip günün yorgunluğunu atmak var belli. Aynı telaş trafikte de devam ediyor. Gün birden hızlanmaya başladı.

Oysaki gündüz ne kadar sakindi. 17 numaradaki Aylin Hanım eşini uğurladıktan sonra markete gitti. Okulu kırdıkları her hallerinden belli iki genç kız vitrinlere dalmış hayaller kuruyorlardı. Kim bilir rüyalarında o kıyafetler içinde nerelere gitmişlerdi, hangi krallıktaydılar? Bu ve bunun gibi ufak tefek hareketlenmeler işte.

Bu saatlerde ise geçenleri bile sayamıyorum bazen. Hatta kimi zaman kendimi öylesine kaptırıyorum ki, sanki beni de bekleyenler varmış gibi düşünüyor, yetişmem gereken bir yerler varmış gibi hissediyorum.

Aklımdan geçen bu düşüncelerle o kadar meşgul olmuşum ki karanlığın bastırdığını, gece olduğunu fark etmemişim bile. Desenize görev yine başlamış. :) Gece daha genç, sabaha daha çok var. Yine kaldık baş başa, ıssız ve yorgun sokaklarla. Ara sıra hafif bir esinti geliyor yanı başıma. Yaprakları bir oraya bir buraya savururken;

-“Bir hatırını sorayım dedim, sıkılmışsındır yalnız başına” diyor adeta.

Biliyor musunuz burası bana huzur veriyor. O binalardaki tarih, geçmişten gelen o asil ruh ay ışığında o kadar güzel hissediliyor ki…

Kendimi çok şanslı hissediyorum. Çünkü böylesine güzel bir şehrin en asil yerlerinden birindeyim. Tabi böyle bir yerde iseniz sizin de o ruhu taşımanız, farklı ve seçkin olmanız gerekiyor.

Laf aramızda kendimi de beğenmiyor değilim hani. :) Tabi sadece görünüşünüz de yetmiyor çevrenizi daha aydınlık kılmak için. Eğer bunu ruhunuzla süsleyemiyorsanız, eğer içten gelen bir duygu, bir sıcaklık katamıyorsanız buz gibi bir demir yığınından ne farkınız kalır söyler misiniz?

Zaman akıyor yavaş yavaş. Tıpkı o hafif esintiyle ve ince ince çiseleyen yağmur damlalarının çıplak tenimde ağır bir şekilde süzülmesi gibi. Sonra bulutlar dağılıyor, onlarca yıldız çıkıyor sahneye. Sanki en parlak incilerden oluşmuş bir mücevher koleksiyonu gibi gökyüzü.

Her gece sabaha kadar çalışmak zor. Ama kutup yıldızı bile bir başka parlıyor bu gece, sanki ay ışığına nispet yapıyor gibi. Kim bilir belki de yükümü hafifletmek istiyordur, yardımcı olup benim için parlıyordur.

Bakın artık gün ağarıyor, sabah olmaya başlamış bile. Ne kadar çok konuştum değil mi? Bu yalnızlıkta hazır sizi bulmuşken anlatı verdim tüm içimden geçenleri. Biraz sonra bu geceki görevim bitiyor. Yarına Allah kerim. Yine o hareketlenme başlayacak, evden acele ile çıkanlar bir telaşla iş yerlerine ulaşmaya çalışacaklar.

Kim bilir vitrinler hangi rüyalara ev sahipliği yapacak yine, hangi anılar canlanacak tekrar bu hoş Beyoğlu Sokaklarında.

Dışarıdan bakınca sadece bir sokak lambası olduğumu düşünmek ne kadar basit değil mi? Sadece sokağı aydınlatmaya yarayan dekoratif bir metal parçası olduğumu sanmak.

Hayatta en beklenmedik şeyler, en umulmadık sürprizleri de yanında taşır.

Hadi biraz daha farklı bakın bundan sonra çevrenize. Etrafta daha önce yanından geçip hiç fark etmediğiniz o kadar çok güzellik bulacaksınız ki şaşıracaksınız.

Sadece biraz ruhunuzla bakın yeter. :)

Ribelle 14.08.2010 21:22

Öğretici, Eleştiriyel Düşünme
 
içimdeki çocuğun sesiyle...

Küçüklüğümden beri, matematik öğretmenim bana sayıları kullanarak nasıl para kazanacağımı öğretti. Kimya öğretmenimse çamaşır suyu ile tuz ruhunu karıştırırsam zehirlenebileceğimi söyledi. Fizik öğretmenim de, yerçekimi kanununun olduğunu, buna göre dengede kalabilmem için ayaklarımın daima yere basması gerektiğini söyledi.

Rehber öğretmenim mi? Onu zaten, sadece sınavlara hazırlanırken tanıdım. O da, sınavlara çok iyi hazırlanmam gerektiğini söyledi ve sınavlarda başarılı olmam için nasıl ders çalışmam gerektiğini öğretti. . Bir de, mutlaka üniversiteyi kazanmak zorunda olduğumu, yoksa hayatımın zehir olabileceğini söyledi.

Ben hâlâ hayatı öğrenemedim. Ama ben hayatı öğrenmek istiyorum. Hayatın içinde, hayatta var olanlarla beraber olmak istiyorum.

Gitar kursundan tenis kortuna, oradan da, o tiyatro senin, bu sinema benim gezmek mi sizin sosyalliğiniz, hayatta var olma sevinciniz?

Peki, bana yardımlaşmayı kim öğretecek? Yolda gezerken, çocuklarına ekmek parası için dilenen bir annenin kucağına harçlığımdan bırakacağım küçük şeylerin büyük bir mutluluğun sebebi olabileceğini, bunun için de cebimde küçük paraların olması gerektiğini kim öğretecek?

Birilerine gerektiğinde yardım edebilmenin ve yine gerektiğinde birilerinden istemeden yardım görebilmenin gerçek sosyallik olduğunu kim söyleyecek?

Bana kuşların dilini kim öğretecek? Onlara ekmek vermeyi ve onlarla arkadaş olabilmeyi... Bir fidanın da bir çocuk gibi ilgiye ve sevgiye ihtiyacı olduğunu kim öğretecek?

Bana yaşlılara neden saygı duymam gerektiğini, neden annemin ve babamın benim hayatıma bu kadar karıştığını kim öğretecek?

Ben hayata hazırlanmak istiyorum. Ben belki de ayakkabı boyacılığı yaparak da karnımı doyurabilirim. Ama bana şefkati, sevgiyi ve bunların değerini kim öğretecek? Birilerinin yardıma ihtiyacı olduğunu, olduğunda da yardım edemesem de -insan olduğum için- en azından “vicdan” denilen şeyin azabını nasıl çekebileceğimi kim öğretecekti?

Öğretmenim ben sıkıldım trigonometriden, logaritmadan… Periyodik cetvelin nasıl sıralandığından bana ne!

Hayatın anlamını hâlâ bilmiyorsam… Ve en önemlisi, hâlâ gökkuşağının altından geçirecek hayallerim yoksa...

Son bir soru sorabilir miyim? Bana bir şeyler öğretiyorken, siz de bir şeyler öğrenebiliyor musunuz?

Öğrendiğinizi uygulayabiliyor musunuz?

Ribelle 14.08.2010 21:24

Ada Sahibi Ya Da Ada Olmak
 
Tanınmış gezgin Thomas Cook, bir araştırma gezisi sırasında Atlas Okyanusu un ıssız bir yerinde, çığlıklar atan milyonlarca kuşun havada daireler çizerek uçtuğunu gördü. Kulakları sağır edecek denli yüksek sesle çığlıklar atan kuşların kimileri yoruldukça, kendilerini okyanusun dev dalgaları arasına atıyorlardı. Onlar bu son hareketleriyle yaşamlarına son veriyorlar, kendilerini okyanusun dalgalarına bırakırken, çaresizlikten ölüme teslim oluyorlardı.

Bu olaya yalnızca Thomas Cook değil, o bölgede ki balıkçılarda yıllardır tanık olmuşlardı. Kuş bilimcileri ise, yaptıkları araştırmalarda göçmen kuşların farklı yönlerden gelerek okyanusta bu noktada birleştiklerini keşfediyorlar, fakat onların, birbirleri peşisıra kendilerini ölümün kucağına atmalarının nedenini bir türlü çözemiyorlardı.

Gerçek, geçtiğimiz yüzyılın ortalarında anlaşıldı. Bu trajik olayın yaşandığı yerde bir zamanlar bir ada vardı. Göçmen kuşların göç yolu üzerinde bulunan bu ada, bir deprem sonunda, okyanusa gömülmüştü. İnsanların, yok olduğunun bile ayırdına varamadıkları ada, göç yollarının ortasında kuşlar için vazgeçilmez "dinlenme" durağıydı. Kuşlar binlerce yıllık kalıtımsal alışkanlıklarıyla adanın yerini bilmekteydiler ve yıpratıcı, uzun yolculuklarının ortasında, biraz dinlenebilmek ve toparlanabilmek için, yine binlerce yıllık kalıtımsal güdüleriyle, okyanusun ortasındakiadaya geliyorlardı ama... Olması gereken yerde adayı bulamayınca, yorgunluktan bitkin bedenlerini çığlık çığlığa okyanusun sularına bırakmak zorunda kalıyorlardı.

Söz kendini toparlamaktan açılmışken soralım. Sizin hiç "kendinizi toparlayacağınız" bir adanız oldumu? Yaşamın uzun "göç . yolları"nda acaba, sizinde bir yudum taze soluk alabileceğiniz, yolunuzun kalan bölümüne dinç olarak devam etmenizi sağlayabileceğiniz bir adaya sahip olabildiniz mi? Birgün yerinde bulamadığınızda ise, ona illede ulaşmak ve sığınmak için başınız dönercesine, dengeniz bozulurcasına çırpınıp kanat çırptığınız bir ada yaratabildiniz mi yaşamınızda kendinize?

Herşeyi sınırsızca paylaşabildiğiniz bir dost, yola birlikte çıkacak denli güven duyduğunuz bir arkadaş, size her zaman huzur verecek bir eş, ulaşmak için yıllardır uğraş verdiğiniz bir amaç edinebildiniz mi? Şöyle daha bir iyi bakın çevrenize... Size gelen, size sığınan...Sizin gittiğiniz, sizin sığındığınız...Sizin bulduğunuz dostlarınızı bir düşünüverin. Sonra da bir gerçeği görüverin gözlerinizle:

Sizin durup , soluklandığınız ve kendinizi toparlayabildiğiniz kaç adanız var çevrenizde ve...

Durup, sığınmak ve kendilerini toparlayabilmek gereksinimi duyan kaç dostunuz için siz bir adasınız?

antimedya 14.08.2010 23:15

Hoş yazılar seçmişsin, nerden kopyalıyorsan. Devam et, bırakma.

Ribelle 14.08.2010 23:27

Teşekkürler
 
Zitat:

Zitat von antimedya (Beitrag 2021477)
Hoş yazılar seçmişsin, nerden kopyalıyorsan. Devam et, bırakma.

Bir çoğu kendi kalemim bazıları ise hatırımda kalanların size aktarımı...Uzun soluklu bir blog olacağına emin olabilirsiniz...Teşekkür ederim ilginize....

Ribelle 15.08.2010 22:34

Hayattan Zaman Çalmak
 
“zaman çalmak”… aslında tezat içeren bir kavram bu. “Zaman” alınıp satılamaz o halde çalmak da pek mümkün olmamalı. Aslında benim bahsetmek istediğim şey akıp giden zamanı biraz anlamlandırabilmek. İşten eve geldiniz diyelim. Sırt üstü uzanıp gözlerinizi kapattınız ve 1 saat kestirdiniz. Bunun yanında eve gelip gazeteye göz atıp bazı arkadaşlarınızı arayıp da aynı 1 saati doldurabilirsiniz. Peki aradaki fark ne? Birisi diğerine göre hayatımıza daha farklı bir etki yapacaktır. Hemen burada bir ikilem daha çıkıyor önümüze; eğer 1 saat uyumanız sizin hayatınıza 1 sene katacak ise o an uyumuyor olmak zamanı kötüye kullanmak olacaktır.

Önümüze bir gerçek çıkıyor ki o da; hayatta aldığımız her karar mantık çerçevesinde oturmak zorunda değil. Bazen farkında olmadan ve anlamı da olmayan kararlar veririz ve bu kararlar bizi hakikaten bir çok sorundan kurtarır. Buna “içimizden gelen ses” de diyebiliriz.

Gelelim daha somut kavramlara… Zaman gerçekten değerli. O bakımdan boşa geçen ve farkına varmadığımız zamanların kıymetini bilmekte fayda var. Çok net bir örnek vermek istiyorum. İş-ev arasında yolculuk yaparken kitap okumak için çok ideal bir zaman. Kendimizi gözlemleyip bu tür zamanları ortaya çıkararak gün içerisinde yarım saat zaman çalabilmek bile bize çok şey katar. Ufak bir hesapla 0.5/24 ~= 0.02 buluruz. Yani günde yarım saatte tüm gün üzerinde %2 gibi bir fazla vakit kazanırız. Çarpın bölün bu miktarın çok etken olduğunu göreceksiniz.

Ben de bu yarım saatlerden birini değerlendirerek bu konuda fikirlerimi sizinle paylaştım bugün Etkili, mutlu ve bol kazançlı zamanlar diliyorum.

Ribelle 15.08.2010 22:37

Üretmek ve Tüketmek
 
Son günlerde nereye gitsem, ne okusam, ne seyretsem hep aynı soru aklıma takılıyor… Üretime katkım ne?… Tüketime katkım ne?… Bu basit bir soru gibi görünebilir ama bence değil. Üretmek nedir? Başkasının ürettiği birşeyi tüketmek değil midir… İşte bu düşünce beynimi yiyor son günlerde. Program yaı?yoruz ama ne ile… Başkasının kurallarını koyduğu programlama dilleriyle. Gazete okuyoruz veya haftalık bir dergi (politik, ekonomik veya teknoloji hakkında olabilir…) okuyoruz. Okuyoruz ama ne… Başkasının yazdıklarını okuyoruz. Bilimsel yayınları dışarıda tutarsak birileri bize istediğini empoze edebilir. Aslında hafif kaldı edebilir değil ediyor… Biz de onu tüketiyoruz.


Bu kadar karamsarlıktan sonra çözüme doğru gelmek gerek… Bu noktada beni rahatlatacak tek cevap var… “Ben tüketilmek üzere birşeyler üretiyor muyum?”. “Ben” i kişisel algılamayın lütfen, belki arkadaşlarımı belkide ülkemi kastediyorum. Bu soruya cevap verirken pek olumlu hissedemiyorum. Öylesine bir tüketim kısırdöngüsüne takılmış hissediyorum ki kendimi… Hatta işe yaramaz bile hissedeceğim kendimi neredeyse…

Ama yok! Böyle düşünmek bizlere yakışmaz. Neyimiz eksik ki… Sadece biraz gerideyiz. Çok başarılı arkadaşlar var içimizde. Üretim üçgeninin tepesine çıkmak hatta bir üst adıma çıkmak bile kolay değil. Ama hayat tarzımıza bu fikri yerleştirirsek ve hayatımızı biraz daha planlı yaşarsak sanırım işe yarayabilir. Örneğin işten geldikten sonra saatlerce “bilmemkimin bilmemnesi” isimli dizileri izleyerek beynimizi boşaltıyoruz değil mi… Ama boşa vakit harcıyoruz biliyor musunuz? TV’nin karşısına bile planlı oturmak lazım. “Zaman” en pahalı şey biliyorsunuz… Ve biz bunu biraz hor kullanıyoruz.

Bu konuyu toparlamakta güçlük çekiyorum doğrusu. Fakat şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; öne geçmek için önce aynı seviyeye gelmek gerekir. Bu da çoğu zaman eski izlerin üzerinden geçmek demektir. Ne zaman ki “ben bunu düşünmüştüm” diyorsak iyi yoldayız demektir. Yılmadan yolumuza devam etmeliyiz. Bş?arıya ve üretkenlğ?e giden yolda verilen en büyük kayıplar bu noktada oluyor. Bunu ben de çok yaşadım ve inanın 3 veya 4 kez ben de vazgeçtim.

Çok sevdiğim bir sözle konuyu bağlamak istiyorum: “Sıradan insanlar sıradan fikirler üretir”.

Ribelle 15.08.2010 22:43

Birgün Zamanı Bükerken
 
(tut ki;) Birgün evden çıktım işe gidiyorum. Bugün tuhaf birgün zira sağımdan solumdan ışık hüzmeleri geçiyor. Bir an panikliyorum ama sonradan hatırlıyorum ki bilim adamları zamanı bükmeyi başarmışlar. Vay be ne buluş ama! Yıllardır üzerinde çalışmalar yapılırken sonunda gerçek oldu. Bundan 20-30 sene önce Hiro Nakamura(bir zamanlar sevilen dizi Heroes’un başkahramanı)’ya gülüyorduk şimdi zamanı büküyoruz. Acaba bize kimler gülüyordur?


Peki nasıl oluyor bu iş? Herkes her an zamanı bükebilir mi? Bir kere bu iş bir yetenek. Herkes beceremiyor. Fakat işin içinde bilimsel gelişmeler de var bu yeteneğe sahip kişilere moleküler katalizör enjekte ediliyor. Bu sayede zamanı yavaşlatmak mümkün olabiliyor. Bunun yanında herkesin hücreleri bu aşıya tepki göstermiyor.

Buraya kadar fena olmadı:) Peki biz 3-5 kişi aynı anda zamanı bükersek ne olur? Zaman kıvrım kıvrım olur. Yavaşlamış bir zamanda bir sürü insan birarada olur ve orada zaman herkese yavaş olduğundan aslında o zaman normal zaman diğer zaman bükülmüş zaman olur.

Ama bilime inananlar bilir ki hiçbir madde yoktan var olmaz vardan da yok olmaz. Yani; doğanın dengesi gereği bu gelişme yanında başka problemleri getirmeli ki bu hayat döngüsü çok sapmadan devam etsin. O yüzden bu zaman bükme yeteneği zamanla artılardan çok eksilere sahip bir hal alır ve bu mevzu artık (gelecek için) antik yazıtlara ait bir hikaye ye dönüşür.

tutun ki böyle oldu!…

Ribelle 15.08.2010 22:48

Facebook'umuz olduda ne oldu ?
 
Herkes facebook hakkında yazıyor çiziyor yorumlar yapıyor. Benim neyim eksik Facebook hakkında duyduğum bazı haberleri sıralayarak sonunda bir tespitte bulunmak istiyorum:

varan 1: Facebook kullanıcılarının alışveriş alışkanlıklarını parayla sattığı için ve bu alışkanlıklarda özel bilgiler de yer aldığından facebook büyük bir tepkiyle karşılaşmış ve bu durumu engellemiş…

varan 2: Sitenin cazibesinin farkına varan büyük şirketler hemen kendilerine eklenti yazdırmışlar. Örneğin arkadaşına x ürününü yolla gibisinden uygulamalar varmış…

varan 3: ABD’deki bir eleman “göğüs kanserine yardım” linki diyerek bir araç çubuğu yüklemesine yönlendirme yapmış ve ~10milyon$ civarında para götürmüş…

benim yorumum:

Ben de dahil tanıdığım herkes eski arkadaşlarını, ilkokul, mahalle vs. arkadaşlarını buldular. Sonra mailleşip herkes kendi son hali hakkında bilgi verdi. Yok ben evlendim yok ben şu memleketteyim yok ben zengin koca buldum gibilerinden…

Peki ya sonra? Merak ediyorum acaba kaç kişi bu sanal hatırlamayı gerçek hayata taşıyabildi? Kaç kişi ilkokul arkadaşı ile buluşup geçmişi andı? Tahminimce çok az… Neden mi? Nedeni şu; bu kişiler zamanla zaten birbirlerinden kopmuşlar ve hiç bir güç yüzeysel özel bilgileri edinme merakından öteye geçecek bir dostluğu tekrar geri getiremez. Kesinlikle olmaz demiyorum çoğunlukla diyorum!

İnternet öyle tuhaf ve etkili bir iletişim aracıdır ki… Bu sanal dünyaya girdiniz mi çıkmak istemezsiniz. Elinizin altında arkadaşınızın telefonu olmasına rağmen mail atmak daha bir güvenli gelebilir. Bu yüzden facebook bir çılgınlıktır ve zamanla daha yatay hale gelecektir.

NOT: Facebook üyelik anlaşmasında siteye girdiğiniz her türlü içeriği siz silseniz bile elinde tutma hakkını size onaylatıyor. O bakımdan çılgınca şeyler yapmayalım arkadaşlar…

Gerçek yaşamda (sanal olmayandan bahsediyorum) yapamadıklarımızı sanal ortama taşıyor olmamız gayet olağan bir durum ve yıllar boyudur çeşitli şekillerde devam etti. İlk başta arkadaşlık siteleri sonra özel ağlara dönüştü, “second life” ile sanal bir dünyanın içine kapılarımızı açtık ya da “Warcraft” ile oyuncular sanal bir dünyaya girdiler. İnternetin marifetleri tahmin edilmesi güç bir şekilde ilerliyor!
Mark Zuckerberg, 2004 yılında Harvard Üniversitesi’nde öğrenci iken özel bir ağ olarak “facebook” sitesini tasarladı. O kadar ilgi görmüş ki; siteyi dünyaya açmaya karar vermiş. Şimdi sitenin değeri 10 milyar doların üzerine çıkmış. Hakkında yazılacak çizilecek çok şey var. İçine girdiğinizde ayrı bir dünya… 300 civarı çalışanı varmış mesela ve aktif üye sayısı son bir ayda 43 milyona çıkmış. Bir sürü şirket te peşindeymiş.

Peki bu siteyi bu kadar değerli yapan ne? Elinin altına milyonlarca insanın hazır durması elbette. Baktım ufak ücretlerle çok hızlı bir şekilde reklam satın alabiliyorsunuz veya anket uygulayabilirsunu. Buradan ciddi gelirler elde edilebilir. Ayrıca insanların tüm alışkanlıklarını öğreniyorsunuz. Bu sayede “hedefe yönelik” bir sürü hizmet sunabilirsiniz.

Yerimde oturmuş sağınasoluna bakıyorum facebook’un ve hayretler içerinde biraz da kıskanaraktan “peh doğrusu” diyorum…

Ribelle 15.08.2010 23:05

Korkma...
 
Depremden korkma! Ayakta kalamıyorsan, düşüp yaralanıyorsan, sarsılıyorsan küçük darbelerle; senin depremin budur. Kendi depreminden kork!
Fırtınadan korkma! Senin fırtınan, savrulmasıdır benliğinin meltemlerle; çarpmasıdır ruhunun bir üflemeyle, duvarlara, taşlara! Sen fırtınadan korkma, fırtınandan kork!
Karanlıktan değil, hayatı sorgulayamamaktan, sorgulayıp işin içinden çıkamamaktan kork. Kendi karanlığından kork: Beynini kemiren düşüncelerden, kalbini kıran sevgi ve nefretlerden, dününü bilmemekten, yarınını görememekten, bugününü anlayamamaktan kork.
Ölümden korkma! An çöplüklerinden, kelime mezarlıklarından, sevgi yığınlarından, yaşayan ölü olmaktan kork!
Fakirlikten korkma! Sorulara cevap bulamamaktan kork! Ömrü anlamlandıramamaktan, yaşamayı kıymetlendirememekten, dostluğu dostluk, kardeşliği kardeşlik gibi yaşayamamaktan kork!
Kıştan korkma, ruhunu ısıtamamaktan kork! Selden korkma, yanaklarını ıslatamamaktan kork! Yarından korkma, bugünden ve şu andan kork!
Kaybetmekten korkma, kaybolmaktan korktuğun kadar; unutulmaktan korkma, aklından bir an bile çıkarmaman gereken şeyleri unutmaktan korktuğun kadar; ihanete uğramaktan değil, ihanet etmekten; vefasızlıktan değil, vefasızlık etmekten; anlaşılmamaktan değil, anlamamaktan kork!
Yorulmamaktan kork, yorulmaktan değil! Uykudan kork, uyuyamamaktan değil! Savaştan korkma, savaşamamaktan kork!
Eksiklerden değil, tamamlayamamaktan; yanlışlardan değil, düzeltememekten; yanlış yola girmekten değil, dönememekten kork! Boşlukların içine yerleşmesinden kork, boşluklardan değil!
Hayâl et; hayâletten, hayâllerinden ürkme; hayâlsizlikten, hayâl edememekten kork!
Yanlış insanlardan değil, yanlış insan olmaktan; yalnızlıktan değil, yalnız olduğunu zannetmekten; sözlerden değil, gözlerden kork!
Ve bütün bu korkularını koy üst üste. Ve bütün bu korkularına bir bak. Korkularından değil, korkularını gidermek için hiç birşey yapmamaktan kork! Hiç birşey yapmıyor, yapamıyorsan korkularından değil, kendinden kork!
Kötülükten değil, kendi kendine yaptığın bu kötülükten; yalnızlıktan değil, seni herşeyden korkan bir “ben” yapan bu halet-i ruhiyeyle başbaşa kalmaktan kork!
Korkularından ve anlamsız, zamansız, yersiz cesaretlerden kork!

Ribelle 15.08.2010 23:08

Ruhu Olgunlaşmamış Bir Kul
 
Tanrı dan gururumu yok etmesini istedim
Tanrı "Hayır Gurur benim yok edebilecegim bir sey degil, senin
bırakabilecegin bir seydir" dedi

Tanrıdan sakat çocugumu iyilestirmesini istedim
Tanrı "Hayır Onun ruhu saglam, vücut o kadar önemli degil, o geçici bir
seydir" dedi

Tanrıdan bana sabır vermesini istedim
Tanrı "Hayır Sabır büyük acılar çekilerek ögrenilebilecek bir seydir
Sabır verilmez, hak edilir" dedi

Tanrıdan beni mutlu etmesini istedim
Tanrı, "Hayır Ben sadece nimetlerimi sunarım, mutlu olmak sana baglı"
dedi

Tanrıdan beni çektigim acılardan kurtarmasını istedim
Tanrı "Hayır Çektigin acılar günlük kaygılarının önemsizligini anlamanı,
onlardan uzaklasmanı ve bana daha çok yaklasmanı saglar" dedi

Tanrudan ruhumu olgunlastırmasını istedim
Tanrı "Hayır Kendi kendine olgunlasmalısın, ama meyvelerini alman için
yardım edecegimden emin olabilirsin" dedi

Tanrıdan hayatı sevmemi saglayacak her seyi istedim
Tanrı, "Hayır Ben sana hayatı verecegim, böylece hayata dair her seye sahip
olabilirsin" dedi

Tanrıdan, tanrıya duydugum sevgiyi, baskalarına da duyabilmeyi istedim
Tanrı söyle dedi: "Ohhh! Nihayet dogru bir sey istedin"

Ruhu olgunlasmamıs bir kul tanrıya hep "ver bana" ile biten dualar eder,
olgunlasmıs bir ruh ise "vermemi sagla" diye bitirir dualarını...

Ribelle 16.08.2010 23:54

Bir Fincan Kahvenin Kırk Yıl Hatırı Vardır
 
Bu atasözüyle anlatılmak istenen, yapacağınız bir iyiliğin kolay kolay unutulmayacağıdır. Bazı insanlar bu tür davranışlara çok değer verirler. Kendilerine bir kişi iyilik yaptığında bunu unutmazlar. En kısa zamanda gördükleri iyilik karşısında, iyilik yapana yardım etmek için fırsat kollarlar. İyilik yapan kişi belkide yaptığı iyiliği hiç önemsemez, basit bir şey gibi görür. Ancak karşısında ki buna çok değer verir.

Bu atasözüyle ilgili bir çok hikaye anlatılmaktadır. Bunlardan birini az çok hatırlıyorum. Küçük bir çocuk bir kapı çalar ve o evdeki hanımda kendisine bir bardak süt ikram etmişti. Çocuk bunu hiç unutmamıştı. Büyüdüğünde doktor olan çocuğa, bir bardak süt veren hanım hasta olarak gitmişti. Ameliyat olması gerekiyordu. Doktor ameliyatını yapıp, hastalığı önlemeyi başarmış yapılan bu ameliyatın ücreti olarakta küçük bir not düşmüştü "ücreti bir bardak süt karşılığında ödenmiştir."

İşte hayat böyledir. Kimine bin kez iyilik yaparsınız ama size zarar verir, kimine de önemsenmeyecek kadar küçük bir iyilik yaparsınız ama kişi bu iyiliği asla unutmaz ve ilk fırsatta o da size iyilik yapmak için çaba harcar.

Ribelle 17.08.2010 00:03

Dua ve Sağlık
 
İki hücrenin birlikteliği ile hayat yolculuğuna başlayan insanoğlunun yaratılış evrelerinde akıl almaz mucizevî olaylar vardır. Bu iki hücrenin tesadüf olmayan karşılaşması ve çoğalmaya başlaması enteresan açılımları da beraberinde taşımaktadır. İki hücreden akıl almaz bir hızla çoğalan bir kısım hücreler kemik yapımızı çatmaya başlarken başka bir gurup hücre ise kas sinir ve damar ağının bu sistemle entegrasyon oluşturmasında gecikmiyor. Anne karnında iki ay dolmadan bu süre tamamlanarak insan yaratığının minyatürü meydana gelmiş oluyor.
Ruh-beden-zihin üçlüsü ile daha dünyaya gelmeden anne rahminde bazı hastalıklarla da tanışabiliyoruz. İnsan bedenini meydana getiren organların hastalanması ve bunların tedavileri ile ilgili uğraşan biz hekimlerin karşılaştığı çeşitli zorluklar da yok değil. Bazen basit bazen ise daha karmaşık ve zor olan birçok hastalıkla uğraşırken almış olduğumuz tıbbi bilgiler çoğu zaman yetersiz kalabilmekte…
Çağımızın hızlı gelişen ve ayak uydurmakta zorlandığımız teknolojisi bize bir çok olumlu imkânlar sunarken farkında olmadan da özellikle sağlığımızdan bir şeylerimizi götürmektedir. Öyle ki günümüz yoğun ve yorgun insanı bir düğmeye basarak her şeye hükmedebiliyorken sağlığını zindeliğini kazanmak için yaptığı maddî ve manevî uğraşılara rağmen arzu ettiği yaşam kalitesini bir türlü yakalayamaz hale gelmiştir..
Sağlık sektörü tüm dünyada önemsenen ve uğrunda milyarlarca paranın harcandığı bir alan olmasına rağmen hedeflenen iyilik halini yakalamada hâlâ yaya olmaktan öteye geçememiştir.
Biz hekimler bu açmaz karşısında kendimize yeniden dönüş yapıp nerede neyi eksik bırakıyoruz sorusunun muhatabı olmak durumundayız. Gerçekten nerede eksiklik yapıyoruz? Niçin bizden talep edilen şifaya vesile olamıyoruz.? Bizden beklenen performansı yakalamak için neleri yapmamız gerekir? Bu soruları daha çoğaltabiliriZ.Ancak amaç belli:
Dünyamızı ciddi olarak tehdit eden silah sektörüne ayrılan para, ilaç ve sağlık sektörüne ayrılsa sonuç değişir mi? Bunca yıllık tecrübeme dayanarak değişir diyemiyorum. Çünkü sağlık ve ilaç sektörünün tröstlerinin cirit attığı ülkemizin batısındaki devletlerde sağlık ile ilgili sıkıntılar bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin sıkıntılarından pek gerilerde değil.
Bunu nerden anlıyoruz. Yapılan bilimsel çalışmalar bize şu sonucu veriyor. İnsan et ve kemik ötesinde bazı özelliklerle yaratılmıştır. Biz aynı hastalığın farklı insanlar üzerinde tezahürünü ve tedaviye cevabını farklı bulmaya alışkın hekimleriz. Aynı ilaç bir hastada tedaviye yardım ederken başka bir hastada sonuç vermemekte hatta ölümlere sebep bile olabilmekte… Bu örnekleri artırmak mümkün...
Bizleri yoktan var eden yüce rabbimiz yaratma gücü gibi şifa gücüne sahip olduğunu bizlere aktarıyor. Ölümden başka tüm dertlerin devasını yarattığını da müjdeliyor. Bu gerçeğe göre şifayı ararken biraz da bu alandan bir bakış açısı ile istifade etmeliyiz diye düşünüyorum. Modern batı tıbbı da zaten zorunlu olarak bu yöne doğru kaymak durumu ile yüz yüze.
Bilim araştırmayı sorgulamayı aklı kullanmayı ve karamsar olmamayı bize düstur olarak öğrettiğine göre çare ve çözüm için manevî dinamiklerimizi harekete geçirmemizin faydalarından da istifade etmemiz gerekiyor.
Şunu çok iyi biliyoruz. Her türlü hastalığın tedavisinde hekim hasta diyalogu önemli. Hastanın doktora ve tedaviye inanması da önemli… Doktorun hastanın iyileşebileceğiyle ilgili yapacağı olumlu telkinlerde önemli. Bu üç şey tedavî olma ve şifa bulmada gerçekten önemli… Günümüzde milyarlarca dolarlık yatırımlarla keşfedilip üretilen ilaçlardan ve alternatif tedavilerden daha önemli.. Bu üç şey…
Bu üç şey aynı zamanda kendi içlerimizde bulunan şifa gücünü keşfedip kullanmamızın da anahtarıdır. Halk arasında söylendiği gibi şifayı yüreğinde arama sözü; Bu gerçekten yola çıkarak söylenmiş olsa gerek.
İstemek yardım talep etmek anlamına gelen dua bize hangi kapıları açıyor kısaca bir göz atalım; Dua ile en başta bizi yaratan ve bize şifayı vaad edenle bir buluşma gerçekleştiriyoruz. Riyanın maddi çıkarın olmadığı samimi ve yalın bir buluşma bu…
Hastalıklar insanlarımızda aynı zamanda bir acziyet meydana getirir. Acizlik insanları daha samimi olmaya yöneltir. Samimiyet ise muhabbet ve bereket demektir. Bu psikolojide bir insanın dilden ve kalp yolu ile istekleri doğal olarak beynimizde bazı hormonların salgılanmasına sebebiyet vermektedir. Otonom sinir sistemi ve iç salgı bezlerimiz bu salgılanan maddeler ve hormonlardan olumlu etkilendiği ise yapılan çok yönlü çalışmalarla su yüzüne çıkmış… Beynimizde ve zihnimizde meydana gelen bu biyokimyasal değişim doku ve organlarımız için umulmadık şifalara vesile olabilmektedir.
İnsan ruhunun hasta olmayacağına yönelik bilgilerimizle bugünkü halimize baktığımızda ise çoğu yakınmalarımızın sebebinin zihnimizdeki engin dehlizlerde olabileceği gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz..
Dua sözlü olarak yapılabildiği gibi sebeplere sarılarak ta yapılabilir. Hasta bir insanın hekim araması hastalığının teşhisinde bazı tetkiklere müracaat etmesi hatta hastalığının şifası için çeşitli ilaçlar bitkiler ve perhizler yapması bütün bunları biz dua kapsamında değerlendirmeliyiz…
Bilinçli olmayarak sıklıkla işimizin Allah 'a kaldığını söyler dururuz. Aslında işimizin ona kalması aynı zamanda vuslata da ermemiz demek olduğunu ise sıklıkla göz ardı eder ve bu sözü genellikle çaresizlik durumlarında telaffuz ederiz.
İşimizin yüce Mevlaya kalması aynı zamanda aciz kalmaya başlayıp onun himmetinden yardım şansını elde edebileceğimiz bir döneme de girmemize zemin hazırladığını ise pek aklımıza getirmeyiz.
Yüce yaratıcımız bana yaklaş yani dua et bende sana yaklaşayım ve sana yardım edeyim diyerek zor anlarımızın o çekilmez uzayan dakikalarında bizimle olmak ister. Hastalık acı ızdırap ve keder insanların zor olarak kabul ettikleri anları zamanlarıdır. Bu zamanlarımızda Rabbimize yaklaşmamız moralleri yükselttiği için bağışıklık sistemimizi güçlendirerek hastalıklarla olan savaşta galip gelmemiz mümkün olacaktır.
Duanın etkisi sadece bununla sınırlıda değildir. Dua ile kendimizle barışık hale geliyor yaşama arzumuzu artırıyor ölümle olan ebedi savaşımızda birkaç kale daha fethetmemize zemin de hazırlamış oluyoruz.
Samimi bir duruş ile Yaratanla baş başa kalma olarak tanımlayabileceğim dua ile sadece sağlığımızı kazanmıyoruz. Kendimizle ve rabbimizin yarattığı evrendeki tüm nes nelerle barışık zinde formda mutlu umutlu ağrılardan ve stresten uzaklarda yaşayabiliriz.
Bugünkü bilgilerimizle çözmekte zorlandığımız ve tedavide henüz istenen başarıları yakalayamadığımız ölümcül birçok hastalıkta duyduğumuz başarı hikâyelerinin altında hep bu gerçekliliğin yattığını biliyoruz. Hastalıkları yenme hikâyeleri ile ilgili Türkçemize de tercume edilen batı ve uzak doğu kaynaklı yaşam hikâyelerinin altında hep bu iksirli formülün yattığını görmemiz bizleri yaratanımıza biraz daha yakınlaştırmalıdır.
Hastalıklar gelmeden sağlığımızın kıymetini bilmemiz nasıl elzemse çeşitli musibetler ve çaresiz hastalıklar kapımızı çalmadan da bizlere şah damarımızdan da yakın olan mevlamızla buluşmalı onunla halleşmeli ve onun düsturları doğrultusunda yaşamaya çalışmalıyız diyorum… Sağlık mutluluk dileklerimle…

Ribelle 17.08.2010 00:05

Hayata tümüyle sarılın
 
Haydi ama biraz canlılık lazım size, Silkeleninnn, kocamannnn gerinin ve kendimi bomba gibi hissediyorum deyin gitsin :) Bunu yapmanın ne alemi var diyorsunuzdur şimdi yada ne kadar zor gelmiştir. Durup dururken herşey monotonluğunda devam ederken birdenbire kendimizi enerji dolu kabına sığmayan birisi olarak hissetmek sonrada bu enerjiyi tüm güne yayabilmek ne müthiş olurdu değil mi? Üstelik karşılığı sadece zihninizde böyle olduğunu düşünmekten ibaret. Başka hiçbir bedeli yok.

Günümüzün ortalama % 20 civarını olumlu geri kalanında ise kontrolümüz dışı ve stressli geçtiğini düşünürsek, hepimizin ihtiyacı olan bu tür takviyelere gerekli olacaktır. Kendimiz tarafından yada bize değer veren insanlar tarafından. Cankurtaranınız olacak bu güç ile stress nedeniyle işlerin yada çalıştığınız kişilerin baskısını daha aza indirecek ve sorunlarınızla başa çıkmak artık eskisinden çok daha kolay olacaktır. Çünkü sorun diye nitelendirdiğiniz durumlar, çözümün bir parçası olacaktır.

Nasıl diye soruyorsanız buyrun devam edelim. Birçoğumuz sevdiklerimize vakit ayıramamaktan şikayetçi iken yeni tanıştığımız birisi için gerekirse tüm zamanımızı feda edebiliyoruz. Bu sevgili olabilir yada çok değer verilen birisi olabilir. Bu tip kimselerin çekim gücü başlangıçta fazla olacaktır ve başka bir yazımda buna değinmeye çalışıcam. İşte bu insanlarla vakit geçirmek bizi neşelendirirken üzerimizde çok fazla emeği olan yakınlarımızı yada arkadaşlarımızı geri plana iteriz. Bununla başa çıkabilmek için bir değil birkaç şey yapmalıyız.

Öncelikle kendimize bir liste oluşturmalı ve çevremizdeki değer verdiğimiz kişileri yakınlık derecesine göre bir yere yazmalıyız. İsterseniz numaralandırma yaparak sıralama yapabilirsiniz. Burada genellikle arkadaşlar ilk sıralara akrabalar son sıralara yazılmaktadır :) Hayatımız devam ettikçe yaşanılan ve paylaşılan deneyimler sıralamadaki dengeyi değiştirse de önemli olan kendimizi yalnız hissetmemektir.

Kime sorsanız kendisine süpriz yapılmasına bayılır ama nedense bu konuda ilk adımın kendisinden gelmesi en zor olandır. Kendimizi tanımanın altın kuralı karşımızdakini koşulsuz kabul edebilmektir. Karakteristik olarak çok farklılıklar göstersek de karşımızdakinin hoşuna gideceğini hissettiğimiz adımları tahmin ederek sonuca ulaşmak kendimize yapacağımız en büyük yatırımdır.

Bu anlamda sevdiklerinizi mutlu ederek onların da bunu düşünmesini sağlayabilirsiniz. Sevdiğiniz insanın bulabileceği şekilde küçük notlar yazarak onun eşyaları arasına bırakabilirsiniz. Yada ileriye yönelik olarak kendinize hatırlatmalar bırakın. Çok sevdiğiniz bir konser , sinema yada tiyatro için yer ayırtıp o günü iple çekin. Normaş iş yaşantınızın dışında hayatın sizi beklediği enstantaneler oluşturun ve o heyecanı sürdürün. Sizin yaptığınız her adım başkalarına örnek olacak buna emin olun.

Kendinize verdiğiniz değer , başkalarından size kat be kat geri dönecektir. Önemli olan maddi yada manevi kısmını düşünmeden karşınızdakini mutlu edecek birşeyler düşünün ve yapın. Alçakgönülllüğü hiçbir zaman elden bırakmayın yeter. Sizi siz yapan karşınızdaki insanı mutlu edebilmektir. Onların mutluluğu da yaşamın içine doğru savrulan gül yaprakları...

Ribelle 17.08.2010 00:13

Hayal kırıklıklarımızı başkalarına yaşatmamıza gerek yok
 
Düşünce tarlamıza tohumlar ekiyor ve bunları nadasa bırakıyoruz. En iyi gübreyi seçiyor, en uygun zamanda hasat almayı hedefliyoruz. Hatta verimi artsın diye yıllarca dokunmuyoruz tarlamıza, gözümüze çarpan yabani otları temizlemeyi de ihmal etmiyoruz ama kökünden kazımadığımız sürece onları hep farklı noktalarda daha da çoğaldıklarını görüyoruz. Bazen bunları temizlemekten bıkıp işi oluruna bırakıyoruz nasılsa herkesin tarlası böyle değil mi diye kendimizi avutuyoruz.

Başlangıçta tarlamızın uçsuz bucaksız olması bizi memnun etse de, erozyona uğramış, çoraklaşmaya başlamış bir tarlanın görünümü artık bizi endişelendirmeye başlar. Aslında diğer tarlalar da aynı şekildedir ve sahipleri hiçbirşey yapmamaktadır. Bu bakımdan kendimizi rahat hisseder nasılsa birisi çözüm bulur ve bizde ondan yararlanırız diye düşünürüz. Çözüm namına hiçbir gelişme olmayan günler günleri izler ve tarlamızın bu hali bile bize hoş gözükmeye başlar. Yağmurlarda balçık denizine dönüşen, sıcak güneşin altında çatlayan damarları ile hiçbirşey vaad etmeyen bir tarla. Çamurdan olsun ama bizim olsun mantığıyla geçirilen bir ömre bedel zihin tarlaları.

Eğer karşınızdaki kişinin tanımlamasını bu anlamda yaptıysanız , verdiğiniz sorumluluklarda yada bu kişiden beklentilerinizde az çok hayal kırıklığı yaşayacağınızı gözünüze kestirirsiniz. Bu durumdan etkilenmemek ve işinize olan konsantrasyonu bozmamak için sakinliğinizi korumanız ve tepkisiz kalmanız en doğru yöntemdir. Her duruma karşı bir cevabı olan siz değil karşınızdaki kişidir. Gereksiz ağız dalaşları yada mantıklı tavsiyeler bile ukalaca karşılanabileceğinden kendi içinizdeki sükuneti korumak en doğru olandır.

Bu tür bireyleri toplumda dışlamak yerine kazanmaya çalışmak başlıca görevimizdir. Yapılan her hata yada yanlışlık sonucunda negatif davranmamız kendimizi yıpratmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Uğradığımız yada uğrayabilecağimiz hayalkırıklığının haddi hesabı olmayabilir. Bu sorunları yaşayabileceğiniz ilk anda önleminizi alır ve her zaman alternatif çözümleri yedek olarak tutarsanız, çevrenizdeki kişilere karşı kendinizi sürekli eleştiri yaparken bulmaz ve her zaman bağışlayıcı bir role bürünebilirsiniz.

Hiçbir yatırım yapılmadan sırf başkalarına eşgüdümlü yaşanılan bir hayat kendi meyvelerini vermekte epey bir zorlanacaktır. En basit başarıları gözünde büyütecek, zorlukla kazanılan mücadeleleri küstahca küçümseyecektir. Böyle bir zihniyete ait insanlarla çalışmanın verdiği inanılmaz zorluklardan başarı ile geçebilmek gerçekten zordur. Kalıplaşmış ön yargıları ve yerli yersiz hareketleri ile sabrınızın sınırlarında yaşayabilmenin en güzel örneklerini burada yaşayabilirsiniz.

Kısasa kısas sürdürülen bir iş hayatı yada ev hayatı asla istenilen randımanı alamayacaktır. Kendini ezdirmeme ve savunma adı altında sürdürülen tüm eylemler kişisel veriminizi en alt seviyede tutacak ve istenmeyen davranışları giderek kabul etmenize yol açacaktır. Kendinizle barışık olmanız , karşınızdakini affedebilmenizin kazançların en büyüğü olduğunu kendinize sürekli tekrar edebilmeniz dileklerimle...

Ribelle 17.08.2010 00:44

Küçük bir dokunuş
 
Canımızdan çok sevdiğimiz yakınlarımızı sürekli düşünür ve onların kılına dahi zarar gelmesini istemeyiz. Birlikteyken zamanın nasıl geçtiğini anlamaz, onlardan ayrı iken birçok şeyden keyif almayız. Yaşantımız gereği onlarla birlikte dışarıda gezeriz, seyahate çıkarız ve eğlenmek güzel vakit geçirmek için elimizden geleni yaparız. Konunun giriş kısmında örnek olarak sevdiklerimizi vurgulamak istememin nedeni, önermek istediğim şeyin sizi daha çok motivesi etmesi içindir.Günümüzde "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" şeklinde herkes almış başını gidiyor. Bunu biraz da olsun kırabilmek , kendi bencilliğimizi görebilmek ve başkalarına yardım etmenin o kadar da çekinilecek bir yan olmadığını ifade etmek istiyorum bu yazımda.

Bildiğiniz gibi globalleşen dünyamızda artık kazaların ve sakatlanmaların türleri de değişti. İstiklal caddesinde yürürken başınızın üstüne koskoca cam blok düşebiliyor, yada balkonunuzda akşam sefanızı yaparken birdenbire bir maganda kurşunu ile hayatınız kararabiliyor, trafikte birdenbire sizden yol alamayan bir dağ kaçkını önünüzü kesip size zarar verebiliyor. Türlü türlü durumlar mevcut peki bu kendi başımıza yada bir yakınımızın başına geldiğinde sağlık ekipleri yetişene kadar hayatta kalabilecek ilk yardım bilgisine sahip miyiz?

Geçirilen bir kaza sonucunda bulunduğumuz konumdan karga tulumba taşınmak sureti ile kaç kişi ömür boyu sakat kalmış yada iç kanama sonucu hayatını kaybetmiştir, rakamsal olarak bilemiyorum.Fakat kendi aldığım ilkyardım eğitimine dayanarak söyleyebileceğim şey; Bundan sonra yaralı kişinin bulunduğu yerde bir tehlike yoksa kımıldatılmaması ile çok daha fazla hayatın sakat kalmadan devam ettirebileceğini farkettim. Yaralı kişinin bilinci yerindeyse onu konuşturmak sureti ile sağlık ekipleri gelene kadar moralini yüksek tutmasını sağlayabilir ve kaza hakkında daha detaylı bilgi alabilirsiniz.

Daha farklı yaralanma türlerinde de aynı şekilde alacağımız önlemler sayesinde ortamı güvenli hale getirebilir ve bu kazanın daha fazla sayıda insan kaybına yol açmamasını sağlayabilirsiniz. Birçoğumuzun düşünebileceği gibi başımıza gelene kadar BU EĞİTİMİN NE KADAR ÖNEMLİ olduğunu anlamak mümkün olmayacaktır. İlkyardım eğitimi almak ve bu bilgiyi kullanabilecek kadar kendimize güvenimizin olması, sevdiklerimizin yada kendi başımıza gelecek bir kazanın yada istenmeyen durumların hasarının en aza indirgenmesinde çok önemli rol oynayacaktır.

Elektrik çarpması sonucu yerde baygın yatan bir sevdiğinizi düşünün. O an ne yapacağınızı bilirseniz paniğe kapılmak yerine onun hayatını kurtarabilirsiniz. Yada bir şekilde zehirlenen birisini gördüğünüzde ( gıda, kimyasal türde yada gaz şeklinde) ilk önce neler yapacağınızı bilmeniz gerçekten çok önemlidir. Öğreneceğiniz birkaç madde ile hayatınızda yer alan değer verdiğiniz bir insanın bundan sonraki hayatına devam etmesi, belki de şu an alacağınız kararla bu eğitimi almaya bağlıdır.

Hobi olarak bir çok şeyle uğraşabilir, futbol maçlarını kaçırmamak için saatler öncesinden izlemeye zaman ayırabilirsiniz ama bunlar sizin hayatınızda birkaç saatin güzel geçmesini sağlayacaktır. Peki bu birkaç saatinizi hayatımızın can damarı olan sağlıkla ilgili yepyeni bilgiler edinmeye ve yeri geldiğinde kullanarak aslında kendimize değer vermemizin başkalarına daha çok değer vermek olduğu anlamına gelmesine neden inanmayalım.

Dışarıda yemek yediğinizi farzedelim ve hemen yan masada bir kişinin boğazına kaçan yiyecek parçası yüzünden yavaş yavaş morarmaya başladığını görüyorsunuz. İşte bu anı gözünüzde canlandırmaya çalışın, herkesin adamın sırtına deli gibi vurduğunu, ve diğerlerinin korkulu bakışlar içinde dona kaldığını farkedeceksiniz. Çünkü bir hayatın gözlerinizin önünde pisi pisine gitmesi berbat bir duygudur. Böyle bir durum evinizde yetişkin birisinin yada küçük çocuğunuzun başına da gelebilir.

Onbinlerce kaza ihtimali var ve birçoğunda yapılan yanlış müdahaleler yada sağlık ekiplerinin gelmesini bekleyerek kaybedilen zamanın sonucunda, bundan sonraki hayatına, engelli bir şekilde devam etmek zorunda kalan sevdiklerimiz yada gözyaşları içinde uğurlanan bedenini, "kader Onu bizden aldı" şeklinde yorumlarımızla mı hatırlamak zorundayız? Onun kaderi bizlere bağlı ise yada bizlerin kaderleri başkalarına bağlı ise hayat ile alay edercesine yaşamak zorunda mıyız? Önleminizi almak ve kendinize artık yatırım yapmanız için zaman çok geç değil. Hiç de geç değil!!!

Lütfen Unutmayın; sadece sağlık ekipleri gelene kadar çevrede alabileceğiniz önlemler bile yaralıya müdahale edebilmeniz kadar önemlidir. Elektrik yada gaz kaçağı olan bir yerde derhal şebekeyi kesmek, trafik kazalarında motor kaputunu açarak akü bağlantısını iptal etmek, güneş yada kimyasal yanıklarda yaraya ilkel metodlar uygulanmasını engellemek ve buna benzer birçok önlem sayesinde oluşabilecek hasarları sizin emekleriniz engeller.

Karşılığını düşünmeksizin alabileceğiniz en doğru karar bu anlarda alınmaktadır. Alacağınız kararlarda altyapınızın güçlü olması sizi sevdiklerinize bir kez değil defalarca küçük dokunuşlarla daha çok kenetleyecektir.Yarınlarınızın en güvenli geçmesi sizin şu anki alacağınız kararlarınızla gerçekleşecektir. Konuyla ilgili ciddi anlamda bir kez daha düşünen herkese teşekkürlerimi sunarım.

Ribelle 17.08.2010 12:06

Ruhunuz Şad Olsun....
 
17 AĞUSTOS 1999 MARMARA DEPREMİ

17 Ağustos 1999 Depremi

Tarih
17 Ağustos 1999


Büyüklük
7.4 Mw


Etkilenen ülkeler
Türkiye


Sonuçları
17.480 ölü ve 23.781 yaralı



Büyüklüğü ve konumu
Deprem, 17 Ağustos 1999'da, saat 3.02 de, 40.70 kuzey enlemi ile 29.91 doğu boylamının tarif ettiği bölgede, İzmit'in 11 km güneydoğusunda meydana gelmiştir.



Depremin büyüklüğü çeşitli kuruluşlar tarafından değişik değerlerde bildirilmis ise de, moment magnitüdü büyüklüğü Mw = 7.4 ve yüzey dalgası büyüklüğü Ms = 7.8 değerleri civarında değişmektedir.

Cisim Dalgası Magnitüdü = 6.3 (USGS)
Yüzey Dalgası Magnitüdü = 7.8 (USGS)
Moment Magnitüdü = 7.4 (Kandilli,USGS)
Kayıt Süresi Magnitüdü = 6.7 (Kandilli)
Depremin odak derinliğinin 10-15 km olduğu ve sağ atımlı 120 km civarında bir fay hareketi ortaya çıktığı yapılan incelemelerle belirlenmiştir. Ana deprem dalgasının ardından büyüklüğü 4.0- 5.0 değerlerinde olan çok sayıda artçı depremler meydana gelmiştir.



Deprem merkez üssüne en yakın ivme kaydı, İzmit Metoroloji İstasyonu'ndan alınmıştır. Buna göre, maksimum ivme, kuzeygüney doğrultusunda 163 mG, doğu-batı doğrultusunda 220 mG ve düşey doğrultuda 123 mG dir. Her üç birleşen de birbirleri ile kıyaslanabilir büyüklüktedir.

Tarihçe
Yakın tarihte bu bölgede Adapazarı merkez üssü olmak üzere 1943, 1957, 1967 yıllarında şiddetli depremler olmuştur. Geçmişteki tarihlere baktığımızda ortlama 30 senede bir bu bölgede büyük depremler olmaktadır. 1999 depreminden sonrada belirli periyotlarda ve çeşitli büyüklüklerde depremlerin beklenmesi bu fay hattının karakteristik özelliğinden kaynaklanmaktadır.

Depremin bu kadar çok can kaybına yol açmasının sebebi olarak kaçak yapılar, standartlara uygun olmayan binalar ve daha ucuza mal etmek için malzemeden çalan müteahhitler gösterilmektedir. Depremden sonra tüm Türkiye'de geçerli olmak üzere deprem yönetmeliği çıkarılmış, zorunlu deprem sigortası gibi birtakım düzenlemeler getirilmiş olsa da, inşa edilen yeni binaların halen depreme karşı dayanıklı olarak inşa edildiklerini söylemek zordur. Bu konuda vatandaşı bilinçlendirmek, denetimleri sıkılaştırmak ve yaptırımları uygulamak için devlete büyük bir görev düşmektedir.

Yargı ve cezalar
Yapım hatalarından çöken binaların müteahhitlerine yaklaşık 2100 dava açıldı. Bu davalardan 1800'ü kamuoyunda Rahşan Affı olarak bilinen Şartlı Salıverme Yasası ve başka hukuki boşluklardan dolayı cezasız sonuçlanmıştır. Geriye kalan 300 davanın 110 kadarında ceza verilse de çoğu ertelenmiştir. Bunun dışında kalan davalar ise 16 Şubat 2007 Cuma günü 7.5 yıllık zaman aşımı sürelerini doldurarak zaman aşımına uğradılar ve düştüler.

Örnek davalar ve sonuçları
Düzce Ersoy Apartmanı: 36 kişi öldü, dava zaman aşımına uğradı.
Düzce Ömür Hastanesi: 11 kişi öldü, dava zaman aşımına uğradı.
Yalova Ceylankent Sitesi: 98 kişi öldü, 2 sanığa verilen hapis cezaları ertelendi.
Kocaeli Ubay Apartmanı: 58 kişi öldü, müteahhit hakkında verilen ceza ertelendi.
Yüksel Sitesi: 316 kişi öldü, 5 sanığa verilen çeşitli cezalar ertelendi.
Can Göçer ve Zafer Çoşkun: Veli Göçer'in oğluyla ortağı yakalanamadığı için haklarındaki dava zaman aşımına girdi.
Sakarya: 695 davadan sadece 5 kişiye ceza çıktı.
Kocaeli: 600 dava açıldı, 12 kişi 10'ar ay hapis cezası aldı. 6'sının cezası infaz edildi, 6'sı için süre istendi.
Yalova: 173 dava açıldı, hemen hemen tamamı sonuçlandı. Ceza aldığı bilinen tek isim Veli Göçer 18 yıl 9 ay hapse mahkum edildi.
Düzce: Yaklaşık 220 dava açıldığı sanılıyor. Yargılamalar sonucu hiçkimse cezaevine girmedi.

Resmi rakamlara göre Marmara depremi
İllere göre ölü sayısı:

· Bolu :270

· Bursa :268

· Eskişehir :86

· İstanbul :981

· Kocaeli :9.477

· Sakarya :3.891

· Yalova :2.504

· Zonguldak :3

olmak üzere toplam 17.480 kişi ölmüştür.



· Yaralı sayısı: 23 bin 781

· Sakat kalan: 505

· Yıkılan ve ağır hasarlı bina: 16 bin 649

· Orta hasarlı konut: 90 bin 536

· Orta hasarlı işyeri: 14 bin 133

· Az hasarlı konut: 102 bin 822

· Az hasarlı işyeri: 13 bin 344


UNUTMADIK...
UNUTTURMAYACAĞIZ...

17 Ağustos gecesi herşey 45 saniyeye sığdı.

Zamanın durduğu, saatlerin akrep ve yelkovanlarının donduğu 45 saniye geride kaldığında, gecenin karanlığı yüzyılın felaketinin silüetlerini taşıyordu.

Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yaşanan acının ve depremin yıkıcı gücünün akılalmaz boyutları ortaya çıktı. Deprem bölgesine ilk koşanlar, yaşananlara tanıklık edenler ise gazeteciler oldu. Objektifler, kameralar enkazları taradı, anaların, çocukların gözyaşlarını tüm dünyaya aktardı, yardımların dağıtımında yaşanan aksaklıkları ortaya çıkardı.

Kimi kez fotoğraf çekerken ağlasalar, objektiflerinin netini yapmaya çalışırken hıçkırıklara boğulsalar da gazeteciler üzerlerine düşen görevi yerine getirmek için haftalarca deprem bölgelerinden ayrılmadılar.

O günlerin fotoğraf karelerine sığmayan acıları bundan sonrası için birer ibret belgesi olarak önümüzde duruyor. Depremde yitirdiğimiz canların, sönen ocakların sadece alın yazısı olmadığını biliyoruz. İlgisizliğin, başıboşluğun faturasını o 45 saniyenin sonunda Türk halkının ödediğini unutmayacağız. Ve unutturmayacağız...

17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerinde yaşamlarını yitirenlerin anısı önünde saygıyla eğiliyoruz...

Çok Fazla Söze gerek varmı bilmiyorum arkadaşlar , sanırım sözün bittiği yerdeyiz 11 yıl sonra değişen hiç bir şey yok ve aynı son maalesef bizleri belkide çocuklarımızı bekliyor....

RUHUNUZ ŞAD OLSUN UNUTMADIK UNUTTURMUYACAĞIZ.....

18.08.2010 08:48

Zitat:

Zitat von Ribelle (Beitrag 2021395)
Bu günkü konumuza bu başlıkla başlamayı uygun gördüm.

Uzun zamandır izlenimlerimi , İnsanların birbirlerine olan Saygı ve sevgilerinin nasılda hiçe sayıldığını anlatmanın en güzel ve en yakın örneğidir '' Vaybee Chat Odaları ''

Sanırım konuyu örneklerle betimlemek çok daha doğru olur o halde hadi başlayalım...

Herhangibir Chat odasına giriş yaparsınız doğal olarak bir selam verme ihtiyacı duyarsınız buraya kadar her şey normal gözükür...Selam veren bir bayansa her şey ilk başta normaldir selamına karşılık verilen selamların ardı arkası kesilmez hele birde yeni üye ise profil sayfalarının bir iki dakika içinde ziyaretçi sayısı inanılmaz artış gösterir ve bunu özel mesajlar takip eder kısa hemde çok kısa bir zaman süreci içinde inanılmaz teklifler ayyuka çıkar eminim bunları yüzünüse söyleseler bir domatesin güneş karşısında kızarmasından çok daha kısa bir sürede yüzünüz kızarır...Tüm bunların yanında hiçmi normal sohbet eden yoktur diye bir soru aklınıza gelebilir.Tabiki vardır ama her ne hikmetse normal sohbet edenler seviyeyi belirli kıriterde tutanlar pek umursanmaz bunun örneklerini ilerleyen satırlarda göreceğiz...

Bayanlar için hal böyle iken selam veren bir erkekse işler daha zordur çünkü selamınız pek alınmaz yaazdıklarınız önemsenmez heleki yeni üye iseniz yokmuşunuz gibi sayılır otodışlama devreye girer...Şaşırırsınız bir süre izlemeyi yeğlersiniz arada sohbetin içine dahil olmak istersiniz ama bu pekde öyle göründüğü kadar kolay olmaz çünkü yerleşmiş bir alt tabaka vardır onların sohbetleri sizin varlığınızı engeller bir şekilde...Her ne kadar kültürlü dürüst ve seviyeli bir kişiliğiniz olsada yazdıklarınızın tümü , Cahilce edilen küfür ve hakaret dolu sohbetler arasında yok olur gider ve bu bazılarında hayal kırıklığı yaratır bazıları ise umursamaz madem öyle ortama ayak uydurayım boyutuna geçer peki hangisi doğru ?

Cahilce edilen sohbetlermi ? Edilen küfürlermi ? Yapılan hakaretlermi ? İnsanları cinsiyetlerine göre dışlamakmı ?

Bahsi geçen Chat odalarının genel yapısı ve genel sohbetler üç aşşağı beş yukarı her gün aynıdır ve anlamsız bir şekilde üyeler bu monotonluktan bir şekilde hoşnut olurlar kimbilirbelkide gün içinde yada hayatın içinde yaşadıkları olumsuzlukları belkide bu şekilde atmalarından ileri gelir genel sohbetleri biraz inceleyelim isterseniz...

En çok tartışması yapılan konuların başında gelir '' Irk '' tartışması...

Belkide bu konun en son tartışılacağı yerdir bir internet sayfası. Laz'ı Boşnağı Arnavut'u Macır'ı yada Kürt'ü bir çok kültürün bulunduğu bir yelpazede tartışmak ve doğal olarak sonuca ulaşamamak...

İnsanların saygıyı ve sevgiyi unuttuğu ilk andır birbirlerini ''Irk'' ına göre yargılamak vede suçlamak oysa çok uzak değil Ulu Önder Atatürk ve onun Silah arkadaşlarını incelediğimizde görüyoruz ki bu gün rahat nefes almamızın başlıca mimarlarından hepsi ve her biri farklı bir ırk ve kültüre sahipler ama bizlerden farkı onlar birbirlerini vatan için sevmişler kültürlerine ırklarına ve dillerine bakmadan...

Peki biz napıyoruz ?

Siz içinizden cevaplarken bu soruyu ben söyleyim...İnsanlığımızı değer yargılarımızı ve çok daha önemlisi sevgiyi unutuyor basitleştiriyoruz....

Hiç bitmeyen konu hakaret küfür...

Sık karşılaştığımız bir durumdur üylerin birbirine ettiği küfür ve hakaretler öyle rahat edilirki yeri geldiğinde edilen küfür gülümsemelerle destek bulur çok matah bir durummuş gibi bunu erkek üyeler çok yaptığı gibi bayanlarda zaman zaman bu duruma katılır çünkü artık bu durumu benimsemişlerdir...Hayatta en çok kime değer veriyorsunuz diye sorsam size eminim bir çoğunuz ilk önce annem der..Haksızda değilsinizdir çünkü çok değerlidir annelerimiz peki hal böyle iken neden küfürlerin içine alet edilir pervasızca ?...

İşte bu noktada'da birbirimize olan saygımızı kaybederiz...

Aslında örnekleri çok daha uzatabilirim ama en sık karşılaşılan durumların başında gelir bu yazdıklarım.Aslında tüm suçu üyelere yüklemekte bu anlamda doğru olmaz çünkü sağlıklı bir otokontrol sistemi bulunmaması bir çok açığı ortaya çıkarmış Avrupa alt yapılı bir Chat Sayfasını Hakaret Küfür Dil Din Irk Ayrımının yapıldığı en kötüsüde Sex Partneri arama motoru haline getirmiştir...

Sonuç olarak Sevginin Saygının bu kadar hoyratça kullanılması beni derinden üzmüştür....

Saygı Sevgi ve Bilinçli hoşgörülü Sohbetler ve arkadaşlılar dilerim hepinize....

Unutmayın yaşam hızla akıp gidiyor ve size kalan yanlızca bir damla Sevgi ve öldükten sonra anılmanızı sağlayacak bir tek Saygı....

RİBELLE

Insanin bulundugu ortam onu sekillendirir. Böyle yerlerde insanin ister istemez charakteri de bozuluyor. Aslinda uzak durmak lazim.

Bence seviyeli konusmaya calisanlarin cogu, bunu sadece bir amac icin kullaniyorlar. Bir süre sonra kendilerine hakim olamayip hedeflerini ele veriyorlar. Simdiye kadar bu zeki ve dürüst yapisi var diyecek kadar birisine pek nadir rastladim.

Irkciliga gelince. Baskalarini dis görüntülerinden veya geldikleri yerden yargilamamak icin, kendimizi bir beden degil bir ruh varligi görmemiz gerekir. Yani birine baktigimiz an, bu bana kimi ve neyi hatirlatiyor diye degil, esas benligini ve ruhsal haline bakmak icin böyle bir düsünceye sahip olmamiz gerekiyor.

Yazilarin derin ve ilginc. Yanliz konulari uygun yere koysan daha yararli olur. Yani sohbet veya yanit bekliyorsan. Eger almancayi anlamiyorsan, googla türkceye cevirebilirsin. Belki buranin da seviyesi yükselir.

Ribelle 18.08.2010 15:45

Zitat:

Zitat von Essenz (Beitrag 2021615)
Yazilarin derin ve ilginc. Yanliz konulari uygun yere koysan daha yararli olur. Yani sohbet veya yanit bekliyorsan. Eger almancayi anlamiyorsan, googla türkceye cevirebilirsin. Belki buranin da seviyesi yükselir.

Öncelikle teşekkür ederim...Konuları doğru yere nasıl taşıyacağımı bilemiyorum aslında doğru yer neresi onuda tam olarak çözmüş değilim.Almancam hiç yok ama google'ın dil çevirme konusunda'ki yeteneğinden bir hayli şüpeliyim bir çok kelimeyi yanlış çeviriyor buda anlam kargaşasına yol açabiliyor...

18.08.2010 17:27

Yazdigin konu en cok bu iki bölüme uyuyor.

Gesellschaft und Soziales (sosyoloji, din, kültür, topluluk)

Wissenschaften und Weltansichten (felsefe, bilim, tarih, edebiyat)

Sadece basliklari alip cevirebilirsin.

Ribelle 18.08.2010 22:37

Zitat:

Zitat von Essenz (Beitrag 2021643)
Yazdigin konu en cok bu iki bölüme uyuyor.

Gesellschaft und Soziales (sosyoloji, din, kültür, topluluk)

Wissenschaften und Weltansichten (felsefe, bilim, tarih, edebiyat)

Sadece basliklari alip cevirebilirsin.


Peki bu bölümü olduğu gibi taşıma yada kaydırma imkanımız varmı...Benim incelediğim kadarı ile yok , Yeniden bir topic açmam gerek ve burdaki yazılarımı tek tek kopyalamam gerek sanırım oraya ama böyle yapıncada iki aynı sayfa iki farklı bölümde yer alacak adminler taşıyabilir konuyu sanırım bir tek...

18.08.2010 23:06

Adminler böyle seyleri tasimaz. Yani normal sikayetler bile zor siliniyor, yada cok gec. Bunlari kendin yapacaksin. Iki yerde olmaz burda silersen. Siliniyor.


Alle Zeitangaben in WEZ +2. Es ist jetzt 16:42 Uhr.